Dikkat Çeken Araştırma: Dünya İklim Hedeflerinin Çok Gerisinde

Columbia Üniversitesi’nin Küresel Enerji Politikası Merkezi tarafından yapılan yeni bir araştırmaya göre, 2030 emisyon hedefini karşılayamama dünyayı geri dönüşü olmayan iklim etkilerine doğru itme riskini taşıyor.

Analiz için Ulusal Katkı Beyanı (NDC) olarak bilinen ülkelerin iklim planlarını sıralayan bilim insanları raporda NDC’lerin hedefleri ve 2050 yılına kadar net sıfır emisyonu karşılamak için gerekli yörüngenin arasındaki farkı ortaya koydu.

Analize göre, ülkeler tarafından vaat edilen iklim eylemi, bu 10 yılda emisyonları yüzde 9 azaltacak. Bu oran küresel emisyonları yaklaşık yarı yarıya azaltma hedefinin çok altında.

Taahütleri net eyleme dönüştürenler çok az

Rapora göre, ABD ve Avrupa Birliği (AB) gibi 2050 yılına kadar net sıfır emisyon sözü veren ülkeler ve birlikler, halihazırdaki eylemleriyle 2030 yılına kadar 2015 seviyelerine göre emisyonlarını yalnızca yüzde 27 oranında azaltabilecek.

Çin ve Hindistan gibi 2050’den sonra net sıfıra ulaşma sözü veren ülkelerin ise 10 yıl boyunca emisyonlarının yüzde 10 oranında artması bekleniyor.

Beklenen yüzde 9’luk net azalma, bu amaçların politika veya yasa tarafından desteklenip desteklenmediğini dikkate almadan, yalnızca ülkelerin gerçekleştirmeyi amaçladıklarını yansıtıyor.

Aslında rapor, çok az sayıda ülkenin taahhütlerini net bir eyleme dönüştürdüğünü ortaya koyuyor. Nitekim 2050’den önce net sıfır veya karbon nötr hedefleri olan yaklaşık 100 ülkenin sadece çok ufak bir kısmı net sıfır hedeflerini yasalarla belirlemiş durumda.

  • Net sıfır emisyon: İnsan faaliyeti nedeniyle atmosfere salınan karbondioksit, metan, azot gibi gazların miktarının yeryüzü tarafından doğal olarak emilen sera gazı miktarıyla dengelenmesi ve karbon nötr olması anlamına geliyor. Kavram ilk olarak 2015’te imzalanan Paris Anlaşması’nda kullanılırken, küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak için verilen taahhütler kapsamında net sıfır emisyona ulaşmayı hedefleyen ülke sayısı 100’ü aştı.

Ukrayna savaşı etkisi

Raporun yazarı James Glynn, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden kaynaklanan yükselen enerji fiyatları ve arz endişelerinin AB ve ABD’nin kömürle çalışan enerjiyi durdurma eylemlerini yavaşlatmasına yol açabileceğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:

“Ancak, gelecekteki enerji güvenliğinin yanı sıra NDC hedefleriyle daha iyi uyum sağlamak için Avrupa’da düşük karbonlu enerji sistemlerine yatırım yapma arzusu güçlenecektir.”

En sorumlu 10 ülke ve hedefleri

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) bir raporuna göre, dünyanın en büyük kömür üreticisi ve tüketicisi konumunda bulunan Çin, küresel emisyonların yüzde 26,9’una (13,63 milyar ton karbondioksit eş değeri) neden oldu.

Çin’i yüzde 12,2 (6,18 milyar ton karbondioksit eş değeri) ile ABD ve yüzde 7,35 (3,72 milyar ton karbondioksit eş değeri) ile Hindistan izledi. Küresel emisyonların yüzde 4,8’ine (2,43 milyar ton karbondioksit eş değeri) Rusya, yüzde 2,8’ine (1,42 milyar ton karbondioksit eş değeri) Endonezya neden oldu. Bu ülkeleri yüzde 2,6 ile Japonya, yüzde 2,4 ile Brezilya, yüzde 1,65 ile Almanya, yüzde 1,63 ile İran ve yüzde 1,52 ile Kanada takip etti. Söz konusu 10 ülke küresel emisyonların yaklaşık yüzde 64’üne yol açtı.

Bu ülkelerden Çin, 2060 yılına kadar fosil yakıt kullanımını yüzde 20’nin altına düşürmeyi hedeflediğini duyurdu. ABD, 2030 yılında emisyonlarını 2005 referans yılına göre yüzde 50 düşürme sözü verdi. Japonya ve Kanada ise sırasıyla 2013 ve 2005 yıllarına göre yine 2030’da yüzde 40 mertebesinde karbon azaltacaklarını açıkladı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dünyanın dördüncü en büyük sera gazı emisyonu kaynağı olan Rusya’nın 2060’a kadar karbon nötr olmak için çaba göstereceğini söyledi.  Brezilya, 2060 için net sıfır karbon emisyonu hedefi koymuştu, daha sonra bu süreyi 2050’yi çekebilmek için 10 milyar dolarlık dış yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Almanya, 1990 yılındaki seviyenin yüzde 65’i olarak açıklanan emisyonu azaltma hedefinin tarihi olarak 2045’i gösterdi.

Hindistan Başbakanı COP26 iklim görüşmelerinde ülkesinin 2070’e kadar net sıfır karbon emisyonuna ulaşma hedefini ilan etti. Endonezya 2015’teki hedeflerini güncellemedi. İran ise bir hedef belirlemedi.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Türkiye, Avrupa’da Kömürü Bırakmayan Dört Ülkeden Birisi

Avrupa’da 23 ülke iklim krizine neden olan kömür santrallarını kapatma kararı aldı. Bu ülkelerden 10’u şimdiden kömür santrallarıyla vedalaştı. Bazı ülkeler ise önümüzdeki 18 yıl içinde santralları kapatacağını açıkladı. Avrupa’da kömürlü termik santralları ne zaman kapatacağına dair resmi bir tarih belirlemeyen sadece dört ülke var; Bosna Hersek, Polonya, Sırbistan ve Türkiye.

Elektrik üretiminde kömür kullanımı diğer elektrik üretimi yöntemlerine kıyasla çok daha fazla seragazı salımına neden olduğu için bilim insanları, iklim krizinden çıkış sürecinde öncelikle kömür santrallarının kapatılması gerektiğini vurguluyor. Avrupa’da birçok ülke kömür santrallarını kapatmaya başladı veya kömürden elektrik üretimini sonlandıracağı tarihi belirledi.

Bu konudaki bilgi kirliliğinin önüne geçmek isteyen Ekosfer Derneği, Avrupa’da kömürü bırakma kararı alan ülkelerin kömürlü termik santralları kapatma tarihlerini gösteren etkileşimli bir haritayı turkiyedekomur.org sitesine ekledi. Kömürün Ötesinde Avrupa’nın (Europe Beyond Coal) hazırladığı haritayı temel alan bu çalışma sürekli güncelleniyor ve resmi kararları esas alıyor.

Karar almayan dört ülkeden biri Türkiye

Ekosfer Derneği Kampanyalar Direktörü Özgür Gürbüz, haritanın işlevini şu sözlerle açıkladı:

“Avrupa’da kömürü bırakan ülkelerin sayısı hızla artıyor. Bazı ülkeler elektrik üretiminde kömürle çoktan vedalaştı, birçoğu da önümüzdeki 10-15 yıl içerisinde vedalaşacak. Ukrayna’nın işgaliyle ortaya çıkan enerji krizinin bu kararları geciktirebileceğini belirten haberler var ama henüz resmi kararlarda bir değişme yok. Hazırladığımız harita bu spekülasyonların önüne geçecek ve güncel bilgilere herkesin ulaşmasını sağlayacak.”

Gürbüz, Avrupa’da kömür üretimini durdurma konusunda karar almayan dört ülkeden birinin Türkiye olduğuna da dikkat çekerek, yıl sonunda Mısır’da yapılacak iklim zirvesi öncesi emisyon hedeflerini güncelleyecek Türkiye’nin kömürle vedalaşmak için mutlaka bir tarih belirlemesi gerektiğini de sözlerine ekledi.

Avrupa’da kömürden vazgeçen ülkeleri dört ayrı grupta toplamak mümkün.

Kömür santralı olmayan/kapatmış ülkeler: Arnavutluk, Avusturya, Belçika, Estonya, İsveç, İsviçre, Letonya, Litvanya, Norveç ve Portekiz halihazırda kömürden elektrik üretmeyen ülkeler.

2030 ve öncesinde kömür santrallarını kapatacak ülkeler: Fransa (2022), Birleşik Krallık (2024), Macaristan (2025), İtalya (2025), İrlanda (2025), Yunanistan (2025). Kuzey Makedonya (2027) Danimarka (2028), Finlandiya (2029 ortası), Hollanda (2029 sonu), Slovakya (2030), İspanya (2030).

2030’dan sonra kömür santrallarını kapatacak ülkeler: Karadağ (2035), Romanya (2032), Hırvatistan (2033), Bulgaristan (2038-2040), Almanya (2038), Slovenya (2033), Çekya (2033)

Kömür santrallarını kapatma kararı almamış ülkeler: Bosna Hersek, Polonya, Sırbistan ve Türkiye.

Haritayı incelemek için TIKLAYIN.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

BM, Plastik Kirliliğini Sona Erdirmeyi Amaçlayan Kararı Kabul Etti

Uluslararası toplum, dünyanın büyüyen plastik sorununu frenlemek için ilk kez bir çerçeve üzerinde anlaştı. Birleşmiş Milletler (BM)tarafından kabul edilen karar, “plastik kirliliğini sona erdirmek” adına yasal olarak bağlayıcı bir anlaşma geliştirmek için iddialı bir plan ortaya koyuyor.

Karar, plastiklerin üretimden imhaya kadar “tüm yaşam döngüsünü” kapsayan ve önümüzdeki iki yıl boyunca müzakere edilecek bir anlaşma çağrısında bulunuyor.

BM kararında, “Yüksek ve hızla artan plastik kirliliği seviyeleri, küresel ölçekte ciddi bir çevre sorununu temsil ediyor. Plastik kirliliğinin ortadan kaldırılması için uzun vadede acil önlemler almak için küresel koordinasyonu, iş birliğini ve yönetişimi güçlendirmenin acil gereğini kabul ediyoruz” denildi.

BM yetkilileri, dünyanın bu ilk küresel plastik kirliliği uzlaşmasını bir “dönüm noktası” olarak nitelendirdi ve 2015 Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana en önemli “yeşil anlaşma” olarak tarif etti.

Kararda hangi detaylar var?

Karar, Nairobi’de iki yılda bir düzenlenen 150’den fazla ülkenin temsil edildiği BM Çevre Asamblesi’nin (UNEA) üçüncü gününde onaylandı. Buna göre, 2024 sonuna kadar yapılacak anlaşmanın ayrıntılarını ortaya çıkarmak için bir hükümetler arası müzakere komitesi de oluşturuldu.

Karar, STK’lara göre milyonlarca insanı etkileyecek bir “çığır açan gelişme” olan atık toplayıcıları tanımaya yönelik hükümler ve yerli halkların rolünün kabul edilmesini de içeriyor. Gelişmekte olan ülkelerde geri dönüştürülebilir plastik ve diğer eşyaları toplayan düşük ücretli atık toplayıcılar ilk kez bir çevresel kararda tanınıyor.

Karar, 2050 yılına kadar neredeyse dört katına çıkacağı ve küresel karbon bütçesinin yüzde 10-13’ünü oluşturacağı tahmin edilen plastik üretimiyle mücadele için önlemler alınmasını öneriyor. Dünya liderleri önümüzdeki iki yıl içinde anlaşmanın ayrıntılarını geliştirme ve sonuçlandırma konusunda daha fazla kararlılık göstermeye çağrılıyor.

Anlaşmaya mali ve teknik destek verilecek. Bunun yanı sıra tavsiyeler verecek bir bilim kurulu da bulunacak.

Öte yandan, plastik üretimine, kullanımına veya tasarımına kısıtlama getiren herhangi bir anlaşma, ham plastik üreten petrol ve kimya şirketlerinin yanı sıra binlerce ürünü tek kullanımlık ambalajlarda satan tüketim malları devlerini etkileyecek. Ayrıca ABD, Çin, Hindistan, Suudi Arabistan ve Japonya dahil olmak üzere büyük plastik üreten ülkelerin ekonomileri de kararlardan etkilenecek.

En çetrefilli konu plastik üretimi

BM müzakere komitesi, nispeten kısa bir süre içinde incelenecek çok sayıda ayrıntıya sahip olacak. Anlaşmanın raporlama standartları, finansman mekanizmaları gibi pek çok madde arasında, belki de en çetrefilli konu olan plastik üretimini de ele alması gerekecek. Uluslararası Çevre Hukuku Merkezi avukatı David Azoulay “Milyon dolarlık soru, sıfırdan plastik üretimini azaltmak hakkında ne kadar konuşacağımızdır” dedi.

Bu konunun tartışmalı olması muhtemel. Konferans öncesinde, kimyasal üreticilerinin ticaret birliği olan Amerikan Kimya Konseyi’nde plastiklerden sorumlu başkan yardımcısı Joshua Baca, plastik üretiminin kısıtlanması ve düzenlenmesini “çok dar görüşlü bir yaklaşım” olarak nitelendirdi.

Uluslararası Kirleticilerin Önlenmesi Ağı‘nın uluslararası koordinatörü Bjorn Beeler, zaman çizelgesinin tutacağından şüpheli olduğunu belirterek “İçine girdikçe, bir canavara dönüşecek. İki yıl içinde nasıl bir anlaşma yapabileceğinizi anlamıyorum” dedi ve ekledi: “Ama bu gerçekten ilk adım. Bu anlamlı, bu önemli” dedi.

Karar nasıl karşılandı?

Ruanda Çevre Bakanı Jeanne d’Arc Mujawamariya, “Plastik kirliliği her geçen gün daha da kötüleşirken kaybedecek zaman yok. Bu karar, gezegenimizin plastikler içinde boğulmasını önlemeye yönelik küresel çabada tarihi bir dönüm noktasıdır” dedi.

Okyanuslar ve uluslararası çevre ve bilimsel ilişkilerden sorumlu devlet sekreteri yardımcısı ABD’li delege Monica Medina ise “Bu, birlikte çalıştığımızda dünyanın neler yapabileceğinin harika bir gösterisi” diye konuştu. Medina gözyaşlarını tutarak “Bu, bu gezegendeki plastik belasının sonunun başlangıcı. Bugünü çocuklarımız ve torunlarımız için önemli bir gün olarak değerlendireceğimizi düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

Çevre aktivistleri ve sektör temsilcileri de kararı memnuniyetle karşıladı. Washington Post’a konuşan Dünya Yaban Hayatı Fonu (WWF) plastik atık ve işletme başkanı Erin Simon, “Karar, ürecin bu aşamasında gerekli olduğunu düşündüğümüz tüm kritik bileşenlere sahip” dedi.

Bir ticaret derneği olan Uluslararası Kimya Dernekleri Konseyi yaptığı açıklamada, “Plastik kirliliğini ele almak ve anlamlı bir çözüm geliştirmek adına ortak bir zemin bulmak için uzun günler harcayan hükümetleri takdir ediyoruz” diye yazdı.229795

Avukat David Azoulay ise, BM kararının yıllardır hazırlandığını, 2016’da denizlerdeki plastik bağlamında BM Çevre Meclisi’nde ilk kez bu fikrin su yüzüne çıktığını söyledi. Azoulay, “Böyle bir anlaşma tasavvur etmek düşünülemezdi” dedi. Azoulay, karardaki başarıları da şöyle sıraladı:

“Müzakere komitesi plastik üretimine de bakmakla görevlendirildi, anlaşmanın finanse edilmesine yardımcı olacak özel bir fon seçeneği var ve plastik kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkilerinden bahsediliyor.”

Ancak, karardan anlaşmaya geçiş kolay olmayacak. Kar amacı gütmeyen bir grup olan Environment America‘da koruma programını yürüten Steven Blackledge, “Bağlayıcı kurallara yönelmeleri gerçeğini çok iyi bir işaret olarak görüyorum” dedi ve ekledi: “Şeytan ayrıntıda”.

Plastik kirliliği

Her yıl milyonlarca ton plastik okyanuslara karışıyor ve bu da birçok hayvanın atıklara yakalandığı endişe verici görüntülere sebep oluyor. Dünya kutuplardan en ücra adalara, deniz yüzeyinden en derin okyanus çukuruna kadar plastik kirliliği ile karşı karşıya. Ulusal Bilimler Akademisi araştırmasına göre, bu tufana en çok ABD katkıda bulunuyor ve kişi başına yaklaşık 130,1 kilogram plastik üretiyor.

1950 ile 2017 yılları arasında üretilen tahmini 9,2 milyar ton plastiğin yaklaşık 7 milyarı atık durumunda. Bu atığın yaklaşık yüzde 75’i ya çöplüklerde ya da karasal ve sucul ortamlarda ve ekosistemlerde birikiyor.

Geçtiğimiz ay yayımlanan Alfred Wegener Kutup ve Deniz Araştırmaları Enstitüsü tarafından Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) için hazırlanan “Denizlerdeki Plastik Kirliliğinin Denizel Türler, Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistemler Üzerindeki Etkileri” adlı rapora göre, plastik kirliliğinde eşik değer aşıldı. Rapora göre, her yıl 19 ile 23 milyon ton arasında plastik atığın denizlere karıştığı tahmin ediliyor. Eğer böyle devam ederse denizlerdeki plastik kirliliği 2050’ye kadar dört katına çıkacak. Mikroplastiklerde ise 2100 yılına kadar 50 kat artış görülebilir.

Birleşmiş Milletler (BM) Göç Eden Yabani Hayvan Türlerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme (CMS), Eylül 2021 tarihli raporunda tatlı su türleri, kara hayvanları ve kuşlar da dahil olmak üzere korunan türlerin nehir ekosistemleri ve karadaki plastik kirliliğinden etkilendiğini ortaya koymuştu.

Öte yandan bilim insanları, plastik kirliliğini yönetmeye yönelik küresel kapasitenin, plastik pazarında öngörülen büyümeye ayak uyduramadığı konusunda uyarıyor.

2030 yılına kadar, iddialı önlemlerle bile yılda 53 milyon metre tona kadar plastiğin su ekosistemlerine karışabileceği ve herhangi bir iyileştirme yapılmadığı takdirde bu rakamın yılda 90 milyon tona ulaşabileceğini vurgulanıyor.

Ülkeler ne yapıyor?

Bazı ülkeler, eyaletler ve belediyeler plastik atıkları azaltmak için harekete geçmişti.

Örneğin Ruanda, on yıldan fazla bir süredir plastik poşetleri yasaklıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Sens. Dan Sullivan (R-Alaska) ve Sheldon Whitehouse (DR.I.), dönemin başkanı Trump‘ın 2020’de imzaladığı Denizlerimizi Kurtar 2.0 Yasası da dahil olmak üzere plastik kirliliği konusundaki kongre çabalarına öncülük etti.

Ancak BM’nin bu son hamlesi, plastik kirliliği sorununu çözmek için şimdiye kadarki en uyumlu uluslararası çaba.

Paylaşın

Plastik Kirliliğiyle Mücadelede Önemli Adım

Birleşmiş Milletler (BM) Çevre Asamblesi (UNEA) plastik kirliliğiyle mücadele ile ilgili küresel anlaşmaya giden yolda önemli bir adım attı. Yaklaşık 200 ülkenin heyetleri Kenya’nın başkenti Nairobi’de yapılan toplantıda oy birliğiyle plastik kirliliğiyle mücadele anlaşması müzakerelerinin başlatılmasını onayladı.

Bunun için hükümetler arası bir komite kurulacak ve söz konusu komite 2024 yılına kadar plastik atıkların ortadan kaldırılması için hukuki açıdan bağlayıcı bir anlaşma hazırlayacak. BM Çevre Programı (UNEP), kararı Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana alınan en önemli çevre uzlaşması olarak görüyor.

BM Çevre Asamblesi Başkanı Norveç Çevre Bakanı Espen Barth Eide sağlanan uzlaşmayı, “tarih kitaplarına geçecek” ifadesiyle tanımladı. Bakan, plastik kirliliğinin yasaklanması için müzakere sürecinin başladığını belirterek, iklim ve çevre krizi arasında somut bir bağlantı olduğunu ifade etti. Almanya Çevre Bakanı Steffi Lemke de söz konusu uzlaşmayı “tarihi” olarak nitelendirdi.

Söz konusu müzakerelerde plastiğin üretiminden kullanımına, çöpe atılmasından geri dönüşümüne kadar her süreç masaya yatırılacak. Küresel bir anlaşmaya giden müzakereleri yürütecek komite, karada ve denizde plastik atıklara yönelik alınacak önlemleri belirleyecek.

Kontrol süreci için alınacak önlemler ve yoksul ülkeler için yapılacak yardımlar da bu müzakerelerde masaya yatırılacak. BM Çevre Asamblesi’ndeki müzakerelerin yılın ikinci yarısında başlaması planlanıyor. BM’ye üye bütün ülkeler müzakere sürecini takip edebilecek.

2019 yılında yaklaşık 460 milyon ton plastik üretildi. Bu plastiğin 353 milyon tonu çöpe gitti. Dünya genelinde üretilen plastiğin sadece yüzde 10’u geri dönüştürülebiliyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) verilerine göre plastiğin büyük bölümü ya çöplüklere gidiyor ya da korumasız bir biçimde çevreye, nehirlere ve denizlere atılıyor.

Paylaşın

Dünya Çoklu İklim Tehlikeleriyle Karşı Karşıya Kalacak

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), Çalışma Grubu II’nin Altıncı Değerlendirme Dönemi (AR6), “İklim Değişikliği 2022: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık” raporunun Politika Yapıcılar için Özetini (SPM) kabul etti.

270 yazar ve 195 hükümet tarafından nihai hale getirilen ve onaylanan II. Çalışma Grubu raporu, IPCC’nin AR5’i 2014’te yayınlamasından bu yana iklim değişikliğinin etkilerine ve buna uyum sağlama stratejilerine ilişkin en büyük değerlendirme.

Rapor, iklim değişikliğinin ekosistemler ve toplumlar üzerindeki etkilerini, bunların kırılganlıklarını ve mevcut ve gelecekteki değişikliklere uyum sağlama kapasitelerini göz önünde bulundurarak inceliyor. Artan emisyonların insanlar ve çevre için oluşturduğu riskleri vurguluyor ve farklı bölgelerin ve doğal sistemlerin güvenlik açıklarını analiz ediyor.

Raporun ilk taslağına 16 bin 348 yorum, ikinci taslağına 40 bin 293 yorum ve Politika Yapıcılar için Özet’in nihai hükümet dağıtımına 5 bin 777 yorum yapıldı. Raporda 34 binden fazla bilimsel makaleye atıfta bulunuluyor.

Bu derleme, Politika Yapıcılar için Özet’in temel bulgularını vurguluyor, önceki IPCC raporlarına kıyasla nelerin yeni olduğunu özetleyip uzman görüşleri sunuyor.

Ana bulgular

İnsan kaynaklı sera gazı emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliği, toplumları ve dünyanın doğasını, insanları öldürmek, gıda üretimine zarar vermek, doğayı yok etmek ve ekonomik büyümeyi yavaşlatmak da dahil olmak üzere katlanılmaz ve geri döndürülemez risklere maruz bırakan, doğaya ve insanlara yönelik yaygın kayıplara ve zararlara neden oluyor.

Rapor, “iklim değişikliğinin insan refahı ve gezegenin sağlığı için bir tehdit oluşturduğunu” ve “uyum ve azaltım konularında ileriye yönelik müşterek küresel eylemlerde daha fazla herhangi bir gecikmenin, herkes için yaşanabilir ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak için dar ve hızla kapanan bir fırsat penceresini kaçırılmasıyla sonuçlanacağının” artık kesin olduğunu söylüyor.

“Küresel ısınma artışını 1,5°C’ye yaklaştıran kısa vadeli eylemlerin, insan yaşamında ve ekosistemlerde iklim değişikliği kaynaklı öngörülen kayıp ve zararları, daha yüksek ısınma seviyelerine kıyasla önemli ölçüde azaltacağını, ancak hepsini ortadan kaldıramayacağını” vurguluyor. Mevcut emisyon politikaları ve taahhütleri, dünyayı yaklaşık 2,3-2,7°C ısınma rotasına sokuyor.

İklim değişikliği kaynaklı kayıp ve zararlar, daha fazla ısınma ile hızla artacak ve çoğu durumda insanların ve doğanın uyum sağlayamayacağı riskler yaratacak. Emisyonlar yalnızca şu anda planlanan oranda azaltılırsa, ortaya çıkan sıcaklık artışı gıda üretimini, su kaynaklarını, insan sağlığını, kıyı yerleşimlerini, ulusal ekonomileri ve doğal dünyanın çoğunun hayatta kalmasını tehdit edecek. Daha hızlı emisyon kesintileri bunu önlemenin tek yolu olacaktır.

İklim değişikliğine uyum, iklim değişikliğinden kaynaklanan riskleri azaltmanın yanı sıra insanların refahını da iyileştirebilir, ancak buna yeterince kaynak sağlanmıyor. Uyum faaliyetleri emisyon kesintilerine bir alternatif değildir: ısınma devam ederse, dünya giderek uyum sağlanmayacak değişikliklerle karşı karşıya kalacaktır.
İnsan faaliyetleri kaynaklı sera gazı emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliği, halihazırda dünya çapında insanlara zarar veriyor ve onları öldürüyor, gıda üretimine zarar veriyor, doğayı yok ediyor ve ekonomik büyümeyi yavaşlatıyor.

İnsan kaynaklı sera gazı emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliği, aşırı sıcaklıklar, şiddetli yağmur, kuraklık ve yangın havasını daha yoğun ve sık hale getirmekte ve insanlara zarar veren ve onları öldüren deniz seviyesinin yükselmesine, okyanus asitlenmesine ve yoğun tropikal siklonlara neden oluyor. Bilimsel bilgideki ilerlemeler, bu zararların artık insan kaynaklı iklim değişikliğine atfedildiği anlamına geliyor. Bazı durumlarda bu, toplumları ve dünyayı, uyum sağlayabilecekleri sınırların ötesinde, tahammül edilemez ve geri döndürülemez risklere maruz bıraktı. [2014’teki yayınlanan bir önceki IPCC iklim etkileri raporu, iklim değişikliğinin insan toplumlarını ne ölçüde etkilediği konusunda temkinliydi (A-1). Yeni rapor, insan kaynaklı ısınmanın aslında on yıllardır insan toplumlarına zarar verdiğini söylüyor.]

Dünyanın her yerinde insanlar iklim değişikliğinin fiziksel ve zihinsel sağlık etkilerinden mustariptir. Aşırı sıcaklıklar, dünyanın her yerinde insanları öldürüyor ve onlara zarar veriyor; aşırı hava olayları travmaya neden oluyor; orman yangını dumanına maruz kalmanın artması kalp ve solunum sorunlarına yol açıyor; bazı hastalıklar daha yaygın hale geliyor ve yeni alanlara yayılıyor. Ancak bir fırtına, kuraklık veya selin en savunmasız bölgelerdeki insanları daha az savunmasız bölgelerdeki insanlara kıyasla öldürme olasılığı 15 kat daha fazla ve insanların iklim değişikliğine karşı savunmasızlığı, belirli grupların marjinalleştirilmesi de dahil olmak üzere geçmiş, şimdiki ve gelecekteki sosyal gelişmelerden etkileniyor.

İklim değişikliği, özellikle dünyanın en yoksul insanları için gıda üretimine ve gıda erişimine darbe vurdu ve milyonlarca insanı akut gıda güvensizliğine maruz bıraktı. Artan aşırı hava olayları, daha yüksek sıcaklıklar, kuraklık, okyanusların ısınması ve sera gazı emisyonlarının bir sonucu olarak okyanusların asitlenmesi, su ürünleri yetiştiriciliği ve balıkçılıkta ürün kayıplarına ve kayıplara neden oldu, tarımsal verimdeki artışı yavaşlattı ve gıda ve su güvensizliğini ve yetersiz beslenmeyi artırdı.

Sel ve kuraklık gibi aşırı hava olayları ve buna bağlı gıda güvensizliği ve yetersiz beslenme, insani krizleri kötüleştiriyor, insanları evlerinden ediyor ve bazı durumlarda şiddetli çatışmaları uzatıyor ve kötüleştiriyor.
İklim değişikliği, kısa vadeli ekonomik büyümeyi yavaşlatan, tropikal siklonlar gibi aşırı hava olaylarıyla birlikte özellikle tarım, balıkçılık, ormancılık, turizm ve açık havada çalışanlarının işgücü verimliliğini etkileyen ekonomik zararlara neden oluyor. İklim değişikliğinin tarımsal verime ve insan sağlığına zarar vermesi, insanların evlerini ve mülklerini tahrip etmesi, bireyleri, özellikle kadınları ve daha yoksul insanları etkileyerek, daha da yoksullaştırıldı. Kentlerde yaşayan insanlar, iklim değişikliğinin bir sonucu olarak daha güçlü ısı dalgalarından ve altyapıya verilen zararlardan da özellikle etkileniyor. Mevcut sürdürülemez kalkınma kalıpları, insanları ve doğayı iklim değişikliğine karşı daha savunmasız hale getiriyor.

İklim değişikliğinin etkileri giderek karmaşıklaşıyor ve yönetilmesi zorlaşıyor. Aşırı hava olaylarının kademeli etkileri oldu; örneğin orman yangınları doğaya, insanlara, altyapıya ve ekonomiye zarar verdi (B.5.2). Ekonomilere ve toplumlara verilen zararlar, uluslararası tedarik zincirleri ve doğal kaynak akışlarının iklim değişikliğinin neden olduğu aşırı hava olayları tarafından kesintiye uğramasıyla sektörler ve sınırlar arasında da yayılıyor.

İklim değişikliğinin dünyaya verdiği zarar, daha önce fark edilenden daha büyük. İncelenen tüm türlerin yarısı yaşam alanlarını değiştirdi; birçoğunun yerelde nesli tükendi ve bazı türler iklim değişikliği nedeniyle tamamen yok oldu. Bunlar iklim değişikliğini halihazırda gerçekleşmiş ve geri döndürülemez etkilerine bir örnek. Aşırı sıcaklıklar, hayvanların ve bitkilerin toplu ölümlerine neden oluyor ve ekosistemlerde yaygın bir bozulma var.

Ekosistemlerin iklim değişikliği ve diğer insan faaliyetleri nedeniyle tahrip edilmesi, özellikle yerli halkları ve günlük yaşamlarında doğrudan doğaya bağımlı diğer insanları etkileyerek, doğayı ve insanları iklim değişikliğine karşı daha savunmasız ve daha az uyum sağlayabilir hale getiriyor.

“Sonuçlar açık; iklim değişikliği tehdit”

Raporda şu ifadeler yer alıyor:

“İklim değişikliği kaynaklı kayıp ve zararlar, daha fazla ısınma ile hızla artacak ve çoğu durumda insanların ve doğanın uyum sağlayamayacağı riskler üretecektir. Emisyonlar yalnızca şu anda planlanan oranda kesilirse, ortaya çıkan sıcaklık artışı gıda üretimini, su kaynaklarını, insan sağlığını, kıyı yerleşimlerini, ulusal ekonomileri ve doğal dünyanın çoğunun hayatta kalmasını tehdit edecektir. Daha hızlı emisyon kesintileri bunu önlemenin tek yolu olacaktır.”

IPCC, tehdidi ve eyleme geçmenin aciliyetini de şöyle özetliyor:

“Kümülatif bilimsel kanıtlar çok açık: İklim değişikliği, insan refahı ve gezegenin sağlığı için bir tehdittir. Uyum ve sera gazı azaltım konusunda ileriye yönelik müşterek küresel eylemde daha fazla gecikme, herkes için yaşanabilir ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak için kısa ve hızla kapanan bir fırsat penceresini kaçırmaya neden olacaktır.”

NOT: IPCC ilk kez iklim değişikliği tehdidini ve eylemin aciliyetini kesin olarak tanımlıyor. Ağustos 2021’de I. Çalışma Grubu raporu, yine ilk kez, insan faaliyetlerinin gezegeni ısıttığının kesin olduğunu söyledi; önceki değerlendirme raporlarında IPCC, yalnızca gezegenin ısındığının kesin olduğunu söylemişti.

Emisyonların riski

Rapor, artmaya devam eden emisyonların ciddi olumsuz sonuçlara yol açacağı, insan ve doğal sistemler için çok çeşitli riskleri tanımlıyor:

“Gıda üretimi ve gıda güvenliği, deniz seviyesinin yükselmesiyle birlikte sıcak hava dalgalarının, kuraklıkların ve sellerin şiddetinde ve sıklığında artışa neden olacak en küçük bir miktar ek ısınma ile tehdit edilecek. 1,5°C’nin üzerindeki sıcaklık artışı, farklı ana gıda üreten bölgelerde mısır mahsullerinin aynı anda kaybolma riskini artıracak ve küresel mısır tedarik zincirlerini tehdit edecek. Daha fazla ısınma ile riskler daha da artacak.

“Isınma 2°C’ye ulaşırsa, halihazırda mevcut olmayan uyum önlemleri olmaksızın, özellikle tropik bölgelerde olmak üzere birçok alanda temel ürün yetiştirmek artık mümkün olmayacak. Daha fazla ısınma ile tozlaşma ve toprak sağlığı zayıflayacak, zararlılar ve zirai hastalıklar daha da yaygınlaşacaktır. Artan yetersiz beslenme riskleri özellikle Sahra Altı Afrika, Güney Asya, Orta ve Güney Amerika ve Küçük Adalarda yüksek olacaktır.”

NOT: Önceki IPCC Çalışma Grubu II raporu, 4°C veya daha yüksek seviyelerde sıcaklık artışı ile gıda güvenliğine yönelik risklere odaklanmıştı.

Aşırı hava olayları

Rapora göre, daha fazla aşırı hava olayları ve sıcak hava dalgaları bir sonucu olarak, sağlık sorunları ve erken ölümlerde önemli artışlar olacak ve hastalıklar yayılacak. Anksiyete ve stres gibi zihinsel sağlık sorunlarının, özellikle genç ve yaşlı insanlar ve altta yatan sağlık sorunları olanlar arasında, daha fazla ısınmayla birlikte artacağı tahmin ediliyor.

Sahildeki kentler, kasabalar ve köyler, deniz seviyesi yükselmeye devam ettikçe, uyum sağlayabilme kabiliyetlerinin sınırıyla giderek daha fazla karşı karşıya kalacak. Artan şiddetli yağmur, tropik siklonlar ve kuraklıkla birlikte bu, özellikle daha savunmasız ve uyum sağlama yeteneğinin daha düşük olduğu yerlerde daha fazla insanı evlerinden olmaya zorlayacak.

Artık, kıyı nüfusunun ancak 100 yılda bir maruz kalacağı şiddette bir sel olasılığı, deniz seviyesindeki 15 cm’lik ilave artışla yüzde 20 artacak ve deniz seviyesindeki 75 cm’lik artışla iki katına çıkacak (bu, 2100 yılına kadar emisyonların yüksek seviyede devam etmesi veya 2150 yılına kadar daha düşük emisyonların olması durumunda bekleniyor).

Su mevcudiyeti, daha fazla sıcaklık artışı ile artan baskı altına girecek. Küçük Ada ülkelerinde ve buzullara ve kar erimesine bağlı bölgelerde yaşayan insanlar, ısınma 1,5°C’yi geçerse yeterli tatlı suya sahip olamayabilir. Bu, sürekli sıcaklık artışı olması durumunda uyum için zorlu sınırlara ulaşılabileceğine ve hiçbir uyum faaliyetinin dayanılmaz riskleri önleyemeyeceğine bir örnek teşkil ediyor.

Giderek daha tehlikeli sonuçlar

Rapora göre, iklim değişikliğinin etkileri giderek daha fazla aynı anda ortaya çıkacak ve birbirleriyle ve diğer risklerle etkileşime girerek, giderek daha tehlikeli sonuçlar doğuracak. Örneğin, artan sıcaklık ve kuraklık, gıda üretimine zarar verecek ve tarımsal işgücü verimini azaltacak, bu da gıda fiyatlarını artıracak ve çiftçilerin gelirlerini azaltacak, özellikle tropik bölgelerde daha fazla yetersiz beslenmeye ve ölüme yol açacak.

Deniz seviyesinin yükselmesi zincirleme olarak, insanların geçim kaynakları, sağlığı, refahı, gıda mevcudiyeti, su kaynakları ve kültürü için risklerle birlikte kıyı ekosistemleri, yeraltı suyu tuzlanması, sel baskınları ve kıyı altyapısının zarar görmesine yol açacak. Deniz seviyesinin yükselmesinden kaynaklanan hasarlar, yükselen denizler artan fırtına dalgalanması ve şiddetli yağmur ile birleşerek sel baskınını kötüleştirmesiyle de birleşebilir.

NOT: İklim değişikliği risklerinin bir araya gelme (birleşme) veya başka yerlerde yeni hasarları tetikleme (ardışıklandırma) tehlikesi bu raporda önemli bir özellik olarak yer alıyor. Bu, 2014 IPCC raporunda derinlemesine tartışılmamıştı].

Küresel ekonomik zararlar

İklim değişikliği kaynaklı küresel ekonomik zararlar, daha fazla sıcaklık artışı ile artacak, en çok yoksul ülkeler etkilenecek ve önceki IPCC raporlarında tahmin edilenden daha yüksek olabilecek. İklim değişikliğinin etkileri ulusal ekonomik büyümeyi azaltabilecek ve devlet finansmanını sınırlayabilecek.

Sıcaklık artışı 1,5°C’yi geçerse, kutup, dağ ve kıyı ekosistemleri ve buz tabakasından ve buzul erimesinden etkilenecek bölgeler dahil olmak üzere tüm ekosistemler, daha sonra atmosferden karbondioksiti uzaklaştırmak için alınan önlemlerle sıcaklıklar düşürülse bile, geri dönüşü olmayan bir şekilde kaybolacak. Bazı sıcak deniz mercan resifleri, kıyı sulak alanları, yağmur ormanları ve kutup ve dağ ekosistemleri dahil olmak üzere bazı ekosistemler uyum sağlayabileceklerinin sınırında. (Bu, daha yüksek ısınma seviyelerinden kaynaklanan risklere odaklanan önceki IPCC raporundan önemli bir gelişme)

Sıcaklık artışı 3°C’ye ulaşırsa, özgün ve tehdit altındaki türler için yok olma riski 1,5°C ile sınırlandırmaya kıyasla en az 10 kat daha yüksek olacak; ancak daha düşük ısınma seviyesinde bile, karasal türlerin yüzde 3-14’ünün yok olma riski çok yüksek olacak. Amazon bölgesi ve bazı dağ bölgeleri, ısınma 2°C ve ötesinde devam ederse biyolojik çeşitlilikte geri dönüşü olmayan ciddi kayıplarla karşı karşıya kalıyor.

Biyolojik çeşitliliği ve ekosistemleri korumak, Dünya’nın topraklarının, tatlı sularının ve okyanuslarının yüzde 30-50’sinin etkin ve adil bir şekilde korunmasına bağlı (Şu anda karasal alanların yüzde 15’inden, tatlı su alanlarının yüzde 21’inden ve okyanus alanlarının yüzde 8’inden azı korunuyor). Ancak biyolojik çeşitlilik ve ekosistemlerin artan ısınmaya uyum sağlama kapasitesi sınırlı. Ekosistemlerin bozulması ve kaybı da sera gazı emisyonlarına neden oluyor.

İklim değişikliğine uyum

Rapora göre, iklim değişikliğine uyum, iklim değişikliğinden kaynaklanan riskleri azaltmak için çok önemli ve aynı zamanda insanların refahını da iyileştirebilir, ancak buna yeterli kaynak ayrılmıyor. Uyum ayrıca emisyon kesintilerine bir alternatif değil: ısınma devam ederse, dünya giderek uyum sağlanamayan değişikliklerle karşı karşıya kalacak.

İklim değişikliğine uyum artarken ve riskleri azaltmanın ötesinde birçok fayda sağlayabilirken, emisyonlar ne kadar yavaş azaltılırsa, kayıplar ve zararlar o kadar artar ve kaçınılması zorlaşır; daha fazla insan, toplum ve doğa sağlayabilecekleri uyumun sınırına ulaşacak. Uyum, risklerin katlanılmaz hale geldiği nokta olan uyum sınırlarına ulaşmadan önce bile, iklim değişikliğinden kaynaklanan tüm kayıp ve zararları önleyemez.

Ancak şu anda iklim değişikliği kaynaklı riskleri azaltmak için gerekenden daha az uyum sağlanıyor. Şimdiye kadarki uyum faaliyetlerinin çoğu parçalı, küçük ölçekli, aşamalı ve mevcut etkilere ve kısa vadeli risklere tepkisel olarak gerçekleşti. Uyum faaliyetleri için ihtiyaç duyulan para ile özellikle en yoksul insanlar için mevcut olan miktarlar arasında büyüyen bir uçurum var.

Uyumla ilgili prensipte üstesinden gelinebilecek finansal, kurumsal, sosyal ve ekonomik kısıtlamalar nedeniyle bazı insanlar şu anda iklim değişikliğinden kaynaklanan katlanılamaz risklerle karşı karşıya. Yoksulluk ve diğer adaletsizlikler bazı grupları özellikle savunmasız hale getiriyor. Uyum için uluslararası finansman sıkıntısı, dünyadaki ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamasını engelleyen önemli bir faktör. Küresel iklim finansmanı son yıllarda artmış olsa da daha yoksul ülkelerin uyum ihtiyaçlarını karşılamak için hala yeterli değil.

NOT: Zengin ülkeler hem emisyonları azaltmak hem de iklim değişikliğine uyum sağlamak için 2020 yılına kadar gelişmekte olan ülkelere yılda 100 milyar dolar sağlama sözü verdi; ancak bu hedef karşılanmadı ve çoğu, emisyon azaltımına yöneldi. Gelişmekte olan ülkelerin önümüzdeki on yıllarda iklim değişikliğine uyum sağlamak için bundan çok daha fazlasına ihtiyacı olacak.

Uyum faaliyetleri, doğaya ve insanlara yönelik riskleri azaltmada etkili olma potansiyeline sahip. Uyum fırsatları şunları içeriyor: tarımda su yönetimi, çiftliklerin çeşitlendirilmesi (C.2.2), doğal ormanların ve turbalıkların eski haline getirilmesi, yerli halkların haklarının tanınması hem biyolojik çeşitliliğin hem de insanların korunması için ekosistemlerin restore edilmesi. Tasarım ve planlama ayrıca iklim risklerini de hesaba katmalı. Uyum faaliyetleri, eşitlik ve adalete öncelik verdiğinde daha etkili oluyor.

Rapor, insanların iklim değişikliğine uyum sağlamasına yardımcı olmak için verilen destek, yer değiştirmeye ihtiyaç duyanlara da yardımcı olabileceğini ve göç alan toplulukların başa çıkma kabiliyetlerini güçlendireceğini söylüyor. Bu, insanlara ve topluluklara, ülkeler içinde veya arasında güvenli ve düzenli bir şekilde hareket etmelerine yardımcı olabilecek daha geniş seçenekler sunar.

Ancak uyum, özellikle tek bir sektöre, tek bir riske odaklandığında veya kısa vadeli kazanımlara öncelik verdiğinde sorunlara neden olabilir. Örneğin, deniz duvarları kısa vadede insanları ve varlıkları koruyabilir, ancak riskli gelişmeleri teşvik edebilir ve bu nedenle uzun vadede maruziyeti artırabilir, sert sel savunmaları ekosistemlerin yerini alabilir veya bozabilir. Sulama yeraltı suyunu tüketebilir ve yağış düzenini değiştirebilir. Bu, “uyumsuzluk” olarak tanımlanıyor. Uyumsuzluk özellikle marjinalleştirilmiş ve savunmasız insanları etkiliyor:

“Hakkaniyet, sosyal adalet ve iklim adaleti temelinde, insanların ve doğanın iklim değişikliğinin etkileriyle sürdürülebilir bir şekilde başa çıkmasına olanak verecek şekilde kalkınmanın koşullarını yaratmak, acil bir görevdir. Ancak iklim eylemi ertelenirse ve özellikle ısınma 1,5°C’nin üzerinde artarsa, kalkınma giderek daha zor ve bazı yerlerde imkansız hale gelecek.”

Rapor görüşleri

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Eski Başkanı ve Global Optimism Eş-kurucusu Christiana Figueres:

“IPCC raporları, iklim krizi için alarm zilleri gibidir. Bu son rapor, emisyonları azaltma konusundaki küresel başarısızlığımızın dünya çapında yıkıcı sağlık, ekonomik ve sosyal etkilere yol açtığının ciddi bir hatırlatıcısıdır. Ancak rapor, bunu değiştirme gücüne sahip olduğumuzu da hatırlatıyor. Emisyonları azaltarak ve uyum stratejilerine yatırım yaparak aşırı hava olaylarını, kıtlıkları, sağlık sorunlarını ve daha fazlasını önleyebilir ve kendimizi koruyabiliriz. Bilim (ve çözümler) açıktır. Geleceği nasıl şekillendireceğimiz bize bağlı.”

BM İklim müzakereleri En Az Gelişmiş Ülkeler (LDCs) Başkanı Madeleine Diouf SARR:

“Bu raporu büyük bir korku ve üzüntüyle okudum ama şaşırmadım. Isınmayı 1,5°C ile sınırlandırmamayı hiçbir uyum faaliyetinin telafi edemeyeceği bizim için çok açık. Rapor, halihazırda gördüğümüz ve deneyimlediğimiz şeyi doğruluyor; iklim değişikliği yıkıcı kayıplara ve hasara neden oluyor ve savunmasız insanlarımızı orantısız bir şekilde etkiliyor. Uyum ve erken uyum sağlama çabaları acilen geliştirilmelidir. Erişilebilir finansman bu rapora göre önemli bir engel teşkil ediyor. Hem uyum hem de kayıp ve hasarın ele alınması için uluslararası müzakerelerde özel kamu finansmanı arayacağız.”

BM Aşırı Yoksulluk ve İnsan Hakları Özel Raportörü ve Sürdürülebilir Gıda Sitemleri Uzmanları Uluslararası Paneli Başkanı Profesör Olivier De Schutter:

“Bilim açık; karbon emisyonlarında ve tarımsal üretim yöntemlerimizde büyük bir geri dönüş olmadan, yoksulluk içindeki insanların neden olmadıkları bir krizden ilk ve en ağır darbeyi aldığı, toplu ürün kıtlığı ve gıda sistemlerinin çöküşünü büyük olasılıkla göreceğiz. Tarımı dönüştürmek artık acildir; hükümetler, yerel toplulukların kendilerini besleme çabalarını desteklemek ve tek çeşitlilik yoluyla değil çok çeşitlilik yoluyla direnci teşvik etmek için hareket etmelidir.”

Avrupa İklim Vakfı CEO’su Laurence Tubiana:

“Bu rapor, iklim değişikliğinin zaten insanları öldürdüğünü, doğayı yok ettiğini ve dünyayı daha fakir hale getirdiğini acımasızca hatırlatıyor. Üç ay önce Glasgow’da COP26’da tüm büyük ekonomiler iklim hedeflerini güçlendirme konusunda anlaştılar – ve iklim ile ilgili tehlike bölgesine girerken, 2022’de yeni iddialı hedefler içerin planlar sunmaları hayati önem taşıyor. Artık mazeret ve yeşil badana olamaz.”

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Ekoloji Birliği’nden 6 Muhalefet Partisine Mektup

Ekoloji Birliği, altı muhalefet partisine 28 Şubat günü açıklayacakları mutabakat metni öncesinde bir mektup yollayarak talep ve önerilerini parti ve ittifak programlarına dahil etmelerini istedi.

Ekolojik bir düzen ve halkın refahı için; enerji, madencilik, orman, su, tarım, ekolojik eğitim, iklim krizi, hukuk ve mevzuat, savaş başlıklarında hazırlanan ve parti genel merkezlerine gönderilen mektupta şu ifadeler yer aldı:

“Sizlerin de bildiği gibi ülkemiz AKP iktidarı altında büyük bir ekolojik yıkım yaşıyor ve doğal ve kültürel varlıklarımız talan ediliyor. İklim krizi tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kuraklığa, sellere, orman yangınlarına, aşırı iklim olaylarına neden oluyor ve acısını da başta yoksul halk, kadınlar ve çocuklar olmak üzere tüm halkımız çekiyor.

“Bizler, Ekoloji Birliği olarak, tüm bileşenlerimizle birlikte bu yıkım ve talan politikalarına karşı mücadele ediyor, havamızı, toprağımızı suyumuzu, yaşam alanlarımızı savunuyoruz. Bu süreçte de çeşitli baskı ve cezalara maruz kalıyoruz. AKP ve MHP iktidarına karşı partilerinizce oluşturulmakta olan Millet İttifakının programının 28 Şubat 2022 tarihinde açıklanacağını öğrendik.

“Ekolojik bir düzen ve halkın refahı için, enerji, madencilik, orman, su, tarım, ekolojik eğitim, iklim krizi, hukuk ve mevzuat, savaş başlıklarında, programınızda dikkate alınması dileği ile aşağıdaki talep ve önerilerimizi sizlerle paylaşmak istedik.”

Enerji

Enerjinin Türkiye’de bir “sermaye birikimi alanı” olarak düzenlendiğine değinilen mektupta bu başlığın “toplumsal kamuculuk anlayışı” ile yeniden ele alınması gerektiği söylendi

Öncelikle enerji talebinin azaltılmasının zorunlu olduğu belirtilerek şu talepler sıralandı:

  • Sanayi sektörü içinde elektrik talebinde önemli bir yeri olan ve aynı zamanda kirletici olan demir çelik sanayi ve çimento sanayiinde üretim halkın ihtiyacı gözetilerek gerçekleştirilmeli, gelişmiş ülkeler için ucuz iş gücü ve atık deposu olmaktan çıkartılmalı ve bu sektördeki elektrik üretimi acilen azaltılmalıdır.
  • Son yıllarda sayıları oldukça fazla artan ve klimaları, soğutucuları ve aydınlatma sistemleri ve uzun süren mesai saatleri ile oldukça fazla enerji tüketen AVM’ler için gerekli önlemler alınmalı, çalışma saatleri azaltılmalıdır.
  • Elektrikli ev aletlerinde ve aydınlatma sistemlerinde tasarruflu teknolojilerin kullanımı ve vatandaşın bu teknolojilere ulaşımı desteklenmelidir.
  • İnşaat sektöründe enerji verimliliğinin uygulanması ve binalarda yalıtım için uzun süredir bekletilen yasal düzenlemeler acilen yerine getirilmeli, yeni teknolojiler desteklenmelidir.  Kendine yeten binalar zorunlu hale getirilmelidir.
  • Enerjiyi yoğun kullanan mega projelerden acilen vazgeçilmelidir.
  • Yoğun enerji kullanan mega kentler ve yerleşimler yerine kırsala dönüş ve az enerji kullanan yerleşkeler teşvik edilmelidir. Kentler düşük enerji kullanımına göre yeniden tasarlanmalıdır.
  • Daha fazla kar elde etmek için üretimi aşırı arttırmak ve tüketimi özendirmek yerine, doğada varlıkların sınırlı olduğu bilinci ile, toplumun varsıl kesimleri için tasarruf ve küçülme politikası zorunlu hale getirilmelidir.
  • Bireysel ulaşım çözümleri kısıtlanarak ekonomik toplu taşıma altyapıları geliştirilmelidir. Fosil yakıt kullanımını arttıran yük ve yolcu taşımacılığında karayolu ulaşımı yerine demiryolu ve denizyolu ulaşımı için gerekli altyapılar acilen kurulmalıdır.

Elektrik enerjisi üretimi için öneriler:

  • Elektrik toplam kurulu gücü halkın gerçek ihtiyacına göre bilimsel verilerle saptanmalı ve üretim gerçek talebe göre planlanmalıdır. Üretim fazlası engellenmelidir.  Enerji üretiminde belirli bir plan dahilinde öncelikle kömür olmak üzere doğal gaz, petrol gibi fosil yakıtlardan çıkılmalıdır.
  • Enerji üretimi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmalıdır. Ancak hiç bir enerji masum olmadığı ve yenilenebilir enerji üretiminde de metalik madenler ve soy metaller, nadir toprak elementleri kullanılmak zorunda olduğundan ve bu tür faaliyetler de ekosisteme mutlaka zarar vereceği için kaynak kullanımında, yer seçiminde mutlaka hassas olunmalı ve gerçekçi Çevresel Etki Değerlendirmeleri yapılmalıdır.
  • Enerji üretim alanları kısıtlanmalı, orman ve tarım alanlarının, meraların, su kaynaklarının, yaşam alanlarının zarar görmesi engellenmelidir. Fabrikaların, konutların, alışveriş merkezlerinin, otoparkların, pazar yerlerinin çatı ve cepheleri, otoyollar güneş sistemleri için yeterince değerlendirilmeli bu konuda uygun, ucuz teknolojilerin geliştirilmesi sağlanmalıdır. İmar mevzuatında özendirici gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Enerji üretimi kar hırsıyla gözü dönmüş tekelleşmiş özel şirketler yerine, kamu ve ihtiyaca göre şekillenmiş, piyasalaşmamış ve yerel yönetimlerce desteklenen, vatandaşın kurduğu komünal enerji kooperatifleri eliyle gerçekleştirilmeli, bu nedenle enerji kooperatifleri önündeki her türlü mevzuat ve altyapı engeli kaldırılmalıdır.
  • Şirketlere ödenen teşvikler ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destek Mekanizmaları (YEKDEM) destekleri kaldırılarak bu kaynak “Vatandaşın Yenilenebilir Enerji Kooperatifleri” ne verilmelidir.
  • Yerel üretim desteklenmelidir.

Enerji demokrasisinin sağlanması için öneriler:

  • Yoksul halkın zorunlu elektrik ve yakıt ihtiyacı kamu tarafından ücretsiz ve kesintisiz bir şekilde sağlanmalıdır. Vatandaşın enerji yoksulluğu çekmesi önlenmelidir.
  • Enerji tarifeleri vatandaşın geliri ve maaşları gözetilerek ödeyebileceği makul seviyede tutulmalı ve 2022 başında getirilen zamlar acilen geri alınmalıdır.
  • Fosil yakıtlardan çıkışta zarar görecek işçi ve emekçiler için yeni iş olanakları yaratılmalı ve mağdur olmaları engellenmelidir.

Enerji güvenliğinin sağlanması için öneriler:

  • Dışa bağımlı politika terk edilmelidir. Uluslararası enerji anlaşmaları şirketlerin değil toplumun çıkarına göre düzenlenmelidir.
  • Zorunlu miktarda üretimin ve dağıtımın devamlılığının sağlanması için gerekli planlamalar ve denetimler yapılmalıdır.

Madencilik

Cerattepe’den Kazdağları’na, Murat Dağı’ndan Munzur’a, Erzincan’dan Fatsa’ya, İkizköy’den İkizdere’ye, ülkenin her karış toprağının maden şirketlerinin talanıyla karşı karşıya olduğu belirtilen mektupta Biga Yarımadası’nın yüzde 79’u, Muğla’nın yüzde 59’u, Artvin’in yüzde 71’inin maden sahası olduğu hatırlatıldı.

Madenciliğin kamusal, toplumsal ihtiyacını karşılamak yerine, çok uluslu ve yerli şirketlerin karına kar katmak amacıyla doğayı ve yaşam alanlarını yok eden bir sermaye birikim aracı haline geldiği kaydedildi. Şu öneriler sıralandı:

  • Madencilik ancak uygun yerlerde, bilimsel çevre etki değerlendirmesi yapılarak ve denetlenerek, ancak yerin altının üstünden daha değerli olması durumunda, vatandaşın gerçek ihtiyacına göre belirlenecek en az miktarlarda yapılmalıdır.
  • İhracat amacıyla yer altı kaynaklarının hoyratça sömürülmesi ve rant aracı haline getirilme engellenmelidir.
  • Madenler sıkı bir şekilde bilim kurullarınca denetlenmeli ve Şebinkarahisar, Ayvalık, Kütahya vb. gibi yerlerde daha önce yaşanan atık barajı yıkılması gibi kazaların yaşanmasına engel olunmalı ve vukuu halinde de en ağır cezalar verilmeli ve rehabilitasyonunun yapılması sağlanmalıdır.

Tarım

Türkiye’nin tarımda geldiği nokta mektupta şu sözlerle anlatıldı:

“AKP hükümetlerinin uyguladığı yanlış politikalar sonucu, üretici olan köylü üretimden çıkıp tüketici olmaya başladı. İthal edilen ürünlerin tamamı daha önce Türkiye’de üretiliyordu. Fakat üretme yerine, çiftçiyi ‘İthalatla terbiye etme’ politikası uygulandı. Tarım değersizleştirildi. Ülke dışarıdan ot, saman, hayvan, Suriye’den çoban ithal eder hale getirildi. Organik tarıma verilen destek düşürüldü.

“Tohumculuk Kanunu ile köylünün tohum alım satımı ve kendi tohumunu ayırması yasaklandı. Atalık tohumlar yok edildi ve üretici hibrit tohumlara mahkum edildi.

“Hayvancılıkta da üretici söz sahibi olmaktan çıkarıldı. Ülkemizde mera alanları hızla daraldı, meralar işgal edildi, amaç dışı kullanım arttı, ekolojik yıkım gerçekleştirildi.”

Talep ve öneriler şöyle sıralandı:

  • Orta ve uzun vadeli, stratejileri belirlenmiş ulusal bir tarım politikasıyla üretimin planlanması, havza modelinin gerçek anlamda uygulanması, ekilmeyen tarım arazilerinin ekilerek üretimin arttırılması önceliklendirilmelidir.
  • Tarımsal üretim örgütlerine pazarlama konusunda da destekler sağlanmalı, yerel yönetimlerle iş birliği yapılarak şirket zincir marketleri yerine tanzim satış zincir marketlerin önü açılmalıdır.
  • Agroekoloji, insan sağlığı için olduğu kadar çevreyi, toprağı koruyan bir sistemidir. Agroekolojik uygulamalar hastalık riskini azalttığı, toprağı koruduğu, su kaynaklarını heba etmediği, kırsal nüfusu ve yerel çiftçiliği koruduğu, GDO’lara izin vermediği için, hayvan refahı sağladığı için desteklenmeli ve teşvik edilmelidir.
  • Tarımın temel sorunlarına bilimsel, ekolojik çözümler getirilmeli, yoksul halkın gıda ihtiyacını garanti altına alacak çözümler üretilmeli, tarım üretim ve pazarlama kooperatifleri desteklenmelidir.

Orman 

Mektupta, Orman Kanunu’nda yapılan çok sayıda değişiklikle ormanların enerji ve maden projelerine ve turizm projelerine açıldığı ve çok miktarda ormanın söz konusu projeler nedeniyle kaybedildiği aktarıldı.

Günümüzde ormancılık dışı amaçlarla kullanılan fakat orman ekosistemi olma özelliğini yitirmiş alan miktarının ise 700 bin hektarı geçtiği bilgisine yer verildi. Talep ve öneriler:

  • Ormancılık faaliyetleri ormandan gelir elde etmekten çok koruma, bakım, geliştirme noktasında arttırılmalıdır.
  • Orman varlığının arttırılması için “Geleceğe Nefes” gibi gerçekçi ve bilimsel olmayan projeler yerine, bozkır, mera ekosistemleri de gözetilerek, uygun alanların ağaçlandırılması yapılmalıdır.
  • Ağaçlandırma çalışmalarında orman biyoçeşitliliğine, yörenin özelliklerine uygun bilimsel projeler hazırlanmalı ve monokültür ormancılıktan kaçınılmalıdır.
  • Ormanların yangınlardan korunması ve hızlı müdahale için orman ekologları ile birlikte hazırlanacak projeler hayata geçirilmeli, gerekli ve yeterli donanıma sahip orman yangın filosu oluşturulmalıdır.
  • Orman köyleri ile ormanı koruyacak ancak köylülerin de ormandan zarar vermeden yararlanabilecekleri ortak projeler üretilmeli ve köylülerin gelir azlığı nedeniyle köylerinden ayrılmalarının önüne geçilmelidir.
  • Orman alanlarına; tabiat parkı, kent ormanı, rekreasyon alanı, orman içi dinlenme alanı şeklinde statüler vererek tamamen farklı amaçlar için kullanıyor. Ormanlar rekreasyon için de kullanılabilir ancak çok dikkatli olmak gerekir. Ama anayasa gereği bu alanlar devlet tarafından yönetilmelidir.
  • Rekreasyon denilince insanların yürüyüş yaptığı, koştuğu, çocuklarını, hayvanlarını gezdirdiği, kitap okuduğu, dinlendiği, kuş seslerini dinlediği yerler anlıyoruz. Ama bu alanlar düğün salonlarına, at gezinti alanlarına, alışveriş alanlarına, değişik aktivitelerin olduğu, bir şirkete ya da şahsa rant sağlayacak alanlara dönüştürülüyor. Bu alanların rant aracı haline çevrilmesinin önüne geçilerek toplumsal yarar için kullanımına olanak verilmelidir.
  • Orman niteliği keybettirilmiş olan alanların 2B vb. karalarla orman dışına çıkartılarak imara ve diğer rant projelerine tahsisi engellenmeli ve ormana yeniden kazanımı sağlanmalıdır.
  • Ormanlık alanlarda yapılan madencilik sonucu ortaya çıkan eski maden alanları ekolojik yöntemlerle rehabilite edilerek yeniden ormana kazandırılmalıdır.

Su

Mektupta; endüstriyel üretim, atık sular, iklim krizi, yanlış kullanım ve kirleticiler gibi birçok etken nedeniyle zaten kritik seviyede olan su kaynaklarının tükendiğine dikkat çekildi.

“Suyun temel bir insan hakkı olarak değil de ekonomik bir mal olarak algılanması suyun metalaştırılması sürecini hızlandırmıştır” denildi. Talep ve öneriler şöyle sıralandı:

  • Sanayide su kullanımı, su kaynaklarının mevcut durumuyla uyumlu olarak gerçekleştirilmelidir. İnsan faaliyetlerinin ekolojik sisteme zarar vermemesi için kullanım alanlarının ve kaynakların potansiyellerinin göz önünde bulundurularak bütünleşik bir planlama yapılması gerekmektedir.
  • Üretim sürecinin hem fazla su kullanarak, hem de atık suyu kontrolsüz deşarj ederek ortaya çıkarmış olduğu iki yönlü tahribat su kaynaklarının gözetilmesi, devletin yasa ve yönetmelikler aracığıyla denetim yapması ve çevrenin korunmasına ilişkin politikaların geliştirilmesi ile önlenebilir.
  • Türkiye’nin su politikası ithal enerji kaynaklarına bağımlılıktan kurtulma, tarımsal üretimi arttırma ve gıda güvenliğini sağlama, kentsel, kırsal alanlardaki artan su ihtiyacını karşılama, ülke içindeki bölgesel, ekonomik ve sosyal dengesizlikleri giderme, halkın hayat standardını yükseltme hedefleriyle eşgüdümlü olarak gerçekleştirilmelidir.
  • Su yaşamdır.  Kamusaldır. Suyun ticarileşmesi kabul edilemez ve neo-liberal küresel politikaların ve özel şirketlerin insafına terk edilemez.
  • Su politikaların geliştirilmesinde ve gerekli yasal-yönetsel yapının oluşturulmasında, ilgili tüm ulusal kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinin katkı ve katılımı sağlanmalıdır.
  • Ülkemizde suya ilişkin yeterli yasal düzenleme bulunmaktadır. Ancak ülkemiz de ileri derecede, ekosistemin yararını koruyacak nitelikte bir “su yasası” hazırlanması ve uygulanma zorunluluğu ile su varlığının korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması gerekmektedir. Alınacak önlemlerin, kamusal işbirliği içerinde merkezi yönetim, yerel yönetimler, meslek odaları, bilim insanları, yörede yaşayan paydaşların katılımıyla yapılması, sulak alan yönetimi için stratejik planlamaların oluşturulması gerekmektedir.
  • Çevresel Etki Değerlendirme Raporları bugün artık gerçek durumu yansıtmaktan uzak hale gelmiştir. Bilimsel olmayan verilere dayanarak hazırlanan ÇED raporları birer formaliteye dönüşmüştür. Ayrıca büyük bir yoğunlukla yapılan projeler için hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirme Raporları gelecek durumu yansıtmaktan oldukça uzak kalmaktadır. “Bütünlüklü Bir Etki Değerlendirme Raporlarının” düzenlenmesi gerekmektedir.
  • Bilimin, çağın gerçeklerine, doğrularına uygun politikalar izlenmelidir.

Ekolojik eğitim

  • Eğitim sistemimizin her kademesinde, eğitim içeriklerinde ekoloji eğitimine yer verilmeli, doğa koruma bilincinin geliştirilmesi hedeflenmelidir.
  • Okullar köy enstitüleri modellerine uygun olarak ekolojik üretim ile birlikte tasarlanmalıdır.
  • Üniversitelerin ekoloji konusunda bilimsel araştırma yapabilmeleri için gereken ödeneklerin ayrılması zorunlu hale getirilmelidir.
  • Bilim insanlarının enerji ve maden projeleri ve diğer kirlilik kaynakları ile ilgili araştırma yapmaları desteklenmelidir.

Çevre mevzuatı ve hukuk

Çevre Kanunu ve ÇED Yönetmeliğinin sayısız kez değiştirildiği belirtilen mektupta, şirketlerin enerji ve madencilik yatırımları ile inşaat sektörünün faaliyetlerinin iyice kolaylaştırıldığı, buna rağmen denetim görevinin hafifletildiği kaydedildi.

  • Çevre Kanunu ve ÇED Yönetmeliği yeniden ele alınarak hukukçular, bilim insanları ve ekoloji örgütlerin görüş ve önerileri doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Halkın karar alma süreçlerine katılımı sağlanmalıdır. Asıl karar verici mercii, ÇED toplantılarında halkın aldığı tavır olmalıdır.
  • “ÇED Olumlu” kararlarının iptali durumunda şirketlerin yeniden rapor hazırlamalarının önünü açan 2009/7 sayılı genelge çok acilen yürürlükten kaldırılmalıdır.
  • Çevre davalarının kamu davası sayılması, harç ve masraflarının tamamının adli yardımdan sağlanması için yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Ayrıca dava açma sürelerine getirilen kısıtlamalar ve azaltmalar nedeniyle de sürelerin kaçırılması ile karşı karşıya kalınmaktadır. Çevre davalarında sürelerin uzun tutulması ve geriye dönük davalar açılabilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Sağlıklı çevrede yaşama hakkı aynı zamanda gelecek kuşakların yaşama hakkının sağlanması sorumluluğudur. Bu nedenle dava açma hakkını sınırlandıran yargısal uygulamalar son verecek yasal düzenleme yapılmalıdır.

İklim krizine karşı mücadele için acil önlemler

  • IPCC önerileri doğrultusunda, 1,5 derece ısınma hedefine uygun karbon salımını azaltmak için 2030’a kadar kademeli olarak kömürden çıkılmalıdır. Bu süreçte mağdur olacak çalışanlar ve aileleri için özel önlem paketleri hazırlanmalıdır.
  • 2050’de karbon nötr hale gelebilmek için tüm sektörlerde karbon salımlarını düzenleyecek önlemleri alınmalıdır.
  • Bu süreçte iklim krizinden etkilenen yoksul halk için destekleme mekanizmaları kurulmalı ve gerekli kaynak yaratılmalıdır. Kaynağı ise kirletenden ve krize neden olan şirketlerden alınmalıdır.
  • İklim krizinden etkilenen tarım sektöründe tarımsal üretimin devamının sağlanması için gerekli önlemler acilen alınmalıdır.
  • İklim değişikliğine yol açan enerji, madencilik, inşaat, ticaret gibi sektörlerdeki faaliyetler toplumsal ve kamusal ihtiyaç dahilinde en az seviyeye indirilmelidir.
  • Ulaşımda hızlıca toplu taşımaya geçilmelidir.
  • Çalışma saatleri düşürülmelidir.
  • Enerji verimliliği ve enerji tasarrufu konusunda çok somut adımlar atılmalıdır.

Savaş

Mektubun son kısmında, “Savaşlar hem savaş ekonomisi ve silah üretimi nedeniyle hem de silahların kullanımı sonrası ekolojik yıkımlara yol açmaktadır. Hem doğanın hem de onun bir parçası olan insanın ve diğer canlıların yaşamlarının yok olmasına neden olmaktadır” denilerek şu talepler sıralandı:

  • Silah üretimi acilen durdurulmalı ve ülke içi ve dışında barış politikası izlenmelidir.
  • Rusya ve Ukrayna arasında başlayan savaşın durdurulması için acilen gerekli girişimler yapılmalıdır.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Antarktika’da Çiçeklerin Yayılma Hızı On Kat Arttı

Antarktika’daki Güney Orkney Adaları’nın bir parçası olan Signy Adası’nda incelemelerde bulunan araştırmacılara göre, 2009’dan bu yana bitkilerdeki artış, önceki 50 yılın toplamından daha fazla oldu ve söz konusu artış hızla yükselen hava sıcaklıkları ve kürklü fok sayısındaki azalmayla aynı zamana denk geldi.

Antarktika kıl otu (Deschampsia antarctica) ve Antarktika inci otu (Colobanthus oldukçansis) popülasyonları adadaki bilim insanları tarafından 1960’tan bu yana inceleme altında.

Araştırmalar, kıl otunun 2009 ile 2018 yılları arasında 1960 ve 2009 yılları arasında olduğundan beş kat daha hızlı yayıldığını buldu. Araştırmaya göre; inci otu için bu artış neredeyse on kat daha fazla.

Ekosistem küresel ısıtmaya hızla tepki veriyor

Yeşil Gazete’nin Guardian’dan aktardığına göre; son on yılda, 2012’de kaydedilen güçlü soğumaya rağmen, yaz aylarındaki ısınma 0.02°C’den 0.27°C’ye yükseldi. İtalya’daki Insubria Üniversitesi’nden baş araştırmacı Prof. Nicoletta Cannone, “Antarktika karasal ekosistemleri bu iklimsel faktörlere hızla tepki veriyor” dedi:

“Bu bitkilerde bir artış bekliyordum ama bu büyüklükte değil, Antarktika’da büyük bir değişimin meydana geldiğine dair çok sayıda kanıtımız var.”

Yaz sıcaklığı ilk sebep

Antarktika’daki bitki örtüsündeki değişikliklerin en uzun kayıtlarından birini ortaya koyan araştırmaya göre, değişimin birincil itici gücü yaz mevsiminin daha sıcak geçmesi. İkincil bir neden, adada bitkileri çiğneyen daha az kürklü fok olması.

Araştırmaya göre; fok sayısının neden azaldığı bilinmemekle birlikte, gıda mevcudiyeti ve deniz koşullarındaki değişikliklerle ilgili olması muhtemel.

Analizler, kürklü fokların 1960’tan 2009’a kadar olan değişiklikleri etkilediğini, 2009 ve 2018 arasındaki ana itici gücün ise sıcaklık artışı olduğunu gösteriyor.

Isınma eğilimleri devam edecek

Gelecek on yıllarda iklim krizinin daha fazla buzsuz alanın oluşmasına neden olması ve ısınma eğilimlerinin devam etmesi bekleniyor. Bilim insanları Signy Adası’ndan elde edilen bulguların bölgede daha genel olarak meydana gelen süreçleri temsil ettiğini söylüyor.

Araştırmacılar, Current Biology‘de yayınlanan makalede, “Bulgularımız, gelecekteki ısınmanın bu kırılgan Antarktika ekosistemlerinde önemli değişiklikleri tetikleyeceği hipotezini destekliyor” diyor.

“Karasal ekositemin tüm bileşenlerinde sonuçları olacak”

Araştırmaya göre, bu türlerin yayılması, toprak asitliğinde, topraktaki bakteri ve mantarlarda ve organik maddenin nasıl ayrıştığı konusunda değişikliklere sebep olacak.

Ek olarak Cannone, toprak kimyasındaki değişikliklerin yanı sıra donmuş toprağın bozulmasının “karasal ekosistemlerin tüm bileşenleri üzerinde sonuçları olan” bir dizi değişikliğe neden olacağını söylüyor.

“Bitkiler hızlı adapte oluyor”

Buna göre bazı bitkiler çok kısa bir büyüme mevsimine adapte oldu ve 0°C’nin altındaki hava sıcaklıkları ile karlı koşullarda fotosentez yapabiliyor. Ancak hızlı ve zorlu iklim koşullarında üreyebilmelerine rağmen, diğer yerli olmayan bitkilerle rekabet etmede iyi değiller.

Araştırmacılar, ısınmanın bazı yerli türlere izolasyonda fayda sağlayabilmesine rağmen, yerli türleri geride bırakabilecek ve geri dönüşü olmayan vahşi yaşam kaybını tetikleyebilecek yerli olmayan türlerin oluşma riskini büyük ölçüde artırdığı konusunda uyarıyor.

Örnek olarak da 2018’de, genellikle golf sahalarında kullanılan “Poa annua” adlı istilacı bir çim türü Signy Adası’nı kolonize etmesi gösteriliyor. Cannone, “Yabancı türlerin girişi, milyonlarca yıllık evrim ve hayatta kalma gerektiren Antarktika’nın doğal biyolojik çeşitliliğinde dramatik bir kayba neden olabilir. Ayrıca bitki örtüsü değişikliği karasal ekosistemlerin tüm biyotası üzerinde bir domino etkisi yaratacaktır” ifadelerini kullanıyor.

“İnsan faaliyetleri değişimde etkili”

Pliyosen ortalarında, Antarktika’da türlerin Güney Amerika’dan Antarktika’ya kendiliğinden göç etmesine ve bunun tam tersine neden olan ısınma olayları yaşandı.

Bilim insanları, Antarktika’da mevcut ısınma seviyelerinin, insan faaliyeti – yani artan turizm seviyeleri – nedeniyle bu tür yosun, liken ve omurgasız göçlerini zaten tetiklemiş olabileceği konusunda uyarıyor.

British Antarctic Survey‘de karasal ekolojist olan ve çalışmaya dahil olmayan Dr Kevin Newsham, “Çalışma, önümüzdeki yıllarda Antarktika’nın ısınmasıyla bölgenin yeşillenmesine yol açacağı için bu bitki türlerinin popülasyonlarında daha fazla artışın beklenebileceğini, ancak yabancı bitki türlerle bağlantılı ekosistemler için artan risklerin de olabileceğini gösteriyor” diyor.

Kutuplar daha hızlı ısınıyor

Bilim insanları, küresel ısıtmanın, kutup bölgelerinin dünyanın geri kalanına göre daha hızlı ısınmasına yol açtığı konusunda uyarıyor. Eriyen buzul miktarındaki artışın, güneş ışınlarının yansıtılmasını önemli derece azaltacağı, buna bağlı olarak denizin ve toprağın daha fazla ısınacağı, dolayısıyla ısınmanın çok daha hızlanabileceğine işaret ediyor.

Ancak araştırmaların sonuçları olumlu yönde değil. Greenpeace’in Ulusal Kar ve Buz Merkezi’nden aktardığına göre, Kuzey Kutbu’nda buz kütlesi 15 Eylül 2020’de 3,74 milyon kilometre kareye ulaştı. Bu miktar bugüne kadar ölçülen en düşük 2. seviye.

Nature Climate Change adlı dergide yayımlanan başka bir araştırmanın sonuçlarına göre ise yerkürenin yüksek kesimlerindeki buzul göllerinin kapladığı alanın 1990’dan 2018 yılına kadar yüzde 51 arttı.

Leeds ve Edinburgh üniversiteler ile University College London’da görevli bilim insanlarının yaptığı araştırmaya göre de yeryüzünde 1994 yılından bu yana toplam 28 trilyon ton buzul eridi. 28 trilyon ton buzul, İngiltere’nin tüm yüzeyini 100 metre kalınlığında donmuş bir su tabakasıyla kaplayabiliyor.

ABD Havacılık ve Uzay Ajansı’nın (NASA) fotoğrafları da bu araştırmayı destekledi. Yeryüzü gözlem uydularının çektiği 254 bin 795 fotoğrafı inceleyen araştırmacılar, 28 yıllık sürede, buzul göllerinin sayısının yüzde 53, kapladığı alanın ise yüzde 51 arttığını tespit etti.

Paylaşın

Orta Doğu Ve Kuzey Afrika’da Hava Kirliliği Nedeniyle Her Yıl 270 Bin Kişi Ölüyor

Dünya Bankası, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da hava kirliliği nedeniyle her yıl 270 bin kişinin hayatını kaybettiğini açıkladı. Kurumun yayımladığı raporda, bu bölgelerin en büyük kentlerindeki hava kirliliğinin Güney Asya’dan sonra en yüksek orana sahip olduğu belirtildi.

Hava kirliliğinde güvenli kabul edilen seviyenin 10 kat aşıldığı belirtilen raporda, bu durumun bölgede yüzde 2’lik bir ekonomik kayba yol açtığı ifade edildi.

Raporda, bölge ülkelerine daha katı emisyon standartları uygulama, atık yönetimini iyileştirme ve temiz ulaşım seçenekleri oluşturma çağrısı yapıldı.

“Sağlık ve refahı azaltıyor”

Dünya Bankası’nın Orta Doğu-Kuzey Afrika bölge temsilcisi Ferid Belhaj, rapora ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:

“Kirli gökyüzü ve denizler, bu bölgedeki milyonlarca insanın sağlığını, sosyal ve ekonomik refahını azaltıyor. Ülkelerin daha yeşil, sürdürülebilir ekonomik büyüme yolunu tercih etme olanağı var.”

Kurumun “sürdürülebilir kalkınma” yöneticisi Ayat Soliman ise “Bölgede ticaret, turizm ve sanayinin etkili olduğu yerlerde temiz alanların azaldığını” açıkladı.

Aşırı sıcaklık, kuraklık, fosil yakıt tüketimi

Dünya Bankası’na göre, bölgede iklim kriziyle birlikte artan aşırı sıcaklık, kuraklık ve göçün yanı sıra fosil yakıt tüketimi, çatışmalar ve tarım alanındaki yanlış politikalar, hava kirliliğinde temel nedenler arasında yer alıyor.

2019’da Afrika’da 1 milyondan fazla ölüm

Ekim 2021’de Lancet Planetary Health dergisinde yayımlanan bir araştırma, 2019 yılında Afrika’da kömür ve gaz yağının evlerde yol açtığı hava kirliliği nedeniyle 697 bin, dış ortamdaki hava kirliliği nedeniyle de 394 bin kişi hayatını kaybettiğini ortaya koymuştu.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) verilerinden yararlanılarak hazırlanan araştırmada dış hava kirliliğine bağlı ölümlerde görülen artışın en tedirgin edici bulgu olduğu ifade edilmiş ve kıtadaki kentleşmeyle bu rakamın katlanarak büyüme riski olduğunun altı çizilmişti.

Raporda hem sanayileşme hem de kentleşmeden ötürü fosil yakıt kullanımının arttığına da dikkat çekilirken, 2100 yılı itibariyle kıta nüfusunun üç kat artarak 1,3 milyardan 4,3 milyara çıkmasının beklendiği de ifade edilmişti.

Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olan Suudi Arabistan, geçen yıl düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) iklim konferansında 2060’a kadar karbon emisyonlarını sona erdirme taahhüdünde bulunmuştu. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ise 2050 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşma hedefini açıklamıştı.

Dünyada hava kirliliği

Çapı 2,5 mikrometreden küçük olan (PM2.5) ince parçacıklar akciğerlere derinlemesine nüfuz ederek zamanından erken ölüme sebep oluyor. Ayrıca arabalardan, kamyonlardan ve kömür santrallerinden yayılan nitrojen dioksit ve yeryüzündeki ozon seviyesi de hava kirliliğine bağlı erken ölümlere sebep oluyor.

Birleşmiş Milletler verilerine göre dünya çapında hava kirliğinden dolayı yılda yedi milyon kişi hayatını kaybediyor. Bu rakam sigara ve zayıf beslenme alışkanlıkları nedeniyle hayatını kaybedenlerle aynı düzeyde.

Ayrıca dünya nüfusunun yüzde 91’i hava kalitesinin DSÖ’nün belirlediği sınırların üzerindeki yerlerde yaşıyor. DSÖ, her yıl dünya genelinde dış ortam hava kirliliği nedeniyle 4,2 milyon ölüm yaşandığını söylüyor. 3,8 milyon ölüm, evlerde kullanılan ve kirli yakıtlarla çalışan ocaklara maruz kalmasından kaynaklanıyor.

Temiz Hava Fonu’nun (CAF) bir analizine göre, hava kirliliğine küresel kalkınma yardımlarının yalnızca yüzde 1’i ayrılıyor. Dünyanın dört bir yanından hükümetler, 2019 ve 2020’de denizaşırı fosil yakıt projesi fonlarına, neden oldukları hava kirliliğini azaltma projelerine kıyasla yüzde 20 daha fazla kaynak sağladı.

Raporda, hava kirliliğinin HIV/AIDS, sıtma ve tüberkülozun toplamından daha fazla insanı öldürdüğü, ancak bu tür sağlık sorunlarının çok daha fazla fon aldığı tespit edildi.

Hava kalitesi projeleri için finansman yoğunluklu olarak orta gelirli Asya ülkelerine yönelikken Afrika ve Latin Amerika ülkeleri, çok sayıda yoğun kirli şehre sahip olmalarına rağmen toplam fonun sadece yüzde 15’ini alıyor.

Örneğin, 2019’da hava kirliliği ile ilgili tahmini 2260 kaybı olan Moğolistan, 2015-2020 yılları arasında 437 milyon dolar alırken, hava kirliliği nedeniyle 70 bin 150 erken ölüm yaşayan Nijerya sadece 250 bin dolar aldı.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

3 Bin Futbol Sahası Büyüklüğünde Orman, Yangınlarda Yok Oldu

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, 2020’de yaşanan orman yangınları ile bu yangınlara müdahalede görev yapan personel ve araç sayılarının açıklanması istemiyle verdiği soru önergesini bir yıl sonra yanıtladı.

Bakan Pakdemirli, 2020’de Türkiye’de 3 bin 399 orman yangını çıktığını, bu yangınlarda 20 bin 971 hektar orman alanının zarar gördüğünü söyledi. Pakdemirli, 6 idari helikopter, 2 amfıbik uçak ve 27 yangın söndürme helikopterinin orman yangınlarıyla mücadelede görev yaptığını ifade etti.

Hava aracı kiralama işlemlerinin 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na göre yapıldığını anlatan Bakan Pakdemirli, Bakanlık tarafından uçak satın alınmadığını, orman yangınlarıyla mücadelede kullanılan uçaklardan kiralama yöntemiyle hizmet alındığını söyledi.

THK’nin uçakları için gerekçe: Eski

THK’nin uçaklarının kiralanmamasıyla ilgili soruya da yanıt veren Pakdemirli, THK’nin CL-215 tipi uçaklarının eski teknoloji, piston motorlu verimi düşük uçaklar olduğunu belirtti ve şöyle konuştu:

“Piston motorlu uçakların kullanmış olduğu yakıttan dolayı (piston motorlu uçakların kullanmış olduğu avgas yakıtı havaalanında bulunmamaktadır) sıklıkla ikmal sorunları ile karşılaşılmaktadır. Bu uçaklar yangınlarda etkili ve verimli olarak çalıştırılamadığından dolayı yangınlara müdahalede zafiyet oluşturmaktadır. Bu sebeplerle son yıllarda yangınlara daha etkili şekilde müdahale edilebilen Turboprop veya Turbofan motorlu uçaklar kullanılmaktadır.”

Kiralanan amfıbik uçakların Milli Savunma Bakanlığı’na verilmesinin söz konusu olmadığına değinen Bakan Pakdemirli, “Bakanlığımız tarafından, ihtiyaç duyulması halinde yeni helikopter ve uçak kiralama işlemleri yapılacaktır. Şu aşamada yeni kiralama yapılması planlanmamıştır. 30 Temmuz 2021 itibariyle, 6 idari helikopter, 39 yangın söndürme helikopteri ve 3 amfıbik uçak ile yangınlara havadan müdahale edilmektedir” açıklamasında bulundu.

“En aza indirmek kamunun sorumluluğu”

Pakdemirli’nin soru önergesine verdiği cevapları değerlendiren Ömer Fethi Gürer “Her orman yangını binlerce yetişmiş ağacı yok ederken doğa ve doğal dengeyi bozmaktadır. Orman yangınları birden çok nedenden çıkmaktadır. En aza indirmek kamunun sorumluluğudur. Bakanlık liyakat ve deneyimi önceleyen kadrolarla dünde yaşanmış eksiklikleri de doğru değerlendirip geleceğe en iyi sonuç verecek düzenlemeleri saptayıp hazırlıklı olmalıdır. Yangın başladığında söndürmek genişlemesine göre daha kolay olacağı için erken mücadele önlem takip denetim müdahale sistemleri tüm baştan yeniden ele alıp planlamalıdır. Orman yangınlarının yaşanmaması için çalışmalarda işin uzmanı herkesim görüş ve önerisi de dikkate alınmalıdır” dedi.

Gürer, önergesinde şu soruların yanıtlanmasını istemişti:

  • Ülkemizde yaşanan orman yangınlarıyla binlerce ağaç ne yazık ki yok olmuştur. 2020 yılında yangın çıkan bölge sayısı kaçtır?
  • Ülke genelinde yanan alanlar toplamı kaç hektardır? 2020 yıllarında çıkan yangınlara müdahale amaçlı kullanılan uçak ve helikopter sayısı ne kadardır?
  • Ülkemizde THK’ya ait olan, 9 adet Bombardier CL-215 model yangın söndürme uçağının olmasına rağmen, Rusya’dan yangın söndürme uçağı alınmasının nedeni nedir?
  • THK’ya gereken destek sağlanarak mevcut uçakların yangın için kullanılması hususunda çalışmalar yapılmakta mıdır?
  • Yetişmiş personel varlığı, hangarları, teknik donanımına rağmen THK’yı güçlendirmek yerine yeni uçak alınmasını nedir? Rusya’dan alınan BE-200 serisi amfibik uçak sayımız kaçtır?
  • Rus uçaklarının, FAA (Amerikan Federal Havacılık İdaresi) veya EASA’dan (Avrupa Havacılık Emniyeti Ajansı) tip sertifikası olmamasına rağmen, bu uçakların alınmasının nedeni nedir?
  • THK’ne ait olan, 9 adet Bombardier CL-215 model yangın söndürme uçağının kullanılmamasının nedeni nedir?
  • Bakanlığınızın, BE-200 serisi amfibik uçaklarını Milli Savunma Bakanlığına vermesi nedeni ile yeni yangın söndürme uçağı kiralayacağı doğru mudur?
  • Orman yangınlarında müdahale için hazır tutulan uçak ve helikopter sayısı kaçtır?

2021’deki orman yangınları

  • Türkiye için 2021 orman yangınları açısından bir felaket yılı oldu. 28 Temmuz’da 2021’de Antalya Manavgat’ta başlayan yangınlar, Akdeniz, Ege, Marmara, Batı Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu’ya yayıldı.
  • 12 Ağustos itibariyle 49 ilde 299 orman yangını çıkmıştı. Yangınlarda 8 kişi hayatını kaybetti. Ölen hayvanların sayısına ilişkin bir veri ise aradan geçen aylarda verilmedi.
  • Yangınlara Rusya’dan kiralanan 3 söndürme uçak yetişemeyince Azerbaycan, Ukrayna, Rusya, İspanya, Hırvatistan, Katar ve İran personel ve araç desteği sağladı.
  • Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Türk Hava Kurumu’nun (THK) uçaklarını kullanmaması ise eleştiri konusu oldu.
  • Yangınların yerleşim yerlerine sıçraması nedeniyle yüzlerce köy ve kasabadan binlerce kişi kara ve deniz yoluyla tahliye edildi.
  • Sadece Manavgat’ta 56 bin 663, Marmaris’te 12 bin 935, Bodrum’da 11 bin 898, Köyceğiz’de 1629 ve Gündoğmuş’ta 685 olmak üzere toplam 83 bin 810 hektarlık alan yandı.
  • Bu yangınların büyüklüğü İstanbul’un yüzölçümünün yüzde 15’inden daha büyük ve 118 bin futbol sahası büyüklüğünde.
  • Türkiye Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre de 1988-2019 arasında çıkan 68 bin 579 adet yangında 336 bin 824 hektarlık alan yanmış durumda. Bu veri, yılda ortalama 2 bin 143 adet yangına ve 10 bin 526 hektar alanın tahribine tekabül ediyor.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Avrupa’nın Plastik Çöpü Türkiye’ye Zehir Oldu!

Greenpeace’in Adana’daki yasa dışı plastik döküm alanlarından toplanan toprak, kül, su ve tortu örnekleri üzerinde yaptığı analizin sonuçlarına göre, tespit edilen dioksin ve furan miktarı, kirletilmemiş toprak numunesinin 400 bin katı çıktı.

Nisan 2021’deki saha araştırmasında, çoğunluğu İngiltere ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden ithal edilen plastik atıkların Adana’da yasa dışı olarak çevreye döküldüğünü ve açıkta yakıldığını tespit eden Greenpeace, yeni bir inceleme yaptı.

Yasa dışı plastik döküm alanlarından toplanan toprak, kül, su ve tortu örnekleri, hem Greenpeace Araştırma Laboratuvarlarından hem de bağımsız bir laboratuvardan bilim insanları tarafından incelendi.

Yapılan analizler sonucu ortaya çıkan bulgular ise çarpıcı nitelikteydi:

Adana’da tespit edilen dioksin ve furan miktarı, kirletilmemiş toprak numunesinin 400 bin katı ve şimdiye kadar Türkiye’de toprakta rapor edilen en yüksek toksik düzey. Dioksin-furanların bilinen en önemli özelliği ise kanserojen olması. Bu kimyasal, anne karnındaki bebekler için toksik olabilir, tümörleri tetikleyebilir, hormon ve bağışıklık sistemlerini etkileyebilir.

Diğer kirleticiler neler?

Analizler sonucunda Adana’da tespit edilen diğer kirleticiler ve neden oldukları hastalıklar şöyle sıralandı:

Poliklorlu bifeniller (PCB’ler): Adana’da, topraktaki poliklorlu bifenillerin (PCB’ler) toplam konsantrasyonunun kontrol örneğinden 30 bin kat daha yüksek olduğu bulundu. PCB’lere maruz kalmak embriyo ve fetüse zarar verebilir. Hormonlarda bozulmaya yol açabilen PCB’ler emzirme yoluyla anneden bebeğe geçebilir.

Metaller ve metaloidler: Adana’dan alınan numuneler üzerinde 18 farklı metal ve metaloid türü araştırılmış ve insan sağlığı için pek çok zararı olduğu bilinen kurşun seviyesinin kontrol toprağından 15 kat ve yine insan için kanserojen olan kadmiyum seviyesinin de kontrol toprağından 30 kat yüksek olduğu tespit edildi.

Polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAHler): Adana’daki beş bölgenin dördünde yüksek oranda klorlu benzen bileşikleri tespit edildi. Bunların bazıları kanı etkileyebilir, cilt lezyonlarına ve karaciğer hastalığına neden olabilir. Bazı bölgelerde tespit edilen ve insan için kanserojen olduğu bilinen benzo(a)piren konsantrasyonu, Türkiye’de meskun topraklar için izin verilen sınırın üzerindeydi.

Toprağa ve suya karışıyor

Greenpeace Akdeniz araştırmasında incelenen 5 farklı çöp döküm alanı, Adana’nın verimli tarım, hayvancılık ve sulama arazileri içinde yer alıyor. Plastik atıkların yasa dışı yakılması sonucu ortaya çıkan ağır metal, dioksin ve furan ve kalıcı organik kirleticilerin toprağa, suya, havaya ve besin zincirine karışarak kansere neden olabileceği gerçeği, insan sağlığı için de geri dönüşümü olmayan zararlar içeriyor.

Adanalı narenciye yetiştiricisi İzzeddin Akman’ın konuyla ilgili ifadesi ise oldukça çarpıcı: “Ben Avrupa’ya vitamin gönderiyorum, onlar bize zehir gönderiyor”.

Analizin sonuçlarına kim, ne dedi?

Analizi gerçekleştiren bilim insanlarından Dr. Kevin Brigden: Kül ve alttaki toprak örneklerinde bulunan kimyasal kirleticilerin çoğu, çevrede parçalanmaya karşı oldukça dirençlidir ve besin zinciri yoluyla hayvan ve insanlara geçebilir. İngiltere başta olmak üzere Avrupa’dan gelen plastik atıkların yoğun olarak tespit edildiği alanların bazılarında bu kirleticilerin seviyeleri çok yüksekti.

Greenpeace Akdeniz Biyoçeşitlilik Proje Lideri Nihan Temiz Ataş: Türkiye’nin toprağı, havası ve suyu, Avrupa’nın plastik atık ihracatının çevre ve insan sağlığı için yarattığı tehlikeye tanıklık ediyor. Plastik çöplerini denizaşırı ülkelere gönderen İngiltere ve Almanya gibi ülkeler, Türkiye’nin verimli topraklarında zehirli bir iz bırakıyor. Bu hasar geri döndürülemez. Başta İngiltere olmak üzere ihracatçı ülkeler sorumluluk almalı ve Türkiye’ye plastik göndermeyi bırakmalı. Türkiye plastik çöplüğü değil ve bu zararlı atık oyunları sona ermeli.

Greenpeace İngiltere Siyasi Kampanyacısı Megan Randles: Bu, İngiltere’nin plastik atıkları gözden uzaklaştırma şeklindeki tehlikeli modelinin zehirli parmak izi. Plastiğimizin denizaşırı yerlere atıldığında ve yakıldığında neden olabileceği zarara dair kanıtımız, hükümeti doğru olanı yapmaya ve plastik atık ihracatını yasaklamaya teşvik etmelidir.

Türkiye’nin plastik atık ithalatı

Türkiye’nin plastik atık ithalatı, 2018 yılının başında Çin tarafından alınan yasak kararıyla beraber hızla artmış ve Türkiye, 2019 ve 2020 yılında Avrupa’dan gelen plastik atıkların en büyük alıcısı olmuştu.

1 milyonu aşkın plastik atığın üçte birinden fazlası İngiltere’ye aitti. Adana’daki yasa dışı çöp yakma alanlarında bulunan plastik çöplerin büyük çoğunluğu yine İngiltere ve Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerine ait hazır gıda ambalajlarıydı.

Ağustos 2020’de yayınlanan INTERPOL raporu, 2018’den bu yana, yasa dışı plastik kirliliği ticaretinde endişe verici bir artış olduğunu tüm detaylarıyla ortaya koyuyordu.

Ocak-Kasım 2021 arasında İngiltere, Türkiye’ye 117 bin 678 ton plastik atık ihraç etti (Aralık verileri henüz mevcut değil). İngiltere’den Türkiye’ye ihraç edilen karışık plastik atık hacmi, Mayıs 2021’de Türkiye’nin getirdiği atık ithalatına ilişkin kısıtlamanın ardından dramatik şekilde düştü.

Ancak Temmuz 2021’den bu yana rakamların her ay giderek arttığı gözleniyor. Kasım 2021 ihracat toplamı (4126 ton), Temmuz toplamının (484 ton) neredeyse on katı olarak gerçekleşti.

Greenpeace’ten imza kampanyası

Bugün başlattığı imza kampanyasıyla İngiltere’ye hesap soran Greenpeace Akdeniz, özellikle Adana’da tespit edilen yasa dışı plastik atık bertarafının yarattığı çevre sorunlarına karşı sorumlu bulduğu devletlerin, İngiltere başta olmak üzere, kirleten öder ve önleme ilkeleri gereğince çevre maliyetine dahil olmasını istiyor.

Kampanyaya imza vermek için TIKLATIN

(Kaynak: bianet)

Paylaşın