SIPRI: Dünya Yeni Bir Risk Çağına Giriyor

Uluslararası resmi silah transferlerini izleyen Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) bugün politika yapıcılara yönelik yayımladığı yeni raporunda, dünya barışının yeni bir riskler çağına girdiği konusunda uyarı yaptı.

Raporda iklim değişikliği, kitlesel canlı ölümleri, kaynak kıtlığı gibi etkenlerin güvenlik riskleri ve Kovid 19 pandemisi gibi diğer etmenlerle birlikte oluşturacağı tehditlerin boyutlarına dikkat çekti.

SIPRI, raporda popülistleşen siyasi ortamın güvenlik açısından “zehirli” bir karışım oluşturduğunu da belirterek politika yapıcıların bu yeni karmaşık risklere hazırlıklı olmadığını söyledi.

İklim krizi, yoksulluk

Artan güvenlik krizinin resmini çizen raporda SIPRI örnek olarak 2010’lu yıllardan bu yana, en az bir devletin taraf olduğu silahlı çatışmaların, bu çatışmalarda ölen insanların ve dünya çapında yerinden edilen ya da mülteci konumuna düşen insanların sayısının ikiye katlanmasını gösterdi.

Aynı şekilde yıllar süren düşüşün ardından kullanıma hazır nükleer başlıkların sayısının 2020’de yeniden artış gösterdiğini belirtti ve geçen yıl dünyada askeri harcamaların tutarının 2 trilyon dolara ulaşarak rekor kırdığını söyledi.

Rapordaki örneklerden bir başkası da Somali’de süregelen kuraklık ve iklim değişikliği ile birlikte yaşanan yoksulluk ve zayıf siyasi yönetim gibi sebeplerle insanların Ek Kaide uzantılı Eş Şebab’ın kucağına itilmesi.

Yine iklim değişikliğinin Orta Amerika’da tahıl hasadını olumsuz etkilemesi nedeniyle, ülkelerdeki şiddet olaylarının artması, bunun yolsuzlukla birleşmesi sonrası kitlelerin ABD’ye göç etmesi.

Raporda görüşlerine yer verilen SIPRI Direktörü San Smith “Çevre krizini ya kendi haline bırakacağız ya da sorunun teşhisini şimdi koyup harekete geçeceğiz. Asıl kötü haber, bu son derece önemli anın, uluslararası politikanın korkunç bir durumda olduğu bir zamana denk gelmesi. Dünyadaki büyük güçler arasındaki ilişkiler ‘zehirli ve tehlikeli’ bir durumda. Popülizm ve milliyetçilik yükselişte” dedi.

“Riske değil barışa fon sağlayın”

SIPRI raporunda siyasetin riskleri daha iyi değerlendirmesi ve çevre krizlerine karşı daha kararlı adım atması çağrısı da yaptı. Bunun için, hızlı bir şekilde “yeşil ekonomi”ye geçiş tavsiyesinde bulundu.

SIPRI Direktörü Smith, bu geçişin adil ve barışçı bir şekilde gerçekleşmesi gerektiğine vurgu yaparak “Bu kadar büyük boyuttaki bir ekonomik değişimde her zaman kazananlar ve kaybedenler olacaktır. Bu geçişten en çok etkilenecek olan kesimlerin çıkarları göz önünde bulundurulmak zorunda. Aksi takdirde yeni çatışma riskleri doğar” dedi.

Enerji, Çevre ve Su Konseyi’nden (CEEW) Arunabha Ghosh ise “Hükümetler bu yeni risk çağında barışı güvence altına almak istiyorlarsa, finansmanlarını onu baltalayan faaliyetlerden uzaklaştırmaları gerekiyor” dedi.

Ghosh “Finansman çatışması riski kimsenin çıkarına değildir. Ancak birçok hükümet, ne sürdürülebilirliğin çıkarlarına hizmet eden ne de savunmasız toplulukları koruyan yatırımları finanse ediyor. Bunun yerine hedefsiz ve çevresel olarak yıkıcı faaliyetleri desteklemeye devam ediyorlar. Yatırımların barışa, çevresel istikrara ve dayanıklılığa toptan bir şekilde yönlendirilmesine ihtiyacımız var.” diye konuştu.

Rapora buradan ulaşabilir ya da tanıtımını buradan izleyebilirsiniz.

Paylaşın

Kirlilik Yüzünden Her Yıl 9 Milyon Kişi Hayatını Kaybediyor!

Dünyanın önde gelen tıp dergilerinden The Lancet’in 2015’teki kapsamlı kirlilik ve sonuçları raporunu güncellediği son araştırması dünya çapında her yıl ortalama hâlâ 9 milyon insanın kirlilik yüzünden hayatını erken kaybettiğini ortaya koydu.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre, Lancet Komisyonu tarafından toplanan veriler, kirliliğin dünya çapında insan sağlığı ve erken ölümler açısından en önemli çevre riski faktörü olduğunu ve 2019’da her 6 ölümden birinin sebebinin kirlilik olduğunu ortaya koydu.

Sadece -kirlilikten en çok etkilenen ülke listesinin başındaki- Hindistan’da 2019 yılında 2 milyon 300 bin kişi kirlilik yüzünden zamanından önce öldü. Bu insanların 1,6 milyonu hava kirliliği, yarım milyonu da su kirliliği nedeniyle yaşamlarını yitirdi.

Komisyonun 2015 yılında hazırladığı kapsamlı kirlilik ve sağlık raporuna güncelleme niteliğindeki son araştırmada, aşırı yoksullukla ilişkili, söz gelimi ev içi hava kirliliği ya da su kirliliği gibi faktörlerden ölümlerde bir azalma meydana geldi.

Fakat, sanayi kirliliği, genel hava kirliliği ve zehirli kimyasal maddelerin yol açtığı kirlilikten ölümlerde meydana gelen artış yüzünden, toplam sayıların gerilemediği belirlendi.

Küresel olarak ev içi ve genel ortam kirliliğinin 2019 yılında toplam 6 milyon 700 bin kişinin ölümüne yol açtığı kaydediliyor.

Rapora göre su kirliliği aynı yıl 1 milyon 400 bin kişinin, sadece kurşun kirlenmesi ise 900 bin kişinin zamansız ölümüne yol açtı.

Sanayileşme ve kentleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan bu tür “modern kirlilik” türlerinin yol açtığı ölümler, araştırmaya göre 2015 yılından bu yana yüzde 7 artış göstermiş.

2000 yılı başlangıç alınırsa bu tür kirliliklerden ölümlerde yüzde 66’nin üzerinde yani çok daha vahim boyutta bir artık gözleniyor.

Araştırmaya göre dünya çapında kirlilik yüzünden ölümlerin yüzde 90’ı düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşanıyor ve listenin başında 2,36 milyon ile Hindistan var. Onu, 2,1 milyon ile ikinci sırada Çin izliyor.

Tehlikeler ve uyarılar

Lancet’in son araştırmasında yıllardır Birleşmiş Milletler kurumları ve bu konuda çalışan diğer örgütler, hükümetler ve bireylerin devam eden çabalarına rağmen kirlilik konusunda genel olarak ve özellikle de bu sorunun en ağır yaşandığı düşük ve orta gelirli ülkelerde çok az gerçek ilerleme sağlanabildiği kaydediliyor.

Raporda kirlilik ve kirlilikle bağlantılı hastalıkların kontrol altına alınması için acilen adım atılması, eylem planlarında özellikle hava kirliliği ve kurşun-kimyasal atık kirliliğine odaklanılması çağrısı yapılıyor.

Kirliliğin, iklim değişikliği, bio-çeşitlilik kaybı gibi diğer iki önemli meseleyle yakından bağlantılı olduğu hatırlatılıyor. Kirliliğin de tıpkı diğer ikisi gibi yerel sorunlar olmadığı ve küresel çapta önlemler gerektirdiği vurgulanıyor.

Paylaşın

BM’den ‘Fosil Yakıt Kirliliğine Son Vermeli’ Çağrısı: Zaman Kalmadı

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında yenilenebilir enerji kullanımını genişletmeyi öngören 5 maddelik bir planın tanıtımını yaptı.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) yayımladığı 2021 iklim durumu raporunda, sera gazı yoğunlaşması, okyanus sıcaklığı, deniz seviyeleri ve okyanus asitlenmesinin geçtiğimiz yıl rekor seviyelerde artış gösterdiğini bildirmişti. Raporda son yedi yılın kaydedilen en sıcak 7 yıl olduğu belirtildi.

BM Genel Sekreteri Guterres raporun açıklanmasından yalnızca günler sonra, çarşamba günü yaptığı açıklamada, “Tek evimizi yakıp kül etmeden önce fosil yakıt kirliliğine son vermeli ve yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmalıyız. Zamanımız kalmadı.” ifadelerini kullandı.

Guterres, “Bugünün İklim Durumu raporu, insanlığın iklim kriziyle mücadeledeki başarısızlığının iç karartıcı bir göstergesidir. Küresel enerji sistemi bozuldu ve bu da bizi iklim felaketine daha da yaklaştırıyor.” şeklinde konuştu.

BM’nin 5 maddelik planında neler yer alıyor?

Guterres planında, teknoloji transferinin teşvik edilmesi ve batarya dolumu gibi yenilenebilir teknolojiler üzerinde fikri mülkiyet korumalarının kaldırılması çağrısında bulunuyor.

İkinci olarak, Guterres yenilenebilir teknolojiler için kullanılan hammaddelere ve tedarik zincirine erişimi kolaylaştırarak genişletmeyi amaçlıyor. Bunların şu an için yalnızca birkaç güçlü ülkede yoğunlaştığı belirtiliyor.

BM Genel Sekreteri ayrıca, hükümetlerin güneş ve rüzgar enerjisi projelerini hızlandırmak gibi yenilenebilir enerjileri teşvik edecek reformlar yapmasını talep ediyor.

Planın dördüncü maddesinde, hükümetlerin şu an yılda yarım trilyon doları bulan fosil yakıt sübvansiyonlarına son vermesini istiyor. Guterres, “İnsanlar benzindeki yüksek fiyatlardan muzdarip haldeyken petrol ve gaz endüstrisi çarpık bir pazardan milyarlarca dolar kazanıyor. Bu skandal sona ermeli” ifadelerini kullandı.

Guterres son olarak kamu ve özel sektörde yenilenebilir enerjilere yönelik yılda en az 4 trilyon dolar değerinde yatırım yapılması gerektiğini söylüyor. BM Genel Sekreteri halihazırda fosil yakıtlara yönelik sübvansiyonların yenilenebilir enerjiden 3 kat daha fazla olduğunun altını çiziyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Son 50 Yılın En Sıcak 5. Nisan Ayı

2022 nisan ayı, Türkiye’de 1971-2022 yılları arasındaki en sıcak 5. nisan ayı olarak kayıtlara geçti. Yarım asırda sıcaklıkların ortalamanın üzerine çıktığı beş nisan ayı yaşandı. Bunların 3’ü ise son 6 yılda gerçekleşti.

Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, nisan ayında en düşük sıcaklık -15,9 derece ile Kars-Sarıkamış’ta, en yüksek sıcaklık ise 35,9 derece ile Adana-Kozan’da tespit edildi.

Ölçümlere göre, nisan 2022’de sıcaklık ortalaması, uzun yıllar ortalamasının 2 derece üzerine çıktı. Türkiye’de son 50 yılda en sıcak nisan ayı 1989’da ölçülürken, bunu sırasıyla 2016, 2018, 2008 ve 2022 yılları takip etti.

Sıcaklık üç bölgede mevsim normallerinin üzerinde

2022 yılı nisan ayında ortalama sıcaklıklar, Marmara, Ege ve Karadeniz Bölgesi’nin kıyı kesimlerinde mevsim normalleri civarında, Türkiye’nin diğer bölgelerinde ise mevsim normallerinin üzerinde gerçekleşti.

Bölgelerde sıcaklık artışı ortalaması 2 ile 3 derece arasında.

Mayıs ayı sıcaklıkları merak konusu

Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre Türkiye’de geçen yıl da son 51 yılın en sıcak mayıs ayı yaşanmıştı. 2021 mayıs ayındaki sıcaklık 19,3 dereceye çıkmıştı.

Daha önce 16,7 olarak ölçülen ortalama mayıs ayı sıcaklığı 2,6 derece artmıştı. 1971’den bu yana en yüksek ortalama sıcaklık ise 2007 yılının mayıs ayında kaydedilmişti.

2021 verileri neydi?

Avrupa Birliği (AB) Copernicus İklim Değişikliği Servisi raporuna göre dünyadaki veriler şöyleydi:

  • Küresel olarak, kayıtlara geçen en sıcak beşinci yıl olan 2021; 2015 ve 2018’e kıyasla çok az daha fazla sıcaktı.
  • 2021’de yıllık ortalama sıcaklık 1991-2020 referans dönemi sıcaklığının 0,3°C üzerinde, sanayi öncesi seviye olan 1850-1900 ortalamasının 1,1-1,2°C üzerinde gerçekleşti.
  • Son yedi yıl açık farkla kayıtlara geçen en sıcak yıllardı.
  • Dünya genelinde, 2021’in ilk beş ayında, çok sıcak geçen son yıllara kıyasla nispeten düşük sıcaklıklar görüldü. Ancak haziran ayından ekim ayına kadar aylık sıcaklıklar, kaydedilen en sıcak aylar arasında hep ilk dörtte yer aldı.
  • Son 30 yılın (1991-2020) sıcaklıkları sanayi öncesi seviyenin yaklaşık 0,9°C üzerindeydi.
Paylaşın

2050’ye Kadar 1,2 Milyar İnsan ‘İklim Mültecisi’ Olabilir

İklim değişikliği sebebiyle büyük kitlesel nüfus hareketleri bekleniyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre, 2008’den beri yaklaşık 21,5 milyon insan sel, fırtına, orman yangınları ve aşırı sıcaklıklar gibi iklim değişikliğine bağlı afetler nedeniyle zorla yerinden edildi.

İklim değişikliği tehdidi küresel olarak artarken, yaşam koşulları yeryüzündeki tüm canlılar için daha da tehlikeli hale geliyor. Uluslararası Çevre Ortaklığı’na (IEP) göre iklim değişikliği ve afetler nedeniyle 2050 yılına kadar küresel olarak 1,2 milyar insanın göçe sürükleneceği tahmin ediliyor.

Kasım 2020’de Honduras, Guatemala ve El Salvador’u vuran kasırgalarda, insanlar sağanak yağışlar ve toprak kaymaları nedeniyle evlerini ve geçim kaynaklarını kaybetti. Bu bölgedeki insanlar sınırı geçerek Meksika’ya akın etti ve ardından da Amerika Birleşik Devletleri’ne yöneldi.

İklim mültecileri kimdir?

Görece yeni bir kavram olan iklim mülteciliğine dair merak edilen soruları Avukat Arif Ali Cangı, bianet’ten Tuğçe Yılmaz’ın sorularını yanıtladı.

“İklim mültecisi” olarak tanımlanan insanların uluslararası hukuk tarafından tanınan bir statüleri olmadığına değinen Cangı, şunları kaydetti:

“İklim mültecisi kavramı, iklim değişikliği ve çevre felaketleri nedeniyle yurdunu terk etmek zorunda olan insanları tanımlıyor. Ancak hukuksal bir güvence olması açısından hâlâ iklim değişikliği nedeniyle göç etmek zorunda kalanların uluslararası hukukça tanınan bir statüleri yok. Kavramın doğrudan çevresel tahribatla ilişkisi kurularak uluslararası gündeme girmesi, 1985 BM Çevre Programı’nda (UNEP) Essam El-Hinnawi’nin bir yazısı ile oldu.

El-Hinnawi, iklim mültecilerini, ‘Varlığını tehlikeye atan veya yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyen belirgin bir çevresel bozulma (doğal süreçler ve/veya insanlar tarafından tetiklenen) nedeniyle geçici veya kalıcı olarak geleneksel yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalan insanlar,’ olarak tanımladı.”

Mültecilik statüsüne dair bilgi veren Cangı, şunları ekledi: “Zorunlu olarak ülkelerinden göç eden insanların yurttaşlık durumunu tesis eden mültecilik statüsü, 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Ek Protokol düzenledi.

Cenevre Sözleşmesi ve ek protokolüne göre ‘ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen, yahut zulüm korkusu nedeniyle ülkesine geri dönmek istemeyen kişi’ olarak tanımlanmaktadır.”

Sığınma hakkı tanınmaması ciddi bir hukuki sorun

İklim değişikliği nedeniyle göçe zorlananlara mülteci statüsü verilmemesinin ciddi bir hukuksal sorun olduğuna işaret eden Cangı, ülkelerin iklim krizine yönelik politikalarında samimiler ise bu konuda da adım atmaları gerektiğini söylüyor. Cangı, devamında ise şu ifadeleri kullandı;

“İklimsel ve ekolojik yıkımları yaşamak zorunda kalan insanların yaşam hakkı tehdit altında olduğu için iklim değişikliğinin ve çevresel yıkımların insanların yaşamlarına kast eden bir zulüm olduğu aşikâr. İklim değişikliği zulümse, zulmün faili kimlerdir? Buna yol açanlar, dönemsel kârları için dünyayı yaşanmaz hale getirenler, bu politikaların uygulayıcılarıdır.

Bir yandan iklim krizinin varlığını kabul edip, önlemek için niyetler, taahhütlerde bulunup, diğer yandan önlenmemesi sonucunda sağlıklı yaşamaları mümkün olmayan ve yurtlarından göçmek zorunda kalan insanlara sığınma hakkı tanınmaması, günümüz yöneticilerinin ayıbıdır.”

İklimin değil, düzenin değişmesi gerekiyor

Cangı, iklimi değil sistemi değiştirmenin gerekliliğine dikkat çekerek ise şunları kaydetti:

“Bu yaklaşım aynı zamanda iklim krizini önlemeye yönelik sözlerin, niyetlerin koca koca yalanlardan ibaret olduğunu gösteriyor. Yapılması gereken iklim krizini önleyecek adımlar atmak, örneğin öncelikle fosil yakıt endüstrisinden vazgeçmek ve ne pahasına olursa olsun büyüme, kalkınma çılgınlığına son vermek olmalıdır.

İnsanın doğanın bir parçası olduğunu kabul edip, tüm yaşamımızın doğaya uyumlu hale getirilmesinden başka yol yok. Bu da ciddi bir zihniyet ve politikalar değişikliğini, kapitalist endüstriyalizm düzen değişikliğini gerektiriyor.”

Paylaşın

DMÖ: Küresel Isınmada 1,5 Derece Eşiğini Aşma Olasılığı Yarı Yarıya

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (DMÖ) hazırladığı son iklim raporunda yaşanan küresel ısınmanın geri dönülmez sınırın eşiğinde olduğu bildirildi. Uzmanlar ortalama küresel sıcaklıkların geçici olarak sanayileşme öncesi seviyenin 1 buçuk derece üzerine çıkma olasılığının çok yükseldiği değerlendirmesinde bulundu. 

Buna göre gezegenimiz önümüzdeki beş yıl içinde yüzde 50 ihtimalle 1 buçuk dereceden fazla ısınabilir. Uzmanlar bu artışın geçici olduğunu belirtiyor, ancak sıcaklıkların artış eğiliminin endişe verici olduğunu vurguluyor. Bu eşiğe ulaşma ihtimali ve bu sebeple iklim bağlantılı felaketlerin çoğalması olasılığı da zaman geçtikçe artıyor.

Uluslararası kabul gören iklim bilimcilerin uzman görüşleri ve dünyanın en iyi tahmin sistemleri kullanılarak hazırlanan raporda, 2022 – 2026 yılları arasında yüzde 93 gibi çok yüksek bir ihtimalle bugüne kadar kaydedilen en sıcak yılın yaşanacağı bildirildi. Bugüne kadar yaşanan en sıcak yıl 2016 olarak kayda girmişti.

“1,5 derece gelişigüzel bir istatistik değil”

DMÖ Genel Sekreteri Prof. Petteri Taalas yüksek bilimsel beceriyle hazırlanan bu çalışmanın Paris İklim Değişikliği Anlaşması’nda belirlenen en düşük hedefe geçici olarak varma ihtimalinin giderek yaklaştığının belirtti.

“1,5 derece gelişigüzel bir istatistik değil” diyen Taalas bu rakamın iklimin etkilerinin insanlar ve bütün gezegen için zararlı hale gelmeye başladığı noktaya işaret ettiğinin altını çizdi.

1,5 derece neden eşik olarak kabul ediliyor

Ortalama küresel sıcaklıkların 2021 yılında sanayileşme öncesine göre yaklaşık 1,1 derece üzerine çıktığı sanılıyor. İnsanlar ve doğa açısından iklim bağlantılı felaketler sıcaklıkların 1,5 derecenin üzerine çıkmasıyla giderek daha riskli hale geliyor.

Ancak 1,5 derecenin yol açabileceği iklim bağlantılı riskler 2,0 derecenin üzerine çıkılmasının yaratacağı risklere göre daha düşük. Bu nedenle Paris İklim Değişikliği Anlaşması’nda 1,5 derece alt hedef olarak belirlendi.

Uzmanlar henüz küresel ısınmayı tehlikeli seviyelerden aşağıda tutmayı başaramasak da daha ucuz yenilenebilir enerji, kirletici sanayillere karşı atılan adımlar ve diğer iklim taahhütleri ile iklim değişikliğinin en kötü senaryolarından kaçınmanın hala mümkün olabileceği vurguluyor.

Ancak Prof. Taalis, “Sera gazı emisyonuna devam ettiğimiz sürece sıcaklıklar artmaya devam edecek” diyerek uyarıyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Belçika Ormanlarını Türkiye’den Götürülen ‘Terminatör Böcekler’ Koruyacak

Belçika’da ormanların en büyük düşmanlarından biri olan çam kese kurduyla mücadele amacıyla Türkiye’den 100 adet “terminatör böcek” (Calosoma Sycophanta) ithal edildi.

Bir zamanlar Belçika’da da yaşayan ancak zamanla nesli tükenen böcekler, biyolojik mücadele amacıyla Türkiye’deki laboratuvarlarda üretilerek doğaya salınıyor.

Çam kese kurdu, Belçika ve Hollanda’da son yollarda en büyük doğa sorunlarından biri olarak görülüyor.

Tırtıllar özellikle kızıl çam ailesine mensup ağaçların öz suyunu emerek ve yapraklarını yiyerek zayıflamasına neden oluyor.

Tırtıllar, insan sağlığına da zarar veriyor. Tüyleri yakıcı etkiye sahip olan çam kese kurtlarının yol açtığı cilt sorunları nedeniyle son yıllarda Belçika ve Hollanda’da, ormanlık alanlara girilmemesi konusunda uyarılar yapılıyor.

Belçika’nın Anvers (Antwerp) ve Limburg eyaletleri, ormanlık alanlardaki çam kese kurdu sorununu ortadan kaldırmak için Türkiye’den yardım istedi. Biyolojik mücadele kapsamında Türkiye’den 100 adet Calosoma Sycophanta adlı böcek ithal edildi.

“Terminatör böcek” adı verilen bu canlılar, ormanlara zarar veren kese kurdunun doğal düşmanı. Kese kurdu yumurtaları ile beslenen Calosoma Sycophanta, bunları ortadan kaldırarak, ormanların zarar görmesini önlüyor.

Türkiye’den getirilen terminatör böcekler, Mayıs ayı boyunca çam kese kurdu yuvalarına bırakılacak.

Belçika’daki pilot uygulamanın sorumlusu Ann Milbau, Calosoma Sycophanta adlı böceğin, diğer hayvan türleri için tehdit oluşturmadığını ve doğaya zarar vermediğini söyledi.

Biyolojik mücadele

Terminatör böceklerin, belirli zararlı tırtılları hedef aldığını vurgulayan Belçikalı yetkili, “Kese kurdu yuvalarına yakın bir yere bırakılırlarsa, başka hiçbir av aramazlar” dedi.

Türkiye’den götürülen böcekler, uzun süreden beri görülmedikleri Belçika topraklarında yeniden çoğaltılacak. Ormanlara zarar veren tırtıllar, terminatör böcekler ile bazı parazit sineği türleri aracılığıyla, kimyasal madde kullanılmadan, biyolojik mücadele yoluyla ortadan kaldırılacak.

Türkiye’de biyolojik mücadele amacıyla laboratuvarlarda yetiştirilen yararlı böcekler, doğanın kendini kısa sürede dengelemesine yardımcı oluyor.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Asla Girilmemesi Gereken 5 Nehir!

Nehirler, doğanın en iyi armağanlarından biridir. Ancak dünyada bilinmeyen tehditlere sahip, tehlikeli kabul edilen birkaç nehir var. Bu nehirler, vahşi hayvanlar, bilinmeyen derinlikler ve öngörülemeyen akıntılardan kaynaklanan tehditler barındırmakta.

Haber Merkezi / Burada, asla girilmemesi gereken dünyanın en tehlikeli nehirlerini sizler için derledik…

Kongo Nehri (Afrika)

Bilmeyenler için Kongo nehri dünyanın en derin nehridir. O kadar derindir ki ışık bile derinliğine nüfuz edemez. Nehrin üst kısmı oldukça tehlikelidir ve akarsularla doludur, alt kısmı ise birçok boğaz ve şelaleye sahiptir.

Shanay-Timpishka (Kaynayan Nehir) (Peru)

Kaynayan nehir, Amazon nehrinin bir koludur. Kaynayan nehrin dünyada kaynayan tek nehir olduğunu öğrenince şaşıracaksınız! Aynı zamanda La Bomba olarak da bilinen nehir, 6,4 km uzunluğuna sahiptir. 45 dereceden yaklaşık 100 dereceye kadar değişen su sıcaklıklarıyla bilinir.

Mississippi Nehri (ABD)

Kuzey Amerika’daki en uzun nehirdir. Bu nehrinde yüzme tavsiye edilmez. Nehir yırtıcı bir kaç türe ev sahipliği yaparken, aynı zamanda, çoğunlukla öngörülemeyen ve bir yüzücüyü derinliklere çekebilen alt akıntılara sahiptir.

Nil (Mısır)

Dünyanın en uzun nehri olan Nil, çok sayıda yırtıcı hayvana ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca ölümcül hastalıklar taşıyan sivrisinekler için bir çekim merkezidir. Nehir, her yıl ortalama 200 kişiyi öldüren timsahlarıyla ünlüdür.

River Wharfe (İngiltere)

Bu pitoresk nehrin büyüsüne kapılmayın çünkü, insanları içine çekebilecek sayısız gizli tünele ev sahipliği yapmaktadır! Yorkshire’da yer alan nehir, sularına giren herkesin hayatını almakla ünlüdür. Korkunç, değil mi?

Paylaşın

Yeni Kömür Santrali Projelerinin Yüzde 74’ü Türkiye’de

Dünya genelinde enerji projelerini izleyen sivil toplum kuruluşu Global Energy Monitor’ın (GEM) yeni raporuna göre kömürden uzaklaşmaya devam eden Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri arasında kömürle işleyen yeni bir termik santral projesi planlamayanların oranı yüzde 86. Bu ülkelerden sadece altısı yeni kömür projesi planlıyor. Bunlar Türkiye, ABD, Avustralya, Polonya, Meksika ve Japonya.

Ancak projelerin gerçekleşmesi gittikçe zorlaşıyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) ve Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) gibi kurumların çalışmaları yeni kömürlü santrallere onay verilmemesi gerektiğini ve var olanların 2030 yılına kadar terk edilmesi gerektiğini söylüyor.

GEM, bu altı ülkeye ilişkin yeni projelerin kağıt üstünde varlığını sürdürmesine karşın gerçekleşmesinin zor olduğunu belirtiyor. Raporda Türkiye’nin OECD ülkelerinin tümünde planlanan yeni projelerin yüzde 74’üne ev sahipliği yaptığı belirtiliyor. Türkiye kömür santrali projeleriyle dünya çapında en fazla kapasite artışının planlandığı altıncı ülke konumunda.

Raporda “hükümetin kömür dostu politikalarına rağmen” kömür projelerinin kamuoyunda ciddi tepki alması, yasal mücadele ve finansmanında yaşanan sıkıntılar nedeniyle projelerin iptal edildiği not ediliyor.

Bunların sonucunda Türkiye’de 2021 yılında iptal edilen toplam kömürlü termik santrali kapasitesinin 10,6 gigawatt (GW) olduğu belirtiliyor. 2010’dan bu yana iptal edilen toplam kapasite 87 GW seviyesinde.

Raporda, Türkiye’de inşaat ve projelendirme konularında ilerleme kaydeden santrallerin uluslararası fonlamaya bağımlı olduğu ve projelerin gelecekte fon bulma sıkıntısının devam edebileceği paylaşılıyor.

Projelerin gerçekleşmesi gittikçe güçleşiyor

Çin, kömürlü termik santrallerin Türkiye dahil uluslararası finansmanında en aktif ülkelerden biriydi.

Çanakkale Lapseki’ye yapılması planlanan ve bölge halkının mücadelesiyle rafa kalkan Kirazlıdere Termik Santrali’nin mühendislik, satın alma ve inşaat işleri Çinli Energy China şirketine verilmişti.

Adana’da yapımı devam eden Hunutlu Termik Santralinin Çin’in finansmanıyla 2021 sonunda faaliyetlerine başlaması planlanıyordu.

Raporda kamuoyu baskısıyla iptal edilen projeler arasında Çayırhan B, Ayas Yumurtalık, Ağan ve HEMA Amasra termik santral projeleri sıralanıyor.

Enerji Bakanlığı’nın “kemiksiz yatırımın” ilk örneği olarak sunduğu Çayırhan B’nin yapımı ve ihalesi için tüm izinler alınmış olmasına rağmen iptalinin dikkate değer olduğu belirtiliyor.

Çin, Eylül ayında yurt dışındaki kömür projelerini fonlamayı durduracağını açıklamıştı.

Global Energy Monitor’ün kömür program yöneticisi Christine Shearer, Eylül ayı itibarıyla Çin’in 20 ülkede 44 yeni okyanus ötesi kömür santralini finanse etmeyi düşündüğünü belirtmişti.

Buna karşın Helsinki merkezli Enerji ve Temiz Hava Araştırmaları Merkezi (CREA) tarafından yayımlanan yeni bir rapora göre Eylül’den bu yana Çin’in fonladığı 15 adet (12,8 GW) kömür projesi iptal edildi.

Bakan Yardımcısı ve İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Mehmet Emin Birpınar, kömürün yenilenebilir enerjiye göre birim maliyetinin gittikçe arttığını ve bu projelere yatırımcı bulunamadığını anlatmıştı.

Birpınar, Türkiye’de yeni kömür santrali yapılmasının planlanmadığını söylemiş ve 2 yıldır hiç yeni müracaatın yapılmadığını belirtmişti.

Dünya genelinde durum ne?

Rapora göre dünya çapında bugün 79 ülkede 2,400’den fazla faal kömürlü termik santral bulunuyor ve bunların toplam kapasitesi 2,100 gigawatt (GW) civarında. Yapım aşamasındaki 189 santralle bu kapasiteye 176 GW daha ekleniyor. Planlanan 296 yeni kömürlü termik santral projesi de 280 GW’lik kapasite artışı sağlıyor.

Bununla birlikte Kasım 2021’de düzenlenen COP26 iklim zirvesinin de etkisiyle geçen yıl kömürden çıkışta bir ivme sağlandı. Zirvede kömürden tamamen çıkış yerine kömürün aşamalı olarak azaltılması kararı tartışma yaratsa da rapora göre, kapanış tarihi belirlenen kömür santrallerinin sayısı geçtiğimiz yıl iki katına çıkarak 750’ye; kapasitesi de 550 GW’a yükseldi.

Bugün herhangi bir çıkış tarihi belirlenmemiş ya da ‘net sıfır’ taahhütleri kapsamına alınmamış faal santrallerin sayısı 170. Toplam 89 GW kapasitedeki bu santraller, tüm kurulu kömür gücünün yüzde 5’ini oluşturuyor.

Buna karşın 2021’de pandemi sonrası toparlanmanın etkisiyle faal kömür santrallerinde 18,2 GW’lık bir kapasite artışı yaşandı. Yeni lisans verilen 45 GW’ın yarısından fazlası (yüzde 56) Çin’den kaynaklandı.

Rapor, 2021 sonunda 20 ülkede yapım aşamasında olan 176 GW kömür kapasitesi olduğunu belirtiyor ve bunun yüzde 52’sinin Çin’de olduğunu söylüyor.

Rapor, kömür kapasitesindeki artışın 2021’deki azalışı geride bıraktığını ve toplam kömürlü santral kapasitesinin yaklaşık yüzde 1 oranında arttığını belirtiyor.

Reuters’a konuşan GEM araştırma analisti Flora Champenois, bunun küçük bir oran olduğunu ancak dünyanın kömür kullanımında yükselişe değil ciddi bir azalışa ihtiyacı olduğunu söylüyor.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

‘2021 Yazı’ Avrupa’da Kaydedilen En Sıcak Mevsim Oldu

Avrupa Birliği (AB) İklim Değişikliği Servisi Copernicus’un yayınlanan yıllık raporuna göre, 2021 Yazı, bugüne dek Avrupa’da kayıtlara geçen en sıcak mevsim oldu. Bilim insanları, Sanayileşme Çağı öncesine oranla en fazla 1,5 santigrad derecelik bir küresel ısı artışının, iklim değişikliğinin yol açacağı büyük felaketleri önleyebileceği konusunda hemfikir. 

1991-2020 arasındaki dönemin ortalamasından bir derece daha sıcak geçtiği belirtilen 2021’in yaz ayları ile ilgili açıklamalarda bulunan Copernicus’un Direktörü Carlo Buontempo, “2021 aşırılıkların senesi oldu. Avrupa’nın en sıcak yazı, Akdeniz Bölgesi’nde aşırı sıcaklık dalgaları, su taşkınları ve Batı Avrupa’da azalan rüzgarlar… Bunlar bize hava ve iklimdeki aşırılıkların, toplumun merkezindeki alanlar açısından giderek daha da önemli hale geldiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.

1979’dan bu yana kayıt tutan Copernicus İklim Değişikliği Servisi, bunun için 1950’den bu yana yer istasyonları, balonlar, uçaklar ve uydular aracılığıyla toplanan verileri değerlendiriyor.

Akdeniz havzasında orman yangınları

Copernicus’un raporunda dikkat çeken verilerin başında kaydedilen aşırı sıcaklar geliyor. Buna göre Baltık Denizi’nde su sıcaklığı geçen yıl, ortalamanın beş derece üstündeydi. Sicilya Adası’nda kayıtlara geçen gölgede 48,8 derece sıcaklık ise, bugüne dek Avrupa’da görülen en yüksek sıcaklık oldu.

Türkiye, Yunanistan ve İtalya’da haftalarca süren aşırı sıcak ve kuraklığın bu ülkelerde yaşanan çok sayıda orman yangınına zemin hazırladığı da raporda yer alırken, sadece Temmuz ve Ağustos aylarında bu bölgede 800 bin hektar ormanlık alanın yandığı belirtildi.

Almanya’da meydana gelen ve 180’den fazla insanın hayatına mal olan sel felaketini de inceleyen iklim araştırmacıları, felaketten önceki haftalarda ortalamanın çok üstünde yağmur yağdığını ve bunun sonucunda toprağın daha fazla su tutamadığını ifade etti.

Ren ve Maas nehirlerini besleyen ırmak ve derelerin 1991’den beri bu kadar çok su taşımadığı da raporda ifade edilirken, raporun yazarı Dr. Freja Vamborg yaşananları net bir şekilde iklim değişikliğine bağlamanın zor olduğunu dile getirdi. Vamborg öte yandan, “Ancak biliyoruz ki, ısınmaya devam eden bir dünyada bu tür olayları daha sık yaşayacağız” söyleminde bulundu.

Atmosferdeki zehirli gazlar

Copernicus raporunun dikkat çekici yanlarından biri de atmosferdeki zehirli gazlarla ilgili verilerin yer aldığı bölüm oldu. Küresel sıcaklığın artmasında ana faktörlerden biri olan, iklime zararlı gazların 2021’de de arttığı vurgulanarak, atmosferdeki karbondioksit oranının 2,3 ppm’ye (milyonda bir) çıktığı kaydedildi. Metan gazındaki artış ise son yıllardaki ortalamının üstünde artarak 16,5 ppm’ye yükselmiş durumda.

Tarım, hayvancılık, atık depoları ve doğal gaz ile petrol endüstrisinde ortaya çıkan Metan gazı, karbondioksite göre atmosferde daha kısa süre kalabilse de, iklime verdiği zarar daha fazla oluyor.

Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin veri gözleme birimini yöneten Vincent-Henri Peuch, söz konusu verileri, “Bu her halükarda endişelenmemizi gerektiren bir durum, ancak aynı zamanda açık bir araştırma konusu” diyerek yorumladı.

Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) kısa süre önce yayınladığı rapora göre sera gazı emisyonlarının, BM tarafından belirlenen, küresel ısınmanın 1,5 santigrad derece ile sınırlandırma hedefinin tutturulabilmesi için, 2025 yılından önce en üst seviyeyi görüp ardından azalmaya başlaması gerekiyor. Dünyanın her tarafından iklim araştırmacılarını bünyesinde barındıran IPCC, bunu başarabilmek için emisyonların derhal çok büyük oranlarda azaltılmasının şart olduğunu vurguluyor.

Bilim insanları, Sanayileşme Çağı öncesine oranla en fazla 1,5 santigrad derecelik bir küresel ısı artışının, iklim değişikliğinin yol açacağı büyük felaketleri önleyebileceği konusunda hemfikir. Ancak devletlerin şu ana dek ortaya koyduğu çabanın, bu hedefi tutturabilme açısından çok yetersiz olduğu belirtiliyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın