Türkiye, 2022’de Son 50 Yılın En Sıcak 6. Haziran Ayını Yaşadı

Türkiye’de geçtiğimiz haziran ayında ortalama sıcaklıklar 1991 ila 2020 yılları ortalamasının 0,6 derece üzerine çıkarak 22,4 derece olarak kaydedildi. 2022 yılı Haziran ayı 1971’den bu yana en sıcak 6. haziran ayı oldu.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2022 Haziran ayı sıcaklıkları, son 30 yılın ortalamasının üzerinde seyretti. Haziran ayında en düşük sıcaklık 2,5 derece ile Erzurum’da yaşanırken, en yüksek sıcaklık Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde 45,9 derece olarak görüldü.

2022 Haziran ayı bir önceki haziran ayına göre de ortalama 0,6 derece sıcak geçti.

1971 yılından bu yana en sıcak haziran ayı 2019 yılında yaşanmıştı.

2022 Haziran ayında 3 kentte yeni ekstrem sıcaklıklar kaydedildi. Buna göre Yozgat’ta haziran ayında görülen en yüksek sıcaklık değeri 33,4 derece, Şırnak’ta 38,2 derece, Cizre’deyse 45,8 derece oldu.

Yağışlar yüzde 60 arttı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye genelinde 2022 Haziran ayında normalden yüzde 60 daha fazla yağış görüldü.

2022 yılı Haziran ayı alansal ortalama yağışı 53,7 mm ile 1991-2020 dönemi ortalaması olan 33,6 mm’nin yüzde 59,8 üzerinde gerçekleşti.

Son haziran ayında en fazla yağış 232,8 mm ile Bartın’da, en düşük yağış ise 0,5 mm ile Mardin’de ölçüldü.

2022 Haziran ayında yağışlarda bir önceki yıla göre de artış görüdü. 2021 yılında haziran ayı ortalama yağışları 37,1 mm olarak ölçülmüştü.

2022’de daha fazla kuvvetli meteorolojik hadise görüldü

2022 Haziran ayında ekstrem meteorolojik olayların sayısı bir önceki yıla göre arttı. 2021 yılı Haziran ayında 159 kuvvetli meteorolojik hadise gerçekleşirken bu sayı 2022 yılı Haziran ayında 206’ye çıktı.

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO)  2021 yılı Atlas of Mortality and Economic Losses From Weather, Climate and Water Extremes (Hava, İklim ve Su Extremlerinden Kaynaklanan Ölümler ve Ekonomik Kayıplar Atlası) raporuna göre, dünya genelinde 1970-2019 yılları arasında hava, iklim ve su kaynaklı 11 bin 072 doğal afet meydana geldi.

WMO, afet sayısının küresel olarak son 50 yılda yaklaşık beş kat arttığını bildiriyor.

Türkiye’de ise MGM’ye göre 2021 yılı 1024 ekstrem olayla, en fazla ekstrem meteorolojik afet yaşanan yıl oldu.  Türkiye genelinde ekstrem olay sayısı son 20 yıldır artış gösteriyor.

2021’de en çok yaşanan ekstrem olaylar yüzde 40 ile fırtına/hortum, yüzde 28 ile şiddetli yağış/sel, yüzde 13 ile dolu ve yüzde 7 ile şiddetli kar oldu.

MGM’ye göre, Türkiye’de 2010-2021 yılları arasında toplam 8 bin 274 meteorolojik karakterli afet bildirildi. Hava durumuna ilişkin afetlerin 2018’den itibaren büyük artış gösterdiği belirtiliyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Dikkat Çeken Araştırma: Geri Dönüşüm İşe Yaramıyor

İngiltere’de Mayıs ayında çevre örgütlerinin öncülüğünde yapılan “Büyük Plastik Sayımı”ndan çarpıcı sonuçlar çıktı. 100 bin hanenin plastik atıklarının sayıldığı araştırmada ülke genelinde her yıl ortalama 100 milyar parça plastiğin çöpe atıldığı belirlendi.

Araştırmaya katılan hanelerden haftada 66 parça plastik atık çıktı. Araştırmaya öncülük eden çevre kuruluşları Greenpeace ve Everyday Plastic, geri dönüşümün kendi başına bir çözüm olmadığına dikkat çekti. Greenpeace’in plastik aktivisti Chris Thorne, “Bu dudak uçuklatacak miktarda bir atık” dedi.

Thorne, “Bunu geri dönüşümle halledebileceğimiz söylemi sektörün göz boyamasından başka bir şey değil. Her yıl 100 milyar parça plastik atık üretiyoruz. Ve geri dönüşüm devede kulak” diye konuştu.

Plastik atıkların yüzde 45’i ihraç ediliyor

Araştırmaya katılanlardan bir hafta süreyle çöpe attıkları plastik kapların sayısı ve türünü kaydetmeleri istendi. Bunlardan yüzde 83’ünün yiyecek-içecek paketi olduğu belirlendi. En yaygın atıklar sebze ve meyve paketleri.

İngiltere’de resmi istatistikler, plastik atıkların yüzde 45’inin ülke dışına gönderildiğine işaret ediyor. 2021 verilerine göre ülkede haneler yılda 2,5 milyon ton plastik atık üretiyor. Bunun yüzde 44,2’si geri dönüştürülmek üzere ayrıştırılıyor.

Bu atıkların yüzde 55’i İngiltere’de geri dönüştürülüyor. Kalanı ise ihraç ediliyor. En çok plastik Türkiye’ye gönderiliyor. Araştırmanın sonuçlarıyla ilgili rapora göre tüm plastik türlerini ayrıştırmak ve geri dönüştürmek aynı derece kolay değil.

Plastik şişelerin yüzde 61’i, plastik saklama kaplarının yüzde 36’sı ve plastik filmlerin sadece yüzde 8’i geri dönüştürülüyor. Plastik Sayımı’nda çöpe atılan plastiklerin çoğunun geri dönüştürmesi daha zor olan yumuşak plastikler olduğu görüldü.

Recoup adlı kuruluşun verileri referans alınarak yapılan hesaplamaya göre aslında ülkedeki plastik atıkların sadece yüzde 12’si İngiltere’de geri dönüştürülüyor.

Everyday Plastic’in kurucusu Daniel Webb, BBC’ye açıklamasında, “Geri dönüşüm işe yaramıyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Eğer gerçekten geri dönüştürdüğümüzü düşünüyorsak böyle devam edelim. Ancak ürettiğimiz miktarı azaltırsak attığımız plastiği azaltırız” dedi.

İngiltere Başbakanı Boris Johnson da Ekim 2021’de bir okulu ziyaretinde çocuklara, “Geri dönüşüm işe yaramıyor. Çözüm bu değil” ifadelerini kullanmıştı.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

‘Devasa’ Ozon Deliği Keşfedildi

Dünya atmosferinin tropik bölge üzerindeki kısmının neredeyse tamamında, var olması beklenmeyen “devasa” bir ozon deliği tespit edildi. Gezegenin ozon tabakasında yıl boyunca var olan bir boşluğa yola açan delik, her yıl ilkbaharda açılan daha meşhur Antarktika ozon deliğinden 7 kat daha büyük.

Kanada’nın Ontario eyaletindeki Waterloo Üniversitesi’nden bilim insanı Profesör Çing-Bin Lu, araştırmasına göre deliğin 30 yıldan uzun süredir mevcut olduğunu ve dünya nüfusunun yarısının etkilenebileceği kadar büyük bir alanı kapladığını söyledi.

Profesör Lu, The Independent’a şunları söyledi: Sadece ilkbaharda görünen Antarktika ozon deliğinin aksine, tropikal ozon deliği 1980’lerden bu yana tüm mevsimlerde ortaya çıkıyor ve kabaca 7 kat daha büyük bir alan kaplıyor.

[Delik] yer seviyesindeki UV radyasyonunda artışlara, buna bağlı cilt kanseriyle katarakt risklerine, tropikal bölgelerde sağlık ve ekosistemler üzerindeki diğer olumsuz etkilere neden olabileceğinden küresel endişeye yol açabilir.

Profesör Lu, “ekvator bölgelerindeki ozon tükenme seviyelerinin orada bulunan büyük popülasyonları çoktan tehlikeye attığını ve bölgelere ulaşan UV radyasyonunun beklenenden çok daha fazla olduğunu gösteren ön raporların” mevcut olduğunu belirtti.

Lu, ozonun tükendiği muazzam alanın keşfinden bahsederken şunları söyledi: Bu büyük tropikal ozon deliğinin daha önce keşfedilmemiş olması kulağa inanılmaz geliyor. Ancak bu keşfin önünde işin doğasından kaynaklanan bazı zorluklar var

Birincisi, ana akım fotokimyasal teoriye göre tropikal bir ozon deliğinin var olması beklenmiyordu. İkincisi, mevsimsel olan ve esasen ilkbaharda ortaya çıkan Antarktik/Arktik ozon deliklerinin aksine, tropikal ozon deliği temelde mevsimler boyunca değişmiyor ve bu nedenle de orijinal gözlem verilerinde görünmüyor.

Araştırma, Antarktika’daki ozon deliğinde olduğu gibi, tropikal ozon deliğinin merkezindeki normal ozon değerinin yaklaşık yüzde 80 oranında tükendiğini ortaya koydu.

Yeni araştırma, ozonun nasıl tükendiğine ilişkin yaygın teorilerdeki farklılıklara da vurgu yapıyor. Geçmişte, kloroflorokarbonların (CFC) varlığı, ozonun tükenmesinin en büyük nedeni olarak kabul ediliyordu. CFC’leri yasaklayan 1987 Montreal Protokolü, kullanımda büyük azalma sağlamıştı.

Ancak küresel yasağa rağmen, en büyük, en derin ve en kalıcı ozon delikleri (Antarktika üzerindeki) 2000’lerin sonunda ve 2020-2021’de halen gözlemleniyordu. Profesör Lu, “Bu, tüm fotokimya-iklim modellerinde beklenmedik bir şeydi” dedi.

Uzaydan gelen kozmik ışınların atmosferdeki ozon miktarını azalttığı, kozmik ışına dayalı elektron reaksiyonu (CRE) olarak bilinen, ozon tükenmesine dair bir başka teori 20 yıl önce ilk kez Profesör Lu ve meslektaşlarınca ileri sürülmüştü.

Profesör Lu, gözlemlenen sonuçlar, hem Antarktika hem de tropikal ozon deliklerinin aynı fiziksel mekanizmadan kaynaklanması gerektiğine ve CRE mekanizmasının gözlemlenen verilerle mükemmel bir uyum sergilediğine güçlü biçimde işaret ediyor.

Şüphesiz ozonu tüketen başlıca gazlar CFC’ler fakat kozmik ışınlar hem kutupsal hem de tropikal ozon deliklerine yol açmada önemli bir tetikleyici rol oynuyor.

Araştırma, AIP Advances adlı bilimsel dergide yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Avrupa Parlamentosu, Nükleer Ve Doğalgazı ‘Çevre Dostu’ Olarak Tanımladı

Avrupa Parlamentosu (AP), bazı nükleer enerji ve doğal gaz yatırımlarını “çevre dostu” ve “sürdürülebilir” olarak sınıflandıracak tartışmalı plana destek verdi. Değişiklik önerisi 328’e karşı 287 oyla reddedildi. 33 milletvekili ise oylamada çekimser kaldı.

Avrupa Birliği genelindeki enerji yatırımlarının çevreye zararlı olup olmamalarına göre sınıflandıran yeni düzenlemeye iki komite tarafından söz konusu enerji kaynaklarının çevreci olarak tanımlanmaması için itiraz edilmişti.

Avrupa Parlamentosu’nun verdiği bu desteğin ardından AB Komisyonu’nun hazırladığı direktifin karar organı AB Konseyi’nden geçmesine artık kesin gözüyle bakılıyor.

Direktifin hayata geçmesinin ardından 2023 yılından itibaren yatırımcılar ve pazarlamacılar, AB’de doğal gaz ve nükleer enerji yatırımlarını bazı koşullara uyulması halinde “çevre dostu” olarak tanımlayabilecek.

Direktifi hazırlayan AB Komisyonu, söz konusu teklifi desteleyen ve karşı çıkan lobi gruplarının son bir yıldır yoğun baskısı altındaydı.

AB’deki çevre örgütlerinin şiddetle karşı çıktığı direktifin yürürlüğe girmesiyle AB’nin “çevre dostu” sınıflandırmasına dahil olan enerji yatırımları, finansmana daha kolay erişim sağlayacak.

AB ülkeleri içinde de konuyla ilgili ciddi görüş ayrılıklarının yaşandığı biliniyor. Direktife göre, ülkeler radyoaktif atıkları güvenli bir şekilde ortadan kaldırsalar, nükleer enerji sürdürülebilir bir yatırım olarak görülecek.

AB ikiye bölündü

Doğalgaz ve nükleer santraller üzerindeki tartışma Avrupa Birliği’ne üye ülkeleri ikiye bölmüş durumda. Brüksel’deki bürokratlar bu nedenle söz konusu yasa tasarısını defalarca yeniden yazmak zorunda kalmışlardı.

Yasa tasarısının son hali de Rusya’yla Ukrayna savaşı nedeniyle kriz durumu sürerken ve doğalgaz arzında sıkıntılar yaşanırken iklim değişikliği hedeflerinin nasıl tutturulabileceği konusunda çetin tartışmalara neden olmuştu.

Nükleer enerji atmosfere karbondioksit salımı yapmıyor, ancak radyoaktif atık üretiyor. Doğalgaz da gezegenin ısısını arttıracak emisyonlara yol açıyor.

Buna karşın kömüre kıyasla daha çevre dostu teknolojiler olarak nitelendiriyorlar ve bazı AB ülkeleri bu nedenle daha yeşil seçeneklere geçiş sürecinde kullanılabileceklerini savunuyor.

Nükleer enerjiye bağımlılığı yüksek olan Fransa ile halen yaygın şekilde kömür tüketen Polonya, yasa tasarısının başlıca destekçileri arasındaydı.

Avusturya ve Lüksemburg ise yasa tasarısının kabul edilmesi durumunda AB’yi dava edeceklerini söylüyorlar.

“Paris Anlaşması’na aykırı”

Yasa tasarısının mali piyasaları nasıl etkileyeceği konusunda da Avrupa Parlamentosu milletvekilleri arasında görüş ayrılıkları bulunuyor.

Bazıları doğalgaz ve nükleer santral projelerine yeşil statüsü verilmemesi durumunda, bunların çok ciddi maliyetlerle karşı karşıya kalabileceğini ileri sürüyor.

Buna karşın doğalgaza yapılacak yatırımı cesaretlendirmenin Rusya’nın doğalgaz kaynaklarına olan bağımlılığı arttırmaktan öte bir işe yaramayacağını öne sürenler de var.

Avrupa Parlamentosu’nun Yeşiller grubundan Hollandalı milletvekili Bas Eickhout, “Fosil yakıtları yeşil olarak sınıflandırırsak başka ülkelerin fosil yakıt tüketimlerini azaltmalarını nasıl talep edebiliriz? Bu Paris Anlaşması’na aykırı,” diyor.

Yasa tasarısına karşı çıkanlar nükleer enerjinin de kazalar, nükleer atık gibi nedenlerle riskler taşıdığına dikkat çekiyor ve güneş ve rüzgâr enerjisiyle ilerlemenin iklim ve çevre açısından en doğru seçenek olduğunu söylüyorlar.

Nükleer enerji mutlaka gerekli

AB Komisyonu İç Pazardan Sorumlu Üyesi Thierry Breton, ocak ayında basına verdiği demeçte, AB’nin 2050 yılına kadar iklime zarar vermeyen bir kıtaya dönüşme hedefini yakalamak için nükleer enerjinin gerekli olduğunu ifade etmişti.

Avrupa’da gelecek yıllarda bazı eskiyen nükleer santrallerin kapanacağını anımsatan Breton, “Sıfır emisyon hedefini yakalamak için devasa yatırımların seferber edilmesi gerekir. Sadece mevcut nükleer santraller için 2030’a kadar 50 milyar euro, yeni nesil nükleer santraller için ise 2050’ye kadar 500 milyar euroluk yatırım gerekecek. Bu, nükleere yılda yaklaşık 20 milyar euroluk yatırım anlamına geliyor.” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

‘Orman Yangını’ Çıkma Olasılığı Yılda 10 Gün Arttı

Bilim insanları, yalnızca ısınan gezegeni değil, aynı zamanda insan faaliyetleri, arazi kullanımı ve değişen bitki örtüsü üretkenliği gibi; orman yangınlarının başlangıcını ve yayılmasını önemli ölçüde etkileyen diğer faktörleri de hesaba katarak geçmiş, şimdiki ve gelecekteki orman yangını eğilimleri arasındaki ilişkiyi araştırdı.

Doğu Anglia Üniversitesi (UEA) liderliğindeki bir araştırma ekibi, 500’den fazla araştırma makalesini değerlendirerek, uydu verileri ve bilgisayar modellerindeki veri kümelerini yeniden analiz ederek, orman yangınları riskinin iklim krizine bağlı olarak küresel ölçekte arttığını tespit etti.

İklim krizi koşullarına bağlı olarak yangın havası (orman yangınlarına elverişli sıcak ve kuru hava) arttığı için, tüm dünyadaki ormanlar daha sık ve daha şiddetli şekilde yanmaya duyarlı hale geliyor.

İklim krizi ve yangın

Küresel sıcaklıklar artmaya devam ederse, iklim krizinin yangın riskleri üzerindeki etkisi gelecekte daha da artacak.

Araştırmada yer alan bulgular, yıllık yangın havası mevsiminin 1979’dan 2019’a yılda 14 gün arttığını ve aynı dönemde aşırı yangın havası olan günlerin sıklığının 10 gün arttığını ortaya koydu.

Bu artışlar şimdiye kadar özellikle batı Kuzey Amerika, Amazon ve Akdeniz’de belirgindi. Sıcaklıklar Sanayi Devrimi öncesi seviyenin –2 derece’nin– üzerine çıkarsa Sibirya, Kanada ve Alaska’nın kuzey ormanları da büyük olasılıkla benzer süreçleri yaşayacak.

Dünya genelinde sıcaklıklar 3 dereceye ulaşırsa, tüm dünya daha önce benzeri görülmemiş yangın havasıyla karşı karşıya kalacak.

Yıkıcı zararlar

UEA Çevre Bilimleri Araştırma Görevlisi ve çalışmanın da baş yazarı olan Matthew Jones “Orman yangınlarının toplum, ekonomi, insan sağlığı ve geçim kaynakları, biyolojik çeşitlilik ve karbon emisyonu üzerinde yıkıcı zararları olabilir,” diyor.

Jones: “Orman yangını eğilimleri ile iklim krizi arasındaki bağlantıyı netleştirmek, gelecekte orman yangını tehditlerini anlamak için kritik öneme sahip. Toplumlar, iklim krizine bağlı artan yangın risklerini ya bastırabilir ya da bununla mücadele edebilir. Bölgesel eylemler ve politikalar, orman yangınlarını önlemek veya şiddetini azaltmak için önemli hale gelebilir.”

Yangın havası: Ormanlık alanlarda, yangının çıkmasına uygun olan hava koşulları. Bu gibi durumlarda ormancılara, ormanla ilgili kurum ve kuruluşlara, sıcaklık, nem, rüzgâr yön ve hızı ve görüş uzaklığı bilgilerini içeren hava durumu ihbar ve tavsiyeleri hazırlanıp gönderilir.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Dünya Nüfusunun Dörtte Biri Sel Felaketi Tehlikesi Yaşıyor

Yeni bir araştırma, dünya nüfusunun dörtte birinin ciddi sel felaketi riskiyle karşı karşıya olduğunu ortaya koydu. Çin ile Hindistan en fazla selden etkilenen bölgeler arasında gösterildi.

Nature Communications (doğa iletişimi) dergisinde yayımlanan araştırmada, özellikle gelir düzeyi düşük ülkelerin sel felaketlerinden daha fazla etkilenmesinin beklendiği uyarasında bulunuldu.

Şiddetli yağış ve fırtınaların yol açtığı su baskınlarının her yıl milyonlarca insanı etkilediği, evlere ve altyapıyı tahrip edip, ekonomilere milyarlarca dolarlık zarar verdiği kaydedilen raporda, iklim değişikliğinin daha fazla aşırı yağışla ve deniz seviyesinin yükselmesine neden olduğu için risklerin de yükseldiği ve buna hedef olacak insan sayısını da arttırdığı uyarısında bulunuldu.

Aşırı yağışla birlikte sel felaketleriyle ilgili bilgilerin toplandığı araştırmada, Dünya Bankası verilerine de atıfta bulunuldu.

Fakir ülkeler daha fazla etkileniyor

Raporda, dünya nüfusunun yüzde 23’ünü teşkil eden yaklaşık 1,81 milyar insanın, yüzyılda bir doğrudan 15 santimetreden fazla su seviyesiyle sellere hedef olduğu vurgulandı.

2020 yılı verilerine atıfta bulunulan raporda, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yaklaşık yüzde 12’sine tekabül eden yaklaşık 9,8 trilyon dolarlık ekonomik faaliyetin şiddetli sele maruz kalan bölgelerde gerçekleştiği tespitinde bulunuldu.

Fakir ve orta gelirli ülkelerin sel felaketlerinden daha fazla etkilendiği kaydedilen raporda, genelde su baskınlarına maruz kalan insanların yaklaşık yüzde 90’ının düşük veya orta gelirli ülkelerde yaşadığı aktarıldı.

Raporda, bölge olarak Asya’nın güney ve doğusundaki ülkelerle Çin ile Hindistan en fazla selden etkilenen bölgeler arasında gösterildi.

Paylaşın

Küresel Isıtma, Biyolojik Çeşitliliği Geri Dönülmez Şekilde Etkiliyor

Cape Town Üniversitesi (UCT) ve University College London (UCL) araştırmacıları, yaklaşık 30 bin deniz ve kara türü üzerinde, limit aşımının etkilerini inceledi. Araştırmaya göre gezegenin sıcaklık artışının sınırlandırılması hedefinde gerekli olan seviyenin gerisinde kalındığı için, küresel ısıtma limitinin kısa sürede “aşılacağı” söyleniyor.

Bu kapsamda, 2100 yılındaki tehlikeli sıcaklık artışına kadar karbon uzaklaştırma teknolojilerinin hayata geçirilmesi öngörülüyor.

Mercan resifleri

“Philosophical Transactions of the Royal Society B: Biological Sciences” isimli bilim dergisinde yayımlanan araştırmaya göre biyolojik çeşitlilik kaybı özellikle ormanlarda ve mercan resiflerinde toplu ölümler şeklinde gerçekleşiyor.

Araştırma, limit aşımı durumunda türlerin dağılımı ve üreme davranışlarının yanı sıra birçok parametrede ne gibi değişiklikler olabileceğini gösteriyor.

Araştırmanın bulguları özetle şöyle:

  • 2°C sıcaklık artışı limitinin aşıldığı süre boyunca, biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkiler birdenbire ortaya çıkabilecek ve çok zor bir şekilde geri dönüşü olabilecek. Biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkilerin iyileştirilmesi, sıcaklığın aşılmasından daha uzun sürecek.
  • İncelenen alanların en az dörtte birinde, limit aşımı öncesindeki ‘normal’ koşullara geri dönüş şansı oldukça belirsiz ya da hiç yok.
  • Bilim insanları, karbondioksit uzaklaştırma teknolojilerinin, biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkileri giderebilecek sihirli bir değnek olmadığı konusunda uyarıyorlar. Sıcaklık seviyeleri kontrol altına alınsa bile, bazı türlerin geri gelemeyeceği konusunda uyarıyorlar.

Limit aşımının etkisi

Araştırmacılar, daha fazla ısıtma nedeniyle çoğu bazı türlerin birden bire güvenli olmayan sıcaklıklara maruz kalacağını söylüyorlar. Araştırmaya göre bu türlerin termal sınırları içerisinde konforlu koşullara dönüşleri de kademeli olarak gerçekleşebilecek.

Biyolojik çeşitlilik açısından risk barındıran limit aşımı etkisinin, sıcaklıkların 2°C’nin üzerinde seyredeceği ve yaklaşık 60 yıl sürecek aşıma kıyasla yaklaşık iki kat daha uzun süreceği tahmin ediliyor.

Tropik bölgeler

Risklerden en fazla etkilenecek yerler arasında ise tropik bölgeler yer alıyor: Hint-Pasifik, Orta Hint Okyanusu, Sahra Altı Afrika’nın kuzeyi ve Kuzey Avustralya. Dünyanın tür çeşitliliği açısından en zengin bölgeleri arasında yer alan Amazonlar’da da, türlerin yarısından fazlasının tehlikeli iklim koşullarına maruz kalabileceği öngörülüyor.

Araştırma kapsamında incelenen, Amazonların da aralarında bulunduğu toplam alanın yaklaşık yüzde 19’u için, limit aşımının etkilerine maruz kalan türlerin, aşım öncesi durumlarına geri dönüp dönemeyeceği belirsizliğini koruyor.

Bu alanlardan yüzde 8’inin ise limit aşımı öncesi seviyelerine hiçbir zaman ulaşamayacağı tahmin ediliyor.

Limit aşımı nedir?

Küresel Ayak izi Ağı’na (Global Footprint Network) göre “Dünya Limit Aşımı Günü”, insanlığın doğa üzerindeki yıllık talebinin, dünyanın bir yılda sağlayabileceği kapasiteyi aştığı gün olarak tanımlanıyor. 1997 yılında eylül ayına denk gelen limit aşımı günü, bu yıl şimdiye kadarki en erken tarihini gördü: 28 Temmuz.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Kutup Ayıları, İklim Krizi Yüzünden Avlanma Yöntemlerini Değiştirdi

Kutup ayıları, iklim krizi tartışmalarında en çok bahsi geçen canlılardan ve aynı zamanda krizin potansiyel ilk kurbanlarından. Türlerinin hayatta kalması büyük ölçüde buzullara bağlı olduğu için iklim krizinin de en eski sembollerinden.

Science dergisinde yayımlanan bir araştırma, Grönland’daki izole bir kutup ayısı popülasyonunun (birkaç yüz kutup ayısı), avlanma pratiklerini iklim krizinin etkilerine uyarlayarak değiştirdiğini ortaya koydu.

Küresel sıcaklık artmaya devam ettikçe, güneydoğu Grönland kutup ayılarının hayatta kalmasını mümkün kılan buzullar, Kuzey Kutbu’nun çoğu bölgesinde hızla azalıyor.

Akıllıca bir hat

Tablonun vehametine rağmen “iyi” hissettiren bir detay var: Grönland’ın güneydoğu kıyılarında yaşayan ve sayıları görece az olan bu kutup ayıları, büyük Grönland buz tabakasından kopan tatlı su buzlarına güvenmek yerine, donmuş deniz suyundan oluşan deniz buzunu platform olarak kullanıyorlar. Ve böylelikle fokları avlamak için akıllıca bir hat izlemiş oluyorlar.

Washington Üniversitesi Uygulamalı Fizik Laboratuvarı’ndan Kutup Bilimcisi Kristin Laidre öncülüğünde yapılan araştırmaya göre ayılar, eriyen buzullara tutunabilmek için daha uzun mesafeler kat etmek zorunda kalıyor.

Daha küçükler

Laidre, araştırma bulgularına dair “Ne yazık ki güneydoğu Grönland ayılarının hayatta kalmasını mümkün kılan buzullar, Kuzey Kutbu’nun çoğunda mevcut değil,” diyor.

Araştırma, bu kutup ayısı grubunun dünya genelinde genetik olarak en izole edilmiş ayı grubu olduğunu ve türün bilinen diğer 19 popülasyonundan farklı olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmada yer alan bilgilere göre bu ayılar, diğer türdeşlerine göre daha küçükler ve daha yavaş çoğalıyorlar. Açlık eşikleri daha yüksek. Her şeyden önemlisi ise hayatta kalabiliyorlar.

Bu farklılıkların genetik adaptasyonlardan mı yoksa sadece kutup ayılarının farklı bir iklim ve habitata verdiği tepkiden mi kaynaklandığı ise henüz bilinmiyor.

Kutup ayıları hakkındaki 10 gerçek

Kutup ayıları aslında beyaz değil; Bu doğru. Kutup ayılarının aslında derileri siyah (burunlarına bakın) ve tüyleri renk pigmentine sahip değil, yani şeffaf. Bu tüyler ışığı yansıtarak beyaz görünmelerini sağlıyor.

Büyük beyaz köpek balığından daha güçlü ısırabilir; 1235 birim olarak ölçülen ısırma kuvvetleriyle kutup ayıları, büyük beyaz köpekbalığı, Bengal kaplanı ve Afrika aslanından daha güçlü bir ısırığa sahiptir.

Atlar kadar hızlı koşabilir; Kutup ayıları saatte 40 kilometre hızla koşabilir. Bu da bir yarış atıyla yarışabilecekleri anlamına geliyor.

Gece görüş gözlükleriyle görülemez; Kalın yağ katmanları ve meşhur kürkleri, kutup ayılarının karlarla kaplı Kuzey Kutbu’nda sıcak ve rahat olmalarını sağlar. Ama aynı zamanda onları gece görüş gözlüklerinden de saklar.

Üç göz kapağı vardır; Evet, bu doğru, tam 3 tane! Üçüncü göz kapağı gözlerine ulaşan UV miktarını azaltır ve böylece onları kar körlüğünden korur.

Su içmezler; Kuzey Kutbu’nda bulunan içilebilir suların çoğunluğu, tahmin edebileceğiniz gibi donmuş durumdadır. Bu bizim için sorun oluşturabilir ama kutup ayıları için asla! Çünkü onların su içmelerine gerek yok, ihtiyaçları olan H2O’yu yağ yakımı sırasında gerçekleşen kimyasal tepkime ile elde edebilirler.

Islanmazlar; Kutup ayılarının kürkleri iki katmanlıdır. Kutup ayıları okyanusta yüzerken, dış katmandaki kürk, iç katmandaki kürkü ıslanmaktan korur.

Dilleri mavidir

Rekortmen bir kutup ayısı 9 gün boyunca yüzdü; Bir kutup ayısı, 9 gün boyunca hiç durmadan 687 km yüzerek, bugüne kadar en uzun süre yüzen kutup ayısı oldu (Bu hiç durmadan 232 saat ediyor)

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Çarpıcı Uyarı: Sıcak Hava Dalgaları Ölümcül Hale Gelecek

Küresel ısınmanın olumsuz sonuçlarına dair uyarılar devam ediyor. Son olarak, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu (IFRC) ile C40 Kentleri, dünya genelinde sıcak hava dalgalarının daha sık ve ölümcül hale geleceğine dair uyarıda bulundu.

IFRC ve C40 Kentleri’nin birlikte yaptığı yazılı açıklamada, dünyadaki sıcak hava dalgalarının gidişatına dair değerlendirmelere yer verildi.

Açıklamaya göre 2015’ten 2021’e kadar geçen yedi yıla bakıldığında 2021 en sıcak yıl oldu. 2022 ise küresel ısıtmaya dair şimdiden cezalandırıcı bir yıl.

“Felaketin habercisi”

Hindistan, Pakistan, Doğu Asya, Güney Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde canlı yaşamını tehlikeye atan sıcaklıkların yaşandığına dikkat çekilen açıklamada dünyanın daha da ısınacağı belirtildi.

Yükselen sıcaklıkların pek çok hastalığı da beraberinde getirdiği ve binlerce insanın hayatını tehlikeye attığı ifade edilen açıklamada, “Kent sakinleri, kırsal bölgelerde yaşayanlara göre sıcak hava dalgalarından daha çok etkileniyor,” denildi.

5 milyar insan etkilenecek

Açıklamada, sıcak hava dalgalarının artık özellikle kentlerde daha sık, uzun, tehlikeli ve ölümcül olacağı uyarısı yapılarak şu ifadelere yer verildi: “Çünkü kentsel alanlar çevredeki kırsal alanlara göre daha sıcak ve iklim krizi nedeniyle daha fazla ısınıyor. En fazla risk altında olanlar zaten savunmasız durumda olan yaşlılar, izole edilmişler, bebekler, gebe kadınlar, kronik rahatsızlıkları olanlar ve genellikle açık havada çalışan, kliması veya yeterli havalandırması olmayan binalarda yaşayan ve çalışan kent yoksulları.”

IFRC Başkanı Francesco Rocca, Federasyonun Cenevre merkezinde düzenlenen basın toplantısında 5 milyar insanın sıcak hava dalgasının olumsuz etkilerine maruz kalma riski olduğunu belirterek konuşmasına şöyle devam etti: “Sıcak hava dalgaları iklim krizinin yarattığı gizli katillerdir.”

Ölümler önlenebilir

Rocca, sıcak hava dalgalarının büyük çoğunluğunun haftalar öncesinden tahmin edilebilecek yöntemlerin geliştirildiğini vurgulayarak aşırı sıcaklardan kaynaklanan ölümleri önlemek için alınabilecek basit ve düşük maliyetli önlemler olduğunu söyledi.

C40 Şehirleri Direktörü Mark Watts “Sıcak havanın hakim olduğu kentlerin uzun süreli bunaltıcı sıcağa ve soğuk havanın hakim olduğu kentlerin de alışık olmadıkları aşırı sıcaklık seviyelerine hazırlanmaları gerekiyor,” dedi.

Watts sözlerine şöyle devam etti: “Ağımızdaki belediye başkanları, Miami’den Mumbai’ye ve Atina’dan Abidjan’a yeşil alanları artırıyor, soğuk tavan uygulamalarını genişletiyor ve artan sıcaklıklara karşı direnci artırmak için sıcaklık eylemlerine dair iş birliği yapıyor. Ancak iklim krizi kötüleştikçe riskleri azaltmak için çok daha fazla çalışmak gerekiyor.”

Tedbirler

IFRC, 14 Haziran’da ise sıcaklığın yükselme tehlikesi bulunan 50 büyük kentte farkındalık yaratılması için Küresel Sıcaklığa Karşı Tedbir Günü kampanyası başlattı.

Bu kapsamda IFRC, sıcak hava dalgasının tehlikelerini azaltmak üzere C40 Kentleri’nin yetkilileriyle iş birliği içinde çalışacak.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Türkiye AB’den 15 Milyon Ton Atık İthal Etti

Merkezi Lüksemburg’da bulunan Avrupa İstatistik Ofisi Eurostat’ın verilerine göre Türkiye, geçen yıl Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden 14,7 milyon ton atık ithal etti. Atığın yaklaşık yüzde 90’ını demir ve çelik hurdaları oluşturdu.

Haber Merkezi / AB’nin Türkiye’nin ardından en fazla atık ihraç ettiği ikinci ülke Hindistan. Eurostat’tan yapılan açıklamaya göre Hindistan’a 2,4 milyon ton, Mısır’a 1,9 milyon ton ve İsviçre’ye 1,7 milyon ton atık satışı gerçekleştirildi. Çin’e yapılan atık ihracatında ise büyük bir düşüş gözlendi. Buna göre 2009’da AB’den Çin’e 10,1 milyon ton hurda satılırken,  bu rakam geçen yıl 0,4 milyon tona geriledi.

Diğer yandan AB tarafından ihraç edilen atık madde miktarı ise geçtiğimiz yıl, 2004 yılından bu yana yüzde 77 artış gösterdi. AB üyesi olmayan ülkelerden ithal edilen atık miktarında da bir önceki yıla kıyasla yüzde 11 oranında artış görüldü. Geçen yıl ihraç edilen atıkların 19,5 milyon tonu demir ve çelikten oluşuyordu.

Buna karşın AB de üçte biri İngiltere’den olmak üzere 5,5 milyon ton atık demir ithal etti. İhraç edilen atıklar arasında en büyük ikinci malzeme grubunu 4,4 milyon ton ile kağıt ve karton oluşturdu. Bunların dörtte biri Hindistan’a yollandı.

Güvenilirlik ve şeffaflık

Brüksel merkezli Avrupa Çelik Derneği (EUROFER) AB’nin hurda metallerini “daha düşük çevre, iklim, çalışma ve sosyal standartlara sahip üçüncü ülkelere ihraç etmesini” eleştiriyor.

Avrupa Komisyonu, bu sorunla ilgili Kasım 2021’de atık sevkiyatı düzenlemelerini yeniden ele alan bir teklif yayımladı. EUROFER bu teklifin AB’nin atık yönetimi konusunda kendi sınırları içinde uyguladığı yüksek standartların atık ihraç ettiği ülkelerde sağlanması için yeterli olmadığını söylüyor.

Açıklamada “Atık ihracatçılarının denetim yapma zorunluluğu, teklifin en yenilikçi kısmı. Ancak bunun başarısı denetimlerin nasıl gerçekleştirileceğine bağlı. Bu nedenle güvenilirliği ve şeffaflığı sağlamak için etkili ve güvenilir bir prosedüre ihtiyaç var,” deniliyor.

EUROFER de Avrupa’dan ihraç edilen hurda metalin 2021’de en büyük alıcısının Türkiye olduğunu vurguluyor. Derneğin Direktörü Axel Eggert “Neden bazı ülkelere sadece OECD üyesi oldukları için hak etmedikleri ayrıcalıklar tanınıyor?” diye soruyor.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 2021’de yayımladığı Demir Çelik Sektör Raporu’na göre sektör, 2020’de hammadde olarak kullandığı demir cevherinin yaklaşık yüzde 60’ını, hurdanın yüzde 70’ini ve koklaşabilir taşkömürünün yüzde 90’ını ithal ediyor.

Bu durum sektörün dış ticaret açığı vermesine neden oluyor. Sektördeki en fazla dış ticaret açığına 6,3 milyar dolarla çelik hurda ithalatı neden oluyor. Raporda Türkiye’nin 2020’de toplam 22,5 milyon ton hurda metal (demir ve çelik) ithal ettiği belirtiliyor.

Paylaşın