Elazığ’ın Doğa Harikası ‘Buzluk Mağarası’

Mağaralar, ülkemizde 1970’lerden sonra başta turizm olmak üzere çeşitli ekonomik amaçlarla kullanılmaya başlanmıştır. Elazığ ili sınırları içerisinde yer alan Buzluk Mağarası’da turizm açısından ülkemizin önemli değerlerindendir.

Elazığ’a yolu düşen herkesin mutlaka görmesi gereken doğa harikası bu mağarayı gelin tanıyalım:

Buzluk Mağarası

Buzluk Mağaraları tarihi Harput beldesinin kuzeydoğusunda Elazığ’a 11 km. uzaklıktadır. Mağarada, jeomorfolojik yapısı; klimatolojik şartlar ve hava sirkülasyonu özelliğinden dolayı yaz ayları içinde doğal olarak tabakalar, sarkıt ve dikitler halinde hatta bazı kısımlarında bal peteği şeklinde buz tabakaları, kış aylarında ise tam tersine sıcak hava oluşmaktadır.

Doğal şartlar nedeniyle Buzluk Mağarası şu anda ziyaretçilere kapalıdır. Buzluk Mağarasının çevre düzeninin yapılması ve ziyarete açılalabilmesi için Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ile Elazığ Belediye Başkanlığının planlama çalışmaları devam etmektedir.

Elazığ kısa tarihi

Elazığ, Dogu Anadolu da Tarihi Harput Kalesinin bulundugu tepenin eteginde kurulmus bir sehirdir. Deniz seviyesinden 1067 metre yükseklikte bulunan sehir hafif meyilli bir zemin üzerindedir. Elazığ ın yerlesim yeri olarak tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ tarihini, Harput un tarihi ile birlikte ele almamız gerekir.

Mevcut tarihi kaynaklara göre Harput’un en eski sakinleri M.Ö. 2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu’ya yerleşen Hurrilerdir. Yine tarihi kayıtlara göre Hurrilerden sonra bölgenin Hitit hakimiyeti altına girdiğini görmekteyiz. Çok uzun sürmeyen Hitit hakimiyetinden sonra M.Ö. 9. Asırdan itibaren Doğu Anadolu’da devlet kuran Urartular Harput’ta uzun süre hüküm sürmüştür.

Bugün bile tarihi heybetiyle ayakta duran Harput Kalesi Urartu devrinin izlerini taşımaktadır. Kale’de kaya içine oyulmuş merdivenler, tünel ve hücrelerle su yolu bulunduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 9. Asırdan beri bu kalesiyle müstahkem mevkii olarak bilinen Harput, 4000 yıllık bir maziye sahiptir. Harput isminin ilk hecesi olan Har, taş (kaya) anlamına, son hecesi olan put (berd) ise kale anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçe’si ile Taş Kale anlamını taşımaktadır.

Harput’un tarihini derinliğine incelediğimizde, M.S. 1. asırdan 3. asra kadar, zaman zaman Romalıların siyasi ve askeri nüfuzunda kaldığını görmekteyiz. Ancak Romalıları Anadolu’dan çıkarmak için uzun ve çetin mücadeleler yapan Pontus Kralı Mithradates devrinde ve ondan sonraki zamanlarda bir takım eller değiştirdiği de bilinmektedir. Bununla beraber, Miladi 3. asırda, İmparator Dioclatianus zamanından itibaren Harput bölgesi tamamen Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır.

Daha sonra Sasanilerle, Bizanslılar arasında devam eden harplerde daima ihtilaf hududu olarak görülen ve zaman zaman Sasanilerin, zaman zaman Bizanslıların hakimiyetine girerek el değiştiren Harput’ta Bizans hakimiyetinin ilk devresi 7. asrin ortalarına rastlar. Ancak Hz. Ömer zamanında Suriye ve Irak’ı ele geçiren Arapların 7. asrin ortalarına doğru Harput ve çevresini de zapt ettiklerini görüyoruz. Bu şekilde başlayan Arap hakimiyeti, 10. asrin ortalarına kadar devam etmiştir. Romalılar devrinde olduğu gibi, Araplar devrinde de Harput’ta etkin bir ize rastlanmamıştır. Bölge, daha çok Bizans ve Arap siyasi ve askeri gücünün gövde gösterilerine sahne olmuştur.

Harput’un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10. asra rastlar. Bizanslıların İslam alemine karsı giriştikleri büyük seferlerin ilk hedefi daima Harput olmuştur. Nitekim, ilk taarruzda Bizanslılar Harput’u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Bizans tarihinde Harput, bugünkü söyleyişe çok yakın olarak “Harpote” diye geçmektedir. Aslında Harput bölgesi de “Mesopotamia” olarak adlandırılmaktadır. Harput’ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11. asrin sonuna kadar devam etmiştir.

Harput ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra kesin olmamakla beraber 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Bu ise Selçuklular devrine rastlamaktadır. Harput’un ilk Türk hakimi Çubuk Bey’dir. Çubuk Bey, burada diğer Selçuk ümerası gibi Selçuklu Sultanına bağlı olmak şartıyla bir Hükümet kurmuştur. Kendisine oğlu Mehmet Bey, halef olduğu içindir ki, Harput tarihinde bu devire “Çubukoğulları Devri” denir. Çubukoğulları ve onlarla birlikte gelen Türkmenlerin Harput halkının ecdadını teşkil ettiğine şüphe kalmamıştır.

Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukogulları devrinden sonra Harput’ta “Artukoğulları Devri” baslar. 12. asrin ilk yıllarında başlayan bu devir, 1234 yılına kadar devam etmiştir. Artukoğullarının, Türkmenleriyle beraber Doğu Anadolu’ya gelip yerleşmelerinden sonradır ki bir kolda Harput’a gelmiştir. Bunlara bu sebeple “Harput Artukluları” denmektedir.

Artukoğulları devrinde; adı hala Harput ve Elazığ’da anılan Belek (Balak) Gazi’nin Harput’un yetiştirdiği en ünlü Türk Fatihi olduğu bilinmektedir. (1965 yılında Harput Turizm Derneği tarafından Belek Gazi’nin, at üstünde güzel bir heykeli yaptırılmıştır.) Onun en önemli hizmeti, Haçlı seferleri sırasında görülmüştür. Selahattin Eyyubi ile mukayese edenler bile olmuştur. (Tarihçiler son araştırmalar ışığında Balak Gazi’nin asil isminin “Belek Gazi” olduğunu ifade etmektedirler.)

Balakgazi’den sonra 1185 yılına kadar Harput’ta yine Artukoğullarından gelen Prensler, hüküm sürmüşlerdir. Bunlardan Fahrettin Karaaslan’ında Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan Ulu Camiyi yaptırmıştır.

1234 yılında Harput’ta Artık Hanedanının hakimiyeti son bulur ve Harput Selçuklu Hanedanına ilhak olunur. Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı tarafından idare edilmiş ve bu devirde ” Arap Baba Camii “ve bitişiğindeki türbe hariç önemli bir eser bırakılmamıştır.

Anadolu Selçuklularının bölgedeki hakimiyeti sona erince, 14. asırda Harput’ta bir müddet İlhanlıların daha sonra da Dulkadiroğulları’nın hüküm sürdüklerini görüyoruz. Uzun sürmeyen Dulkadiroğluları devrinden sonra da Harput, 1465 de Uzun Hasan tarafından raptedilmiş ve 40 yil kadar Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlular’dan sonra 1507 yılında Harput, Sah İsmail’in idaresine geçmiştir. 1516 yılında Çaldıran muharebesi’nden sonra Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir.

Osmanlı İdaresine geçen Harput, başlangıçta Diyarbakır Eyaletine bağlı bir sancak halinde teşkilatlandırılmıştır. 1530 tarihli bir kayda göre Harput’ta o zaman 14 Müslüman, 4 ermeni mahallesi vardı. Kamus-ül-a’lam’a göre ise 19. Asrin sonlarında Harput’ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami, 10 medrese, 8 kütüphane ve kilise, 12 han ve 90 hamam bulunmakta idi.

Yukarıda tarihi devirlerinden kısaca bahsettiğimiz Harput, birbirine benzeyen sebeplerle tarihe karışan birçok eski Türk şehirleri gibi nihayet terkedilmiş ve yerini bugünkü Elazığ’a bırakmıştır. Bugünkü Elazığ, II. Mahmut zamanında, 1834 yılında sark vilayetlerinde ıslahata ve devlet otoritesini yeniden kurmaya memur edilen Reşit Mehmet Pasa zamanında halk arasında ” Mezra ” denilen şimdiki yerine kurulmaya başlanmıştır.

Ayni yıl içinde (1834) hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış Vilayet Merkezi Harput’tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde Harput’un artık bir hudut şehri olmaktan çıkması, ana yollara sapa kalması, bilhassa kış mevsiminde ulaşım güçlüğü ve mezranın güzel bir şehir kurulmasına elverişli bulunmaması rol oynamıştır.

Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir Sancak haline gelmiştir. 1875’de Müstakil Mutasarrıflık, 1879’da da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı devletinin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış 1921’de bu iki sancakta Elazığ’dan ayrılmıştır.

Sultan Addulaziz’in tahta çıkısının 5. yılında Hacı Ahmet İzzet Pasa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail paşanın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat ül -Aziz” adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “EL AZİZ” olarak söylenegelmiştir. Atatürk’ün 1937 yılında şehire teşrifleri sırasında “Azık İli” anlamına gelen “ELAZIK” adı verilmiş, bu isim daha sonra “ELAZIĞ”a dönüşmüştür.

Paylaşın

Kars’ta Yerel Seçimleri HDP Kazandı

Halkların Demokratik Partisi (HDP), 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde, 3’ü büyükşehir olmak üzere 8 il ve 46 ilçeyi kazandı. HDP’nin kazandığı iller arasında Kars’ta bulunuyor.

Ayhan Bilgen ve Şevin Alaca, Kars Belediyesi eş başkanları oldu.

Ayhan Bilgen Kimdir?

Ayhan Bilgen 1970 yılında Kars’ın Sarıkamış ilçesinde doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi’nden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi’nde Sosyoloji bölümünde yüksek tahsil gördü.

Bunun yanında Özgür Gündem ve Evrensel Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Mazlum-Der Ankara Şube Başkanlığı ve genel yönetim kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Mayıs 2006’da kurumda iki yıl için genel başkanlığa seçildi.

30 Mart 2014 Yerel seçimlerinde HDP ‘nin Adana Seyhan ilçesi başkan adayı olmuştur. Daha sonra Haziran 2014’te Halkların Demokrat Partisi’nin ikinci olağan kongresiyle genel başkan yardımcılığına getirildi.

2015 yılında yapılan 25. Dönem Genel Seçimleri’nde Kars’tan HDP milletvekili seçildi. 1 Kasım 2015 tarihinde Türkiye genelinde yapılan erken seçimlerde Kars ilinden tekrar seçilerek 26. Dönem Kars Milletvekili olarak göreve başlamıştır.

2018 Genel Seçimleri, HDP(Halkların Demokratik Partisi ) Kars Milletvekili Adayı oldu. Ayhan Bilgen, 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde HDP’nin Kars Belediyesi Eş Başkanı oldu.

Şevin Alaca Kimdir?

Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünden mezun olan Şevin Alaca, İstanbul’da mali müşavirlik yapıyor.

Babası Kürt, annesi Çerkes olan Şevin Alaca, Kars doğumludur. Girdiği siyasi davalarla kentte bir döneme damga vuran avukat Abdurrahman Alaca’nın (Edo Dêran) kızı olan Şevin Alaca, kentte sevilen biri durumda.

2015 yılından bu yana HDP içinde aktif bir şekilde yer alan Şevin Alaca, 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde HDP’nin Kars Belediyesi Eş Başkanı oldu.

Fotoğraf: Kars Manşet

Paylaşın

Siirt’te Yerel Seçimleri HDP Kazandı

Halkların Demokratik Partisi (HDP), 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde, 3’ü büyükşehir olmak üzere 8 il ve 46 ilçeyi kazandı. HDP’nin kazandığı iller arasında Siirt’te bulunuyor.

Berivan Helen Işık ve Resul Kaçar, Siirt Belediyesi eş başkanları oldu.

Berivan Helen Işık Kimdir?

Batman’ın Gercüş İlçesi Seki Köyü’nde dünyaya gelen Berivan Helen Işık, evli ve 1 çocuk sahibidir.

Siyasi sorunlardan dolayı ailesi batıya göçen Berivan Helen Işık, uzun zaman sonra Batman’a geri döndü.

Batman Belediyesi Selis Kadın Danışmanlık Merkezinde 3 yıl çalışan Berivan Helen Işık, kayyum atandıktan sonra işten çıkarıldı.

Berivan Helen Işık, 31 Mart yerel seçimlerinde HDP’den Siirt Belediye Eş Başkanı seçildi.

Resul Kaçar Kimdir?

Resul Kaçar, 31 Mart yerel seçimlerinde HDP’den Siirt Belediye Eş Başkanı seçildi.

Paylaşın

Fenerbahçe: 78 İzmit Belediyespor: 47

Fenerbahçe, Kadınlar Basketbol Süper Ligi 24. hafta mücadelesinde İzmit Belediyespor’a konuk oldu. Karşılaşma boyunca üstün olan Fenerbahçe, sahadan 78-47 galip ayrıldı.

Karşılaşmanın ilk sayıları Fenerbahçeli Anastasiya Verameyenka’dan geldi (0-5). Marina Bas’la ilk basketi bulan İzmit Belediyespor karşısında Fenerbahçe, Kia Vaughn’la skor üretmeye devam etti (2-7). İlk 5 dakika 4-9 Fenerbahçe’nin üstünlüğüyle geçilirken; İzmit Belediyespor White’ın turnikesiyle skoru 6-9’a getirdi. Bu bölümde Melike Bakırcıoğlu’yla da basketler bulan ev sahibi İzmit Belediyespor farkı 1 sayıya indirdi (8-9). Son 3 dakikayı Anastasiya Verameyenka ve Kia Vaughn’un üst üste bulduğu basketlerle geçen Fenerbahçe, ilk çeyreği 10-15’lik skorla önde geçti.

İkinci çeyreğe Kia’nın 6-0’lık serisiyle hızlı başlayan Fenerbahçe, farkı çift hanelere çıkardı (10-21). Kelsey Plum ve Özge Yavaş’ın da skor yüküne ortak olmasıyla oyuna ağırlığını koyan Fenerbahçe, ilk beş dakikayı 10-26’lık üstünlükle geçti. Çeyreğin devamında Bria Hartley, Esra Ural Topuz ve Kelsey Plum üçlüsüyle sayılar bulan Fenerbahçe 10-36’lık üstünlüğü yakalarken; ev sahibi İzmit Belediyespor bu periyottaki ilk basketi bitime 3 dakika kala Gizem Yavuz’dan geldi (12-36). Son bölümü de iyi oynayan Fenerbahçe, soyunma odasına 17-39 önde girdi.

Müsabakanın üçüncü çeyreği Alexa Nıcole Hart ve Kia Vaughn’un karşılıklı basketleriyle başladıv(19-41). Çeyrek süresince rakibi İzmit Belediyespor karşısında üstün bir oyun ortaya koyan Fenerbahçe, Birsel Vardarlı Demirmen, Bria Hartley ve Tuğçe Canıtez’in skora katkı yaptığı ilk dakikalarda farkı 31 sayıya kadar çıkardı (23-54). İzmit Belediyespor, Marina Bas’la oyunda kalmaya çalışsa da, final periyotuna 29-58’lik skorla önde giren taraf Fenerbahçe oldu.

Final periyotuna harika başlayan Fenerbahçe, ilk dört dakika sonunda maçtaki en büyük farka ulaştı (35-72). İzmit temsilcisi İzmit Belediyespor, Emel Sığırcı, Marina Bas ve Melek Yusufoğlu’yla aradaki farkı kapatmaya çalışsa da, Fenerbahçe, mücadeleden 78-47 galip ayrıldı.

Paylaşın

Kusursuz Simetriye Sahip ‘Edirne Evleri’

Edirne, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor. Geleneksel Osmanlı ev mimarisiyle yapılmış olan Edirne Evleri, Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapısı konumundaki Edirne’nin kent dokusunda önemli bir yere sahiptir.

Bu evler genellikle yanındaki daha yümsek saçaklara çift eğri öğe ile bağlanan bir çatıyla örtülü, az derinde kalan locanın içine yerleştirilmiş merkezi girişi ile kusursuz bir simetriye sahiptir.

Balkan Yarımadasının hemen her tarafında en küçüğünden en gösterişlisine kadar bütün evlerde “hayat” denilen bölümler vardır. Oda kapılarının açıldığı yer olan bu bölüm, doğrudan evin bahçesine bakan yönde 1,5 – 2 metrelik direkler üzerine dayandırılmıştır. Hayatların sonunda bir basamak yükseklikte dört köşe bir kısım ayrılarak, tahta sedirlerle çevrilirdi.

Evin harem ve selamlıklarında büyük kapıların açıldığı bahçı kısımları olan avluların uygun bir yerinde mermer bir çeşme bulunurdu. Bazı evlerde avluların ortasında küçük havuzlar, üzerine asma sardırılmış çardaklar vardı.

Harem ve Selamlık avlularından birbirine geçilecek küçük kapı bulunurdu. Geçiş yolları üzerinde bulunan kentin gelişme döneminde hem artan ekonomi ve ticaret yoğunluğunu karşılamak hem de cami ve imaretlere gelir sağlamak amacıyla bir çok han, bedesten ve çarşı inşa edildi.

Edirne kısa tarihi

Edirne tarihi bir kent olup tarih boyunca da önem ve değerini korumuştur. Edirne’nin ilkçağlarda Orta Asya’dan göç edip buraya yerleşen Traklar tarafından kurulduğu bilinmektedir. Sonradan Büyük İskender buraları Makedonya İmparatorluğu’nun uçsuz bucaksız sınırları içine katmıştır.

Daha sonra Romalılar’ın hakim olduğu bu topraklar 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasıyla Doğu Bizans’ın payına düşmüştür.

Roma İmparatorlarından II.Hadrianus tarafından yeniden kurulmuşcasına imar edilen kent, onun adına izafeten (Hadrianapolis) adıyla anılmıştır. 586 yılında Avar Türkleri burayı kuşatmışlar ancak alamadan geri dönmüşlerdir. Bulgar Türkleri ise 914 yılında kenti ele geçirmeyi başarmışlardır.

Daha sonra tekrar Bizans’a geçen, 1050 ve 1078 yıllarında Peçenek Türkleri tarafından ikinci kez kuşatılan bu kent nihayet 1361 yılında I. Sultan Murat tarafından fetih edilerek, Osmanlı İmparatorluğu’nun taht (baş) şehri olmuş ve 1453 yılında İstanbul fethedilinceye kadar 92 yıl payitaht (başkent) olarak kalmıştır. Bu yıllar içinde de tarihinin en görkemli günlerini yaşamıştır.

Edirne, Osmanlı İmparatorluğu döneminde “Paşa Sancağı” adıyla Rumeli Beylerbeyine bağlı bir vilayetti. Beylerbeyliğinin merkezi ise Sofya’da bulunuyordu.

Edirne, imparatorluğun üniversite şehri olarak tanınmaktaydı. XVII. Yüzyılda dünyanın en büyük birkaç şehrinden biri haline gelen kent, XVIII. Yüzyılda gerileme dönemine girdi. 1745 ve 1751 yıllarında çıkan iki büyük yangın Edirne’yi büyük oranda ortadan kaldırdı.

22 Ağustos 1829 yılında Rusların şehre girip birkaç ay kalmaları Edirne’nin uğradığı ilk işgal felaketi olmuştur. Edirne, 20 Ocak 1887’de tekrar Rusların 13 ay, 26 Mart 1913’te Bulgarların dört ay, 1920’li yıllarda Yunanlıların iki yıllık işgallerine de sahne olmuştur.

Bugün yurdumuzun karayoluyla Avrupa’ya açılan sınır kapılarına sahip Edirne şehri, 25 Kasım 1922 yılında düşman işgalinden kurtarılmıştır.

Paylaşın

Fotoğraflarla Doğunun İncisi Diyarbakır

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta bölümünde yer alan Diyarbakır, tarih boyunca jeopolitik önemi açısından; İlk çağlardan bu yana Akdeniz’i Basra körfezine, Karadeniz’i Mezopotamya’ya bağlayan bir konuma sahiptir.

Tarihi MÖ 7500 yıllarına kadar uzanan Diyarbakır, 28 den fazla medeniyete beşiklik etmiştir. Binlerce yıldır toplamda milyonlarca insanın yaşam merkezi olan Diyarbakır, adeta bir açıkhava müzesidir.

Doğunun incisi Diyarbakır’dan eşsiz fotoğraflar:

Paylaşın

Fenerbahçe Opet, Finale Adını Yazdırdı!

AXA Sigorta Kupa Voley yarı final mücadelesinde VakıfBank’ı 3-2 yenen Fenerbahçe Opet Kadın Voleybol Takımı,  adını finale yazdırdı. Fenerbahçe Opet finalde Eczacıbaşı VitrA ile karşılaşacak.

İzmir’in ev sahipliğinde TVF Atatürk Voleybol Salonu Vestel Venus Spor Kompleksi’nde oynanan yarı final mücadelenin setleri 25-17, 21-25, 21-25, 31-29 ve 13-15 sonuçlandı.

Maça iyi başlayan taraf VakıfBank oldu ve ilk seti 25-17 önde tamamladı. İkinci setten itibaren maça ağırlığını koyan Fenerbahçe Opet, ikinci set ve üçüncü seti 25-21´lik skorlarla kazanarak, maçta 2-1 üstünlüğü yakaladı.

Büyük çekişmeye sahne olan dördüncü sette Fenerbahçe Opet, Vargas’ın kullandığı set turunda 20-16 geriden geldi ve öne geçti. 40 dakika süren set, 31-29 VakıfBank üstünlüğüyle bitince tie-break setine geçildi. Heyecanın bir an bile azalmadığı tie-break setini 15-13 önde tamamlayan Fenerbahçe Opet, maçı 3-2 kazanıp finale adını yazdırdı.

2018 – 2019 Voleybol Sezonu Axa Sigorta Kupa Voley kadınlar kategorisini şampiyon olarak tamamlayacak takım, ülkemizi 2020 CEV Kupası’nda temsil etme hakkı kazanacak.

Salon: Atatürk Voleybol Kompleksi
Hakemler: Yavuz Akdemir, Cihat Küçükboyacı
Vakıfbank: Cansu, Zhu, Kübra, Robinson, Sloetjes, Zehra, Gizem, Buket, Ebrar, Rasic, Tuğba
Fenerbahçe Opet: Antonijevic, Polen, Dicle Nur, Bricio, Eda, Rabadzhieva, Melis, Merve, Vargas, Sıla
Setler: 25-17, 21-25, 21-25, 31-29, 13-15
Süre: 142 dakika (23, 28, 31, 40, 20)

 

Paylaşın

Her Devrin Kenti Diyarbakır’ın ‘Kiliseleri’

Diyarbakır, gezilecek yerler ve tarihiyle dikkat çekiyor… Anadolu ile Mezopotamya, Avrupa ile Asya arasında doğal bir geçiş yolu, bir köprü görevi yapan Diyarbakır, her devirde önemini korumuştur.

Tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar birçok uygarlığa evsahipliği yapmış olan Diyarbakır, tarihi yapılarıyla dikkat çekmektedir. Diyarbakır ili sınırları içerisinde yer alan Kiliseler, kültürel mirasın önemli unsurlardandır.

Diyarbakır’ın önemli kiliseleri arasında Mart Thoma, Meryem Ana, Kırklar Kilisesi ve Mart Pityon Kilisesi sayılabilir. Meryem Ana Kilisesi, şehirde kalan az sayıdaki Süryani cemaati tarafından halen kullanılmaktadır.

Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi

Ali Paşa Mahallesi’nde yer almaktadır. Bugün faal durumda olan tek kilisedir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir.

Geç Roma dönemine tarihlenen bir kapısı ve mihrap üzerinde kalıntıları görülebilen mimari bezekler bulunmaktadır. Geçirdiği bir çok onarım sonucu planında değişiklikler olmuştur. En son 18. yüzyılda onarım görmüştür.

Saint Georgi (Kara Papaz) Kilisesi

İç kalenin kuzeydoğu köşesinde yer alır. Yapım tarihi kesin olarak bilinememektedir. Ancak inşa tarzı ve yapıda kullanılan malzemeden dolayı M.S. 2. yüzyıla ait olduğu düşünülen kilise Artuklular döneminde sarayın hamamı olarak kullanılmıştır.

Bazı kaynaklarda Artuklu hükümdarlarının bu hamamda ve sarayda Cizreli bilgin El Ceziri’nin imal ettiği mekanik sistemleri kullandıkları yazılmaktadır.

Diyarbakır kısa tarihi

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta bölümünde yer alan Diyarbakır, tarih boyunca jeopolitik önemi açısından; İlk çağlardan bu yana Akdeniz’i Basra körfezine, Karadeniz’i Mezopotamya’ya bağlayan bir konuma sahiptir.

Diyarbakır’ın, doğal bir geçiş yolu olması her dönemde çekiciliğini arttırmış ve medeniyetlerin iz bıraktığı bir şehir olmuştur. Tarihin derinliklerinden gelen sayısız kültürün kucaklaştığı bir kenttir.

Tarih boyunca Amida, Amidi, Amid, Kara-Amid Diyar-Bekr, Diyarbekir ve Diyarbakır adlarını alan kent Güneydoğu Anadolu bölgesinin orta bölümünde El-Cezire denilen bölgede Bereketli hilalin kalbinde yer almaktadır.

Diyarbakır’ın köklü tarihi 12.000 yıl önceye uzanıyor. Son yıllarda kentin Bismil ilçesinde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda, M.Ö. 10.400-9250 yıllarında “KörtikTepe”de yerleşik hayata geçildiği ortaya çıkmıştır.

Anadolu’nun en eski tarımcı köy topluluklarının en güzel örneğini veren Ergani yakınlarındaki Çayönü Tepesi, günümüzden 10.000 yıl öncesine dayanan tarihiyle sadece bölge tarihimize değil dünya uygarlık tarihine de ışık tutmaktadır.

Paleolitik ve Mezolitik devirde de Diyarbakır ve çevresindeki mağaralarda yaşamın bulunduğu ortaya çıkmıştır. Silvan yakınlarındaki Hassuni Mağaraları, Ergani yakınlarında Hilar Mağaralarında bu çağdan kalma kalıntılar tespit edilmiştir.

M.Ö. 3000’li yıllarda şehrin merkezinde izlerine rastlanan Hurrilerin, bölgeye hâkim olmasıyla Diyarbakır’ı yurt edinme çabaları başlamış, ardından Mitaniler, Abbasiler, Mervaniler, Büyük Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Osmanlı gibi birçok medeniyete yurt olmuştur. Diyarbakır, medeniyetlerin mekânsal ve mimari özellikleriyle az bulunur kültür ve tarih mirası taşımaktadır.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Diyarbakır Surları, kentin sayısız eserlerinin başında gelmektedir. Kuşbakışı kalkan balığını andıran biçimiyle kenti baştanbaşa kuşatmış ve İç Kale ve Dış Kaleolmak üzere iki bölümden oluşmuştur.

Diyarbakır Surları, eskilik ve yükseklik bakımından dünyadaki kaleler arasında birinci sırada yer alır. Tamamına yakın kısmı günümüze ulaşan ve birçok medeniyetin izlerini taşıyan Diyarbakır Kalesi, zamana meydan okuyarak yaklaşık beş bin yıldır ayakta durmaktadır.

3-5 metre kalınlığı ve 11-12 metre yüksekliği ile görülmeye değer bir heybete sahiptir. 5.500 metre uzunluğundaki Diyarbakır Surları, 82 burçla taçlandırılmış ve şehrin boynuna adeta bir gerdanlık gibi sarılmıştır. Milad öncesi ve milad sonrası izleri, 63 ayrı kitabede ve sayısız figürlerinde saklamış, bir yazıtlar ve kabartmalar müzesi niteliğine sahiptir.

Kültürel kimliğiyle; yalnız Türkiye’nin değil, tüm dünyanın da en önemli kentlerinden biri sayılır. Kent tarihsel potansiyeliyle adeta bir Açık Hava Müzesi niteliğindedir. Birçok medeniyete beşiklik eden kent döneminin tanığı olmuş ve gelen her medeniyetin izlerini barındırmaktadır.

Paylaşın

Fenerbahçe, Ankaragücü’ne Bileniyor!

Fenerbahçe, Süper Lig’in 27. haftasında deplasmanda karşılaşacağı MKE Ankaragücü maçının hazırlıklarını milli oyunculardan yoksun yaptığı antrenmanla sürdürdü.

Teknik Direktör Ersun Yanal yönetiminde Can Bartu Tesisleri’nde gerçekleştirilen idman, saat 11.30’da başladı.

Fenerbahçe U21 Takımı’nın da katılımıyla gerçekleştirilen idman; koşu, ısınma ve koordinasyon hareketleriyle başladı. Pas çalışması ve çift kale maçla devam eden antrenman, bireysel çalışmalarla noktalandı.

Fenerbahçe, MKE Ankaragücü maçı hazırlıklarını yarın yapacağı çalışmalarla sürdürecek.

Bu karşılaşma öncesi Fenerbahçe, Süper Lig’de topladığı 31 puanla 13. sırada yer alırken, MKE Ankaragücü’de aynı puanla 14. sırada yer alıyor.

Paylaşın

Diyarbakır’ın Tarihi ‘Camiileri’

Tarih öncesi dönemlerden itibaren her devirde önemini koruyan Diyarbakır, Anadolu ile Mezopotamya, Avrupa ile Asya arasında doğal bir geçiş yolu, bir köprü görevi yapmıştır.

Çeşitli uygarlıkların kültürel mirasını günümüze kadar taşıyan Diyarbakır, kültür turizmi açısından önemli bir kentimizdir. ‘Camiiler’ kültürel mirasın önemli unsurları arasında ilk sıralarında yer almaktadır.

Hz. Süleyman Camii

İçkale’nin sur duvarlarına bitişik olarak inşa edilen cami, halk arasında Hz. Süleyman ve Nasiriye Cami olarak da bilinir. Diyarbakır’ın Müslümanlar tarafından alınması sırasında şehit düşen 27 sahabe burada defnedildi, daha sonra burası bir ziyaret ve ibadet yerine dönüştü.

Caminin üzerinde bulunan kitabeye göre, 1156-1179 yılları arasında Nisanoğulları döneminde Ebul Kasım Ali tarafından yaptırıldı. Caminin Mervani hükümdarı Nasruddevle tarafından yapıldığı ve bundan dolayı Nasıriye Cami adıyla anıldığı da rivayet edilmekte.

Bu türbede caminin içine ve avluya açılan iki tarihi kapı var. Caminin bitişiğindeki türbede yatan sahabelerin varlığı ve bu sahabelerle ilgili efsanelerden dolayı özellikle perşembe akşamları ve cuma günleri yoğun olarak ziyaret ediliyor.

Safa Camii

Kokulu anlamına gelen İpariye veya Parlı Camii olarak da bilinir. 15. yüzyıl Akkoyunlu eseridir. Önemini, planından, çinilerden ve zengin taş süslemelerinden alır.

Taş işlemeciliğinin ilginç örneklerinden olan minaresi, kaideden başlamak üzere külahına kadar kufi, nezih yazılar, değişik biçim ve desenlerden taş süslemeleri ile bezelidir. Minarenin kokulu bitkisel otlar karıştırılarak inşa edildiği söylenmektedir.

Nebi Camii

Gazi Caddesi üzerinde, Dörtyol kavşağında yer alır. Beyaz ve siyah kesme taşlardan yapılan caminin üzeri piramit şekilli büyük bir kubbe ile örtülü. Minaresinin üzerinde, Hz. Muhammed’den “Kaal-en Nebiy” diye bahseden kitabelerin çokluğundan dolayı Peygamber Camisi de deniyor. Akkoyunlular döneminde 16. yüzyılda yapılmıştır.

Minaredeki yazıttan 1530 yılında Diyarbakırlı Kasap Hacı Hüseyin tarafından hayrat olarak yaptırıldığı anlaşılıyor. Caminin etrafı siyah bazalt taşlarla ve yüksek olmayan bir duvarla örülmüş. Avlu geniş olup siyah bazalt taşlarla döşenmiş.

Minaresi 1960 yılında yerinden sökülüp aslına uygun bir şekilde tekrardan inşa edilerek bugünkü yerine taşınmış. Minare kare planlı, tek şerefeli olup şerefeye kadar almaşık örgülü, şerefeden sonra silindirik bir uzantıyla sona eriyor.

Şeyh Mutahhar ( Dört Ayaklı Minare ) Camii

Balıkçılarbaşı semtinde yer alır. Akkoyunlu Sultanı Kasım tarafından 1500 yılında yaptırılmıştır. Siyah ve beyaz sıralı kesme taşlarla inşa edilmiştir. Camiden ayrı dört sütün üzerinde yükselen kare planlı minaresi Anadolu’da tek örnektir.

Ulu Camii

Gazi Caddesi’nde Hasan Paşa Hanı’nın karşısında yer alır. Anadolu’nun ilk camisi, İslam âleminin beşinci Harem-i Şerif’i olarak kabul ediliyor. İlkin Pagan dönemine ait bir tapınak iken, daha sonra Mar Toma adıyla kilise olarak kullanıldı, kentin 639 yılından sonra Müslümanların egemenliğine geçmesiyle birlikte Cami-i Kebir adıyla camiye dönüştürüldü.

Ulu Cami, tarihin bütün dönemlerinde önemini korudu, bugün de Diyarbakır’ın en önemli camisi ve ziyaretgâhı durumunda. Cami, yangınlar sonucu meydana gelen tahribat ve yıkımlardan dolayı birçok kez onarımdan geçirildi, en kapsamlı onarım ise 1091 yılında Selçuklular döneminde yapıldı.

Daha sonra Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, Artuklular döneminde Melik Salih, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan, Osmanlı Padişahı IV. Mehmed tarafından ve son olarak 1975-1977 tarihlerinde kapsamlı bir onarımdan geçirildi. Cami külliyesi, bütün bu dönemlerin izlerini taşıyor.

Caminin dört ayrı cephesi İslam’ın dört ana mezhebine ayrılmış. Günümüzde de Hanefi ve Şafiiler iki ayrı mekânda ibadetlerini sürdürüyor. Caminin şu an Hanefiler bölümü olarak kullanılan bölümü, kiliseden camiye dönüştürülen esas bölümü.

Mimari açıdan Şam’da bulunan Emeviye Camisi’nin Anadolu’ya yansıması olarak yorumlanıyor. Caminin avlusunda demir parmaklıklar içerisinde bulunan bir güneş saati bulunuyor. Bu saat bazı kaynaklara El Cezerî tarafindan yapılmış. Bazı kaynaklarda ise Roma döneminden kaldığı öne sürülüyor.

Behram Paşa Camii

Vali Behram Paşa tarafından 1564-1572 tarihinde yaptırılmıştır. Mimar Sinan’ın eseri olarak kabul edilmektedir. Tamamen kesme taştan yapılmış olup, tek kubbelidir. İkili son cemaat yerine sahiptir.

Diyarbakır kısa tarihi

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta bölümünde yer alan Diyarbakır, tarih boyunca jeopolitik önemi açısından; İlk çağlardan bu yana Akdeniz’i Basra körfezine, Karadeniz’i Mezopotamya’ya bağlayan bir konuma sahiptir.

Diyarbakır’ın, doğal bir geçiş yolu olması her dönemde çekiciliğini arttırmış ve medeniyetlerin iz bıraktığı bir şehir olmuştur. Tarihin derinliklerinden gelen sayısız kültürün kucaklaştığı bir kenttir.

Tarih boyunca Amida, Amidi, Amid, Kara-Amid Diyar-Bekr, Diyarbekir ve Diyarbakır adlarını alan kent Güneydoğu Anadolu bölgesinin orta bölümünde El-Cezire denilen bölgede Bereketli hilalin kalbinde yer almaktadır.

Diyarbakır’ın köklü tarihi 12.000 yıl önceye uzanıyor. Son yıllarda kentin Bismil ilçesinde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda, M.Ö. 10.400-9250 yıllarında “KörtikTepe”de yerleşik hayata geçildiği ortaya çıkmıştır.

Anadolu’nun en eski tarımcı köy topluluklarının en güzel örneğini veren Ergani yakınlarındaki Çayönü Tepesi, günümüzden 10.000 yıl öncesine dayanan tarihiyle sadece bölge tarihimize değil dünya uygarlık tarihine de ışık tutmaktadır.

Paleolitik ve Mezolitik devirde de Diyarbakır ve çevresindeki mağaralarda yaşamın bulunduğu ortaya çıkmıştır. Silvan yakınlarındaki Hassuni Mağaraları, Ergani yakınlarında Hilar Mağaralarında bu çağdan kalma kalıntılar tespit edilmiştir.

M.Ö. 3000’li yıllarda şehrin merkezinde izlerine rastlanan Hurrilerin, bölgeye hâkim olmasıyla Diyarbakır’ı yurt edinme çabaları başlamış, ardından Mitaniler, Abbasiler, Mervaniler, Büyük Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Akkoyunlular ve Osmanlı gibi birçok medeniyete yurt olmuştur. Diyarbakır, medeniyetlerin mekânsal ve mimari özellikleriyle az bulunur kültür ve tarih mirası taşımaktadır.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Diyarbakır Surları, kentin sayısız eserlerinin başında gelmektedir. Kuşbakışı kalkan balığını andıran biçimiyle kenti baştanbaşa kuşatmış ve İç Kale ve Dış Kaleolmak üzere iki bölümden oluşmuştur.

Diyarbakır Surları, eskilik ve yükseklik bakımından dünyadaki kaleler arasında birinci sırada yer alır. Tamamına yakın kısmı günümüze ulaşan ve birçok medeniyetin izlerini taşıyan Diyarbakır Kalesi, zamana meydan okuyarak yaklaşık beş bin yıldır ayakta durmaktadır.

3-5 metre kalınlığı ve 11-12 metre yüksekliği ile görülmeye değer bir heybete sahiptir. 5.500 metre uzunluğundaki Diyarbakır Surları, 82 burçla taçlandırılmış ve şehrin boynuna adeta bir gerdanlık gibi sarılmıştır. Milad öncesi ve milad sonrası izleri, 63 ayrı kitabede ve sayısız figürlerinde saklamış, bir yazıtlar ve kabartmalar müzesi niteliğine sahiptir.

Kültürel kimliğiyle; yalnız Türkiye’nin değil, tüm dünyanın da en önemli kentlerinden biri sayılır. Kent tarihsel potansiyeliyle adeta bir Açık Hava Müzesi niteliğindedir. Birçok medeniyete beşiklik eden kent döneminin tanığı olmuş ve gelen her medeniyetin izlerini barındırmaktadır.

Paylaşın