Süper Lig: Galatasaray’dan Farklı Galibiyet

Süper Lig’in 17. hafta maçında Kayserispor ile Galatasaray, Kayseri Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem Mehmet Türkmen’in yönettiği karşılaşmadan Galatasaray, 5 – 1 galip ayrıldı.

Haber Merkezi / Galatasaray’ın gollerini 4. ve 71. dakikada Victor Osimhen, 29. ve 87. dakikada Barış Alper Yılmaz ve 51. dakikada Yunus Akgün, Kayserispor’un tek golünü ise 14. dakikada Stephane Bahoken kaydetti.

Galatasaray, bu galibiyet ile puanını 44’e yükseltti, Kayserispor ise 15 puanda kaldı.

2. dakikada Attamah’ın ceza sahası içerisinde elle oynadığı gerekçesiyle hakem Mehmet Türkmen beyaz noktayı gösterdi. 4. dakikada Kazanılan penaltıda topun başına geçen Victor Osimhen, meşin yuvarlağı ağlara gönderdi. 0 – 1

14. dakikada Kayserispor beraberliği yakaladı. Sol kanattan Ali Karimi’nin kullandığı korner atışında ön direğe koşu yapan Bahoke’nin kafa vuruşunda meşin yuvarlak ağlara gitti. 1 – 1

29. dakikada Victor Osimhen’in sağ taraftan ortasında ceza sahası içinde Dries Mertens topa dokundu, kaleci Onurcan son anda ayaklarıyla dokunarak kaleye gitmesini önledi. Onurcan’dan dönen topu önünde bulan Barış Alper Yılmaz’ıın vuruşunda meşin yuvarlak ağlara gitti. 1 – 2

51. dakikada Yunus Akgün, topu ceza yayına kadar sürerek sol ayağının üstüyle şutunu çekti ve meşin yuvarlağı ağlara gönderdi. 1 – 3

71. dakikada Yunus Akgün, ceza sahasının sağına hareketlenen Osimhen’e yerden bir pas verdi. Osimhen, ceza sahasının sağından yaptığı vuruşla meşin yuvarlağı ağlara gönderdi. 1 – 4

87. dakikada Yunus’un pasıyla sağ çaprazda kaleci ile karşı karşıya kalan Barış Alper Yılmaz’ın sert şutunda meşin yuvarlak üst direğin içine çarparak filelerle buluştu. 1 – 5

Stat: Kayseri

Hakemler: Mehmet Türkmen, Emin Tuğral, Serkan Çimen

Kayserispor: Onurcan Piri, Gökhan Sazdağı, Attamah, Jeanvier, Carole (Nazon dk. 83), Hasan Ali Kaldırım, Kartal Yılmaz, Karimi (Bourabia dk. 58), Cardoso, Boa Morte, Bahoken (Talha Sarıarslan dk. 83)

Galatasaray: Fernando Muslera, Kaan Ayhan (Jelert dk. 78), Davinson Sanchez, Abdülkerim Bardakcı, Ismail Jakobs (Berkan Kutlu dk. 78), Lucas Torreira (Berat Luş dk. 88), Gabriel Sara, Barış Alper Yılmaz, Dries Mertens (Batshuayi dk. 78), Yunus Akgün, Victor Osimhen (Metehan Baltacı dk. 86)

Goller: Bahoken (dk. 14) (Kayserispor), Osimhen (dk. 4 pen. ve dk. 71), Barış Alper Yılmaz (dk. 29 ve 87), Yunus Akgün (dk. 51) (Galatasaray)

Paylaşın

İstanbul Barosu’na “Terör” Soruşturması

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Barosu’nun “Nazım Daştan ve Cihan Bilgin” paylaşımı sonrası Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu ve yönetim kurulu üyeleri hakkında, “Terör” soruşturması başlattı.

İstanbul Barosu, “Basına yansıyan bilgilere göre, gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, 19 Aralık’ta Suriye’de yaşanan gelişmeleri takip ederken uğradıkları saldırı sonucu yaşamını yitirmişlerdir. Basın mensuplarının çatışma bölgelerinde hedef alınması, Uluslararası İnsancıl Hukukun ve Cenevre Sözleşmesi’nin ihlali niteliğindedir” ifadelerini kullanmıştı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu ve yönetim kurulu üyeleri hakkında, “Terör örgütü propagandası yapmak” ve “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” iddiasıyla resen soruşturma başlattı.

Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan yapılan açıklamada, “21/12/2024 tarihinde İstanbul Barosu tarafından resmi Twitter hesabından da duyurulan açıklamayla, PKK terör örgütü mensupları Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’i övücü nitelikteki sözler ile ayrıca sözde gazetecilik faaliyetleri ve gazeteci kimlikleri nedeniyle öldürüldükleri, devletimizin sözde savaş suçu işlediği şeklinde yanıltıcı bilginin yayılması şeklindeki tespitler nedeniyle İstanbul Baro Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığımızca, Terör Örgütü Propagandası Yapmak ve Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yaymak suçlarından resen soruşturma başlatılmıştır” ifadelerine yer verildi.

İstanbul Barosu, Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in Suriye’de hayatını kaybetmesine ilişkin olarak sosyal medya hesabından şu paylaşımı yapmıştı: “Basına yansıyan bilgilere göre, gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, 19 Aralık’ta Suriye’de yaşanan gelişmeleri takip ederken uğradıkları saldırı sonucu yaşamını yitirmişlerdir. Basın mensuplarının çatışma bölgelerinde hedef alınması, Uluslararası İnsancıl Hukukun ve Cenevre Sözleşmesi’nin ihlali niteliğindedir. Dahası, savaşa taraf olmayan sivillerin hedef alınması, Roma Statüsü 8/2/b/ii. maddesinde savaş suçlarından biri olarak ifade edilmiştir.

Dolayısıyla, silahlı çatışma bölgesinde görev yapan gazetecilerin korunmasına ilişkin kurallar, Uluslararası İnsancıl Hukukun bünyesindedir. Yine, bahsi geçen olaya ilişkin Şişhane Meydanında yapılmak istenen basın açıklamasında, aralarında Baromuz üyesi dört meslektaşımız ile iki hukuk fakültesi öğrencisi ve onlarca gazetecinin olduğu yurttaşlar gözaltına alınmıştır.

Uluslararası hukuku ihlal eden bu olaya ilişkin derhal soruşturma başlatılması ve sorumlulardan hesap sorulması gerekirken, Anayasal haklarını kullanan ve meslektaşları için yas tutan basın mensuplarının ve meslektaşlarımızın gözaltına alınması kabul edilemez bir durumdur. İki basın mensubu yurttaşımızın öldürülmesi olayıyla ilgili olarak etkin bir soruşturma yürütülmesini ve Anayasal haklarını kullanarak basın açıklaması yaptıktan sonra gözaltına alınanların derhal serbest bırakılmasını talep ediyor, sürecin takipçisi olacağımızı kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.”

İzmir Barosu’ndan İstanbul Barosu’na destek

İzmir Barosu’ndan, hakkında soruşturma açılan İstanbul Barosu’na destek geldi. İzmir Barosu’ndan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“İstanbul Barosu yalnız değildir! Suriye’de öldürülen iki gazeteci ile ilgili olarak sosyal medya hesabından yapılan açıklama nedeniyle İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu hakkında terör örgütü propagandası yapmak ve halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak suçlarından soruşturma başlatılması hukukun üstünlüğü, demokrasi ve ifade özgürlüğünün açık ihlalidir.

Hukuku baskı ve sindirme aracı olarak kullananlar, farklı düşüncesi ve sözü olan kurumları ve kişileri terör suçlamalarıyla susturmaya, sindirmeye çalışmakta, bu yolda kendilerine her gün yeni bir hedef aramaktadırlar. Bu yöntemler baskı ve zor kullanmadan yönetme kabiliyetini yitirmiş despot bir yönetimin iktidarını koruma çaresizliğinin göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

İstanbul Barosu Avukatlık Kanunu’nun kendisine verdiği sorumluluk ve yetki ile demokratik hakkını kullanarak görevini yapmıştır. Düşünce ve ifade özgürlüğünü kullananlara karşı suç duyuruları ve soruşturmalar yoluyla uygulanan baskıları kabul etmediğimizi bir kez daha yineleyerek söz konusu İstanbul Barosu açıklamasını İzmir Barosu olarak imzalıyoruz.

Eğer uluslararası hukuk ve Avukatlık Kanunu kapsamında görev yapmak suçsa bizi de yargılayın! İstanbul Barosunun yanındayız! Biliyor ve inanıyoruz ki bu karanlık elbet dağılacak, bu ülke çok yakında aydınlığa uyanacaktır.”

İstanbul Barosu’ndan tepki

İstanbul Barosu, soruşturmaya tepki gösterdi. İstanbul Barosu’ndan konuya ilişkin yapılan açıklama şöyle: “Baromuzun 21.12.2024 tarihinde yapmış olduğu bir açıklama nedeniyle, basında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldığı yönünde haberler çıkmıştır.

Baromuz, Anayasamız ve Avukatlık Yasası’nın 76, 95 ve 97. maddeleri gereği ‘Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak” görevi gereği, söz konusu metni paylaşmıştır.

Baromuzca yapılan açıklamada ‘Terör örgütü propagandası yapma’ ve ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ ile ilişkilendirilebilecek hiçbir beyan yer almamaktadır. Bu itibarla, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına atfen basına yansıyan haberlere konu isnatlar ve açıklama metnimiz arasında doğrudan veya dolaylı bir bağ kurulması kesinlikle olanaksızdır.

Kaldı ki, açıklama metninde Türkiye Cumhuriyeti ve kurumlarına yönelik hiçbir olumsuz ifade ve suçlama yer almamaktadır. Her zaman insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü savunan Baromuz, tüm Anayasal kuruluşları ve hukuk kurumlarını, usul kuralları başta olmak üzere, Anayasaya, yasalara ve hukukun genel ilkelerine saygı göstermeye çağırır.

Paylaşın

NASA, “Güneş’e Dalmaya” Hazırlanıyor

NASA’nın “Touch the Sun (Güneş’e Dokun)” adı verilen görev kapsamında 2018 yılında fırlattığı Parker Solar Probe’nin 24 Aralık’ta Güneş yüzeyine çok yakın bir noktadan dalması bekleniyor.

NASA’nın heliofizik bölümünde program bilimcisi Kelly Korreck, “Eğer hayal edebilirseniz bu, Güneş’in yüzeyine giden yolun yüzde 96’sını aştığımız anlamına geliyor,” dedi.

NASA’nın Güneş’i yakından incelemek için tasarladığı uzay aracı Parker Solar Probe, Güneş’in ‘içinden geçmeye’ hazırlanıyor.

Gelmiş geçmiş en hızlı ve Güneş’e en çok yaklaşmış uzay aracı unvanlı Parker Solar Probe, yıldızın dış atmosferi olarak da bilinen taç kürede uçarak ‘Güneş’e dokunmayı’ başarmıştı.

NASA şimdi uzay aracı için Güneş’in merkezine hiç olmadığı kadar yaklaşacağı bir rota çizdi.

Küçük bir araba boyutundaki uzay aracı, 24 Aralık’ta Güneş yüzeyine yaklaşık 6 milyon kilometre yaklaşacak. NASA’ya uzay aracı bu esnada yaklaşık 692.000 kilometre hızla hareket ediyor olacak.

NASA’nın heliofizik bölümünde program bilimcisi Kelly Korreck, “Eğer hayal edebilirseniz bu, Güneş’in yüzeyine giden yolun yüzde 96’sını aştığımız anlamına geliyor,” dedi.

Dünya’daki kontrolörler bu manevra sırasında uzay aracıyla iletişim kuramayacak. NASA, Parker Solar Probe’un Güneş’le buluşmasından sağ çıktığına dair bir sinyal alabilmek için yaklaşık üç gün beklemek zorunda kalacak.

Uzay ajansı, yakın temastan ilk görüntülerin muhtemelen ocak ayı içinde Dünya’ya iletileceğini bildirdi.

Korreck, aracın muhtemelen Güneş plazmalarının arasından geçeceğini ve hatta yıldızın aktif bölgelerine dalabileceğini belirtiyor.

Uzay aracı, Güneş’in gizemlerini keşfetme amacıyla, “Touch the Sun (Güneş’e Dokun)” adı verilen görev kapsamında 2018’de fırlatılmıştı.

Daha fırlatıldığı yıl “Güneş’e en çok yaklaşan yapay cisim” unvanını alan araç, Güneş’in korona diye bilinen atmosferinin daha önce keşfedilmeyen kısımlarını araştırıyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Babacan: Nüfusun Yüzde 5’i Zenginleşti, Yüzde 95’i Fakirleşti

Hükûmetin ekonomi politikasını değerlendiren DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “Ekonomi politikalarındaki başarı demek geniş kitlelerin refahının topyekûn artması, ülkenin topyekûn zenginleşmesidir” dedi ve ekledi:

“Şimdi eğer ‘Büyüdük’ diyorsanız ama büyümenin nimetlerinden nüfusun sadece yüzde 5’i yararlanıyorsa, yine TÜİK rakamları bunlar son 5 yılda nüfusun sadece yüzde 5’inin gelişmesi… Geri kalan yüzde 95’in geliri reel olarak ya sabit kaldı ya da düştü… Demek ki büyüdük dediğinizden istifade eden yüzde 5. Bu, yüksek faiz ve aynı zamanda rekabetin işlememesi sebebiyle, sonuçta belki hali vakti yerinde memnun küçük bir kesim, ama gittikçe fakirleşen, fukaralaşan geniş milyonlar… Tablo bu maalesef.”

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA Partisi) Genel Başkanı Ali Babacan, “Mesele Ekonomi” yayınında Semih Sakallı ve Erdal Sağlam’ın sorularını yanıtladı. 2025 Yılı Bütçe Kanunu Teklifi, asgari ücret zammı, tarım politikaları ve Suriye meselesine yönelik yaptığı değerlendirmelerde Ali Babacan şunları söyledi:

“Ekonomi politikalarındaki başarı demek geniş kitlelerin refahının topyekûn artması, ülkenin topyekûn zenginleşmesidir. Şimdi eğer ‘Büyüdük’ diyorsanız ama büyümenin nimetlerinden nüfusun sadece yüzde 5’i yararlanıyorsa, yine TÜİK rakamları bunlar son 5 yılda nüfusun sadece yüzde 5’inin gelişmesi… Geri kalan yüzde 95’in geliri reel olarak ya sabit kaldı ya da düştü… Demek ki büyüdük dediğinizden istifade eden yüzde 5. Bu, yüksek faiz ve aynı zamanda rekabetin işlememesi sebebiyle, sonuçta belki hali vakti yerinde memnun küçük bir kesim, ama gittikçe fakirleşen, fukaralaşan geniş milyonlar… Tablo bu maalesef.

KOBİ’ler, küçük esnaf cidden sıkıntıda. 23 milyon şu anda dava var. 23 milyon icra dosyası var Türkiye’de, biliyor musunuz? 86 milyonluk bir ülkede 23 milyon icra dosyası var şu anda mahkemelerde… Yani reel kesim KOBİ’ler belki de son yılların en zor şartlarını yaşıyorlar. Hele hele ihracatçılar yüksek faiz ödemek zorunda, maliyetleri artmış. Ama döviz kuru fazla değişmediği için satış fiyatlarını artıramamışlar. Satış fiyatları döviz kuruyla baskılanıyor ama maliyetler artmış, yüksek faiz. Bu şartlarda yeni yatırım da çok zor, ihracat artışı da çok zor. Olmuyor da nitekim.

Türkiye’de ilk defa bir nesil kendinden sonraki nesille ilgili endişeli. Yani bir nesil kendinden sonra gelen neslin daha kötü şartlarda yaşayacağından endişeli. Böyle bir şey yaşamamıştı ülke ya. Cumhuriyet tarihine bakın; her nesil bir öncekine göre daha iyi şartlarda, daha iyi şartlarda, daha iyi şartlarda yaşadı bu ülkede. Ama ilk defa son 10 yıldır bir nesil daha önceki nesilden daha düşük hayat standartlarına mahkûm kalıyor. Bu tarihi bir şey yani.

Türkiye’de bakıyorsunuz gıda enflasyonuna, bir de OECD ülkelerindeki gıda enflasyonuna bakıyorsunuz… Şimdi bunun en önemli sebebi tarımdaki girdi maliyet. Tarımda verilen destek çok az. Yani tarım politikalarında çiftçi desteği çok az. Dolayısıyla hem çiftçi gerçekten son derece sıkışmış durumda, çiftçinin büyük bir kısmı zarar ediyor. Ama aynı zamanda yükselen maliyetler sebebiyle gıda fiyatları artıyor ve OECD içerisinde en yüksek gıda enflasyonu şu anda Türkiye’de. Halkın temel ihtiyacı, yani olmazsa olmaz ihtiyacı bu gıda.

Avrupa Birliği’nin kendi içerisinde tarıma korkunç destek mekanizmaları var; çiftçi korunuyor. Çiftçiye destek veriyor ki çiftçi mümkün olduğunca ucuza mal etsin ve halk ucuza gıda tüketsin. Gerçekten işi bilen bir tarım kadrosu yok Türkiye’de… Tarım Bakanlığına baktığınızda Bakan’a bakın, yöneticilerine bakın. Gerçekten o işi bilen ve Türkiye’yi tanıyan insanlar yok. Kaldı ki dönüp dolaştığında bu işin bir koordinasyonu gerekiyor. Yani bir koordinasyon mekanizması içerisinde tarım politikalarının ele alınıp desteklenmesi gerekiyor.

Eğer tarıma sadece bütçeden ödeme yaptığımız bir yer, bu çiftçiler başımıza çıktı, durmadan bizden para istiyorlar falan diye bakıyorsanız yürümez. Ama bütüncül bir şekilde ya tarım önemli, gerektiğinde bankacılık sistemi üzerinden uygun kredilerle, bütçe üzerinden akıllıca tasarlanmış desteklerle biz hem çiftçimize sağlıklı tutalım hem çiftçimiz hayatını geçindireceği bir gelire sahip olsun, hem de vatandaşımız uygun şartlarda gıdaya ulaşabilsin diyorsanız, o zaman bu başka bir bakış açısı gerekiyor.

İmar rantı, emsal değişikliği, imar geçti meseleleri en büyük rantın oluştuğu alanlar. Bir avuç insan para kazansın diye, milyonlar çok daha pahalı konutlarda oturmak zorunda kalıyor. Ve konut, bırakın artık satın alma çoğu için hayal, kiralamak bile zorlaşıyor Türkiye’de. Peki bunun finansmanı nasıl olacak? Aslında bunun için biz, Konut Finansmanı Kurumu diye bir modeli Türkiye için önerdik. Önermeye de devam ediyoruz.

Bu, büyük ekonomilerin hepsinde olan bir sistem. Mesela Almanya’da vardır, Japonya’da vardır, Amerika’da üç tane vardır bunlardan. Yani konut finansmanıyla ilgili, konut kredilerini bankalardan toptan bir şekilde alıp, paketleyip, uluslararası piyasalarda buna yatırımcı çeken, bunun karşısında gelen nakit akışıyla da yeni konutları finans eden bir sistem. Nihayetinde, Hazine’nin burada önemli bir paydaşı olarak, sadece biraz kefalet, biraz arsa teminiyle önemli bir paydaşı olduğu Hazine’de, ama bankaların ve yatırımcıların da içinde olduğu bir sistem.

‘Kardeşim bu düzen büyük bir haksızlık! Bu düzen aslında insanlara büyük ve haksız kazançlar sağlıyor. Dolayısıyla bunu düzeltmemiz lazım. Bunu gerçekten bir adil bir mekanizmaya bağlamamız lazım’ diye bir dert de yok. Ama bunun çözülmesi için bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın, Başbakanı’nın ‘Ben bu işi çözeceğim arkadaş’ diye masaya vurması lazım. ‘Ben bu ülkede artık çete, mafya istemiyorum. Ben bu ülkede artık yolsuzluk istemiyorum. Ben bu ülkede artık kayıt dışı işlem istemiyorum arkadaş’ diye masaya yumruğunu vurması lazım.

TÜİK’in mutlaka dışarıdan denetlenmesi gerekiyor; doğru enflasyon olması gerekiyor. Yıllarca düşük gösterilmiş enflasyon, oradan birikmiş hak var. Ama genel anlamda şu işçinin hakkı, gerçek enflasyon artı büyümeden yani refahtan pay. Bunun ölçüsü bu. Bu ölçüye uygun bir şekilde mutlaka asgari ücret ayarlaması yapılmalı. Ama 1 Temmuz ıskalanmamalı yani. 1 Temmuz çok önemlidir. Yani 6 ay sonra bir nefes daha aldırsın insanlara. Az değil yani. Hele yüksek enflasyon döneminde… Mesela bu yıl 2024, çok yazık oldu ya. İşte yüzde 47 enflasyon var hâlâ. Yani yılbaşında senin tespit ettiğin 17 bin lira asgari ücret. Üzerine yüzde 47 enflasyon geldi. E niye arada bir zam vermedin ki 1 Temmuz’da? Mesela bir yüzde 25 falan ver. Ondan sonra da tamamla. Yapmadılar yani. Bu da bir başka garabet.

Mesela emekli maaşlarında da aynı şey oldu. En düşük emekli maaşı 12 bin 500’dü. Bir yıl sabit gitti. Ya niye 1 Temmuz’da ara zam vermiyorsun ki yani? Diyecekler ki para yok. E canım faize bulmuşsun işte para yani değil mi? İsteyince buluyorsun. Ya da düzgün yönet. Bu kadar yüksek faiz ödeme de emekliye öde. Bunlar mümkün yani. Ama iş olmayınca, beceriksizlik ve başarısızlık olunca tabii bahane üretmekten kolay bir şey yok. Ama ben tekrar buradan çağrı yapıyorum. Hâlâ vakit var. 1 Temmuz’u işçiler de işverenler de unutmasın. Hükûmet hiç unutmasın. Çünkü yıllarca, her yıl 1 Temmuz’da ara zam verilirken şu anda niye konuşulmuyor, ben bunu anlamış değilim. Çünkü alın terinin hakkıdır, emeğinin hakkıdır. Onun ziyan olmaması lazım.

“Türkiye’nin de muhtemelen haberi vardı”

Rejimin bu kadar hızlı devrileceği; bunlar planlı mıydı, yoksa artık süreç içerisinde mi gelişti bilemiyoruz. Türkiye’nin de muhtemelen haberi vardı bana göre. Ama bunu finansman olarak desteklemek ya da lojistik olarak desteklemek, ‘HTŞ Türkiye’nin kontrolünde bir örgüttür’ falan diyecek, öyle bir durum yok. Zaten Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan makul açıklamalarda da bunun böyle olduğu teslim ediliyor. Ama bir de iktidarın bir iletişim makinesi var.

İletişim makinesi de, ‘Halep Fatih’i Cumhurbaşkanımızdır, Şam’ın Fatih’i Cumhurbaşkanımızdır’ diye bir iletişim pompalıyor öbür taraftan. Şimdi siz fetihten bahsettiğinizde, oradaki o Halep’e plaka numarası verdiğinizde, Şam’a plaka numarası verdiğinizde falan, bu sefer ne oluyor uluslararası kamuoyunda? Yani herhalde bunlar aklı olan insanlar… Hani bu iletişim makinesinden bu bilgilerin çıktığını öngöremeyecek şeyler değil. Hükûmet deyip de, ‘Ya evet ama sosyal medyada da böyle bir şey yayılmış, bana ne bilmiyorum’ falan filan diyecek durumu yok. Yani bunu da herkes biliyor.

Şimdi bu dış politikayla, dış güvenlikle ilgili meseleyi siz içeride, iç politikada günlük bir araç haline getirirseniz, işte o ülkeyi yanlış yollara sokar. Yani bu iç politika kaygısıyla ya da içeride bir kahramanlık hikâyesi üretme kaygısıyla dışarıda işler yapmaya başlarsanız, bir süre sonra yanlış adımlar, yanlış kararlar alırsınız. Onun için bu işlerde özü sözü bir olmak lazım. Yani Dışişleri Bakanlığı ne diyorsa hükûmetin iletişim mekanizması, trolleri falan da aynı şeyi söylemesi lazım.

HTŞ ile Türkiye’nin diyaloğu var. İleride potansiyel bir etkisi olabilir Türkiye’nin. Yani olumlu ve yapıcı bir şekilde bizim HTŞ üzerinde etkimiz olabilir. Bu etkiyi çok akıllı bir şekilde kullanmak lazım. Ve Suriye’nin istikrarı için kullanmak lazım. Kendi haklı güvenlik kaygılarımızı iyi anlatmamız lazım. Suriye’deki varlığımız, Türkiye kamuoyuna bir kahramanlık hikâyesi anlatmak için değil; ‘Suriye’deki varlığımız, kendi güvenliğimiz ve Suriye’nin istikrarı için’ diye özü sözü bir iletişim lazım yani. Onu yapmıyorlar. Onu yapmadıkları için de bu içerideki bu iletişim, bu hava gittikçe hükûmeti ileride dar bir köşeye sıkıştırabilir.”

Paylaşın

Bahçeli, “Suriye” Üzerinden CHP’ye Yüklendi

CHP’den gelen “Suriye” eleştirilerine sert sözlerle yanıt veren MHP Lideri Devlet Bahçeli, “CHP’nin Suriye politikası, Baas menşelidir. CHP’nin gayrimilli ve gayriahlaki siyasetinin başka türlü izahını yapmak boşuna emek ve zaman israfıdır. Türkiye’nin karşısında mevzilenen CHP’nin siyaseti iflas bayrağını çekmiş, üstelik Esad’ın kanlı mazisine bağlandığı kesinleşmiştir. Bu utanç verici ilkesizlik Türkiye’de hiçbir muhalefet partisine yakışmayan bir alçalma halidir” dedi ve ekledi:

“CHP Genel Başkanı, Suriye’nin devrik zalimi Esad kaçtı kaçalı neredeyse karalar bağlamış, matemden gözlerini feri sönmüştür. Kendisine tavsiyem bu kadar üzülmemesi, bu kadar kendisini sıkıntıya sokmamasıdır. Eğer yüreği varsa, muhabbet ve hürmeti bakiyse Moskova’ya saklı gizli giderek Esad ile kucaklaşması ve hasretini gidermesi mümkündür. Önüne geçen de zannediyorum olmayacaktır. CHP’nin siyaseti Türkiye’ye karşı siyasettir. CHP’nin siyaseti emparyalizme bağlı ve bağımlı siyasettir. Türkiye’nin Suriye’de kaybettiğini ABD ve İsrail’in kazandığını söylemek için bölgesel siyasetin iç yüzüne Özgür Bey gibi bakarken görmemek, konuşurken duymamak kafidir.”

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, MHP Siyaset ve Liderlik Okulu’nun eğitim faaliyetlerini tamamlaması dolayısıyla düzenlenecek 20’nci Dönem Sertifika Töreni’ne katıldı. Bahçeli burada yaptığı konuşmada, şunları kaydetti:

“Bugünkü müzmin ve münasebetsiz muhalefet anlayışının bugüne kadar hiçbir şeyden ders almadığı, daha da kötüsü buna niyetinin olmadığı az çok hepimizin malumudur. Sırf muhalefet için muhalefet yapanlar, ağızlarını yalan için açanlar, her meseleyi saptırmak için konuşanlar esasta siyasetin konusu değildir. Bunlar patolojik vakalardır, histeri krizine yakalanmışlardır. Türk ve Türkiye vizyonu, muzaffer geçmişimizin mucizevi geleceğe düşen cemresidir. Doğru siyaset, doğru düşünce, doğru zaman, zemberek Türk devri, zemin Türk dünyası.

Ne hayallarimize sınır koyuyoruz ne hedeflerimize gem vuruyoruz. Öz güvenimizi zedeleyen ürkekliği kabul etmiyoruz. Yanlış ve yanıltıcı bir vizyonun at gözlüklerinden bakmıyoruz. Bireysel çıkarları öne almıyor, siyasi hırslara boyun eğmiyoruz. Kardeşliğin kalleş tertiplerle tahribine müsade etmiyoruz, etmeyeceğiz. Gelecek nesillere, ecdattan evlada umutlu, huzurlu, güvenli, mamur, muassır ve müreffeh, küresel liderliğe gözünü dikmiş bir Türkiye’yi emanet olarak tevdi edelim. Barıştan herkes bahseder ancak simgelediği muazzez anlam üzerine düşünen, bunun gereğini soylu mizacıyla yerine getiren ne hikmetse çok azdır. Demokrasiyi, özgürlüğü, insan haklarını önüne gelen işine geldiği şekliyle keyfi yetene kadar diline pelesenk eder de hakiki mesaj ve muhtevalarına kafa yoran neredeyse parmakla gösterilecek kadar sınırlıdır. Şuur kepenklerini indiren duygusal, ideolojik ve dogmatik amirler, her seferinde görüş açımızı kapatan kör noktalardır.

Biz olayların peşinden sürüklenen değil, olayların rotasını belirleyen kuvvetli fikir ve düşünce sistematiğine sahibiz. Bu kapsamda kaynağını Türk-İslam ülküsünden bulan Türk milliyetçileriyiz. Hadiselerin oyuncağı değil, kurulan tuzakları, oyunları bozan dava neferleriyiz. Biz MHP’yiz. Türkiye’nin gücü ve güvencesi Cumhur İttifakı’yız. Tahsil ve terbiyemiz vatan ve millet sevdası ile temayüz etmiştir. Sipariş telkinlere, sinsi kulislere sonuna kadar kapalıyız. Hür ve bağımsız vicdanımızla Türk milletinin tarihi kadar köklü fikir yapımızla ayırmayı ve bölmeyi reddeden kucaklayıcı siyasetimizle millete hizmet için yanıp tutuşuyoruz.

Komşu ülke Suriye’de 13 yıldır süren iç çatışma dönemi yerini yeni bir gerçekliğe bırakmıştır. 61 yıllık Baas, 54 yıllık Esad zilleti sona ermiş; Suriye yeni bir siyaset kulvarına girmiştir. Bu siyasetin dengeli ve kapsayıcı olması çok acılar çeken Suriye halkını layık olduğu mertebelere bütünlük ve kardeşlik içerisinde oluşturması yegane temelimizdir. Suriye’nin istikrarı, Türkiye’nin güvenliği açısından olmazsa olmaz önemdedir. Suriye’nin siyasi ve toprak birliğinin muhafazası iç barış ve huzur ortamının hiçbir kaza ve kesintiye mahal vermeden tesisi hem komşuluk hukukumuz hem bölgesel sükunet ve güvenlik bakımından ihmal edilemez bir ihtiyaçtır.

Suriye’nin geleceğine karar verecek olan Suriyelilerdir. Ancak bu karar sürecinde samimi, dostane, yapıcı ve destekleyici şekilde Türkiye’nin paylaşacağı pek çok tecrübesi olduğu muhakkaktır. Tüm rejim muhaliflerinin öncülüğünde 8 Aralık’tan itibaren tezahür eden geçiş dönemi, ümit ediyorum ki Suriye’nin derlenip toparlanmasında mühim bir eşik olacaktır. Geçiş dönemini takip eden önümüzdeki aylarda anlaşılan geçici yönetim tezahür edecek ardından anayasa hazırlığı ile beraber siyasi partilerin kurulup seçimlerin yapılması gündeme gelecektir.

Suriye’nin demokrasiye intikali ile birlikte uluslararası topluma entegre edilmesinde Türkiye her türlü katkıyı vermeye hazırdır. Dost ve kardeş Suriye halkı zulümden çok çekmiştir. Izdıraplı yılların ardından barışçıl havanın egemen olması memnuniyet vericidir. Esad rejiminin karanlık sayfaları açıldıkça gün yüzüne korkunç vakalar çıkmaktadır. Sednaya Hapishanesi’ndeki insani felaketler hepimizin yüreğini titretmiştir. Yerin onlarca metre derinliğinde hücrelere kapatılan. işkenceyle katledilen masumların hesabı katil Esad’dan mutlaka sorulmalıdır. Bu alçak Lahey Adalet Divanı’nda cani Netanyahu ile birlikte en yakın sürede yargılanmalıdır.

“CHP’nin Suriye politikası, Baas menşelidir”

CHP’nin Suriye politikası, Baas menşelidir. CHP’nin gayrimilli ve gayriahlaki siyasetinin başka türlü izahını yapmak boşuna emek ve zaman israfıdır. Türkiye’nin karşısında mevzilenen CHP’nin siyaseti iflas bayrağını çekmiş, üstelik Esad’ın kanlı mazisine bağlandığı kesinleşmiştir. Bu utanç verici ilkesizlik Türkiye’de hiçbir muhalefet partisine yakışmayan bir alçalma halidir. CHP Genel Başkanı, Suriye’nin devrik zalimi Esad kaçtı kaçalı neredeyse karalar bağlamış, matemden gözlerini feri sönmüştür. Kendisine tavsiyem bu kadar üzülmemesi, bu kadar kendisini sıkıntıya sokmamasıdır.

Eğer yüreği varsa, muhabbet ve hürmeti bakiyse Moskova’ya saklı gizli giderek Esad ile kucaklaşması ve hasretini gidermesi mümkündür. Önüne geçen de zannediyorum olmayacaktır. CHP’nin siyaseti Türkiye’ye karşı siyasettir. CHP’nin siyaseti emparyalizme bağlı ve bağımlı siyasettir. Türkiye’nin Suriye’de kaybettiğini ABD ve İsrail’in kazandığını söylemek için bölgesel siyasetin iç yüzüne Özgür Bey gibi bakarken görmemek, konuşurken duymamak kafidir. Trump’ın Cumhurbaşkanımıza yönelik müspet mesajlarını bile hırçın şekilde saptırıp kıskançlıktan deliye dönen ve çarpık mantığıyla tevil eden CHP Genel Başkanı mertlikten ve millilikten nasibini almayan yarım adamdır. Kallavi Özgür Bey’in başına yakışmıyor.

Eğer ne demek istediğimi merak ediyorsa ki yeni bir şey öğrenirse sevinirim. Tanzimat Dönemi sadrazamlarından Mehmet Emin Rauf Paşa’nın hayatını tetkik edebilir. CHP’nin Türkiye hazımsızlığı Türkiye’nin haklı ve meşru mücadelelerini karalaması, her milli meselede muhasım mevzide konuşlanması siyasi erimeye örnektir. Suriye’deki gelişmeleri ne zafer havasıyla takdim etmek ne hezimet ve hüsran iddialarıyla kötülemek doğru ve hakkaniyetli bir tavır değildir. İhtiyatlı, temkinli, dengeli şekilde ve iyi niyet temelinde komşu ülke Suriye ile ilişkileri geliştirmek, muhtemel bütün senaryolara karşı hazırlıklı olmak en doğrusudur.

Yanı başımızda yeni bir siyasal sistem kurulacaktır ve bunu kuracak olan Suriye halkıdır. Beklentimiz Türkiye ve Suriye diyaloglarının altın çağının yaşamasıdır. Suriye toprakları bölücü terörden tamamen arındırılmalıdır. Suriye’de PKK ve YPG’ye kesinlikle yer olmamalıdır. Bu örgüt silahlarını Suriye’nin geçiş hükümetine devretmelidir. Suriyeli olmayan örgüt üyeleri sınır dışı edilmelidir. Tek bir terörist sınırlarımızda nefes dahi almamalıdır. Artık bölücü teröre tahammülümüz asla yoktur. Teröristler elini kolunu sallayarak artık hiçbir yerde dolaşamayacaktır.

Suriye’nin devlet ve toplum hayatını pozitif bir dille ve herkesi kucaklayan bir hassasiyetle yeni baştan inşa etmeye koyulan Esad muhaliflerinin açıklamaları bize göre çok ama çok olumludur. Ne Türkiye’de ne Suriye’de ne de Irak’ta bölücü kiralık tetikçilere hayat yoktur, umut yoktur, gelecek yoktur. Fitnenin başına gök kubbe yıkılmalıdır. Suriye’nin eşit egemen vasfına riayet ve saygı uluslararası toplum adına bir mükellefiyettir. Aynısı Türkiye Cumhuriyeti için de geçerlidir. Hiç kimse bu ahlaki ve hukuki mesuliyetten kaçamayacaktır. Suriye’de yaşayan Kürt kardeşlerimiz ile bölücü terör örgütü arasında en ufak bir irtibat söz konusu değildir. Türkiye ve Suriye’de yaşayan Kürt kardeşlerimiz, terörizmin ablukasına karşı uyanışa geçmiş, artık kan tacirlerinin gerçek niyet ve yüzünü görmüştür. Kürtler kardeşimizdir. Terör örgütü iki cihan hasmımızdır.

DEM Parti ise CHP’nin tahrik, taciz ve istismar siyasetine alet olmadan Türkiye partisi olma yönünde kararlı adımlarla yürümelidir. İmralı ile sağlanacak görüşmeler sonucunda terörün bittiği, terör örgütünün lağvedildiği ortak gelecek ideali insan ve millet çerçevesinde açıklanmalıdır. Terör örgütü için sona gelinmiştir. Cinayet örgütünün miladı dolmuştur. Barış, huzur ve kardeşlik kazanacak; terör ve bölücülük kaybedecektir. Türkiye ve Suriye kazanacak, emperyalizmin kaos planları kaybedecektir. Türk milleti yeni yüzyılda milli birlik ve kardeşliğin dünya genelindeki timsali olacaktır. Silahlar susmakla kalmayacak hepsi birden kırılıp atılacak veya devlete teslim edilecektir. Türk-Kürt kardeşliği millet bünyesinde taçlanacaktır.

Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de kalıcı barış ve sürdürülebilir istikrarın sağlanması konusunda iç cephesini tahkim eden Türkiye’nin yapacağı pek çok şey vardır. İsrail’in korsan ve haydut yayılmacılığı durdurulmalıdır. Golan Tepeleri’nden çekilmediği takdirde geniş bir yaptırım ve mücadele stratejisi geliştirilmelidir. Siyonist barbarlık Türkiye’nin daha fazla sabrını zorlamaktan uzak durmalıdır. Bu en azından kendisi için hayırlı bir adım olacaktır. Şam’a gözünü diken Tel Aviv’de Kudüs’te Osmanlı şamarını yiyeceğini hiç kimse unutmamalıdır. Şam güvendeyse, günü geldiğinde Kudüs de güvende olacaktır.”

Paylaşın

Erdoğan’dan” Yeni Anayasa” Açıklaması: İlk 4 Madde İle Tartışmamız Yok

Erdoğan, muhalefetin yeni anayasa çağrısına olumlu yanıt vermemesine ilişkin, “Mızıkçılık yaparak, kaçarak, işi yokuşa sürerek, bu ülkeye hizmet edilir mi? Muhalefet demek her şeye karşı çıkmak, itiraz etmek midir? Muhalefet samimi çağrılarımıza kulak tıkasa da siviller eliyle yapılmış demokratik, kuşatıcı, özgürlükçü anayasa ihtiyacımız var.” dedi ve ekledi:

“Yeni anayasa Türkiye için lüks değil, çok kalmış bir ihtiyaçtır. Bu yönde atılacak bir adım Türkiye Yüzyılı hedefimize daha hızlı ulaşılmasını sağlayacaktır. Meclisimizdeki partilerin çoğunun ilk 4 madde başta olmak üzere pek çok hususta hemfikir olduğunu memnuniyetle müşahede ediyoruz. AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın da yeni anayasa iradesi zaten güçlüdür, diridir, dinamiktir. En yılların en çoğunlukçu aritmetiğine sahip 28. dönemde, Meclis’in kendisinden bekleneni özellikle yerine getirmesini ümit ve arzu ediyoruz. Böylece evlatlarımıza daha özgür, müreffeh, güçlü bir ülke bırakma ülkümüze biraz daha yaklaşmış olacağız.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Muğla’da bir otelde STK temsilcileriyle bir araya geldi. Erdoğan’ın konuşmasından başlıklar şöyle:

“Seçim kazanmak, seçimden birinci çıkmak elbette önemlidir. Ama aslolan milletin gönlünü kazanmak, hayır duasına mazhar olabilmektir. Bize oy versin ya da vermesin kimseyi ayırmadan, ötekileştirmeden tüm Türkiye’ye hizmet etmek için gece gündüz çalışıyoruz. Bizim siyaset felsefemizde ayrımcılık asla yoktur. Kimseyi inancından, tercihinden, meşrebinden, siyasi partisinden dolayı dışlama yoktur. Etnik kökeni, dünya görüşü sandıktaki tercihi ne olursa olsun 85 milyonun her bir ferdi bizim öz be öz kardeşimiz, canımızın bir parçasıdır. Hep söylüyorum, 85 milyonluk devasa büyük aileyiz. Vatanımız, bayrağımız, İstiklal Marşımız, mazimiz, istikbalimiz birdir. Allah’ın izniyle bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.

Bu ülkenin yakın geçmişinde gerçekten büyük acılar yaşandı. Milletin tercihleri yok sayıldı. Milli iradeye darbe vuruldu. Gençlerimizi sokak olaylarında kurban verdik. 40 yıllık terörle mücadelemizde nice koçyiğit ömrünün baharında iken toprağa düştü. Maraş ve Çorum olaylarında insanımızı birbirine kırdırdılar. Sermayenin renklere ayrıldığı, baskıların, tehditlerin, zorbalıkları ayyuka çıktığı, insanların fişlendiği olağanüstü dönemler yaşandı. Kürt kardeşlerimiz bir tarafta terör örgütünün diğer tarafta dikta heveslisi bir avuç kibir abidesinin olduğu cendereye sıkıştırıldı. Kılık kıyafetinden, dış görünüşünden dolayı insanlarımız hakarete maruz kaldı.

Alevi-Bektaşi vatandaşlarımız asırlardan süzülüp gelen kültürlerini tam yaşayamıyor, kimliklerini korkusuzca dile getiremiyordu. Başörtülü kızlarımızın en temel hakları eğitim, çalışma hakları keyfi sebeplerle gasp edilmiş, kısıtlanmıştı. Kerameti kendinden menkul seçkinler mutlu hayat sürerken, toplumun kahir ekseriyeti ya yasaklarla ya da yokluk ve yoksullukla boğuşuyordu. Daha bunun gibi sayısız zorluk, sınamayla karşılaştık. Allah’a hamdolsun bunların neredeyse tamamını artık geride bıraktık.

Krizlerin ve belirsizliklerin kol gezdiği Türkiye’yi son 22 yılda tekrar ayağa kaldırdık. 2002’de 230 milyar dolar ekonomik büyüklüğü olan ülkemizi geçen sene 1 trilyon 130 milyar dolarlık büyüklüğe kavuşturduk. Milli gelirimizin yıl sonunda 1 trilyon 331 milyar dolara, kişi başına gelirimizin ise 15 bin 551 dolara yükselmesini bekliyoruz. İhracatımızı 36 milyar dolardan aldık, 261 milyar doların üzerine çıkardık. Ayrıca bizden önce hayal dahi edilemeyen nice önemli reformu, hak ve özgürlük hamlesini, sabırla, azimle ve kararlılıkla hayata geçirdik. Türkiye’yi güven ve istikrarla uyum içinde en önemlisi de birlik, beraberlik, kardeşlik içinde hamdolsun bugünlere getirdik.

Elini vicdanına koyan herkes geçmişin Türkiye’siyle bugünün Türkiye’si arasındaki devasa farkı görüyor ve kabul ediyor. Yapılanları objektif olarak değerlendiren her bir insanımızın ülkemizin 22 yıldır kat ettiği büyük mesafeyi tasdik ve takdir ediyor. Ekonomide, diplomaside, ticarette, turizmde, savunmada, sağlıkta hasılı aklınıza gelebilecek her alanda gerçekten hiç umulmadık başarılara imza attık.

Şurası da bir gerçek: Hayatın dinamizmi içerisinde beklentiler ve talepler de dönüşmektedir. Dünya değiştikçe insanın aynı kalması fıtrata aykırı bir durumdur. Siyasetin görevi sorulara ve sorunlara makul cevaplar üretmek, halktaki değişim iradesini doğru enstrümanlarla yönetmektir. Şunu da gözden ırak tutmamalıyız: Türkiye gibi demokrasisi 42 yıl önce yapılmış darbe anayasasıyla malul olan ülkelerde değişimi yönetmek çok daha çetrefillidir. Bunun için Türkiye’nin darbe anayasası kamburundan kurtulmasının şart olduğunu uzun bir süredir ısrarla dile getiriyoruz. Bu çağrıyı da muhalefetin iddia ettiği gibi gündem kaygımızdan değil tam aksine ülkemizin yeni anayasa ihtiyacını gördüğümüz için yapıyoruz.

“Yeni anayasa Türkiye için lüks değil, çok kalmış bir ihtiyaçtır”

Ama bizim öyle bir muhalefetimiz var ki, bırakın çözümün parçası olmayı sorunun katlanarak katlanarak büyümesi için elinden geleni ardına koymuyor. Anayasa dahil ülkenin herhangi meselesinde önerileri var mı? Yok. İstemezükten başka lügatlarında kelime var mı? O da yok. Böyle gitsin. ‘Aman Ali Rıza Bey ağzımızın tadı kaçmasın’ modunda son derece konforlu alanda siyasetçilik oynuyorlar. Allah aşkına böyle siyaset olur mu? Mızıkçılık yaparak, kaçarak, işi yokuşa sürerek, bu ülkeye hizmet edilir mi? Muhalefet demek her şeye karşı çıkmak, itiraz etmek midir? Muhalefet samimi çağrılarımıza kulak tıkasa da siviller eliyle yapılmış demokratik, kuşatıcı, özgürlükçü anayasa ihtiyacımız var. Yeni anayasa Türkiye için lüks değil, çok kalmış bir ihtiyaçtır. Bu yönde atılacak bir adım Türkiye Yüzyılı hedefimize daha hızlı ulaşılmasını sağlayacaktır.

Meclisimizdeki partilerin çoğunun ilk 4 madde başta olmak üzere pek çok hususta hemfikir olduğunu memnuniyetle müşahede ediyoruz. AK Parti ve Cumhur İttifakı’nın da yeni anayasa iradesi zaten güçlüdür, diridir, dinamiktir. En yılların en çoğunlukçu aritmetiğine sahip 28. dönemde, Meclis’in kendisinden bekleneni özellikle yerine getirmesini ümit ve arzu ediyoruz. Böylece evlatlarımıza daha özgür, müreffeh, güçlü bir ülke bırakma ülkümüze biraz daha yaklaşmış olacağız. Bu süreçte Muğla’nın iş dünyasıyla, sivil toplumuyla, kanaat önderleriyle bizim yanımızda olması çok önemlidir.

Bütün avantajlarına rağmen Muğla yerel yönetimler boyutunda maalesef hak ettiği ilgiyi görmüyor. Muhalefetin siyasi meselelerdeki lakayt tavrı, yönettikleri şehirlerdeki yerel yönetimlerle ilgili konulara da sirayet ediyor. Sorun çözmek, milletin sıkıntılarını ortadan kaldırmak gibi bir dertleri yok. Polemik ve mazeret üretmeye harcadıkları enerjiyi şehirlerine hizmet etmeye ayırsalar inanın şehirlerimiz çok farklı bir yerde olurdu. Ama bu konuda herhangi bir değişim işareti göremiyoruz.

Bakınız her yıl Muğla ve Bodrum yaklaşık 1,5 milyon misafir ağırlıyor. Ülkemizin turizmdeki hedefleri büyüdükçe buralara gelen yerli ve yabancı ziyaretçi sayısı doğal olarak artıyor. Turizmde 2024 yılı hedefimiz 60 milyon ziyaretçi. Biz turizmde gaza basarken yerel yönetimler tarafında bir atalet; hatta sabotaja varan bir duyarsızlık görüyoruz. Turizmden ekonomik olarak ciddi gelir elde ediyorlar ama iş altyapı ve  üstyapı adımlarına gelince hiçbir adım atmıyorlar.

Örneğin Bodrum başta olmak üzere Muğla’nın birçok ilçesinde içme suyu sıkıntısı çekiliyor. Bu asırda bu zamanda! Ancak görevi içme suyu sorununu çözmek olanlar sorunu görmezden, duymazdan geliyorlar. İstanbul gibi bir şehrin belediye başkanlığını yapmış kardeşiniz olarak,  üstelik de çöp, çukur, çamur, susuzluk bunları yaşayan bir İstanbul devralmıştım. Orada bütün bu sorunları 1 yıl içerisinde sildik, süpürdük. Şimdi aynı durum maalesef Muğla’da var mı, var.

Kirlilik sebebiyle neredeyse canlının yaşamadığı İzmir Körfezi’nde için de aynı şeyler geçerli. Orada da İzmir’e hizmet etmemeyi hayat tarzı üzerinden meşrulaştırmaya çalışan garip bir zihniyet var. Eser ve hizmet siyasetiyle temayüz etmek yerine korkuları körükleyerek, ideolojik belediyecilik yaparak beceriksizliklerini örtmeye çalışıyorlar.

Su sorununu çözmek DSİ’nin görevi değildir. Su sorununu çözmek büyükşehirlerde, büyükşehir belediyelerinin görevidir. Sorunu ben yaşadığım için söylüyorum. İstanbul’u susuzluktan aldık ve kısa zaman içerisinde de sorunu çözdük. Şimdi CHP’nin büyükşehir belediyelerine bakın. Acaba bu sorunları çözdüler mi, çözüyorlar mı, böyle bir dertleri var mı? Muğla büyükşehir. Büyükşehirde su sorunu niçin çözülmez? Aynı durum Van’da vardı. Van’da da Veysel Bey bakan olduğu zaman baktık ki Van maalesef su sorununu çözemiyor. O zaman Veysel Bey’e dedim ki ‘Burada yaşayanlar bizim insanımız, yatırımı yap ve Van’ın su sorununu DSİ ile çözelim’. Van’ın su sorununu biz o zaman DSİ ile çözdük.

Muğla’nın, Bodrum’un içme suyu sorununu çözmek için kolları sıvadık. Yatırım programına aldığımız projemiz ile Muğla il merkezinin içme suyu ihtiyacını inşallah karşılayacağız. Toplam 7,6 milyar lira maliyeti olan proje ile yıllık 7,32 milyon metreküp içme suyu depolama, günlük 45 bin metreküp kapasiteli arıtma tesisi ve 12,3 kilometresi tünel olan toplam 80 kilometrelik isale hattını devreye alacağız. Bodrum Barajı’nın proje çalışmalarını da seneye başlatıyoruz. Bodrum’un kanayan yarasına inşallah merhem olacağız.

Bodrum-Yalıkavak yolunun kalan 7 kilometresinin ihalesini yaptık, çalışmalara başladık. inşallah seneye onu da bitiriyoruz. 69 kilometre uzunluğundaki Söğüt-Seydikemer yolunun 21 kilometresini bölünmüş yol olarak tamamladık. 51 kilometrelik Seydikemer-Kalkan yolunun 12 kilometresini tamamladık, kalan kısmı ile çalışmalarımız sürüyor. Marmaris-Datça yolunun 50 kilometresini bitirdik. Kalan 18 kilometre içinde çalışmalarımıza devam ediyoruz. İlçeleriyle birlikte tüm Muğla’yı muhalefetin beceriksizliğine mahkum etmeyeceğiz.”

Paylaşın

Özel’den Sosyalist Enternasyonal’de “Suriye” Çıkışı

Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı’nda konuşan CHP Lideri Özgür Özel, “Değerli yoldaşlarım, tüm dünya büyük bir düzensiz göç kriziyle karşı karşıya. Göçmenleri ekonomik sorunların ve toplumsal gerilimlerin başlıca sebebi olarak gösteren radikal sağ politikalar, yabancı düşmanlığını ve ayrımcılığını körüklemektedir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bununla beraber göç ile ekonomi, güvenlik ve toplumsal sorunlar arasındaki bağ nedeniyle toplumun siyasetten bu soruna çözüm üretmesi beklentisi yadsınamaz bir gerçektir. Ortadoğu, dünya nüfusunun yüzde 5,5’ini oluşturduğu halde dünyadaki sığınmacı ve göçmenlerin yüzde 58’i bu bölgede bulunmaktadır. Dahası Suriyeli sığınmacılar, bu göçmenlerin yüzde 27’sini oluşturmaktadır ve bunların en büyük kısmı da ülkem Türkiye’dedir.”

Özel, konuşmasının devamında, “Türkiye gibi milyonlarca göçmene ev sahipliği yapan bir ülkede göçle bağlantılı sorunların görmezden gelinmesi mümkün değildir. Türkiye, göç sorununu en fazla yaşayan, dünyanın ise hakkaniyetli davranmaktan kaçındığı ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye, göç sorunu ile mücadele ederken, göç yükünü adaletli bir şekilde paylaşacak bir dayanışma içinde olunması temel beklentimiz ve çağrımızdır.” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Fas’ın başkenti Rabat’ta gerçekleştirilen Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısına katıldı. Burada konuşan Genel Başkan Özel, şu ifadeleri kullandı:

“Değerli yoldaşlarım, dünyada bir süredir sağ popülizmin, radikal sağın ve seçimli otoriterliğe yaslanan siyasi anlayışların etkisi artmaktadır. Bu gidişat, demokrasinin temel ilkelerine ve insan haklarına meydan okumaktadır. Bu siyasi anlayış, bir yandan da toplumsal kutuplaşmayı artırmakta, toplumsal değişim taleplerinin önünü tıkamakta; kadın, emek, çevre hakkı gibi pek çok temel hakları geri plana itmektedir. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2023-2024 İnsani Gelişme Raporu’na göre bir yandan demokrasinin temel kurallarını ve kurumlarını aşındıran liderler maalesef güçlerini artırıyor, bir yandan da demokrasiye yönelik küresel destek yüzde 90 düzeylerinde. Bunun adı ‘demokrasi paradoksu’dur.

Bu paradoksu aşmak, her alanda adaletli, güvenli ve güvenceli bir düzeni savunan sosyal demokrat anlayışın kararlı iradesiyle mümkündür. Bu iradenin toplumsal desteğinin dünyanın farklı coğrafyalarında güçlü olduğunu görmek umut vericidir. Örneğin lideri olduğum Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’de son yerel seçimlerden birincilikle çıkmıştır. Dahası 47 yıl sonra Türkiye’nin birinci partisi olmuştur ve güvenle iktidara doğru yürümektedir. Şu anda kazanmış olduğumuz belediyeler, sosyal demokrasinin temel ilkelerinin somut uygulama alanlarına dönüşmüştür. Bu dayanışmacı, kalkınmacı, refah temelli, yani halkçı uygulamalar bir yandan kutuplaşma iklimini dağıtmakta, bir yandan da sosyal adaletin ve kalkınmanın önünü açmaktadır.

Değerli yoldaşlarım, tüm dünya büyük bir düzensiz göç kriziyle karşı karşıya. Göçmenleri ekonomik sorunların ve toplumsal gerilimlerin başlıca sebebi olarak gösteren radikal sağ politikalar, yabancı düşmanlığını ve ayrımcılığını körüklemektedir. Bununla beraber göç ile ekonomi, güvenlik ve toplumsal sorunlar arasındaki bağ nedeniyle toplumun siyasetten bu soruna çözüm üretmesi beklentisi yadsınamaz bir gerçektir. Ortadoğu, dünya nüfusunun yüzde 5,5’ini oluşturduğu halde dünyadaki sığınmacı ve göçmenlerin yüzde 58’i bu bölgede bulunmaktadır.

Dahası Suriyeli sığınmacılar, bu göçmenlerin yüzde 27’sini oluşturmaktadır ve bunların en büyük kısmı da ülkem Türkiye’dedir. Türkiye gibi milyonlarca göçmene ev sahipliği yapan bir ülkede göçle bağlantılı sorunların görmezden gelinmesi mümkün değildir. Türkiye, göç sorununu en fazla yaşayan, dünyanın ise hakkaniyetli davranmaktan kaçındığı ülkelerin başında gelmektedir. Türkiye, göç sorunu ile mücadele ederken, göç yükünü adaletli bir şekilde paylaşacak bir dayanışma içinde olunması temel beklentimiz ve çağrımızdır.

“Filistin’de adil ve kalıcı bir çözüme ihtiyaç var”

Ortadoğu, bir kez daha yangın yerine dönmüştür. Bir yanda Gazze’de, diğer yanda Suriye’de yaşananlar dünyanın gündemindedir. Bizim de öncelikli gündemimiz olmalıdır. Her iki konuda da sosyal demokratlar olarak dayanışma içinde barışı ve insan haklarını savunmak ahlaki sorumluluğumuzdur. Filistin’de yaşanan insanlık dramına acilen son vermeye, adil ve kalıcı bir çözüme ihtiyaç vardır.

Tüm dünyadaki sosyal demokrat parti ve iktidarlar, Filistin’de kalıcı barışı ve iki devletli çözümü savunma konusunda dayanışma içinde hareket etmeliler. Suriye’de ise acilen tüm Suriye vatandaşlarının haklarını anayasal güvenceye kavuşturacak, tüm kimliklere ve dini inançlara saygılı, demokratik bir rejimin inşa edilmesi elzemdir. Bunu yaparken Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda hassasiyet gösterilmelidir. Bu sürece tüm sosyal demokrat partiler ve iktidarlar da destek vermelidir.

Mücadele etmemiz gereken konular radikal sağın yükselişi, otoriterliğin artışı, ayrımcılığın derinleşmesi, savaşlar ve göç krizi ile de sınırlı değildir. Bunlar kadar önemli olan bir mesele de yoksulluktur. UNDP‘nin insani gelişmeye ilişkin raporları dünyada eşitsizliğin gittikçe derinleştiğini göstermektedir. Dünya, alarm vermektedir. Küresel boyutu olan bütün sorunların çözümü, bütüncül yeni bir kalkınma anlayışına ihtiyaç duymaktadır.

Bu kalkınma anlayışı kapsayıcı, sürdürülebilir ve eşitlikçi olmalıdır. Ayrıca bütün sorunlar farklı ülkelerde solun tek tek güçlenmesi ile aşılabilecek sorunlar da değildir. Önümüzdeki dönemde dünyanın sosyal demokrat partileri içe kapanmacılık, devletler arası ilişkilerin şahsileştirilmesi, savaş çığırtkanlığı, yoksulluk ve yabancı düşmanlığıyla; dayanışmayı, kurumsal diplomasiyi, barışı, refahı ve insan haklarını öne çıkararak mücadele etmek zorundadır. Önümüzdeki seçimlerde iktidar olarak çıkma iddiasındaki partim, bu konuda üzerinden düşeni yapmaya, dayanışmayı güçlendirmeye hazırdır.

Değerli yoldaşlar, Sosyalist Enternasyonal üyesi kardeş partimiz Kırgızistan Sosyal Demokrat Partisi’nin Genel Başkanı Temirlan Sultanbekov, maalesef bugün aramızda değil, koltuğu boş. Çünkü ülkesinde seçimlere üç gün kala partisinin seçime girmesi engellendi, kendisi cezaevine kondu. Bu durumu protesto etmek için de 38 gündür açlık grevini sürdürüyor. Sosyalist Enternasyonal’in Sultanbekov’un bu onurlu mücadelesine destek vermek, özgür bırakılması için yaptığı çağrılara tümüyle katılıyor ve dayanışma duygularımızı bir kez daha buradan tekrar ediyoruz.

Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız ve Gölge Dışişleri Bakanı İlhan Uzgel, bu konuda Türkiye’deki Kırgızistan Büyükelçiliği’yle temasa geçti, partimizin ve Sosyalist Enternasyonal’in rahatsızlığını bir kez de o düzeyde dile getirdik. Konuyu yakından takip ettiğimizi kendilerine belirttik. Bu konuda Sosyalist Enternasyonal bünyesinde bir heyet görevlendirilmesini, Kırgızistan’a gidilmesini, orada bir toplantı ve basın açıklamasını yapılmasını, hatta ilgili cezaevinin önünde tam bir dayanışma fotoğrafının çektirilmesini öneriyorum ve takdirlerinize sunuyorum.

Son olarak sözlerimi bitirirken Fas’taki ev sahiplerimize bir kez daha teşekkür ediyorum. Bir sonraki konsey toplantısında sizleri İstanbul’da ağırlayacak olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. O toplantıda dünyamızın ve ülkemizin karşı karşıya kaldığı tüm sorunlara çözüm üretecek, demokrasi paradoksunu aşacak, sosyal adaleti sağlayacak ve hep birlikte zenginleşeceğimiz yeni bir kalkınmacı perspektifi hep birlikte tartışmaya sizleri davet ediyorum. Biliyorum ki bu tartışmalardan sol değerlerimize dayanan güçlü bir İstanbul deklarasyonu, bir İstanbul yaklaşımı ve hepimizin önüne yeni bir yol haritası koyabiliriz. Yeni çağın, yeni toplumsal sözleşmesinin çatısını kuracak ve tüm dünyaya bunu ilan edecek gücümüz ve kararlılığımız vardır. Hepinizi dayanışma duygularımla selamlıyorum.”

(Kaynak: chp.org)

Paylaşın

Türkiye, Emeklilere En Az Kaynak Ayıran Ülkeler Arasında

Verilere göre Türkiye emeklilik harcamalarına en az kaynak ayıran ülkeler arasında yer alıyor. Türkiye’de GSYH’den (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) emeklilere yaklaşık yüzde 4 civarında kaynak ayrılırken, dünya ortalamasının yüzde 8.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı sosyal koruma istatistiklerine göre 2023 yılında emekli ve yaşlılara gayri safi yurt içi hasılanın (GSYH) yüzde 4,4’ü kadar kaynak ayrıldı. Bu oran 2021 yılında yüzde 4,9, pandemi öncesi 2019’da ise yüzde 6,1 idi. Verilere göre emekli ve yaşlılara yapılan harcamaların GSYH içindeki payı son beş yılda yüzde 28 azaldı.

Sosyal koruma harcamalarının içerisinde emekli ve yaşlılara yapılan harcamaların yanı sıra hastalık/sağlık bakımı, engelli/malül, dul/yetim, aile/çocuk, işsizlik ve sosyal dışlanma yardımlarına ilişkin harcamalar yer alıyor. Bunlar içinde en büyük paya sahip olan kalem yüzde 43,6 ile emekli ve yaşlılar için yapılan harcamalar.

Sosyal koruma harcamalarının genel olarak GSYH’den aldığı pay da son beş yılda azaldı. Bu pay 2019’da yüzde 12,5 iken, 2021’de yüzde 10,9’a, 2023’te ise yüzde 10,1’e geriledi.

DW Türkçe’den Pelin Ünker‘e konuşan çalışma ekonomisi uzmanı Prof. Dr. Aziz Çelik’e göre Türkiye’de hem sosyal koruma harcamalarının genelinde hem de emekliler için yapılan harcamalarda ciddi bir gerileme var. Veriler ayrıca pandemi döneminde bile sosyal korumanın zayıfladığını gösteriyor.

Çelik, “Bunun anlamı emeklilerin ve sosyal koruma kapsamında olanların milli gelirden daha az pay alması ve yoksullaşmalarıdır. GSYH içinde payınız düşüyorsa pastadaki payınız azalıyor ve bölüşüm eşitsizliği artıyor demektir” diyor.

Bunun beklenen bir tablo olduğunu vurgulayan Çelik, “Çünkü emekli aylıkları ciddi biçimde düşürüldü. Emekliler ciddi biçimde yoksullaşıyor” diye ekliyor.

Verilere göre Türkiye emeklilik harcamalarına en az kaynak ayıran ülkeler arasında yer alıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2024-2026 Dünya Sosyal Koruma Raporu’na göre emeklilik harcamalarına en fazla kaynak ayıran ilk üç ülke yüzde 16,9 ile İtalya, yüzde 16,3 ile Yunanistan ve yüzde 14,7 ile Fransa.

Türkiye’de GSYH’den emeklilere yaklaşık yüzde 4 civarında kaynak ayrılırken, dünya ortalamasının yüzde 8. Avrupa ortalamasının ise yüzde 11 civarında olduğunu belirten Prof. Dr. Çelik, “Bu tablo ’emekliler SGK bütçesine yük’ gibi iddiaların temelsiz olduğunu sadece neoliberal safsatalardan ibaret olduğunu gösteriyor. Dahası sosyal harcamalar yük olamaz. Sosyal koruma harcamaları haktır” ifadelerini kullanıyor.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Merkez Direktörü Prof. Dr. Hakkı Hakan Yılmaz da TÜİK verilerinin kamu ve özel sektör tarafından yapılan sosyal koruma harcamalarının tümünü kapsadığına işaret ediyor.

Yılmaz, sosyal koruma harcamaları GSYH’ye oranı 2023’te yüzde 10,1 iken bunun yüzde 7,5’inin kamuya ait olduğu, kalan kısmın özel sosyal harcamalardan oluştuğunu söylüyor. Kamuya ait sosyal koruma harcamalarının ise yüzde 85-86’sının emekli aylıklarından oluştuğunu belirtiyor.

Kamudan emekli aylıklarına yapılan harcamaların nasıl azaldığının 2025 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’ndan da görülebileceğine işaret eden Yılmaz, 2019’da GSYH’nin yüzde 8,5’ini oluşturan bu harcamaların 2022’de yüzde 5,2’ye kadar gerilediğini, 2023’te ise yüzde 6,4 olduğunu aktarıyor. Yılmaz’a göre bu veriler, emeklilerin refahtan pay alamadığının göstergesi.

Eurostat verilerine göre Avrupa’da sosyal koruma harcamalarının GSYH’nin ortalama yüzde 20’sini oluşturduğunu, bu harcamaları ise sadece kamunun yaptığı bilgisini veren Yılmaz, Türkiye’deki yüzde 7,5’lik oranın Avrupa’nın ayırdığı payın oldukça gerisinde olduğunu vurguluyor.

Yılmaz’a göre Türkiye’de aile ve çocuğa yapılan sosyal koruma harcamaların düşüklüğü de önemli sorunlardan biri. Yılmaz, “Avrupa’da GSYH’nin ortalama yüzde 1,7’si kadar harcama yapılırken Türkiye’de kamunun sosyal koruma harcamalarında aile ve çocuğa giden rakam GSYH’nin binde 5,5’i” diyor.

Sosyal koruma harcamalarının geleceğe ilişkin önemli bir sinyal verdiğine işaret eden Yılmaz, “Gelir eşitsizliği de dikkate alınarak, asgari ücretin ve emekli aylıklarının özellikle en alt gruplar için sosyal koruma programları ile birlikte bir harmanlanmış bir şekilde düşünülmesi, kamunun sosyal destek programları geliştirmesi gerekiyor” diye ekliyor.

Prof. Dr. Hakan Hakkı Yılmaz, Türkiye’de en yoksul yüzde 10’luk kesimin yüzde 30’unun yaşının 65’in üzerinde olduğu belirterek en yoksul hanelerin toplam kullanılabilir geliri içinde emeklilik kaynaklı transferlerin ağırlığının yüzde 46 olduğu bilgisini veriyor.

Emeklilik dışı sosyal transferlerin kullanılabilir gelir içindeki payının ise özellikle kamu sosyal transferlerinin düşüklüğü nedeniyle en yoksul dilim için yüzde 14,7 olduğunu söyleyen Yılmaz, yaklaşık üç milyon hanenin asgari ücretin altında bir gelirle yaşadığını ifade ediyor.

Yılmaz, “Emekli aylıklarının öncelikle geçimlik ücret ve enflasyon oranlarının altına belirlenmesi özellikle düşük gelirli hanelerde yoksulluğu daha derinleştirecek ve gelir dağılımını bozacak” uyarısı yapıyor.

Kamunun sosyal koruma harcamalarının Türkiye’de düşük olmasının toplamda vergi yükünün düşük olmasıyla ilişkili olduğu görüşünü paylaşan Yılmaz, “Bizim vergi yükümüz gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 17’si iken bu ortalama bir AB ülkesinde yaklaşık yüzde 23-24. Özellikle belli kesimlerden vergi toplayamadığımız için dönüp bunu da harcamaya çeviremiyoruz. Bir de harcamayı çevirirken başka şeyleri daha çok seviyoruz. İnşaat yapmak gibi” ifadelerini kullanıyor.

“Enflasyona ezdirmedik söylemi inandırıcı değil”

Prof. Dr. Aziz Çelik ise sene başında İşçi ve Bağ-Kur emeklilerine son altı ayın enflasyonu oranında (yüzde16-17) zam yapılması yasanın bir gereği olduğuna işaret ediyor. Memur emeklilerinin toplu sözleşmedeki hüküm nedeniyle bundan yaklaşık 5 puan az zam alacaklarına dikkat çeken Çelik, iktidar tarafından dillendirilen “enflasyona ezdirmedik” söyleminin inandırıcı olmadığını belirtiyor.

Enflasyonun doğru ölçülmediği görüşünü paylaşan Çelik, doğru ölçülse dahi emeklinin enflasyonuyla diğer grupların enflasyonunun aynı olmadığını, örneğin aralık ayında ortalama gıda enflasyonu 48,5 iken emeklilerin gıda enflasyonunun yüzde 67 olduğunu vurguluyor.

“Önemli olan enflasyon değil emeklilerin GSYH’den ne kadar pay aldığı” diyen Çelik, “En düşük emekli aylığı tamamlama işlemiyle 12 bin 500 TL. Bunu enflasyon oranında artırsanız ne olur? Emekli aylıkları sisteminin kendisi adaletsiz” diye ekliyor.

Paylaşın

Süper Lig: Beşiktaş İle Alanyaspor Puanları Paylaştı

Süper Lig’in 17. hafta maçında Beşiktaş ile Alanyaspor, İnönü Stadyumu’nda karşı karşıya geldi. Hakem Cihan Aydın’ın yönettiği karşılaşma 1 -1 eşitlikle sona erdi.

Haber Merkezi / Beşiktaş’ın golünü 7. dakikada Rafa Silva, Alanyaspor’un golünü ise 5. dakikada Nuno Lima kaydetti.

Beşiktaş, bu beraberlik ile puanını 26’ya, Alanyaspor ise 18’e yükseltti.

5. dakikada Nicolas Janvier’in sağ taraftan kullandığı köşe vuruşunda ön direkte Fatih Aksoy’u aşan topu Nuno Lima, altıpas çizgisinin hemen gerinden ağlara gönderdi. 0-1

7. dakikada golün santrasını yapan siyah-beyazlıların hücum girişiminde Alanyaspor’un savunmadan çıkarmaya çalıştığı topu Fatih Aksoy, geri pasla kalecisine aktarmak istedi. Kısa düşen meşin yuvarlağı kapan Rafa Silva, kaleci Ertuğrul Taşkıran’dan sıyrılarak golünü attı: 1-1.

Stat: İnönü

Hakemler: Cihan Aydın, Volkan Ahmet Narinç, Murat Altan

Beşiktaş: Mert Günok, Jonas Svensson, Felix Uduokhai, Emirhan Topçu, Bahtiyar Zaynutdinov (Arthur Masuaku dk. 70), Salih Uçan (Cher Ndour dk. 46), Al-Musrati (Mustafa Hekimoğlu dk. 88), Rafa Silva, Gedson Fernandes, Ernest Muçi (Alex Oxlade Chamberlain dk. 70), Semih Kılıçsoy

Alanyaspor: Ertuğrul Taşkıran, Nuno Lima, Fatih Aksoy (Richard Coelho dk. 56), Fidan Aliti, Florent Hadergjonaj, Nicolas Janvier (Buluthan Bulut dk. 86), Gaius Makouta, Yusuf Özdemir, Efecan Karaca (Ui Jo Hwang dk. 74), Loide Augusto (Rony Lopes dk. 86), Sergio Cordova

Goller: Rafa Silva (dk. 7) (Beşiktaş), Nuno Lima (dk.5) (Alanyaspor)

Paylaşın

Almanya’dan Türkiye’ye “Kuzeydoğu Suriye” Uyarısı

Ankara’da gerçekleştirdiği temaslar sonrası açıklamada bulunan Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, özellikle Kürtlerin güvenliğinin Suriye’nin geleceği açısından kritik olduğunu vurguladı.

Kobani’nin IŞİD’e karşı verilen mücadelenin sembolü haline geldiğini belirten Annalena Baerbock, “Kobani, sadece Kürtler için değil, tüm dünya için IŞİD terörüne karşı direnişin simgesine dönüştü. Kürtler, uluslararası Anti-IŞİD Koalisyonu ile birlikte hareket ederek sadece Suriye’yi değil, aynı zamanda Avrupa’nın güvenliğini de savundu” dedi.

Baerbock Türkiye ziyareti öncesinde Suriyeli Kürtlerle ilgili art arda mesajlar vermiş, Suriye için 8 maddelik bir plan hazırladıklarını belirtmişti.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, cuma günü Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarette Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın’ın ardından Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya geldi.

Dışişleri Bakanlığında basına kapalı gerçekleşen görüşme sonrasında ortak basın toplantısı düzenlenmezken, Baerbok Almanya’nın Ankara Büyükelçiliğinde Alman basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Baerbock, “Suriye’de Esad rejiminin çöküşünün ardından halk ilk kez yıllar sonra nefes alabildi, ancak sevinç yerini yeniden kaygıya bıraktı” dedi.

Bakan, özellikle Kürtlerin güvenliğinin Suriye’nin geleceği açısından kritik olduğunu vurgularken, Türkiye ile Kürtler arasında olası çatışmaların bölgedeki durumu daha da kötüleştireceğini belirtti.

Baerbock açıklamasında, Kobani’nin IŞİD’e karşı verilen mücadelenin sembolü haline geldiğini belirterek, “Kobani, sadece Kürtler için değil, tüm dünya için IŞİD terörüne karşı direnişin simgesine dönüştü. Kürtler, uluslararası Anti-IŞİD Koalisyonu ile birlikte hareket ederek sadece Suriye’yi değil, aynı zamanda Avrupa’nın güvenliğini de savundu” diye konuştu.

Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarını anladıklarını söyleyen Baerbock, “Türkiye’nin terörizme karşı duyduğu kaygı, meşru bir endişedir. Ankara’da Ekim ayında yaşanan ölümcül saldırı, bu tehlikenin ne kadar somut olduğunu bir kez daha göstermiştir. Ancak Kuzeydoğu Suriye’den Türkiye’ye yönelik bir tehdit olmamalıdır. Güvenlik politikalarımızı bu çerçevede ele alıyoruz” dedi.

Bakan, terör örgütü IŞİD’in yeniden güç kazanmasının Türkiye, Suriye ve Avrupa için büyük bir tehdit oluşturacağına dikkat çekerek, “Türkiye’nin ve Suriye’nin diğer komşularının güvenliği, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunarak sağlanmalıdır. Bu kapsamda, silahlı milislerin silahsızlandırılması ve gelecekteki ulusal güvenlik yapısına entegre edilmesi önemlidir. Bu adım, sadece bölge ülkelerinin değil, uluslararası toplumun güvenlik çıkarlarına da hizmet edecektir” diye konuştu. Baerbock, uluslararası toplumun, Suriye’nin güvenliği ve istikrarı için birlikte hareket etmesinin önemini vurguladı.

Hakan Fidan’dan YPG açıklaması

Türk Dışişleri Bakanlığı kaynaklarına göre Fidan, Alman mevkidaşına “PKK/YPG’nin Suriye’deki Kürtleri temsil ettiği anlayışının yanlış olduğunu, PKK/YPG ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin Suriye’deki durumu suistimal etmesine asla müsaade edilemeyeceğini, PKK/YPG’nin silahlarını bırakması ve kendisini lağvetmesinin şart olduğunu, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünün Suriye’deki PKK/YPG dahil tüm terörist unsurların temizlenmesiyle muhafaza edilebileceğini” vurguladı.

Fidan’ın Baerbock’a “Tüm müttefiklerimizden Türkiye’nin güvenlik kaygılarına saygı göstermesini bekliyoruz” mesajı verdiği ve Suriye’nin yeniden inşası için yapıcı bir yaklaşım ile uluslararası toplumdan destek beklentisini ilettiği bildirildi.

Baerbock Türkiye ziyareti öncesinde Suriyeli Kürtlerle ilgili art arda mesajlar vermiş, Türkiye’ye hareket etmeden önce yaptığı açıklamada “Şam, Halep ve Humus’da binlerce insan katil Beşar Esad kaçtıktan sonra sokaklarda dans ederken Kobani’deki insanlar ilk rahatlamadan sonra yine nefeslerini tuttular. Yeni bir şiddetten korkuyorlar. Bu da bize şunu gösteriyor: Daha barışa çok var. Suriye’nin geleceği hala pamuk ipliğine bağlı” demişti. Suriye için 8 maddelik bir plan hazırladıklarını belirten Baerbock, Suriye’nin kendi içinde tüm grupları kapsayan bir diyalog süreci başlatması gerektiğini vurgulamıştı.

Yeşiller partili politikacı Çarşamba günü de Federal Meclis’te yaptığı konuşmada, Ankara’ya Kürtlerin Suriye’deki kalıcı barış sürecinden dışlanmaması çağrısı yapmış, Türkiye’deki temaslarında bu konuyu “çok, çok açık bir şekilde” gündeme getireceğini belirtmişti.

Baerbock Salı günü de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Kobani, Kürtlerin IŞİD’e karşı cesur savaşlarının sembolüdür. Kan dökülmeye devam edilmesi, insanların 14 yıl sonra yaşaması gereken son şeydir. Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve barış umudunun korunmasında Türkiye’nin de sorumluluğu bulunmaktadır” ifadelerini paylaşmıştı.

Dışişleri kaynakları, Fidan’ın Baerbock ile görüşmesinde “DEAŞ’lıların bulunduğu kampların ve cezaevlerinin idaresi için alternatifler geliştirilmesi gerektiğini, üçüncü ülkelerin Suriye’de bulunan DEAŞ tutuklusu ve bunların ailesi olan vatandaşlarını geri kabul etmesi gerektiğini” de kaydettiğini aktardı.

Açıklamaya göre Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması için AB içinde Almanya’nın öncü bir rol oynamasını beklediklerini belirten Fidan, “İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırıma son verilmesi gerektiğini, Gazze’de acil ateşkes ilan edilmesi ve insani yardımların kesintisiz ulaştırılması için uluslararası toplumun ortak çaba göstermesi gerektiğini” de kaydetti.

Fidan, “Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış sürecinin başarıyla sonuçlanması açısından tarihi bir fırsat yakalandığını” belirterek üçüncü tarafların adil ve tarafsız şekilde bu süreci teşvik etmeleri gerektiğini ifade etti.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın