Tanzanyalı Abdulrazak Gurnah Nobel Edebiyat Ödülü’ne Layık Görüldü

Tanzanyalı yazar Abdulrazak Gurnah, emperyalizmin (sömürgeciliğin) köklerinden kopardığı bireyler üzerine yaptığı çalışmaları nedeniyle Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Gurnah, “Cennet” de dahil olmak üzere 10 romanın yazarıdır.

Haber Merkezi / Nobel Edebiyat Komitesi başkanı Anders Olsson, Gurnah’ı “Dünyanın en önde gelen yazarlarından biri” olarak nitelendirdi. Ödül, bir altın madalya ve 10 milyon İsveç kronunu (1,14 milyon doların üzerinde) kapsıyor. Ödül parası, 1895’te ölen İsveçli mucit Alfred Nobel tarafından bırakılan vasiyetten karşılanıyor.

1948’de Tanzanya’ya bağlı özerk bir bölge olan Zanzibar’da doğan ve İngiltere’de yaşayan Abdulrazak Gurnah, Kent Üniversitesi’nde profesördür. 1994 yılında Booker Ödülü için kısa listeye giren “Cennet” de dahil olmak üzere 10 romanın yazarıdır.

Nobel Edebiyat Ödülü Nobel Edebiyat Ödülü, 1901-2020 yıllarında 113 kez verildi. Toplam 117 kişiye layık görülen ödüllerden 4’ü, 2’şer yazar arasında paylaştırıldı. Nobel Edebiyat Ödülü şimdiye kadar 30 kez İngilizce, 15 kez Fransızca, 14 kez Almanca ve 11 kez de İspanyolca yazan yazarlara verildi.

Bu dilleri, 7 ödülle İsveççe, 6’şar ödülle İtalyanca ve Rusça, 5 ödülle Lehçe, 3’er ödülle de Norveççe ve Danca izledi. Yunanca, Japonca ve Çince yazan yazarlar 2’şer kez ödüle layık görüldü.

Arapça, Bengalce, Çekçe, Fince, İbranice, Macarca, İzlandaca, Oksitanca, Portekizce, Sırpça-Hırvatça, Yiddiş ve Türkçe yazan yazarlar ise birer kez ödül kazandı. 2006’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Orhan Pamuk, Nobel alan ilk Türk yazar olmuştu. Nobel Edebiyat Ödülü’nü, geçen sene ABD’li şair Louise Glück almıştı.

Paylaşın

Eylülde 26 Kadın Ve 4 Çocuk Erkekler Tarafından Katledildi

Eylül ayında en az 26 kadın ve 4 çocuk erkekler tarafından katledilirken, en az 65 kadın şiddete maruz kaldı. En az 13 çocuk istismara maruz kalırken, yine en az 10 kadın tacize, en az beş kadın tecavüze maruz kaldı. Ayrıca 78 kadın seks işçiliğine zorlandı.

Bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediğine göre, Eylül’de 2021‘de en az 17 kadının ölümü (Urfa (1), Samsun (2), Antalya (1), İzmir (1), İstanbul (1), Siirt (2), Dersim (1), Bursa (1), Mersin (1), Tekirdağ (1), Aydın (1), Sakarya (1), Ankara (1), Tokat (2)) basına şüpheli olarak yansıdı. Diyarbakır’da bir çocuğun ölümü basına şüpheli yansıdı. Konya’da bir kadın öldürülmeye çalışıldı.

18 kadını evli olduğu erkek, sevgilisi, boşandığı erkek öldürdü. Bir kadını ev sahibi, üç kadını oğlu, iki kadını akrabası öldürdü. İki kadını öldüren erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı.

Çocuk cinayetleri

Eylül’de bir çocuğu erken yaşta zorla evlendirildiği erkek ve üç çocuğu da babası katletti. Kayseri, Antep, İzmir ve Karabük’te beş çocuk şiddete maruz kaldı.

2021’in ilk dokuz ayında erkekler, 234 kadını öldürdü, 116 kadını taciz etti, 111 çocuğu istismar etti, 78 kadına tecavüz etti. Erkekler, en az 507 kadını seks işçiliğine zorladı, en az 617 kadına da şiddet uyguladı, yaraladı. 2021’in ilk dokuz ayında 170 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansırken, erkekler, en az 25 çocuğu öldürdü.

Erkekler, 2020’nin ilk dokuz ayında en az 206 kadını öldürdü, 115 kadını taciz etti, 201 çocuğu istismar etti, 72 kadına tecavüz etti. Erkekler en az 666 kadını seks işçiliğine zorladı, en az 590 kadına şiddet uyguladı.

Eylül’de 26 kadın cinayeti, 19 şüpheli kadın ölümü

2010 yılından itibaren kadın cinayetleri verilerini kamuoyuna açıklayan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’da 2021 Eylül ayı raporunu paylaştı.

Rapora göre geçtiğimiz ay öldürülen 26 kadının 14’ü evli olduğu erkek tarafından öldürüldü. Ayrıca kadınların en çok evlerinde ve en çok ateşli silahlarla öldürüldüğü belirtildi.

2010 yılından itibaren kadın cinayeti verilerini kamuoyuna açıkladıklarını belirten platform, “İçişleri Bakanlığı ise kaç kadının, neden, nasıl, kim tarafından öldürüldüğünü açıklamak yerine, kadın cinayeti verilerinin yanlış hazırlandığını söyleyerek gerçekleri çarpıtıyor. Kadın cinayeti ve şüpheli kadın ölümleri gerçekliğini açıklamakla birlikte, kadın cinayetlerini durdurmak için somut çözüm önerilerinin hayata geçirilmesi de devletin görevidir. Bu görevin yerine getirilmesi için de ilgili tüm bakanlıkların, tüm mekanizmaların harekete geçirilmesi için mücadeleye devam edeceğiz” açıklamasında bulundu.

Platformun raporuna göre bu ay 26 kadın cinayeti işlendi, 19 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Öldürülen 26 kadından 16’sının hangi bahaneyle öldürüldüğü tespit edilemedi, 10’u da boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak istemesi bahanesi ile öldürüldü.

“Önleyici tedbirler uygulanmadıkça şiddet devam ediyor”

16 kadının hangi bahaneyle öldürüldüğünün tespit edilememesinin, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin görünmez kılınmasının bir sonucu olduğu vurgulandı.

Raporda, “Kadınların kim tarafından, neden öldürüldüğü tespit edilmedikçe; adil yargılama yapılmayıp şüpheli, sanık ve katiller caydırıcı cezalar almadıkça, önleyici tedbirler uygulanmadıkça şiddet boyut değiştirerek sürmeye devam ediyor” denildi.

Paylaşın

“Kış Geliyor, Fiyatlar Yakıyor Ama Zamlar Donduruyor”

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemde ilişkin değerlendirmelerde bulunan HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, yaşanan ekonomik krize değinerek, “Gıda fiyatları, enflasyon bir de şu anda halkın en temel sorunlarından birisi de kış geliyor. Kışın nasıl ısınacaklar? Elektrik faturasını, doğalgaz artışlarını biliyoruz. Kış geliyor, yurttaş donma tehlikesi ile karşı karşıya. Şimdiden kara kara düşünüyorlar. Fiyatlar yakıyor ama zamlar donduruyor” dedi.

Haber Merkezi / Türkiye’nin en temel, yakıcı gündemi ekonomi olduğunu belirten HDP’li Beştaş, gündeme ilişkin yaptığı açıklamalardan öne çıkan bölümler şöyle;

“Türkiye tarihinde görülmemiş zamlarla, fahiş fiyatlarla halkı baş başa bırakmış durumda. Her fırsatta duyarsınız AKP sözcülerinden, yağ kuyruklarını örnek verirler. Şimdi AKP Genel Başkanı’na ve sözcülerine tanzim kuyruklarından, son yapılan LPG zamlarından sonra akaryakıt istasyonlarındaki otogaz kuyruklarına bakmalarını salık veriyoruz.

Erdoğan’ın “fiyatlar uygun” açıklamasını bütün Türkiye’nin merak ettiğini biliyorum. Bütün Türkiye yurttaşları adına soruyorum. “Peki fiyatlar uygunsa enflasyon neden bu kadar yüksek?”. Biz Erdoğan’ı ve AKP sözcülerini halk pazarına davet ediyoruz. Gelin halk pazarına gidin ve bir de oradaki fiyatlara bakalım hangisi uygun, onu herkesle paylaşın.

Halk mango yiyebiliyor mu ki kurutmasını yapsın? 

1 Milyon TL devlet desteği ile Emine Hanım bir yemek kitabı çıkardı. O kitaptaki yemekleri halk neyle yapacak. Geçtim 1 Milyon TL’lik devlet desteğini, halkın cebinden, vergilerimizden giden parayı geçtim, o yemekleri kim nasıl yapacak? Bizim Emine Erdoğan’a tavsiyemiz, halkın yoksulluğunun kitabını yazsınlar. Böyle şatafatlı yemek kitaplarıyla, devlet desteğiyle bir şeyler söylemek kolay tabi ki!

Şimdi bir tertiplenmiş market gezisi vardı. Sepetini Erdoğan abur cuburla doldurdu ve bütün Türkiye öğrendi bin 2 TL tutmuş hesabı. Peki bu sepette ne yok? Bu sepette abur cubur dışında hiçbir şey yok. Ayçiçek yağı yok, et yok, zeytin yok, tavuk yok, balık yok, pirinç yok, bulgur yok, mercimek yok, hiçbir şey yok! Herhalde kendi evlerinde yemek yemiyorlar, abur cuburla besleniyorlar. Eğer beslenmiyorlarsa çocuklara çok kötü örnek oluyorlar. Çünkü, bütün ebeveynler evlerde çocuklara abur cuburla karnınızı doyurmayın, yemek yiyin, yemek saatini bekleyin, atıştırmayın, tokluğunuz açlığınızı bastırır gibi sözler kurarız. Bunu hepiniz kendi evinizde yaşıyorsunuz. Bir de işin o boyutu var tabi ki.

Kış geliyor, fiyatlar yakıyor ama zamlar donduruyor 

Gıda fiyatları, enflasyon bir de şu anda halkın en temel sorunlarından birisi de kış geliyor. Kışın nasıl ısınacaklar? Elektrik faturasını, doğalgaz artışlarını biliyoruz. Kış geliyor, yurttaş donma tehlikesi ile karşı karşıya. Şimdiden kara kara düşünüyorlar. Fiyatlar yakıyor ama zamlar donduruyor.

Bugünlerde en çok tartışılan meselelerden biri yurt, barınma sorunu. Öğrenciler yurt bulamıyor, ev bulamıyor, buldukları evlerin kiralarını ödeyemeyecek durumda. Üniversitelerini bırakacak duruma geldiler iktidar ne yapıyor mağdurları hedef gösteriyor ve  sebep olduğu sorunları görünmez kılmaya çalışıyor. Yurt sorununun olmadığını, öğrencilerin bozguncu terörist olduklarını ilan edebiliyor.

Tabi şunu anlıyoruz yazlık, kışlık, uçan, yüzen saraylarda yaşayanlar barınamayan öğrencilerin, kiracıların, sokakta yaşayanların sorunlarını göremiyor. Bu da işin diğer boyutu. Bu meselede şunu özellikle söylemek istiyorum. Bu barınamama meselesi, aynı zamanda Türkiye’nin geldiğimiz dönemde ne kadar önemli bir sorunu olduğunu ve bu sorunun büyütülmemesi için, büyümemesi için çözüm aranması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Türkiye vergi kaçakçılarının cenneti olmuş durumda 

Pandora Papers belgeleri dünyanın her yerinde tartışılıyor, soruşturmalar açıldı fakat Türkiye’de bildiğiniz gibi hiçbir soruşturma açılmadığı gibi bu konu gündeme bile gelmiyor. Aslında Sayıştay papers raporları da çok farklı değil, buna da bakmalarını istiyoruz. Burada da Türkiye’den para kaçırıldığını, nasıl kaçırıldığını Man Adaları’ndan gayet iyi biliyoruz. Sermayeye her gün AKP sözcüleri, “Türkiye’ye gelin yatırım yapın” çağrıları yapıyor ama kendileri de ülkenin kaynaklarını çalarak, yolsuzlukla yurtdışına kaçırıyorlar.

Yolsuzluk ekonomisinin tesis edilmesi ve devam ettirilmesi böyle bir şey. Türkiye’de 220’den fazla isim var ve şu gerçeği bir kez daha gördük; AKP döneminde Türkiye, vergi kaçakçılarının cenneti olmuş durumda. Paradise ve Panama’dan sonra Pandora Pappers vergi kaçakçılarının offshore şirketleri üzerinden nasıl vergi kaçırdıklarını açıkça ortaya koyan bir belgeden söz ediyoruz. Vatan millet edebiyatı yapanların her fırsatta nasıl hırsızlık yaptıklarını bir kez daha bütün dünya da Türkiye de görmüş oldu.

Madem ‘Kürt sorunu yok’ diyorsunuz o zaman neyi konuşuyorsunuz? 

Diğer bir mesele; Kürt meselesi. Biliyorsunuz, Meclis açılalı bir hafta oldu. Bu bir hafta içinde de 2-3 kezdir “Kürt sorunu yoktur” diye inkar ile karşı karşıyayız. Garip, “herkes çözüm iradesi Meclis’tir” dediği için iktidardan panikle, garip bir hezeyanla Meclis’te peş peşe inkar açıklamaları yapılıyor. Olmadığını iddia ettikleri sorun hakkında konuşmaktan dillerinde tüy bitti. Madem “Kürt sorunu yok” diyorsunuz, o zaman neyi konuşuyorsunuz? O zaman neden nefes tüketiyorsunuz. Bir meselenin olmadığını kanıtlamaya çalışmak o meselenin varlığını kabul etmek anlamına geliyor. Bu kadar akli bir duruşla davet ediyoruz. Bir şey yoksa niye aksini ispat etmeye çalışıyorsunuz?

Kürt sorunu yok diyorlar. İnsanların doğduğu topraklarda aç ve işsiz kalması için can atanlar sorunu çözdük diyorlar. Bir sorunun farkında olmayanlar, fark etmeden tarihin çöplüğüne gitti. Türkiye’deki iktidar değişimlerinin sebeplerinin başında Kürt sorunu konusunda takındıkları tutum belirleyici oluyor. Başta da söylemiştim, ciddiyetsiz yaklaşanlar, en ciddiyetsiz şekilde hafızalarda kaybolup gittiler, sizin de gideceğiniz yer orasıdır. Unutulacaksınız! Başka bir seçeneğiniz yok. Bu iktidarı Kürt sorununu ciddiye alan çözüm iradesi gösteren, Türkiye’nin demokratikleşmesini savunanlar devralacak.

Şunu da söyleyeyim; işyerleri, esnaflar hedef yapılıyor en son kebapçılar hedef yapıldı. Sorun çok ciddi olduğu için mizahi bir değerlendirme yapmaktan özellikle kaçınıyorum; ama 90’ların iş dünyasını, iş insanlarını hedef yapanları unutmadık. Bunu da hatırlatmak istiyorum. Bu konu daha çok tartışılacak.

İnkar edilen sadece Kürt meselesi değildir 

Bugün aslında inkar edilen sadece Kürt meselesi değildir. Alevilerin, gençlerin, kadınların sorunları da inkar ediliyor. Türkiye’nin demokrasi sorunudur bu. Bu sebeple Kürt sorununun inkarının muhatabı sadece Kürtler değildir, 84 milyon Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır. Bizler HDP olarak bu bilinçte Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü esas alıyoruz. Partimizin bileşenleri ve üzerinde yükseldiği taban açısından bu sorunun hem taraflarından biridir hem de sorunun çözümüne ilişkin en birikimli ve donanımlı partilerin başında gelmektedir. Bu bize ağır bir tarihsel sorumluluk yüklüyor hem de Türkiye halklarının geleceği için çözümün acil ve ertelenemez bir görev olduğunu da önümüze koyuyor.

Meclis’te 40 yıllık savaşın ekonomi politiğine dair bütçe açıklandı. Açıkça soruyoruz burada; bu savaşın bitmesini istemeyenler kim? Bu savaştan beslenenler kim? En insani çözüm önerisini bile reddedip baskı ve şiddette ısrar edenler kim? Halkların geleceğini çalan, sofrasını fakirleştiren bu soruna çözüm isteyenler kimler? Şüphesiz bu rakamı açıklayıp dert yananlar. Halk tüm bu çıplaklığı ve samimiyetsizliği görmekte, er geç oylarıyla sandıkta, sokaklarda, alanlarda mahkum edecektir.

Paylaşın

BM: 2050’de 5 Milyar Kişi Suya Erişimde Zorlanabilir

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından yayınlanan yeni bir rapor, 2050’de beş milyardan fazla insanın suya erişmekte zorluk çekebileceği uyarısında bulundu.

Haber Merkezi / Yayınlanan rapora göre, 2018 yılında 3,6 milyar insanın yılda en az bir ay boyunca suya erişimi yetersizdi. Raporun, 31 Ekim – 12 Kasım tarihleri ​​arasında Glasgow’daki BM İklim Değişikliği Konferansı olan COP26’dan önce açıklanması dikkat çekti.

Raporda, Dünya’da var olan su kaynaklarının yalnızca yüzde 0,5’inin kullanılabilir ve erişilebilir tatlı su kaynağı olduğu için su güvenliğinin önemli olduğu belirtildi.

Su kaynaklı felaketler son 20 yılda daha yaygın hale gelirken, 2000 yılından bu yana, su kaynaklı afetler önceki yirmi yıla göre yüzde 134 arttı. 2000 yılından bu yana kuraklık seviyelerinde de yüzde 30’luk bir artış yaşandı ve kuraklıktan en fazla etkilenen kıta ise Afrika oldu.

“Uyanmamız gerekiyor”

WCO Başkanı Peter Taalas, rapora ilişkin yaptığı açıklamada, “Yaklaşan su krizi nedeniyle uyanmamız gerekiyor” uyarısında bulundu.

WCO Başkanı Taalas, “Artan sıcaklıklar, küresel ve bölgesel yağış değişiklikleriyle sonuçlanıyor. Bu durum da yağış biçimlerinde ve tarım mevsimlerinde kaymalara yol açarak gıda güvenliği, insan sağlığı ve refahı üzerinde büyük bir etki oluşturuyor” dedi.

Taalas, dünyadaki su kaynaklarının yönetimi ve iklim politikalarının geliştirilmesi için acil eylem planına ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.

“Milyonlarca insan yerinden edildi ve yüzlerce kişi öldü”

Geçen yıl su kaynaklı felaketlerin devam ettiğini anımsatan Peter Taalas, “Asya genelinde aşırı yağışlar, Japonya, Çin, Endonezya, Nepal, Pakistan ve Hindistan’da büyük sellere neden oldu. Milyonlarca insan yerinden edildi ve yüzlerce kişi öldü” dedi.
WCO Başkanı Taalas, sel felaketlerinin sadece gelişmekte olan ülkelerde görülmediğine dikkati çekerek “Avrupa’daki feci sel yüzlerce ölüme ve yaygın hasara yol açtı” şeklinde konuştu.
Peter Taalas, nüfus artışı ve azalan su kaynakları nedeniyle dünya genelinde su sıkıntısı çeken insan sayısının artmasının beklendiği uyarısı yaptı.
Paylaşın

Pakistan’da 5,7 Büyüklüğünde Deprem: En Az 20 Ölü

Pakistan Afet Yönetim Başkanlığı, erken saatlerde ülkenin güneyinde meydana gelen 5,7 büyüklüğündeki depremde en az 20 kişinin öldüğünü ve yaklaşık 300 kişinin yaralandığını duyurdu.

Haber Merkezi / ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu (USGS), depremin 20 km derinlikte ve merkez üssünün Ketta şehrinin 102 km doğusu olduğunu duyurdu.

Yetkililer, depremde 100’den fazla kerpiç evin çöktüğü ve birçok binanın hasar gördü ve yüzlerce insanın evsiz kaldığını söyledi.

Deprem sırasında kaydedilen görüntüler sosyal medyaya yansıdı. Görüntülerde panik yaşayan insanların karanlıkta sokaklarda toplandığı görüldü.

Kurtarma ekipleri enkazda arama yaparken, yaralılardan bazıları sokakta telefon feneri ışığı altında sedyelerde tedavi edildi.

Fay hatlarının geçtiği Pakistan’da sık sık deprem oluyor. 1935’te Kette’yi vuran 7.7 büyüklüğündeki depremde 30.000 ila 60.000 kişi ölmüş, şehrin çoğu yerle bir olmuştu.

2006 yılında başkent İslamabad’ın yaklaşık 95 km kuzeydoğusunda meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki depremde ise yaklaşık 73.000 kişi hayatını kaybetmişti.

Paylaşın

Kovid 19’da Son Veriler Açıklandı: Bakan Koca’dan Uyarı

Kovid 19’da son 24 saatte 30 bin 438 kişinin testi pozitif çıktı, 236 kişi yaşamını yitirdi. Verileri yorumlayan Bakan Koca, “Toplum bağışıklığını henüz sağlamış değiliz. Ne yapmalıyız? Tedbirlere uymalı, aşılarımızı tamamlamalıyız” dedi.

Haber Merkezi / Sağlık Bakanlığı, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının Türkiye’deki seyrine ilişkin olarak yeni verileri yayınladı. Açıklanan verilere göre, son 24 saatte 358 bin 64 Kovid-19 testi yapıldı, 30 bin 438 kişinin testi pozitif çıktı, 236 kişi yaşamını yitirdi. Ayrıca, 31 bin 413 kişi de sağlığına kavuştu.

Bakan Koca’dan uyarı

Güncel verileri paylaşan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “VAKA SAYILARI NEDEN DÜŞMÜYOR? Sebeplerden üçü: Toplumsal hareketlilik çok arttı. Dışarıda, ortak mekânlarda tedbire önem verilmiyor, hastalığın yayılma ortamları çok fazla. Toplum bağışıklığını henüz sağlamış değiliz. Ne yapmalıyız? Tedbirlere uymalı, aşılarımızı tamamlamalıyız.” dedi.

Aşılamada son durum

Güncel verilere göre, birinci doz Türkiye ortalaması yüzde 87.46, ikinci doz ortalaması yüzde 73.53, birinci, ikinci ve üçüncü doz toplamı ise 111 milyon 391 bin 198 oldu.

Paylaşın

2021 Nobel Kimya Ödülü, List ve MacMillan’a Verildi

Almanya doğumlu Benjamin List ve İskoçya doğumlu David MacMillan, moleküler (küçük parçacık) yapı oluşturmak için geliştirdikleri ‘asimetrik organokataliz’ aracı ile 2021 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldüler.

Haber Merkezi / İki bilim insanının geliştirdiği bu aracın, farmasötik araştırmalarında büyük etki yarattığına ve kimyayı daha ‘çevre dostu’ hale getirdiğine işaret edildi. List ve MacMillan, ödülle birlikte verilen 10 milyon İsveç Kronu (yaklaşık 10 milyon TL) parayı paylaşacaklar.

53 yaşındaki David MacMillan, Bellshill, North Lanarkshire’da doğdu ve New Jersey’deki Princeton Üniversitesi’nde ve James S. McDonnell Seçkin Üniversitesi’nde Kimya Profesörü, 53 yaşındaki Benjamin List ise, Frankfurt / Almanya’da dünyaya geldi ve Köln Üniversitesi ve Max Planck Kömür Araştırma Enstitüsü’nde Profesördür.

Nobel Kimya Ödülü, 1901 ile 2020 yılları 112 adet ödül 185 ayrı bilim insanına verildi. Curie’ler, en başarılı “Nobel Ödülü ailesi” oldu. Marie Curie ve Pierre Curie’nin karı-koca ortaklığı 1903 Nobel Fizik Ödülü’nü çifte getirdi.

Marie Curie, 1911 Nobel Kimya Ödülü’nü alarak ikinci kez Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Marie ve Pierre Curie’nin en büyük kızı Irène Joliot-Curie, kocası Frédéric Joliot ile birlikte 1935 Nobel Kimya Ödülü’nü aldı.

Paylaşın

İYİ Parti Lideri Akşener, ‘Başbakanlığa Talibim’ Sözlerine Açıklık Getirdi

Partisinin grup toplantısında konuşan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, ‘ben başbakanlığa talibim’ sözlerine açıklık getirerek, “Evet ben, bu ucube sistemdeki Cumhurbaşkanlığına talip değilim. Ama seçimlerden 1’inci parti olarak çıkmaya, ve bunu hep birlikte başardığımızda, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in, ilk Başbakanı olmaya talibim” dedi.

Sayıştay raporları üzerinden iktidarı eleştiren Akşener, Erdoğan’ın yakında Merkez Bankası Başkanı’nı görevden alacağını ifade etti. Akşener, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “bölücü kebapçılar” açıklamasının ardından kürsüye bir kebapçıyı çıkardı.

Akşener sözlerini şu şekilde sürdürdü; Saray Medyası’na da bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Son üç buçuk yılda, Türkiye’yi hızla fakirleştiren Sayın Erdoğan yerine, Cumhur İttifakı’nın kendine acilen, çok daha güçlü bir aday bulması gerekiyor. O nedenle, bir zahmet, gidin, Cumhur İttifakı adayını tartışın.”

İYİ Parti Genel Başkanı’nın açıklamalarından satır başları şu şekilde:

Bizi, Gazi Meclisimizin çatısı altında, yeniden milletimizle buluşturan Yüce Allah’a, hamd-ü senalar olsun. İYİ Parti olarak, bu yıl da, bu kutlu çatının altında; milletimizin gür sesi olmaya, hakikate ışık tutmaya, dertlere derman olmaya devam edeceğiz.

Yeni yasama yılında da, her zaman olduğu gibi, doğru bildiğimizden şaşmayacak, doğruya doğru diyecek, yanlıştan ise, sözümüzü sakınmayacağız. Milletimizi yalandan, dolandan, talandan koruyacak, devletimizi de, satıp savanlardan kollayacağız. Ve o sandık geldiğinde, aynı söz verdiğimiz gibi; Türkiye’yi, Milletin Evi’nde, milletimizle birlikte yöneteceğiz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Aziz milletim; İktidar için, artık yolun sonu gözüküyor. Çünkü, mızrak artık çuvala sığmıyor. 3Y’yi yok etme vaadiyle iktidara gelen, Sayın Erdoğan’ın; yoksulluğu yöneten, yasakları normalleştiren, yolsuzluğun da, üstünü örten yönetim anlayışı, artık, gün gibi önümüzde duruyor.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde Sayıştay, denetim raporlarını açıkladı. Ak Parti hükûmeti ve ucube sistemi sağ olsun; bu seneki raporlarda da, yolsuzluk ve israf hız kesmemiş. Saray’da sefa sürenler, eğlenmeye tam gaz devam etmiş…

Gelin, raporlardaki bazı satırbaşlarına, birlikte bakalım: Mesela; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı denetim raporuna göre; Ankara’da kullanılmak üzere tahsis edilen, bazı araçlar, yıl içinde, Çeşme, Altınoluk, Akçay, Abant, Mersin gibi yerlerden, yakıt almışlar.

Belli ki bu arkadaşlar; millete hizmet yerine, kafalarına estikçe, devletin, kendilerine Ankara için tahsis ettiği arabalarıyla, tatil beldelerine gitmekte, bir sakınca görmemişler. Şu devlet insanlığına bakar mısınız?

Mesela; Sayıştay’ın, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı denetleme raporuna göre; bu, fevkalade başarılı bakanlığımız, Avrasya Tüneli geçişlerinde, kur hesabını yanlış yapmış… Üstelik, sadece kur hesabını değil, geçiş garantisini de yanlış hesaplamış.

E hâl böyle olunca, tünelden, garanti edilen 25 milyon araç yerine, yalnızca 12 milyon araç geçmiş. Ama, bu pek bir düşünceli arkadaşlar, ihale sahibi şirkete ayıp olmasın diye, 494,2 milyon lira, geçiş garantisi ödemesi yapmış.

“Milletimizin vergileri, yine bir şirketin, kasasını doldurmak için harcanmış”

Şu üstün yönetim becerisine bakar mısınız? Eğer doğru bir hesaplama yapılsaydı; garanti ödemesi, 456.3 milyon lirada kalacaktı. Ama bakanlık, şirketin kasasına, 37.9 milyon lira fazladan, ödeme yapmayı tercih etmiş. Yani, beceriksizliğin faturası, yine milletimize kesilmiş. Yani milletimizin vergileri, yine bir şirketin, kasasını doldurmak için harcanmış.

Peki, milletimizin cebinden çıkan milyonlarca lirayı; haksız ve hukuksuz bir biçimde yediren Bakanlığın, Sayıştay raporuna, cevabı ne olmuş biliyor musunuz?

“Bunlar yalan.”

Tweet bu kadar…

Evet, yanlış duymadınız. Verdikleri cevap, sadece bu kadar… Böyle ciddiyetsizlik, böyle utanmazlık olmaz, olamaz. Anayasal bir kurum olan Sayıştay, bir genel müdürlüğün, yolsuzluk, usulsüzlük yaptığı tespit etmişse, o genel müdürlük, ciddi ve kapsamlı bir açıklama yapmak zorundadır.

Bu kadar basit. Ama gelin görün ki; devletin bakanlığı, devletin denetleme kurumuna yalancı diyor. İşte size, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde, koskoca Türk Devleti’nin düşürüldüğü durum. Ayıptır, günahtır. Bir başka akıl dışı yolsuzluk örneği de, Karayolları Genel Müdürlüğü’nden.

Sayıştay’ın raporuna göre; Karayolları Genel Müdürlüğü, toplam maliyetini, 1588 lira olarak hesapladığı bir işe, sıkı durun, tam, 8 milyon 646 bin lira ödemiş.

Yani; asgari ücretin, yarısı kadar hesapladıkları işe, 3 milyon asgari ücret ödemişler. Durun daha bitmedi… Yine KGM, pazarlık usulüyle yaptığı bir ihalede; birim fiyatı, 7 lira 94 kuruş olan, muhafaza borusunu, tam 300 katı bedel ödeyerek, 2 bin 239 liraya satın almış.

İşte size; EYT’lilere, 3600 ek gösterge bekleyenlere, esnafa, çiftçiye, işsiz gence gelince; “Kaynak yok” diyenlerin, kaynaklarımızı nereye akıttığının cevabı… İşte size; zengin Türkiye’yi, fakirliğe mahkum eden bu zihniyetin, ibretlik fotoğrafı.

Sayın Erdoğan; Bu atadığın bürokratlar, sence kimi örnek alıyorlar? Cevabını ben vereyim. İsraf ve yolsuzluk batağına batmış bu bürokratların, ilham kaynağı bizzat sensin. Çünkü balık baştan kokar. Sayıştay raporlarına göre;

Geçen sene bir günde tam 7,9 milyon lira, senede ise, 2,8 milyar lira harcamışsın. 6 yıl içindeki harcamalarını da, 10 katına çıkarmışsın. İsrafın büyüklüğüne bakar mısınız?

Sayın Erdoğan; Bu öyle bir israf ki; Şayet, israfın dibini böylesine sıyırmasaydın, şayet, itibardan değil ama, bari keyfinden birazcık tasarruf edebilseydin, Şayet harcamalarını, 10 katına değil de, bari 5 katına çıkarsaydın, ne olurdu biliyor musun?

Mesela bugün, barınma sıkıntısı çeken, hiçbir öğrencimiz olmazdı. Mesela, üretmeyi bırakan çiftçilerimiz olmazdı. Mesela, pandemide açıkta bıraktığın için, iflas eden esnaflarımız olmazdı. Bu aziz millet sana güvendi, o koltuğa oturttu.

Peki sen ne yapıyorsun? Şu zor günlerde, milletinin devletine en çok ihtiyaç duyduğu, şu zor dönemde, milletin parasını çarçur ediyorsun… Yazıklar olsun. Aziz milletim; Gandhi’nin çok sevdiğim bir sözü vardır: “Dünya, herkesi doyuracak kadar kaynağa sahiptir; ama, herkesin açgözlülüğünü doyuracak kadar değil.” der.

Biz de diyoruz ki; “Türkiye, belki saray bürokratlarının, açgözlülüğünü doyuracak kadar değil; ama, her vatandaşını doyuracak kadar kaynağa sahiptir.” Yeter ki; Yolsuzluk Algısı Araştırması’nda, 180 ülke arasında, 86’ıncı sırada olmayalım.

“Bu vicdansızlığın karşısındayız”

Yeter ki; Beceriksiz bürokratlarla, yandaş müteahhitler arasında, sıkışıp kalmayalım. Yeter ki; Kaynaklarımızı, ranta değil, milletimize ayıralım. O nedenle biz, işte tam olarak, bu iş bilmezliğin, bu hoyratlığın, bu vicdansızlığın karşısındayız.

Yapılan tünellere, köprülere, yollara değil; plansızlığa, haksızlığa, beceriksizliğe karşıyız. Milletimizin parasının, millete hizmet olarak dönmesine değil; ısrarla yandaşını kayıran, bu ahlaksızlığa karşıyız. Ez cümle, biz, projeye değil, ranta karşıyız!

Aziz milletim; daha kış gelmeden, ne kadar zorlu bir kış geçireceğimizi; iktidarın açıkladığı zamlarla, görmeye başladık. Elektrik üretiminde kullanılan, doğal gaz fiyatına; Temmuz ayında, yüzde 20 zam yapılmıştı. Bu ay, üzerine yüzde 15 daha yapıldı.

2018’den bu yana, elektriğe, yüzde 122 zam yapan hükûmetin; emekli, asgari ücretli, memur maaşlarına yaptığı zamlar ise, yüzde 66 ile, yüzde 69 bandında kaldı. Şu vicdansızlığa bakar mısınız? Yazıktır, günahtır. Gittiğimiz her yerde, elektrik faturasını ödeyemediği için; tarlasını sulayamayan çiftçiyi, üretim yapamayan sanayiciyi, zor durumda kalan esnafı dinliyoruz.

Ama iktidar oralı bile olmuyor, milletimizi, zam yağmuruna tutmaya devam ediyor. Bir lütuf gibi sunduğu, maaş zamlarını, yıl içerisinde fazlasıyla geri almaktan, zerre utanmıyor.

Değerli milletvekilleri; Hesap verebilirliğin yerini, biat etmenin, liyakatin yerini, vasatlığın, devlet terbiyesinin yerini, ciddiyetsizliğin aldığı bu ucube sistem; ülkemizin içinde bulunduğu tüm problemlerin, esas sebebidir. Bu durumun, bir diğer örneğini; Merkez Bankası’nın, son kararlarında gördük.

Biliyorsunuz, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle birlikte; Merkez Bankası Başkanları’nın, görev ve sorumluluklarına, bir güncelleme geldi. O da, Sayın Erdoğan’ı memnun etmek. Merkez Bankası’nın, son faiz indirimi kararıyla; 8 Eylül’de, 8,30 seviyesindeki dolar, 8,90’a kadar yükseldi.

Bu 60 kuruşluk artışla birlikte; ithal ettiğimiz malların maliyeti, yüzde 7 yükselirken, dış borç stokumuz, 270 milyar lira, kısa vadeli borcumuz da, 101,2 milyar lira arttı. Ama şimdiden söyleyeyim: Bu artışların sorumlusu, Merkez Bankası Başkanı değildir.

Çünkü kendisi, aynı çöp öğütür gibi, bürokrat öğüten bu sistemin, son kullanma tarihi yaklaşan bir bürokratından fazlası değildir. Bu maliyetlerin esas sorumlusu; Türk Devleti’ni, ucube bir sisteme hapseden, Türkiye Ekonomisi’ni, akıl dışı teorilerine kurban eden, Ve her olaydan, elini yıkayıp çıkmasıyla bilinen Sayın Erdoğan’ın, ta kendisidir.

Nitekim, eminim ki; Bu olaydan da, elini yıkayıp çıkmak için, Merkez Bankası Başkanı’nı, yakın zamanda harcayacaktır. O nedenle, buradan Sayın Başkan’a, Sonradan açıkta kalmaması için, şimdiden iş aramaya başlamasını tavsiye ediyorum.

Aziz milletim, Peki, sırf Sayın Erdoğan memnun olsun diye kaybettiğimiz, 270 milyar lira ile, neler yapılabilirdi biliyor musunuz? Mesela; son 7 yıl içinde, tarıma verilen desteğin 3 katı, bizim yakın zamanda açıklayacağımız, tarım reformu için kullanılabilirdi.

Mesela; Pandemi döneminde verilen, kısa çalışma ve nakit desteğinin 5 katı, vatandaşımıza ve esnafımıza dağıtılabilirdi. Mesela; 128 devlet üniversitesine, 2022 için ayrılan bütçenin 5 katı, bu üniversitelerin, eğitim ve barınma sorunlarının, çözümüne ayrılabilirdi.

Böylece, tam 4 milyon öğrencimizin, yurt ihtiyacı karşılanabilirdi. Hep söylediğimiz gibi: Biz kaynakları olmayan, yoksul bir ülke değiliz. Biz, yoksul olduğuna inandırılan bir ülkeyiz. Türkiye’nin, çözülemeyecek sorunu yok. İYİ Parti iktidarında; rant musluklarını kapatınca; milletin vergileriyle, millete nasıl hizmet edileceğini, yandaş kayırmayan projelerin, nasıl hayata geçeceğini, kaynaklarımızın nasıl verimli kullanılacağını, cümle aleme göstereceğiz.

Milletimizi, hak ettiği, zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye ile buluşturacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Değerli dava arkadaşlarım, Türkiye maalesef; Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının elinde, psikiyatrik bir iktidar anlayışıyla yönetiliyor.

Memlekete akıl hastanesi, milletimize de, akıl hastası muamelesi yapılıyor. Adeta, Guguk Kuşu filmini yaşıyor gibiyiz… Sayın Erdoğan, Hemşire Ratched, bakanları, zorba hasta bakıcılar, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi de, milletimize giydirilen deli gömleği…

“Her hafta, toplumumuzun yeni bir kesimi, terörist ilan edilir hale geldi”

Gömleğin içinde, her geçen gün, daha da bunalıyoruz. Ama Hemşire Erdoğan ve ekibi, oralı bile değil. Kıpırdayanın, kafasına vuruyorlar. Ne zaman birileri, bu gömleğe itiraz etse, Hemşire Erdoğan ve hasta bakıcılarının etmediği hakaret, yapmadığı kötülük kalmıyor.

Her hafta, toplumumuzun yeni bir kesimi, terörist ilan edilir hale geldi. Çiftçimiz, esnafımız, üreticimiz, zaten bayağıdır, iktidarın terör listesinde. Yakın zamanda, marketler bu kategoriye alındı. Daha geçen hafta, barınamayan öğrencilerimiz terörist ilan edildi.

Dün itibariyle de, kebapçılar terörist oldu. İşte o nedenle, bu hafta, Milletin Kürsüsü’nde, hem kebapçı, hem de aspavacı bir kardeşimizi misafir ediyoruz. İbrahim Çetinkaya aramızda. Bu vesileyle, tüm kebapçı kardeşlerimize, aramıza hoş geldiniz demek istiyorum.

Buyrun İbrahim Bey, söz de kürsü de senindir. Teşekkür ediyorum İbrahim kardeşim. Aziz milletim, Meclisimizin tatilde olduğu son 2 buçuk ayda, tam 20 il gezdim. Vatandaşlarımız anlattı, ben de dinledim. Sayın Erdoğan ve bakanları, yan gelip yatarken, biz, memleketin dört bir yanında, milletimizle buluştuk.

Sayın Erdoğan’ın kitap yazdırıp, basket oynarmış gibi, görüntü vermekle uğraştığı günlerde, biz, doğusundan batısına, ülkemizin dört bir yanındaki dertleri biriktirdik. Ve gördük ki; Sayın Erdoğan’ın hayal dünyasında, her şey yolunda olsa da, kendisi gidişattan memnun, marketteki fiyatlar da, son derece uygun olsa da, milletimizin durumu, maalesef hiç de iyi değil.

Mesela; Van’da, manav esnafı olan bir kardeşim diyor ki; “Eskiden 4 kilo domatesi, 10 liraya veriyordum. Ama bugün, 2 kilo verebiliyorum. Türkiye, domates ihraç eden bir ülkeyken, Şimdi domatesin 5 lira olması, içler acısı. Ben müşterimin, 5 liraya domates almasını istemiyorum.”

Çaldıranlı bir işçi kardeşim; “Benim 9 çocuğum var. 2800 lira maaşla, işçi olarak geçinmeye çalışıyorum. Adamlar 5 maaş alıyor, bize de idare edin diyorlar.” diyor. Mesela, toprağını ekemeyen, Erzurumlu bir çiftçi kardeşim; “Buralarda eskiden, 100 bin ton pancar olurdu. Şimdi, 10 bin ton pancar olmuyor. Ben, 30 dönüm, 40 dönüm pancar ekiyorum. Şimdi onu da bitirdim.” diyor.

Ardahanlı süt üreticisi kardeşim; “4 liraya mal edip, 2 liraya satanlar var. Ben hayvancılığı bırakayım mı? Kazanamıyorum.” diyor. Kars’ta, hem kasaplık, hem de hayvancılık yapan bir kardeşim; “Ben üretici olduğum hâlde; ithal et alıp kullanıyorum.” diyor.

Mesela; Sinoplu emekli bir kardeşim; “İşçi emeklisiyle memur emeklisini, çok ayrı tutuyorlar. Bunun olmaması lazım. Asgari ücret, adı üstünde asgari ücretse; O zaman, asgari ücretin altında, nasıl emekli maaşı veriliyor?” diyor.

Mesela; Daha 16 yaşında olmasına rağmen, geleceğinden endişe eden, Erzurumlu bir oğlumuz diyor ki; “Bizim amacımız güzel bir hayat yaşamak, emeğimizin karşılığını almak. Ama alamıyoruz. Hiç kimsenin umudu yok. Yemin ederim, geceleri yastığa kafamı koyuyorum.

Diyorum ki; ‘’Ben 18 yaşında ne olacağım? Ne başaracağım?” Mesela; Sayın Erdoğan’ın, “Elinize, dilinize dursun” dediği, 650 liraya rağmen, ailesine yük olduğu için dertlenen, Fatsalı Atakan diyor ki; “Bir kitap alıyoruz 80-90 lira. Yani 3 kitap aldığımızda, 300 lira tutuyor. Büyük bir külfet. Normal bir kareli deftere, 15-20 lira veriyorsunuz.”

Buradan Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyorum: İşte sana, Anadolu’nun sokaklarından yükselen, milletimizin sesi. İşte sana milletimizin gerçekleri… Bunu oturduğun saraydan göremezsin, 5-10 maaşlı danışmanlarından dinleyemezsin, makyajlı saray raporlarından okuyamazsın.

O yüzden gel, bir kez olsun beni dinle. “Akşam evinde ne pişireceksin?” diye sorduğumda; Patatesten başka bir cevap veremeyen kadınları, “Geçinebiliyor musun?” diye sorduğumda; Tüm umudunu kaybetmesine rağmen, hâlâ gözleri parıldayan işsiz gençleri, “İşler nasıl?” diye sorduğumda; Her şeye rağmen, sözlerine şükürle başlayan, siftahsız esnafın sesini dinle.

“Vatandaşlarımız, her geçen gün ağırlaşan şartlardan, artık yorulmuş”

Dinle ki, memleketimizin kanayan yaralarını gör. Bu umursamazlığın, artık kabak tadı veriyor Sayın Erdoğan. Oturduğun koltuk, yan gelip yatma koltuğu değil. Ya çık, işini yap, milletin derdini çöz, ya da, milletimizin önüne sandığı getir, yetkiyi alalım, biz gelip, biz çözelim.

Bu kadar basit. Değerli dava arkadaşlarım, Bildiğiniz gibi, 20 Ocak 2020’den beri, Anadolu’yu sizlerle birlikte, karış karış geziyoruz. Gittiğimiz her ilde, içimizi acıtan bir başka hikâyeyle karşılaşıyoruz. Vatandaşlarımız, her geçen gün ağırlaşan şartlardan, artık yorulmuş.

Bitmek bilmeyen zamlardan, parasının pula dönmesinden, artık sıkılmış. Yaşadığı yoksulluğu görmediği gibi, kendisini suçlayan iktidardan da, artık bıkmış. Zamanında, meşhur bir çay-simit hesabı vardı, hatırlıyor musunuz?

Bugün, Sayın Erdoğan’ın tavsiyesi doğrultusunda, 3 çocuk yapan bir aile; 3 öğün simit yiyip, çay içse, asgari ücretin yarısı ediyor. Hadi diyelim ki, çayı da kendisi, vatandaşımızın kafasına fırlatmış olsun, o hâlde bile, bu aile sadece simit yese, cebinden, 1000 liradan fazla para çıkıyor.

TÜİK verilerine göre, ülkemizde; gıdaya, ayda 150 lira harcayamayan, 16 milyon vatandaşımız var. Yani bu ülkede, günde 3 simit almaya bile gücü yetmeyen, 16 milyon vatandaşımız var. Neredeyse 13 milyon hane, ve bu hanelerde yaşayan, yaklaşık 50 milyon vatandaşımız, yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Daha vahim olanı ise şu: Ülkemizde, tam 5 milyon 800 bin kişi, açlık sınırının altında yaşıyor. Açlık, bir ülkenin karşılaşabileceği, en ciddi sorundur. Ama bu tabloda, en çok çocuklarımızın durumu, canımı yakıyor.

TÜİK verilerine göre; 3 yaşından küçük, her 100 bebeğimizden 45’i, 3-14 yaş arasındaki, her iki evladımızdan biri, 15-24 yaş arasındaki, her üç gencimizden biri, En yoksul yüzde 20’lik kesimi oluşturan, ailelere mensup.

Üstelik bu yoksul ailelerin çoğu, İstanbul’un göbeğinde; Kasımpaşa’da, Ümraniye’de, Çatalca’da. İşte size, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin, milletimize reva gördüğü bolluk bereket. İşte size, Sayın Erdoğan’ın dilinden düşürmediği, 2023 hedefleri.

Sayın Erdoğan ve arkadaşları, unutmuş olsalar da; Biz, açlıktan karnına taş bağlarken, yine de yetimleri doyurmaya gayret eden, Hazreti Muhammed Efendimiz’in ümmetiyiz. İşte bu yüzden, milletimizin her bir ferdine sözümüz olsun ki; biz, milleti açlığa mahkûm edip, kendimiz zenginleşmeye değil, Ülkemizi zenginleştirip, refahı adil şekilde bölüştürmeye geliyoruz.

Aziz milletim, İşte o nedenle, İYİ Parti olarak, ülkemizdeki derin yoksullukla mücadele planımız kapsamında, hazırladığımız projelerimizden ilkini, bugün burada, sizlerle paylaşmak istiyorum. Okul çağındaki her çocuğumuza, her gencimize, kahvaltı ve öğle yemeğini, ücretsiz olarak sunacağımız, Rüzgârgülü Projemiz, milletimize, memleketimize, hayırlı uğurlu olsun!

Aziz milletim; Daha önce bu kürsüden dile getirdiğim, bir gerçek vardı. Ankara, İzmir ve İstanbul’da, düşük ve orta gelirli ailelerin, çocuklarıyla yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de çocukların, en çok değiştirmeyi istedikleri şey; Adaletsizlik ve eşitsizlikti.

İşte bu nedenle, Rüzgârgülü’nü; sağlıktan eğitime, istihdamdan yerel ekonomiye, yoksulluktan gelir eşitsizliğine kadar, Türkiye’nin en can alıcı sorunlarına parmak basan, çok yönlü bir kalkınma projesi olarak tasarladık.

Rüzgârgülü Projesi ile çocuklarımız, sadece günlük ihtiyacı olan, proteini ve vitamini almakla kalmayacak, Sağlık Bakanlığı tarafından, her yaş grubuna göre ayrı ayrı hazırlanacak, beslenme programıyla, dengeli ve doğru beslenerek, sağlıklı bireyler olarak yetişecek.

İYİ Parti iktidarında; Bir daha hiçbir çocuğumuz, sağlığını, açlığı, yoksulluğu, adaletsizliği düşünmek zorunda kalmayacak. Buradan bunun sözünü veriyorum. Değerli dava arkadaşlarım; Bugün ülkemizde çocuklarımız, yetersiz beslenmeyle olduğu kadar, aşırı ve sağlıksız beslenme sorunuyla da, karşı karşıya.

Yapılan araştırmalara göre; Okul öncesi ve okul çağındaki çocuklarımız, üst solunum yolu enfeksiyonları, ishal, obezite, ağız ve diş sağlığı gibi problemlerden müzdarip. Rüzgârgülü Projesi ile; Çocuklarımızın doğru beslenmesini sağlayarak, Okul öncesi çağda, 235 bin, Okul çağında ise, tam 2 milyon çocuğumuzu, bu hastalıklara karşı korumamız mümkün.

Projeyi hayata geçirdiğimizde, çocuklarımız, sadece sağlıklı bireyler olmakla kalmayacak. Ayrıca son 20 senede, devamlı geriye giden, eğitim alanında da, önemli başarılar elde edeceğiz. Hem okullaşma oranımız, hem de çocuklarımızın başarıları, ciddi şekilde artacak.

Yapılan araştırmalar; Okulda, ücretsiz gıdaya erişim olduğu takdirde, okula gitmeyen, her 10 çocuktan 1’inin, okula kaydolacağını gösteriyor. Bu durumda; okul öncesinde, tam 230 bin, ilkokulda, 41 bin, ortaokulda, 21 bin, lisede ise, 73 bin öğrencimiz, okula kaydolacak, eğitimden geri kalmayacak.

Üstelik Rüzgârgülü’yle, yalnızca okullaşma oranını yükseltmekle kalmayacağız. Öğrencilerimizin, mevcut başarılarını da artıracağız. Hepinizin bildiği üzere, ülkemiz PISA skorlarında, maalesef, “başarısız öğrenci” grafiği çiziyor.

Oysa bizim çocuklarımız, bu başarısızlığa mahkûm değil. Rüzgârgülü sayesinde, doğru ve dengeli beslenen öğrencilerimiz, derslerinde daha başarılı olacaklar. Yaptığımız hesaplamalara göre, projeyle birlikte; matematikte yüzde 10, dil bilgisinde ve fen bilgisinde ise, yüzde 9’a varan, bir eğitim kalitesi artışını yakalayabileceğiz.

Biz bu artışı yakaladığımızda, ülkemiz PISA skorlarında, matematikte, 35’inci sıradan, 17’inci sıraya, dil bilgisinde ve fen bilgisinde ise, 33’üncü sıradan, 7’inci sıraya yükselecek. Değerli milletvekilleri, Okullarda her gün, iki öğün yemeğin, ücretsiz olarak verilmesinin, öğrencilerimize olan faydalarından bahsettik.

Ancak Rüzgârgülü Projesi, yalnızca çocuklarımızın sağlıklarını, ve eğitimdeki başarılarını geliştirmekle kalmayacak, bunun yanında, istihdamı da artıracak. Benzer projelerin uygulandığı, diğer ülkeleri incelediğimizde, her 50 çocuğun beslenmesi için, 1 kişinin istihdam edilmesinin gerektiğini görüyoruz.

Yani bu ne demek? Bu; Rüzgârgülü Projesi’ni uygulamaya geçirdiğimiz anda; 303 bin yeni iş imkânı ortaya çıkacak demek. Bu yeni iş imkânlarının, yüzde 78’inde, kadınları istihdam ettiğimizdeyse, şu an işsiz olan, 236 bin kadın, iş sahibi olacak demek.

Hele ki; Mevcut durumda zorunlu olmayan, okul öncesi eğitimi de zorunlu hâle getirir, ve üstüne Rüzgârgülü Projesi’ni uygularsak, tam 720 bin yeni iş yaratabiliriz. Bu işlerin, yine yüzde 78’inde, kadınları istihdam ettiğimizdeyse, 561 bin kadına, istihdam sağlamış oluruz.

Değerli dava arkadaşlarım, Tüm bunların yanında, Rüzgârgülü Projesi’yle, Yoksulluğu ve gelir eşitsizliğini de azaltacağız. Ülkemizde aileler, artan gelir eşitsizliği ve yoksulluk altında, çocuklarını okutmaya çalışıyor.

Ne yazık ki; bugün Türkiye’de, her 3 çocuktan 1’i, yoksullukla ve yoksunlukla mücadele ediyor. Rüzgârgülü Projesi, yoksulluk ve gelir eşitsizliği üzerinde, nakit transfer programlarına benzer bir etki yaratacak. Çünkü artık aileler, çocuklarını, kahvaltı ve öğle yemeğinde, nasıl doyuracaklarını düşünmek zorunda kalmayacaklar.

Bilecekler ki; Yavruları, gittiği okulda, ihtiyacı olan proteini ve vitamini alıp, karnını doyuruyor. Bu da, çocuğu olan ailelere, Çocuk başına, yıllık 1000 lira yardım yapılması ile eşdeğer bir destek, anlamına gelecek. İşte bu sayede, Rüzgârgülü Projesi uygulandığında; Tam 1,6 milyon insanımız, yoksulluktan kurtulacak, gelir eşitsizliği de, yüzde 1,6 oranında azalacak.

Rüzgârgülü ile; Çiftçimiz ve kooperatiflerimiz de kazanacak. Çünkü, projenin operasyon boyutunu yüklenecek olan belediyelere, bölgedeki küçük ölçekli çiftçiler ve tarım kooperatifleriyle çalışmalarını, şart koşacağız. Böylece, arzu ettiğimiz kırsal kalkınmanın da, ilk temellerini atmış olacağız.

Çiftçimiz, hem para kazanacak, hem de, ürettiği ürünün, bölgesindeki öğrencileri, doyurmak için kullanılacağını bilerek, mutlu olacak. Değerli dava arkadaşlarım; Tabii biz, ne zaman bir projemizi tanıtsak, başta Sayın Erdoğan olmak üzere, iktidar mensupları, “Bu işin maliyeti ne olur? Kaynağı nasıl bulacaksınız?” diye sorar.

Biz artık buna alıştık. Kendilerinin her işi, hesapsız kitapsız olduğu için, bizi de, kendileri gibi sanıyorlar. Hemen söyleyelim… Farklı eğitim seviyelerinde, devlet okullarında okuyan, tam 15,1 milyon çocuğumuza, okulların açık olduğu, 9 ay boyunca, haftada 5 gün, hem kahvaltı, hem de öğle yemeğini, ücretsiz olarak sunmanın maliyeti, 23 milyar lira.

Bu ne demek biliyor musunuz? Bu; Merkez Bankası’nın, yanlış kararı sonucunda oluşan, dış borcumuzun, onda biri demek. Yani bu; 5’li çeteye, yıllardır verilen toplam ihalelerin, yalnızca onda biri ile, 15 milyon çocuğumuzun, doyması demek.

Yani; Bir yanda, doymak bilmeyen 5’li çetenin rant iştahı, diğer yanda ise, 15 milyon çocuğumuzun, sağlıklı beslenmesi, sınıfa aç girmemesi var. İktidardakiler, seçim yapmakta zorlanabilir ama, biz tercihimizi, elbette çocuklarımızdan yana kullanıyoruz.

Çünkü biz; “Türkiye paylaştıkça eşitlenecek, eşitlendikçe büyüyecek!” diyoruz. Bu vesileyle, başta Kalkınma Politikaları Başkanlığımız olmak üzere, projede emeği geçen, tüm paydaşlarımıza teşekkür ediyor, Rüzgargülü’nün milletimize, memleketimize hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli dava arkadaşlarım; Sözlerimin son bölümünde, son dönemdeki tartışmalara değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, katıldığım bir televizyon programında, “Ben Başbakanlığa talibim.” dedim, ve çarşı karıştı…

Tam bir haftadır, televizyonlarda, “öyle mi olacak, böyle mi olacak?”, “Onu mu dedi, bunu mu dedi?” tartışmaları var… Oysa söylediğim, çok açık. Millet İttifakı olarak, bir Cumhurbaşkanı adayı göstereceğiz. Ve bu aday da, Türkiye’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı olacak.

“Sorunumuz, bir sistem sorunu”

Ama, Cumhur ittifakı paydaşlarının aksine, biz, yeni bir Sayın Erdoğan seçmeyeceğiz. Çünkü biz biliyoruz ki; aday göstereceğimiz kişi, dünyanın, en becerikli, en muteber insanı bile olsa, Türkiye, bu ucube sistemle yönetilemez.

Çünkü sorunumuz sadece, Sayın Erdoğan’ın kötü bir Cumhurbaşkanı olması değil. Yetkilerini kötüye kullanması, sürekli olarak yanlış tercihler yapması da değil. Sorunumuz, bir sistem sorunu. Sorunumuz, tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanının, bir partiden yana taraf olması.

Sorunumuz, millet ile devletin arasındaki bağların, koparılmış olması. Sorunumuz, kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılıp, tüm yetkinin tek bir kişide toplanması. Nitekim, bu durumun sonuçlarını, ekonomiden eğitime, sağlıktan hukuka kadar, her alanda görüyoruz.

İçine sokulduğumuz devlet krizini, her yeni olayda tekrar tekrar yaşıyoruz. Bu sistemin, milletimize yükten başka bir şey getirmediğine, ibretle şahit oluyoruz. Dava arkadaşlarım; İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde; Anti demokratik yönetim biçimleriyle, adaletli ve özgür bir toplum inşa edilememiştir.

Çünkü, tek bir kişiye bağlı olan tüm düzenler, zamanla yozlaşmaya mahkûm olmuştur. Aksini iddia etmek, insanlığın, binlerce yıllık kültürel birikimini hiçe saymaktır. Tam olarak da bu nedenle; demokrasi tarihi, her dönemecinde, gücün, tek bir kişide toplandığı değil, gücün dağıtıldığı sistemlerle ileriye gitmiştir.

Kişiler yerine, kurumları güçlendirerek gelişmiştir. Kuvvetler ayrılığı ile gelişmiştir. İşte bu yüzden; İster 2023, ister daha önce yapılacak olan bir seçimde, Millet İttifakı’nın adayının, yani Türkiye’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı seçilecek olan kişinin, öncelikli görevi;

Türkiye’yi hızla, bu çağdışı sistemden kurtarmak, ve kuvvetler ayrılığına dayalı bir demokrasiyi, hayata geçirmek olacaktır. Evet ben, bu ucube sistemdeki Cumhurbaşkanlığına talip değilim. Ama seçimlerden 1’inci parti olarak çıkmaya, ve bunu hep birlikte başardığımızda, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in, ilk Başbakanı olmaya talibim.

Millet ile devlet arasındaki bağları, yeniden kurmaya, Türkiye’yi güçlendirmeye, milletimizi zenginleştirmeye talibim. Avrupa’nın en yoksul milletini, hak ettiği zenginliğe kavuşturmaya, sermaye ve beyin göçünü, tersine çevirmeye talibim.

Özgürlüklerin doyasıya yaşandığı, adaletinden şüphe duymayacağımız, bir hukuk düzeni kurmaya, yolsuzluğu, hırsızlığı, haksızlığı bitirmeye talibim. Bu vesileyle, Saray Medyası’na da bir tavsiyede bulunmak istiyorum.

“İftiralara, yalanlara, cesurca karşı çıktık”

Son üç buçuk yılda, Türkiye’yi hızla fakirleştiren Sayın Erdoğan yerine, umhur İttifakı’nın kendine acilen, çok daha güçlü bir aday bulması gerekiyor. O nedenle, bir zahmet, gidin, Cumhur İttifakı adayını tartışın. Sayın Erdoğan yerine, kim aday olursa, daha fazla oy alır, gidin bunu konuşun. Sayın Erdoğan yerine, kim aday olursa, Millet İttifakı ile arayı kapatabilir, gidin bunu tartışın.

Millet İttifakını da, artık rahat bırakın… Dava arkadaşlarım, Biz hep birlikte, omuz omuza vererek, imkânsızları mümkün kıldık. Önümüze çıkartılan tüm engelleri, korkusuzca yıktık. İftiralara, yalanlara, cesurca karşı çıktık.

Hatırlayın, Başlarda, bizi görmezden geldiler. Sonra, “Rahatınızı bozmaya geldik.” dediğimizde, bize güldüler. Şimdilerde ise; milletimizin, her geçen gün artan teveccühünü, ailemizin, her geçen gün büyüdüğünü gördükleri için, bizimle uğraşıyorlar.

Varsın uğraşsınlar! O sandık geldiğinde, bizim kazanacağımızı, artık onlar da biliyor. Anadolu’nun dört bir yanından yükselen o sesi, artık onlar da duyuyor. Millet Bizi Çağırıyor, artık onlar da görüyor. Varsın uğraşsınlar! Biz, memleketimizin dertlerine derman olmaya, milletimize umut olmaya devam edeceğiz.

Milletimizden yetkiyi alıp, Türkiye’yi düze çıkartacağız. Adil, bereketli ve huzurlu bir Türkiye’yi mümkün kılacağız. Bugüne kadar başardıklarımız, başaracaklarımızın teminatıdır. Çünkü bizim yolumuz, hak yoludur, hakikat yoludur, millet yoludur. Milletimizin gönlü ferah olsun. Bu kutlu yolda, Yüce Allah, yar ve yardımcımız olsun. Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun. (yeniçağ)

Paylaşın

HDP’li Sancar’dan Dikkat Çeken ‘İttifak’ Açıklaması

HDP Eş Genel Başkanı Sancar, HDP’nin bir ittifak arayışı olmadığını belirterek, “Amacımız bütün ezilenlerin, her kesimden insanın, vicdanlı, iyi insanın, inançların, hakların ortak iradesini bu ülkenin çözüm gücü haline getirmektir” dedi.

Haber Merkezi / Partisinin 27 Eylül’de açıkladığı deklarasyona ilişkin ise Sancar, deklarasyondaki amacın ‘ne birileriyle pazarlık ne de birilerine ayar verme derdi’ olduğunu, herkese demokratik ortak yaşamı birlikte kurmaya davet anlamına geldiğini dile getirdi.

HDP Eş Genel Başkanı Sancar, Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” açıklaması için de “Kürt sorunu çözüldüyse demokrasi ve barış için mücadele eden siyasetçileri neden rehin alıyorsunuz? Türkiye’nin üçte birinde seçim sonuçlarını yok sayan bir anlayış Kürt sorununu çözmüş olabilir mi? Madem çözdünüz neden hala panzerler Kürt çocukları ezerek öldürüyor? İnkâr siyaseti uzun süre Kürt yoktur laflarıyla yürütüldü. Hayat ve mecburiyet bir yere kadar izin verebiliyor buna. Kürt yoktur demeye cesaret edemiyor kimse artık. Bu sefer Kürt sorunu yok demeye başladı. Kürt sorunu vardır noktasına gelindi.” ifadelerini kullandı.

Sancar, Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü için “HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz” sözü üzerine başlayan tartışmayı ilişkin ise, partilerinin Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümüne talip olduğunu belirterek, HDP’nin muhatap olduğunu söyledi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Sancar, şunları söyledi:

“Yoğun bir yaz sürecini geride bıraktık. Umutluyuz, kararlıyız, cesaretliyiz, ısrarlıyız. HDP’nin fikriyat, hareket, bir değişim gücü olduğunu bilmeyenler kapatma davası açarak bizleri yıldıracaklarını sanarak, baskı ve zor politikalarıyla bizi yolumuzdan alıkoymaya çalıştılar.

“HDP’ye olan inanç ve güven de artıyor”

Halk acil değişim istiyor. Bu soygun ve talan düzeninden bıkmış, usanmış, üç kuruşa muhtaç hale getirilmiş insanların ortak talebi bu gidişatı durdurmak. Halk adalet, refah, demokrasi, iş, güvenle bakabileceği ortak bir gelecek, eşitlik, insanlık onuruna yakışır yaşam istiyor. HDP’ye olan inanç ve güven de artıyor, Türkiye’nin dört bir yanında hem de. Bu inanç ve destek büyüyor, güçleniyor.

Her bir sese ses ve umuda adres olmaya devam edeceğiz. Halklara ve demokrasiye en güçlü nefes olacağız. Barışın inşasında hem amele, hem usta, hem mimar olacağız. Hukuksuzluk kararını dağıtan ışık olacağız. Herkes için gerçek adaletin yolunu açacağız. Güçlü demokrasiyi hep birlikte inşa edeceğiz. 27 Eylül’de Ankara’da Türkiye siyasetinin önünü açan bir deklarasyon yayınladık. Bu deklarasyonu yayımlama amacımız ne birileriyle pazarlık hesabı ne de birilerine ayar verme derdidir.

Her şeyden önce bütün toplum kesimlerine müzakere ve diyalog teklifidir. Ülkenin bütün sorunlarını çözmede sorumluluk alma iradesidir bu deklarasyon. Türkiye’de yaşayan herkese demokratik ortak yaşamı birlikte kurma davetidir. Otoriterliğe, tekçiliğe, baskıya, her türlü sömürüye karşı çokluk içinde demokratik birlik çağrısıdır.

Milletvekili seçimlerinde tutumumuz demokrasi güçleri, toplumsal muhalefetle, ezinlerle, emekçilerle, ekoloji mücadelesi yürütenlerle, kadınlarla, gençlerle yürüttüğümüz mücadele birliğini demokrasi ittifakını daha da büyütmek ve güçlendirmektir. Bunun dışında bir ittifak arayışımızın olmadığını bir kez daha açıkça ilan ediyoruz. Amacımız bütün ezilenlerin, her kesimden insanın, vicdanlı, iyi insanın, inançların, hakların ortak iradesini bu ülkenin çözüm gücü haline getirmektir.

Bu saydığım bütün kesimlerle yürüyüşümüzü büyüteceğiz, demokrasi ittifakı adı altında milletvekili seçimlerinde ülkenin bütün sorunlarını açacak güce ulaşacağız. Hedefimiz budur, bunun dışında ne konuşulursa konuşulsun boştur, gereksizdir, anlamsızdır. HDP yoluna bu ışıkla ve hedefle yürüyecektir.

Elbette ki siyasal muhalefetle de seçim güvenliğinden geçiş sürecine, demokrasinin yerelden başlayarak güçlü bir biçimde inşasından barışa varıncaya kadar konuşmaktan, müzakere ederek yol bulmaktan yanayız. Çünkü Türkiye’nin ihtiyacı budur. Halkın siyasetten beklentisi budur. Mesele bu çürük düzeni değiştirmek ve halkı bu rezaletten ve sefaletten kurtarma meselesidir. Esas odaklanmamız gereken noktanın da bu olduğunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutumuz da açıktır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde isimler üzerinden değil deklarasyonda da altını çizdiğimiz temel ilkeler üzerinde ve müzakere anlayışıyla hareket edilmesi gerektiği görüşündeyiz.

“Tutum belgemiz Türkiye’nin deklarasyonudur”

Güçlü demokrasinin temellerini atmaya adaydır bu ilkeler. Bizim çağrımız bu ilkeler sorunları çözmek, ülkeyi birlikte yönetmek, halka onurlu bir gelecek yaratmak için yol gösteriyor. Güçlü demokrasinin temellerini atmaya aday. Bizim çağrımız bu ilkeler etrafında diyalogdur, müzakeredir, mutabakat arayışıdır. Bu çağrılarımızı bir kez daha duyurmayı bir görev sorumluluk olarak görüyorum.

Tutum belgemiz Türkiye’nin deklarasyonudur. Güçlü demokrasiye giden yolun haritasıdır. HDP’nin yarınlara olan sözüdür.

1 Ekim’de yeni yasama yılı açıldı. Bir yanda dağlar kadar sorun var, açlık, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik, kutuplaşma var. Yoksulluk ve yolsuzluk baştan başa sarmış her yeri. Diğer yanda ise bu sorunları yaratan ve yok sayan siyaset var. Bunun karşında ortak tutum geliştirmemiz, ortak adımları güçlendirmemiz gerekiyor.

Biliyorsunuz Meclis aynı zamanda Kürt sorununda inkâr sözleriyle açıldı. Bu ülkenin en önemli sorunlarından birinin Kürt sorunu olduğunu söylüyoruz, aslında bunu herkes biliyor ama iktidarın başı, AKP’nin genel başkanı sorunu inkâr ederek yaptı konuşmasını.

“Kürt sorunu denilen meseleyi hak ve özgürlükten kalkınmaya kadar tüm boyutlarıyla çözdük” dedi. Tabii gülebiliriz ama o kadar ciddi bir mesele ki gülerek geçiştirmek lüksümüz yok. Halklarımızın anlayabileceği sadelikte bu sözün nasıl bir çarpıtma anlayışını yansıttığını anlatmaya çalışalım.

Bundan bir yıl önce Meclis kürsüsünde “Kürt sorunu çözdük” diye bir cümle kullanmamıştı AKP Genel Başkanı. Üstüne daha geçenlerde Diyarbakır’da “Çözüm Süreci’ni biz bitirmedik” diyerek hem sorumluğunu hem de bitmemiş bir sürecin getirebileceği çözümü bizzat itiraf etmiş oldu. Yani kendilerinin bitirdiği bir süreçle, ardından yürürlüğe koydukları savaş, inkâr, imha politikalarıyla yola devam ettiler.

“Kürt sorununu çözdük” diyebiliyorlar. Bir yılda sorun nasıl çözüldü de hiç kimsenin bundan haberi olmadı. Binlerce siyasetçi, seçilmiş kişi neden hâlâ cezaevinde? Eğer çözüldüyse Kürt sorunu, çözüm içim mücadele eden siyasetçiler neden cezaevinde? Türkiye’nin üçte birinde seçim sonuçlarını yok sayan anlayış Kürt sorununu çözmüş olabilir mi, kayyım atayan anlayış Kürt sorununu çözmüş olabilir mi?

Kürt sorunu çözmekse eğer derdimiz o panzerler orada gezmeyecek. Panzerler çocukları, yaşlıları eziyor, sonra buna kılıf uydurmak için valiler yalan söylüyor. Kobani kumpas davası, kapatma davası neden var? Bu mu Kürt sorununu çözmek?

İnkâr siyaseti uzun süre Kürt yoktur laflarıyla yürütüldü. Hayat ve mecburiyet bir yere kadar izin verebiliyor buna. Kürt yoktur demeye cesaret edemiyor kimse artık. Bu sefer Kürt sorunu yok demeye başladı. Kürt sorunu vardır noktasına gelindi. HDP, Türkiye’deki bütün sorunları çözmeye taliptir, adaydır, hazırdır. “Çözdük” diyerek sorun inkâr ediliyor.”

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a: Sen Fiyatların Ne Olduğunu Bilmiyor Musun?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kılıçdaroğlu, “Yoksulluğu tarihe gömeceğiz. Hangi inançtan olursa olsun, hiçbir çocuk yatağa aç giremez. Bunu yapmadığınızda siyaseti niye yapıyorsunuz?” dedi.

Haber Merkezi / Kılıçdaroğlu, konuşmasında ‘Pandora Belgeleri’ne değinerek, “Siz devleti yöneteceksiniz, sizin aileniz Man Adası’nda şirketler kuracak oradan paralar gelecek, siz vergi ödemeyeceksiniz” ifadelerini kullandı.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, konuşmasının devamında, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya, “Sayın Bakan senin orada bir dakika durman bile ayıptır. Sen rüşvet alanları korumuyor musun?” diye seslendi.

Merkez Bankası’nın İstanbul Ümraniye’de inşa ettirdiği bina ile ilgili değerlendirmede de bulunan Kılıçdaroğlu, “Ant içerim ki, o binayı öğrenci yurdu yapacağım. Merkez Bankası Ankara’da kalacak” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamasından öne çıkan bölümler şöyle;

Biz güçlendirilmiş parlamenter sistemi getireceğiz derken ana felsefemiz bu. Milletvekili, milletin vekili olmalı. Milletvekili ahlaklı olmalı. Adamına göre karar veren milletvekili olmamalı. İnşallah iktidar olacağız, ilk çıkaracağımız kanun siyasi ahlak kanunudur. Bu parlamentoda ahlak olmazsa olmazımızdır.

Herkesi kucaklayacağız. Adımız “Halk Partisi”, halkın partisi olacağız.  Hiçbir kazanım ellerinizden alınmadığı gibi yeni kazanımlara sahip olacaksınız CHP iktidarında.  İnşallah iktidar olacağız, göreceksiniz. En özgür şekilde bizi eleştireceksiniz. Sabahın köründe polis gelip kapınızı vurmayacak.

Ama biz sizin eleştirilerinizden ders çıkaracağız. Her eleştirinin kendine göre haklı bir payı olabilir. Eğer siz ülkeyi yönetiyorsanız her eleştiriye kulak kabartmak zorundasınız. Siyasetçilerin alkıştan çok eleştiriye ihtiyacı vardır. En önemlisi aradığınız adaleti getireceğiz. Vatandaşımız bir sürü haksızlıkla karşılaşıyor. Adaletin olduğu ülkede herkes rahat konuşabilir, bunu sağlayacağız.

Eğer 19 yıldır kişi iktidar olup da, hala yurt sorununu çözememişse, o zaman bir sorun var demektir. Bunların düşünceleri çok farklı. Halkın sorunlarını çözmek gibi bir düşünceleri yok.

Siyasette kirlilik var. Rüşvet alan siyasetçiler var. Bunu ben değil İçişleri Bakanı söylüyor. Rüşvet alan siyasetçiye korkusundan kimse dokunamıyor. “Neden rüşvet aldın” sorusunu bile soramıyorlar.

2006’da bir kanun çıkardılar. Vergi cennetlerinden para gelirse yüzde 30 vergilenecek. Vergi cennetlerinin bir kararname ile açıklanması lazım. Bu karar bir türlü çıkmıyor. AK Parti’ye MHP’ye oy veren kardeşlerime sesleniyorum. Bu kararname niçin çıkmıyor? Ben söyleyeyim. Uyuşturucu baronlarının paraları, rüşvet paraları için çıkmıyor. Türkiye’yi kocaman bir çamaşırhaneye çevirdiniz kardeşim.

Kara kış geliyor. İnsanlar faturalarını ödeyemiyor. Daha zamlar gelmedi. Kara kışta göreceksiniz Erdoğan ekonomisini. Yağmur gibi zamlar gelecek. Bu zamlarla kim mücadele edecek? Onurumuzla duracağız.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın sitesine koyduğu tablo. Ocak 2021 1 milyon 37 bin 136 vatandaş elektrik faturasını ödeyememiş. Şubat ayında 1 milyon 202 bin 38 vatandaş ödeyememiş. Mart ayında 4 milyon 753 bin 87 vatandaş ödeyememiş. Nisan 2021’de 5 milyon 166 bin 439 vatandaş ödeyememiş. Türkiye bu halde.

“Sen fiyatların ne olduğunu bilmiyor musun?”

Milletin gözünü boyamak için Erdoğan markete gidiyor ‘fiyatlar gayet uygun’ diyor. Sana göre fiyatlar uygun. Sen elektrik, doğalgaz, su ödemezsin. Sen bedava yaşıyorsun, her şey bedava sana. Sen acaba asgari ücretlinin nasıl geçindiğini biliyor musun? Sen fiyatların ne olduğunu bilmiyor musun?

Ev kiraları sadece İstanbul’da bir yılda yüzde 63 artmış. Ankara’da yüzde 35. Erdoğan ev kirası vermiyor. Hiçbir şey ödemiyor. Alışverişe gitmiş beyefendi fiyatlar gayet uygun diyor. AK Parti’ye ve MHP’ye oy veren kardeşlerime bir kez daha seslenmek isterim. Siz 83 milyonun Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet etmesini istiyor musunuz?

AK Parti 2002 meclise geldiğinde ne yaptı? Yolsuzlukları araştırma komisyonu kurdu. İnşallah aynı şeyi yapacağız. Yolsuzlukları araştırma komisyonu kuracağız. Bütün yolsuzlukları milletin önüne koyacağız. Devletin bürokratik kademelerinden bütün hırsızları temizleyeceğim. Bunun sözünü veriyorum.

Bunlar da artık anladılar gideceklerini. En tepeden en aşağıya ‘madem gidiyoruz, o zaman ne götürsek’ kardır diye düşünüyorlar. Gitmeden devletin harim-i ismetine el uzatmaktan çekinmiyorlar. Baronlara dokunamıyorlar. Hapisteki barona dokunamıyorlar.

“Adaleti yerine getirmek talimat almakla olmaz”

Eğer bir uyuşturucu baronu bir siyasetçiyi satın aldıysa o siyasetçi millete ne fayda verebilir? Yeni bir sayfayı açacağız. Bunu yaptığımız zaman Türkiye’ye en büyük hizmeti yapmış oluruz. Adaleti, kadın erkek eşitliğini getireceğiz. Saray’dan talimat alıp ona göre karar veren, dava açan savcılara sesleniyorum. Siz de kendi geleceğinizi düşünün. Adaleti yerine getirmek talimat almakla olmaz.

Hükümeti yöneten, hükümete şöyle veya böyle talimat veren yeraltı dünyasıdır. Bu konuda çok iddialıyım. Neden? Dilovası’nda uyuşturu yakalandı, Mersin Limanı’nda yakalandı. 4 ton 900 kilo kokain yakalandı. Yakalanan kim? Bir gariban fırından ekmek çalsa aynı gün akşam hakim tutuklama kararı verir. Zindaşti’yi serbest bırakan kim? Ortadoğu’nun en büyük baronu. Kim serbest bıraktı bu adamı? İki askerimiz yakılarak öldürülüyor. Talimatı veren IŞİD. Polis yakalıyor, Türkiye’ye getiriliyor.

Bir bakıyorsunuz serbest bırakılmış. Kim bu adamı serbest bıraktı? Erdoğan bütün bunların karşısında neden susuyor? Sen baronlardan yana mısın, halktan yana mısın? Sezgin Baran Korkmaz’ı önce kim tutukladı, sonra kim serbest bıraktı?

Serbest bırakan adamlarla ilgili kararı alan insanlardan birisini getirdin Adalet Bakanlığı’na bakan yardımcısı yaptın. Birisini getirdin AYM’ye üye yaptın. Ben bunları unutacak mıyım Erdoğan? Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytansa, ne olursa olsun haksızlık karşısında asla ve asla susmayacağım.

Polis kardeşlerime sesleniyorum sizin hakkınızı, hukukunuzu biz dostlarımızla beraber sağlayacağız. Emniyet Müdürü öyle herkesin iki dudağı arasında değişmeyecek. Merkez Bankası Başkanlığı’na, BDDK Başkanı’na hangi teminatlar veriliyorsa, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne de aynı teminatlar verilecek. Sıcak siyasetin dışında tutacağız.

İçişleri Bakanı 19 Haziran 2021’de şu konuşmayı yapıyor. Hangi meslek grubu bir çalışıyorsa, güvenlik ile ilgili meslek grupları onun 24 katı çalışmak zorundadır. Polislik bir maaş mesleği değildir. Kim öyle düşünüyorsa bir dakika durmasın diyor.

“MHP’ye oy veren kardeşim…”

Sayın Bakan senin orada bir dakika durman bile ayıptır. Sen rüşvet alanları korumuyor musun? 10 bin dolar rüşvet alıyor diye çıktın devletin televizyonlarında konuştun. Savcılığa suç duyurusunda bulunacaktın, neden bulunmadın? Bir içişleri bakanı rüşveti koruyorsa, temiz adam değildir.

Sayıştay raporunda bir tespit var. Vakıflar Genel Müdürlüğü 2020 Denetim Raporu’nda 177 kişiye şehit çocuğu diye burs veriyor ama hiçbiri şehit çocuğu değil. Devletin nasıl yönetildiğini görüyor musunuz? AK Parti’ye oy veren kardeşim, MHP’ye oy veren kardeşim, sevgili ülkücü kardeşim, şehit çocuğuna burs veriyoruz diye, şehitlikle ilgisi olmayanlara burs veriyorlar. Buna evet diyor musun?

Belediyelerimiz ve onların destekledikleri kooperatiflerle güzel şeyler yaptık, 3 gün sürdü. Onlara ne yapacağımızı anlattım. Her ürünün bir taban fiyatı olacak. Maliyet + makul kar eşittir taban fiyat. Hiçbir çiftçi zarar etmeyecek. Bütün bunları planlama ile yapacağız. Taban fiyatın altına ürün düşünce devlet alacak onu.

19 yılın sonunda nereye geldik? Planlama yok… Sorumlu çiftçi değil, devleti yönetenler.

Diyelim sel felaketi, yangın, don oldu. O zaman devreye sigorta giriyor. Dolayısıyla çiftçi bunlar olsa da bilecek ki sosyal devlet benim yanımdadır. Biz böyle düşünüyoruz.

Türkiye gübre üretemez mi ya? Dışarıya niye para vereyim? İçeride üretirsen maliyeti düşük olacak.

Kim yurtdışına dolarlarını götürüyor hepsini biliyoruz. Hepsinin tek tek hesabını soracağız.

Çiftçi arkadaşlarıma söylüyorum. Halkın iktidarında hiçbir çiftçinin traktörü, hayvanı haciz edilemeyecek, kanun çıkaracağız. Çiftçinin kullandığı mazottan ÖTV almayacağız.

Besicilik yapan her yere, toprağı eken biçen her yere veteriner, ziraat mühendisi ve teknikeri göndereceğiz. Çiftçiye destek olacaklar. Kooperatifleşmeyi teşvik edeceğiz.

 

Paylaşın