HDP’li Sancar’dan Dikkat Çeken ‘İttifak’ Açıklaması

HDP Eş Genel Başkanı Sancar, HDP’nin bir ittifak arayışı olmadığını belirterek, “Amacımız bütün ezilenlerin, her kesimden insanın, vicdanlı, iyi insanın, inançların, hakların ortak iradesini bu ülkenin çözüm gücü haline getirmektir” dedi.

Haber Merkezi / Partisinin 27 Eylül’de açıkladığı deklarasyona ilişkin ise Sancar, deklarasyondaki amacın ‘ne birileriyle pazarlık ne de birilerine ayar verme derdi’ olduğunu, herkese demokratik ortak yaşamı birlikte kurmaya davet anlamına geldiğini dile getirdi.

HDP Eş Genel Başkanı Sancar, Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” açıklaması için de “Kürt sorunu çözüldüyse demokrasi ve barış için mücadele eden siyasetçileri neden rehin alıyorsunuz? Türkiye’nin üçte birinde seçim sonuçlarını yok sayan bir anlayış Kürt sorununu çözmüş olabilir mi? Madem çözdünüz neden hala panzerler Kürt çocukları ezerek öldürüyor? İnkâr siyaseti uzun süre Kürt yoktur laflarıyla yürütüldü. Hayat ve mecburiyet bir yere kadar izin verebiliyor buna. Kürt yoktur demeye cesaret edemiyor kimse artık. Bu sefer Kürt sorunu yok demeye başladı. Kürt sorunu vardır noktasına gelindi.” ifadelerini kullandı.

Sancar, Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü için “HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz” sözü üzerine başlayan tartışmayı ilişkin ise, partilerinin Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümüne talip olduğunu belirterek, HDP’nin muhatap olduğunu söyledi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Sancar, şunları söyledi:

“Yoğun bir yaz sürecini geride bıraktık. Umutluyuz, kararlıyız, cesaretliyiz, ısrarlıyız. HDP’nin fikriyat, hareket, bir değişim gücü olduğunu bilmeyenler kapatma davası açarak bizleri yıldıracaklarını sanarak, baskı ve zor politikalarıyla bizi yolumuzdan alıkoymaya çalıştılar.

“HDP’ye olan inanç ve güven de artıyor”

Halk acil değişim istiyor. Bu soygun ve talan düzeninden bıkmış, usanmış, üç kuruşa muhtaç hale getirilmiş insanların ortak talebi bu gidişatı durdurmak. Halk adalet, refah, demokrasi, iş, güvenle bakabileceği ortak bir gelecek, eşitlik, insanlık onuruna yakışır yaşam istiyor. HDP’ye olan inanç ve güven de artıyor, Türkiye’nin dört bir yanında hem de. Bu inanç ve destek büyüyor, güçleniyor.

Her bir sese ses ve umuda adres olmaya devam edeceğiz. Halklara ve demokrasiye en güçlü nefes olacağız. Barışın inşasında hem amele, hem usta, hem mimar olacağız. Hukuksuzluk kararını dağıtan ışık olacağız. Herkes için gerçek adaletin yolunu açacağız. Güçlü demokrasiyi hep birlikte inşa edeceğiz. 27 Eylül’de Ankara’da Türkiye siyasetinin önünü açan bir deklarasyon yayınladık. Bu deklarasyonu yayımlama amacımız ne birileriyle pazarlık hesabı ne de birilerine ayar verme derdidir.

Her şeyden önce bütün toplum kesimlerine müzakere ve diyalog teklifidir. Ülkenin bütün sorunlarını çözmede sorumluluk alma iradesidir bu deklarasyon. Türkiye’de yaşayan herkese demokratik ortak yaşamı birlikte kurma davetidir. Otoriterliğe, tekçiliğe, baskıya, her türlü sömürüye karşı çokluk içinde demokratik birlik çağrısıdır.

Milletvekili seçimlerinde tutumumuz demokrasi güçleri, toplumsal muhalefetle, ezinlerle, emekçilerle, ekoloji mücadelesi yürütenlerle, kadınlarla, gençlerle yürüttüğümüz mücadele birliğini demokrasi ittifakını daha da büyütmek ve güçlendirmektir. Bunun dışında bir ittifak arayışımızın olmadığını bir kez daha açıkça ilan ediyoruz. Amacımız bütün ezilenlerin, her kesimden insanın, vicdanlı, iyi insanın, inançların, hakların ortak iradesini bu ülkenin çözüm gücü haline getirmektir.

Bu saydığım bütün kesimlerle yürüyüşümüzü büyüteceğiz, demokrasi ittifakı adı altında milletvekili seçimlerinde ülkenin bütün sorunlarını açacak güce ulaşacağız. Hedefimiz budur, bunun dışında ne konuşulursa konuşulsun boştur, gereksizdir, anlamsızdır. HDP yoluna bu ışıkla ve hedefle yürüyecektir.

Elbette ki siyasal muhalefetle de seçim güvenliğinden geçiş sürecine, demokrasinin yerelden başlayarak güçlü bir biçimde inşasından barışa varıncaya kadar konuşmaktan, müzakere ederek yol bulmaktan yanayız. Çünkü Türkiye’nin ihtiyacı budur. Halkın siyasetten beklentisi budur. Mesele bu çürük düzeni değiştirmek ve halkı bu rezaletten ve sefaletten kurtarma meselesidir. Esas odaklanmamız gereken noktanın da bu olduğunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutumuz da açıktır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde isimler üzerinden değil deklarasyonda da altını çizdiğimiz temel ilkeler üzerinde ve müzakere anlayışıyla hareket edilmesi gerektiği görüşündeyiz.

“Tutum belgemiz Türkiye’nin deklarasyonudur”

Güçlü demokrasinin temellerini atmaya adaydır bu ilkeler. Bizim çağrımız bu ilkeler sorunları çözmek, ülkeyi birlikte yönetmek, halka onurlu bir gelecek yaratmak için yol gösteriyor. Güçlü demokrasinin temellerini atmaya aday. Bizim çağrımız bu ilkeler etrafında diyalogdur, müzakeredir, mutabakat arayışıdır. Bu çağrılarımızı bir kez daha duyurmayı bir görev sorumluluk olarak görüyorum.

Tutum belgemiz Türkiye’nin deklarasyonudur. Güçlü demokrasiye giden yolun haritasıdır. HDP’nin yarınlara olan sözüdür.

1 Ekim’de yeni yasama yılı açıldı. Bir yanda dağlar kadar sorun var, açlık, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik, kutuplaşma var. Yoksulluk ve yolsuzluk baştan başa sarmış her yeri. Diğer yanda ise bu sorunları yaratan ve yok sayan siyaset var. Bunun karşında ortak tutum geliştirmemiz, ortak adımları güçlendirmemiz gerekiyor.

Biliyorsunuz Meclis aynı zamanda Kürt sorununda inkâr sözleriyle açıldı. Bu ülkenin en önemli sorunlarından birinin Kürt sorunu olduğunu söylüyoruz, aslında bunu herkes biliyor ama iktidarın başı, AKP’nin genel başkanı sorunu inkâr ederek yaptı konuşmasını.

“Kürt sorunu denilen meseleyi hak ve özgürlükten kalkınmaya kadar tüm boyutlarıyla çözdük” dedi. Tabii gülebiliriz ama o kadar ciddi bir mesele ki gülerek geçiştirmek lüksümüz yok. Halklarımızın anlayabileceği sadelikte bu sözün nasıl bir çarpıtma anlayışını yansıttığını anlatmaya çalışalım.

Bundan bir yıl önce Meclis kürsüsünde “Kürt sorunu çözdük” diye bir cümle kullanmamıştı AKP Genel Başkanı. Üstüne daha geçenlerde Diyarbakır’da “Çözüm Süreci’ni biz bitirmedik” diyerek hem sorumluğunu hem de bitmemiş bir sürecin getirebileceği çözümü bizzat itiraf etmiş oldu. Yani kendilerinin bitirdiği bir süreçle, ardından yürürlüğe koydukları savaş, inkâr, imha politikalarıyla yola devam ettiler.

“Kürt sorununu çözdük” diyebiliyorlar. Bir yılda sorun nasıl çözüldü de hiç kimsenin bundan haberi olmadı. Binlerce siyasetçi, seçilmiş kişi neden hâlâ cezaevinde? Eğer çözüldüyse Kürt sorunu, çözüm içim mücadele eden siyasetçiler neden cezaevinde? Türkiye’nin üçte birinde seçim sonuçlarını yok sayan anlayış Kürt sorununu çözmüş olabilir mi, kayyım atayan anlayış Kürt sorununu çözmüş olabilir mi?

Kürt sorunu çözmekse eğer derdimiz o panzerler orada gezmeyecek. Panzerler çocukları, yaşlıları eziyor, sonra buna kılıf uydurmak için valiler yalan söylüyor. Kobani kumpas davası, kapatma davası neden var? Bu mu Kürt sorununu çözmek?

İnkâr siyaseti uzun süre Kürt yoktur laflarıyla yürütüldü. Hayat ve mecburiyet bir yere kadar izin verebiliyor buna. Kürt yoktur demeye cesaret edemiyor kimse artık. Bu sefer Kürt sorunu yok demeye başladı. Kürt sorunu vardır noktasına gelindi. HDP, Türkiye’deki bütün sorunları çözmeye taliptir, adaydır, hazırdır. “Çözdük” diyerek sorun inkâr ediliyor.”

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a: Sen Fiyatların Ne Olduğunu Bilmiyor Musun?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kılıçdaroğlu, “Yoksulluğu tarihe gömeceğiz. Hangi inançtan olursa olsun, hiçbir çocuk yatağa aç giremez. Bunu yapmadığınızda siyaseti niye yapıyorsunuz?” dedi.

Haber Merkezi / Kılıçdaroğlu, konuşmasında ‘Pandora Belgeleri’ne değinerek, “Siz devleti yöneteceksiniz, sizin aileniz Man Adası’nda şirketler kuracak oradan paralar gelecek, siz vergi ödemeyeceksiniz” ifadelerini kullandı.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, konuşmasının devamında, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya, “Sayın Bakan senin orada bir dakika durman bile ayıptır. Sen rüşvet alanları korumuyor musun?” diye seslendi.

Merkez Bankası’nın İstanbul Ümraniye’de inşa ettirdiği bina ile ilgili değerlendirmede de bulunan Kılıçdaroğlu, “Ant içerim ki, o binayı öğrenci yurdu yapacağım. Merkez Bankası Ankara’da kalacak” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamasından öne çıkan bölümler şöyle;

Biz güçlendirilmiş parlamenter sistemi getireceğiz derken ana felsefemiz bu. Milletvekili, milletin vekili olmalı. Milletvekili ahlaklı olmalı. Adamına göre karar veren milletvekili olmamalı. İnşallah iktidar olacağız, ilk çıkaracağımız kanun siyasi ahlak kanunudur. Bu parlamentoda ahlak olmazsa olmazımızdır.

Herkesi kucaklayacağız. Adımız “Halk Partisi”, halkın partisi olacağız.  Hiçbir kazanım ellerinizden alınmadığı gibi yeni kazanımlara sahip olacaksınız CHP iktidarında.  İnşallah iktidar olacağız, göreceksiniz. En özgür şekilde bizi eleştireceksiniz. Sabahın köründe polis gelip kapınızı vurmayacak.

Ama biz sizin eleştirilerinizden ders çıkaracağız. Her eleştirinin kendine göre haklı bir payı olabilir. Eğer siz ülkeyi yönetiyorsanız her eleştiriye kulak kabartmak zorundasınız. Siyasetçilerin alkıştan çok eleştiriye ihtiyacı vardır. En önemlisi aradığınız adaleti getireceğiz. Vatandaşımız bir sürü haksızlıkla karşılaşıyor. Adaletin olduğu ülkede herkes rahat konuşabilir, bunu sağlayacağız.

Eğer 19 yıldır kişi iktidar olup da, hala yurt sorununu çözememişse, o zaman bir sorun var demektir. Bunların düşünceleri çok farklı. Halkın sorunlarını çözmek gibi bir düşünceleri yok.

Siyasette kirlilik var. Rüşvet alan siyasetçiler var. Bunu ben değil İçişleri Bakanı söylüyor. Rüşvet alan siyasetçiye korkusundan kimse dokunamıyor. “Neden rüşvet aldın” sorusunu bile soramıyorlar.

2006’da bir kanun çıkardılar. Vergi cennetlerinden para gelirse yüzde 30 vergilenecek. Vergi cennetlerinin bir kararname ile açıklanması lazım. Bu karar bir türlü çıkmıyor. AK Parti’ye MHP’ye oy veren kardeşlerime sesleniyorum. Bu kararname niçin çıkmıyor? Ben söyleyeyim. Uyuşturucu baronlarının paraları, rüşvet paraları için çıkmıyor. Türkiye’yi kocaman bir çamaşırhaneye çevirdiniz kardeşim.

Kara kış geliyor. İnsanlar faturalarını ödeyemiyor. Daha zamlar gelmedi. Kara kışta göreceksiniz Erdoğan ekonomisini. Yağmur gibi zamlar gelecek. Bu zamlarla kim mücadele edecek? Onurumuzla duracağız.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın sitesine koyduğu tablo. Ocak 2021 1 milyon 37 bin 136 vatandaş elektrik faturasını ödeyememiş. Şubat ayında 1 milyon 202 bin 38 vatandaş ödeyememiş. Mart ayında 4 milyon 753 bin 87 vatandaş ödeyememiş. Nisan 2021’de 5 milyon 166 bin 439 vatandaş ödeyememiş. Türkiye bu halde.

“Sen fiyatların ne olduğunu bilmiyor musun?”

Milletin gözünü boyamak için Erdoğan markete gidiyor ‘fiyatlar gayet uygun’ diyor. Sana göre fiyatlar uygun. Sen elektrik, doğalgaz, su ödemezsin. Sen bedava yaşıyorsun, her şey bedava sana. Sen acaba asgari ücretlinin nasıl geçindiğini biliyor musun? Sen fiyatların ne olduğunu bilmiyor musun?

Ev kiraları sadece İstanbul’da bir yılda yüzde 63 artmış. Ankara’da yüzde 35. Erdoğan ev kirası vermiyor. Hiçbir şey ödemiyor. Alışverişe gitmiş beyefendi fiyatlar gayet uygun diyor. AK Parti’ye ve MHP’ye oy veren kardeşlerime bir kez daha seslenmek isterim. Siz 83 milyonun Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet etmesini istiyor musunuz?

AK Parti 2002 meclise geldiğinde ne yaptı? Yolsuzlukları araştırma komisyonu kurdu. İnşallah aynı şeyi yapacağız. Yolsuzlukları araştırma komisyonu kuracağız. Bütün yolsuzlukları milletin önüne koyacağız. Devletin bürokratik kademelerinden bütün hırsızları temizleyeceğim. Bunun sözünü veriyorum.

Bunlar da artık anladılar gideceklerini. En tepeden en aşağıya ‘madem gidiyoruz, o zaman ne götürsek’ kardır diye düşünüyorlar. Gitmeden devletin harim-i ismetine el uzatmaktan çekinmiyorlar. Baronlara dokunamıyorlar. Hapisteki barona dokunamıyorlar.

“Adaleti yerine getirmek talimat almakla olmaz”

Eğer bir uyuşturucu baronu bir siyasetçiyi satın aldıysa o siyasetçi millete ne fayda verebilir? Yeni bir sayfayı açacağız. Bunu yaptığımız zaman Türkiye’ye en büyük hizmeti yapmış oluruz. Adaleti, kadın erkek eşitliğini getireceğiz. Saray’dan talimat alıp ona göre karar veren, dava açan savcılara sesleniyorum. Siz de kendi geleceğinizi düşünün. Adaleti yerine getirmek talimat almakla olmaz.

Hükümeti yöneten, hükümete şöyle veya böyle talimat veren yeraltı dünyasıdır. Bu konuda çok iddialıyım. Neden? Dilovası’nda uyuşturu yakalandı, Mersin Limanı’nda yakalandı. 4 ton 900 kilo kokain yakalandı. Yakalanan kim? Bir gariban fırından ekmek çalsa aynı gün akşam hakim tutuklama kararı verir. Zindaşti’yi serbest bırakan kim? Ortadoğu’nun en büyük baronu. Kim serbest bıraktı bu adamı? İki askerimiz yakılarak öldürülüyor. Talimatı veren IŞİD. Polis yakalıyor, Türkiye’ye getiriliyor.

Bir bakıyorsunuz serbest bırakılmış. Kim bu adamı serbest bıraktı? Erdoğan bütün bunların karşısında neden susuyor? Sen baronlardan yana mısın, halktan yana mısın? Sezgin Baran Korkmaz’ı önce kim tutukladı, sonra kim serbest bıraktı?

Serbest bırakan adamlarla ilgili kararı alan insanlardan birisini getirdin Adalet Bakanlığı’na bakan yardımcısı yaptın. Birisini getirdin AYM’ye üye yaptın. Ben bunları unutacak mıyım Erdoğan? Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytansa, ne olursa olsun haksızlık karşısında asla ve asla susmayacağım.

Polis kardeşlerime sesleniyorum sizin hakkınızı, hukukunuzu biz dostlarımızla beraber sağlayacağız. Emniyet Müdürü öyle herkesin iki dudağı arasında değişmeyecek. Merkez Bankası Başkanlığı’na, BDDK Başkanı’na hangi teminatlar veriliyorsa, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne de aynı teminatlar verilecek. Sıcak siyasetin dışında tutacağız.

İçişleri Bakanı 19 Haziran 2021’de şu konuşmayı yapıyor. Hangi meslek grubu bir çalışıyorsa, güvenlik ile ilgili meslek grupları onun 24 katı çalışmak zorundadır. Polislik bir maaş mesleği değildir. Kim öyle düşünüyorsa bir dakika durmasın diyor.

“MHP’ye oy veren kardeşim…”

Sayın Bakan senin orada bir dakika durman bile ayıptır. Sen rüşvet alanları korumuyor musun? 10 bin dolar rüşvet alıyor diye çıktın devletin televizyonlarında konuştun. Savcılığa suç duyurusunda bulunacaktın, neden bulunmadın? Bir içişleri bakanı rüşveti koruyorsa, temiz adam değildir.

Sayıştay raporunda bir tespit var. Vakıflar Genel Müdürlüğü 2020 Denetim Raporu’nda 177 kişiye şehit çocuğu diye burs veriyor ama hiçbiri şehit çocuğu değil. Devletin nasıl yönetildiğini görüyor musunuz? AK Parti’ye oy veren kardeşim, MHP’ye oy veren kardeşim, sevgili ülkücü kardeşim, şehit çocuğuna burs veriyoruz diye, şehitlikle ilgisi olmayanlara burs veriyorlar. Buna evet diyor musun?

Belediyelerimiz ve onların destekledikleri kooperatiflerle güzel şeyler yaptık, 3 gün sürdü. Onlara ne yapacağımızı anlattım. Her ürünün bir taban fiyatı olacak. Maliyet + makul kar eşittir taban fiyat. Hiçbir çiftçi zarar etmeyecek. Bütün bunları planlama ile yapacağız. Taban fiyatın altına ürün düşünce devlet alacak onu.

19 yılın sonunda nereye geldik? Planlama yok… Sorumlu çiftçi değil, devleti yönetenler.

Diyelim sel felaketi, yangın, don oldu. O zaman devreye sigorta giriyor. Dolayısıyla çiftçi bunlar olsa da bilecek ki sosyal devlet benim yanımdadır. Biz böyle düşünüyoruz.

Türkiye gübre üretemez mi ya? Dışarıya niye para vereyim? İçeride üretirsen maliyeti düşük olacak.

Kim yurtdışına dolarlarını götürüyor hepsini biliyoruz. Hepsinin tek tek hesabını soracağız.

Çiftçi arkadaşlarıma söylüyorum. Halkın iktidarında hiçbir çiftçinin traktörü, hayvanı haciz edilemeyecek, kanun çıkaracağız. Çiftçinin kullandığı mazottan ÖTV almayacağız.

Besicilik yapan her yere, toprağı eken biçen her yere veteriner, ziraat mühendisi ve teknikeri göndereceğiz. Çiftçiye destek olacaklar. Kooperatifleşmeyi teşvik edeceğiz.

 

Paylaşın

Paris İklim Anlaşması, TBMM Dışişleri Komisyonu’nda Kabul Edildi

Paris İklim Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi, AK Parti İstanbul Milletvekili Akif Çağatay Kılıç başkanlığında toplanan TBMM Dışişleri Komisyonu’nda kabul edildi.

Haber Merkezi / Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda, Paris İklim Anlaşması’nı ekim ayında TBMM’nin onayına sunmayı planladıklarını açıklayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu yönde bir adım atarak Paris İklim Anlaşması’nı TBMM’ye göndermişti.

Paris İklim Anlaşması, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kapsamında, iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı hakkında 2015 yılında imzalanan, 2016 yılında yürürlüğe giren bir anlaşmadır.

Mart 2021 itibarıyla, BMİDÇS’nin 191 üyesi anlaşmaya taraftır. Anlaşmayı onaylamayan altı BMİDÇS üye devlet vardır: Eritre, İran, Irak, Libya, Yemen ve Türkiye. Bu altı ülke içinde en büyük emisyon kaynağı ilk 20 içinde yer alan İran ve Türkiye’dir. Amerika Birleşik Devletleri 2020’de anlaşmadan çekildi, ancak 2021’de yeniden katıldı.

Paris İklim Anlaşması’nın uzun vadeli sıcaklık hedefi, küresel ortalama sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerden 2°C (3,6°F) artış seviyesi ile sınırlı tutmaktır ve hatta 1,5°C çaba harcanmasıdır. Çünkü sıcaklık artışını 2°C yerine 1,5 ile sınırlamak riskler ve etkiler anlamında iklim değişikliğinin risklerini ve etkilerini önemli ölçüde azaltacağını kabul edilmektedir.

Bunu sağlamak için emisyonların mümkün olan en kısa sürede azaltılması ve 21. yüzyılın ikinci yarısına kadar salınan ve tutulan sera gazlarının dengelenmesi hedeflenmektedir. Anlaşma ayrıca, tarafların iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama yeteneğini artırmayı ve “düşük sera gazı emisyonları ve iklime dirençli kalkınma yolunda tutarlı bir finansman akışı” sağlamayı hedefliyor.

Paris İklim Anlaşması uyarınca, her ülke küresel ısınmayı azaltmak için üstlendiği katkıyı belirlemeli, planlamalı ve düzenli olarak raporlamalıdır. Hiçbir mekanizma, bir ülkeyi belirli bir tarihe kadar belirli bir emisyon hedefi koymaya zorlamaz, ancak her hedef önceden belirlenmiş hedeflerin ötesine geçmelidir. 1997 Kyoto Protokolü’nün aksine, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki ayrım bulanıktır, bu nedenle gelişmekte olan ülkeler de emisyon azaltma planları sunmalıdır.

Paylaşın

Fransa Katolik Kilisesi’nin Utanç Verici Sırrı: 330 Bin Çocuğa Cinsel İstismar

Yeni yayınlanan bir rapor, Fransa’da Katolik Kilisesi içinde son 70 yılda yaklaşık 330.000 çocuğun cinsel istismar kurbanı olduğunu tespit etti. Rapor da, cinsel istismara uğrayanların yüzde 80’inin erkek kurbanlar olduğu ifade edildi.

Haber Merkezi / Raporu yayınlayan komisyonun başkanı Jean-Marc Sauvé, cinsel istismarların, rahipler ve diğer din adamlarının yanı sıra kiliseye dahil olan olmayan kişiler tarafından işlendiğini söyledi.

Sauvé, sonuçların çok ciddi olduğunu da belirtti ve “cinsel istismara uğrayan kadın ve erkeklerin yaklaşık yüzde 60’ı duygusal veya cinsel yaşamlarında büyük sorunlarla karşılaşıyor” dedi.

“Yaklaşık 3000 çocuk istismarcısı”

Bağımsız bir komisyon tarafından hazırlanan 2500 sayfalık rapor, diğer ülkelerde olduğu gibi Fransa’da da Katolik Kilisesi’nin uzun süredir örtbas ettiği utanç verici sırlarla yüzleşmek istemesiyle ortaya çıkıyor. Rapora göre, bu dönemde kilisede yaklaşık 3000 çocuk istismarcısı (üçte ikisi rahip) çalışıyor.

Raporu hazırlayan komisyon, iki buçuk yıl boyunca mağdur ve tanıkları dinleyerek, kilise, mahkeme, polis ve basın arşivlerini (1950’den günümüze kadar) inceleyerek çalıştı.

Soruşturmanın başında başlatılan bir yardım hattı, iddia edilen mağdurlardan veya bir mağduru tanıdığını söyleyen kişilerden 6500 çağrı aldı.

Komisyon Başkanı Sauvé, halen takip edilebilecek 22 suçun savcılara iletildiğini söyledi. Kovuşturulamayacak kadar eski olan ancak faili olduğu iddia edilen ve halen hayatta olan 40’tan fazla dava ise kilise yetkililerine iletildi.

Rapor, görevden alınan rahip Bernard Preynat’ında içinde yer aldığı bir skandalın ardından geldi. Rahip Preynat, geçen yıl, reşit olmayanlara cinsel istismarda bulunmaktan hüküm giydi ve beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. Preynat, 75’ten fazla çocuğu taciz ettiğini kabul etti.

“Bu raporla, Fransız kilisesi ilk kez bu sistemsel sorunun köküne iniyor”

Preynat’ın kurbanlarından biri ve kurbanlar grubu La Parole Libérée (Kurtulmuş Söz) başkanı Francois Devaux, Associated Press’e yaptığı açıklamada, “Bu raporla, Fransız kilisesi ilk kez bu sistemsel sorunun köküne iniyor” dedi. Devaux, açıklamasının devamında, sapkın kurumun kendisini reforme etmesi gerektiğini söyledi.

Açıklmasın da, bazı mağdurların konuşmaya veya komisyona güvenmeye cesaret edemediğini belirten Devaux, kilise sadece olayları kabul etmekle kalmamalı, aynı zamanda mağdurları da tazmin etmesi gerektiğini ifade etti.

Papa Francis, Mayıs 2019’da, tüm Kilise çalışanlarını kapsayan, cinsel istismarı ve cinsel istismarı örtbas etmeye çalışanları yetkililere bildirilmesi için bir kilise yasası yayınladı.

Paylaşın

Taliban, 1’i Çocuk 13 Hazara’yı İnfaz Etti

Uluslararası Af Örgütü tarafından yürütülen bir soruşturmaya göre, Taliban güçleri 30 Ağustos’ta Afganistan’ın Daykundi eyaletinde dokuz teslim olan eski hükümet askeri ve biri 17 yaşındaki bir kız çocuğu olmak üzere 13 Hazara’yı infaz etti.

Haber Merkezi / İnfazların Daykundi eyaletinin Hıdır ilçesine bağlı Kahor köyünde meydana geldiği söyleniyor. Uluslararası Af Örgütü, olaydan sonra kaydedilen görüntülerin ve videoların olayı doğruladığını açıkladı.

Af Örgütü’nün genel sekreteri Agnes Callamard, “Hazaralara yönelik bu soğukkanlı infazların, Taliban’ın önceki Afganistan yönetimi sırasında meşhur oldukları aynı korkunç suistimalleri işlediğinin bir başka kanıtı” olduğunu söyledi.

Taliban sözcüleri Zabihullah Mücahid ve Bilal Karimi ise, olaya ilişkin açıklama çağrılarına henüz bir cevap vermedi.

Af Örgütü, Taliban tarafından Daykundi için  atanan polis şefi Sadıkullah Abed’in olayı reddettiğini ve eyalette bir saldırıda bir Taliban üyesinin yaralandığını söylediğini aktardı.

Hazaralar sıklıkla hedef alınıyorlar

Hazaralar, Afganistan’ın 36 milyonluk nüfusunun yaklaşık yüzde 9’unu oluşturuyor. Sünni çoğunluklu bir ülkede Şii oldukları için sıklıkla hedef alınıyorlar.

Dünya, Taliban’ın başta Şii Hazaralar olmak üzere kadınlara ve etnik azınlıklara yönelik hoşgörü ve kapsayıcılık vaatlerini yerine getirip getirmeyeceğini izliyor. 

Bununla birlikte, kadınlara yönelik yeni kısıtlamalar ve tamamı erkeklerden oluşan bir hükümetin atanması gibi eylemler, uluslararası toplum tarafından dehşetle karşılanmakta.

Paylaşın

Köprüye Sıkışan Uçağın Videosu Viral Oldu!

Uçak söz konusu olduğunda, ya onu ya gökyüzünde ya da havalimanı içinde park ettiğini düşünebiliriz. Bununla birlikte, kısa sürede viral olan bu videoda, uçağın otoyolda bir köprünün altında sıkıştığını görebiliriz.

Haber Merkezi / Köprü altına sıkışan uçağın görüntüleri kısa sürede sosyal medya platformlarında gündem olurken, video, binlerce kez izlenip, paylaşıldı. Birçok kişi ise, uçağın nasıl köprünün altına sıkıştığını merak etti.

Air India Havayolları’na ait uçak hurdaya çıkarılıp satıldıktan sonra, yeni sahibi tarafından başka bir bölgeye nakledilirken hesap hatası nedeniyle köprünün altına sıkıştı.

Olay sonrası Air India’dan açıklama geldi. Air India, konuya ilişkin, uçağın satıldığını ve yeni sahibi tarafından taşındığını, uçağın kendileriyle bir bağlantısının bulunmadığını açıkladı.

Paylaşın

HDP’li Günay’dan Dikkat Çeken ‘Deklarasyon’ Açıklamaları

Halkların Demokratik Partisi (HDP) 27 Eylül’de tutum ve ilkelerinin yer aldığı 11 maddelik “Demokrasiye ve Barışa Çağrı” deklarasyonunu kamuoyuna duyurdu. HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın açıkladığı deklarasyonda, demokratikleşme, Kürt sorunu, yoksulluk, ekoloji ve kadın sorunlarına dair çözüm önerileri ve politik gelişmelere dair ilkeler yer aldı.

Deklarasyonda dikkat çeken konulardan biri ise toplumsal taraflara ve siyasi aktörlerle müzakere etmeye, ortak mücadeleye ve ortak yönetime hazır olduğunu da vurguladı. HDP Sözcüsü Ebru Günay Ebru Günay, “Demokrasiye ve Barışa Çağrı” deklarasyonuna ilişkin JinNews’tan Dilan Babat’ın sorularını cevapladı.

Bir süredir gündemde olan deklarasyonunuzu, erken seçim ve Kürt sorununda muhataplık tartışmalarının yürütüldüğü bir süreçte açıkladınız. Neden böylesi bir deklarasyon açıklama gereği duydunuz, bu fikir nasıl oluştu?

Deklarasyon bu son tartışmalardan çok bağımsız bir yerden başlayan bir tartışma. Haziran ayından itibaren ‘HDP’liyiz Her yerdeyiz’ çerçevesinde birçok kentte, yerelde, il ve ilçelerde ve mahallelerde buluşmalar gerçekleştirdik. Eş Genel Başkanlarımızın, MYK, PM, Kadın Meclisi ve vekil arkadaşlarımızın katılımıyla çok güçlü etkinlikler gerçekleştirdik. Kimi yerlerde halk buluşmalarımız mitinglere dönüştü, esnaf ziyaretleri gerçekleştirdik. Bununla paralel olarak ‘kadın yoksulluğu’ kampanyası yürütülerek emek veren, yoksullukla mücadele eden kadınlarla bir araya geldik. Gençlik buluşmaları gerçekleştirdik. Bunlar olurken şunu da fark ettik; Türkiye’de çok temel sorunlar var. Gittiğimiz her yerde buluşmaların doğal sonucu olarak, temas ettiğimiz halkımızın sorunlarını dinledik. ‘HDP’liyiz Her Yerdeyiz’in’ devamı olarak şuna ihtiyaç olduğuna karar verdik. Sorunların çözümü için HDP ne yapabilir? Ne gerekiyor? Bu sorunları tanımlayıp acil çözüm bekleyen sorunlara yönelik ‘bizim tavrımız ne olmalı?’ üzerinden tartışmayla bir yola çıkışla başladı bu süreç.

Bütün bir yaz tanıklık yaptık. Türkiye’de ciddi bir ekolojik yıkım söz konusu. Dünyanın tamamında bir iklim söz konusu ama bu iklim krizine giderken, dünya devletleri bu ekolojik yıkım ve krize karşı tedbirler alarak gidiyor. Ama Türkiye en hazırlıksız yakalanan ülkelerden biri. Çünkü bu konuda iktidarın birçok meselede olduğu gibi ekolojik yıkım sorununu çözmeyen bir yerden bakması, kendisini iktidarını ve bekasını düşünmek üzerine. Orman yangınları devam ederken insanlara çay dağıtıldı. Bu ülkede Orman Bakanı yanan yerlere jetlerle giderken, yangını söndürmek için bir yangın söndürme helikopterinin olmadığı çıplak gerçekle yüz yüze kaldı. Kadına dair sorunlara baktığımızda giderek erkek egemen bir zihniyetin çok daha baskınlaştığı, eşbaşkanlık sisteminin kriminalize edilmesiyle başlayan ve İstanbul Sözleşmesi’yle devam eden ciddi kadın kazanımlarına saldırılar oldu. Kadın katillerini koruyan bir iktidar gerçekliği var. Sahada çok ciddi gerçeklerle karşı karşıya geldik. Pandeminin de yarattığı etkiyle büyük bir ekonomik kriz ve işsizlikle iç içe. Deklarasyonumuzu açıkladığımız sırada gençler ‘Barınamıyoruz’ deyip sokaklarda, parklarda yattılar. Türkiye’de barınamamanın, sokaktaki eylemler, öğrencilerin yaşadığı sorunlar en son noktaya geldi. Hayata ekonomik olarak borçlu başlayan bir gençlik gerçeği var.

Bunların toplamını düşündüğümüzde muhalefet partisi olarak HDP’nin bütün bu sorunlara dair bir sözü ve çözüme giden sürece ön ayak olma ihtiyacının olduğunu fark ettik. Son tartışmalar, deklarasyon tartışmalarımızı yürütürken, gündeme gelen tartışmalardı. HDP fikriyatı Türkiye’de stratejik bir süreci ifade eder. HDP’nin kendini ifade etmesi, renkleriyle, felsefesi, ruhu, birleşeni, halklar ve inançlarıyla çizdiği siyaset rotası aslında Türkiye siyaseti açısından halklar lehine stratejik bir aklı ifade eder. Stratejik bir aklın somutlaşmış halini ifade ediyor. Herkesin Türkiye siyasetinde güncel politikalara odaklandığı yerde HDP’nin stratejik aklının asıl meselelere işaret etmesi, bu konuda tutumu açıklaması HDP fikriyatının tarihi sorumluluk yüküdür. HDP Türkiye’de halklar arası barışın, kadın ittifakının, bir gençlik ittifakının ve halklar ittifakının geleneğini temsil ediyor. Bunu düşündüğümüzde bu koşullarda herkesin günlük politikalarla kendisini idame ettirmeye çalıştığı ya da elinde olan mevziiyi ve iktidarı kurtarmaya çalıştığı bir yerde olunca HDP’nin halklardan yana tavrını ortaya koyması, acil sorunlarda tutumunu ortaya koyması çok tarihi bir gereklilikti. Sorunlar yumağı var, çözümden yana siyaset yapan bir partiyiz. Çözüm önerilerimizi ve tavrımızı gösterme gereği duyduk.

Deklarasyonda, mevcut sorunların çözümüne dair 11 madde yer alıyor. Bu çözüm ilkelerini özetleyecek olursanız, neler söylersiniz?

Deklarasyonda çok somut ilkeler vardı. Seçime dair somut durumlar bekleniliyorsa onun olmayacağını ilk günden ifade ettik. Bizim için sorun ve Türkiye’de beklenilen meseleler. Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesi seçimden çok daha öte ve büyük bir süreci ifade ediyor. Acil bekleyen meselelerin konuşulması çözüme yatırılması önemli. 11 madde içerisinde Türkiye’de acil çözüm bekleyen ve HDP’nin meselelere nasıl yaklaştığını çok açık ifade ettiğini düşünüyorum. HDP kendi bulunduğu yerden siyaset arayışını halklardan yana bir barış ittifakı tavrını koydu. Kadın ittifakından yana tavrını çok açık bir şekilde ifade etti. Gençlik, emek, doğa, ekolojiden yana tavrını ifade etti. Türkiye’nin yaz döneminde buluşmalarda sorunlar ortaya çıktı. Ama HDP son dört yıldır, kesintisiz bir şekilde sokakta, eylem alanlarında, evde, köyde bir haliyle aslında çok uzun bir süredir Türkiye toplumu ile buluşmalar gerçekleştiren ve onların dinleyen sorunları açığa çıkarttı. Bu sorunsal alanlar kendini 11 maddede özetlediğimiz ve tanımladığımız maddeler. Türkiye’de bir demokratik anayasaya, Kürt sorununa, kadından, doğa dostu olmadan yana bir tavra ihtiyaç var. Maddelerin hepsine bakıldığında acil sorunsal alanda ilkeler, çözüm önerilerini de sunan bir yerden bakıyor. Türkiye’de yargının mağduru olmayan hiçbir kesim kalmadı. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı bu konuda özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve CPT gibi uluslararası kuruluşların kararlarının ve tasfiyelerinin tanınması. Türkiye’de cezaevi koşulları başta olmak üzere bütün yargısal alanlarda iyileştirilmeye gidilmesi çok elzem ve temel sorunlardan bir tanesi.

Kadına dair politikalara baktığımızda İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemiz, kadına yönelik şiddetin arttığı, kadının güvencesiz bırakıldığı, faillerin korunduğu bir süreç başlatıldı. Eşbaşkanlık sisteminin kriminalize edildiği bir süreç. Bunlar hepsinin HDP’nin siyasetteki ilkelerini ifade ediyor. Türkiye’nin 3’üncü büyük partisinin sadece 6 belediyesinde seçilmiş belediye başkanları görevi başında. Geri kalan bütün belediyelerimize kayyım atanmış ve aslında halkın iradesine bir darbe hali var. Bir demokratikleşme sürecinde ya da bir çözümden söz ediyorsak bu iradenin tanınması, kayyım rejiminin son bulması, belediye başkanlarımızın göreve iade edilmesi çok elzem meselelerden biri. Bu bir rejime dönüştü. HDP’nin belediyelerine kayyım atandı ama bütün Türkiye tanıklık etti. Boğaziçi üniversitesine atanan kayyım rektör bunun sonucuydu. Yine STK’lara dair değiştirilen yasal düzenleme ile kayyım sisteminin önünün açılması aslında Türkiye’nin bir kayyım rejimi ile yönetildiğini göstergesi.

Halkın iradesinin tanınması, seçme ve seçilme iradesinin tanınması ve korunması temel ilkelerden biri. HES’lerin, doğa talanın, orman yangınlarının durdurulması, iklim krizine dair tedbirlerin alınıp bir doğa dostu tavrın oluşturulması temel ilkelerden biri. Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomi ve yoksullukta hakça dağıtım, adil üretim alanlarının ve istihdam alanlarının oluşturulması olmazsa olmazlardan biri. Uzun süre insanların evine ekmek götüremediği için intihar haberlerini bu ülkede yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Mevcut sistem ülkenin üretim kaynaklarını kendisine ve etrafındakilere pay ediyor. Yoksuldan, kadından, emekçiden yana bir tavır söz konusu değil. Pandemi sürecinde Kod-29 ile mağdur edilen onlarca emekçi oldu. Buradan baktığımız zaman bütün toplumsal alanlara dair çözüm önerileri ve bu çözüm önerilerine yedirilmiş ilkeleri kamuoyu ile paylaşmış olduk.

Muhalefet cephesinde de deklarasyona ilişkin kimi açıklamalar oldu. Olumlu olumsuz ne gibi tepkiler aldınız, nasıl karşılandı?

Öncesinden başlayan bir süreç. Herkes merakla HDP’nin tavrını ve tutumu çok büyük merakla bekledi. Tartışmalarda şunu fark ettik; Deklarasyonda da ifade ettiğimiz üzere HDP’nin ve HDP seçmenin Türkiye’nin demokratik geleceğinde bir kilit noktası olduğunu hem deklarasyon tartışmaları hem de deklarasyondan sonraki tartışmalarda açıkça ortaya koydu. Tartışılması bu konuda değerlendirilmesi elbette önemli ve kıymetli. Her müzakere yeni bir ufku, yeni bir çözümü kendisiyle getirir. Tartışılması bizler açısından çok önemli. Tartışılmayla beraber artık biraz bundan sonrası tartışan kesimlerin demokrasiden ve barıştan yana tavır alan herkesin durduğu ve elini taşın altına nerede ve ne zaman koyacağı önemli. Sorunların çözümü için sorumluluklarını yerine getirip çözüm için ne kadar mücadele edecekleri önemli. Deklarasyonda şunu açıkça ifade ettik; Biz bu sorunların çözülmesinde bu ilkelerin tartışmasında üzerimize ne düşerse yapmaya hazırız. Çözümün yolunda yol almak istiyoruz diyoruz. Şimdi biraz daha Türkiye’de bütün kesimlerin elini taşın altına koymasının zamanı. Bu tavrı değerlendirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun yarattığı etkiler, sonuçlar zamanla gösterilecektir. Bu açıdan zamana da ihtiyacımız olabilir. Demokrasiden, özgürlükten yana olan herkesin bu ilkeler etrafında konuşmaya hazır olduğumuz, çözüm bekleyen meseleler konusunda bizler de sorumluluğumuzu yerine getirmeye hazırız.

Deklarasyonda yer alan maddelerden biri tarafsız ve bağımsız yargı, Yargının durumu şu anda nedir?

Türkiye’de tarafsız ve bağımsız bir yargıdan söz etmek mümkün değil. Geldiğimiz aşamada Türkiye’nin yargısal durumuna baktığımız da bağımsız tarafsız yargıçların cübbelerinde bir düğme var. Herkes aslında olması gerektiği gibi bağımsız ve tarafsız bir yerde değil. Tam da saray rejimi etrafında düğme ilikleyerek oradan gelen talimatlarla yol alan yargılama süreçlerini bunun üzerinden başlatılan bir yargı süreci işliyor. Partimiz çok büyük bir yargı kıskacında, kumpas davaları… Dönemin yargısı tarafsız, bağımsız yargı üzerinden yürümüyor. Dönemin yargısı kumpas ve sarayın yargısı üzerinden yürüyor. Hakkın, hukukun yasanın değil, saray yargısının ve kumpaslarının olduğu bir yargı sistemi var. Halihazırdaki Kobanê kumpas davası, partimizi kriminalize etmeye çalışan bir süreç. Yine HDP’de siyaset ya da çalışma yapan yargısal süreçle muhatap olmayan üyemiz ya da yöneticimiz yok. Kamuoyunun bildikleri dışındakileri de ifade ediyorum. Öte taraftan Türkiye’nin bütün demokratik güçleri yargı kıskacında. Hala gazetecilerin cezaevinde olduğu, akademisyenlerin cezaevinde olduğu. AİHM kararlarının tanınmadığı bir yargı süreci içerisinden geçiyoruz. Osman Kavala’nın AİHM kararı ve tahliye edilip hala bırakılmaması gibi… Bu koşullarda tarafsız yargıdan söz etmek mümkün mü? Elbette değil. Kadın katillerinin ellerini kollarını sallayarak dışarıda gezdiği bir süreçten geçiyoruz. Bu durumda özgürlükten, mağdurdan yana bağımsız bir yargıdan söz etmek mümkün değil. İktidarın karşısındaysanız, muhalefet ediyorsanız ve hakikatleri söylüyorsanız hemen bir ‘terör’ yargılaması süreci içerisinde kendinizi bulma, bir gözaltı ve cezaevine gitme sürecini yaşama tehdidi ile karşı karşıyasınız. Mesele sadece HDP’nin yargı kıskacında olma meselesi değil. Mesele Türkiye toplumunun tamamının bir yargı kıskacında olması.

Herkesin her an hukukun bir silaha dönüşebileceği, mağdur edilebileceği yaşamı tehdit altında. Her an en kötü ihtimalle bir sosyal medya suçlamasıyla gözaltına alınıp tutuklanabilecek durumdasınız. Ya da hak arama süreci başlattığınız da, örneğin ‘barınamıyoruz’ diyen öğrenciler bir ihtiyaçtan söz ediyorlar. Sokaklarda uyumak zorunda kalıyoruz diyorlar. Gençlerin çok temel hakları olan ‘barınma hakkı ihlali’ için mücadele eden gençlere sistematik olarak bir gözaltına alınıp bir yargı tehdidi ile karşı karşıya. Yargının iktidarın elinde sopaya döndüğü bir yargı gerçeği var. Bağımsız ve tarafsız bir yargının güçlenmesi Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından olmazsa olmaz şartlardan biri.

Deklarasyondaki başlıklardan birisi de Kürt sorununda demokratik çözüm. Bu başlık çokça tartışıldı. Anadilde eğitim başta olmak üzere yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden bahsediyorsunuz. Muhalefetin ve diğer kesimlerin de bu başlıklar üzerinden değerlendirmeleri oldu. İlk etapta Meclis’in işaret edilmesiyle tartışmalara konu olan Kürt sorunun çözümü nasıl olacak?

Kürt sorununun çözümü artık çoklu muhatap ve dinamiklerin olduğu dolayısıyla çoklu mutabakatlara ihtiyaç olan bir mesele. Deklarasyonda çok açık ifade ettik; sorunun çözümü şiddetle değil, sorunun çözümü müzakere ve diyalogla çözülür. İnkar ve asimilasyon ile değil, kırım politikası ile değil, onları anadillerinde tanıyan, varlıklarını tanıyan bir yerden tutum almakla mesele çözülür. Tüm bunları konuştuğumuz da Meclis çok büyük bir aktöre dönüşüyor. Meclis aynı zamanda toplumsal birçok kesimin kendisini bir şekilde temsiliyetini bulduğu ve Türkiye’deki en güçlü yasama organına dönüşen dolayısıyla çözüm süreçlerinin güvenceye kavuştuğu, daha kalıcı hale geldiği bir zemini ifade ediyor. Bu nedenle bu konudaki temel çözüm alanlarından birini ifade ediyor. 2013 tarihinde yürütülen süreçte bile Sayın Öcalan’ın kendisi bile çokça işaret ettiği bir yer var. Bu sürecin Meclis’te güvence altına alınması lazım. Meclis’in rolü ve misyonuna da işaret ettiği bir gerçeğe dönüşüyor. Sayın Öcalan Meclis’in rolüne ve misyonuna işaret ederken aynı zamanda ‘imkan olursa sorunu bir haftada çözerim’ diyerek kendi çözüm gücünü ve muhataplık durumunu da ifade ediyor. Dolayısıyla çoklu muhataplarını Meclis’in ortak iradesiyle, çoklu aktörlerle Kürt sorunun diyalog ve müzakere ile kalıcı bir barış ile çözmesi elbette ki önemlidir.

Can yakıcı sorunlardan biri anadil hakkının tanınması. Anadillerin güvence altına alınması çözümsel süreci başlatan önemli adımlardan birisi olacaktır. Dünyadaki bütün örneklerden biliyoruz, çözüme giden müzakere süreçleri çok zorlu süreçleri ifade ediyor. Müzakerenin, toplumsal mutabakatın ve Meclis iradesiyle de açığa çıkması kuşkusuz çok güçlü kalıcı çözümlerinde geliştiği dünya deneyimleri var. Çoklu denklem içerisinde çoklu alanların mutabakatı esas bu konuda müzakere, çözüm elbette olmazsa olmaz. Çoklu mutabakat içerisinde barıştan yana, çözümden yana tavra sahip olan Sayın Öcalan’ın rolü tartışmasız bir konu.

Deklarasyonda yer alan başlıklardan biri de kadına özgürlük ve eşitlik. Eşit temsiliyet ve Eşbaşkanlık sisteminin yaygınlaşması için ne gibi çalışmalarınız olacak?

Eşbaşkanlık sistemini yalnızca Türkiye’de değil dünyada da bütün yönetimsel mekanizmalarda uygulayan tek parti HDP. Kadın renginin, gücünün, temsil gücünün, bakış açısının yönetimsel alanlara yansımasını ifade ediyor. Bir süredir kayyım rejimiyle beraber eşbaşkanlık sistemi, kayyımlara gerekçe yapılan, kriminalize edilen, en büyük kadın kazanımına karşı bir erkek sistem direnişi olarak değerlendirmek gerekiyor. Kuşkusuz parti kadın meclisi ve partimizin her aşamasında çalışan kadın arkadaşlarımız eşbaşkanlık sisteminden yana tavrından asla geri adım atmadı. Bu konuda tüm kriminalize etme çalışmalarına rağmen ısrarla ve inatla koruyan, hayata geçiren ve kadının yönetimsel süreçlerde söz almasına yönelik bu mücadeleden bir adım geri durmadı. Bizim için temel felsefe ‘eşbaşkanlık mor çizgimizdir.’ Bundan geriye gitmek kadınların asla kabul edeceği bir şey değil. Mesele tek başına bir kadınla bir erkeğin bir kenti, bir partiyi ya da bir yeri yönetmesi değil. Kadın özgürlüğünün, kadın bakış açısının, kadın renginin, dokunuşunun hayatın her alanına yansıması olarak, ruhu ve fikriyatı olarak değerlendirmek gerekiyor.

Özellikle dünyanın tamamında da kadın kazanımlarına yönelik çok ciddi saldırıların olduğu bir zaman. Ama buna karşı çok güçlü kadın direnişlerinin olduğu, kadın kazanımlarının kadınlar tarafından çok güçlü korunduğu bir zamandan geçiyoruz. Kadın dayanışması ve kadın ittifakı içerisinde mücadelemizi yürütmeye ve büyütmeye devam edeceğiz. Eşbaşkanlık sisteminin kriminalize edilmesi sonrası partimize yönelik kadın kazanımlarına saldırıların bir devamı olarak Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Bu aslında kadınları hukuken güvencesiz bırakmanın adı ve biçimi oldu. Kadın katillerinin çok rahat bir biçimde sokaklarda gezdiği bir süreci başlattı. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden taraf olmak ve kadınları tekrardan erkek şiddetine karşı, erkek devlet şiddetine karşı hukuku güvenceye kavuşturmak elbette bizim için temel çalışmalardan biri. Kadın meclisimiz bu konuda gerçekten çok aktif bir çalışma yürütüyor, yürütmeye de devam edecek.

Uzun süredir devam eden ekonomik kriz, hem siyasetin hem de toplumun gündeminde. Deklarasyonda yer alan başlıklardan biri olan krizin çözümüne dair önerileriniz neler olacak?

Bu konuda ekonomi masamızın özel çalışmaları var. Hatırlarsanız ‘İş aş buluşmaları’ gerçekleştirdik. Bütçenin adil dağılımı konusunda özel çalışmalar yürüttük. Tekrardan aynı çalışmaları devam ettireceğiz. Özellikle savaşa, ranta değil eğitime sağlığa bütçenin ayrılması için elimizden geleni yapacağız. Özellikle güvenlikçi politikalardan kaynaklı olarak eğitime sağlığa değil de savaşa, savaş sanayiine, güvenlikçi politikalara yatırım yapan bir iktidar gerçeği var. Bu aslında yoksulluğu örtmenin, gizlemenin başka bir yolu. Mesela, “Evime ekmek götüremiyorum” diyen vatandaşa “Merminin fiyatını biliyor musun?” diyen bir cumhurbaşkanı gerçeği var bu ülkede. Sel felaketinden, orman yangınından mağdur olanlara o realiteyi görmeden, insanların yaşadığı mağduriyeti, yoksulluğu görmeden çay dağıtan bir iktidar gerçekliği var. İktidar etrafında toplanan rant öbeklerinin, ülkenin kendi çıkarlarını, bu ülkenin kendi yoksulundan emekçisinden, kadınından aldığı vergiler üzerinden büyütmeye çalışıyor. Ülkenin temel kaynaklarını parsellemeye çalışan bir öbek hali oluşmuş. Bunların deşifrasyonuna, bunların dağıtılmasına karşı bütün sorunsal alanlardaki mücadele hattımız ekonomik alanda da devam edecek. Ama temel düsturumuz savaşa, ranta bütçenin değil kadınlara, gençlere ve yoksullara bütçenin adil dağıtımı olacak. Sosyal devlet ilkesinin esas alınması gerekir. Bazı şeylerin kağıt üzerinde değil de pratikte de gerçekleşmesini sağlamak, önünü açmak gerekiyor. Bu konudaki aktif mücadele hattımız devam edecek.

Deklarasyonda yer alan ilkelerde buluşan tüm kesim ve siyasi aktörlerle müzakere ve diyalog çağrısı yaptınız. Bu aktörler kimler? İktidar da buna dahil mi?

Biz aslında çok açık ifade ediyoruz. Demokrasiden, barıştan ve özgürlükten yana rol almak isteyen bütün aktörlerle bu ilkelerimizi konuşmaya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz. Bizim için aktörler kadın özgürlük mücadelesi yürüten, kadın kazanımlarını korumaya çalışan, kadın ittifakını ve dayanışmasını büyüten kadınlardır aktörler ya da geleceksiz bırakılmaya çalışılan gençlerdir aktörler, bütün temel hak ve özgürlükleri gasp edilen, kimlikleri tanınmayan halklardır bu konudaki aktörler. Bütün inanç özgürlüğüne rağmen kendisini bir şekilde baskıya rağmen kendisini korumaya ve devam ettirmeye çalışan inanç grupları aktörleridir bizler için. Yine bu ülkede bir şekilde ezilen, katledilen, kıyımdan geçirilen yine de varlığını devam ettirmeye çalışan halklardır aktörler. HDP’nin aradığı en geniş cephedeki ittifakı bunu gerektiriyor. Zaten deklarasyonda çok açık bir biçimde ifade ettik.

Olası durumda muhalefet cephesinin tutumu da bu deklarasyonun başlıklarına dair çalışmalarda etkili olacak mı? Önümüzdeki sürece dair öngörünüz nedir?

Bu bizim en geniş mutabakatla vardığımız, yani hem toplumun bütün kesimleri içerisinde en geniş tartışma zeminlerinden vardığımız, yine parti kurullarımız ve organlarımız içerisinden en geniş ve uzun tartışmalarla vardığımız şeyler. Bizim için esas olan bu ilkelerdir. Bu ilkeler üzerinden tartışmalar yürütmek ve bunlar üzerinden çözüm arayışlarını ortaya koymaktır.

Deklarasyon açıklandıktan sonra deklarasyonun sadece seçim endeksli yapıldığına dair kimi iddialar ortaya atıldı. Bu iddialara dair neler söyleyebilirsiniz?

Bu konuda herkes durduğu yerden değerlendirmeler yapıyor. HDP’nin tavrı ve tutumu Türkiye’nin demokratikleşmesi, Türkiye’nin acil sorunlarına çözüm bekleyen bir çözüm siyaseti üretmek, dolayısıyla güncel politikalardan çok bağımsız bir yerden Türkiye halklarının, kadınların ve gençlerin geleceğinden yana tavır almayı ifade ediyor. Mücadelemizi büyütmeye bu konuda deklarasyonumuzdaki tavrımızı ve tutumuzu büyütmeye, demokrasi ittifakını geliştirmeye, barış, kadın özgürlüğünü ve gençler için bir gelecek yaratmak için mücadele hattını her geçen gün büyütmeye ve yol almaya devam edeceğiz. Bu sürece gelirken ki parti kurullarımızdaki tartışmalarımızdaki kararlılık da bunun üzerinde. Kendi siyaset hattını kuran, bu hattı korumak için direnen ve mücadelesini büyüten bir yerden yol almaya devam edeceğiz.

Paylaşın

DEVA Partisi’nden “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” Önerisi

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, DEVA Partisi Genel Merkezi’nde düzenlenen basın toplantısıyla partinin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisini açıkladı.

Haber Merkezi / “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in ülkemizi içinde bulunduğu çoklu kriz ortamından çıkartacak en önemli araç olduğuna inanıyoruz” diyen Babacan şu ifadeleri kullandı:

“Bu topraklarda 100 yılı aşkın süredir devam eden bir demokrasi anlayışı, bilinci var. Köklü demokrasi tarihimiz, sayısız badireler atlattı. Bugün ise farklı bir demokratik gerileme sürecinin içindeyiz. Bizler, DEVA Partisi kadroları olarak, ülkemizin bu ‘gerileme’ döneminin ardından bir ‘çöküş’ dönemine girmesine müsaade etmemek için yola çıktık. Yüzüncü yaşına yaklaşan cumhuriyetimiz için önerdiğimiz yeni sistemde; bize güç veren, milletimizin, her daim, demokrasiden yana duran bir ferasetle hareket etmesidir.”

Güçlü yasama, güçlü yürütme ve güçlü yargı vurgusu yapan Babacan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye’yi güçlendirilmiş parlamenter sisteme davet ediyoruz. Davetimiz; özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasi içindir. Davetimiz; demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla yaşatan, kuvvetler ayrılığını tesis ederek, etkin denge ve denetleme mekanizmalarını güçlendiren yepyeni bir model içindir. Davetimiz; tam demokrasi içindir. Davetimiz; yepyeni bir toplumsal mutabakat sağlayarak, demokrasimizi ayağa kaldırmak içindir.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem davetimiz toplumun tüm kesimlerinedir. Tüm vatandaşlarımızı, bu demokratik gerilemeyi durdurmaya davet ediyoruz. Halkımızı; adil, özgürlükçü, eşitlikçi bir Türkiye’yi hep birlikte inşa etmeye davet ediyoruz. Ülkemizin yarınlarıyla ilgili böylesine kapsamlı bir çalışmayı yürütürken, mutlaka katılımcı bir süreç işletmek zorundayız. Geniş çevrelerle istişare etmek zorundayız. Geniş bir siyasi ve toplumsal mutabakat arayışını samimiyetle sürdürmek zorundayız.

“Amacımız geçmişte uygulanan sistemlere dönmek değildir”

Amacımız asla geçmişte uygulanan tekçi, merkeziyetçi, çoğunlukçu ve vesayetçi sistemlere geri dönmek değildir. Eski sistemin, eksik demokrasisiyle yetinmeyeceğiz. Kâğıt üstünde parlamenter sistem olan, ancak uygulamada, hak ve özgürlüklerimizi gasp eden, yönetimde sürekli krizlere yol açan eski sistemi de elimizin tersiyle itiyoruz. Kim ‘eskiye dönüş’ diyorsa yalan söylüyor.

Ötekileştirme hissi doğuran tüm uygulamalara son vereceğiz. İfade, toplanma ve örgütlenme özgürlüklerinin önündeki bütün engelleri kaldıracağız. Basın özgürlüğünü evrensel ölçülerde güvence altına alacağız. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararların, derhal yerine getirilmesini güvence altına alacağız.

Gazi Meclisimizi ayağa kaldıracağız. Meclisimize itibarını iade edeceğiz, eskisinden güçlü hale getireceğiz. Yürütmenin yasama üzerinde kurduğu tahakkümü kıracağız. Meclisin yasama ve denetleme fonksiyonlarını etkin bir şekilde yerine getirmesini sağlayacağız. Kanun yapım sürecini demokratikleştireceğiz. Meclisin yürütmeyi denetleme yetkisini güçlendireceğiz. Meclisin bütçe hakkını teminat altına alacağız.

“Partili cumhurbaşkanlığı uygulamasına son vereceğiz”

Yasamayı güçlendirirken, yürütmeyi zayıflatmayacağız. İstikrarlı bir yönetim sağlamak amacıyla cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlardan oluşan bir yürütme organı oluşturacağız. Yürütmeye dair icrai yetkilerin bakanlar kurulu tarafından kullanılmasını sağlayacağız. Cumhurbaşkanını temsili yetkilerle donatacağız. Partili cumhurbaşkanı uygulamasına son vereceğiz.

Siyasi iktidarın yargıya müdahale kapılarını derhal kapatacağız. Demokratik siyasal sistemin merkezinde yer alan Anayasa Mahkemesi’nin etkinliğini artırmak ve bağımsızlığını güçlendirmek amacıyla yapısal değişikliklere gideceğiz. Mahkemeye bireysel başvuru hakkının kapsamını genişleterek temel hak ve özgürlükleri daha güçlü bir şekilde koruyacağız.”

Babacan’ın ardından konuşan Mustafa Yeneroğlu ise öngördükleri sistemin temelinin güçlü birey ve güçlü sivil toplum olduğunu vurguladı. Yeneroğlu şunları söyledi:

Cumhurbaşkanının hem toplumun farklı kesimleri hem de Meclis’teki partiler karşısındaki tarafsızlığını tam anlamıyla sağlayabilmek için yalnızca bir dönem ve yedi yıl için seçilmesi kuralını esas alıyoruz.

Torba kanun uygulamasına ve Cumhurbaşkanının kanunları veto yetkisine son vereceğiz. Kanun teklif ve tasarılarının komisyonlarda görüşülmesi esnasında, sivil toplumun, meslek kuruluşlarının ve uzmanların görüşlerine başvurulmasını zorunlu kılacağız.

“HYK, HSK ve AYM üye adaylarına kamuya açık mülakat”

Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun ‘Hakimler Yüksek Kurulu” ve ‘Savcılar Yüksek Kurulu’ olarak ikiye ayrılmasını ve bu kurulların üyelerinin en az yarısının TBMM tarafından seçilmesini öngörmekteyiz. Anayasa Mahkemesi üyelerinin en az yarısının Meclis tarafından nitelikli çoğunlukla seçilmesini esas alacağız. Hakimler Yüksek Kurulu, Savcılar Yüksek Kurulu ve Anayasa Mahkemesinin TBMM tarafından seçilecek adaylarını da kamuya açık mülakata tabi tutacağız.

Hükûmetin kurulmasını kolaylaştırıp, düşürülmesini ise güçleştirecek mekanizmalar geliştireceğiz. Bakanlara daha çok yetkiyle birlikte daha çok sorumluluk vereceğiz. Gensoru yöntemini kabul ederek bu yöntemi hükûmet istikrarsızlığına yol açmayacak şekilde düzenleyeceğiz.

“Kayyum uygulamasına son vereceğiz”

Halkın oylarını yok sayan kayyum uygulamasına son vereceğiz. Yerel yönetimlerin seçilmiş organlarının geçici olarak görevden alınmaları kararında yetkinin yargı organında olmasını sağlayacağız. Geçici olarak görevden alınma kararlarında İçişleri Bakanı tarafından yapılacak başvuruların Danıştay tarafından karara bağlandığı bir süreç öngöreceğiz. Bu kararın verilmesi halinde seçilmiş belediye başkanı göreve dönene kadar veya seçimlere kadar başkana vekâlet edecek kişinin belediye meclislerince belirlenmesini esas alacağız.”

Paylaşın

2021 Nobel Tıp Ödülü, David Julius Ve Ardem Patapoutian’a Verildi

Sıcaklık ve dokunma reseptörlerini keşfeden David Julius ve Ardem Patapoutian 2021 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’ne layık görüldüler. Fizik, kimya, edebiyat, barış ve ekonomi alanlarındaki ödüller ise önümüzdeki günlerde açıklanacak.

Haber Merkezi / Karar, Stockholm’deki Karolinska Enstitüsü’nde düzenlenen bir panelde duyuruldu. Duyuruda, Julius ve Patapoutian’ın keşiflerinin, ‘ısıyı, soğuğu ve mekanik gücü duyumsamada moleküler temeli açıklayarak doğanın gizemlerinden birinin sırrının çözülmesini sağladığı, bunun, “insanoğlunun hissetme, mana verme ve iç ile dış çevresiyle etkileşim kabiliyeti için hayati öneme sahip olduğu’ belirtildi.

California Üniversitesi’nden David Julius, cildin sinir uçlarında ısıya tepki veren bir sensörü tanımlamak için, yanma hissine neden olan keskin bir bileşik olan kapsaisin kullandı. Scripps Research’teki Howard Hughes Tıp Enstitüsü’nden Ardem Patapoutian ise, deride ve iç organlarda mekanik uyaranlara yanıt veren yeni bir sensör sınıfını keşfetmek için basınca duyarlı hücreler kullandı.

Yüzyılı aşkın süredir İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından verilen ödül, 10 milyon İsveç kronu (1,15 milyon $) değerinde. Ödül parası, ödülün yaratıcısı olan ve 1895’te ölen İsveçli mucit Alfred Nobel tarafından bırakılan bir vasiyetten karşılanıyor.

Geçen yılki ödülü, siroz ve karaciğer kanserine neden olan Hepatit C virüsünü belirleme çalışmaları nedeniyle Amerikalı Harvey Alter ve Charles Rice ve Briton Michael Houghton’a verilmişti.

1901’den bu yana 111 Nobel Tıp Ödülü verildi. Ödülü kazananlardan 12’si kadındı. Nobel Tıp Ödülü’nün en genç kazananı, 1923 yılında insülinin keşfinden ötürü 32 yaşındaki Frederick G. Banting oldu. 1966 yılında ‘tümöre neden olan virüsleri’ bularak Nobel Tıp Ödülü’nü alan 87 yaşındaki Peyton Rous ise ödülü alan en yaşlı bilim insanı olarak tarihe geçti.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a ‘Seçim’ Çağrısı

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tanzim satış mağazalarının çoğaltılacağına dair sözlerinin ardından, “Her seçim öncesi insanları tanzim satışla kandırmaya çalışıyorsun. Fiyatlar düşsün istiyorsan eğer, seçime gel! ” açıklamasında bulundu.

Haber Merkezi / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tanzim satış mağazalarının çoğaltılacağına dair açıklamasının ardından, “Her seçim öncesi insanları tanzim satışla kandırmaya çalışıyorsun. Fiyatlar düşsün istiyorsan eğer, seçime gel! Seni tarihe gönderdiğimizde göreceksin tüm fiyatların nasıl düştüğünü” dedi.

Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla hayat pahalılığına hükümetin aldığı kararların yol açtığını ifade etti. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklaması sonrası yaptığı paylaşımlar şöyle:

“Halkımız market sepeti yapmak için kredi çekiyor; domatesi, biberi krediyle alıyor. Yemin olsun ki, zamlarla mücadelemiz bu kış çok sert geçecek. Yedirmeyeceğiz fakiri fukarayı sizin şaşaalı saraylarınıza. Zam peşinde koşan şirketler, bizim iktidarımızda unutsunlar kendilerini.

“Fiyatlar düşsün istiyorsan eğer, seçime gel”

Bu durumun yegâne kaynağı sensin Erdoğan. Senin tek adamcılığındır ülkeyi bu hale sokan. Üstelik her seçim öncesi insanları tanzim satışla kandırmaya çalışıyorsun. Fiyatlar düşsün istiyorsan eğer, seçime gel! Seni tarihe gönderdiğimizde göreceksin tüm fiyatların nasıl düştüğünü.”

Paylaşın