DEVA Lideri Babacan’dan “Merkez Bankası’nın hesaplarını aydınlatın” çağrısı

Mersin’de partisinin 1. Olağan Silifke İlçe Kongresi’nde konuşan Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, “Bizim dönemimizde Merkez Bankası’nın bütün müdahaleleri açıktır, şeffaftır. Hâlâ kayıtlarda. Biz ayrıldıktan sonra hiçbir şeyi açıklamadılar. Doğru hesaptan kaçar mı? Karanlıkta yanlış işler yapılır ama aydınlıkta zor olur. Merkez Bankası’nın hesaplarını aydınlatın.” dedi.

Haber Merkezi / Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Mersin’de partisinin 1. Olağan Silifke İlçe Kongresi’nde konuştu.

Merkez Bankası’nın 128 milyar dolar rezervinin eritilmesi üzerinden iktidarı eleştiren DEVA Lideri Babacan, “Bu milletin alın terini damla damla biriktirdik. Niçin? Kara günler için. Atasözümüz var, ak akçe kara gün içindir, diye. Merkez Bankası’nın döviz rezervi de yedek akçesi de kara gün için. Taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele verip Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık rezervini sata sata yok ettiler, bir yandan da piyasadan döviz borçlandılar. Merkez Bankası’nı borçlu bir kurum haline getirdiler.” ifadelerini kullandı.

Babacan, konuşmasının devamında, “Bizim dönemimizde Merkez Bankası’nın bütün müdahaleleri açıktır, şeffaftır. Hâlâ kayıtlarda. Biz ayrıldıktan sonra hiçbir şeyi açıklamadılar. Doğru hesaptan kaçar mı? Karanlıkta yanlış işler yapılır ama aydınlıkta zor olur. Merkez Bankası’nın hesaplarını aydınlatın.” dedi.

Konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz ve enflasyon konusundaki ifadelerini eleştiren Babacan, özetle şunları söyledi;

“Buraya gelmeden bir taksi durağındaydık. Bir şoför arkadaşımız, eve gitmeden eşini arayıp, ’Çocukları yatır da geleyim’ dediğini söyledi. Ülkenin onurlu, çalışan insanlarının durumu bu. Bir de ihaleleri paylaşan, lüks harcamaları yapabilen insanlara bakıyorsunuz. Ahlaklı insanların maddi durumunun bu kadar zayıfladığı, ahlaki ilkeleri gevşek olanların zenginleştiği bir dönem hiçbir zaman yaşanmamıştı. Adalet bu değil, vicdan bu değil.

Bu milletin alın terini damla damla biriktirdik. Niçin? Kara günler için. Atasözümüz var, ak akçe kara gün içindir, diye. Merkez Bankası’nın döviz rezervi de yedek akçesi de kara gün için. Taraflı cumhurbaşkanı ve akraba bakan el ele verip Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarlık rezervini sata sata yok ettiler, bir yandan da piyasadan döviz borçlandılar. Merkez Bankası’nı borçlu bir kurum haline getirdiler.

Bizim dönemimizde Merkez Bankası’nın bütün müdahaleleri açıktır, şeffaftır. Hâlâ kayıtlarda. Biz ayrıldıktan sonra hiçbir şeyi açıklamadılar. Doğru hesaptan kaçar mı? Karanlıkta yanlış işler yapılır ama aydınlıkta zor olur. Merkez Bankası’nın hesaplarını aydınlatın.

Görevi bıraktığımda Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 7,5’tu. Bu faizi uygulayan Merkez Bankası başkanını ve o dönemin bürokratlarını vatana ihanetle suçladılar. Sayın Erdoğan’ın o tertemiz, pırıl pırıl devlet görevlilerinden en azından bir helallik istemesi lazım.

“Milletvekilliğiyle hızını alamadı, akrabasını bakan yaptı”

Akraba bakanı milletvekili listesine koymadan önce çok söyledik, bu yanlış dedik. Böyle yakın akrabalar partide eş zamanlı olarak böyle görevlerde olmamalı, dedik. Dinlemedi. Milletvekilliğiyle hızını alamadı, bakan yaptı. İsterse dünyanın en başarılı insanı olsun, ne olursa olsun yanlış. Hangi ülkede yaşansa o ülkenin başını derde sokar.

Lafa gelince Sayın Erdoğan ‘Benim alanım ekonomi’ diye övünüyor. Görüyoruz alanını. Kurumları şamar oğlanına çevirdiniz. Ülkenin birikmiş tüm rezervlerini sattınız, yedek akçesini harcadınız, Merkez Bankası’nı borca batırdınız. Varlık Fonu bile gırtlağına kadar borca battı. Faiz yakın tarihin en yüksek seviyesinde. Sadece Merkez Bankası’nın gecelik, haftalık faizi değil. Dün hazinenin on yıllık borçlanma faizleri yüzde 19’u gördü. Bu ne demek? Bu kafaya giderlerse, finansal piyasalarda daha on sene bu faiz düşmeyecek demek. Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi on yıllığına borçlanmak istese on yıl boyunca yüzde 19 faiz ödemek zorunda demek. Faiz de enflasyon da çift haneye çapa attı.

“Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yaptınız”

Yüksek faiz zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapıyor. Merkez Bankası’nın kur artmasın diye faizi yükseltmek zorunda kalması ne demektir? Bütün kötü yönetimin faturasını bu millete ödetmek demektir. Yüzde 19’u bu millet bunun için ödüyor. Bir de piyasaya sorun. Piyasadaki ticari faizler yüzde 22, 23, 24. Sanayici, küçük işletmeler bunu ödüyor. Kredi kartları ekstrenize ‘aylık faiz arttı’ diye geliyordur. Bunun bedelini bütün millet ödüyor. Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman zengin ile fakir arasındaki uçurum böyle olmamıştı. Lüks otomobil satışlarına bakın. Bu krize rağmen onların satışlarında artış var.

Ayrılma kararını açıkladıkları sözleşmenin tam adı, ‘Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi sözleşmesi’. Bu sözleşme, kadınları her türlü şiddetten, aile içi şiddetten koruyacaksın, şiddete karşı her türlü önlemi alacaksın diyor. Bunun nesinden rahatsız oldunuz? Tüm dünya bu sözleşmeye ‘İstanbul Sözleşmesi’ diyor. Sanki bütün bu süreçte uyudular, akıllarına şimdi geldi. Siz hazırlayan ekiptesiniz. Madem kültürümüze aykırı, niye o gün imzaladınız, niye Meclis’ten geçirdiniz? Şimdi mi aklınıza geliyor? Bir başka siyasi partiyi iktidar ittifakına katabilmek için bunu tatlandırıcı olarak sunuyorlar. Yakından takip edenler görüyor.”

Paylaşın

Kahvenin en önemli 13 faydası

Kahve, dünyanın en popüler içeceklerinden biridir. İçerdiği yüksek antioksidanlar ve faydalı besinler sayesinde oldukça sağlıklı görünmektedir. Araştırmalar, kahve içenlerde birçok ciddi hastalık riskinin çok daha düşük olduğunu gösteriyor.

Haber Merkezi / Kahve, birçok etkileyici sağlık yararına sahip, dünya çapında oldukça popüler bir içecektir. Günlük bir fincan kahve sadece daha enerjik hissetmenize, yağ yakmanıza ve fiziksel performansı iyileştirmenize yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda tip 2 diyabet, kanser ve alzheimer ve parkinson hastalığı gibi çeşitli durum riskinizi de azaltabilir.

Aslında kahve, uzun ömürlülüğü bile artırabilir. Tadını beğenirseniz ve kafein içeriğini tolere ederseniz, gün boyunca kendinize bir veya daha fazla bardak kahveden mahrum etmeyin.

İşte kahvenin en önemli 13 sağlık faydası.

1. Enerji seviyelerini artırabilir ve sizi daha akıllı hale getirebilir

Kahve, insanların daha az yorgun hissetmesine ve enerji seviyelerini artırmasına yardımcı olabilir. Bunun nedeni , dünyada en çok tüketilen psikoaktif madde olan kafein adlı bir uyarıcı içermesidir. Kahve içtikten sonra, kafein kan dolaşımınıza emilir. Oradan beyninize gider. Beyinde kafein, inhibe edici nörotransmiter adenozini bloke eder. Bu olduğunda, norepinefrin ve dopamin gibi diğer nörotransmiterlerin miktarı artar ve bu da nöronların ateşlenmesinin artmasına neden olur. İnsanlarda yapılan birçok kontrollü çalışma, kahvenin hafıza, ruh hali, uyanıklık, enerji seviyeleri, reaksiyon süreleri ve genel zihinsel işlev dahil olmak üzere beyin işlevinin çeşitli yönlerini iyileştirdiğini göstermektedir.

2. Yağ yakmanıza yardımcı olabilir

Kafein, hemen hemen her ticari yağ yakıcı takviyede bulunur – ve bunun iyi bir nedeni vardır. Yağ yakmaya yardımcı olduğu kanıtlanmış birkaç doğal maddeden biridir. Birkaç çalışma, kafeinin metabolizma hızınızı yüzde 3-11 oranında artırabildiğini göstermektedir. Diğer çalışmalar, kafeinin özellikle obez bireylerde yağ yakımını yüzde 10 ve zayıf insanlarda yüzde 29 kadar artırabildiğini göstermektedir. Ancak uzun süreli kahve içenlerde bu etkilerin azalması mümkündür.

3. Fiziksel performansınızı artırabilir

Kafein, sinir sisteminizi uyararak yağ hücrelerinin vücut yağını parçalamasını. Ama aynı zamanda kanınızdaki epinefrin (adrenalin) seviyelerini de arttırır. Bu, vücudunuzu yoğun fiziksel efor için hazırlayan savaş ya da kaç hormonudur. Kafein vücut yağını parçalayarak serbest yağ asitlerini yakıt olarak kullanılabilir hale getirir. Bu etkiler göz önüne alındığında, kafeinin fiziksel performansı ortalama olarak yüzde 11–12 artırması şaşırtıcı değildir. Bu nedenle, spor salonuna gitmeden yaklaşık yarım saat önce güçlü bir fincan kahve içmek mantıklıdır.

4. Temel besin öğeleri içerir

Kahve çekirdeklerindeki besin maddelerinin çoğu, bitmiş demlenmiş kahveye dönüşür. Tek bir fincan kahve şunları içerir;

  • Riboflavin (B2 vitamini)
  • Pantotenik asit (B5 vitamini)
  • Manganez ve potasyum
  • Magnezyum ve niasin (B3 vitamini)

Bu çok önemli bir şey gibi görünmese de, çoğu insan günde birkaç bardaktan hoşlanır – bu miktarların hızla artmasına izin verir.

5. Tip 2 diyabet riskinizi düşürebilir

Tip 2 diyabet, şu anda dünya çapında milyonlarca insanı etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. İnsülin direncinin neden olduğu yüksek kan şekeri seviyeleri veya insülin salgılama kabiliyetinin azalması ile karakterizedir. Bazı nedenlerden dolayı, kahve içenlerin tip 2 diyabet riski önemli ölçüde azalmıştır .

6. Sizi alzheimer hastalığı ve demanstan koruyabilir

Alzheimer hastalığı, en yaygın nörodejeneratif hastalıktır ve dünya çapında demansın önde gelen nedenidir. Bu durum genellikle 65 yaşın üzerindeki insanları etkiler ve bilinen bir tedavisi yoktur. Bununla birlikte, hastalığın ortaya çıkmasını önlemek için yapabileceğiniz birkaç şey var. Bu, sağlıklı beslenmek ve egzersiz yapmak gibi olağan şüphelileri içerir, ancak kahve içmek de inanılmaz derecede etkili olabilir. Birkaç çalışma, kahve içenlerin alzheimer hastalığı riskinin yüzde 65’e kadar daha düşük olduğunu göstermektedir.

7. Parkinson riskinizi azaltabilir

Parkinson hastalığı, alzheimer’ın hemen arkasındaki en yaygın ikinci nörodejeneratif durumdur. Beyninizde dopamin üreten nöronların ölümünden kaynaklanır. Alzheimer’da olduğu gibi, bilinen bir tedavisi yoktur, bu da onu önlemeye odaklanmayı çok daha önemli kılar.

8. Karaciğerinizi koruyabilir

Karaciğeriniz, yüzlerce önemli işlevi yerine getiren harika bir organdır. Hepatit, yağlı karaciğer hastalığı ve diğerleri dahil olmak üzere bazı yaygın hastalıklar öncelikle karaciğeri etkiler. Bu koşulların çoğu, karaciğerinizin büyük ölçüde yara dokusu ile değiştirildiği siroza yol açabilir. İlginç bir şekilde kahve siroza karşı koruma sağlayabilir – günde 4 veya daha fazla bardak içen kişiler yüzde 80’e kadar daha düşük risk taşır.

9. Depresyonla savaşabilir

Depresyon, yaşam kalitesinin önemli ölçüde düşmesine neden olan ciddi bir zihinsel bozukluktur. Kahve, depresyon geliştirme riskinizi düşürüyor ve intihar riskini önemli ölçüde azaltabilir.

10. Bazı kanser türlerinin riskini azaltabilir

Kanser, dünyanın önde gelen ölüm nedenlerinden biridir. Vücudunuzdaki kontrolsüz hücre büyümesi ile karakterizedir. Kahvenin iki tür kansere karşı koruyucu olduğu görülüyor; karaciğer ve kolorektal kanser.

Karaciğer kanseri, dünyada kanser ölümlerinin üçüncü önde gelen nedenidir, kolorektal kanser ise dördüncü sıradadır. Araştırmalar, kahve içenlerin karaciğer kanseri riskinin yüzde 40’a kadar daha düşük olduğunu gösteriyor.

11. İnme riskini azaltabilir

Genellikle kafeinin kan basıncınızı artırabileceği iddia edilir. Bu doğrudur, ancak yalnızca 3-4 mm / Hg artışla, etki küçüktür ve düzenli olarak kahve içerseniz genellikle kaybolur. Bununla birlikte, bazı insanlarda devam edebilir, bu nedenle yüksek tansiyonunuz varsa bunu aklınızda bulundurun. Bununla birlikte, araştırmalar kahvenin kalp hastalığı riskinizi artırdığı fikrini desteklemiyor. Aksine, kahve içen kadınların riskinin azaldığına dair bazı kanıtlar vardır. Bazı araştırmalar ayrıca kahve içenlerin inme riskinin yüzde 20 daha düşük olduğunu gösteriyor.

12. Daha uzun yaşamanıza yardımcı olabilir

Kahve içenlerin birçok hastalığa yakalanma olasılığının düşük olduğu göz önüne alındığında, kahvenin daha uzun yaşamanıza yardımcı olabileceği mantıklıdır. Birkaç gözlemsel çalışma, kahve içenlerin daha düşük ölüm riskine sahip olduğunu göstermektedir. Birkaç çalışma, kahve içenlerin daha uzun yaşadığını ve erken ölüm riskinin daha düşük olduğunu göstermektedir.

13. Antioksidan kaynağı

Kahve, beslenmenin en sağlıklı yönlerinden biri olabilir. Bunun nedeni kahvenin antioksidan bakımından oldukça yüksek olmasıdır. Araştırmalar, birçok insanın kahveden , meyve ve sebzelerden daha fazla antioksidan aldığını gösteriyor. Aslında kahve, gezegendeki en sağlıklı içeceklerden biri olabilir.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu: Devlet kinle, intikam duygusuyla, cehalet içinde yönetilmez

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında açıklamalarda bulunan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Öyle bir noktaya geldik ki akşam yatarken yarın sabaha ne olacağını bilmiyoruz. Sabah kalktığımızda hangi kabusa uyanacağımızı da bilmiyoruz. Çünkü devlet yönetilmiyor. Devlet kinle, intikam duygusuyla, cehalet içinde yönetilmez. Birilerinin egemen güçlerinin talimatıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti yönetilemez. Geldiğimiz nokta budur. ” dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Türkiye’nin çok sorunlarının olduğunu, herkesin Türkiye’nin bir buhran içinde olduğunu gördüğünü ve bildiğini belirten Kılıçdaroğlu, devletin iyi yönetilmediğini artık Mısır’daki sağır sultanın da duyduğunu söyledi.

Konuşmasında, “Yandaşlarına milyar dolarları kazandırdığını da biliyoruz. İşi olanı işinden ettiğini de biliyoruz. Ama 42 milyon kadına ihanet edeni de artık şimdi biliyoruz ve öğreniyoruz” diyen Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasındaki açıklamaları şöyle;

Değerli arkadaşlarım; Türkiye’nin birçok sorunu var. Artık Türkiye’de yaşayan ve aklı baliğ olan herkes Türkiye’nin bir buhran içinde olduğunu biliyor, görüyor ve yaşıyor; hayatı öyle zaten. Devletin iyi yönetilmediğini artık Mısır’daki sağır sultan da duydu, o da görüyor. Ciddi bir karamsarlık hakim, ama buradan 83 milyon vatandaşımıza açık ve net çağrıda bulunuyorum, hiçbirimizin umutsuzluğa kapılma hakkı yoktur. Beraber, birlikte, 83 milyon olarak Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak hepimizin namus borcudur. Bunu yapacağız, birlikte yapacağız, dostlarımızla beraber yapacağız. İşçiyle yapacağız, sanayiciyle yapacağız, köylüyle yapacağız, emekliyle yapacağız, emeklilikte yaşa takılanlarla yapacağız; bütün dostlarımızla, apartman görevlileriyle yapacağız, herkesle bir araya geleceğiz. Toplumun her kesimine ulaşmak, her kesimine moral vermek bizim görevimizdir. Bunu yapacağız, kararlıyız. Ne yaparlarsa yapsınlar, inandığımız yoldan hiçbir güç bizi geri döndüremeyecektir. Dolayısıyla bu mücadele, bir hak mücadelesidir, bunu böyle bilelim.

18 Mart’ta Tekirdağ’a gittim. Oradan Çanakkale’ye geçtik, esnafımızla buluştuk, çiftçilerimizle buluştuk. Şehit yakınlarıyla, gazilerimize bir akşam yemeği yedik. Çanakkale Şehitler Abidesine çelengimizi, mezar başlarına da birer karanfil bıraktık. Aynı zamanda büyük bir şair, düşünür Namık Kemal’in de mezarını ziyaret ederek oraya da bir deste karanfillimizi bıraktık. Hem geçmişten, hem bugünden hepimizin alacağı ciddi dersler vardır. Her karış toprağında şehitlerimizin olduğu bir bölgede, “Çanakkale geçilmez” destanı yazıldı. Milletin iradesi, Çanakkale geçilmez demekti. Bir kişinin iradesi o düşmanların Çanakkale’yi geçmesine yol açtı, bir kişinin iradesi… Milletin iradesi geçilmez kıldı, padişahın iradesi “geçebilirsiniz” dedi. Neden tek adam rejimine karşıyız? Neden tek adamın her söylediği geçerli olsun diyen bir düşünceye karşıyız? Milliyeti bir kişiye, Türkiye Cumhuriyeti Devletini bir kişiye emanet edemeyiz. 83 milyon, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sahibidir. Böyle düşünüyoruz.

19 Mart’ta da Balkan Ülkeleri Yerel Yönetimler İşbirliği Çalıştayı’nı yaptık. Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Gagavuz Yeri, Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan’dan gelen belediye başkanlarımızla -bir kısmı çevrimiçi katılım yaptılar- güzel bir toplantı gerçekleştirdik. Bizim belediye başkanlarımız ile bu saydığım yerlerdeki belediye başkanları arasında dostluk ilişkilerimizi pekiştireceğiz ve büyüteceğiz.

Ben, Tekirdağ ve Çanakkale’deyken, bir grup arkadaşımız Artvin, Kars ve Ardahan’daydı. Bir başka milletvekili grubu arkadaşımız da Van, Hakkari, Şırnak, Mardin ve Batman’daydı. Dolayısıyla Türkiye’nin her coğrafyasına gidiyoruz, vatandaşla konuşuyoruz, onlara umut veriyoruz, “umutsuzluğa kapılmayın” diyoruz. Sorun çözülür, Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur, bütün sorunları aşacağız, önce Allah’a güveneceksiniz diyoruz, sonra kendinize güveneceksiniz, sonra bize güven vereceksiniz, bize güveneceksiniz. Türkiye’yi aydınlığa beraber çıkaracağız, birlikte yapacağız.

Bir grup milletvekili arkadaşımız da Şanlıurfa’ya da gitti. Şanlıurfa, büyükşehir aynı zamanda. Bir süredir çiftçiye elektrik ve su verilmiyordu. CHP milletvekilleri gidince, elektrik ve su vermeye başladılar, bu güzel bir şey, umarım bir daha kesmezler. Sulama birliklerinin fiyatları çok yüksek. Çiftçi bundan büyük şikayet ediyor. Çiftçilere yapılan destekleme ödemelerine, sulama birlikleri ve elektrik şirketleri el koyuyor. Sözde devlet teşvik veriyor ama onlar gelip bu teşviki alıyorlar. Çiftçilerin tamamı şikayetçi. “Gübre alıyoruz dolarla, fide alıyoruz dolarla, tohum alıyoruz dolarla, ilaç alıyoruz dolarla; sürekli zam…” Niye? “Efendim dolar yükseldi, biz de fiyatı yükseltmek zorundayız.” Ama çiftçi diyor ki; “Benim sattığım Türk lirasıyla, onda da alıcı bulamıyorum, zarar ediyorum.”

Şanlıurfalı çiftçi de beni dinlesin, Şanlıurfalı kardeşlerim de beni dinlesin: Uzun yıllardır bir partiye koşulsuz oy verdiniz, AK Parti’ye oy verdiniz. Nasıl şimdi Şanlıurfa? Sahipsiz değil mi? Şanlıurfa sahipsizse, Türkiye sahipsiz demektir. Şanlıurfa’da sorun varsa, Türkiye’de sorun var demektir. Harran oradadır, Harran hepimizin iftiharıdır. Dolayısıyla ne Şanlıurfa sahipsizdir ne de Türkiye sahipsizdir.

Esnaf diyor ki bana; “Yaptıkları kira yardımı, elektrik faturasını bile karşılamıyor.” Hastanelerinde Uzman doktor yok. Uzman doktor eksiği var. 21’inci yüzyılda, bir büyük şehirde devlet hastanesinde uzman doktor yok. Şehir hastanesinin de 5 kez temeli atılmış, hâlâ inşaat devam ediyor. 530 bin öğrenciden, 450 bini EBA’ya ulaşamamış, eğitim alamamış ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi 8 aydır toplu sözleşme yapmıyor.

Arkadaşlarım notu ilettiler, Şanlıurfalı bir esnafımız aynen şunu söylüyor: “Paran yoksa, karın yüzüne bakmaz. Paran yoksa, çocuğun yüzüne bakmaz. Paran yoksa, komşun yüzüne bakmaz. Ama en acısı hem paran, yok hem Urfalıysan devlet yüzüne bakmaz, insan yerine koymaz seni.” Devlet yüzüne bakmaz değil, sarayda oturanlar senin yüzüne bakmaz. Devlet olarak, herkesin yanında olacağız. Millet olarak, herkesin yanında olacağız. Cumhuriyet Halk Partisi olarak herkesin yanında olacağız. Herkes bunu bilsin.

Değerli arkadaşlarım; öyle bir noktaya geldik ki, akşam yatarken yarın sabaha ne olacağını bilmiyoruz, sabah kalktığımızda hangi kabusa uyanacağımızı da bilmiyoruz. Çünkü devlet yönetilmiyor. Devlet, -defalarca söyledim- bilgiyle yönetilir, erdemle yönetilir, tecrübeyle yönetilir, ahlakla yönetilir, istişareyle yönetilir. İşin özü, adaletle yönetilir bir devlet. Devlet kinle yönetilmez, intikam duygusuyla yönetilmez, öfkeyle yönetilmez, cehalet içinde yönetilmez; birilerinin, egemen güçlerin talimatıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetilemez. Geldiğimiz nokta budur. İsrafla devlet yönetilmez. Savurganlıkla devlet yönetilmez. Bütün bunları biliyoruz. Atalarımız demiş ki: “Taç giyen baş akıllanır.” Yani artık tacı giydiğine göre, adaletle devleti yöneten lazım. Ama bunlar olmuyor değerli arkadaşlarım. Kini ve öfkeyi öyle noktalara taşıdı ki, gazetede okuduğumda gerçekten içim cız etti. Süleyman Demirel; cumhurbaşkanlığı yapmış, başbakanlık yapmış, Barajlar Kralı olarak milletin gönlünde yer almış bir kişiyi, Konya Selçuk Üniversitesi’nde onun adını taşıyan kültür merkezinden adını siliyorsunuz. Hangi ahlaka sığar? Bu devletin, bizim ecdatlarımızın hangi geleneğine, hangi töresine sığar? Bu kadar kin, bu kadar öfke nasıl oluyor? Nasıl oluyor da bu kin ve öfke saraydan, ta üniversitelere kadar yansıyor? Ahlak denen bir şey yok mu ya? Vefa denen bir şey yok mu? Vefayı, ahlakı, adaleti unutturmaya çalışıyorlar ama biz unutmayacağız. Kimsenin de unutulmasını istemem.

Değerli arkadaşlar; bir bakıyorsunuz bir milletvekilinin attığı bir Tweet dolayısıyla dokunulmazlığı kaldırılıyor. Yargıtay talimatla hemen toplanıyor, derhal cezayı onaylıyor, yıldırım hızıyla milletvekilliği düşürülüyor. Hangi adalet bu değerli arkadaşlar, hangi adalet! Yukarıdakiler, yani saraydakiler Müslümanlığı kimseye bırakmıyorlar, onların dışında bu memlekete sanki hiç Müslüman yok. Peki, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan ise, bu haksızlığı nasıl sineye çekiyorsunuz siz? Bu haksızlığı, öfkeyle nasıl besliyorsunuz siz? Bunu anlamak mümkün değil.
Hemen yıldırım hızıyla bir partinin kapatılması için Cumhuriyet Savcılığına talimat gidiyor “Bunu kapatın” diyorlar. Demokrasilerde parti kapatmak doğru değildir değerli arkadaşlarım, seçimle gelen seçimle gider. Defalarca söyledim, yine söylüyorum; bir parti milletten destek almazsa zaten tarihin çöp sepetine gider. Hem demokrasi diyeceksiniz, hem milli irade diyeceksiniz, sonra kalkacaksınız adaletsiz pek çok uygulamanın altına imza atacaksınız. Bunlar doğru değil değerli arkadaşlarım.

Bir kişi kalktı dedi ki; “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesini, ben feshediyorum.” Kararı Resmi Gazetede gördük. Kimsin sen! Kimsin sen! Adaletsizliğin ağababasıysan eyvallah. Biz onu zaten biliyoruz. Kinle, öfkeyle devleti yönetiyorsan, onu da biliyoruz. Siyaseti cep doldurma aracı olarak gördüğünü de çok iyi biliyoruz. Yandaşlarına milyar dolarlar kazandırdığını da biliyoruz. İşi olanı işinden ettiğini de biliyoruz. Biz bunları çok iyi biliyoruz ama 42 milyon kadına ihanet edeni de artık şimdi gayet iyi öğreniyoruz ve biliyoruz! Devleti tek başına yönetirseniz, kinle, öfkeyle yönetirseniz, toplum buraya taşınır değerli arkadaşlarım.

Hakkı, hukuku herkes istiyor. Çek mağdurları aramızda doğrudur, 81 ilden gelmişler, doğrudur. Mağdurlar mı? Evet, doğrudur. Dolandırıcıları affediyorsun, “Devletten alacağım var, alacağımı verin, çekimi ödeyeceğim” diyen adama devlet borcunu ödemiyor, o da çekini ödeyemiyor. “Seni hapse atacağız” diyorlar. Bu mudur adalet? Bu mudur adalet arkadaşlar? Milyar dolarları götürenlerin, devlete ödemesi gereken kiraları bir kalemde siliyorsun. Çek mağdurlarına, “buyurun beyler, hapse gireceksiniz” diyorsunuz. Bu mudur adalet? Çek mağduru bütün kardeşlerime de söylüyorum: Endişeye kapılmayın. Hapishaneler zaten tıka basa dolu, hapishanelerde size yer yok değerli arkadaşlar. Bakın bu da hayatın bir başka gerçeği, bu da hayatın bir başka gerçeği ama sizin hakkınızı savunacağız, sonuna kadar savunacağız.

Değerli arkadaşlarım; 1923 yılında Cumhuriyetimizi kurduk. Cumhuriyet, aslında halkçılık demektir. Neden? Egemenlik, “kayıtsız şartsız milletindir” felsefesinin özü cumhuriyettir. Bir kişinin değil, padişahın değil, milletindir. “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir”, 1921 Anayasası, madde bir. Bugünkü anayasamızda da var: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletinse, o zaman bir kişi egemenlik hakkını tek başına kullanamaz. Mevcut Anayasamızda da böyle bir şey yok. “Egemenlik hakkını yasama, yargı ve yürütme kullanır” diyor. Yasama ve yargının üzerindeki vesayet dolayısıyla egemenlik hakkını bir kişi kullanıyor ve kalkıyor bir sabah, 42 milyon kadının hakkını elinden alıyor. Bu cumhuriyet kurulurken kadınlara, bu ülkenin kadınlarına büyük önem verilmiştir. Bakın, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıktı, kadın ve erkeğin eşit koşullarda eğitim almasına imkân sağladı. 1924 arkadaşlar, 1924; cumhuriyetten bir yıl sonra, kız çocukları, erkeklerle birlikte eşit şartlarda eğitim alsınlar diye… 1926 yılında, kadınlara en büyük hakkı veren Medeni Kanun kabul edildi. 1930 yılında, kadınlara yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı, 1934 yılında genel seçimlere katılma, seçme ve seçilme hakkı verildi. Önemini vurgulamak için şunların altını özellikle çizmek isterim: Yeni bir devlet kurulmuş, adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yeni bir anayasası var ve o anayasanın birinci maddesi: “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir “diyor ve bunu getiriyor.

“Cumhur değil, koltuk ittifakı”

Kadına olağanüstü büyük önem veriyor. Üstelik kendisini gelişmiş sayan ülkelere rağmen veriyor, onlardan çok daha önde bazı haklar getiriyor. Örnek; 1934’te kadınlara milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı verildi. Bu hak Fransa’da 10 yıl sonra, 1944’te verildi, Japonya’da 11 yıl sonra verildi, 1945’te. İtalya, Arjantin ve Meksika’da 12 yıl sonra verildi 1946’da. Çin’de 1947 yılında yani 13 yıl sonra verildi. Yunanistan’da 1952’de, 18 yıl sonra verildi kadınlara seçme ve seçilme hakkı. Belçika’da 1960 yılında, 26 yıl sonra verildi. İsviçre’de 1971 yılında, Türkiye’den 37 yıl sonra kadınlara seçime girme hakkı verildi. Bunun için, “Mustafa Kemal gibi bir insan yüz yılda bir çıkar” diyorlar. O yüz yıl için de bize nasip oldu, bu topraklara nasip oldu. Bunu kim söylüyor? Bütün dünya söylüyor. Geleceği görüyor; kadının bu toplumun ayrılmaz bir parçası olduğunu ve ikinci sınıf bir yurttaş olmadığını, kadın-erkek toplumsal cinsiyet eşitliğinin olması gerektiğini, onun da erkekler gibi seçimlere girme ve kazanma hakkı, devleti yönetme hakkı olduğunu kabul ediyor ve bu düzenlemeleri pek çok gelişmiş ülkeden çok önce yapıyor.
Sadece bunlar yapılmıyor. Kadınlarla ilgili, kadınların lehine olan bütün uluslararası sözleşmeleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti kabul ediyor. Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Birliği’nin, Avrupa Sosyal Şartı’nın, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın yaptığı bütün düzenlemeleri kabul ediyor. Baştan söyledim, yine söyleyeyim: Devlet, önyargıyla yönetilmez, kinle, öfkeyle yönetilmez. Devlet, “bu koltukta kalayım, ne olursa olsun” anlayışıyla da yönetilmez. Koltuğa tapılan, koltuk için toplumun feda edildiği bir ülkede, ne gelişmeyi, ne demokrasiyi, ne kadın-erkek eşitliğini asla bulabilirsiniz.
Kısa adı İstanbul Sözleşmesi. Adı, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, adı bu. Herkes bu uzun ismi kullanmayalım diye, İstanbul Sözleşmesi diyor, bütün dünya öyle diyor. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi, temel norm bu. Şimdi değerli arkadaşlarım, bir sabah kalktık, bu parlamentodan, yani bu Gazi Meclis’ten oybirliğiyle çıkan, kendisinin de imzaladığı, yürürlüğe koyduğu bir sözleşmeyi, “ben feshettim” diyor. Kime danıştın, kime sordun? Hangi kadına sordun sen? Bu ülkenin kadınlarına sordun mu? Bu kadınlar ne düşünüyor diye sordun mu? Bu kadınların nasıl şiddete uğradığını sen biliyor musun? “Ben feshettim” diyor. Değerli arkadaşlarım; çoğu vatandaşımız bu sözleşmenin içeriğini tam bilmiyor, kabul etmek lazım. Oturup, baştan aşağı okumuyor. Ben şimdi bizi dinleyen, özellikle Ak Parti’ye oy veren kadınlara ve Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kadınlara seslenmek isterim: Diyorlar ya, Cumhur İttifakı… Aslında Cumhur değil, koltuk ittifakı var orada, orada ilkeler yok.

Koltuğu korumaya yönelik olarak… Bütün mücadele onun üzerine: “Koltuğumu nasıl korurum ben?” Memleket tufan olabilir, yeter ki ben koltukta kalayım. Bakın şimdi, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi11 Mayıs 2011 tarihinde kabul edilmiş. Bu sözleşmenin amacı ne? Yazıyor: Maksatlar, tanımlar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması, genel yükümlülükler, bölüm bir, madde bir. Sözleşmenin maksatları, yani sözleşmenin amacı nedir? “Bu sözleşmenin amacı şunlardır” diyor.

a) Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak. Şimdi bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Sen bunun neresine karşısın?

b) Kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak. Yine bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Bunun nesine karşısın? Bu cümlenin neresine karşısın?

c) Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlama… Yine bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Bu maddenin nesine karşısın? Neresi seni rahatsız etti?

d) Kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak. Yine bütün kadınların huzurunda Erdoğan’a soruyorum: Bu maddenin neresine karşısın?

e) Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla, kuruluşların ve kolluk kuvvetlerinin birimlerinin, birbirleriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak. Yani kadın şiddete uğradığında, aile içi şiddet olduğunda, güvenlik kuvvetleri gelecekler, işbirliği içinde bu şiddeti önleyecekler.

Şimdi yine bütün kadınların huzurun Erdoğan’a soruyorum: Bunun neresine karşısın? Neresine karşısın? Hangi gerekçeyle bunu feshettin? Hangi gerekçeyle? Bir hakkı kadınların elinden almak, zorbalıktır. Zorbalığa asla izin vermeyeceğiz.

Bütün kadın kardeşlerime sesleniyorum: Mağdur olan sizsiniz. Sizin haklarınız sizin elinizden alınmak isteniyor. “Kadın mı? Şiddete uğrayabilir… Kadın mı? Öldürebilir… Kadın mı, çocuk mu? Tecavüz edilebilir…” Böyle bir anlayış olur mu? Böyle bir anlayışın ahlaklı yönü var mıdır? İnsan yahu. Neşet Ertaş diyor ya, “Kadın insandır, ben de insanoğlu” diye. Hâlâ onu anlamış değiller, hâlâ anlamış değiller. İnsanlığın ne olduğunu anlamış değiller. Ki bu sözleşme, parlamentodan alay-ı vâlâ ile geçti. O gün Ak Partililerin, Milliyetçi Hareket Partililerin ağzında güller vardı: “Bunu ilk biz yaptık, ilk biz imzalıyoruz, yaşasın, adı da İstanbul Sözleşmesi, bütün dünya bundan sonra Türkiye’yi, İstanbul’u anacak” diye yere göğe sığdıramıyorlardı. Onların Meclis’te konuşmaları var, vakit almamak için o konuşmaları ifade etmiyorum. Herkes ama herkes; eller kalktı, eller indi, oy birliğiyle kabul edildi.

“Koltuğu zorbalıkla koruyanların sonu kötü olur”

Konuşanların hepsi, “bu başarı Türkiye’ye aittir, kadınların başarısıdır” diye bir sürü güzel laflar ettiler. Ama bir kişi kalktı, bir gece yarısı, “Ben kadınlara verilen hakkı geri alıyorum” dedi. “Sözleşmeyi feshediyorum” dedi. Neye göre feshediyorsun? Anayasa’ya göre mi? Hukuka göre mi? Ahlaka göre mi? Adalete göre mi? Hayır efendim; “Ben zorbayım, ben despotum; ben istediğim kişiye hak veririm, istediğim kişiden hakkı alırım” diyor. Böyle bir anlayış Ortaçağ’da bile yoktur.

Ayrıca şunu da söylemek isterim: En çok itiraz etmesi gereken kişi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Milletin iradesi gasp edilmiştir. Onun için diyorum, “Sen kimsin?” Burada 600 milletvekili var. Her birisinin arkasında da milletin oyu var. Her partiden insan var ve buradan oybirliğiyle geçti. Keyfe keder, koltuğumu nasıl korurum diye; cumhurbaşkanlığı seçimi olursa nasıl ben burada kalabilirim diye arayışı içine girenlerin, bu ülkeye toplu iğne ucu kadar faydası olmaz. Koltuğu zorbalıkla koruyanların sonu kötü olur. Bu millet demokratik yollarla, özellikle de kadınların oylarıyla; o zorbayı oradan aşağıya demokratik yollarla indirecektir, buna inanıyorum.

Öyle bir noktaya geldik ki değerli arkadaşlarım; bakınız bu sözleşmenin 56 ncı maddesinin birinci fıkrası, “Mağdurun en azından kendisinin veya ailesinin tehlikede olabileceği durumlarda, failin kaçması veya geçici veya kesin olarak serbest bırakılması halinde, mağdurun bilgilendirilmesini sağlamak” diyor. Ne oldu? Daha dün hapishaneden çıkan kişi gitti, eski karısını öldürdü. Peki, nedir bu anlayış? Bu düzenleme, kanunlarımızda yok. İstanbul Sözleşmesinde vardı, şimdi bu da uygulanmayacak. O kadının günahı, sarayda oturanın boyundadır.
Hiç kimse endişe etmesin, kadın kardeşlerim de endişe etmesin. Zaten siz mücadelenizi yapacaksınız. Bizim görevimiz, sizin haklı mücadelenize destek vermektir. Adım gibi biliyorum, o zorbayı oradan indireceksiniz. Kimse kadınların önünde takoz olmayacak.

Teşekkür ederim. Sözleşmenin maddelerini, burada okuduğum maddeleri bütün kadınlara anlatın, bütün kadınlara. Alacaksınız, “Bu haklar bizim elimizden alındı” diyeceksiniz. Hangi kadın olursa olsun, hangi eğitim düzeyinde olursa olsun, hangi bölgede yaşıyorsa yaşasın, her kadın şiddetten mağdur, “Şiddet istemiyorum ben” diyor. “Öldürülmek istemiyorum” diyor. Parlamentodan bir hak alıyorsunuz, bir kişi geliyor gece yarısı, “Ben hakkınızı elinizden aldım” diyor. Destekçisinden de tık yok. Onu da ifade edelim. Tık yok oradan…

Değerli arkadaşlarım, eskiden denirdi ki, bir ay sonra ne olacak? Bir hafta sonra ne olacak? Bir gün sonra ne olacak? Şimdi yatıyoruz, sabah ne olacağını düşünüyoruz. İzlenen ekonomi politikası dünyada alay konusu. Diyorlar ki: “Bir ekonomi var, bir de Erdonomi var.” Erdonomi ne demek? 128 milyar doları birilerine vermek. Erdonomi ne demek? Ekonomiden bihaber olmak. Erdonomi ne demek? İstediği adamı istediği yere getirmek, istediği zaman görevden almak. Erdonomi ne demek? Evlerde tencerenin kaynamaması demek, işi olanın işinden olması demek. Hep birlikte bu sorunu aşacağız. Ne yaparsa yapsın, Devleti bilimin kuralları neyse o kurallara uygun yöneteceğiz. Ekonomiyi de o kurallara göre yöneteceğiz. Herkes yarın sabah ne olacağını, sabah uyandığımızda ne olacağını değil, 20 yıl sonrasını bilecek, 30 yıl sonrasını bilecek. Çiftçi, bu yıl ektiği ürünün seneye kaça satılacağını bilecek. Her şey planlı, programlı olacak. Biz bunu yapacağız. Erdonomi ne demek? Cuma günü 450 milyon dolar satıldı, kime satıldı? Kim vurgunu vurdu? Bu bilinmiyor. Açıklanır mı? Açıklanamaz.

Değerli arkadaşlarım; eskiden bir kişi çalışır, bütün aileye bakardı. Şimdi 83 milyon kişi çalışıyoruz, saraya ve Londra’daki bir avuç tefeciye bakıyoruz. Şanlıurfalı kardeşlerim de duysunlar. Siz de dahil 83 milyon kişi çalışıyoruz, saray, beslemeleri ve Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet ediyoruz.

“İktidara güven yok, Erdoğan’a da güven yok”

Şikayet ediyorsun, “verdikleri kira yardımı elektrik masrafını bile karşılamıyor” diye, karşılamaz zaten. Niye karşılasın ki? Ama bütün bunlara rağmen hiç kimse umudunu kaybetmesin, umutsuzluğa kapılmasın. Biz bu ülkeye umudu getireceğiz. Biz bu ülkeye huzuru getireceğiz. Biz bu ülkede barışı sağlayacağız. Biz bu ülkede kadına şiddeti önleyeceğiz. Biz bu ülkede herkesin huzur içinde yaşamasını sağlayacağız, her evde tencerenin kaynamasını sağlayacağız. İşsizlik belasını bu topraklarda bitireceğiz. Bunları yapacağız.

Yine vicdanım el vermedi dedim ki: Ülke bu kadar derin bir buhran içindeyse, o zaman buradan nasıl çıkılacağını benim anlatmam lazım. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak benim böyle bir tarihi sorumluluğum var. Benim bunu anlatmam lazım, vatandaşın da dinlemesi lazım. Sadece eleştiri değil, bu derin buhrandan kısa sürede nasıl çıkarız? Geçen hafta hatırlarsanız buhrandan çıkış demiştim ama şimdi kısa sürede bu felaketi nasıl atlatırız? Dokuz madde halinde bilginize sunacağım değerli arkadaşlarım.

Öncelikle, yaşanan sorun bir güven sorunudur. İktidara güven yok, Erdoğan’a da güven yok. Zaten iktidar dediğimiz bir kişi. Tümüyle güven iflas etmiş vaziyette. Bir söylediği, öbürünü tutmuyor. Öncelikle güvenin inşa edilmesi lazım. Güvenin inşa edilmesi için ne yapılması lazım?

1) Kesinlikle, kesinlikle Erdoğan’ın “ben ciddi bir israfa son paketini açıklayacağım” deyip, milletin önüne çıkması lazım. İsrafa son paketi… Diyecek ki: “13 uçağım var, 2’sini tuttum, diğerlerini satıyorum. Araba saltanatına kesinlikle son veriyorum. Kanal İstanbul gibi ucube, ne olduğu belli olmayan, kaynakların birilerine peşkeş çekildiği projeleri yapmayacağım.”

Değerli arkadaşlarım; zorunlu olmadıkça temsil törenleri, falan filan bunlar da olmayacak. Vatandaşa tasarruf derken, önce kendisinin tasarruf yaparak güveni sağlaması lazım. İsrafa son programı açıklaması lazım.

2) Kamu mali yönetimi ve bütçe birliğini sağlaması lazım. Bunu söyleyecek, taahhüt edecek. Milletin önüne çıkacak, diyecek ki: “İsrafa son; şunu, şunu, şunu, yapacağım, bitireceğim.” Bütçe disiplini sağlayacağım, mali disiplini sağlayacağım. Devletin nerelerde parası var, ben bilmiyorum. Tamamını bütçeye getireceğim. Vatandaş da bilecek, ben de bileceğim, 600 milletvekili de bilecek paraların nerede olduğunu. Bunu yapacak, bütçe disiplini sağlayacak. Bütçe dışı fonların tamamını, bütçe içine alacağım, güçlü bir bütçe olacak, diyecek. Güven sağlamak istiyorsanız, bunu yapacaksınız.

3) “Bağımsız kurumlara asla siyasi müdahalede bulunmayacağım” diye açık ve net açıklama yapması lazım. Bağımsız kurumlara siyasi müdahale yapmayacağım. Bunun için önce Merkez Bankası Başkanını ve Para Politikası Kurulu’nu hemen görevden alınması lazım. Bir daha ifade edeyim: Merkez Bankası Başkanı ve Para Politikası Kurulu’nun görevden alınması lazım. Oraya mümkünse Merkez Bankası’nın içinden, hem içerde, hem dışarda saygınlığı olan bir kişiyi getirip, Merkez Bankası Başkanı yapması lazım ve bütün dünyaya mesaj vermesi lazım. “Ben, Merkez Bankası’nın içinden sizin de bildiğiniz, Türkiye’nin de bildiği, dünyadaki bütün ekonomi çevrelerinin de bildiği saygın bir insanı getirdim, Merkez Bankası Başkanı yaptım.”

Para Politikası Kurulunu o belirleyecek. Bir kişi hariç, onu hükümet belirliyor. Dolayısıyla yeni bir anlayışı, güven anlayışını ihya ediyorum diyecek. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu; buradaki siyasileri de geri çekecek. Oralar arpalık değil, siyasilerin arpalığı değil. Devlet liyakatle yönetilecekse, layık olan kişileri getireceksiniz. Eğer Merkez Bankası, BDDK, Kamu İhale Kurumu… Buraları arpalığa döndürdüyseniz ne millet size güvenir, ne dışarıdan kimse gelir. Kimse güvenmez. Dışarıdan gelenler, vurgun vurmak için Türkiye’ye geliyorlar. Mali açıdan en büyük vurgunu Türkiye’de elde ediyorsun. Merkez Bankası Başkanı 5 yıl süreyle görevde kalacak. “Kanun getireceğim, kimse ona müdahale etmeyecek; o, fiyat istikrarından sorumlu olacak ve gereğini yapacağım. Ben onun araçlarına siyasi müdahalede bulunmayacağım” diyecek. Bunu açıklayacak, dünyaya açıklayacak.

4) Bir Ekonomik ve Sosyal Konseyimiz vardı, Rahmetli Ecevit kararnameyle kurmuştu. Hemen, derhal Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplayacaksın kardeşim. Memlekette buhran var. Sanayici şikayetçi, esnaf şikayetçi, çiftçi şikayetçi, emekli şikayetçi, işçi şikayetçi. Şikayet etmeyen kimse yok. Topla kardeşim, şikayet edenleri topla, sen de bakanları karşısına diz, memleketin sorunlarını anlatsınlar, oturun çözümü beraber üretin. Akıl akıldan üstündür. Bunu yapman lazım. Defalarca söylüyorum, bunları yapmazsanız, dünyaya güven vermezseniz, bizim sanayiciye güven vermezseniz, kimse gelip Türkiye’de yatırım yapmaz. Bizim işadamı da zaten yatırım yapmıyor. “Efendim benim 5’li çetem var.” Senin 5’li çeten de Türkiye’deki vurgunu yaptıktan sonra paralarını Londra bankalarına yatırıyor. Beyefendi’nin haberi yok mu? Hepsinden haberi var, hepsini biliyor. O kadar biliyor ki, kimin yurtdışı bankalarında ne kadar parası var, hepsini biliyor.

Değerli arkadaşlarım; bakın şimdi son 5 yılda 4 tane Merkez Bankası Başkanı değişti. Birinci başkanı, “niye faizi indirmeden” diye görevden aldılar. Dönem değişti, ikinci başkanını getirdiler. Onu da “niye faizi artırmadın” diye görevden aldılar. Üçüncü başkanı da “sen niye bu kadar faiz artırdın” diye görevden aldılar. Dördüncü başkanı “faizi indireceksin” diye getiriyorlar. Devlet böyle mi yönetilir? Allah akıl fikir versin bunlara. Devleti perişan ettiler, ekonomiyi perişan ettiler.

Değerli arkadaşlarım; yeni gelen Merkez Bankası Başkanı 128 milyar doların kimlere satıldığının araştırmasını yapacak ve kamuoyunu bilgilendirecek. Rivayet olunur ki, görevden alınan Merkez Bankası Başkanı: “Bu 128 milyar doları kimlere peşkeş çektiniz?” diye soru sormuş. Sen misin bunu soran? Görevden alınmış. Fakirin, fukaranın hakkını kim savunacak? Beşikteki yetimin hakkını kim savunacak?

5) Döviz garantili işler var değerli arkadaşlar. Pandemi dönemi yaşıyoruz. Herkese diyoruz ki, “bu pandemi döneminde sorunlar var, ciddi sıkıntılar var, dolayısıyla her birimiz biraz fedakarlığa katlanacağız”. Güzel… İşçisi katlanıyor, memuru katlanıyor, esnafı katlanıyor, sanayicisi katlanıyor. Peki, kardeşim bu dövizle ihale alanlar neden fedakarlık yapmıyor? Güven vermek istiyorsan, millete güven vermek istiyorsan, çıkıp milletin önüne diyeceksin ki: “Esnaf kardeşim fedakarlık yaptı, çiftçi kardeşim fedakarlık yaptı, emekçi kardeşim fedakarlık yaptı, memur kardeşim fedakarlık yaptı, sanayici kardeşim fedakarlık yaptı ama asıl fedakarlık yapması gerekenler, sizden kat be kat çok daha fazla kazanan kamu özel işbirliği veya yap-işlet-devret dolayısıyla döviz bazında gelir elde edenlerdir. Şimdi onlar da fedakarlık yapacaklar. Hakkaniyet ölçüsünde bunların bütün taahhütlerini Türk lirasına çevireceğiz.” Mücbir sebep, Türk lirasına çevireceksin.

Ve millete şunu söyleyeceksin: “Bak kardeşim en büyük fedakarlığı ben bunlardan istedim. Yıllardır biz bunlara bakıyoruz, yıllardır dünyanın parasını ödedik. Şimdi bunlar da fedakarlık yapıyorlar. Dövizden vazgeçtiler, Türk lirasıyla anlaşmalarımızı yaptık.”

Değerli arkadaşlarım; bırakın bunları fedakarlık yapmayı, bunların kira borçlarını sildiler. Devlete ödemeleri gereken kiralarını sildiler. Açıklama yaptı Erdoğan: “Efendim basit usule tabi 850 bin esnafımız, gelir vergisinden muaf olacak.” Esnafımıza da “hayırlı olsun” dedi. Biz de baktık. Gelir İdaresi Başkanlığının kayıtlarına göre basit usule tabi esnaf 808 bin 490 kişi. Bunların ödediği vergi de toplam 228 milyon lira. Yıllık ortalama 281 lira 97 kuruş vergi vermişler, böldüğümüz zaman; aylık 23 lira 49 kuruş. Vergiden muaf olsun mu? Olsun. Hiçbir itirazım yok. Hatta vergiden muaf olsun, zor durumdaysa Devlet, ayrıca sosyal devlet olarak destek versin. Ama ben 803 bin esnafımıza şunu söylemek isterim: Sana ayda 23 lira 49 kuruş bir avantaj sağladılar. İstanbul Havaalanını yapan 4 kişiye kaç lira sağladılar? Bunların 18 milyar liralık kiralarını sildiler. Öbürü, 23 lira 49 kuruş. Esnaf kardeşimin unutmaması lazım. Ben neden ısrar ediyorum? Bunlar da fedakarlık yapsın, asıl fedakarlığı bunların yapması lazım. Ödemesi gereken parayı ödemiyor, kirayı ödemiyor. Kirayı siliyorsunuz, büyük avantaj sağlıyorsunuz. Esnaf çıkıp masasını, sandalyesini yakıyor Konya’da “geçiniyorum” diye. Oraya gelince sesiniz yok, polisleri gönderiyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım; şöyle bir hesap yapmış arkadaşlarımız: İstanbul Havalimanı’nın bir yıllık kirası alınsaydı ne olurdu? Yani devlet ne yapabilirdi? 1 milyon 240 bin esnafa verilen yardım, yaklaşık 2,5 kat artabilirdi. Yaklaşık 263 bin asgari ücretlinin bir yıllık maaşı ödenirdi. Yaklaşık 3 milyon 678 bin SSK emeklisinin bir aylık maaşı ödenirdi. Yaklaşık 5 milyon 355 bin BAĞ-KUR emeklisinin bir aylık maaşı demektir. Bu kadar büyük bir para değerli arkadaşlarım. Bunun sağlanması lazım ve bunların da dediğim gibi her halükarda fedakarlıkta bulunmaları lazım.

6) Tahsili gecikmiş alacaklar var. Devlete ödemesi gereken parayı ödemiyor. Döviz bazında veya Türk Lirası bazında dünyanın kredisini çekmiş. Bunlar para babaları, bunların fabrikaları var, bunların gazeteleri var. Dünyanın parasını çekmişler kamu bankalarından; zamanı geliyor, öde! “Ödemem” diyor. Niçin? Koşa koşa gidiyorlar Erdoğan’a: “Ya bu banka bizi sıkıştırıyor. Yeniden borçları yapılandıralım” diye yeniden erteliyorlar. Çek mağdurları? Ödemezseniz doğru hapse diyorlar. Peki bunlara, diyorlar mı “Parayı niye ödemiyorsunuz Ödemezseniz hapse…” Diyemiyorlar, söyleyemiyorlar.

7 ) Ve salgının en çok etkilediği kesimler için bir toplumsal dayanışma programını açıklamak zorundadır Erdoğan. Bakın değerli arkadaşlar, bu tasarruflar yapıldıktan sonra, söylediğim israf önlendikten sonra, o bazı varlıklıların devlet bankalarından aldıkları krediler geri ödendikten sonra, yap-işlet-devret, kamu-özel işbirliği dolayısıyla olan döviz yükümlülükleri Türk lirasına dönüşüp oradan da devlet ciddi bir tasarruf elde ettikten sonra, elde edilen tasarruflar mutlaka ve mutlaka üretim ve istihdam yaratacak toplumsal alanlara aktarılmalıdır. Bir toplumsal dayanışmayı sağlamak zorundayız. Bunu sağladığımız zaman, istihdama da büyük ölçüde katkı olacaktır ve esnafımız da rahatlayacaktır, üretici de rahatlayacaktır, çiftçi de rahatlayacaktır.

8) Kısa vadeli istihdam olanağının mutlaka sağlanması lazım. Atama bekleyen öğretmenler var. Sayıştay’a göre 138 bin öğretmen açığı var, atanması lazım. Sağlık kadrolarında boşluk var, sağlık kadrolarının atanması lazım. Engelli kadroları boş, engelli kadrolarının atanması lazım. Güvenlik kadroları boş, güvenlik kadrolarının atanması lazım. Bunları atadığınız zaman, en azından 300-400 bin kişi kamuda görev alacak. En azından, “ya evet, galiba bir gelişme var, bir şeyler var, bir şeyler olacak” algısı oluşacaktır. Erdoğan’ın izlediği politikadaysa, işi olanlar işinden oldu, çalışanlar işinden oldu. Son iki yılda işi olup da işinden olan 1 milyon 926 bin kişi var.

9) Bu İhvan politikasından vazgeçecek. Şimdi ağır ağır adımlar atıyor, inşallah devam eder ve yurtta barış, dünyada barış eksenli bir dış politikayı oturtmak zorunda. Bu yanlış politika, Türkiye’ye büyük maliyetler yükledi. Bunları aşmak zorundayız.

Efendim her toplantının sonunda biraz da gülelim diyorum, yine gülelim, size bir şeyler anlatayım: Erdoğan bundan bir süre önce, bu Covid-19’da yaşanan aksaklıklardan sorumlu ben değilim, başkalarıdır demek için “Ben tıp mensubu değilim, benim alanım ekonomi” diyor. “Ben ekonomistim” diyor. Ekonominin geldiği yer malum. İyi ki yani Allah yüzümüze bakmış da doktor değil, doktor olsa memlekette yaşayacak kişi kalmayacak.

Paylaşın

Beyin tümörü nedir? Türleri, Teşhisi, Tedavisi

Beyin tümörü, beyninizdeki anormal hücrelerin bir topluluğu veya kütlesidir. Beyninizi saran kafatasınız çok katıdır. Böylesine kısıtlı bir alan içindeki herhangi bir büyüme sorunlara neden olabilir. Beyin tümörleri kanserli (kötü huylu) veya kanserli olmayan (iyi huylu) olabilir. İyi huylu veya kötü huylu tümörler büyüdüğünde, kafatasının içindeki basıncın artmasına neden olabilirler. Bu beyin hasarına neden olabilir ve yaşamı tehdit edebilir.

Haber Merkezi / Beyin tümörleri birincil veya ikincil olarak kategorize edilir. Birincil beyin tümörü beyninizden kaynaklanır. Birçok birincil beyin tümörü iyi huyludur. Metastatik beyin tümörü olarak da bilinen ikincil beyin tümörü ise, kanser hücreleri beyninize akciğer veya göğüs gibi başka bir organdan yayıldığında ortaya çıkar.

Beyin tümörü türleri;

Birincil beyin tümörleri; Birincil beyin tümörleri beyninizden kaynaklanır.

  • Beyin hücreleri
  • Beyninizi saran ve meninks adı verilen zarlar
  • Sinir hücreleri
  • Bezler

Birincil tümörler iyi huylu veya kanserli olabilir. Yetişkinlerde en yaygın beyin tümörü türleri gliomlar ve menenjiyomlardır.

Gliomlar; Gliomlar, glial hücrelerden gelişen tümörlerdir. Bu hücreler normalde:

  • Merkezi sinir sisteminizin yapısını destekler
  • Merkezi sinir sisteminizin beslenmesini sağlar
  • Hücresel atıkları temizler
  • Ölü nöronları parçalar

Gliomalar, farklı tipteki glial hücrelerden gelişebilir. Glial hücrelerde başlayan tümör türleri şunlardır:

  • Serebrumdan kaynaklanan astrositomlar gibi astrositik tümörler
  • Frontal temporal loblarda sıklıkla bulunan oligodendroglial tümörler
  • Destekleyici beyin dokusundan kaynaklanan ve en agresif tip olan glioblastomalar

Diğer birincil beyin tümörleri.Diğer birincil beyin tümörleri şunları içerir:

  • Genellikle iyi huylu olan hipofiz tümörleri
  • İyi huylu veya kötü huylu olabilen epifiz bezi tümörleri
  • Genellikle iyi huylu ependimomlar
  • Çoğunlukla çocuklarda ortaya çıkan ve iyi huylu olan ancak görme değişiklikleri ve erken ergenlik gibi klinik semptomlara sahip olabilen kraniofarenjiyomlar
  • Malign olan birincil merkezi sinir sistemi (CNS) lenfomaları
  • Beynin iyi huylu veya kötü huylu olabilen birincil germ hücresi tümörleri
  • Meninkslerden kaynaklanan menenjiyomlar
  • Schwann hücreleri adı verilen sinirlerinizin koruyucu kılıfını (miyelin kılıfı) üreten hücrelerden kaynaklanan schwannomlar

Meningiomların ve schwannomaların çoğu 40 ile 70 yaşları arasındaki insanlarda görülür. Meningiomlar kadınlarda erkeklerden daha yaygındır. Schwannomalar hem erkeklerde hem de kadınlarda eşit oranda görülür. Bu tümörler genellikle iyi huyludur, ancak boyutları ve konumları nedeniyle komplikasyonlara neden olabilirler. Kanserli menenjiyomlar ve schwannomlar nadirdir ancak çok agresif olabilir.

İkincil beyin tümörleri; İkincil beyin tümörleri, beyin kanserlerinin çoğunu oluşturur. Vücudun bir bölümünde başlar ve beyne yayılır veya metastaz yapar. Aşağıdakiler beyne metastaz yapabilir:

  • Akciğer kanseri
  • Meme kanseri
  • Böbrek kanseri
  • Cilt kanseri

İkincil beyin tümörleri her zaman kötü huyludur. İyi huylu tümörler vücudunuzun bir bölümünden diğerine yayılmaz.

Bir beyin tümörü için risk faktörleri nelerdir?

  • Aile öyküsü; Tüm kanserlerin yalnızca yaklaşık yüzde 5 ila 10’u genetik olarak kalıtsaldır. Bir beyin tümörünün genetik olarak kalıtsal olması nadirdir. Ailenizde birkaç kişiye beyin tümörü teşhisi konduysa doktorunuzla konuşun. Doktorunuz size bir genetik danışman önerebilir
  • Yaş; Çoğu beyin tümörü türü için risk yaşla birlikte artar
  • Kimyasal maruz kalma; Çalışma ortamında bulabileceğiniz kimyasallar gibi belirli kimyasallara maruz kalmak beyin kanseri riskinizi artırabilir
  • Radyasyona maruz kalma; İyonlaştırıcı radyasyona maruz kalmış kişilerde beyin tümörü riski artar. Yüksek radyasyonlu kanser tedavileriyle iyonlaştırıcı radyasyona maruz kalabilirsiniz. Ayrıca nükleer serpinti kaynaklı radyasyona da maruz kalabilirsiniz. Fukuşima ve Çernobil’deki nükleer santral olayları, insanların iyonlaştırıcı radyasyona nasıl maruz kalabileceğinin örnekleridir
  • Su çiçeği geçirmeyenler; Su çiçeği beyin tümörleri yakalanma riskini azaltmıştır.

Beyin tümörünün belirtileri nelerdir?

Beyin tümörlerinin semptomları, tümörün konumuna ve boyutuna bağlıdır. Bazı tümörler beyin dokusunu istila ederek doğrudan hasara neden olurken, bazı tümörler çevredeki beyne baskı uygular. Büyüyen bir tümör beyin dokunuza baskı uyguladığında belirgin semptomlar yaşarsınız. Baş ağrısı, beyin tümörünün yaygın bir semptomudur. Aşağıdaki baş ağrıları yaşayabilirsiniz:

  • Sabah uyanırken daha kötü
  • Sen uyurken meydana gelir
  • Öksürme, hapşırma veya egzersiz ile daha da kötüleşir

Ayrıca şunlar;

  • Kusma
  • Bulanık görme veya çift görme
  • Bilinç bulanıklığı, konfüzyon
  • Nöbetler (özellikle yetişkinlerde)
  • Bir uzvun veya yüzün bir kısmının zayıflığı
  • Zihinsel işleyişte bir değişiklik

Diğer yaygın semptomlar şunları içerir:

  • Beceriksizlik
  • Hafıza kaybı
  • Bilinç bulanıklığı, konfüzyon
  • Yazma veya okuma zorluğu
  • Duyma, tatma veya koku alma yeteneğindeki değişiklikler
  • Uyuşukluk ve bilinç kaybını içerebilen azalmış uyanıklık
  • Yutma güçlüğü
  • Baş dönmesi veya baş dönmesi
  • Sarkık göz kapakları ve eşit olmayan öğrenciler gibi göz problemleri
  • Kontrol edilemeyen hareketler
  • El titreme
  • Denge kaybı
  • Mesane veya bağırsak kontrolü kaybı
  • Vücudun bir tarafında uyuşma veya karıncalanma
  • Başkalarının ne dediğini anlamakta veya konuşmakta zorluk çekmek
  • Ruh hali, kişilik, duygular ve davranıştaki değişiklikler
  • Yürümede zorluk
  • Yüz, kol veya bacaktaki kas zayıflığı

Beyin tümörleri nasıl teşhis edilir?

Bir beyin tümörünün teşhisi, fizik muayene ve tıbbi geçmişinize bir göz atma ile başlar. Fizik muayene, çok detaylı bir nörolojik muayeneyi içerir. Doktorunuz, kraniyal sinirlerinizin sağlam olup olmadığını görmek için bir test yapacaktır. Bunlar beyninizden kaynaklanan sinirlerdir.

Doktorunuz, göz bebeklerinize ve retinalarınıza ışık saçan bir alet olan oftalmoskopla gözünüzün içine bakacaktır. Bu, doktorunuzun göz bebeklerinizin ışığa nasıl tepki verdiğini kontrol etmesini sağlar. Ayrıca, optik sinirde herhangi bir şişlik olup olmadığını görmek için doktorunuzun doğrudan gözlerinizin içine bakmasını sağlar. Kafatasının içindeki basınç arttığında, optik sinirde değişiklikler meydana gelebilir.

Doktor ayrıca şunları da değerlendirebilir:

  • Kas gücü
  • Koordinasyon
  • Hafıza
  • Matematiksel hesaplama yapma yeteneği

Doktorunuz fizik muayeneyi bitirdikten sonra daha fazla test isteyebilir. Bunlar şunları içerebilir:

  • Başın BT taraması
  • BT taramaları , doktorunuzun vücudunuzun bir X-ışını makinesinden daha ayrıntılı bir şekilde taranmasının yoludur. Bu, kontrastlı veya kontrastsız yapılabilir
  • Kontrast, doktorların kan damarları gibi bazı yapıları daha net görmelerine yardımcı olan özel bir boya kullanılarak kafanın BT taramasında elde edilir
  • Başın MR görüntüsü
  • Anjiyografi; Bu çalışma, genellikle kasık bölgesine atardamarınıza enjekte edilen bir boya kullanır. Boya beyninizdeki arterlere gider. Doktorunuzun tümörlerin kan akışının neye benzediğini görmesini sağlar. Bu bilgi ameliyat sırasında faydalıdır
  • Kafatası röntgenleri; Beyin tümörleri, kafatasının kemiklerinde kırılmalara veya kırılmalara neden olabilir ve spesifik X-ışınları bunun olup olmadığını gösterebilir. Bu X-ışınları, bazen bir tümörün içinde bulunan kalsiyum birikintilerini de alabilir. Kanseriniz kemiklerinize taşınmışsa, kan dolaşımınızda kalsiyum birikintileri olabilir
  • Biyopsi; Biyopsi sırasında tümörden küçük bir parça alınır . Nöropatolog denen bir uzman bunu inceleyecektir. Biyopsi, tümör hücrelerinin iyi huylu veya kötü huylu olup olmadığını belirleyecektir. Ayrıca, kanserin beyninizden mi yoksa vücudunuzun başka bir bölümünden mi kaynaklandığını belirleyecektir.

Beyin tümörlerinin tedavisi;

Beyin tümörünün tedavisi şunlara bağlıdır:

  • Tümör tipi
  • Tümörün boyutu
  • Tümörün yeri
  • Genel sağlığınız

Kötü huylu beyin tümörleri için en yaygın tedavi cerrahidir. Amaç, beynin sağlıklı bölgelerine zarar vermeden kanseri olabildiğince fazla ortadan kaldırmaktır. Bazı tümörlerin yeri kolay ve güvenli bir şekilde çıkarılmasına izin verirken, diğer tümörler, tümörün ne kadarının çıkarılabileceğini sınırlayan bir alanda bulunabilir. Beyin kanserinin kısmen ortadan kaldırılması bile faydalı olabilir.

Beyin ameliyatının riskleri arasında enfeksiyon ve kanama bulunur. Klinik olarak tehlikeli iyi huylu tümörler de cerrahi olarak çıkarılır. Metastatik beyin tümörleri, orijinal kanser türüne yönelik kılavuzlara göre tedavi edilir.

Cerrahi, radyasyon tedavisi ve kemoterapi gibi diğer tedavilerle birleştirilebilir. Fizik tedavi, mesleki terapi ve konuşma terapisi, beyin cerrahisinden sonra iyileşmenize yardımcı olabilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Akşener’den İstanbul Sözleşmesi tepkisi: Bu yetki aşımı milletimiz için hak gaspıdır

Partisinin grup toplantısında konuşan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ve Merkez Bankası Başkanı’nın değiştirilmesini sert sözlerle eleştirdi. Akşener, MB Başkanı’nın görevden alınmasına ilişkin “Bir gecede Merkez Bankası’nın bir başkanını görevden alabiliyorlar. Bu yetki aşımı milletimiz için hak gaspıdır. Bu gaspın bir kez önü açıldı mı nerede duracağını kestirmek zordur.” derken İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin ise, “Birkaç oy uğruna kadınlarımızı, çocuklarımızı feda etmeyi seçtiler” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ve Merkez Bankası Başkanı’nın değiştirilmesini sert sözlerle eleştirdi.

İYİ Parti Lideri Akşener, “Sayın Erdoğan’ın paşa gönlü ne istiyorsa o yapılıyor. Sadece canları istedi diye uluslararası anlaşmayı kendileri adına feshedilebiliyor. Bir gecede Merkez Bankası’nın bir başkanını görevden alabiliyorlar. Bu yetki aşımı milletimiz için hak gaspıdır. Bu gaspın bir kez önü açıldı mı nerede duracağını kestirmek zordur. Seni o makamlara getiren Türk milletinin iradesine, Türk devletinin hukukuna halel getirecek hesabın içindeysen yol yakınken geri dön. Aynı hukuksuzluğu başka yerlerde kullanmayı hesaplıyorsan, yanlış hesap Bağdat’tan döner” dedi.

“Erdoğan panik içerisinde kimin gözüne nasıl girerim, nasıl oy devşiririm diye çırpınıyor” ifadelerini kullanan Akşener, “İstanbul Sözleşmesi’nin hedefi belli. Kadınları, aileyi ve çocukları korumak” diye konuştu.

“Türkiye’de son 1 yılda 304 kadın öldürüldü” diye sözlerini sürdüren Akşener, “Boşanmalar çığ gibi artıyor. Boşanmalar artıyor. Şiddetin bunda rolü büyük. İşte İstanbul Sözleşmesi bunun için vardır. Birkaç oy uğruna kadınlarımızı, çocuklarımızı feda etmeyi seçtiler” dedi. Akşener, “İlk seçimlerden sonra bu utancı temizleyeceğiz. Biz doğrularını anketlere göre belirleyenlerden değiliz. Söz konusu kadınların hayatı, çocukların sağlığıdır. Bizim için gerisi teferruattır. İktidar istediğini söylesin, biz biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi yaşatır” ifadelerini kullandı.

İYİ Parti Meral Akşener’in partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmadan satır başları şöyle:

“Geçtiğimiz Cumartesi günü, biliyorsunuz Nevruz Bayramı’ydı. Nevruz, Türkler’de, yeniden doğuşu, zorlukları yenip refaha erişi simgeler. Kışın sonunu, baharın gelişini simgeler.

Ergenekon’dan çıkışı, Türk’ün demir dağları delen, o büyük kararlılığını simgeler. Bu vesileyle, bir kez de buradan, Nevruz’un, Zor zamanlardan geçen, türlü sıkıntılarla uğraşan aziz milletimize, Mutluluk, huzur ve refah getirmesini diliyorum. Bu günler elbette geçecek, ve aynı büyük kararlılıkla, o güneşli baharları hep birlikte mutlaka göreceğiz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Türkiye, bir yönetim kriziyle karşı karşıya. Türkiye, hukuksuzlukla, adaletsizlikle karşı karşıya.Türkiye, milli iradeye yapılan saygısızlıklarla karşı karşıya. Cumartesi sabahı itibariyle yaşananlar, beş bin yıllık devlet geleneğimizin, başımıza bela edilen bu ucube sistemde,ne büyük bir tehdit altında olduğunun göstergesidir.

“Devlet Ebed Müddet” diyen bizler, Varlığımızın teminatı olan devletimizin, Sayın Erdoğan’ın elinde, oyuncak olduğu gerçeğine, sessiz kalamayız. Devleti, şahıs şirketi zannettiklerini biliyorduk. Devleti, gelin, görümce ve damatlar için, makam kapısı gördüklerini biliyorduk. Devletin malını deniz, yemeyeni de keriz gördüklerini de biliyorduk.

Ama bugün artık öyle bir noktaya geldiler ki; Devletmiş, anayasaymış, kanunmuş, artık hepsi önemiz birer detay haline geldi. Kendilerini, saray sefasına öyle kaptırdılar ki; Millet iradesini umursayan, memleketin geleceğini düşünen kalmadı.

Bu anlayışla yönettikleri Türkiye’de Sayın Erdoğan’ın paşa gönlü ne istiyorsa, o oluyor, o yapılıyor. Sırf canları istedi diye, uluslararası bir anlaşmayı feshedebiliyorlar. Sırf canları istedi diye, gecenin bir yarısı, itibarı bağımsızlığından gelen Merkez Bankası’nın, bir başkanını daha görevden alabiliyorlar. Sırf canları istedi diye, Türk Milleti’nin kutlu iradesini hiçe sayıp, demokrasinin, hukukun, devlet insanlığının gereklerini yerle bir ediyorlar.

Anayasamız diyor ki; “Anayasada, kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.”

“Bu gaspın bir kez önü açıldı mı, nerede duracağını kestirmek zordur”

Yani diyor ki; “Cumhurbaşkanı’nın karar ve işlemleri, Anayasa’nın ve kanunların üzerinde değildir, onlara tabidir.” Oysa bir bakıyoruz, Bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, kendisine ek yetkiler verilmiş, ve Sayın Erdoğan, Millet iradesini hiçe sayan o kanunsuz yetkiyle, gece yarısı aklına esmiş, ve İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmiş…

Bu yetki aşımı, milletimiz için hak gaspıdır. Mesela, mülkiyet hakkı da, aynı yöntemle gasp edilebilir. Mesela, memuriyetten doğan tüm haklar da, aynı yöntemle gasp edilebilir. Mesela, çalışanlarımızın tüm yasal hak ve güvenceleri de, aynı yöntemle gasp edilebilir. Bu gaspın bir kez önü açıldı mı, nerede duracağını kestirmek zordur.

Yarın, “emekli maaşları artık ödenmeyecek.” diye, bir Cumhurbaşkanlığı kararının, çıkmayacağını bilemezsiniz. Yarın, “çiftçilere anayasal hakları olan, destekleme primini ödemeyeceğim” diye, bir Cumhurbaşkanlığı kararının, verilmeyeceğini bilemezsiniz. Yarın, “Seçme ve seçilme hakkını iptal ediyorum.” diye, bir Cumhurbaşkanlığı kararına, uyanmayacağımız bilemezsiniz.

Sayın Erdoğan; Bu gittiğin yol, yol değil. Böyle olmaz. Böyle devlet yönetilmez. Cumhurbaşkanı dahil hiç kimse, Millet İradesi’nin, Anayasa’nın ve kanunların üzerinde değildir. Aldığın abuk sabuk kararlarla, hukuksuzluğu normalleştirmekten vazgeç. Şimdiden uyarıyorum; Seni, o makamlara getiren Türk Milleti’nin iradesine, Türk devletinin hukukuna, Türk demokrasisinin ruhuna, halel getirecek herhangi bir hesabın içindeysen, Yol yakınken geri dön.

Bugün, uluslararası sözleşmeyi hukuka aykırı bir şekilde, yetkini ve haddini aşarak iptal edip, Yarın da aynı hukuksuzluğu, başka alanlarda kullanmayı hesaplıyorsan, şimdiden söyleyeyim, “yanlış hesap, Bağdat’tan döner. Bugün, kendin için açtığın bu dolambaçlı yollar, yarın döner dolaşır karşına çıkar. Dünün vesayetçilerinin yaptıklarının ötesini, bugün çıkıp, sen kendin yaparsan, Yarın aynısıyla karşılaştığında, dün yanında dimdik duranları, o gün yanında bulamazsın. Bunu böyle bilesin.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, İstanbul Sözleşmesi’ni, 2011 yılında, tüm partilerin onayıyla, milli bir uzlaşıyla kabul etmiştir. AK Parti iktidarının, milletimiz için yaptığı, ender iyi işlerden biridir. O zaman, gelinen bu noktada, sizce de bir gariplik yok mu? Bunca yıldır, bu sözleşmeyi iç siyasete malzeme yapıp, kadınlardan, çocuklarımızdan, aile yapımızdan dem vurup, siyasi rant kovalayan Sayın Erdoğan’ın, bugün çıkıp, aynı sözleşmeyi feshetmeye kalkması sizce de garip değil mi? Elbette garip, ama şaşırtıcı değil.

Neden mi? Çünkü, arkadaşlar zorda. Çünkü, oylar eriyor. O nedenle Sayın Erdoğan, panik içerisinde, “kimin gözüne nasıl girerim?”, “kimden nasıl siyaset devşiririm?” diye çırpınıyor. Sırf, çarpık zihniyetli bir azınlığa şirinlik yapacağım diye, Türkiye’de, şiddet gören, istismar edilen, tacize, tecavüze uğrayan, kadınların, çocuklarımızın güvenliğini, kutsal aile yapımızı kurban ediyor. İşin özü işte budur.

“Şu madde şu anlama gelir”, “bu madde şöyle sakıncalıdır.” gibi, Hamasi ve samimiyetsiz tartışmalara gerek yok. İstanbul Sözleşmesi’nin hedefi belli: Kadınları, çocukları ve aileyi koruyup kollamak. Bu kadar net. Ya kadınları korumayı seçeceksiniz, ya da kadın katillerine cesaret vereceksiniz. Ya çocuklarınızı kollamayı seçeceksiniz, ya da çocuk tacizcilerine yol vereceksiniz. Ya ailelerinize sahip çıkacaksınız, ya da yuvaların yıkılmasına göz yumacaksınız.

Bu kadar basit. Ne var ki, Sayın Erdoğan’ın siyaset anlayışı, korumak ve kollamaktan anlamaz. Onun zihniyeti, kavgadan, kargaşadan anlar. Onun siyaseti, nefretten, düşmanlıktan beslenir. Kimseyi bulamazsa, kendiyle ve kendi icraatlarıyla kavga eder. Nitekim, İstanbul Sözleşmesi konusunda da, durum aslında budur.

Bu arkadaşlar, sözleşmenin gereğini yapmak için, en küçük adımı bile atmamışlar, Şimdiyse çıkıp, kendi elleriyle imzaladıkları sözleşmeye karşı, mücadele ediyorlar. Bizim de bu tiyatroyu, onaylamamızı bekliyorlar. Çok beklerler. Kardeşim; Madem, kafanızı karıştıran maddeler vardı, O zaman sözleşmeyi neden imzaladınız?

Madem, şüpheleriniz vardı, O zaman neden, bir de adını İstanbul Sözleşmesi koydunuz? Madem kadınların, çocuklarımızın iyiliği umurunuzda değildi, O zaman kime şirinlik yapma peşindeydiniz? Bu işler, öyle gece yarısı kararnameleriyle, abuk sabuk konuşan vekillerle, tabela kovalayan trollerle olmaz. Çıkacaksın, devlet yönetmenin ciddiyetiyle, bunların cevabını vereceksin.

Niye imzaladın, şimdi niye vazgeçiyorsun, bu millete, kadınlara anlatacaksın. Öyle haksız, hukuksuz, oldu bittilerle, bu işin içinden sıyrılmazsın Sayın Erdoğan. Türkiye’yi yönetenler ne içeride ne dışarıda yatırımcıya güven vermiyor. İşinizle, aşınızla zerre ilgilenmeyen bu iktidar ömrünü tamamlamıştır. Piyasalar için istikrar ve güvenin adresi olması beklenen Merkez Bankası’nı yap-boz tablosuna çevirmelerinin nedeni budur.

“Kendisi faiz düşmanı ama faizi artıran da kendisi”

Merkez Bankası Başkanı’nı 4,5 ay sonra bir gece yarısı görevden almak ekonomiyi uçuruma sürükleyen bir adımdır. Şuursuz kararlar sonucuda Türkiye yüksek faizin acı reçetesi, yüksek kur ve enflasyonla boğulmaya devam ediyor. 2001 krizinde Türkiye dünyanın en büyük 18’nci ekonomisiyken bugün son sırada tutunmaya çalışıyoruz. Faizler son 4 yılın da zirvesine çıktı. Kendisi faiz düşmanı ama faizi artıran da kendisi.

Cuma sabahı iktidara yakın bir gazete faiz artırımına ‘tezgah’ dedi, aynı gazetenin yazarı yeni başkan oldu. ‘Gazete manşetleriyle bize istikamet veremez’ diyordun, onlar manşet atıyor, sen gereğini yapıyorsun. Nereden nereye. Manşetlerle vuruş vuruşa geliyordunuz, manşetlere eğile eğile gidiyorsunuz. Merkez Bankası Başkanı’nı uyarmak istiyorum, o koltuğa yeni talipler var. Ayasofya İmamı Twitter’dan ayar verip, başkanlığa göz kırptı. Sayın Başkan siz siz olun o koltuğa alışmayın.

Avrupa’nın en fakir ülkesi olmasıdır. Peki çözüm ne? Çözüm gayet açık. Bu ucube sistemden acilen kurtulup, iyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçmek. Hukuku üstün, demokrasiyi de tam ve kamil kılıp ,bu büyük zenginliğin sahibi olan Türkiye’yi, bu zenginliği milletine aktaracak, ahlaklı, ehil ellere emanet etmek. Gerisi kolay.

Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının bizleri bölmesinden, artık bıkmadık mı? Önümüze ardımıza bir sıfat koyup, bunu zorla kabul ettirmeye çalışmalarından, usanmadık mı? El oğlunun değil, kendimizden sandıklarımızın bizi ayırmasından, sıkılmadık mı? Biz sıkıldık.

Ocu, bucu, şucu diye tasnif edilmekten, Sonra da, adına siyaset diyerek, üzerimize hesap kitap yapılmasından artık sıkıldık. Ayrıştırılmaktan, kutuplaştırılmaktan, birbirimize yabancılaştırılmaktan artık sıkıldık. AK Parti’ye oy verenin makbul, vermeyenin terörist ilan edilmesinden artık sıkıldık Ama ne olursa olsun, umudunuzu kaybetmeyin.
Türkiye’nin çözülemeyecek sorunu yok. Biz varız.

Paylaşın

Ali Babacan: Karanlıkta karar alanlar ülkeye oyun oynuyor

Aksaray’da partisinin 1. Olağan Merkez İlçe Kongresi’nde konuşan DEVA Lideri Babacan, cuma gece yarısı yayınlanan kararlara ilişkin, “Yine dış güçler, şunlar bunlar diyorlar. Bunları geçin. Siz bu kararları karanlıkta alsanız da her şey gün gibi açık. Bu oyunu ülkeye siz oynuyorsunuz. Yanlış kararınızın bedelini 84 milyon ödüyor. Hem faiz hem kur arttı. Her kur artışında zengin daha zengin, fakir daha fakir oluyor.” dedi.

Haber Merkezi / Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Aksaray’da partisinin 1. Olağan Merkez İlçe Kongresi’nde konuştu. Gündemdeki sıcak gelişmelere ilişkin görüşlerini paylaşan Babacan, cuma gece yarısı yayınlanan Cumhurbaşkanı Kararları, piyasalarda yaşanan hareketlilik ve düşürülen milletvekilliğiyle ilgili şunları söyledi:

“Hükümetin geçtiğimiz hafta açıkladığı paketlere ‘Lafla peynir gemisi yürümez, uygulamaya bakalım’ dedik. Cumayı cumartesiye bağlayan gece yarısı alınan kararlara bakın, dakika 1, gol 1. Bari açıkladığınız paketlerin hevesini alsaydınız, reform diye açıkladığınız belgelerin mürekkebi kurusaydı. İnsan hakları paketi açıklandıktan hemen sonra TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun bir üyesinin milletvekilliği düşürüldü. Bu milletvekili nerede bir insan hakları olsa tek başına çabalıyor. 1994’ten sonra ilk defa bir milletvekili Meclis’te apar topar gözaltına alındı. Küçük ortak bir şeyler söyledi, sabahında uygulandı.

Ülkeyi zaten uzunca süredir karanlığa sokmuşlardı ama artık aynı askeri vesayet ve muhtıra dönemlerindeki gibi karanlıkta alınan kararlarla yönetmeye başladılar. Artık uymayacağız dedikleri sözleşmenin adı ‘Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi’. Tüm dünyada “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen, ülkemizde imzalanmış olan temel bir insan hakları belgesi. Bu sözleşme şiddetle ve ayrımcılıkla mücadele sözleşmesi.

Açıkça söyleyin. Kadına yönelik şiddetin artmasını mı istiyorsunuz? Aile içi şiddetin artmasını mı istiyorsunuz? Hiç mi düşünmüyorsunuz, ‘Bu kararı alırsak, bizden cesaret alanlar rahatlıkla eşine, çocuğuna şiddet uygular’ diye? Kimse size ‘şu potansiyel katillere cesaret vermeyin’ demiyor mu? Çete liderlerine övgü düzen ortağınızla beraber, ülkede siyasal şiddetin yeniden ortaya çıkmasına alan açtınız.

Bugün Kadın Politikaları Başkanlığımızın öncülüğünde bir hukuk mücadelesi başlattık. Bu sözleşmeden çekilmeyle ilgili arkadaşlarımız münferiden Danıştay’a dava açıyor. Umarız ki Danıştay hakimlerinin de vicdanı sızlar. Danıştay’a sesleniyorum. Bu konuya hem hukuk hem de vicdan perspektifinde bakın, bu günaha ortak olmayın. Kadınların ahını almayın.

“Rivayete göre, görevden alınan Merkez Bankası Başkanı 130 milyar doları sormuş”

Merkez Bankası’nın 130 milyar dolarını çarçur ettiklerini üstüne basa basa söylüyoruz. Bir rivayete göre, gece görevden alınan Merkez Bankası Başkanımız ‘ya şuna bakın, ne oldu’ demiş. Devlet geleneğinden gelen, devletin sahip olduğu her şeyin aslında millete ait olduğunu bilen bürokratlarımızda bu kaygı vardır: ‘Bu 130 milyar dolar yok, nereye gitmiş?’. Bununla ilgili yapılan bir çalışma neticesinde bu kararın alındığıyla ilgili bir rivayet var. Doğru yanlış bilmeyiz, doğruysa şaşırmam. Çünkü kimse bu rezervlerin ne zaman, hangi kurdan, hangi yöntemle satıldığını bilmiyor.

Merkez Bankası Başkanı görevden alındıktan sonra kur arttı, Türkiye’nin dış borçlanma faizleri ve risk birimi arttı. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ndeki finansal piyasalardaki üçüncü büyük depremi yaşıyoruz. Göstergelerin nereye doğru gideceği bir iki gün geçmeden belli olmaz. Merkez Bankası’nın da bundan sonra ne yapacağı belli olmaz. Yeni Başkan, Para Politikası Kurulu’nu zamanında yapacağını söyledi. Ateşten gömleği giyen aklı başında hareket etmek zorunda kalıyor. O ateşten gömleği giymesi gereken Sayın Cumhurbaşkanı’dır. Yanlış tezi yüzünden bu milletten özür dilemek zorunda.

Yine dış güçler, şunlar bunlar diyorlar. Bunları geçin. Siz bu kararları karanlıkta alsanız da her şey gün gibi açık. Bu oyunu ülkeye siz oynuyorsunuz. Yanlış kararınızın bedelini 84 milyon ödüyor. Hem faiz hem kur arttı. Her kur artışında zengin daha zengin, fakir daha fakir oluyor.

Daha üç gün önce Sayın Erdoğan’ın önüne iki seçenek koydum. ‘Ya yanlışını kabul et ve bu milletten özür dile ya da Merkez Bankası’yla ilgili bir adım at’ dedim. Bunlar her sınavdan çakıyorlar. Çoktan seçmeli de değil, sadece iki cevap seçeneği koyduk; gitti yine yanlış seçeneği işaretledi. Yazı tura atsan tutma ihtimali daha yüksekti.

Sayın Erdoğan’ın bir tezi var. Kendi alanı ekonomi ya(!) Ama son günlerde bunu dediğini duymuyoruz. Ne olur bugünlerde de çıkıp söylesin de bu işin gerçek sorumlusunun kim olduğunu anlayalım. Hiç uğraşmasın, kurumları da şamar oğlanına çevirmesin. Varlık Fonu’na yaptığı gibi kendisini Merkez Bankası’nın başına görevlendirsin. Zaten Para Politikası Kurulu ayda bir toplanıyor; çok vaktini de almaz, bir-iki saatte biter. Hiç olmazsa memleketi batırıp, sonra da suçu başkalarına yüklemez.

“Akraba bakanı parlatmaya çabası var”

Akraba bakanı parlatma çabası var, Merkez Bankası’nı kâr ettirmiş… Merkez Bankası nasıl kâr eder? Karşılıksız, çok para basarsa, faizi yükseltirse ve uygun fiyata alınıp biriktirilen 130 milyar doları mirasyedi gibi çarçur ederse kâr eder. Sen hangi döviz rezervini, hangi yedek akçeyi biriktirdin? Kimsenin aklıyla dalga geçmeyin. Milletin sırtından aldıklarını bir de kâr diye parlatmaya çalışıyorlar.

Bu ülkeyi içine düştüğü bu çukurdan hızlıca çıkarırız. Hani gece insan hastalanır, ateşlenir, kâbus görür ama uyanınca ‘iyi ki bunlar gerçek değilmiş’ der ya… İnanın bir kabustan uyanma hızıyla bu ülkeyi düzeltiriz. Bu ülkenin probleminin özünde kötü yönetim var. İşin ehli ve düzgün bir kadroyla çabucak toparlarız. İşsiz gençlerimizi yarınların meslekleri için çok hızlı bir şekilde eğitimden geçiririz. Güven ortamıyla beraber zaten yatırımlar başlar. Gençlerimiz o yatırımlarla en geç bir, bir buçuk seneye buluşur. İşsizlik sorunu çözülür, istihdam oluşur, Türkiye’ye oluk oluk para gelir.”

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi’nin Osman Kavala kararı Resmi Gazete’de

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), Anadolu Kültür A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın bireysel başvurusunda, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine ilişkin gerekçeli kararı Resmi Gazete’de yayınlandı. Kavala, ‘tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği’ gerekçesiyle AYM’ye başvurmuştu.

Haber Merkezi / AYM Genel Kurulu, Gezi Parkı odaklı olaylara ilişkin davada tahliyesi ve beraatine karar verildikten sonra başka suçlamadan tutuklanan Osman Kavala’nın bireysel başvurusunda, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine hükmetmişti. 29 Aralık 2020 tarihli karar, Resmi Gazete’de gerekçeli olarak yayınlandı.

Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu karar sonrası yazılı bir açıklama yapan Osman Kavala, “Anayasa Mahkemesi’nin son anda icat edilmiş, yasadaki tanıma uymayan ve hiçbir delile dayanmayan casusluk suçlamasıyla tutuklanmış olmamı hukuka uygun bulması, akıl alır gibi değildir” ifadelerini kullanmıştı.

Kavala, yazılı açıklamasının devamında ise şunları belir belirtmişti;  “AYM’deki çoğunluğun hukuk normlarına uygun olmayan bu davranışı son derece endişe vericidir. Yargıda en yaygın ve can yakıcı sorun siyasi mesajların ve siyasi ortamın etkisiyle alınan, sağlam gerekçelere dayanmayan ve cezalandırmaya dönüşen tutuklama uygulamalarıdır.

Tutuklama kararları verilirken suçlananın özgür yaşama hakkı karşısında onun adalete ve topluma zararlı bir eylemde bulunma ihtimali tartılır. Kesin olan evrensel haktır, diğeri ise sadece bir ihtimaldir. İhtimalin özgür yaşama hakkını kısıtlamaya gerekçe olabilmesi ancak istisnai şartlarda meşru görülebilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de anayasamızın da uyulmasını emrettiği bağlayıcı norm budur.”

Ne olmuştu?

Osman Kavala, daha önce ‘tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği’ iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, 15 Aralık’taki gündem toplantısında, başvurunun Genel Kurula sevkine karar vermişti.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Osman Kavala’nın bireysel başvurusunu geçen yılın aralık ayında yapılan gündem toplantısında ele almıştı. Genel Kurul, Kavala’nın Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edilmediğine karar vermişti. Kararın 7 üyeye karşı 8 üyenin oy çokluğuyla alındığı öğrenilmişti.

Daha fazla bilgi için TIKLAYIN

Paylaşın

TÜİK açıkladı: İşsizlik oranı yüzde 13.2’ye geriledi

TÜİK, ‘İşgücü İstatistikleri 2020’ verilerini açıkladı. Açıklanan verilere göre, Türkiye genelinde işsiz sayısı geçen yıl 2019’a kıyasla 408 bin kişi azalarak 4 milyon 61 bin kişi olurken, işsizlik oranı ise, Kovid-19 salgınının etkili olduğu geçen yıl bir önceki yıla göre 0.5 puan düşerek yüzde 13.2’ye geriledi.

Haber Merkezi / Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ‘İşgücü İstatistikleri 2020’ verilerini açıkladı. Açıklanan veriler şöyle;

Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2020 yılında bir önceki yıla göre 408 bin kişi azalarak 4 milyon 61 bin kişi oldu. İşsizlik oranı 0,5 puanlık azalış ile yüzde 13,2 seviyesinde gerçekleşti. Tarım dışı işsizlik oranı ise 0,7 puanlık azalış ile yüzde 15,3 oldu.

İstihdam oranı yüzde 42,8

İstihdam edilenlerin sayısı 2020 yılında bir önceki yıla göre 1 milyon 268 bin kişi azalarak 26 milyon 812 bin kişi, istihdam oranı ise 2,9 puanlık azalış ile yüzde 42,8 oldu.

İşgücü 2020 yılında bir önceki yıla göre 1 milyon 676 bin kişi azalarak 30 milyon 873 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 3,7 puanlık azalış ile %49,3 olarak gerçekleşti.

15-64 yaş grubunda işsizlik oranı bir önceki yıla göre 0,6 puan azalışla yüzde 13,4, tarım dışı işsizlik oranı ise 0,7 puanlık azalışla yüzde 15,4 oldu. Bu yaş grubunda istihdam oranı 2,8 puanlık azalışla yüzde 47,5, işgücüne katılma oranı ise 3,6 puanlık azalışla yüzde 54,9 oldu.

Genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 25,3, istihdam oranı yüzde 29,2

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki yıla göre 0,1 puan azalarak yüzde 25,3, istihdam oranı ise 3,9 puan azalarak yüzde 29,2 oldu. Aynı dönemde işgücüne katılma oranı 5,3 puanlık azalışla yüzde 39,1 seviyesinde gerçekleşti. Ne eğitimde ne de istihdamda olanların oranı ise bir önceki yıla göre 2,3 puanlık artışla yüzde 28,3 seviyesinde gerçekleşti.

İstihdam edilenlerin yüzde 56,2’si hizmet sektöründe

2020 yılında, istihdam edilenlerin yüzde 17,6’sı tarım, yüzde 20,5’i sanayi, yüzde 5,7’si inşaat, yüzde 56,2’si ise hizmet sektöründe yer aldı. Bir önceki yıl ile karşılaştırıldığında sanayi sektörünün istihdam edilenler içindeki payı 0,7 puan, inşaat sektörünün payı 0,2 puan artarken, tarım sektörünün payı 0,6 puan, hizmet sektörünün payı 0,3 puan azaldı.

2020 yılında 4 milyon 716 bin kişi tarım sektöründe, 5 milyon 497 bin kişi sanayi sektöründe, 1 milyon 538 bin kişi inşaat sektöründe, 15 milyon 60 bin kişi hizmet sektöründe istihdam edildi. Bir önceki yıl ile karşılaştırıldığında istihdam edilenlerin sayısı tarım sektöründe 381 bin, sanayi sektöründe 64 bin, inşaat sektöründe 12 bin, hizmet sektöründe 812 bin kişi azaldı.

İşsizlik oranı en yüksek iller: Mardin, Batman, Şırnak, Siirt

İşsizlik oranı en yüksek bölge yüzde 33,5 ile TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) iken, işsizlik oranı en düşük bölge yüzde 6,6 ile TR82 (Kastamonu, Çankırı, Sinop) oldu.

En yüksek istihdam oranı yüzde 50,9 ile TR21 (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli) Bölgesi’nde gerçekleşti. En düşük istihdam oranı ise yüzde 26,0 ile TRC3 (Mardin, Batman, Şırnak, Siirt) Bölgesi’nde oldu.

En yüksek işgücüne katılma oranı yüzde 55,9 ile TR21 (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli) Bölgesi’nde gerçekleşti. En düşük işgücüne katılma oranı ise yüzde 38,4 ile TRC2 (Şanlıurfa, Diyarbakır) Bölgesi’nde oldu.

 

Paylaşın

Davutoğlu’ndan dikkat çeken sözler: Saray entrikaları

Partisinin Maltepe 1. Olağan İlçe Kongresi’nde konuşan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın gece yarısı kararnamesiyle görevden alınmasına ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Mesele faiz falan değil; mesele siyaset, mesele bunların iç çekişmeleri. Mesele saray entrikaları. Mesele ortaklar arası pazarlıklar” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, partisinin Maltepe 1. Olağan İlçe Kongresi’nde konuştu.

Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın gece yarısı kararnamesiyle görevden alınmasını ilişkin değerlendirmede bulunan GP Lideri Davutoğlu, “Mesele faiz falan değil; mesele siyaset, mesele bunların iç çekişmeleri. Mesele saray entrikaları. Mesele ortaklar arası pazarlıklar. Yoksa Faiz ise hepimiz faize karşıyız. Kim ister faiz sistemini?” dedi.

Davutoğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararı içinse, “Sayın Erdoğan ne oldu da başbakanlığınız döneminde bizzat kendi imzanızla yürürlüğe giren bir belgeyi çöpe attınız? Hele bir açıklayın bize sebebini? Baktınız millet ikiye bölündü; Baktınız bu işte ekmek var; Baktınız yandaşlar-karşıtlar diye toplum ikiye ayrışıyor; Bundan ala fırsat mı olur deyip aklınızca kaçan muhafazakar oyları konsolide edeceğinizi sandınız!” ifadelerini kullandı.

HDP’nin kapatılması süreci için ise, “Parti kapatma girişimi tam anlamıyla Türkiye’ye kötülük projesidir” diyen Davutoğlu, “Siyasetin alanını daraltıp Kandile ve İmralıya alan açma projesidir. İmralı’dan mektup getirerek ya da Kandil’in temsilcisi Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkararak seçim kazanmaya çalışanlar bugün de Kandil’in ve İmralı’nın ekmeğine yağ sürecek adım atma peşindeler. İstiyorlar ki, siyasal farklılıklar terörize edilsin ve kutuplaşma üzerinden iktidarlarını korusunlar! Parti kapatma geçmişte defalarca yaşanmış, zerre demokrasi perspektifi, zerre siyasal aklı, zerre sorumluluğu olanın uzak durması gereken bir iştir” dedi.

HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi ve TBMM’de gözaltına alınmasını konu eden Davutoğlu, “90’larda şiir okudu diye hapse giden Erdoğan’ın bugünkü iktidarında, bir vekil bir haberi retweet yaptı diye ceza alıyor” diyen Davutoğlu’nun kongrede yaptığı konuşmadan satırbaşları şöyle;

“Ülkemizi bir garnizona, milleti de sessiz yığınlara çevirmeye çalışan, milletin cebindeki paraya, alnındaki tere, aklındaki fikre cahilce saldıran, ağzını açanı terörist, düşüncesini ifade edeni hain, cehaletlerini eleştirenleri düşman ilan eden bu iktidarla Türkiye’nin gideceği bir yer bulunmuyor. Açıkça söylüyorum, Bahçeli Türkiye’yi 20 yıl önce nasıl iflasa sürüklediyse bugün de ekonomik ve demokratik iflasa sürüklemiştir.

Yapılacak ilk seçimde Türkiye bu koalisyon iktidarından kurtulmalıdır…Sayın cumhurbaşkanı “biz gündemin peşinden gitmeyiz, gündemi biz belirleriz” demişti ya hani. İşte buyrun size yeni Türkiye gündemi. Deliler kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz, misali! İşte yine bir geceyarısı operasyonu, yine meteor yağmuru. Sayın Erdoğan “Damat kadar başınıza taş düşsün” demişti.

“Şimdi de debelenip duruyorlar”

Bedduası tutsun diye elinden geleni ardına koymuyor. Bitmiyor bu ülkenin bunlarla imtihanı. Damadı göndermişti, akıllandılar zannettik. Güven oluşuyor, az da olsa portföy yatırımlar girecek, kur geriliyor, dedik ama yine sayelerinde başa sardık.

Sayın Naci Ağbal 1 puan değil de 2 puan faiz artırınca buna mı bozuldu? Yoksa “şu 128 milyar dolar nereye uçtu gitti bir de ben araştırayım” dedi de operasyona mı maruz kaldı? Faiz ile kur arasına sıkışan bir çaresizlik sendromuna soktular sistemi. Şimdi de debelenip duruyorlar. Bu son operasyonun ardından da şimdi kur şokları bekleniyor.

Dün geceden itibaren Asya piyasalarından başlayarak TL’na duyulan güvendeki azalmayı ve yaşanan kur şokunu hepimiz görüyoruz. Ülkenin kaderini bir insanın iki dudağı arasına sıkıştıran, her geçen gün bizi biraz daha içimize kapatan, fakirleştiren, gençlerimizin iş bulma umudunu körelten, hesap vermeyen, şeffaf olmayan bu ucûbe cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve bu sistemin yarattığı otoriter iklim ülkeyi yeni bir kur krizinin hatta belki de sonu derin bir ödemeler dengesinin eşiğine getirdi.

Merkez bankasına başkan atamayı herhangi bir devlet kurumuna şube müdürü atamak zanneden, 20 ayda 4. Başkanı atayan, ideolojik saplantılarla para, kur, bankacılık ve faiz yöneten iktidar bir gecede ülkeyi yüzde 10’a yakın küçülttü.

Sorun isimlerde değil. Bu ülkeye son 4 yılda Nobel ekonomi ödülünü almış akademisyenleri getirin onlar bile 1-2 ay içinde ya görevden alınır ya da kaçıp gider bu kara cahil siyaset aklı nedeniyle. Kim alacak bunun sorumluluğunu? Ya da kim engelleyecek bunu?

Öyle bir dertleri yok ki, “saldık çayıra mevlam kayıra” diyecekler adını da serbest kur rejimi koyacaklar! Mesele faiz falan değil; mesele siyaset, mesele bunların iç çekişmeleri. Mesele saray entrikaları. Mesele ortaklar arası pazarlıklar. Yoksa Faiz ise hepimiz faize karşıyız. Kim ister faiz sistemini?

Kim ister halkın enflasyon karşısından ezilmesini? Ama bu cahiller yüzünden, enflasyon dünyada 1-2’lerde gezerken bizde 19.Bunun sorumlusu kim? Yıllarca Faiz lobilerine çatar gibi yaptılar ama asıl faiz lobisi bunlar!

Türk Lirası çok kısa bir sürede yüzde 10’un üzerinde bir kayıp yaşayabilir. TL’de oluşacak değer kaybı, enflasyon dinamiklerini çok hızlı yukarı taşıyacaktır. Bu nedenle artık yüzde 20’nin üzerinde bir enflasyonu görme ihtimalimiz çok yüksek. Yeni başkan buna rağmen göreve geliş amacı doğrultusunda “faiz indirme” deneyine girişecek. Ardından daha önce Berat Albayrak döneminde yapıldığı gibi döviz satışına başlayabilir. Bu da zaten (-47) milyar$ a düşmüş swap sonrası net rezervleri daha da düşürecek.

“Sorunların ana kaynağı ‘tek adam’ rejimine dönüşen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”

Bankacılık sisteminin mevduatlarının yüzde 55’i yabancı para cinsinden. Bu nedenle bankaların yabancı para mevduatları tutabilmek için faizleri çok yükselttiğini göreceğiz. Ancak buna rağmen sermaye çıkışları yaşanacaktır. Hem yurtiçi hem yabancı sermaye çıkışlarının Türkiye’yi yeni bir “içe kapanma” dönemine götüreceğini düşünüyoruz. Bu da maalesef ülkeyi 2021 yılında da, kendi grubundaki ülkelerle karşılaştırıldığında çok derin bir “fakirleşmeye” götürecektir.

Sorunların ana kaynağı “tek adam” rejimine dönüşen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi. Bir G-20 ülkesinin yönetim kalitesinin kısa sürede nereden nereye gelebileceği konusunda Türkiye maalesef ileride kitaplara konu olacak bir “felaket hikayesi” yazmakta.

“Çok mu rahatsızdınız altına imza attığınız İstanbul Sözleşmesi’nden”

Sayın Erdoğan ne oldu da başbakanlığınız döneminde bizzat kendi imzanızla yürürlüğe giren bir belgeyi çöpe attınız? Hele bir açıklayın bize sebebini? Baktınız millet ikiye bölündü; Baktınız bu işte ekmek var; Baktınız yandaşlar-karşıtlar diye toplum ikiye ayrışıyor; Bundan ala fırsat mı olur deyip aklınızca kaçan muhafazakar oyları konsolide edeceğinizi sandınız!

Yahu siz kimi kandırdığınızı zannediyorsunuz? “Cambaza bak” diyerek kaçacak olanları da bloke etmeye mi çalışıyorsunuz? Beyler, siz yanlış hesaplamışsınız o seçmenin kaçma sebebini! Onlar tam da sizin samimiyetsizliğiniz, ikiyüzlükleriniz, dün dediklerinizden ertesi gün çark etmenizden ötürü kaçtılar! O seçmenin sizden kaçma sebebi Adaletsizliklerdir! Yolsuzluklardır! Sizin kötü ekonomi yönetiminiz sayesinde oluşan yoksulluktur!

Siz bunlardan tövbe etmedikçe; cahilliklerinize, zulümlerinize son vermedikçe o insanların sizin kurnazlıklarınıza kanıp gemiyi terk etmekten vazgeçeceğini mi sanıyorsunuz?! Sizin ucuz ayak oyunlarınıza, sahte politikalarınıza, artık insanların karnı tok…. Onların, hayali dizilerinizde Abdülhamid’e elçi tokatlattırıp, İnsanlık suçu işleyen Çinlilerden nasıl fırça yediğinizi görmediklerini mi zannediyorsunuz? Çok mu rahatsızdınız altına imza attığınız İstanbul Sözleşmesi’nden. Giderdiniz Avrupa Konseyi’ne. Tartışmaları bertaraf edecek şerhler düşer, yorum beyanlarında bulunurdunuz olur biterdi.

Gelecek Partisi olarak aile yapısının korunmasının vazgeçilmez ilkemiz olduğunu, Ermenistan örneğini de vererek, sözleşmenin böyle bir hüküm içermediğini, tereddütlerin giderilmesi için Hükümetin derhal Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu’na başvurarak Sözleşmenin eşcinselliğe yasal güvence sağlamadığına ilişkin görüş almasını kamuoyu önünde defalarca talep ve tavsiye ettik.

Marjinal grupların yorumları sebebiyle uluslararası sözleşmelerden ve yasalardan vaz geçilecekse bunun sonu hukuki kaos olur. Böylesi bir kararın alınış gerekçesi kesinlikle aileyi korumak değil, MB Başkanının görevden alınmasını perdelemektir. Özetle bunların derdi sözleşme mözleşme değil. Topluma fayda mı getirmiş yoksa zarar mı o da değil.

Erdoğan ve AK Parti resmen kendilerine oy vermiş milyonlarca vatandaşımızın temsil yetkisini Bahçeli’ye devretmiş durumdadır. Bahçeli “af çıkmalı” diyor, af çıkıyor. Bahçeli “seçim yasası değişmeli” diyor, seçim yasasını değiştirme hazırlıkları başlıyor. Bahçeli “reforma ne gerek var” diyor, Erdoğan reformdan vazgeçiyor. Bahçeli “HDP kapatılmalı” diyor, Erdoğan HDP’nin kapatılmasına rıza gösteriyor.

“Kandil’in ve İmralı’nın ekmeğine yağ sürecek adım atma peşindeler”

Bahçeli’nin HDP ile öğrenci andını birlikte zikreden açıklamalarının hiçbirinin milliyetçilikle, vatanseverlikle bir alakası yoktur. *Öğrenci andı 2013’te zaten kaldırılmıştı. HDP de 2013 yılından beri mevcut olan bir parti. Peki sormak gerekmez mi “Bunlar bugün mü Bahçeli’nin aklına geldi?” diye. Bunların bugün gündeme getirilmesinin tek nedeni, MHP’nin oy kaybediyor olmasıdır. Bahçeli oy kaybını toplumsal barışı bozarak, toplumu ayrıştırarak, gerilimi arttırarak durdurmaya çalışıyor. Bu vatanseverlik değil, millete en büyük zararı vermektir.

Parti kapatma girişimi tam anlamıyla Türkiye’ye kötülük projesidir” diyen Davutoğlu, “Siyasetin alanını daraltıp Kandile ve İmralıya alan açma projesidir. İmralı’dan mektup getirerek ya da Kandil’in temsilcisi Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkararak seçim kazanmaya çalışanlar bugün de Kandil’in ve İmralı’nın ekmeğine yağ sürecek adım atma peşindeler. İstiyorlar ki, siyasal farklılıklar terörize edilsin ve kutuplaşma üzerinden iktidarlarını korusunlar! Parti kapatma geçmişte defalarca yaşanmış, zerre demokrasi perspektifi, zerre siyasal aklı, zerre sorumluluğu olanın uzak durması gereken bir iştir.

90’larda şiir okudu diye hapse giden Erdoğan’ın bugünkü iktidarında, bir vekil bir haberi retweet yaptı diye ceza alıyordu. Alın size 90’lar, alın size eski Türkiye. Bunların 94 ruhu dedikleri şeyi siz ne sanmıştınız ki? İşte hukuk tanımazlıkta Meclise yaşattıkları utanç verici tarihi anlar. Sayın Gergerlioğlu’na son yaptıkları muameleyi hep birlikte izledik.

Abdest almasına, namaz kılmasına bile müsaade etmeden yaka paça, gömlek pijama emniyete götürdüler. *Bu nasıl bir vicdansızlıktır, bu nasıl bir hukuksuzluktur. 1994 yılında bile vekiller bir hafta Mecliste kalmıştı da, DGM savcısının ısrarıyla ancak evlerinden gözaltına alınabilmişlerdi. Bunlar aymazlıkta da, zulümde de çağ atladılar. Bunların uzay dedikleri, uçmak dedikleri bu işte. Bunlar hukuksuzlukta, adaletsizlikte, anti-demokratlıkla, despotlukta, vicdanları kanatmada çağ atladılar.

 

Paylaşın

Bakan Koca’dan “iş yerinde maskesini çıkaranlara” uyarı

Kişisel sosyal medya hesabından bir paylaşım yapan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, iş yerlerinde maskenin çıkarıldığı bilgisini aldıklarını belirterek, “İşteyken, gözden uzak da değilsiniz; aldığınız riskle 83 milyonun gözü önündesiniz. Lütfen sorumlu davranın. Maskenizi çıkarmayın” dedi.

Haber Merkezi / Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, kişisel sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşımla iş yerinde maskesini çıkaranları uyardı. Koca, uyarısında şu ifadeleri kullandı:

“İş yerinde maskesini çıkaranlar olduğu bilgisini alıyoruz. Oysa risk, dışarıda olduğu gibi, iş ortamında da sürüyor. İşteyken, gözden uzak da değilsiniz; aldığınız riskle 83 milyonun gözü önündesiniz. Lütfen sorumlu davranın. Maskenizi çıkarmayın.”

Paylaşın