‘439 yıl önce meydana gelen felaket’ tekrar edebilir!

Güneşi mercek altına alan Cornell Üniversitesi’nden bilim insanları, 1582’de yaşanan ve’ Büyük Ateş ‘olarak bilinen Güneş Fırtınası’nın yeniden yaşanabileceğini duyurdu. Bilim insanları, söz konusu fırtınanın küresel elektrik kesintilerine ve milyarlarca dolarlık hasara neden olabileceğini belirtti.

Haber Merkezi / Güneşi mercek altına alan Cornell Üniversitesi’nde çalışan bilim insanları, araştırma sonuçlarını yayınladı.

Bilim insanları, 1582’de yaşanan ve’ Büyük Ateş ‘olarak bilinen Güneş Fırtınası’nın 439 yıl sonra tekrar yaşanabileceği konusunda uyardılar.

Bilim insanları, söz konusu fırtınanın küresel elektrik kesintilerine ve milyarlarca dolarlık hasara neden olabileceğini belirtti.

1582’de yaşanan ve 3 gün süren fırtına önce Avrupa sonra Asya kıtasını etkisi altına almıştı. O dönem teknolojik cihazlarının bulunmaması nedeniyle fırtına ciddi bir hasara neden olmamıştı.

Güneş fırtınası tarih kitaplar şu ifadelerle anlatılmıştı: Gökyüzünün tamamı ateşli alevler içinde gibiydi; sanki gökyüzü yanıyordu.

Ancak günümüzde durum bir hayli farklı. Bilim insanları söz konusu fırtınanın küresel elektrik kesintilerine ve milyarlarca dolar zarara neden olabileceği belirtiliyor.

Paylaşın

Mart ayında 28 kadın, erkekler tarafından öldürüldü

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun yayınladığı 2021 Mart Raporu’na göre, Mart ayında 28 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 19 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu. Öldürülen 28 kadının 13’ü evli olduğu erkek, 4’ü tanıdık birisi, 3’ü birlikte olduğu erkek, 3’ü eskiden evli olduğu erkek, 2’si akraba, 2’si kardeşi, 1’i eskiden birlikte olduğu erkek tarafından öldürülmüştür.

Haber Merkezi / Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2021 Mart Raporu’nu yayımladı. Yayımlanan rapora göre, Mart ayında erkekler tarafından 28 kadın öldürüldü, 19 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu.

Rapora göre, öldürülen 28 kadının 13’ü evli olduğu erkek, 4’ü tanıdık birisi, 3’ü birlikte olduğu erkek, 3’ü eskiden evli olduğu erkek, 2’si akraba, 2’si kardeşi, 1’i eskiden birlikte olduğu erkek tarafından öldürülmüştür.

Kadınların 18’i evinde, 6’sı sokak ortasında, 1’i ıssız yerde, 1’i arazide, 1’i arabada, 1’i parkta öldürülmüştür. Bu ay öldürülen kadınların yüzde 64’ü evlerinde öldürüldüğü belirtilen raporda, kadınların 14’ü ateşli silahlarla, 9’u kesici aletle, 3’ü boğularak, 1’i yakılarak öldürüldü. Bir kadının nasıl öldürüldüğü tespit edilemediği ifade edildi.

Paylaşın

Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan kripto para açıklaması

Çeşitli internet sitelerinde yer alan “Bakanlık kripto para platformlarından kullanıcı bilgilerini talep etti” haberleri üzerine Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan konuya ilişkin açıklama geldi. Bakanlık, açıklamasında, bilginin MASAK için istendiğini doğruladı.

Haber Merkezi / Hazine ve Maliye Bakanlığı, yayımladığı açıklamada, kripto varlıkların terörizm faaliyetlerinde kullanılabildiğini belirterek, “Kripto varlıkların alım-satım faaliyetlerini incelemek MASAK’ın görev ve yetkisi içindedir” ifadelerine yer verdi.

Bakanlık, MASAK’ın bu suçları önlemek ve takip etmek adına platformlardan bilgi talep edebildiğini belirtti.

Bakanlıktan yapılan açıklama şöyle:

“Bugün bazı internet siteleri ve sosyal medya mecralarında kripto varlıklarla ilgili Bakanlığımıza yönelik bazı haberler ve yorumlar yer almıştır. Söz konusu haberler üzerine bir açıklama yapılması gerekli görülmüştür.

Günümüz dünyasında birçok ülkede mali istihbarat birimleri (Financial Intelligence Unit – FIU) suç gelirlerinin aklanmasıyla ve terörizmin finansmanıyla mücadele etmektir.

Ülkemizde bu mücadele esas itibariyle, Bakanlığımız bünyesinde Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) Başkanlığı’nca yürütülmektedir. MASAK, anılan fonksiyonları icra edebilmek için uygulama stratejileri geliştirmekte, ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamakta, görüş ve bilgi alışverişinde bulunmaktadır.

MASAK mali ve finansal birçok alanda çalışma yürütmektedir. Bu anlamda son yıllarda gündemde yer alan kripto varlıklar, özellikleri itibariyle kullanıcılarına bazı kolaylıklar sağlıyor olsa da, özellikle anonim bir yapıda olmaları dolayısıyla suç gelirlerinin aklanması ve terörizmin finansmanı faaliyetlerinde de yoğun olarak kullanılabilmektedir.

MASAK’ın görev ve yetkileri çerçevesinde ve söz konusu suçlarla mücadele kapsamında kripto varlık alım-satım platformları gibi bu alanda faaliyet gösteren piyasa aktörlerinden konuya ilişkin olarak bilgi talep edilebilmektedir. Yapılan çalışma da MASAK’ın bahsedilen görev ve sorumlulukları içerisinde bulunmaktadır.”

Paylaşın

Dış ticaret açığı Şubat’ta 3 milyar 299 milyon dolara yükseldi

Türkiye İstatistik Kurumu ile Ticaret Bakanlığı verilerine göre, dış ticaret açığı şubat ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 8,7 artarak 3 milyar 36 milyon dolardan, 3 milyar 299 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2020 şubat ayında yüzde 82,8 iken, 2021 Şubat ayında yüzde 82,9’a yükseldi.

Haber Merkezi / Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan genel ticaret sistemi kapsamında üretilen geçici dış ticaret verilerine göre; ihracat 2021 yılı Şubat ayında, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 9.6 artarak 16 milyar 9 milyon dolar, ithalat yüzde 9.4 artarak 19 milyar 308 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Ocak-Şubat döneminde ihracat yüzde 5.9, ithalat yüzde 1.4 arttı

Genel ticaret sistemine göre ihracat 2021 yılı Ocak-Şubat döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 5.9 artarak 31 milyar 38 milyon dolar, ithalat yüzde 1.4 artarak 37 milyar 388 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Enerji ürünleri ve parasal olmayan altın hariç ihracat, 2021 Şubat ayında yüzde 9.7 artarak 13 milyar 955 milyon dolardan, 15 milyar 307 milyon dolara yükseldi.

Şubat ayında enerji ürünleri ve parasal olmayan altın hariç ithalat yüzde 17.9 artarak 13 milyar 172 milyon dolardan, 15 milyar 531 milyon dolara yükseldi.

Enerji ürünleri ve parasal olmayan altın hariç dış ticaret açığı Şubat ayında 224 milyon dolar olarak gerçekleşti. Dış ticaret hacmi yüzde 13.7 artarak 30 milyar 839 milyon dolar olarak gerçekleşti. Söz konusu ayda enerji ve altın hariç ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 98.6 oldu.

Dış ticaret açığı Şubat ayında yüzde 8.7 arttı

Şubat ayında dış ticaret açığı bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 8.7 artarak 3 milyar 36 milyon dolardan, 3 milyar 299 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2020 Şubat ayında yüzde 82.8 iken, 2021 Şubat ayında yüzde 82.9’a yükseldi.

Dış ticaret açığı Ocak-Şubat döneminde yüzde 15.9 azaldı

Ocak-Şubat döneminde dış ticaret açığı yüzde 15.9 azalarak 7 milyar 548 milyon dolardan, 6 milyar 350 milyon dolara geriledi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2020 Ocak-Şubat döneminde yüzde 79.5 iken, 2021 yılının aynı döneminde yüzde 83.0’a yükseldi.

Şubat ayında imalat sanayinin toplam ihracattaki payı yüzde 94.2 oldu

Ekonomik faaliyetlere göre ihracatta, 2021 Şubat ayında imalat sanayinin payı yüzde 94.2, tarım, ormancılık ve balıkçılık sektörünün payı yüzde 3.6, madencilik ve taş ocakçılığı sektörünün payı yüzde 1.8 oldu.

Ocak-Şubat döneminde ekonomik faaliyetlere göre ihracatta imalat sanayinin payı yüzde 94.0, tarım, ormancılık ve balıkçılık sektörünün payı yüzde 3.8, madencilik ve taş ocakçılığı sektörünün payı yüzde 1.7 oldu.

Şubat ayında ara mallarının toplam ithalattaki payı yüzde 75.1 oldu

Geniş ekonomik gruplar sınıflamasına göre ithalatta, 2021 Şubat ayında ara mallarının payı yüzde 75.1, sermaye mallarının payı yüzde 13.7 ve tüketim mallarının payı yüzde 10.9 oldu.

İthalatta, 2021 Ocak-Şubat döneminde ara mallarının payı yüzde 75.7, sermaye mallarının payı yüzde 13.8 ve tüketim mallarının payı yüzde 10.3 oldu.

Şubat ayında en fazla ihracat yapılan ülke Almanya

Şubat ayında ihracatta ilk sırayı Almanya aldı. Almanya’ya yapılan ihracat 1 milyar 498 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 965 milyon dolar ile Birleşik Krallık, 917 milyon dolar ile ABD, 833 milyon dolar ile İtalya, 755 milyon dolar ile Fransa takip etti. İlk 5 ülkeye yapılan ihracat, toplam ihracatın yüzde 31’ini oluşturdu.

Ocak-Şubat döneminde ihracatta ilk sırayı Almanya aldı. Almanya’ya yapılan ihracat 2 milyar 952 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 1 milyar 849 milyon dolar ile ABD, 1 milyar 778 milyon dolar ile Birleşik Krallık, 1 milyar 698 milyon dolar ile İtalya ve 1 milyar 492 milyon dolar ile Fransa takip etti. İlk 5 ülkeye yapılan ihracat, toplam ihracatın yüzde 31.5’ini oluşturdu.

İthalatta ilk sırayı Çin aldı

İthalatta Çin ilk sırayı aldı. Şubat ayında Çin’den yapılan ithalat 2 milyar 241 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 1 milyar 706 milyon dolar ile Rusya, 1 milyar 701 milyon dolar ile Almanya, 931 milyon dolar ile İtalya, 850 milyon dolar ile ABD izledi. İlk 5 ülkeden yapılan ithalat, toplam ithalatın yüzde 38.5’ini oluşturdu.

Ocak-Şubat döneminde ithalatta ilk sırayı Çin aldı. Çin’den yapılan ithalat 4 milyar 440 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 3 milyar 534 milyon dolar ile Rusya, 3 milyar 212 milyon dolar ile Almanya, 1 milyar 602 milyon dolar ile İtalya, 1 milyar 579 milyon dolar ile ABD izledi. İlk 5 ülkeden yapılan ithalat, toplam ithalatın yüzde 38.4’ünü oluşturdu.

Paylaşın

Açlık sınırı 3 bin 396 TL’ye, yoksulluk sınırı 11 bin 575 TL’ye yükseldi

Ekonomide yaşanan krizin boyutunu gösteren bir araştırmada Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu tarafından yayınlandı. Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun mart ayı açlık ve yoksulluk araştırmasına göre; açlık sınırı 3 bin 396 liraya, gıda dışı gereksinimleri için yapılması gereken harcama 8 bin 179 liraya yükselirken yoksulluk sınırı da 11 bin 575 lira oldu.

Haber Merkezi / Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu KAMU-AR, mart ayı açlık ve yoksulluk araştırmasını yayınladı. Araştırmaya göre açlık sınırı 3 bin 396 liraya, gıda dışı gereksinimleri için yapılması gereken harcama 8 bin 179 liraya yükselirken yoksulluk sınırı da 11 bin 575 lira oldu.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu araştırmasına göre; Şubat enflasyonu 29.7 artış, Mart enflasyonu yılın ilk üç aylık döneminde yüzde 9.2, son bir yılda ise yüzde 29.2 oranında artış yaşandı.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu KAMU-AR tarafından yayınlanan ve mart ayında açlık sınırının yüzde 2.5 artığı belirtilen araştırma sonuçları şöyle;

Gıda fiyatlarında son aylarda yaşanan hızlı fiyat artışı dengeli ve sağlıklı beslenebilmek için yapılması gereken aylık gıda harcaması tutarını, diğer bir ifadeyle açlık sınırını Martta bir önceki aya göre yüzde 2,5 oranında artırarak 3 bin 396 liraya kadar çıkardı. Gıda dışı gereksinimleri için yapılması gereken harcama ise 8 bin 179 liraya yükselirken yoksulluk sınırı da 11 bin 576 lira oldu.

Açlık sınırı Martta bir önceki aya göre 83 lira, gıda dışındaki ihtiyaçlar için yapılması gereken harcama 26 lira ve yoksulluk sınırı da 109 lira arttı. Bu yılın ilk üç aylık döneminde ise açlık sınırı 250 lira, gıda dışındaki ihtiyaçlar için yapılması gereken harcama ise 138 lira arttı.  Ailelerin gıda ve gıda dışı ihtiyaçlarını insan onuruna yaraşır bir şekilde yoksunluk hissi çekmeden karşılayabilmesi için yapması gereken toplam harcama tutarını gösteren yoksulluk sınırı da ocak-mart döneminde toplam 388 liralık artışla 11 bin 575 liraya yükseldi.

Açlık sınırı 3 bin 396 lira

Gıda fiyatlarında yaşanan artış, dört kişilik bir ailenin dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için alması gereken kaloriyi sağlayacak gıda maddelerinden oluşturulan bir sepete göre hesaplanan açlık sınırının martta 3 bin 396 liraya yükselmesine yol açtı. Bu yıl şubatta 3 bin 313 lira ola dört kişilik bir ailenin açlık sınırının martta bu düzeye yükselmesinde, et, süt yoğurt, peynir, taze sebze fiyatlarındaki artışlar etkili oldu.

Ankara’da en fazla alışveriş yapılan pazar ve marketlerden derlenen fiyatlara göre sağlıklı beslenebilmek için martta et-yumurta için harcanması gereken para bir önceki aya göre 14 lira, geçen yıl aralık ayındaki düzeyine göre 27 lira  ve son bir yılda ise 126 lira artarak 950 liraya yükseldi. Kuru bakliyat için yapılması gereken harcama önceki aya göre 3 lira azaldı, geçen yılın aynı ayına göre ise 2 liralık artışla 80 lira oldu.

Süt, yoğurt ve peynir için yapılması gereken harcama martta bir önceki aya göre 33 lira, ilk üç aylık dönemde 169 lira ve geçen yılın mart ayına göre ise 279 lira artarak 833 liraya yükseldi. Meyve harcaması için ayrılması gereken para martta 3 lira azaldı, bu yılın ilk üç aylık döneminde 16 lira arttı, son bir yılda ise 36 lira azalarak 348 olurken, dört kişinin yapması gereken sebze harcamasının parasal tutarı da martta 348 liraya çıktı. Sebze harcamalarında son bir ayda 17 lira artış kaydedilirken.  Yılın ilk üç ayı itibariyle 5 lira. Son bir yıllık dönemde de 45 lira azaldı.

Yapılan hesaplamalara göre şubatta olduğu gibi martta da değişmeyip 454 lirada kalan dört kişilik ailenin ekmek, un ve makarna için bir ayda yapması gereken harcamada son bir yıllık dönemde ise 81 liralık artış yaşandı. Pirinç ve bulgur harcamaları martta yine değişmedi ancak son bir yılda 14 lira artarak 87 lira oldu. Sıvıyağa yapılması gereken harcama martta 6 lira daha artarken, son bir yılda ise 22 lira artarak 75 liraya çıktı.

Şeker, bal, pekmez, reçel gibi gıda maddelerine yapılması gereken harcama da martta 17 lira artarak 214 lirayı bulurken, son bir yıllık artış ise 41 lira oldu.  Aynı ailenin zeytin için yapması gereken harcama da değişmedi ve 55 lirada kaldı. Martta açlık sınırı yetişkin bir erkek için 976 lira, yetişkin bir kadın için 781 lira, çocuk için 686 lira ve genç için de 1.054 lira oldu.

Gıda dışı harcamalar

Diğer açlık ve yoksulluk sınırı araştırmalarından farklı olarak, yoksulluk sınırının belirlenmesinde gıda dışı harcamaların fiyat artışları da esas alınarak yapılan araştırmaya göre, dört kişilik bir ailenin gıda dışındaki gereksinimlerini karşılayabilmesi için gereken harcama tutarı da martta, 8 bin 179 liraya çıktı.

Martta giyim ve ayakkabı harcamaları 604 liraya indi. Barınma (kira dahil) harcamaları bin 728 liraya yükseldi. Ev eşyası harcamaları 969 liraya çıkarken, sağlık harcamaları 379 lira oldu. Ulaştırma harcamaları bin 709 liraya, haberleşme harcamaları 509 liraya yükseldi. Eğlence ve kültür harcamaları 327 liraya indi. Eğitim harcamaları 249 lira olurken, otel harcamaları 660 lira, diğer mal ve hizmetlerle ilgili harcamalar 511 lira olarak hesaplandı. Alkollü içki ve sigara harcamaları ise 534 lira oldu. Gıda dışı harcamalarda bu yılın ilk üç aylık döneminde 138 lira son bir yılda ise bin 53 liralık artış yaşandı.

Yoksulluk sınırı

Dört kişilik bir ailenin insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşayabilmesi için yapması gereken zorunlu gıda ile gıda dışı harcamaların toplam tutarını gösteren yoksulluk sınırı ise martta 11 bin 575 liraya çıktı. Yoksulluk sınırında, bu yılın ilk üç aylık döneminde 388 liralık artış yaşandı. Yıllık artış ise bin 552 lira oldu.

Paylaşın

İYİ Parti Lideri Akşener’den iktidara sert sözler

Partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuşan İYİ Parti Lideri Akşener, Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınmasını eleştirerek, “Sayın Erdoğan’ın attığı her düşüncesiz adım, milletimizin aleyhine çalışıyor. Bu aralar, 7’den 70’e herkeste bir tedirginlik var; ‘Eyvah, yoksa damat geri mi dönüyor?’ sorusu, her mecrada dillendirilmeye başlandı” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında konuştu. Yaptığı konuşmada iktidarın ekonomi yönetimini eleştiren Akşener, “Gece yarısı yapılan gizemli atamalarla koskoca Türkiye’nin itibarı ayaklar altına alınıyor. Bu kendini bilmezliğin ekonomide yarattığı tahribatın hesabını kim verecek?” dedi.

Akşener, konuşmasının devamında “Sayın Erdoğan ve AK Parti iktidarının keyfi yönetim anlayışının, memleketimize olan maliyeti, her geçen gün artıyor. İnsan haklarında artıyor, kadın haklarında artıyor, demokrasi için artıyor, ekonomi için artıyor, çevre için artıyor. Sayın Erdoğan’ın attığı her düşüncesiz adım, milletimizin aleyhine çalışıyor. Bu aralar, 7’den 70’e herkeste bir tedirginlik var; ‘Eyvah, yoksa damat geri mi dönüyor?’ sorusu, her mecrada dillendirilmeye başlandı” ifadelerini kullandı.

Konuşmasında “Üç beş kişi bir araya gelince salgın yayılıyor da kongrelerinizde virüs tatile mi çıkıyor?” diyerek Ramazan ayı tedbirlerine tepki gösteren Akşener’in konuşmasından öne çıkan satırbaşları şöyle;

‘Eyvah damat geri mi dönüyor’ sorusu her mecrada dillendirilmeye başladı. Başarısızlıklarla dolu 2.5 yılın sonunda nihayet bu hatadan dönüldü. Bugün biri damat bakan ile ekonomi kavramını aynı cümle içinde kullansa dolar fırlıyor.

Bu işi beceremediğini defalarca kanıtlamış bir insanın tekrar bu konularla anılmasını bile sakıncalı buluyorum. Sayın Erdoğan saçmalama konusunda çıtayı uzaya çıkardığından maalesef kesin konuşamıyorum.

Merkez Bankası Başkanı’nın bir gece kararnamesiyle görevden alındığı bir ülkede istikrardan bahsedilemez. Ağbal’ı faizleri artırdığı için görevden aldın değil mi? En azından kamuoyuna böyle yansımasına izin verdin. Madem yeni başkan faiz düşürmeyecekti, o zaman Sayın Ağbal’ı neden görevden aldın? Madem yeni başkan aynı politikaları sürdürecekti, o zaman neden bizi bir gecede yüzde 15 fakirleştirdin?

“Enflasyonu tutabilene aşk olsun”

Mesela, ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ cümlesi hala dillendiriliyor. Gelin birlikte hatırlayalım; Sayın Erdoğan bu müthiş doktrinini, ilk kez ortaya attığında, dolar 2 liraydı. Enflasyon, tek haneliydi.

Faizler de yüzde 6’ydı. Şimdi geldiğimiz durumda ise, faiz yüzde 19. Dolar, neredeyse 8 buçuk lira. Enflasyonu tutabilene aşk olsun.

Sayın Erdoğan; kurumlar ve kurumsal değerlerle oynayarak, devlet yönetilmez. 6 ayda bir Merkez Bankası Başkanı değiştirerek, ekonomi yönetilmez. Merkez Bankası Başkanı’nın bir gece kararnamesiyle görevden alındığı bir ülkede, istikrardan bahsedemezsin.

Eski başkan Sayın Ağbal’ı, faizleri artırdığı için görevden aldın değil mi? En azından, kamuoyuna böyle yansımasına izin verdin. Ama nedense, yeni gelen başkanın ilk beyanatı, yüksek faiz politikasını, sürdürmekten yana oldu.

Ramazan ayında toplu iftar yasakmış. Bu şartlarda doğru bir karar. Bu fevkalade duyarlı arkadaşlara sormak istiyorum, sizin lebaleb kongrelerindeki keyfiniz Allah’ın sofrasından daha mı önemliydi? Kongrelerinize yasak getirecek durum yoktu da, mübarek sofralarda mı aklınız başınıza geldi.

“Kongrelerinizde virüs tatile mi çıkıyor?”

On binlerce işletme yeniden kapatılacakmış. Bir işletmeci diyor ki, her açma ve kapama bize 35 bin liraya mal oluyor. Yiyecek, et, sebze vs. ya dağıtmak ya da çürürse atmak zorunda kalıyoruz dediler. Siz ne vicdansızsınız. Üç beş kişi bir araya gelince salgın yayılıyor da kongrelerinizde virüs tatile mi çıkıyor?

Bu maliyeti, saray zenginleri ödemeyecek. Bu maliyeti, üç beş yerden maaş alan kardeşler, yeğenler, kayınçolar ödemeyecek. Bu maliyeti, o 5 müteahhit ve havuz medyası da ödemeyecek. Bu maliyeti, çiftçilerimiz ödeyecek, esnaflarımız ödeyecek, sanayicilerimiz ödeyecek.

Bu maliyeti, emeklilerimiz ödeyecek, memurlarımız ödeyecek, çalışanlarımız ödeyecek. Bu maliyeti, gençlerimiz ödeyecek, kadınlarımız ödeyecek. Bu maliyeti, hepimiz ödeyeceğiz, bir tek onlar ödemeyecek…

Çünkü bu maliyet, bu ucube sistemin ve onun arkasındaki bu çarpık zihniyetin sonucudur. Biz, İYİ Parti olarak, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını önemsiyoruz ve bunu her fırsatta vurguluyoruz. Merkez Bankası yönetiminin bağımsızlığı ve güvencesiyle ilgili olarak, yüce Meclis’e bir de kanun teklifi verdik.

Teklifimize göre, Merkez Bankası başkanları, beş yıl süreyle atanabilecek ve görev süresi dolmadan görevden alınamayacak. Çünkü, Cumhurbaşkanı’nın bir gece, rüyasında görüp, görevden alabildiği bir Merkez Bankası Başkanı’nın, görevini hakkıyla yapabilmesinden söz edemeyiz.

O yüzden, süresinden önce görevden alınamamasını, hüküm altına alıp, görev güvencesi sağlıyoruz. Ayrıca, Para Politikası Kurulu’nun üyelerinden birinin de reel sektör temsilcisi olmasını sağlıyoruz.

TOBB’un önereceği üç adaydan birinin, Cumhurbaşkanı tarafından, para politikası kuruluna atanması hükmünü getiriyoruz.

Bu vesileyle, kanun teklifimize, başta, sözde reformsever Ak Parti ve küçük ortağı olmak üzere, Meclis’teki tüm partilerin desteğini bekliyoruz.

Son üç ayda; arabasında, 100 kilo eroin ile yakalanan, eski büyükelçilik basın müşaviri, Samsun Büyükşehir Belediyesi’nde yolsuzluktan tutuklanıp, evinde, on milyon bulunan daire başkanı derken, her geçen gün, ‘Asım’ın neslini yaratacağız’ diyerek iktidara gelenlerin, düştükleri hazin durumun, yeni örneklerine şahit oluyoruz.

“Hata yapan gençlerle değil, onları hak yolundan ayıran bu karanlık zihniyetledir”

Benim meselem, hata yapan gençlerle değil, onları hak yolundan ayıran bu karanlık zihniyetledir. O gencimiz ne diyor; ‘AK Parti’de görev alırsam, daha çok kazanmamın önü açılır diye düşündüm.’ Ne kadar acı değil mi? ‘Çok çalışırsam, çabalarsam, emek verirsem, sonunda başarırım, helaliyle kazanırım’ değil, ‘AK Parti’de görev alırsam, daha çok kazanırım.’ Gençlerimizi böyle düşünmek zorunda bırakanlara, yazıklar olsun.

Gençlerimizi dolambaçlı yollara sokan bu karanlığı, sorgulamak zorundayız. O gençlerin, hayat zannettikleri, hak zannettikleri, bu maskeli baloyu, sorgulamak zorundayız.

Bunların gençlerimize, doğru diye işaret ettikleri o yanlış düşünceler, kim bilir daha kaç gencimizi, büyük yanlışlara sürükledi? Bunları sorgulamak zorundayız.

Salgınla mücadelede durum aynı. Ekonomide durum aynı. Hukukta, insan haklarında, demokraside durum aynı. Kendileri çalıp, kendileri oynuyorlar.

Öyle olmasa, kendi kendilerine verdikleri yetkiyle, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilebilirler miydi? Milletin Meclisi onaylamış, Sayın Erdoğan’ın aklına esmiş, kendi kendine verdiği yetkiyle, sözleşmeyi iptal ediyor.

“Böyle şımarıklık olmaz. Böyle devlet yönetilmez”

Buradan çok net olarak vurgulamak istiyorum: Kim ne derse desin, şunu herkes bilsin ki, o sözleşme hâlâ geçerlidir. Yöntem de açıklanan karar da hem hukuken hem de siyaseten geçersizdir.

Sayın Erdoğan; burası muz cumhuriyeti değil, burası memleketi benzetmeye çalıştığın bir üçüncü dünya ülkesi de değil. Burası binlerce yıllık devlet geleneğinin sonucu olan, büyük Türkiye Cumhuriyeti. Aklını başına devşir. Böyle şımarıklık olmaz. Böyle devlet yönetilmez.

Kendisi bir de çıkmış, Cuma Namazı sonrasında, kadınlarımızı tehdit eder gibi diyor ki; ‘O iş bitti. Önünü ardını kurcalamayın.’ Aynen böyle diyor. Bak sen… Şu tarza, şu tavra bakar mısınız? Emrin olur ağam!

Bu tehditler, kadınlara sökmez Sayın Erdoğan. Elinden geleni ardına koyma. Tacize, tecavüze, hakarete, dayağa boyun eğmemiş o kadınlar, senin tehditlerine hiç boyun eğmez.

Kurtuluş savaşını yapmış gazi meclisin başkanı değil sanki sarayın meclisteki irtibat bürosu şefi konuşuyor. Yazıklar olsun sana da! Şimdiden uyarıyorum aklınızdan bile geçirmeyin.

Ege’deki adalarımıza çöken Yunanistan karşısındaki ezikliğinizi izlemek için Lozan’a Kanal İstanbul saçmalığınıza kılıç uydurmak için de Montrö’ye göz dikmeyin.

Sayın Erdoğan, bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen, Kanal İstanbul’dan vazgeçmemekte ısrarlı görünüyor. Deniz bilimciler uyarıyor. Jeoloji uzmanları uyarıyor.

“Ekolojik açıdan felaket olur” deniyor. “Milyonlarca vatandaşımızı küçücük bir adacığa sıkıştırmak, felakete davetiyedir” deniyor. Ama kendisi oralı bile değil. “İlle de kanal, inadına kanal.” diye tutturdu, gidiyor. Daha önce de söyledim, tekrar edeyim;

İlla bir kanal açacaksan, Urfalıların feryadını duy, git GAP’ta sulama kanalları aç, yağmurlama sistemleri kur, toprak ana bire beş versin, çiftçimiz de ülkemiz de zenginleşsin. Kırk yılda bir, memlekete bir hayrın dokunsun. Ama nafile.

Tabiata zarar vereceği kesin, Marmara Denizi’ni mahvedeceği kesin, Ama inadından vazgeçmiyor. Çünkü, doğa umurunda değil. Çünkü, deniz umurunda değil. Çünkü, yeşil umurunda değil. Çünkü, milletimiz umurunda değil. Çünkü, kendinden başka hiçbir şey umurunda değil.

Onların umurunda olmayabilir, ama bizim umurumuzda. Sayın Erdoğan ve arkadaşları, kanal diye, beton diye tutturmuşken, dünya, önemli bir değişime sahne oluyor. Artık bütün dünya, denetimsiz, kontrolsüz büyümenin getirdiği, İklim Krizi’yle mücadele etmek için, kolları sıvadı.

“Türkiye için de alarm zili artık çalıyor”

En az gelişmiş ülkesinden, en gelişmiş ülkesine, çöl ülkesinden, orman ülkelerine kadar herkes, doğaya nasıl daha az zarar veririz diye düşünüyor, hesap yapıyor. Çünkü herkes biliyor ki, doğa katliamı ve kirlenme bu hızla giderse, yaşayacak bir dünyamız kalmayacak.

İşte o nedenle biz diyoruz ki; “Türkiye bu mücadelenin dışında kalamaz.” Hele de çılgın proje denilen saçmalıklarla, bu tükenişin değirmenine su taşıyamaz.

Bu kadar basit. Bu kadar net. Rakamlar alarm veriyor. Yalnızca 2021 yılında, yani bu üç aylık süreçte, atmosfere 9,9 milyar ton karbondioksit salındı.

173 milyar ton buzul eridi. 222 milyon ton gıda israf oldu. Denizlere 2 milyon ton plastik atık bırakıldı. Bu hızlı yok oluşa rağmen, maalesef önlem almakta geç kalıyoruz.

Eğer, gerekli önlemleri almazsak; Yalnızca 28 yıl içinde, denizlerde balıktan çok plastik atık olacak. 18 yıl içinde, dünyada temiz su bulmak mümkün olmayacak. Ve 48 yıl içinde de, ozon tabakası geri döndürülemez biçimde tahrip olacak.

Rakamlara lütfen dikkat edin. Uzak bir gelecekten değil, çocuklarımızın ve torunlarımızın bizzat yaşayacağı bir felaketten söz ediyorum. Türkiye için de alarm zili artık çalıyor. İktidar, bu süreci hızlandırmak yerine, bir an önce, çözüm için somut adımlar atmak zorunda.

Paylaşın

HDP Eş Genel Başkanı Buldan’dan ‘erken seçim’ çağrısı

Partisinin haftalık Meclis grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Halk bu iktidardan kurtulmak için bir an önce seçim sandığı istemektedir ve bunu talep etmektedir. Biz de buradan çağrı yapıyoruz: Çözüm erken seçimdedir. İşte tek adam yönetiminin özeti budur!” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin haftalık Meclis grup toplantısında konuştu. Partisine açılan kapatma davası başta olmak üzere gündeme ilişkin değerlendiren Buldan, şunları söyledi:

“Değerli halkımız, basının değerli emekçileri, hepiniz grup toplantımıza hoş geldiniz. Gündeme geçmeden önce hafta sonu kaybettiğimiz Kürt halkının çok değerli mamostesi, sevgili milletvekili arkadaşımız Kadri Yıldırım’a Allah’tan rahmet diliyorum; kederli ailesine, tüm sevenlerine ve halkımıza da başsağlığı diliyorum. Mamoste Yıldırım Kürt kültürüne ve diline büyük emekler verdi, adanmış bir ömür verdi. Bıraktığı değerli miras hepimizin emanetidir. Bu emanete sahip çıkacağımızın sözünü halkımıza veriyoruz. Saygıyla, minnetle ve özlemle anacağız değerli arkadaşımızı. Mekânı cennet, ruhu şad olsun!

“Mahir Çayan’ın mücadelesi bize yol gösteriyor”

Evet, bugün aynı zamanda 30 Mart 1972 Kızıldere Katliamının yıl dönümü. Bu vesileyle Kızıldere’de katledilen Mahir Çayan ve 9 yoldaşını saygıyla anıyorum. Onların hayatlarını devrimci dayanışmanın en büyük örneği olarak feda etmiş olması bugün de mücadelemize ışık tutmaktadır, bizlere yol göstermektedir. Bu yolda hep birlikte dayanışmayla, güç birliğiyle ilerleyeceğiz.

Hep birlikte, büyük krizlerin ve kırılmaların yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Tüm toplumu ve ülkeyi kuşatan, adeta nefes dahi aldırmayan tekçi, talancı, zorba bir yönetim anlayışının hukuksuzluklarıyla, adaletsizlikleriyle ve krizleriyle karşı karşıyayız. Kaybetme korkusuyla herkesi hedef alan, yaptığı hukuksuzluklarla artık meşruiyet sınırlarının dışına çıkan, pusulasını ve siyasi aklını kaybetmiş olan kontrol dışı bir saray iktidarının varlığını herkesin görmesi gerekir.

“Bu iktidar oldukça Türkiye’de kimse güvende değildir”

Altını kalın çizgilerle çiziyorum: Bu iktidar sürdükçe, bu ülkede hiç kimse güvende değildir. Ne toplumun ne kadınların ne emekçilerin ne kimlik ve inançların hiçbirisinin bugünü ve yarınları güvende değildir. Bu çöküş ve kriz sistemi ekonomik krizden cins-kırım düzeyine varana, kadına yönelik şiddete kadar toplumsal, siyasi ve iktisadi alanda yaşanan birçok sorunu her gün daha da derinleştirmektedir. Halkın sorunlarına çözüm üretmesi gereken Parlamentoyu devre dışı bıraktılar. Meclis’in denetim yetkisini ortadan kaldırdılar. Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıp, tek adamın kuvvetler birliğine dönüştürdüler. Bağımsız olması gereken yargıyı Saray’ın baskı aracı haline getirdiler. Anayasayı ve yasaları rafa kaldırdılar. Bunun örneklerini her gün görüyoruz. Kararlar artık Anayasaya ve hukuka göre değil, tek adamın iki dudağı arasından çıkacak fermana göre alınmaktadır. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan muhalefeti dinlemek ve ortak akıl oluşturmak yerine muhalefete savaş açmış durumdalar. Demokrasinin en temel ilkesi olan seçme seçilme hakkına darbe yaptılar. Milyonlarca Kürdün iradesini yok sayarak HDP belediyelerini gasp ettiler. Bunun da yarın yıl dönümü. Boğaziçi’ne kayyım atadılar. Gezi Parkına el koymak için kayyım atadıklarını geçtiğimiz günlerde gördük. Yurttaşların demokratik, ekonomik ve sosyal haklarını tek tek ortadan kaldırmak için, baskı ve sindirme yoluna gittiler.

“Ülke batmış, halk perişan hale gelmiş bunların umurunda değil”

28 Şubatçılar gibi herkesi fişlediler. Bugün Meclis’e getirdikleri ya da getirecekleri güvenlik soruşturması yasası bir fişleme yasasıdır ve kamuya yönelik büyük bir tasfiyenin hazırlığıdır. Halkın, kamunun ekonomik kaynaklarını tükettiler, insanları işsiz, çaresiz, sofraları ekmeksiz ve aşsız bıraktılar.  Halkın vergilerini iktidarlarının bekası savaşına harcadılar. Toplumun tüm değerlerinin içini boşalttılar, çürüttüler. Yalanı yol haritası yaptılar. Kara propagandayı, nefret dilini, komplo ve kumpasları eylem planı haline getirdiler. İstanbul Sözleşmesinden çekilerek, erkek şiddetine adeta alan açtılar. Demokrasiye ve topluma nefes aldıran, umut olan HDP hakkında hukuksuzca kapatma davası açtılar. Demokratik siyasete, birlikte yaşam iradesine darbe süreci başlattıklarını gördük. Bütün plan ve programları kendilerini kurtarmak için, iktidardan düşmemek içindir. Ülke batmış, halk perişan hale gelmiş bunların umurunda değildir.

Bu iktidarın ekonomiden adalete, işsizlikten yoksulluğa varıncaya kadar hiçbir alanda tek bir çözüm politikası yoktur. Milyonlar aç, aşı yok, pandemi can alıyor; buldukları çözüm HDP’ye kapatma davası açmak. Sokakta herkes adalet diye feryat ediyor, buldukları çözüm HDP’ye ve hak arayan herkese karşı adaletsizliği büyütmek olmuştur. Çaresizlik içindeki halk aş ve iş istiyor, huzur istiyor. Saray iktidarının sunduğu çözüm HDP hakkında kapatma davası açmaktır. Aşı yok, pandemi her gün can almaya devam etmektedir. Buldukları çözüm; halkı eve, siyaseti HDP’ye kapatmaktır.

“Çözüm erken seçimdedir”

Tek icraatları vardır; huzur ve refah isteyen halka ve demokrasi isteyenlere siyasetin yolunu, adalet talep edenlere adaletin yolunu kapatmak. Günde en az iki kadın katledilmektedir. Çözümleri erkek şiddetiyle mücadelede büyük öneme sahip olan İstanbul Sözleşmesi’nden kaçmaktır. İşkence, çıplak arama, insan hakları ihlalleri ayyuka çıkmıştır. İktidarın bulduğu çözüm, insan hakları mücadelesi veren Ömer Faruk Gergerlioğlu arkadaşımızın vekilliğini düşürmek ve onu sabah namazında hukuksuzca ve saygısızca gözaltına almak olmuştur. Cumartesi Anneleri çeyrek asırdan uzun bir süredir adalet mücadelesi vermektedir bu ülkede. İktidarın çözümü ise Cumartesi Annelerini yargılamak, hakikatleri karartmak olmuştur. Halk bu iktidardan kurtulmak için bir an önce seçim sandığı istemektedir ve bunu talep etmektedir. Biz de buradan çağrı yapıyoruz: Çözüm erken seçimdedir. İşte tek adam yönetiminin özeti budur!

Evet, demokrasi mücadelesi veren bizlere, emekçi halklara, direnen emekçilere, kadınlara, yoksullara, adalet arayanlara düşen ise bu zulüm düzenine hep birlikte iktidar yolunu kapatmaktır. Bize kapatmaya çalıştıkları tüm yolları birer birer açmak ve bu yolda hızlı adımlarla yürümektir. Bunu da mutlaka başaracağız, bunun sözünü veriyoruz.

İktidar, adaletsizlik ve talan düzenini sürdürebilmek için yüz yıllık demokrasi mücadelesinin temel birikimlerini taşıyan HDP’yi siyaset dışına itmeye çalışmaktadır. Çünkü siyasi hesaplarının önündeki tek engel HDP’dir. Çok net olarak söylüyorum, altını kalın çizgilerle çiziyorum. Kapatma davası kararını, iki yıl önce yerel seçimlerde büyükşehir belediyelerini kaybettikleri 31 Mart akşamı verdiler. 23 Haziran akşamı da kapatma davasını planlayarak, takvime bağlayarak düğmeye bastılar. Bu bu nedenle bu dava siyasi bir intikam davasıdır. Bu, hukuki değil, siyasi bir davadır. Sandıkta kaybetme davasıdır. Halka, halkın iradesine karşı açılan bir kumpas davasıdır.

“Küçük ortak davanın savcısıdır, büyük ortak da başsavcısıdır!”

Bu davanın kararını veren de açtıran da o hukuk rezaleti olan iddianameyi hazırlatan da Saray’ın iki ortağıdır. Küçük ortak davanın savcısıdır, büyük ortak da davanın başsavcısıdır! Her şey çok nettir. AKP-MHP ikilisi, seçim kazanmak için, kendi partilerini açık tutmak için HDP’yi kapatmak istemektedir. Bunun başka bir adı ve anlamı yoktur.

Bu iki ortak HDP’ye karşı Saray’da kurtlar sofrası kurdular. Bu sofrada HDP’yi yemeyi planlıyorlar. Buradan onlara söyleyeceğim şudur. HDP öyle sandığınız gibi kolay bir lokma değildir. Boğazınızda kalır, düğümlenir ve tıkanırsınız! Kapatma davasıyla sizin HDP’den koparabileceğiniz tek bir parça ancak olsa olsa HDP’nin bir tabelası olabilir. Onu da alamazsınız çünkü tabelamızı bile size vermeyeceğiz, kaptırmayacağız. HDP’nin eşit ve özgür yaşam fikriyatını, mücadele geleneği ve kararlılığını ortadan kaldırmaya gücünüz asla yetmeyecektir.

Görmediyseniz bir kez daha hatırlatalım. Newroz’a, Newroz fotoğraflarına bir kez daha bakın. Milyonlar ne dedi, ne mesaj verdi bir kez daha dinleyin. Halk, “benim irademi engelleyemezsin, durduramazsın, buna izin vermem” dedi. O yüzden boş yere HDP’siz bir Türkiye, HDP’siz Meclis hayali kurmayın. Milyonların demokrasi hayali sizin koltuk hayalinizden çok daha büyüktür.

“Kapatma davasından size iktidar çıkmayacaktır”

Kapatma davasından size iktidar çıkmayacaktır. Bu davanın sonucunda en büyük kaybeden ve devranı kapanacak olan sizin iktidarınız olacaktır. HDP milyonların desteği ve gücüyle dünden daha fazla büyüyecek ve güçlenecektir. Bizler asla pes etmeyeceğiz, geri adım atmayacağız. Yolumuzdan dönmeyeceğiz. Halklarımıza sözümüz var, sonuna kadar mücadele edeceğiz. Türkiye halklarını HDP’siz bırakmayacağız!

HDP; Türkiye halklarının birlikte ve eşit yaşam rüyasıdır, mücadele ortaklığıdır, ülkeyi birlikte yönetme umudu ve iddiasıdır. Bu iddiamızı mutlaka ama mutlaka başarıya ulaştıracağız. Halklarımızın rüyası, hayalleri ve büyük mücadelesi sizin iddianamelerinize sığmaz. Bu halkın iradesi kapatma davalarına sığmaz! Bu halkın iradesi kapatma davalarına sığmaz, bunu görecek ve öğreneceksiniz. Zaman sahipsiz, mekân rızasız, mazlum çaresiz değildir! Bunu bir kenara yazın.

“Bu darbe iddianamesi yırtılıp çöpe atılmalıdır”

Buradan bir kez daha hukuktan ve demokrasiden yana olan herkesi, demokrasiye kurulan komplo karşısında net olmaya, kararlı durmaya, demokrasiye en güçlü şekilde sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bu ülkede az da olsa eğer bir hukuk kırıntısı kaldıysa, hukukun onuruna sahip çıkan hukukçular varsa, kapatma davasıyla ülkeyi karanlığa gömmek isteyenlerin karşısında cesaretle durmalıdır. Hukuk adına, toplumun geleceği adına, demokratik Türkiye adına bu darbe iddianamesini yırtıp çöpe atmalıdır.

Çok önemli bir konudan daha bahsetmek isterim. Toplum olarak yaşadığımız kuşatmanın bir diğer ayağı da İmralı’da sürdürülen hukuksuz tecrittir. Devlet kendi hukukunu İmralı’da yok saymaktadır. Son 10 yılda İmralı’ya yapılan 951 avukat başvurusundan sadece 5’ine, 375 aile görüş başvurusundan ise sadece 26’sına cevap verilmiştir! En insani talep olan aile görüşü ve hukuki talep olan avukat görüşü keyfi olarak engellenmektedir. Böyle bir hukuksuzluk olabilir mi? Sormak istiyorum: Anayasada yazılı olan hukuk devletinin sınırları İmralı’nın kıyısında mı bitiyor, ötesine geçmiyor mu? Bu sorunun cevabını iktidardan, Adalet Bakanından bekliyoruz.

“İmralı ile yapılan görüşme değildir, tecridi sürdürme ısrarıdır”

Bakınız, avukatları geçen hafta Sayın Öcalan’ın ailesiyle kısa bir telefon görüşmesi yaptığını, kendisinin hukuksuzluktan bahsettiği ve avukatlarının gelmesi gerektiğini söylediği andan itibaren görüşmenin kesildiğini ve tamamlanamadığını kamuoyuna açıklamıştır. Bu bir telefon görüşmesi değildir. Bu bir aile görüşü değildir, tecridi sürdürme ısrarıdır. Milyonları ilgilendiren bir konuda böylesi bir ciddiyetsizlik ve keyfiyet asla kabul edilemez. Haliyle orada nelerin olduğunu, telefonun neden kesildiğini, neden avukatları ile görüştürülmediğini soruyoruz.

Sayın Öcalan, daha önce de ifade ettiği üzere Türkiye’nin yüz yıllık sorunlarının çözümü için bir muhatap aramaktadır. Devlet aklını ciddiyete ve üzerine düşeni yapmaya davet etmektedir. Çözüm arayışına tecritle karşılık vermek ne sorunun kendisini ortadan kaldırır ne de çözüm taleplerini engeller. Barış milyonların talebidir, toplumsal bir taleptir. Bu talepleri İmralı tecridiyle bastıramazsınız. Tecrit hukuksuzluğuyla ülkeyi, toplumu ve siyaseti dizayn edemezsiniz.

“Çözümün ana harcı diyalog ve müzakeredir”

HDP olarak; demokratik uzlaşı, özgür siyaset ve evrensel hukukun çözümün ana hatları olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz. Diyalog ve müzakere bu hattın harcıdır. Bunun yolu da tecridin kaldırılmasından ve diyalog kanallarının açılmasından geçmektedir. Adalet Bakanlığı başta olmak üzere, ilgili tüm kurumları bu hukuksuzluğa derhal son vermeye, avukat ve aile görüşlerini bir an önce temin etmeye çağırıyoruz. Tecridin kaldırılması bütün Türkiye halklarının ortak çıkarınadır. Newroz’da iradesini ortaya koyan milyonlar tecride bir an önce son verilmesini ve diyalog yollarının açılmasını talep etmiştir. Bu toplumsal talepler yok sayılamaz, görmezden gelinemez. Tutuklu ve hükümlülerin açlık grevlerinin geldiği nokta da mutlaka görülmelidir. Açlık grevleri bugün 124’üncü günündedir. Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nu da meseleyi gündemine almaya çağırıyoruz. CPT’yi de tecrit hukuksuzluğu karşısında daha etkin bir tutum almaya davet ediyoruz.

“Sözleşmeden çekilmek, kadına yönelik şiddetle mücadeleden çekilmektir”

Faşizm kuşatmasının bir diğer hedefi kadınlardır, kadın mücadelesidir. Tek adamın bir gece yarısı gelen kararıyla milyonlarca kadının hayatını ilgilendiren İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı. Bu sözleşme; kadınların yıllarca dişiyle tırnağıyla, binbir emekle ilmek ilmek ördükleri mücadeleyle elde ettikleri bir kazanımdır. Üç beş oy fazla alabilir miyiz diye verilen bu karar, erkek şiddetine karşı mücadeleden, taahhütten çekilmektir. İktidarlarının devamı için milyonlarca kadını, LGBTİ+’ları ve çocuğu ölümle yüz yüze bırakmaktır. Erkek yargıyı aynı zamanda cesaretlendirmektir. İşte sizin eseriniz budur! Sokakları vahşet yollarına çevirdiniz. Bu karardan sonra geçen hafta iki kadın, üstelik biri hamile, diğeri de 5 yaşındaki çocuğunun gözü önünde vahşice katledildi. İki kadın da korunma talebinde bulunmuş olmasına rağmen, devlet erkek şiddetini durduramayarak görevini yerine getirmemiştir. Bu kadınlar binlercesi gibi bir daha güneşi göremeyecek, bir daha sevdiklerine sarılamayacak, aynı yollarda yürümeyecek. İşte sizin eseriniz budur! Sokakları kadınların can verdiği vahşet yollarına çevirdiniz.

Çok açık söylüyorum; kadına yönelik her erkek şiddetinde failin biri suçu işleyense, diğeri de İstanbul Sözleşmesini ortadan kaldıran zihniyettir. Bu kadın düşmanı iktidar, bundan sonra her kadın cinayetinin suç ortağıdır, faili ve sorumlusudur. Evet, sevgili kadınlar, İstanbul sözleşmesi artık kadınlar için mücadele ortaklığıdır. Sözleşmeyi savunmak milyonlarca kadının bedenini, yaşamını, taleplerini ve iradesini savunmaktır. Kadınları başının örtüsüne göre, kadınları diline ve inancına göre, kadınları yaşam tarzına göre ayıran bu erkek iktidarı bilmeli ki biz kadınlar kadın kimliğimizde ve sömürüye karşı mücadelemizde biriz, beraberiz. Bundan sonra da bu yolda beraber yürüyeceğiz.

“İstanbul Sözleşmesini kaldıran erkek kararı biz kadınların nezdinde yok hükmündedir”

İstanbul Sözleşmesini kaldıran erkek kararı biz kadınların nezdinde yok hükmündedir. Bu kararı kadınlar olarak tanımıyoruz. Mücadeleyle kazanılan haklarımızın ortadan kaldırılmasına izin vermeyeceğiz. Buradan tüm kadınlara çağrı yapıyorum: Kadın hakları ve kazanımları bir bütündür. Biri gasp edildiğinde sıra diğerine gelecektir. Belediyelerimize kayyım atayarak eşbaşkanlık sistemimizi ortadan kaldırmayı hedeflediler. İşte İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin yolunu bu yöntemle açtılar. O yüzden tüm kazanımlara bir bütün olarak sahip çıkmalıyız. Elbette kadınların bu mücadele sözleşmesi, günü geldiğinde bu tekçi erkek iktidarını da feshedecek ve tarihin çöplüğüne gönderecektir.

Buradan AKP Genel Başkanına şu çağrıyı yapıyorum: Sizin çekilmeniz gereken yer İstanbul Sözleşmesi değil, oturduğunuz koltuktur, iktidardır. Tek yapmanız gereken iktidardan çekilip gitmektir! Ya çekilerek gidersiniz ya da kadınlar bu erkek saltanatınızı bitirerek sizi gönderecektir. Bizden söylemesi.

“Umutsuzluktan, çaresizlikten intihar eden insanlar…”

Türkiye her alanda olduğu gibi ekonomide de bu iktidarın politikaları nedeniyle büyük bir krizi ve çöküşü yaşamaktadır. Umutsuzluktan, çaresizlikten intihar eden insanlar, destek alamadığı için batan esnaf, tarlasını ekemeyen traktörü, tarlası hacizli olan çiftçi, evine artık gramla-taneyle sebze-meyve alan vatandaş, iş yerinde iliğine kadar sömürülen işçi ve artık iş bulmaktan tümüyle umudunu kesmiş işsiz… Son günlerde sosyal medya görüntüleri yansıdı biliyorsunuz. O görüntüler haksız zenginleşmeyle halkı nasıl yoksullaştırdıklarının bir belgesi, bir fotoğrafıdır.

Ortaya saçılan görüntüler buzdağının sadece görünen bir tarafıdır. Çürüme daha derinlerdedir. Gençler işsizlikten kırılırken, KHK’li doçent çalıştığı inşaatta vincin altında can verirken, cebinde bir lirası olmayan öğrenci intihar ederken, AKP ve yandaş azınlıkları korkunç bir zenginlik içerisinde yaşamaktadır.

AKP’nin bir büro memuru milyoner oluyorsa ihale zengini oluyorsa, tepedekilerin zenginliğini varın siz düşünün. Saray’ı ve AKP’yi adeta paralel Merkez Bankası yaptılar, halkın paralarını buralara aktardılar ve yandaşlarına dağıttılar, dağıtmaya da devam ediyorlar.

“İçeride, dışarıda istiflediğiniz paraları siz getirin!

Halkın yoksullaşmasının en büyük nedeni işte bu iktidarın çürümesidir. Üstüne üstlük ekmek parasını bulamayan insanlarla alay edercesine “yastık altındakileri bankalara getirin” diye çağrı yapan AKP Genel Başkanıdır. Biz de kendisine şu çağrıyı yapıyoruz: Yastığın altında para bulunduran, altın tutan sadece sizsiniz, yandaşlarınızdır. Bin odalı sarayınızda, başka yerlerde, içeride dışarıda istiflediğiniz paraları siz getirin, yandaşlarınız getirsin! Vatandaştan isteyeceğinize çalmayın, çırpmayın, yemeyin. Siz eğer bunları yapmazsanız, halka başka bir yol gösterirseniz halk bunun hesabını sandıkta mutlaka ama mutlaka soracaktır.

İktidarınız boyunca insanların yastık altında bir birikiminin hiç olmadığını bilmiyor musunuz? İnsanlar açlıkla, sefaletle, yoksullukla mücadele ederken yastığın altına para koyamaz. Elinde parası yok, yiyecek ekmeği yok. Çocuğunu okula gönderecek parası olmayan insanlar yastığın altına para koymaz. Başını yastığa huzurla koyamaz, huzurla uyumaz. Bunu yapan sizsiniz. O yüzden biz çağrı yapıyoruz: Türkiye’nin geleceği için önce paraları getirin, bankalara yatırın ondan sonra da bu iktidardan çıkın gidin.

“Halk için, esnaf için, işsiz için, yoksul için istikrar yoktur bu ülkede”

Bu iktidar istikrardan, reformdan, şahlanıştan bahsediyor. İstikrarınız yandaşlarınız için vardır, çifte maaş alan Saray bürokratlarınız için vardır bunu da biliyoruz. Kamu garantili ihaleler verdiğiniz, yaptıkları yollar çöken yandaş müteahhitler için vardır. TL’yi bir gecede dibe indirerek önceden yaptığınız büyük dolar vurgunlarınızda istikrar vardır bunu da biliyoruz. Merkez Bankasının 128 milyar dolarını eritmenizde istikrar vardır. Bir de yalanlarınızda, talanlarınızda, zulümlerinizde istikrar vardır. Halk için, esnaf için, işsiz için, yoksul için istikrar yoktur bu ülkede. Onlar için iktidarınızın sadece ve sadece zulmü vardır.

Dün akşam pandemi ile ilgili bir risk haritası yayınladılar. Her yer kırmızıya dönmüş durumda. Bu harita salgını yönetemediklerinin belgesi, başarısızlık haritasıdır. Haritadaki kırmızının gösterdiği bir diğer gerçek ise şudur: AKP iktidarı bütün Türkiye için risktir. Doğudan batıya, kuzeyden güneye herkes için risktir. Bu yüzden biz, bu rejime kriz ve çöküş rejimi diyoruz. Gittiğimiz her yerde bu çöküşü derinden hissediyoruz.

HDP Karadeniz’dir, Artvin’dir, Hopa’dır; HDP Türkiye’dir

Biliyorsunuz daha önce başlayan ve son olarak Karadeniz’de devam eden “Aş ve İş Buluşmalarımızı” Türkiye’nin her yerinde sürdürüyoruz, sürdürmeye de devam edeceğiz. Geçen hafta arkadaşlarımızın emeklerine, yüreklerine sağlık Karadeniz’deydiler, Hopa’da Artvin’deydiler ve halkı dinlediler. Halklar arasına konulmak istenen düşmanlığa karşı horonda, halayda birleştiler, emeklerine oyunlarına sağlık. Biz gittiğimiz her yerde ortak sorunumuz Saray rejimi dedik. İşsizlik, aşsızlık, yoksulluk dedik. Soframıza, emeğimize, alın terimize göz dikenlere karşı hep birlikte mücadele edelim dedik, demeye devam edeceğiz. Birlikte mücadele etmeye, birlikte adil bir biçimde bölüşmeye, birlikte doymaya, birlikte özgürleşmeye karar verdik. Lazıyla Çerkesiyle, Türküyle, Kürdüyle Türkiye’nin her yerinde her alanında bu mücadeleyi yürüteceğimize söz verdik. Buradan Artvin’de, Hopa’da heyetimizi sıcak şekilde karşılayan Karadeniz’in çay üreticisi kadınları başta olmak üzere tüm halklarımıza sevgi ve saygılarımızı iletiyoruz. HDP Karadeniz’dir, Artvin’dir, Hopa’dır; HDP Türkiye’dir.

Yaşadığımız tüm bu karanlık tabloya bakarak hiç kimse asla umutsuzluğa ve kaygıya kapılmamalıdır. İktidar kaybedecek olmanın büyük korkusunu yaşamaktadır. Bizler ise kazanacak ve başaracak olmanın umudunu ve heyecanını yaşıyoruz. HDP var olduğu sürece umut da cesaret de başarı da hep var olacaktır. İnanın ki onurlu ve adil bir geleceği hep birlikte kuracağız. Bu zulümden hep birlikte kurtulacağız. Değişim ve demokrasi baharını hep birlikte yaşayacağız. Omuz omuza ve yan yana duracağız. Hep birlikte mücadele edeceğiz. Bu çöküşten büyük demokrasi hamlesi ile mutlaka çıkacağız. O günler çok yakın. Yolunuz, yolumuz açık olsun. Hızır hepimizin yoldaşı olsun!

Paylaşın

CHP Lideri Kılıçdaroğlu: İstanbul sözleşmesi geri gelecek

Partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine değinerek, “İstanbul Sözleşmesi ne oldu? Ben feshettim diyor. Meclis Başkanı’ndan haber var mı? TBMM’nin iradesini ipotek altına alamazsın deniyor mu? diyemiyor. O zorba gidecek, İstanbul Sözleşmesi geri gelecek, hiç kimse endişe etmesin.” dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında konuştu.

Konuşmasında, uyuşturucu kullanırken görüntüleri ortaya çıkan ve ticari faaliyetleriyle gündeme oturan Kürşat Ayvatoğlu’yla ilgili açıklama yapan Kılıçdaroğlu, “AK Partinin yarattığı gençler var. Her türlü yolsuzluğu, vurgunu görüyorlar. Benim neyim eksik diyor. Hırsızı büyükelçi yapıyorlarsa beni de yükseltirler diyor. Ortaya çıkan tablo tepeden tırnağa bir vurgun tablosudur.” dedi.

Konuşmasının devamında, AK Parti iktidarına israf ve haksız kazanç üzerinden yüklenen CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Bu kadar açlık, fukaralık varken kimse 50 bin avroluk çantayla gezemez” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine değinerek, “İstanbul Sözleşmesi ne oldu? Ben feshettim diyor. Meclis Başkanı’ndan haber var mı? TBMM’nin iradesini ipotek altına alamazsın deniyor mu? diyemiyor. O zorba gidecek, İstanbul Sözleşmesi geri gelecek, hiç kimse endişe etmesin.” dedi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Grup Konuşması şöyle;

SMA hastalığını gayet iyi biliyorum. Aileleri ile defalarca görüştüm. Sosyal devletin varlık nedeni, bu tür ailelere her türlü yardımı yapmaktır, her türlü tedaviyi gerçekleştirmektir. Tedavinin pahalı olduğunu da biliyorum. Bu pahalılık içinde ailelerin çocuklarını tedavi ettirmek için ellerinde yeterli imkanların olmadığını da gayet iyi biliyorum. Ama bütün kardeşlerimin şundan emin olmalarını isterim: Her yerde, her koşulda sizin yanınızdayız ve sizin haklarınızı sonuna kadar savunacağız. Çünkü çocuklarınız bu ülkenin evlatları; onların sağlıklı olması, iyi bir eğitim almaları, anneleri ve babaları için gurur vesilesi olmaları hepimizin ortak arzusudur. Tekrar hoş geldiniz diyorum. Sizlere selamlarımı, saygılarımı iletiyorum.

Değerli arkadaşlarım; devletten söz ettik. Sosyal devletten söz ettik. Devlet aslında bir tüzel kişiliktir. Devletin organları vardır ve devlet, organları eliyle yönetilir. Yönetim mekanizmasının başında ise seçimle gelen iktidar vardır ve iktidar devleti yönetir ama istediği gibi değil; her devletin bir anayasası vardır, kuralları vardır, o kurallar çerçevesinde devleti yönetir, kuralların dışına çıkmamaya, hukukun üstünlüğüne özen gösterir. Bu, aynı zamanda devlete saygınlık kazandırır. Dolayısıyla o nedenle sık sık tekrar ederim: Devlet, bilgiyle yönetilir. Devlet, gelenekleri ile yönetilir. Devlet, ilimle, irfanla yönetilir. Devlet, kinle ve öfkeyle yönetilmez. Devlet, ahlakla ve adaletle yönetilir. Hazreti Ali’nin söylediği gibi, devletin dini adalettir. Dolayısıyla biz devletimizi böyle biliyoruz, devletimizi böyle kabul ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sıradan bir devlet değildir. Kuruluşu bütün mazlum milletlere örnek olmuştur. Her karış toprağında şehit kanları vardır. Dolayısıyla devletimizi, yani vatanımızı, yani bayrağımızı her şeyin üstünde tutarız; canımızın, malımızın üstünde tutarız. Ama isteriz ki, devleti yönetenler aynı duyguyu yönetirken de hissetsinler. Dolayısıyla devlete böyle bakmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.

“Para halk için kullanılır, cep için kullanılmaz”

Devleti yönetenler aynı zamanda eleştirilere tahammül etmek zorundadırlar. Aslında devleti yönetenlerin ilham alacakları en büyük kaynak, kendilerine yönelik eleştirilerdir. Çünkü eleştirilen bir yönetim, bir iktidar, en azından eksiğinin ne olduğunu, hatasının ne olduğunu eleştirilerden öğrenmiş olacaktır. Eleştirdi diye insanı hapse atmak, insanı tutuklamak çağdaş devletlerde söz konusu değildir ve yine devleti yönetenler, devletin kaynaklarını özel çıkarları için, ailelerinin çıkarları için veya yandaşlarının çıkarları için kullanmazlar. Çünkü devleti yönetenler bilirler ki, ahlaklı olan yöneticiler bilirler ki, o paraların tamamı millete, yani halka aittir. Dolayısıyla para halk için kullanılır, cep için kullanılmaz. Bunun da altını özellikle çizmek isterim.

Devleti yönetenler, harcadıkları her kuruşun hesabını yine bu millete vermek zorundadırlar. Bu zorunluluğu hisseden bir yönetim, Türkiye’ye ya da yönettiği ülkeye büyük katkılar yapan yönetimdir. Her kuruşun hesabını vermek demek, millete saygı duymak demektir. Her kuruşun hesabını vermek demek, demokrasiye inanmak demektir. Her kuruşun hesabını vermek demek, insana saygı duymak demektir. Dolayısıyla devleti yöneten siyasi iktidarın, toplanan her kuruşun hesabını millete vermesi lazım.

“Devleti yönetenler kinle, öfkeyle devleti yönetmezler intikam duygusuyla devlet yönetilmez”

Değerli arkadaşlarım; yine çağdaş devletlerde devleti yöneten siyasal iktidar, israftan olabildiğince kaçınır. İsraf, inancımıza göre de haramdır. Mademki haramdır, mademki israftan kaçınacağız, o zaman devleti yönetenler görkemli, şatafatlı işlerden özenle kaçınırlar. Çünkü devleti yönetenler eğer israf batağında yüzenlerse, bütün dünyada alay konusu olurlar. O nedenle en saygın devletlerde, devleti yöneten, iktidarın başındaki, en tepedeki kişinin -dünyada hiçbir örneği yoktur- 13 uçağa olmaz. 13 uçak demek, milyonlarca kişinin hakkını gasp etmek demektir. O nedenle devleti yönetenler israftan kaçınırlar. Tam tersine devleti yönetenler, kendileri, aileleri ve yakınları ile beraber topluma örnek olurlar. Mütevazı bir yaşamları olur ve toplum onları gördüğü zaman gururlanır. “Evet, bizim seçtiğimiz kişiler bize örnek oluyorlar. İsraftan kaçınıyorlar. Har vurup, harman savurmuyorlar, kaynakları yandaşlara aktarmıyorlar, toplum için kullanıyorlar” denir. Dolayısıyla bizim temel felsefemiz de budur.

Yine söyleyeyim: Devleti yönetenler kinle, öfkeyle devleti yönetmezler intikam duygusuyla devlet yönetilmez. Cumartesi Anneleri var değil mi? Cumartesi Anneleri… Nedir Cumartesi Anneleri veya Diyarbakır’daki anneler; nedir bu annelerin dertleri? Kimisi eşini arıyor, kimisi çocuğunu arıyor. Peki, devletin görevi nedir? Bu annelerin taleplerini karşılamaktır. Cumartesi Anneleri diyorlar ki: “Eşim yok, oğlum yok. Kayıp, mezarını bilmiyorum, bari mezarın yerini gösterin” diyor. Cumartesi Annelerini yani hak arayan anneleri topluyorsunuz, yargılıyorsunuz, toplantı ve gösteri yürüyüş kanununa muhalefet etti diye. Hangi devlet anlayışında bu vardır? Hakkı teslim etmesi gereken devlet, kişinin elinden hakkı alıyor. Hakkını talep eden anneyi zorla, baskıyla mahkemeye çıkarıyorsun, “neden hakkını talep ettin?” diye. Hangi vicdan bunu kabul eder, hangi ahlak bunu kabul eder, hangi insanlık bunu kabul eder? Bunları niye anlatıyorum biliyor musunuz? Geçmişte Ak Parti’ye oy veren bütün kardeşlerime, geçmişte Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren bütün kardeşlerime anlatıyorum: Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Böyle bir devlet yönetimi kaos getirir. Böyle bir devlet yönetimi şiddet getirir. Biz şiddetten ve kaostan uzak, huzurlu bir toplum istiyoruz. Devleti yönetenler, adaletle devleti yönetmek zorundadırlar.

Değerli arkadaşlarım; devleti yönetenler, hukukun üstünlüğüne inanmak zorundadırlar. Yargı bağımsızlığına, medya özgürlüğüne inanmak zorundadırlar. Yargıya müdahale etmemek zorundadırlar. Yargıya müdahale ettiğimiz andan itibaren, devlette çürüme başlar. Devletin en temel organında çürüme başlar. Nedir çürümenin özü? Çürümenin özü, vatandaş mahkemeye, yani hakka hukuka inanmamaya başlar. “Bu mahkeme adalet dağıtmıyor” der. “Bu mahkeme siyasi otoritenin emrindedir” der. “Bu mahkemenin başkanı, falan partilidir” der. O zaman adalet çürüyorsa, devlet de çürümeye başlar. O nedenle yargı bağımsızlığına devleti yönetenlerin dikkat etmesi gerekir. O nedenle defalarca söylüyorum. Ak Partili kardeşlerim defalarca söylüyorum. Bir siyasi partinin genel başkanı mahkemelere hakim tayin edemez, etmemelidir. Aksi halde devlette çürüme başlar. Bunu söylüyorum.

Devleti yönetenler adalete gerekli önem verdikleri zaman, huzurlu bir toplum inşa etmiş olurlar. Ne demek huzurlu bir toplum? Kendi içinde barışık olan, farklılıkları zenginlik olarak gören bir toplumu inşa etmiş olurlar. Kimse kimsenin kimliğiyle, kimse kimsenin inancıyla, kimse kimsenin yaşam tarzıyla ilgilenmez. Her evde huzur, her evde bereket olur. Devleti yöneten iktidarların temel felsefesinin, temel amacının bu olması gerekiyor. Yine devleti yönetenler işsizliğin nasıl bir felaket olduğunu bilmek zorundadırlar. İşsizlik, en büyük kötülüktür. Bütün kötülüklerin anası, işsizliktir. İşsiz insandan bir şey bekleyemezsiniz, bir moral bekleyemezsiniz. İşsiz insan, kendisini toplumdan koparmış insan demektir. İç dünyasında alevlerin yandığı bir kişi demektir. Kendi iç hesaplaşmasını bile doğru dürüst yapamayan insan demektir. Hele hele üniversiteyi bitirir, hele hele aylardır, yıllardır iş arayıp da bulamayan bir kişinin derdini acaba kim bilebilir? Peki, devleti yönetenler ne yapmak zorunda? Eğer işsizlik bütün kötülüklerin anası ise, işsizlere iş bulmak zorundadır. Bunu yapmak zorundadır. Bu olmadığı takdirde ciddi sorunlar çıkar ortaya, toplumsal sorunlar çıkar ortaya.

Bakın daha bugün gazetelerde haber var. “ÇAYKUR mevsimlik işçi alacak”. Belli bir ay çalışacaklar, bir yıl bile değil. 210 kadroya, 23 bin kişi başvurmuş. Peki, Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime de seslenmek isterim: “Bu tablodan memnun musunuz?” Memnun olmadığınızı gayet iyi biliyorum. Sizin içinizden bazılarının çocuklarının çok iyi yerlerde olduğunu da biliyorum. Bir değil, birden fazla maaş aldıklarını da biliyorum ama bu ülkenin evlatları hepimizin evlatlarıdır. Bu ülkenin evlatlarından bir kişi işsizse hepimizin oturup düşünmesi lazım, özellikle bu parlamento çatısı altında görev yapan bütün milletvekillerinin oturup düşünmesi lazım. Neden çocuklarımız işsiz? Hangi gerekçeyle işsiz? Ve yine geçmişte AK Parti’ye oy veren bütün kardeşlerime sormak isterim: 19 yıl devleti yönetecek, 10 milyonun üstünde işsiz yaratacak, 10 milyonun üstünde… 10 milyonu işsiz, 10 milyon hanede huzursuzluk var demektir, 10 milyon hanede sorun var demektir, 10 milyon hanede alev var demektir; alev, alev… Sarayda oturanlar farkında mı? Allah aşkına bir daha soruyorum: Sarayda oturanlar farkında mı? Bu tablonun acaba farkındalar mı? Benim içim yanıyor ama onların içi yanmıyor. Zaten temel sorunumuz da bu değerli arkadaşlarım.

Devleti yönetenler, Türkiye’nin ekonomik ve siyasal bağımsızlığına özen göstermek zorundadırlar. Ne demek bu? Devleti yöneten siyasi kadro, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlığını korumak ve devleti ve o devlette yaşayan yurttaşları bir avuç kişiye muhtaç etmemek zorundadırlar. Yabancı kişiye… Niye söylüyorum ben, “83 milyon kişiyi Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale getirdiniz” diye. Neden söylüyorum ben, “Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı ciddi yara alıyor” diye. Londra’daki tefecilere yüz milyarlarca lira faiz ödeyeceğinize, iyi bir politikayla o faizin tamamını Türkiye’de yatırıma dönüştürseydiniz ne olurdu? Yeri geldiğinde söylüyorlar: “Borç alan, emir alır.” Evet, borç alan emir alıyor. Emir aldıkları için bu hale geliyor Türkiye. Düyun-u Umumiye’yi de biliyoruz, Borçlar Genel Müdürlüğü’nü de biliyoruz. Birisi Osmanlı’ya ait, birisi bu iktidara ait. Sözüm sözdür: Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda, ilk yapacağımız işlerden birisi Borçlar Genel Müdürlüğü’nü kapatmaktır. Yeter artık ya, yeter artık!
Devleti yönetenler, dış politikada Türkiye’nin çıkarlarını korumak zorundadırlar. Devleti yönetenler, kendi özel çıkarları için, kendi özel gündemleri için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni feda edemezler, feda edemezler! Kalkıyorsunuz, Mısır’la kavga ediyorsunuz. Suriye ile kavga ettiniz. Ne oldu? Ne oldu? 40 milyar dolar Suriyeliler için harcadınız, ne oldu? Türkiye’nin ne çıkarı oldu, ne kazandı Türkiye? İdlib’de şehitlerimiz oldu, hesabını bile sormaktan korktular, hesabını bile… Vuran Rusya, apar topar Rusya’ya koştular, Putin’in kapısında dakikalarca beklediler. Bu mudur devletin itibarını korumak? AK Partili kardeşlerime özellikle sesleniyorum: Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı… 33 şehidimiz var, vuran Rusya ve sen gidiyorsun Rusya’ya, Putin’in kapısında dakikalarca bekliyorsun; sonra Türkiye’ye itibar kazandırdım diyorsun. Neyin itibarı?

“Böyle bir devlet anlayışını, böyle bir devlet yönetimini dünyanın hiçbir ülkesi görmemiştir”

Ağırıma gidiyor, ağırıma gidiyor… Gerçekten ağrıma gidiyor. Bunlar saraylarda oturuyorlar. Sizde hiç vicdan yok mu? Hiç karakter yok mu sizde? İnsanın bir karakteri olur. Hesap sorulacak yerde, hesap vermeye gidiyorsun. Karaktersiz insanlar, bir devleti yönetemezler, hele dış politikada. Ne işin var senin Mısır’la kavga ettin kardeşim? Doğu Akdeniz’deki haklarımızı kazanmak için senin Mısır’la beraber olman lazım. Tarih birliğimiz var, kültür birliğimiz var, inanç birliğimiz var. İhvancı dış politika, senin ne işine arkadaş ya ihvancı dış politika? Ne işine? İslam dünyasının terörist kabul ettiği insanları, getirip İstanbul’da ağırlıyorsun, neden? Neden? Kaybeden kim? Türkiye. Kaybeden kim? Biziz. Saraydakiler oturuyorlar? Emin olun, Allah inandırsın yüzleri bile kızarmaz bunların. Böyle bir devlet anlayışını, böyle bir devlet yönetimini dünyanın hiçbir ülkesi görmemiştir.

Değerli arkadaşlarım; devleti yönetenler işi ehline teslim ederler. İşi ehline verirsin. Bakarsın yapıyor mu, yapmıyor mu? Adamın dünyadan haberi bile yok, o işi hiç bilmiyor ama yandaş… O da malı götürüyor, o da malı götürüyor. “Bunu getirelim. Benim açığım dolayısıyla kimseye bir şey söylemez.” Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti -açıkça söylüyorum- soyuluyor, soyuluyor. Bu zengin ülke soyuluyor, bir avuç insan tarafından soyuluyor. Değerli arkadaşlarım; işi ehline vermek, aynı zamanda bir işin en sağlıklı ve en tutarlı şekilde yapılması ve bitirilmesi demektir. Siyasi otoriteden talimat alır, onu en mükemmel şekilde yapar, getirir siyasi otoriteye teslim eder. Kanun çıkarmışlar, kanun teklifini milletvekilleri verecek. Artık eskisi gibi bakanlar olmadığı için, Bakanlar Kurulu da olmadığı için, tek kişilik hükümet… Onlar da kanun teklifi veremiyorlar. Dünyanın her tarafında, dünyanın bütün saygın ülkelerinde, kanun teklifleri, kanun tasarıları bürokrasi tarafından hazırlanır, siyasi otoritenin talepleri doğrultusunda. Diğer yasalarla ilişkileri kurulur. Biz ne yapıyoruz? Gene hazırlanıyor bürokrasiden, veriliyor Ak Parti milletvekillerine: “Basın altına imzayı, kanun teklifini verin.” Kendi kendimizi kandırıyoruz. Komisyonlarda görüşülüyor, milletvekiline soruyorlar, nedir bu? O da bilmiyor. Altına basmış imzayı, nereden bilecek? Bilmemesi ayıp değildir. Bakın altını özenle çizeyim: Bilmemesi ayıp değildir, ayıp olan bu rejimin dayatılmasıdır, bu anlayışın dayatılmasıdır. Devleti yönetenler değerli arkadaşlarım, bütün yetkilileri kendi üstlerinde toplamazlar. Bir kişiye devletin bütün yetkilerini verdiğiniz zaman, o devlet için felaket hazır demektir. Bir kişi her şeyi bilir mi? Ameliyathaneye de o kişi girecek, kaynak ustası da o kişi olacak, efendim aynı zamanda mühendislik yapacak, aynı zamanda doktorluk yapacak… Böyle bir anlayış yoktur. Özellikle Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim: Gelişmiş ülke tanımı nedir? Öyle ya, “ülke gelişmiş” diyoruz. Neresi? Kanada. Neresi? Norveç. Neresi? Japonya. Neresi? Güney Kore… Ne demek gelişmiş ülke tanımı? Eskiden kişi başına milli gelir diyorlardı, baktılar bu değil. Eskiden tüketilen gazete ve okutulan, okunan kitap falan deniyordu, bu da değil. Gelişmiş ülke, küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülkedir, nokta. Bir daha ifade edeyim: Gelişmiş ülke, küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülkedir. Ne kadar çok toplum alt ayrıntılarda yeni kadrolar oluşturursa, o ülke gelişmiştir. Eskiden “doktordur” derdik değil mi? Şimdi, “hangi doktor” diyoruz? Kadın doğum mu, kulak-burun-boğaz mı, kalp cerrahı mı, çocuk cerrahı mı, sinir mi, bevliye mi? Neyse… Demek ki küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden ülke, gelişmiş ülkedir. Bir kişiye bütün yetkilerin verildiği ülke de felaket ülkesidir. Kendi ülkesine, kendi halkına yardım yapmayan ülke demektir. Türkiye’yi felakete sürükleyen ülke demektir.

Değerli arkadaşlarım; devleti yöneten kadroların asgari düzeyde kendi tarihlerini bilmesi lazım. Kendi tarihini bilmeyen insan, sağlıklı bir yönetimi gerçekleştiremez, bürokrasiye sağlıklı bir talimat da veremez. Eğer Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Montrö Sözleşmesi’nin ne anlama geldiğini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için ne kadar önemli olduğunu bilmiyorsa, o koltukta oturamaz, oturmamalıdır.

“Sarayın vekilleriyle, milletin vekilleri ayrıdır. Biz milletin vekiliyiz”

Şimdi, “efendim ben öyle söylemedim.” Bırakın onları, bırakın onları. Bir gece yarısı, bir kararla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesine ipotek kondu mu, konmadı mı? Kondu. İstanbul Sözleşmesi ne oldu? “Ben iptal, feshettim” diyor. Meclisi Başkanı’ndan bir haber var mı? “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iradesini ipotek altına alamazsın” deniyor mu? Diyemiyor, cesaret edemiyor. Neden? Koltuğunu ona borçlu da ondan. Bir kişiye borçlu koltuğunu, bir kişiye hizmet ediyor, devlete değil. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne değil, bir kişiye hizmet edenler 83 milyona hizmet edemezler. Ak Parti milletvekilleri ve MHP milletvekilleri, parlamentodaki, tamamı ama tamamı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bir kişiye hizmet ediyorlar, 83 milyona değil. Bir kişiden talimat alıyorlar. “Beyler elleri kaldırın”, hep beraber kalkıyor. “Beyler elleri indirin”, hep beraber iniyor. Ne için el kalktı, ne için indi? Haberleri var mı? Haberleri yok. İradesini bir kişiye teslim edenler, milletin vekili olamazlar. Sarayın vekilleriyle, milletin vekilleri ayrıdır. Biz milletin vekiliyiz.

Yine ifade edeyim: O zorba gidecek, İstanbul Sözleşmesi geri gelecek. Hiç kimse endişe etmesin.
Dedik ki: Kendi içinde barışık bir toplum olması lazım. Devleti yöneten kadronun, kendi içinde barışık bir toplum yaratması lazım ve dolayısıyla sosyal devleti güçlendirmesi lazım. “Emeklilere Ramazan ve Kurban Bayramı’nda birer maaş ikramiye” demiştik. Noterden taahhüt etmiştim, noterden “yapacağım” diye. Dönemin bakanı demişti ki: “Buyurun yapın bakalım. Eğer yaparsanız ben de gidip CHP’ye oy vereceğim.” Yaptılar mı, yaptılar. 2018, 2019, 2020, 2021; niye zam yok? Emeklilere niye zam verilmiyor? Enflasyon sıfır mı? Enflasyon sıfırsa, vermeyin zam, tamam biner lira verin. Hesabını yaptık değerli arkadaşlarım; 2018’den bugüne kadar eğer zam uygulansaydı, enflasyon uygulansaydı, emeklinin alacağı aylık ikramiye normalde 1658 lira olacaktı. Hadi bunu yapmıyorsun diyelim, hadi “imkanım yok diyorsun” diyelim, hadi “bütçede para yok” diyorsun. O zaman 1500 lira yap. “Ramazan ve Kurban Bayramı’nda emeklilere 1500 lira emekli ikramiyesi veriyorum” diyeceksin. “Bu toplumun huzuru için, barışı için veriyorum” diyeceksin. Verir mi? Vermesini isterim. Vermezse biz vereceğiz arkadaşlar, biz vereceğiz, biz vereceğiz.

Çiftçilerin durumu da sıkıntılı, bakın rakamları çıkardık. Kamu ve özel bankalara çiftçilerin borcu 134 milyar lira. Kamu ve özelden kredi almışlar 134 milyar lira. Tarım Kredi Kooperatiflerinden aldıkları kredi de, borç da 8 milyar 260 milyon lira. Yani toplam 142 milyar lira çiftçinin borcu var bankalara ve Tarım Kredi’ye, 142 milyar lira… Ayrıca hani mazot, ilaç, gübre, bayilere borç, su, elektrik borçları hariç bankalardan aldıkları krediler bunlar. Kanun geldi buraya, “çiftçilerle ilgili yeniden yapılandırma yapalım” dedik. Teklifler yapıldı, parlamentoda söylendi. “Hayır, yapmayacağız” dediler ve yapmadılar. Ama Bankalar Birliği şöyle bir açıklama yaptı: “173 firmanın, 35 milyar liralık borcu yeniden yapılandırıldı.” Yüzbinlerce çiftçinin borcu yapılandırılmıyor, 173 firmanın borcu yeniden yapılandırıldı. Niçin? Bunlar iktidara yakın, seçim zamanında para veriyorlar, yardım yapıyorlar, adamları destekliyorlar. Hatta biliyorsunuz Katarlı bir firma sözleşmeye bile uymadı. “Ben ödeyemiyorum borcumu” dedi. Firma, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne rest çekti, resti saray gördü. “Tamam” dedi, “sesimi çıkarmıyorum” ve indirdi. 90 milyon dolar bir seferde indirdi. Çiftçiye gelince yeniden yapılandırma yok. Çiftçilere sözüm var, bütün çiftçilere sözüm var. Pandemi döneminde Tarım Kredi’den veya bankalardan aldığınız kredilerin faizlerini sıfırlayacağız ve anaparayı da makul takside bağlayacağız. Sözümdür bu.

Efendim, “devleti yönetenlerin adaletli olması lazım” dedik ve devleti yönetenlerin devletin kurumlarına saygı göstermesi gerekir. O kurumların içinde bulunduğu sorunları da çözmesi gerekir. Muhtarlıktan söz ediyorum ve muhtarlardan söz ediyorum. Değerli arkadaşlarım; Sayın Bahçeli, 13. Olağan Büyük Kurultayı’nda açıklama yapıyor: “Kılıçdaroğlu; her muhtarlığa bir özel kalem müdürü atanırsa, işsizliğin sona ereceğini cahilce müjdelemiş.” Birazdan geleceğim… Erdoğan’da -fırsat yakalamışlar ya; Kılıçdaroğlu bir şey söyledi, nasıl eleştiririz diye- yine kendi kongrelerinde, büyük kongrelerinde: “Bay Kemal kalkmış muhtarlara özel kalem müdürleri atayacağız diyor. Eğer gelirsen atarsın.” Geleceğim ve atayacağım, geleceğim ve atayacağım.

“Haklı mıyım? Haklıyım sonuna kadar”

Az önce söyledim, az önce söyledim. Devleti yönetenlerin en azından kendi ülkelerinin tarihini bilmesi lazım. Kizir ne demektir bilirler mi acaba? Kiziroğlu Mustafa’yı da bilirler mi acaba? Kiziroğlu’nun ne olduğunu biliyorlar mı acaba? Muhtar yardımcısı demek. Ben muhtara yardımcı personel vereceğim. Niye itiraz ediyorsun? Hangi gerekçeyle itiraz ediyorsun? Muhtarı küçümsüyor, muhtarı aşağılıyor. Kardeşim belediye başkanını seçen halk, muhtarı da seçiyor mu? Evet. Milletvekilini seçiyor mu? Evet. Cumhurbaşkanını seçiyor mu? Evet. Peki, neden muhtara bir yardımcı personel vermiyorsun? Muhtar bir yere gittiğinde kapatıyor muhtarlığı. Yardımcı personel olsa kapatmayacak. Haklı mıyım? Haklıyım sonuna kadar. Kesinlikle bütün muhtar kardeşlerime sesleniyorum: Sizin hakkınızı sonuna kadar savunacağım. Onlar duymadı, bir daha söyleyeyim: Hem yardımcı personel vereceğim, hem size, her birinize özel bütçe vereceğim.

Tarihi bilmeyenler, benimle yarışmaya kalkıyorlar. Sen tarihi bil, tarihi. Tarih cahilleri bana ders vermeye kalkıyorlar. Sen ne Milli Kurtuluş tarihini bilirsin, Ne Osmanlı tarihini Bilirsin. “Beş tane Osmanlı tarihini yazan insanı say” desem, sayamazlar. Devleti yönetmek farklı bir şeydir. Devlet bilgiyle, birikimle yönetilir. Kendi ülkenin tarihini bilmeyeceksin, kalkıp bana laf edeceksin. Değerli arkadaşlarım, her kesimin sorunu var, her kesimin. Devleti yöneten insanlar -az önce söyledim- topluma örnek olmak zorundadırlar. Söylemleri ve eylemleri, yani tavırları, yani hareketleri arasında tutarlılık olması lazım, tutarlılık. Efendim pandemi var, sosyal mesafeyi koruyalım, sokağa mümkünse az çıkalım. Güzel, kim söylüyor? En tepedeki adam koro halinde söylüyorlar. Peki Türkiye niye kıpkırmızı oldu? Lebâleb doldurdunuz salonları, bir de onunla övündün, bir de doktorluğa soyundun: “Efendim, kar yağdı, mikroplar öldü.” Akla bakın Allah aşkına, akla bakın ya ve bunlar devleti yönetiyorlar.

İşin garip tarafı, bunlar devleti yönetiyorlar. Şimdi yeniden kapanma başladı. Fatura kime? Esnafa çıkacak fatura, kime çıkacak fatura? Sarayda oturanlara fatura mı çıkar? Bir elleri yağda, bir elleri balda zaten. Esnaf kardeşim, sana sesleniyorum: Beni biliyorsun, ailemi de biliyorsun, çoluk çocuğumu da biliyorsun. Nasıl yaşadığımı da biliyorsun. Saraydakileri de biliyorsun. Ben bütün bu tabloyu senin vicdanına havale ediyorum. Her kuruşun hesabını vereceğim, sana destek olacağım. Sen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin orta direğisin. Orta direği güçlendireceğiz.
Halı saha işletmecileri perişan vaziyetteler, perişan vaziyettedir. Son 12 ayda sadece 3 ay çalışmışlar. 500 bin kişilik bir aile bunlar. Dertleriyle ilgilenen var mı? Sorunlarıyla ilgilenen var mı? “Ya arkadaş hangi derdiniz var?” diye soran var mı? İcrayla karşı karşıyalar. Yerler söküldü, ellerinden alındı ama saraydakilerin hiç haberi yok. Değerli arkadaşlarım; ne dedik? Devleti yönetenlerin topluma örnek olması lazım; davranışıyla, hareketleriyle, karakterleriyle, ahlaklarıyla topluma örnek olmaları lazım. Ailesi ile topluma örnek olması lazım. 50 bin avroluk çantayla gezemezsiniz. Bu kadar açlık, yoksulluk, fakirlik, fukaralık varken, 50 bin avroluk çantayla kimse gezemez arkadaş. Gezmemelidir, ahlaklı olan gezemez, gezemez.

“Bu mudur devleti yönetmek? Bu mudur ahlak, bu mudur adalet?”

Asgari ücretli, 2 bin 825 lira net varılıyor. 2 bin 825 lira… Brütü 3 bin 577 lira. Her ay devlete 752 lira gelir vergisi ödüyor. Zam yapın dedik, 2 bin 825 lira yaptılar. Biz bütün belediyelerimizde 3 bin 100 lira yaptık. Bizim yaptığımızı, devleti yöneten kadro yapamadı. Bizim verdiğimiz parayı, onlar veremediler. Bizim belediyelerimiz ödüyor, Gaziantep Büyükşehir ödeyemiyor ama Karkamış Belediyemiz ödüyor. En küçük belediyemizden, en büyük belediyemize kadar işin hakkını vermeye çalışıyoruz. Diyeceksiniz ki, bunu niye anlattınız? Şunun için: Bir Borsa İstanbul var malum. Onun da bir yönetim kurulu var. Onlar da maaşlarına zam yapmışlar ama asgari ücret gibi değil. Yüzde 33. Niçin? Enflasyon yüzde 33 de onun için. Yüzde 33 oranında hadi zam yaptılar, net kaç lira alıyorlar 24 bin lira alıyorlar, net 24 bin lira. Her ay tıkır tıkır 24 bin lira para alacaklar. Asgari ücretli 2 bin 825 lira. Ama bir şey var. Asgari ücretli 752 lira vergi öderken, Borsa İstanbul’un yönetim kurulu üyeleri 5 kuruş vergi ödemiyorlar. “Vergiyi Borsa İstanbul ödeyecek” diyorlar. Bu mudur devleti yönetmek? Bu mudur ahlak, bu mudur adalet?

Daha garip bir şey: Birden fazla işverenden ücret alırsa -olur ya, bir yerden, iki yerden, üç yerden, ücret almaları dolayısıyla gelir vergisi beyannameleri vermesi gereken durumlarda -çünkü birden fazla aldığı zaman gelir vergisi beyannamesi verecek- ortaya çıkacak ilave vergiyi de Borsa İstanbul ödeyecek. Kaymaklı kadayıf… Şimdi ben bütün asgari ücretlilere sesleniyorum: Sana 2 bin 825 lira veriyorlar ama kendi yandaşlarına net 24 bin lira. Ayrıca vergilerin tamamını da onlar değil başkaları ödüyor. Borsa İstanbul ödüyor, neden? Sağlıklı ve tutarlı bir devlet yönetimiyle bunun bir ilgisi var mı? Ahlakta ilgisi var mı? Adaletle ilgisi var mı? Vicdan sahibi olan herkese soruyorum, vicdan sahibi: Ne oluyor bu? Yağma Hasan’ın böreği mi orası? Bu kadar büyük uçurum neden yaratılıyor? Bir avuç kişiye neden dünyanın parası, milyonlarca kişiye neden 2 bin 825 lira? Bunu soracağız değerli arkadaşlar, sormak zorundayız. Sarayın beslemelerinden soracağız… Net şunu söylüyorum: Hesabını soracağız. Her birisinin burnundan fitil fitil getireceğiz, fitil fitil getireceğiz.

Kin ve öfkeyle devlet yönetilmez dedik. Kin ve öfkeyle devlet yönetilirse, kin ve öfke sokağa taşar. Antalya’da çöplerden kağıt toplayıp satmaya çalışan bir Suriyeli 3 kişi tarafından önce darp ediliyor. Motosikleti eziliyor, sonra yakılıyor. Sonra bu kişiyi darp edenler gözaltına alınıyor ve hepsi serbest bırakılıyor. Değerli arkadaşlarım; Ak Parti’nin Suriye politikasını en sert şekilde eleştiren benim ama asla ırkçılık yapmam, asla. Çöpte kağıt toplayan Suriyeli, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlamak için yapıyor onu. Suriye politikasını eleştirmek ayrı, ırkçılığa kapı aralamak ayrı. Biz ona karşıyız. Herkesin kimliğine ve inancına saygılıyız.

Darp eden 3 kardeşime de seslenmek istiyorum. Kabahat o Suriyelide değil. O Suriyeliyi Türkiye’ye gelmeye mecbur edende kardeşim; sarayda oturuyor o adam. Onun adı Erdoğan; sen bilmiyor musun hâlâ? Göçmen politikası ayrı, ırkçılık ayrı; ırkçılığa karşıyız. Her insana, coğrafyanın neresinde yaşarsa yaşasın her insana saygı duyacağız.
Devlet bilgiyle yönetiliyor dedik, ehliyetle yönetilir dedik, akılla yönetilir dedik; tecrübeyle yönetilir devlet dedik. Neredeyse her hafta bir Merkez Bankası başkanı değişiyor. Ne oluyor? Ne oluyor Allah aşkına? Şimdi bir vurgunun hikayesini anlatacağım. Bir haftalık… 20 Mart’la, 27 Mart arası; 20 Mart-27 Mart ve bütün rakamlar devletin rakamları; hazineden, borsadan alınan rakamlar. Örnek vereyim size. Önce şunu söyleyeyim: Neden sık sık Merkez Bankası Başkanı değişti ve en son Merkez Bankası Başkanı neden değişti? Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanı Cemil Ertem şu açıklamayı yapıyor: “Belki ekonomi dışı bir beyin jimnastiği olabilir.” “Belki ekonomi dışı bir beyin jimnastiği olabilir. O gerekçeyle Merkez Bankası Başkanı alınmıştır.” Ne demek beyin jimnastiği ya? Devlet bilgiyle yönetilir dedik. Devlet ahlakla yönetilir, erdemle yönetir dedik. Bakın değerli arkadaşlar; merkezi yönetimin dış borcu: 20 Mart’ta dolar kuru 7,28’di o ara, 765 milyar 800 milyon lira merkezi yönetimin dış borcu var, Türk Lirası olarak. 27 Mart’ta, o süre içinde, 7 günlük süre içinde 765 milyar, 841 milyar 600 milyon liraya çıktı. Dolar kurunu 8 liradan aldık, bugün 8 lirayı da aşmış. Şimdi bu 800 değil, belki de bugünün kuruyla çarparsak 900 milyarı falan bulacak. Merkezi yönetimin dış borcu, sadece 7 günde 75 milyar 800 milyon lira arttı. 7 günde bu milletin sırtına yüklenen yük, 75 milyar 800 milyon lira artı. Kim ödeyecek? Saraydakiler mi ödeyecek? Hayır efendim, onlar ha bire ceplerini dolduruyorlar. İşte o çöpten kağıt toplayanlar, işte o asgari ücretler, işte çiftçiler, işte esnaf, işte sanayici, KOBİ’ci, manav, bakkal, kasap… Bunlar ödeyecek bu parayı.

“Ortaya çıkan tablo, bir vurgun tablosudur. Tepeden tırnağa bir vurgun tablosudur”

Bu merkezi hükümet… Reel sektörün dış borcu bir haftada yaklaşık 126 milyar Türk Lirası arttı. Bir haftada reel sektörün dış borcu 126 milyar lira arttı, 126 milyarlık ek yük geldi. Borsa İstanbul’un değeri ise 30 milyar dolar düştü arkadaşlar. İşlem gören 100 büyük şirketin değeri 30 milyar dolar düştü. Bir haftada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne tam bir felaket yaşattılar, tam bir felaket. Manava soruyorum, kasaba da soruyorum, çöpten kağıt toplayan adama da soruyorum, sanayiciye de soruyorum, üreten herkese soruyorum, muhtar kardeşime de soruyorum: Böyle bir felaketin faturası sana çıkacak. Ak Partili ve MHP’li kardeşlerime de soruyorum. Az önce dedim ki, devleti yöneten kadronun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ekonomik olarak dışa bağımlı hale getirmemesi lazım. Bir haftada milyarlarca liralık yükü bu milletin sırtına yıktılar. Hesabını ben soracağım. Az önce söyledim, burunlarından fitil fitil getireceğim. Burunlarından fitil fitil getireceğim. Bu millet sahipsiz değildir. Bu millet sahipsiz değildir.
Değerli arkadaşlarım; bir tarafta bunlar yaşanırken, bir tarafta da zevki sefa içinde olan AK Partili gençler var. Dünyadan habersiz bu gençler. Yukarıya bakıyorlar. Herkesin keyfi yerinde, bohem hayatı yaşıyorlar. Altlarında lüks arabalar, her türlü imkan, vurgun deseniz, yolsuzluk deseniz gırla gidiyor. “Ben de yapayım” diyor. “Ne kadar çok çalarsan, itibarın o kadar artıyor. Eee.. siz hırsızdan büyükelçi yaptığınıza göre, o zaman ben de malı götürürsem, ben de yükselirim” diyor. Malı götürüyor ve yükseliyor. Burada hani kokain, şeker falan; bunlardan söz etmek istemiyorum. Allah şifalar versin, inşallah sağlığına kavuşur. Ama ortaya çıkan tablo, bizim değerlerimizle barışık bir tablo değildir. Ortaya çıkan tablo, bir vurgun tablosudur. Tepeden tırnağa bir vurgun tablosudur. Daha önce de AK Parti Gençlik Kolları Başkanı vardı Şanlıurfa’dan jakuzi eğlenirken ne diyordu: “Lan fakirler; oğlum beni rahatsız etmeyin tamam mı? Biraz keyif ediyorum” diye. Düşünceye bakın arkadaşlar. Vatan sevgisi var mı burada. İnsan sevgisi var mı burada? Kul hakkını korumak var mı burada? “Lan fakirler; beni rahatsız etmeyin, keyif çatıyorum burada” diyor. Kimin isteği üzerine? Sarayın isteği üzerine yapıyor. Kimi örnek alıyor? Sarayı örnek alıyor. Efendim AK Parti’de büro görevlisi olarak çalışıyormuş. Kastamonu’dan geliyor. Bütün Kastamonulular tabloyu çok iyi biliyorlar. Bütün Kastamonuluların benim başımın üstünde yeri var. Milli Kurtuluş Savaşı’nda Kastamonu ne yaptığını çok iyi biliyorum. Orada verilen mücadeleyi de biliyorum. Kuvayı Milliye silahlarının nasıl geldiğini, nasıl yönlendirildiğini de gayet iyi biliyorum. Dolayısıyla Kastamonu’yu tümüyle bunun dışında tutuyoruz. Bir kişi kalkıp lüks arabalar, debdebe şaşaa içinde yaşıyor ve bir büro personeli; kimse görmüyor mu bunu ya bu yaşam nereden geliyor böyle? Görmüyor, çünkü herkes aynı durumda, herkes aynı pozisyonda. Değerlerden söz ediyorlar. Hangi değerler? Bizim tarihimizde böyle bir değer var mı arkadaşlar? “Balık baştan kokar” demişler. Baştan da kokuyor zaten. Rüşvetçiyi büyükelçi yaptığınız andan itibaren, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin itibarını sıfırlıyorsunuz, sıfırlıyorsunuz. Bu da ortaya çıkmasaydı, bu da öyle gidecekti. Ne olacak; bunu da bir ara büyükelçi tayin ederlerdi. Yetkileri var, bir gecede parlamentonun iradesinin sıfırlıyorsun. E ne olacak? Onu da büyükelçi, üstelik Washington’a büyükelçi de atasınlar.

Değerli arkadaşlarım; ülke açlıktan kırılıyor, açlıktan, yoksulluktan kırılıyor. Binlerce çocuk yatağa aç giriyor. Bu lüks nedir? Bu şatafat nedir? Bütün gençlere sesleniyorum: Sizler hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünü, hem de yarınısınız. Bütün gençlerle gurur ve onur duyuyoruz; ahlaklı gençlerle, ülkesini seven gençlerle… Öyle bir tablo inşa ettiler ki, gençler geleceklerini Türkiye’de değil neredeyse yurt dışında arayacaklar. Bunun hesabını soracağız değerli arkadaşlar, sormak zorundayız. Sormak zorundayız. Bu çocuğu bu hale kim getirdi, kimler getirdi, kimler görmedi? Hesabını sormak zorundayız. Dolayısıyla bütün gençlere şunu söylemek isterim: Sizden çalınan her şeyi size iade edeceğim. Sizden çalınan her şeyi, onlardan alıp, size iade edeceğim. Telafi edeceğim, bu rezaleti telafi edeceğim. Hakkınızı teslim edeceğim size.

Değerli arkadaşlarım; ülke bu durumda, ülke perişan ama kendisine milliyetçiyim diyen bir partinin genel başkanı, onun da tek gündem konusu benim. Allah aşkına ben bütün ülkücülere seslenmek isterim. Esnafa, çiftçiye, emekli, herkese seslenmek isterim. Ya Allah rızası için, bir gün ama bir gün ya Sayın Bahçeli’nin: “Ya bu esnafın derdi nedir?” diye sorduğunu duydunuz mu? Bir daha söylüyorum: Ya bir gün “bu esnafın derdi nedir?” diye sorduğunu duydunuz mu? Duymadınız, duyamazsınız. Onun derdi biziz. Peki, hadi esnafı unuttu diyelim. Bir güne bir gün Sayın Bahçeli’nin, “ya bu çiftçilerin derdi nedir?” diye bir soru sorduğunu duydunuz mu? Duyamazsınız. Onun için esnaf, çiftçi, hepsi hikaye. Onun tek bir arzusu var. Muhterem beyefendi orada nasıl kalacak? Ben de altına halı olayım. Olmaz. Ve yine Sayın Bahçeli’nin bir güne bir gün, “ben o Tank-Palet Fabrikasını alacağım, şanlı ordumuza geri iade edeceğim” dediğini duydunuz mu?

Ve yine Sayın Bahçeli’nin: “Ben milliyetçi olarak, ülkücü olarak Süleyman Şah Türbesi’nden bayrağın indirilmesine asla içime sindiremiyorum. Türbenin kaçırılmasını içime sindiremiyorum. O bayrağı alacağım, vatan toprağına tekrar dikeceğim” dediğini duydunuz mu? Duyamazsınız. Bunları kimden duyuyorsunuz? Bu kardeşinizden duyuyorsunuz, bu kardeşinizden. Kim gerçek milliyetçi? Biziz. Gerçek milliyetçi, gerçek vatansever, gerçek ülke seven, insanını seven biziz.

Değerli arkadaşlarım; iyi ki Cumhuriyet Halk Partisi var. Bir daha söyleyeyim: İyi ki bu ülkede Cumhuriyet Halk Partisi var. Bakın pandemi döneminde, 11 Mart 2020’den, 29 Mart 2021’e kadar 9 milyon 600 bin vatandaşa ayni yardım yapıldı. 9 milyon 600 bin vatandaşa belediyelerimiz ayni yardım yaptılar. 1 milyon 700 bin vatandaşımıza da nakdi para yardımı yaptılar. Sokağa çıkma yasakları sürerken, 42 milyon 500 bin öğün ihtiyaç sahiplerine yemek götürdüler. 42 milyon 500 bin öğün, evden çıkamayan insanlar aç kalmasınlar diye, imkanları yok diye onlara öğün yemek götürdüler. 42 milyon 500 bin… 78 milyondan fazla maske ve dezenfektan dağıttılar, üstelik bedava. Parayla değil, 78 milyondan fazla… Pandemi süreci boyunca 1 milyon 200 bin kişinin borcu olduğu halde suyu kesilmedi. Değerli arkadaşlarım; ayrıca 483 bin 189 fatura, askıda fatura uygulamasıyla ödendi. Toplamı 48 milyon Türk Lirası. Bu ülkeye yaptığımız hizmeti Mısır’daki sağır sultan biliyor, saraydakiler bilmiyor. Aynı şekilde bütün belediye başkanlarımız, bütün engellemelere rağmen görevlerini yapıyorlar. “Yardım yapmayacaksın” diyorlar. Yardım yapıyorlar. “Para vermeyeceksin,” veriyorlar. Efendim yapılan bağışları bankalardan el koydular, koysunlar. Fakirlere yemek yapan yere bile müdahale ettiler Eskişehir’de. Ama yaptık kararlılıkla, hiçbir belediye başkanımız şikayet etmedi. Çünkü söyledim: Şikayet yasak, göreve devam. Bütün engelleri aşacaksınız ve aştılar.

“Milletin cebini düşündük, millet için çalıştık”

AK Parti ve MHP’den devraldığımız Ankara, Adana, Antalya, İstanbul, Mersin. Bu 5 Büyükşehir Belediye Başkanımız 2018 yılında, AK Parti döneminde ve MHP döneminde 492 milyon 724 bin lira tutarında sosyal yardım yapmışlardı. Yaklaşık diyelim 500 milyon yaptıkları sosyal yardım. Biz belediyeleri devraldıktan sonra, 2020 yılında, 500 milyon değil, 959 milyon 527 bin liralık sosyal yardım yaptık. Tam iki katı. Ne diyorlardı? CHP gelirse sosyal yardımlar kesilir. Hiç kimse cebi için kavga vermedi, cebini düşünmedi. Milletin cebini düşündük, millet için çalıştık. Kısa çalışma ödeneği bitecek. Bunun sürmesi lazım. Esnaf ve çiftçinin borçlarının yeniden yapılandırılması, pandemi döneminde alınan faizlerin silinmesi lazım.

Bakın değerli arkadaşlar; AK Parti kongrelerini yaptı, Türkiye’yi bu hale getirdi. Pandemi sürecinde sokağa çıkma yasağının yeniden gelmesinin tek sorumlusu var, o da sarayda oturan zattır. Dışarıdakine ceza kesiyor. Bakın son 3 ayda 254 bin 317 kişiye para cezası kestiler. Neden? Kurallara uymadın diye. E sen hiç uymadın, hiç uymadın. Sen de uymadın. Milleti döktün sokağa, onlar da uymadılar. İnsanlar Covid-19 Türkiye haritasını kırmızıya çekti. Ceza yazıyorsun. Söyledim, bu cezaların tamamını faizleriyle beraber iade edeceğiz. Ceza yazılacaksa, bunlara yazılacak; vatandaşın ne günahı var?

Biraz da gülelim değerli arkadaşlar: Su Şura’sını açtılar, “Suyu korumak, vatanı korumak zor” diyor Sayın Erdoğan, doğrudur; su kutsaldır, kutsalımızdır. Suyu korumak, vatanı korumaktır. Şimdi Ergene ile ilgili Meclis’te bir araştırma önergesi verilmişti. Ergene Nehri, kaynakla suyun denize döküldüğü yer; bir tarafta pırıl pırıl çok güzel bir su var, öbür tarafta simsiyah bir su var ve canlı bile yaşamıyor içinde. Gereği yapıldı, yapılmadı; o tartışmayı bir tarafa bırakıyorum. 3 Kasım 2020’de Erdoğan bir açıklama yapıyor. Gene tabii dayanamamış. Artık Ergene nehrinden atık su akmadığını, Ergene Nehri’nden atık su akmadığını, tamamen arıtılmış ve içme suyu kalitesinde su olduğunu aktarıyor ve devam ediyor: “Bu durarak yapılmadı. Bu Bay Kemal’in mantığıyla olmaz. Bu emek ister, emek; bu çalışma ister, çalışma.” İşte netice ortada. O zaman bir çağrım var: Ergene Nehri’nin saraya bağla suyunu. O suyu iç bakalım, içebiliyor musun?

 

 

Paylaşın

TÜSİAD’dan iktidara sert eleştiriler!

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Olağan Genel Kurul toplantısı gerçekleştirildi. Toplantının açılış konuşmaları TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan tarafından yapıldı. Kaslowski ve Özilhan, konuşmalarında hükümete sert eleştirilerde bulundular.

Haber Merkezi / Konuşmasında ekonomi gündemine dair önemli açıklamalarda bulunan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, kredi genişlemesine bağlı gerçekleşen istisnai büyüme ile enflasyonist baskının arttığı, hem faiz hem kurun yükseklerde seyrettiği bir ekonomik ortam olduğunu belirtti.

“TL’nin zayıflığı dışsal şoklar karşısında bizi korunmasız bırakacaktır. TL’ye güveni yeniden kazandırmalıyız, aksi takdirde had safhaya varan işsizlik, alım gücünde azalma, büyümenin finansmanı gibi temel sorunların çözülmesi mümkün değil. İşsizlik toplumu korkutucu boyutta tehdit etmekte; rezervlerimiz azaldı. Gıda enflasyonunun özel olarak ele alınması, tarım sektörünün sorunlarını kalıcı çözecek bir programın hazırlanmasının gereğine inanıyoruz.” açıklamasında bulunan Kaslowski, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının da düzeltilmesi gereken bir karar olarak değerlendirdiklerini söyledi.

“Hepimiz son aylarda art arda gelen beklenmedik gelişmeleri anlamaya çalışıyoruz.” diyen TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ise, “Ortalığın toz duman olduğu, yetki ve sorumlulukların sınırlarının bulanıklaştığı durumlarda karar nasıl alınır; nereye gittiğimiz konusunda kafamızda bir cevap yoksa plan nasıl yapılır? Kurumsal yapıların öngörüldüğü gibi çalışacağı varsayımı olmadan yarın ne olacağı nasıl bilinir; ilan edilmiş olan kurallar yarın değişebilirse, yarına ilişkin kararlar nasıl alınır?” dedi.

TÜSİAD Olağan Genel Kurul toplantısı bugün gerçekleştirildi. Toplantının açılış konuşmaları TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski tarafından yapıldı. Pandemi nedeniyle alınan tedbirler kapsamında toplantı webinar sistemi ile canlı yayınlandı.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Simon Kaslowski konuşmasında ekonomi gündemine dair önemli açıklamalarda bulundu.

Kredi genişlemesine bağlı gerçekleşen istisnai büyüme ile enflasyonist baskının arttığı, hem faiz hem kurun yükseklerde seyrettiği bir ekonomik ortam olduğunu belirten Kaslowski, “Şeffaflık, hesap verilebilirlik, kurumsal özerklik, istişare, çoğulculuk, mutabakat arayışı gibi konuların önemini vurgulamaya devam edeceğiz. Kalkınmanın ön koşulu istikrardır, son 2.5 yılda TÜİK başkanı 4 kez, TCMB başkanı 3 kez değişmiştir.” dedi.

TL’nin zayıflığı dışsal şoklar karşısında bizi korunmasız bırakacaktır”

Bu tür görev değişikliklerinde, ancak şeffaflık ve hesap verilebilirlik dikkate alındığında piyasa ekonomisinin daha sağlıklı çalışabileceğini belirten Kaslowski, “TL’nin zayıflığı dışsal şoklar karşısında bizi korunmasız bırakacaktır. TL’ye güveni yeniden kazandırmalıyız, aksi takdirde had safhaya varan işsizlik, alım gücünde azalma, büyümenin finansmanı gibi temel sorunların çözülmesi mümkün değil. İşsizlik toplumu korkutucu boyutta tehdit etmekte; rezervlerimiz azaldı. Gıda enflasyonunun özel olarak ele alınması, tarım sektörünün sorunlarını kalıcı çözecek bir programın hazırlanmasının gereğine inanıyoruz.” açıklamasında bulundu.

Kaslowski, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının da düzeltilmesi gereken bir karar olarak değerlendirdiklerini belirtti.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan da önemli açıklamalarda bulundu. “Hepimiz son aylarda art arda gelen beklenmedik gelişmeleri anlamaya çalışıyoruz.” diyen Özilhan konuşmasında,”Ortalığın toz duman olduğu, yetki ve sorumlulukların sınırlarının bulanıklaştığı durumlarda karar nasıl alınır; nereye gittiğimiz konusunda kafamızda bir cevap yoksa plan nasıl yapılır? Kurumsal yapıların öngörüldüğü gibi çalışacağı varsayımı olmadan yarın ne olacağı nasıl bilinir; ilan edilmiş olan kurallar yarın değişebilirse, yarına ilişkin kararlar nasıl alınır?” diye sordu.

“Kendi aramızda kavga ettikçe herkes kaybediyor”

1970’li yıllardaki gibi iç ve dış mihrak sorununun, cari açık ve finansman sorununun devam ettiğini söyleyen Özilhan, “Bugun ile 1970’ler arasında ciddi paralellikler var. Pandeminin yol açtığı ekonomik zorluklar zaten var olan yapısal zorlukların üzerine ekleniyor; yolun bir yanı istikrarsızlık, bir yanı ekonomik daralma, işsizlik ve geçim sıkıntısı, ülke olarak hepimiz bu arabanın içindeyiz. Kendi aramızda kavga ettikçe herkes kaybediyor, birleştirici olmak lazım. İstikrarı korumanın yolu keskin manevra yerine net, öngörülebilir ve tüm kesimlere güven veren bir yol haritası koymaktan geçiyor.” ifadelerini kullandı.

Sonuncu reform paketinde ele alınan reformların hepsi yerinde olduğunu ancak reformların uzun ve meşakkatli süreçler olduğunu vurgulayan Özilhan, “Israrlı uygulama ve takip gerektirir; bu yüzden reform süreçleri siyaset ve bürokrasideki değişikliklere hassastır. Yüksek faiz oranları tasarruf açığının sonucudur, tasarrufları artırmazsak, TL’ye güveni tesis edip uzun vadeli dış kaynak çekmezsek, hiçbir faiz indirimi kalıcı olmaz. Yatırımcı güveni tesis edilemeyince uzun dönemli yatırım kararı da alınamıyor. Yatırımcı güven ister, sık sık değişmeyen kurallar ister. TL’deki değer kaybının bir nedeni döviz geliri üretme kapasitesinin düşüklüğü ise diğer neden geleceğe ilişkin belirsizlik ve güvensizlik.

“Hukuk devleti ve demokrasi standartları”

Sorun şiddetlenince rezervlerden döviz satarak TL’nin değerini korumaya çalışmak ancak kısa süre için işe yarar; sorunun hep tekrarlamaması için ekonomik yapının dönüşüp döviz gelirlerinin artırılması ve ekonomi yönetiminin güven sağlaması gerekir. Fiyat artışı ile mücadele için fiyat kontrollerinin yetmediğini tecrübe ile biliyoruz.

Reform programları ve verilen teşviklere rağmen bir türlü halledilemeyen bir diğer sorun ise yüksek işsizlik. Üretim yapısını dönüştüremezsek küresel ekonomideki yerimizin yükselmesi bir yana, düşmesi kaçınılmaz olacak. Etraflıca düşünülmemiş, ilgili tüm tarafların görüşleri alınmamış, aceleye getirilmiş kararlar çok çabuk değiştiriliyor bu da güvensizlik yaratıp öngörü ufkunu daraltıyor. Ekonomik reformlar gibi yargı reformları da iyi, ama şimdiye kadar ilan edilen yargı reformları bizi arzu edilen hukuk devleti ve demokrasi standartlarına yaklaştıramadı.” açıklamasında bulundu.

Simone Kaslowski’nin konuşmasının tamamı için TIKLAYIN

Tuncay Özilhan’ın konuşmasının tamamı için TIKLAYIN

 

Paylaşın

İYİ Parti Lideri Akşener, İstanbul Sözleşmesi’ni Danıştay’a taşıdı

Türkiye, Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmıştı. Son dakika gelişmesine göre; İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptali için Danıştay’a başvurdu.

Haber Merkezi / İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptali için Danıştay’a başvuru yaptı. İYİ Parti Lideri’nin başvuru dilekçesinde kararın Anayasa’nın 6, 87, 90 ve 104’üncü maddelerine aykırı olduğu ifade edildi.

Meral Akşener, partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlenen grup toplantısında Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle ilgili “İktidar tecavüzü, ölümleri izlemeye devam etsin. Biz biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi yaşatır” demişti.

Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasını taşıyan kararda şu ifadeler yer aldı:

“Türkiye Cumhuriyeti adına 11/5/2011 tarihinde imzalanan ve 10/2/2012 tarihli ve 2012/2816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir.”

İstanbul Sözleşmesi

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan uluslararası insan hakları sözleşmesidir.

Sözleşme, Avrupa Konseyi tarafından desteklenmektedir ve taraf devletleri hukukî olarak bağlar. Sözleşmenin dört temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir. Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir. Tarafların sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu GREVIO tarafından izlenmektedir.

Paylaşın