GP Lideri Ahmet Davutoğlu Üçlü Zirveyi Anlattı

Gelecek Partisi (GP) Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’le yaptığı görüşme hakkında açıklamalarda bulundu. 

Halk TV’den İsmail Saymaz’a konuşan Ahmet Davutoğlu “Millet ittifakına katılıyor musunuz?” sorusuna “Konuşacağımız konuları birlikte değerlendirmemizde fayda olacağını düşünerek dün birlikte oturduk. 3 saati aşan güzel bir görüşme oldu. Salı günü Sayın Ali Babacan ile görüşeceğim. Temel Bey Covid olduğu için çıkar çıkmaz da onunla görüşeceğim” yanıtını verdi.

“Seçim ittifakı değil, vizyon ittifakı”

İttifakların Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistem ile oluştuğu hatırlatan Davutoğlu, “Türkiye’de ittifaklar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin getirdiği konjonktürde doğdu ve o konjonktürde gelişti. Şimdi yapmaya çalıştığım açıkçası sadece seçimle ilgili bir ittifak veya bir işbirliği değil. Daha kalıcı, vizyoner bir işbirliği. Seçim ittifakı değil, vizyon ittifakı” diye konuştu.

Saymaz’ın “Ne farkı var?” sorusunu yönettiği Ahmet Davutoğlu, “Şöyle bir farkı var, seçimle kazanırsınız ve biter. Nitekim 24 Haziran seçimleri sonrası Sayın Karamollaoğlu ayrıldı ittifaktan. Sanki Millet İttifakı 4 parti gibi göründü” ifadelerini kullandı.

“Millet İttifakı’nı yeniden kurmak mı lazım?” sorusu üzerine “Onu konuşuyoruz. Alternatifleri dün akşam konuştuk” diyen Davutoğlu şöyle devam etti:

“Bir de kimsenin dışlanmadığı bir siyasi iklim oluşturmak. Bu var olan bir yapıya hemen eklemek gibi değil. Genç kitlelerin hepsinin ‘Burada biz de varız’ şeyini doğuracak ve AKP ve MHP’nin kutuplaştırıcı dilinin etkisini yok edecek bir ittifak kurmak lazım. Temel ilkeler üzerinde inşa edilebilecek politikalar, seçim sürecine giderken takip edilecek yön ve yöntem, seçimden sonra takip edilecek yol ve yöntem. Açıkçası aslında, bir gün bir seçim kararıyla uyanıp bu konuların o gün tartışılmasını doğru bulmuyorum. Çünkü o gün geldiğinde yine biz pratik konuları konuşuyor olacağız. Kim aday olacak, milletvekilliğinde nasıl işbirliği yapılacak? Bunlar önemli ama nihayetinde bu işbirliğinin siyasi bir hedefi olması lazım. O siyasi hedefini seçim ufukta gözükmeden önceden konuşmak gerekli.”

Akşener ve Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmede hangi konularda uzlaşı sağladığı sorulan Davutoğlu, “Ben bazı çerçeve görüşler getirdim. Önce öyle anlaşmıştık zaten, düşüncelerimizi getirelim diye. Şu ana kadar çok iyi bir güven ilişkisi var. Dün gördüğüm hava güven unsuru pekişiyor. Psikolojik altyapıyı kuruyoruz bir anlamda. Benim de arkadaşlara dün ifade ettiğim gelin bunun içini dolduralım” dedi.

“Cumhurbaşkanlığı dahil hepsini konuşacağız”

Haziran ya da Ekim ayında seçim olasılığını yüksek gördüğünü dile getiren Ahmet Davutoğlu, “Şimdi biz Mart ayında Devlet Bahçeli’nin kafasına esip de erken seçim dediğinde bu konuları oturup konuşacağız. Cumhurbaşkanlığı dahil hepsini konuşacağız. Niye şimdiden konuşmuyoruz? Niye topluma güven hissi vermeyelim? Dünden beri tebrik alıyorum. Her kesimden ‘Çok iyi yapıyorsunuz’ diye mesajlar. Bu güvenin uyanması lazım” şeklinde konuştu.

“Millet İttifakı yeni katılımlarla büyüyecek mi yoksa kendini tamamlayacak yeni bir üst ittifak ile yeniden bir araya mı gelecek?” sorusuna net cevap veremeyeceğini belirten Davutoğlu, “O konuda net bir şey söylemeyeyim. Onu konuşuyoruz ama yapılandırılmış yeni bir çerçeveye oturtulursa bu, AKP ve CHP’nin oluştura geldiği 2 kutuplu şeyin dışına çıkar ve o kitlelere oradan kopacak kitlelere daha sıcak gelir. İki seçimde mücadele edilmişmiş bir şeyden değil daha kuşatılmış bir ittifak yapısı daha doğru olur benim kanaatimce” ifadelerini kullandı.

İsmail Saymaz’ın “Muhalefetin yeniden yapılandırılması aslında” sözleri üzerine Davutoğlu, “Tabi tabi… Ama isimle sınırlı bir şey değil. Ben sistematik işleyişi daha net oturmuş oluşmuş ve ekiplerimizin daha yakın birlikte çalıştığı ve bir şey teklifi bir model düşünüyorum. Arkadaşlarla da bunları paylaşıyorum yani sadece birkaç yerde ortak görüntü vermekle bu işin yeteceği kanaatinde değilim” karşılığını verdi.

Paylaşın

Bilim İnsanlarından ‘Kimyasal Kirlilik’ Uyarısı

Bilim insanları, kimyasal kirliliğin insanlık için güvenli sınırı geçtiği uyarısında bulundu. Yapılan yeni araştırmada pestisitler, endüstriyel bileşikler, antibiyotikler dahil olmak üzere 350 bin kimyasal ürün ve özellikle plastiklerin büyük endişe kaynağı olduğu kaydedildi.

Kimyasal kirliliğin küresel ekosistemlerin istikrarını tehdit edecek boyuta ulaştığı belirtilen çalışmada ‘poliklorlu bifeniller (PCB) gibi bazı toksik kimyasalların uzun ömürlü ve yaygın olduğuna dikkat çekildi.

İsveç’te Stockholm Resilience Centre’da (SRC) doçent ve baş araştırmacı Sarah Cornell: “Uzun zamandır insanlar kimyasal kirliliğin kötü bir şey olduğunu biliyordu. Ancak bunu küresel düzeyde düşünmüyorlar. Bu çalışma, kimyasal kirliliği, özellikle plastikleri, insanların gezegeni nasıl değiştirdiğini hesaba katıyor.” diyor.

Guardian’ın haberine göre, çalışmaya katkı sağlayan, SRC’de araştırma görevlisi olan Patricia Villarrubia-Gomez de 2050’ye kadar kimyasal üretimin üç kat artacağı görüşünde: “1950’den bu yana kimyasal üretimde 50 kat artış oldu. Bunun 2050 yılına kadar tekrar üç katına çıkması bekleniyor. Toplumların üretip çevreye yeni kimyasallar salma hızı, insanlık için güvenli bir alan oluşturmayla tutarlı değil.” diye konuştu.

5 alanda sınır aşıldı

Bilim insanları, çevre krizinde dokuz alandan beşinde ‘güvenli sınırın’ aşıldığını söylüyor. Onlar arasında küresel ısınma, vahşi yaşam alanlarının yok edilmesi, biyolojik çeşitlilik kaybı, aşırı azot ve fosfor kirliliği bulunuyor.

Verilerin birçok alanda sınırlı olduğu kabul edilen araştırmada elde edilen göstergelerin ‘gezegen sınırının ihlaline işaret ettiği’ kaydedildi.

Çalışmada, ozon tabakasını tahrip eden kloroflorokarbon (CFC) kimyasalları ve zararlı ultraviyole ışınları gibi konuların büyük ölçüde ele alındığını belirten bilim insanları, kimyasal kirliliğin tüm yaşamı destekleyen biyolojik ve fiziksel süreçlere zarar vererek Dünya’nın sistemini tehdit ettiğini kaydetti.

Ne yapılabilir?

Araştırma ekibinin parçası olan Göteborg Üniversitesi’nden Bethanie Carney Almroth, “Toplam plastik kütlesi artık tüm yaşayan memelilerin toplam kütlesini aşıyor. Bu, bir sınırı geçtiğimizin oldukça açık bir göstergesi. Ama bazılarını tersine çevirmek için yapabileceğimiz şeyler var.” dedi.

Environmental Science & Technology dergisinde yayınlanan çalışmada kimyasal üretim ve tüketiminde üst sınır belirlemenin hayati öneme sahip olduğunu kaydedildi.

Villarrubia-Gomez, “Döngüsel ekonomiye geçiş gerçekten önemli. Bu, malzeme ve ürünleri boşa harcamadan yeniden kullanılabilecek şekilde değiştirmek anlamına geliyor.” diye konuştu

Paylaşın

IMF: Merkez Bankalarının Farklı Adımları Piyasaları Dalgalandırabilir

Dünyadaki gelişmiş ekonomilerin merkez bankaları genellikle uyum içerisinde hareket etti. Pandemiyle birlikte merkez bankaları büyümeyi desteklemek için son yıllarda görülmemiş teşvikler getirdi. Ancak nakit bolluğu şimdi enflasyonu dünya çapında körüklemeye başladı. Bu durum karar vericilerde geç kaldığı endişelerini tetikliyor.

Enflasyon oranlarının dünya çapında çok büyük farklılıklar göstermesi akaryakıttan gıdaya günlük tüketici ürünleri fiyatlarını arttırdıkça sosyal ve siyasi gerilimlere yol açama riskini beraberinde getiriyor.

Enflasyon oranı Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 1982 yılından bu yana en yüksek düzeyine ulaşarak yüzde 7,0 oldu. Karar vericiler arasında geçici olduğunu düşünülen bu oranın daha kalıcı olduğu görüşü hakim olmaya başladı. Öte yandan euro bölgesinde yüzde 5,0 olan fiyat artışlarının yıl sonunda yüzde 2’ye düşmesi bekleniyor. Japonya’da ise enflasyon oranı yalnızca yüzde 0,6.

Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) bu noktada öncü rol üstlenerek önümüzdeki hafta faizleri arttırması bekleniyor. Japon Merkez Bankası’nın ise tam tersine önlemleri önümüzdeki yıllarda olağandışı serbest bırakacağı öngörülüyor.

IMF Başkanı’ndan Kovid 19’un kontrol altına alınması vurgusu

Dünyadaki büyük ekonomilerin merkez bankalarının pandeminin en şiddetli döneminde birbiriyle uyumlu hareket ettiğine dikkat çeken Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva merkez bankalarının yükselen enflasyon karşısında farklı hızlarda politikalarını sıkılaştıracağını ve bu durumun ekonomilerde ve piyasalada dalgalanmaya yol açabileceğini belirtti.

Dünya Ekonomik Forumu’nun bir panelinde konuşan Georgieva, “Buradaki sorun Fed ne yaparsa etkileri yalnızca ABD’de değil başka ülkelerde, özellikle de dolara bağlı borcu yüksek olan ülkelere de yansıyor” dedi ve bu durumun zaten zayıf ilerleyen iyileşme sürecinde bazı ülkelerin cesaretini kırabileceğine işaret etti.

Georgieva bu ülkelerin borçlarını şimdi yeniden finanse etmeleri uyarısında bulundu. Nitekim, Fed’in hızla faiz arttıracağına dair beklentiler zaten yüksek olan borçlanma maliyetini yükseltmeye başladı.

IMF Başkanı ayrıca pandemiyle mücadele ve aşılama oranının arttırılmasının zengin ve yoksul ülkeler arasında açılan farkın kapatılması ve gelecekte herkes için büyümenin mümkün olabilmesi için şart olduğunun altını çizerek, “Dünya daha sonra trilyonlar kazanabilmek için şimdi Kovid 19’u kontrol altına almak için gereken milyarları harcamalıdır” ifadelerini kullandı.

“İşgücü piyasasındaki durum enflasyon sorunumuzun ABD ile aynı olmadığını gösteriyor”

Aynı toplantıda konuşan Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christiane Lagarde ise işgücü piyasasındaki farklılıklara değindi.

Lagarde “İşgücü piyasasına baktığımda büyük oranda istifalar görmüyorum. İstihdama katılım rakamları pandemi öncesi düzeye yaklaşıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Enflasyon ve işgücü piyasası faktörleri kıyaslandığında Avrupa ülkelerinin ABD ile aynı hızla ilerlemediğine dikkat çeken Lagarde bu nedenle Avrupa’da durumun ABD piyasalarının karşı karşıya olduğu enflasyon artışından farklı seyrettiğini belirti.

Lagarde yine de Avrupa Merkez Bankası’nın olağanüstü gevşek politikadan uzaklaşmaya başlayacağını ve varlık alımlarını kesmeye devam etmeyi amaçladığını açıkladı.

Japonya Merkez Bankası Başkanı Haruhiko Kuroda ise bankasının bu yönde hareket etmeyi henüz düşünmediğini belirterek, “Biz enflasyondan korkmuyoruz çünkü Japonya’da enflasyon çok düşük” diye konuştu. Kuroda ABD ve Avrupa’nın tersine şu aşamada gevşek para politikasına devam edeceklerini kaydetti.

(Kaynak: Euronews)

Paylaşın

HDP Kapatma Davası: Çözüm Süreci Kriminalize Ediliyor

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede, partinin kapatılması istemiyle açılan davada verilen esas hakkındaki görüş ve hukuki süreçle ilgili, birçok eylem ve fiilin, HDP kurulmadan önce olduğunu, çözüm sürecinde gösterilen çabaların da kriminalize edilmeye çalışıldığını ileri sürdü. Dede, “Bu sürecin yargılama konusu yapılması Türkiye ve demokrasi açısından olduğu kadar AKP açısından da tehdit barındırıyor.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, Anayasa Mahkemesinin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının esas hakkındaki görüşünü HDP’ye gönderdiğini söyledi. Dede, esas hakkındaki görüşün HDP’nin kapatma gerekçelerini taşıyıp taşımadığının anlatılması yerine algı yaratılmaya çalışıldığını iddia etti. Dede açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın mütalaasının Anayasa Mahkemesi tarafından dün bize tebliğ edilmesi sebebiyle basın açıklaması yapma ihtiyacı duyduk. AYM’nin bir kısım kararları da var bize ulaşan. Bunları da değerlendirmek istedik. Savcının mütalaası 41 sayfadan oluşuyor. 800 sayfalık bir iddianameden sonra 41 sayfaya sıkışan bir mütalaa dikkat çekici. Tabii biz mütalaayı inceledik, çok daha derinlikli incelememiz devam edecek. Buna karşı savunmamızı da AYM’nin bize verdiği süre içinde tamamlayacağız.

Bir basın toplantısında mütalaada belirtilen hususlara cevap vermemiz mümkün olmayacağına göre bazı kısımlarını değerlendireceğiz. Toplantıdan sonra hem mütalaayı hem de partimizin ön savunmasını size göndereceğiz. 41 sayfalık mütalaayı incelediğimizde, ilk 16 sayfasında benzer tüm mütalaalarda olduğu gibi uzun uzun savcı PKK’yi anlatmış. Bu mütalaayı okuyan herhangi biri, davadan haberi olmayan biri davayı PKK’nin kapatma davası gibi düşünebilir. Amaç algı yaratmaktır.

HDP’nin kapatma gerekçelerini taşıyıp taşımadığını anlatmak yerine algı yaratmaya çalışıyor. Mütalaayı okumaya başlar başlamaz bunu çok net bir biçimde görüyoruz. Savcılığa sunulan ön savunmamıza cevap verilmiş. Bu husus önemli. Hatırlarsanız Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı daha önce eline geçen bütün bilgileri, birçok yığını iddianame içine boca etmişti ki AYM ilk iddianameyi iade etmişti. Ön savunmamızda vurguladığımız tezlerimize cevap vermeye başlamış ve savcılık savunmaya geçmiş durumda. Savcı ön savunmamıza cevap verme telaşına girmiş. Ve bunu başaramamış olması bu davanın siyasi olduğu gerçeğini gösteriyor.

“Tarihler siyasi bir dava olduğunu gösteriyor”

Biz davanın siyasi bir dava olduğunu iddia ederken seçilen tarihlerin de buna göre seçildiğini belirtmiştik. Savcı bu konuda suçüstü yakalandı. Bunu yakalayan sadece biz değildik. Bu tarihlere yetiştirmek için o kadar çok acele etmişti ki dosyayı birçok eksiklikle sunmuştu ve bu yüzden AYM ilk iddianameyi eksik bulduğu için iade etti. Bu eksikliğe rağmen savcı bu iddianameyi 18 Mart’taki MHP kongresine yetiştirmek için acele etmişti. Çünkü bu talimatı veren Bahçeli’dir. Özellikle 7 Haziran tarihine denk getirildiğini iddia ediyoruz ama savcı bu tarihlerin tesadüf olduğunu söylüyor. Oysa bu tarihe yetiştirmek için savcı eksik sundu iddianameyi, daha sonra eksikleri tamamladı. 7 Haziran’da iddianameyi sunmuş olması da davanın siyasi bir dava olduğunu göstermektedir.

“Savcının can simidi itirafçı beyanlarıdır, bu metin hukuki bir metin değildir”

Mütalaa incelendiğinde fark edilecektir ki savcının can simidi itirafçı beyanlarıdır. Bu beyanların tamamı hukuka aykırı bir şekilde elde edilmiştir. Bir siyasi partinin kapatılma davasının bunun üzerine oturtulması savcının nasıl da aciz kaldığını göstermektedir. Hem iddianame hem de mütalaa bu hukuka aykırı ifadeler üzerine oturtulmuştur. Arkadaşlarımızın konuşmalarına hem mütalaada hem de iddianamede yer verilmiş ama savcı yandaş basın gibi önünü arkasını keserek AYM üzerinde bir algı oluşturmak üzere bunları almış.

Hiçbir arkadaşımızın konuşmasının tamamı verilmemiş. Bu haliyle bile herhangi bir hukukçunun ilk değerlendirmesiyle bütün bu konuşmaların ifade özgürlüğü çerçevesinde olduğu ve dönemin koşulları içinde değerlendirildiğinde barışın önünü açan Kürt sorunu başta olmak üzere bu ülkenin sorunlarını çözmek adına söylenmiş konuşmalar olduğu görülecektir. Bunu tespit etmek çok kolay.

Örneğin mütalaanın 10’uncu sayfasında HDP’nin neden olduğunu sözüm ona açıklamış. Savcı bunu ifade ederken neden HDP’nin kapatılmaması gerektiğini kendisi de açık bir şekilde ifade etmiş. Bir diğer husus da şudur; birçok eylem ve fiil, HDP kurulmadan önce yapılmıştır. Bunlar sanki HDP’liler tarafından gerçekleştirilmiş gibi konulmuş ki bunu savcı bilmeyecek değil. Bunların dosyaya konulmuş olması da algı operasyonunun sonucudur. Bu metin bir hukuk metin niteliği taşımıyor, algı yaratmaya yönelik siyasi bir metin niteliğindedir.

“Çözüm Sürecini kriminalize etme çabası var”

Savcının, Çözüm Sürecinde gösterilen çabaları kriminalize etme çabası var. Biz o dönemde çıkarılan yasa kapsamında yürütülen faaliyetlerin yargılama konusu yapılmayacağını ön savunmamızda söylemiştik. Bundan da öte uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan barış hakkı faaliyetleri yargılama konusu yapılamaz. Tam tersine barış için mücadele etmenin güvence altına alınmış temel bir hak olduğunu ifade etmiştik. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, neden o dönemin yargılama konusu yapılması gerektiğini söylemiyor.

Buradan HDP’ye kapatma kararı çıkmaz. Ancak buradan AKP’ye seslenmek istiyorum hem Kobanî Kumpas Davasında hem de kapatma davasında AKP’nin de altına dinamit döşeniyor. O dönem yürütülen faaliyetlerin hiçbiri sadece HDP tarafından yürütülen faaliyetler değildi. Bizzat Erdoğan’ın koordinasyonunda Kamu Güvenliği Müsteşarlığının, MİT’in asker ve sivil bürokrasinin katılımıyla yürütülen bir süreçti. Bu sürecin yargılama konusu yapılması Türkiye ve demokrasi açısından olduğu kadar AKP açısından da tehdit barındırıyor.

Burada hedeflenen HDP ve HDP’li siyasetçiler değildir. Barış ve müzakere döneminde yapılan faaliyetler; bundan sonra hiç kimse böyle bir süreci yürütmesin, bu çatışma devam etsin, şiddeti reddeden yöntemlerle Türkiye halklarının sorunlarını çözmeye kimse cesaret edemesin diye yargılama konusu yapılıyor.

“Savcı düşmanca hareket ediyor “

Ön savunmamızda altını çizdiğimiz hususlar vardı. Avrupa hukuk sistemine tabiyiz. Daha önce verilen kapatma davalarına ve kararlarına ilişkin AİHM’in verdiği sayısız kararlar var. Bu kararlarda sadece Refah Partisi kararı aleyhe bir karar, diğerlerinde ise kapatma kararının hukuka uygun olmadığı söylendi. Bunlardan en önemlisi de DTP konusunda verilen karardı. Oysa savcı da siyasetçiler de ısrarla Herri Batasuna kararını örnek gösteriyorlar. Herri Batasuna’nın ETA’yı eleştirmediği ve kınamadığı için o kararın verildiğini savunuyor ki gerçek bu değil.

Bir taraftan savcı AİHM’in bir kararına uzun uzun atıf yaparken öte yandan diğer AİHM kararlarını tümden görmezden geliyor. Bir taraftan İspanya’da verilen bir karar HDP kapatma davasına gerekçe gösteriliyor öte yandan AİHM kararlarından hiçbirinden bahsedilmiyor. CMK’ya göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı bir iddianame hazırlarken ya da mütalaa sunarken sanığın lehine de olan delilleri sunması gerekiyor. Ancak savcı HDP lehine olan hususları mahkemenin gözünden kaçırıyor, kötü niyetle hareket ediyor, düşmanca hareket ediyor. Bu da savcının tarafsız ve bağımsız bir şekilde hareket etmediğini, aksine HDP’yi düşman olarak gördüğünü gösteriyor.

“Davanın hukuki temeli yok” 

Sadece HDP kapatma davasında değil genel olarak bir suçlama yönelttiğinizde bunun 3 kriteri içermesi gerekiyor. Biri kanuniliktir, bir diğeri demokratik toplum gerekliliğidir. Demokratik toplumda HDP kapatılmalı mıdır, kapatılmamalı mıdır? Son olarak meşru amaç çok önemlidir. Bir kişi fiiliyle bir tehdit oluşturuyorsa, bu kişinin eylemini engellemek meşru bir temele dayanıyorsa bir anlam ifade edebilir. Hukuki bir temeli olmayan bu davanın meşru bir temeli olduğu ileri sürülebilir mi?

Dün AYM’nin bize tebliğ ettiği 3 karar var. Bunlarla ilgili sizleri haberdar etmek isterim. Bu kararlardan biri şu AYM siyasi yasak istenen 451 kişiye iddianameyi tebliğ etmeyi ve yazılı savunmalarını almalarını kabul etmişti. Biz bu kişilerin savunmaları alındıktan sonra mütalaanın verilmesinin doğru olacağını söylemiştik. Eğer bu yapılmış olsaydı savcı mütalaasında birçok hatasını da düzeltecekti. AYM bu talebimizi reddetmiş.

Biz AYM’nin bu kararının hukuka uygun olmadığını düşünüyoruz. Eğer savcının kişilerin savunmasını okumasına gerek yoksa savunma yapmasına da gerek yoktur. “Savcının okunmasına gerek yok, biz okuyacağız diyor” mahkeme. O zaman savcıya ne gerek var? Yargının 3 temel ayağı var. Bu ayaklardan herhanginin birinin eksik olması o yargılamayı adil yargılama olmaktan çıkarır. AYM kararının hem savunma hakkını kısıtlamaya yönelik bir eksik yaratacağını hem de savcının mütalaasının da eksikliğe yol açacağını ifade etmek isteriz.

“İrfan Fidan itirazımız reddedildi”

800 küsur sayfalık iddianamenin 4/3’ü kişilerin eylem ve söylemlerine yönelik, yani onlar hakkında yürütülen soruşturmalara yönelik. Savcı en çok bunlara güveniyor. Biliyorsunuz İrfan Fidan daha önce savcılık yapmış ve ardından AYM Üyesi olarak belirlenmiştir. İrfan Fidan bu iddianamede yer alan 40’ı aşkın dosyanın da savcısıdır. Eğer bir hakim soruşturma aşamasında savcı ya da bilirkişi olarak dahil olmuşsa, o hakim o davaya bakamaz.

Bu emredici bir hükümdür. İrfan Fidan savcı olarak bu dosyaya müdahil olmuş, önüne gelen dosyalara ilişkin karar vermiş ve iddianame hazırlamış. İhsası rey niteliğindedir. “Ben tarafsız olarak bu olayı inceleyeceğim” dese bile biz bunu kabul etmeyiz. Ayrıca öncesinde de fikir belirtmiş. HDP’ye kapatma davasına hakim olarak katılması AYM’nin güvenirliliğini de zedeleyecektir. Biz İrfan Fidan’ın bu davaya katılmamasını istemiştik, AYM bu talebi de reddetmiş.

Bu dosyada siyaset yasağı olan bazı arkadaşlarımızın avukatları AYM’ye başvurarak müvekkilleriyle ilgili iddialara ulaşamadıklarını söylemişti. Çünkü bunların bir kısmı fezleke. TBMM fezlekeleri kişilere, avukatlarına göndermiyor. Diğer taraftan gizlilik kararı olduğu için ulaşamadıkları dosyalar olduğunu belirtiyorlar. O yüzden müvekkilleriyle ilgili dosyalara ulaşmak için fezlekelerin kendilerine ulaştırılmasını istiyorlar. Biz de bunların bize tebliğ edilmesini istemiştik savunmayı etkin olarak kurmak için. AYM bu talebi de reddetmiştir.

Bakın, verilen her karar gerekçeli olmak zorundadır. Mahkemeler karar verirken dosya içerisinde bulunan tarafların ulaşabildiği delilleri sadece esas alabilir. AYM bizim talebimizi reddederken diyor ki bunlar zaten dosyada da yok. Dolayısıyla dosyada olmayan bir şeyi size gönderemeyiz. Bu şu demek savcı iddianamede yer verdiği iddiaların kanıtını dosyaya sunmamıştır. AYM dosyayla sunulmamış delilleri esas alamayacaktır. Aksine bizim ulaşmamıza, dokunmamıza izin vermediği delilleri esas alarak bir hüküm kurarsa o hüküm geçersiz olacaktır. AYM’nin bu belgelere dayanarak hüküm kuramayacağına dair bir kanaat bizde oluştu.

Sizlerin de dikkatinizi çekmiştir. Uzun süredir bir sessizlik varken bir anda bu mütalaa bize tebliğ edildi. Biz AYM’nin yazılı savunmaları bekleyeceğini düşünüyorduk. Aynı noktaya geliyoruz; bu dava hukuki bir dava değil, iddianamelerin AYM’ye verildiği tarih de rastgele seçilmiş bir tarih değildir. Dün itibariyle mütalaanın bize tebliğ edilmesi de rastgele yapılan bir durum değil. Bir süredir Semra Güzel vekilimiz üzerinden çok haksız ve ahlaksız bir kampanya yürütülüyor. Bu yalan üzerinden toplumda algı operasyonu yapılıyordu. Bu algı operasyonunun bir parçası olarak HDP’nin kapatma davasına ilişkin mütalaa bu ortam içerisinde bize tebliğ ediliyor.

İkisi arasında bir bağ kurarak bu yargılama süreci yürütülüyor. Biz kapatma davasını öğrendiğimiz ilk andan itibaren ısrarla şunu belirttik. HDP’ye yönelik açılan bu kapatma davası sadece AYM koridorlarında hazırlanan bir dava değil, iktidarın en güçlü şekilde muhalefet yürüten HDP’yi etkisiz hale getirme çabasıdır. Güçlü bir avukat ekibimiz var ve güçlü bir savunma hazırlığımız var. Bu konuda kendimize güvenimiz tam. Fakat bu davanın savunmasını bütün toplumla, halklarımızla birlikte yapacağız. Demokratik çevrelerle, hukukun üstünlüğüne inan çevrelerle birlikte yürüteceğiz. Sadece bizim büromuz ya da AYM koridorları bu davanın görüleceği yer değil. Şimdiye kadar yanımızda olan bütün çerçeveleri HDP’yi savunmaya davet ediyoruz.

Soru: İrfan Fidan ile ilgili değerlendirmede bulundunuz bir de yeni seçilen AYM Üyesi Kenan Yaşar da AKP üyeliği yapmış. Bu konuda reddi hakim talebinde bulunacak mısınız? Yazılı savunmalar tamamlanmadan iddianame bize tebliğ edildi diyorsunuz bu hızlandırma mı? Sizin karara ilişkin bir öngörünüz var mı?

İrfan Fidan ile ilgili durum yasada belirlenen somut bir durum. Son seçilen AYM üyesinin durumu pek çok üye için geçerlidir. Bu üyelerin neredeyse tamamının bir siyasi partinin genel başkanı tarafından atanmış olması nedeniyle tarafsız ve bağımsız olacaklarına dair bir kaygı var. Hakimin reddini talep etmek için somut iddialara ihtiyaç var. Son üyeye ilişkin iddialar var. Eğer çok somut bir veriye ulaşmamız söz konusu olursa bunu değerlendirmeyi düşünebiliriz.

İkinci soruya ilişkin olarak bir yönüyle rutin bir süreçtir. Mütalaa da bir buçuk ay önce savcılık tarafından sunulmuştur. AYM’nin yazılı savunmaları bekleyerek bunu tebliğ etmesi bekleniyordu. Bir hızlandırma var mı? Yazılı savunmaların beklenmemiş olması böyle bir intiba oluşturuyor. Tarihler, siyasi ortam ve bunun bu davayla ilişkilendirilmesi, dikkat çekilmesi gereken budur. Böyle bir linç ortamında AYM kararları 20 gün önce verilmiş. Kararların alınmasından 20 gün sonra linç ortamında tebliğ edildi. Kapatma davası da Kobanî Kumpas Davası da bir kampanya biçiminde yürütülüyor. Bu hukuk açısından bir utanç. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bu kadar bu işi siyasallaştırılması Türkiye hukuk sistemi açısından kaygı verici. HDP ile ilgili bu linç durumunun devam etmesi Türkiye’de demokrasisi açısından nasıl bir tehdit olduğuna dair önemli veriler sunuyor.

Soru: Siyaset yasağı istenen isimler için AYM  tarafından belirlenen bir savunma süresi var mı? 

AYM aldığı kararda tebliğ edildikten sonra kişilerin 30 gün içinde savunmalarını sunmasını istiyor ama henüz iddianamenin tebliğ edilmediği kişiler de var. Ancak AYM, kişilerin savunmalarının gerekmediği yönünde bizim de hayret ettiğimiz bir karar verdi.

Paylaşın

EMEP Genel Başkanı Akdeniz: İlk Turda Aday Çıkarabiliriz

Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, Ankara’da HDP’nin çağrısıyla yapılan sol, sosyalist parti ve yapıların katıldığı 8’li toplantıyı, katılmayan Sol Parti ve katılmakla birlikte çekincelerini açıklayan TKP’yle görüşmelerini değerlendirdi. 

Evrensel’den Serpil İlgünün sorularını yanıtlayan Akdeniz, “Elbette sosyalist bir parti olarak Türkiye’nin gerçek kurtuluşunun kapitalist sömürü düzeninin son bulmasıyla gerçekleşeceğini söylüyoruz. Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için mücadele ediyoruz. Ama Türkiye’nin bugünkü karanlık tünelden çıkması için halkın acil talepler etrafında birleşmesine ihtiyaç var” dedi.

Akdeniz’in açıklamalarından bir bölüm şöyle:

Geçtiğimiz hafta Halkların Demokratik Partisi (HDP) çağrısıyla sol, sosyalist partiler ilk kez 8 parti ve örgüt olarak bir araya geldiler. Yapılan açıklamada, en geniş mücadele ortaklığını kurmanın yol ve yöntemlerinin konuşulmasına devam edileceği bildirildi. EMEP toplantıya nasıl bir anlam yüklüyor? 

Biz birlik meselesine şöyle bakıyoruz: Sandığa gelene kadar önce bir mücadele birlikteliği Türkiye’de ihtiyaç. Demokrasi cephesinin kurulması ihtiyaç. Emekçilerin birleşik cephesinin oluşturulması ihtiyaç. Ve bunların üzerinden yükselen, politik alternatifini de ortaya koyan bir halk ittifakı ihtiyaç. Bu çerçevede çeşitli girişimlerimiz, aylara varan toplantı ve görüşmeler oldu. Bunların bir kısmı siyasal parti ve örgütlerle, bir kısmı da sendikalarla oldu. Sadece son iki ayda EMEP Türkiye’nin 40 ilinde geniş halk toplantıları örgütledi. Bunlar hem birleşik emek cephesinin örgütlenmesi hem de halk ittifakı seçeneğinin yaratılması için yürütülen çabalardı. Gelinen aşamada artık partiler arası ikili görüşmelerinden çıkarak, Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı dışında kalan demokratik, ilerici, sosyalist güçlerle bir araya gelmek gerekiyor. Bu bakımdan toplantı çağrısının önce kimden geldiğinin pek önemi yok. Önemli olan birlikteliğin yapıcı temelde ve genişleyerek ilerlemesidir.

Toplantı, mücadele ittifakı mı, seçim ittifakı mı üzerinden de tartışıldı. İkisi birbirini dışlayan kavramlar mı?

Halk ittifakından ne anlamalıyız? İttifak ihtiyacı, ne seçimleri ne de mücadeleyi dışlayabilir. Mücadele ittifakı ile seçim ittifakını iç içe düşünmeli. Ayrıca seçim platformunda -ola ki- yan yana gelemeyen güçler mücadele birlikteliğini korumalı. Çünkü halkın ihtiyacı bu.

Yapılan toplantıya gelirsek…  “Aynı masada yan yana oturamazlar” denen partiler “Hayır biz yan yana gelebiliyoruz ve Türkiye’nin çıkış yolunu tartışabiliyoruz” mesajını vermiş oldu. Dolayısıyla ilk toplantı başarılıdır. “Halk hareketini ve mücadeleyi birlikte örgütlemek üzere bu toplantıları devam ettiriyoruz” iradesi de kıymetlidir. Biz EMEP olarak zaten başından beri sözü edilen parti ve örgütlerin (ve daha fazlasının) bir arada olması gerektiğini dile getirdik.

Toplantı ittifak üzerinden gündemleşince Sol Parti, “Partimiz bu aşamada hangi koşullarda yapılacağı belli olmayan seçime ilişkin bir ittifak tartışmasına girilmesini doğru bulmamaktadır” diyerek toplantıya katılmadı. Türkiye Komünist Partisi (TKP) ise toplantıya katılmakla birlikte “HDP’nin başını çektiği demokrasi ittifakının parçası olmak gibi bir gündemimiz yok” dedi. Bu konular toplantıda nasıl ele alındı, seçim platformu gündem oldu mu? 

Yapılan toplantı seçim platformunun konuşulduğu bir toplantı olmadı. Bizce mücadelenin yanında seçim süreci de konuşulabilir, konuşulmalı. Ama bunları şu anın acil tartışma gündemi olarak görmüyoruz. “Mücadele etrafında bir birlik kuralım” deniyorsa biz el birliğiyle burayı güçlendirmeye gayret ederiz.

“Diyalog ortamı yapıcı temelde devam etmeli”

Gündemimizde parlamento seçimi yahut milletvekili dağılımını konuşmak hiç olmadı. Halkın beklentisi de bu değil. Tek adamın gitmesi için bir irade var ama ne geleceği konusunda bir endişe var. Burada yapılması gereken sokakta, meydanlarda halkın gücüyle bu değişimi göstermek, öte yandan asgari program birliği ile halk seçeneğini oluşturmak. Bizim TKP ve Sol Parti ile aylara varan üçlü toplantılarımızın konusu da buydu. Bu süreç devam edecektir. Sol Parti, 8 parti ve örgütle de buluşabilir, eleştiri ve önerilerini dile getirebilirdi. Bu mümkün olmadı. Ama ilk toplantı neticesinde sanırım Sol Partili arkadaşlara yeniden çağrı yapılacak. TKP’li arkadaşlar ilkelerini, düşüncelerini bu çerçevede toplantıda dile getirdiler. Bize göre bu diyalog ortamı yapıcı temelde devam etmeli.

8 partinin katıldığı toplantıda alınan, katılımın genişletilerek görüşmelerin sürdürülmesi kararı TKP ve Sol Parti ile yaptığınız görüşmeleri nasıl etkileyecek? Ve üçlü görüşme nasıl ilerliyor, geçen sürede bir mutabakata varılamamasının nedeni ne? 

Biz EMEP olarak sosyalist partilerden menkul bir ittifak anlayışını dar görüyoruz ve böylesi bir güç birliğinin halk ittifakının yerine konamayacağını söylüyoruz. Bu konuda tartışmalarımız devam ediyor. Gelinen aşamada mücadele birliğini daha çok öne çıkaralım dedik. EMEP, TKP ve Sol Parti üç büyük kentte halkın geçim sorunlarıyla ilgili ortak eylemler yapacak. Toplantılarımız da bu arada devam edecek.

Sekiz parti ve örgütün mücadele birlikteliği ise 8 Mart, Newroz, 1 Mayıslar bile düşünüldüğünde yeni bir imkan. Partiler elbette kendilerini emek ve meslek örgütlerinin yerine koymamalı, bu süreci birlikte örgütlemeli.

Halk seçeneğinin motor gücünü işçi ve emekçilerin oluşturacağını vurguluyorsunuz. Bu bağlamda EMEP olarak sendika ve meslek örgütleriyle yaptığınız görüşmeler nasıl ilerliyor? Bu cephedeki eğilimler neler?

Sendikalar ve meslek örgütleriyle merkezi ya da yerel düzeyde görüşmeler yapıyoruz. Gördüğümüz şey şudur; örneğin sağlık emekçilerinin sendika farkını da ortadan kaldırarak işyerlerine dayanan güçlü eylemler yapması dikkat çekmiştir. Ancak sağlık emekçileri, metal işçileri, kamu emekçileri ve diğer iş kollarından emekçilerin mücadelesi birleşik bir karakterde değil. Yakın geçmişte, örneğin Emek Platformu çok daha etkili hareket edebiliyordu. Öyle ki birçok hükümet işçi gösterileriyle gitti. Bugün işçi ve halk hareketi daha geri düzeyde. Halk İttifakı yolunda gayretimiz birleşik bir emek hareketinin oluşması yönünde.

İkinci olarak, örneğin sendikalar şöyle bir eğilim içindeler; “Üzerimize çok geliniyor, üye kaybediyoruz, zor toparlanıyoruz, bir de siyaset yapmaya kalkarsak dağılabiliriz, o yüzden biz ekonomik alanda mücadele yürüteceğiz. Emek ve demokrasi güçlerinin ayağını oluşturan siyasi partiler 3’üncü seçeneği kursunlar biz sonra destekleyelim!” Bu doğru bir yaklaşım değil. Çünkü tek bir fabrika ya da iş kolunun kendi başına kurtuluş sağlaması mümkün değil. Grev hakkının ihlalinden sendikal barajlara, laiklik meselesinden Kürt sorununa, ekonomik politikalardan Türkiye’nin dış politikasına kadar her sorun iç içe geçmiş durumda. Dolayısıyla emekçi örgütleri, sendikalar siyasetin merkezine gelmek, siyaset yapmak zorundalar. Dört yılda bir oy vermeye indirgenmiş burjuva seçim anlayışı Türkiye’nin çıkışını sunamaz. Sendikalar ve meslek örgütleriyle buluşurken ya da işçi toplantılarında bu konuyu tartışıyoruz.

“Bizim için başkanlık seçimi, referandum niteliğinde olur”

Seçim sathı mailine girildiğinden hemen her konu seçim ekseninde tartışılıyor. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde kim nasıl tavır alacak soruları gündemde tutuluyor, anketler yayımlanıyor, muhtemel adaylar zikrediliyor. “Erdoğan mutlaka gitmeli” diyen herkes Millet İttifakı adayını desteklemeye çağrılıyor. Tartışmaları nasıl izliyorsunuz ve Emek Partisinin tavrı ne olacak?

Tek adam yönetimi dediğimiz şey bir kişiden ibaret bir şey değil. Arkasında güçlü sermaye grupları ve klikleri var, devlet ve medya gücü de elinde. Dolayısıyla birleşik ve demokratik bir halk hareketi olmadan sandığın da seçimin de güvencesi olmaz. Bunu gözden kaçırmamalı.

Bizim için başkanlık seçimi, referandum niteliğinde olur. A kişisi, B kişisi, A partisi, B partisi olmasından öte, tek adam rejiminin gitmesini isteyenlerle kalmasını isteyenlerin seçimine dönüşür. Eğer ilk turda emek, demokrasi, özgürlük güçleri bir araya gelir ve güçlü bir seçenek ortaya çıkarsa hep birlikte bir aday gösterebiliriz. Ama öyle bir kombinasyon çıkar ki birinci tur referandum niteliği kazanır, o zaman aday gösterilmeyebilir. Yani kombinasyon, ilk seçimde bitecekmiş gibi tezahür eder ve iki adayla karşımıza çıkarsa, burada işi zora sokacak bir hamle içinde olmayız.

Paylaşın

Araştırma: Cumhur İttifakı Sandıkta Çoğunluğu Bulamıyor

“Bu pazar seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” anketinin sonucunda kararsızlar dağıtıldığında AK Parti’nin yüzde 32, CHP’nin yüzde 25, İYİ Parti’nin yüzde 15, HDP’nin yüzde 9 ve MHP’nin yüzde 8.5 oy aldığı aktarıldı. Böylece Cumhur İttifakı’nın yüzde 50+1 çoğunluğunu sağlayamadığı görüldü.

İstanbul Ekonomi Araştırma’nın ocak ayı Türkiye Raporu’na göre, ülkenin genel gidişatı ile ilgili hisleri sorulan yurttaşların yarısı “endişeli” olduğunu söyledi. “Gençlerin yarısından fazlası ülkenin genel gidişatından endişeli” değerlendirmesinin yapıldığı raporda ayrıca “en güvenilmeyen kamu kurumlarının” Merkez Bankası ve TÜİK olduğu kaydedildi. Raporun siyaset başlığı altında ise Cumhur İttifakı’nın yüzde 50+1’i aşamadığı ortaya konuldu.

İstanbul Ekonomi Araştırma, siyasetten ekonomiye ülkedeki gelişmeleri değerlendirdiği ocak ayı Türkiye Raporu’nu yayımladı.

Cumhuriyet’ten Sarp Sağkal’ın haberine göre, raporda yurttaşların kamu kurumlarına olan güvenleri ölçüldü. Bu ay ilk kez TÜİK’in de ölçüldüğü aktarılan raporda, TÜİK’in, Başkanı Sait Erdal Dinçer’in “Bir yanlışa imza atarsam 84 milyonun hakkını yemiş olurum” açıklamasına karşın, “en güvenilmeyen ikinci kurum” olduğu belirtildi.  Enflasyon oranlarıyla ilgili kuruma eleştiriler getirildiği ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kuruma yapmak istediği ziyaretin engellendiği anımsatılan raporda, “Bu ayki anketimizde katılımcılarımıza ilk defa TÜİK’e güvenip güvenmediklerini sorduk ve bu kuruma güvenenlerin oranı sadece yüzde 31 çıktı” bilgisi paylaşıldı.

En az güvenilen kurumun ise, “bağımsızlık” konusunda tartışmalarla ve “128 milyar dolar nerede?” sorusuyla gündeme gelen Merkez Bankası olduğu kaydedilen raporda, “Merkez Bankası en az güven duyulan kurum, ancak bu kuruma güven duyanların oranı da 3 puan yükseldi. Aralık ayındaki faiz düşürme kararının ardından dolar kurunda gözlenen ani yükselişin kur korumalı mevduat duyurusu ve müdahaleler ile kontrol altına alınması, bu kuruma ve diğer kurumlara güvende gözlemlenen sınırlı iyileşmenin arkasındaki neden olabilir” ifadelerine yer verildi.

Cumhur İttifakı çoğunluğu sağlayamıyor

“Bu pazar seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” anketinin sonucunda kararsızlar dağıtıldığında AKP’nin yüzde 32, CHP’nin yüzde 25, İYİ Parti’nin yüzde 15, HDP’nin yüzde 9 ve MHP’nin yüzde 8.5 oy aldığı aktarıldı. Böylece Cumhur İttifakı’nın yüzde 50+1 çoğunluğunu sağlayamadığı görüldü.

Erdoğan’ın oy oranı

Erdoğan’ın oy oranı, “bu pazar seçim yapılsa yüzde 37,5 – 40 arasında” olduğu aktarılan raporda, “Erdoğan’ın muhtemel rakiplerinin oy oranları ise daha geniş bir aralıkta değişiyor. Erdoğan’a rakip oldukları durumda, en düşük oy oranına Kemal Kılıçdaroğlu, en yüksek oy oranına ise Mansur Yavaş ulaşıyor” değerlendirmesi yapıldı.

Paylaşın

Sancar: Millet İttifakıyla Bir Seçim Birlikteliği Düşünmüyoruz

HDP’nin de aralarında olduğu 8 sol siyasi yapı, seçimlere nasıl girileceği konusunda görüşmelerini sürdürüyor. 8 siyasi yapının son açıklamasında, ortak mücadelenin genişletilmesi için yeniden bir araya gelineceği belirtilmişti.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Parlamento seçimlerine demokrasi ittifakı ile girmeyi hedefliyoruz. Mevcut ittifaklarla herhangi bir seçim birlikteliği düşünmediğimizi pek çok kez ifade ettik. Biz partimizin kuruluşundan bu yana “3. yol” politikası izliyoruz. Parlamento seçimlerine mevcut ittifakların dışında, demokrasi güçlerini kapsayacak en geniş ittifakla girmek istediğimizi ısrarla söylüyoruz” dedi.

Sancar, konuya ilişkin yaptığı açıklamanın devamında, “Cumhurbaşkanlığı seçiminin dinamikleri ise farklı. Bu seçim için temel ilkeler çerçevesinde bütün muhalefet partileriyle açık bir müzakereyi ve doğrudan diyaloğu tercih ettiğimizi dile getiriyoruz. Dolayısıyla ilkeler zemininde ortak aday politikasına açık olduğumuzu vurguluyoruz. Sol-sosyalist yapılarla yaptığımız toplantılarda da bu konuları açık bir şekilde konuşuyoruz.

Nitekim gerçekleştirdiğimiz son toplantıda esas hedefimiz olan mücadele ortaklığı ilkesel bir konusunda mutabakat sağlandı. Aynı zamanda bu toplantıların somut başlıklar altında sürdürülmesi için bir görüş birliği ve birlikteliğin genişletilmesi perspektifi ortaya çıktı. Kat ettiğimiz yoldan memnunuz ve sonraki aşamalar için de umutluyuz.” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, +GERÇEK’ten Seda Taşkın’a, sol-sosyalist yapılarla buluşmanın detaylarından ittifak tartışmalarına, bu yapıların geçmişle hesaplaşma eğiliminden son dönemde tekrar gündeme gelen çözüm süreci beklentilerine, AYM’ye seçilen yeni üyenin kapatma davasına etkisinden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Selahattin Demirtaş’a ilişkin açıklamalarına kadar gündemdeki konuları değerlendirdi. Sancar’ın açıklamaları şöyle;

2 gün önce 7 parti ile bir araya geldiniz. Nasıl geçti? Neler tartışıldı? Size yönelik eleştiriler oldu mu? Sol parti toplantıya katılmayacağını açıkladı. Önder İşleyen’in “Tutum belgesi önümüzdeki dönemde yaşanacak restorasyona eklemlenmiş durumda” eleştirisine ne diyorsunuz? 

Toplantının verimli ve son derece dostça geçtiğini söyleyebilirim. Bütün siyasi yapıların temsilcileri, daha önce konuşulan çerçevede görüşlerini açıkça ortaya koydular. Ortak noktalarda buluşmaya odaklanmış bir toplantı olması özellikle önemliydi. Konuştuğumuz meselelerin ana ekseniyse bundan sonraki sürecin “mücadele ortaklığı” temelinde nasıl yürütüleceğiydi. Bilindiği üzere bizim bir “Demokrasi İttifakı” hedefimiz var. Ancak “demokrasi ittifakı” kavramı hakkında farklı yorumlar yapılabiliyor. Biz bu kavramı çeşitli vesilelerle açıklığa kavuşturmaya çalışsak da kavrama farklı anlamlar yüklendiğine tanık oluyoruz.

Biz, sözünü ettiğim ittifakı konferans kararımız olarak belirledik ve bu karar kongremizde onaylandı.  İttifakın sadece seçimlerle sınırlı bir hedef olmadığını da her fırsatta ve platformda dile getiriyoruz. Omurgası “ortak mücadele” olan bu birlikteliğin çerçevesini 27 Eylül tarihli tutum belgemizde daha da netleştirdik. Seçimlerin önemini yadsıyan bir yaklaşımımız yok ama sadece seçimlere odaklanmış bir ittifak tartışmasının bugünkü ağır şartlarda fayda sağlamayacağını da biliyoruz. Bu birlikteliği öncelikle en geniş mücadele ortaklığı olarak ifade ediyoruz, ancak bunun seçimlere dönük önerileri ve stratejileri içerdiğini de reddedemeyiz.

Parlamento seçimlerine demokrasi ittifakı ile girmeyi hedefliyoruz. Mevcut ittifaklarla herhangi bir seçim birlikteliği düşünmediğimizi pek çok kez ifade ettik. Biz partimizin kuruluşundan bu yana “3. yol” politikası izliyoruz. Parlamento seçimlerine mevcut ittifakların dışında, demokrasi güçlerini kapsayacak en geniş ittifakla girmek istediğimizi ısrarla söylüyoruz.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin dinamikleri ise farklı. Bu seçim için temel ilkeler çerçevesinde bütün muhalefet partileriyle açık bir müzakereyi ve doğrudan diyaloğu tercih ettiğimizi dile getiriyoruz. Dolayısıyla ilkeler zemininde ortak aday politikasına açık olduğumuzu vurguluyoruz. Sol-sosyalist yapılarla yaptığımız toplantılarda da bu konuları açık bir şekilde konuşuyoruz.

Nitekim gerçekleştirdiğimiz son toplantıda esas hedefimiz olan mücadele ortaklığı ilkesel bir konusunda mutabakat sağlandı. Aynı zamanda bu toplantıların somut başlıklar altında sürdürülmesi için bir görüş birliği ve birlikteliğin genişletilmesi perspektifi ortaya çıktı. Kat ettiğimiz yoldan memnunuz ve sonraki aşamalar için de umutluyuz.

Çok sade ve yalın bir basın bildirisi yayınladınız. Bu ortak metne bir “uzlaşma iradesi” diyebilir miyiz? Bunun yanı sıra sizin önceki röportajlarınızda belirtiğiniz üzere HDP’nin Kürdi ittifak girişimleri de mevcut.  Bu iki girişim birbirini tamamlayıcı olarak değerlendirilebilir mi?  Yoksa birbirinden bağımsız olarak mı ele almalıyız?

Demokrasi ittifakının çok daha geniş bir çerçeveyi hedeflediğini belirtiyoruz. Yerel seçimlerde ittifak kurduğumuz Kürdî partilerle ilişkilerimiz sürüyor. Bu ittifakı daha da genişletmeye dönük çalışmalar da yapıyoruz. Öte yandan inanç gruplarıyla, kadın hareketleriyle, emek meslek örgütleriyle, yöre dernekleri ve toplumun çeşitli mağdur kesimleriyle de bu çerçevede görüşmeler yürütüyoruz. Bunların birbirini dışlayacağını düşünmüyoruz. Tam aksine, içinde bulunduğumuz bu ağır şartlarda asıl sonuç alacak, etkili olacak politikanın hayata geçirilebilecek en geniş demokratik mücadele birlikteliği olduğuna inanıyoruz. Süreç içerisinde bu çevrelerle yaptığımız görüşmelerde kimi hususlara dair çekinceler ortaya çıkarsa bunları da müzakere ve diyalogla aşabileceğimizi düşünüyoruz.

Peki, her iki buluşma için süreç bundan sonra nasıl ilerleyecek? Heyetler mi oluşturulacak? 

Sözünü ettiğiniz süreç, bundan sonraki görüşmelerle şekillenecek. Görüşmeleri somutlaştırarak yürütme konusunda bir mutabakata vardığımızı hep birlikte imza attığımız basın bildirisinde zaten kamuoyuna duyurduk. Şüphesiz her yapı kendi kurullarında değerlendirme yapacak ve bundan sonrası için tekrar görüşüp netlik kazanmayan konular üzerinde tartışmalarımızı sürdüreceğiz.

Bir yandan da millet ittifakı ile görüşmeleriniz devam ediyor. Şu ana kadar geldiğiniz nokta nedir? Bu görüşmeleri sürdürecek misiniz?

Millet ittifakıyla özel bir görüşme yürüttüğümüzü söyleyemem. Çünkü biz ittifakları değil tek tek partileri muhatap alıyoruz. Ki millet ittifakının da zaten ortak bir mekanizması, ortak sözcülük makamı yok. Bu birliktelik, CHP ve İYİ Parti’nin öne çıktığı bir zemin. İhtiyaç hasıl olduğunda CHP ile heyetler düzeyinde görüşmelerimiz elbette oluyor. Son olarak dört partiyle başkanlar düzeyinde görüştük. DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Gelecek Partisi’yle de benzer temaslarımız oldu. Biz bütün muhalif çevrelerle diyalog ve müzakere yürütmeyi temel bir politika olarak belirlemiş bulunuyoruz. Daha önce de dile getirdiğim gibi sadece muhalif parti ve yapılarla değil, toplumun bütün kesimleriyle böyle bir ilişki kurmayı çok önemsiyoruz.

Bizim açımızdan diyalog ve müzakere sadece bir masa etrafında oturarak konuşmayı ifade etmiyor. Bizim politikamız, farklı toplum kesimlerine dokunabilmeyi ve onlarla ilişki kurmayı içeriyor. Bizimle görüşmeye veya bizi dinlemeye kapalı çevrelere de politikalarımızla, üslubumuzla, duruşumuzla seslenmeye çalışıyoruz. Bunun özünde de bütün sorunların müzakere ve diyalogla aşabileceğine dair kabulümüz yatıyor.

HDP’ye yönelik kimi sol yapılardan gelen eleştiriler var. Bu eleştiriler genellikle HDP’nin sınıf meselesine sosyalist perspektiften yaklaşmadığı ve anti-emperyalist bir duruşa sahip olmadığı yönünde. Bu konuda neler söylemek istersiniz? 

Bu tür eleştiriler olabilir. Bazı tartışmaların kökleri yüzyıl öncesine kadar uzanabilir ama en yakın tarihler olarak 1980’leri işaret edebiliriz. Ancak biz mücadele ortaklığı için görüşmeler yürütürken, kamuoyu önünde bu tür tartışmalara girmeyi prensip olarak doğru bulmuyoruz. Yoksa her eleştiri ve değerlendirme için elbette söyleyecek sözümüz var.

Ortak mücadele gibi bir hedefiniz varsa esas itibariyle iki yöntem seçebilirsiniz. Birincisi; tümelden tikele doğru ilerlemektir. Yani önce makro düzeyde ilkeler belirlenir ve bu ilkeler etrafında bir birliktelik için tartışmalar yürütülür. Ancak çok ağır baskı şartlarında, tümelden tikele doğru ilerleyen bir yaklaşımı açıkçası işlevsel ve isabetli bulmuyorum. Kaldı ki mücadele ortaklığı kavramı bir yandan bu tartışmaları yürütürken diğer yandan da halkın sorunlarına somut cevaplar üretecek birliktelikleri hayata geçirmeyi mümkün kılıyor.

Bu bağlamda tikelden tümele doğru ilerlemeyi daha doğru buluyorum. Şunu kast ediyorum: Belli hedefler etrafında ortak mücadele iradesini ortaya koymak, bunun gereklerini pratikte yerine getirmek ve ortak ilkelerde uzlaşmayı hayatın içinde ve birlikte yürürken pekiştirmek…

Önümüze koyduğumuz hedefi böyle belirleyince ilkeler üzerinde uzun uzadıya tartışmalar yürütmek yerine, ilkelere varacak ortak duruşu ve temasları değerlendirmeyi çok daha yerinde buluyorum. Esasen Türkiye ve dünya sol tarihinde bu tartışmaların gölgesinde yitip giden pek çok ortaklık girişimlerine rastlıyoruz. Yani teorik tartışmalarla ve çok parlak ilke iddialarıyla başlayan görüşmeler ve konferanslar sonucunda birlikte mücadeleye dönük bir kararın çıkmadığı örnekler pek çoktur. Bu konular, özellikle 1900’lü yılların başlarında, faşizmin ve Nazizmin korkunç saldırganlığının yaşandığı dönemlerde ziyadesiyle tartışıldı.

O nedenle yöntemi şartlara göre ve hedefi de bu şartlar dahilinde gerçekçi bir perspektifle belirlemek gerekiyor. Şu anda bizim mücadele ortaklığı kavramını öne çıkarmamızın mantığında sonuç alma isteği yatıyor. Ortak ve/veya benzer dertleri, kaygıları ve hedefleri olduğunu bildiğimiz yapıların yan yana gelmeleriyle bir müzakere sürecinin doğalında ortaya çıkacağına ve bu yolla daha verimli tartışmalar yürütüleceğine inanıyoruz.

Türkiye’de sol hareketler on yıllardır benzer hedeflere sahip olsa da ortak bir mücadele hattı oluşturamıyor. Siz de akademik hayatınızı geçmişle hesaplaşma meselesine adamış bir akademisyen/düşünürsünüz. Bu buluşmaları bir nevi geçmişle hesaplaşma, yüzleşme veya özeleştiri olarak ele almak mümkün mü? 

Geçmişle yüzleşmenin, özeleştirinin çok çeşitli imkanları ve yöntemleri vardır. Bu konuda bir katalog çıkarmaya kalkarsanız çok uzun bir liste oluşturabilirsiniz. Geçmişle yüzleşme aynı zamanda bir özeleştiri içerir. Fakat geçmişle yüzleşmenin de içinde bulunulan şartlara ve ortama bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğini unutmamak lazım. Bu kadar büyük bir saldırganlığın, korkunç bir sömürü düzeninin insan hayatını, doğayı, toplumu böylesine tahrip ettiği bir dönemde ortak mücadelenin bizatihi içinde müzakere ve yüzleşme, ortak bir yürüyüş için çok daha sağlam bir zemindir. Birbirimize yönelik eleştirilerimizi birlikte yürürken dile getirip soru işaretlerini gidermeye çalışmak, bana göre çok daha verimli bir yoldur.

Diyalogun kendisi aynı zamanda bir yüzleşme yöntemidir. Yüzleşmeyi de hangi hedefe bağladığınız son derece önemlidir. Geleceği inşa etme konusunda ortak yürüyüş iradesini yaratmaya mı bağlıyorsunuz, yoksa geçmişte yaşananları birbirine karşı üstünlük veya avantaj aracına dönüştürme gibi bir yaklaşıma mı sahipsiniz? Geçmişle yüzleşmek, geçmişe hapsolmak demek değildir. Yüzleşmek, geçmişe bakarak ileriyi inşa etme hedefine yöneldiğinde anlam taşır. Örneğin, HDP de dahil bir araya gelen 8 yapı geçmişte çeşitli karşıtlıklar yaşadılar, hala da birçok konuda fikir ayrılığı var. Esasen bunun olmaması düşünülemez. Çünkü ayrı yapılar varsa ayrı fikirler vardır. Bu durumda bizim müşterekleri belirlemeye dönük bir çalışmayı esas almamız gerekir. Bunu da geleceği inşa için yaptığımızı tekrar vurgulama ihtiyacı duyuyorum.

Önümüzde tarihi bir seçim var. Ortak mücadele arayışımız elbette seçimlere endeksli değildir ancak seçimleri görmezden gelen bir yaklaşımımız da yok. Bu birliktelik girişimi, yeni bir başlangıcı hangi güç, dinamik, ilke ve hedefler temelinde kuracağımıza dair de ortaklık çağrısıdır aynı zamanda. Çünkü bizler, seçimleri kim kazanırsa kazansın yeni dönemin inşasında, belirlediğimiz çerçevenin ve beraber yürüdüğümüz öznelerle mutabakata vardığımız ilkelerin damgasını vurmasını istiyoruz.

İlkeler tek başına hayatı değiştirmeye yetmez, hayatı değiştirecek olan maddi güçtür. Toplumsal gücü büyütebilirseniz, bu gücün o ilkeleri hayatı geçirme dinamiklerini yaratmasını da sağlarsınız. Dolayısıyla biz demokrasi ittifakını önümüze uzun erimli bir politika olarak koyduk. Yapmak istediklerimizin tümü, geçmişin ışığında geleceği ortak bir mücadeleyle kurma iradesine bakarak değerlendirilmelidir.

Seçimlere gelecek olursak… İlkeler bazında uzlaşılırsa cumhurbaşkanı konusunda ortak adaya açık olduğunuzu ifade ediyorsunuz. Bu ilkeleri açabilir misiniz? Ek olarak Türkiye’de bir cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırları sizce ne olmalı? 

27 Eylül tarihinde ilan ettiğimiz deklarasyonumuz bu çerçeveyi çiziyor. Kimseye ön şart koşmuyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri için bir müzakere istiyoruz ve üçlü bir ayrım yapıyoruz. Seçime kadar olan dönem, seçiminin bizzat kendisi ve seçim sonrası dönem. Seçime kadar olan dönemde, başta seçim güvenliği olmak üzere bütün muhalif güçlerin hak ve özgürlüklerini kullanabilmelerini sağlayacak ortak bir irade ve çaba gerekiyor.

Yapılan saha çalışmalarına bakarsanız toplumun neredeyse üçte ikisi seçim güvenliğinin olmadığına inandığını söylüyor. Yine neredeyse toplumun dörtte üçü, muhalefetin seçim güvenliğini sağlayacağına inanmadığını belirtiyor. Bunlar çok ciddi uyarılardır. Seçim güvenliğini sandık güvenliğiyle sınırlı tutmamak, ortak mücadelenin önemli bir unsuru olarak görmek gerekiyor. Burada da hem toplumsal hem de siyasal muhalefet güçlerine ciddi bir sorumluluk düşünüyor. Eğer ortak çalışma zemini ve yöntemleri oluşturulmazsa seçim güvenliğiyle ilgili çok ciddi sorunlar yaşanacağını bundan önceki süreçte çok açık gördük.

Bir diğer konu ise cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefetin kazanması halinde yapılacaklardır. Biz, seçimden sonra geçiş sürecinin nasıl oluşturulacağını bütün muhalefet partileriyle açıkça müzakere etmek istiyoruz. Önerilerimiz, fikirlerimiz ve öngörülerimiz var. Mesele sadece cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlarından ibaret değildir. Yeni dönem nasıl inşa edilecek? Güçlendirilmiş parlamenter sisteme giden yolda nasıl hareket edilecek? Güçlendirilmiş parlamenter sistem sorunları çözmek için yeterli olacak mı? Biz de güçlendirilmiş parlamenter sistemden yanayız ama biz daha fazlasını söylüyor ve istiyoruz. Güçlü bir demokrasi için halkın yerelden başlayarak yönetim süreçlerinde etkili olması gerektiğini vurguluyoruz.  Bu çerçevede yerel demokrasinin çok kilit bir önemi var. Bütün bunları mutlaka konuşmamız gerekiyor. Muhalefet bunları konuşmaya yanaşmazsa, bu ihtiyacı ve talepleri ciddiye almazsa, cumhurbaşkanlığı seçimini muhalefet kazansa bile yeni bir başlangıç yapma imkanının doğacağını düşünmüyoruz.

Açıklamaların tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

DEVA Lideri Babacan: Seçim Yakın, Günler Sayılı

DEVA Lideri Babacan, her an bir seçim kararı alınabileceğini belirterek, “Memleketimizin yarınlarıyla ilgili söyleyeceğiniz bir sözünüz olsun. İşte biz bunu yapıyoruz, bunu gerçekleştiriyoruz. Artık seçim yakın, günler sayılı. Her an seçim kararı alınabilir, ülke her an seçime gidebilir gibi hazır olmamız gerekiyor. Çok çalışmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Ali Babacan, “Partimizi duymayan kimse kalmamalı. Biz kadrolarımıza güveniyoruz. İnsanlar bir tanısa, bir bilse inşallah yönlerini bize doğru çevirecekler. Ama bilmezlerse, tanımazlarla bu olmaz. Ağırlıklı olarak partimize bakış çok olumlu. Bu olumlu bakışı somut desteğe çevirmek bizim gayretimize bağlı” dedi.

“Seçimlerden sonra ilk 90 dakikanın, ilk 90 günde, ilk 360 günde neler yapacağımızın bütün detaylarını hazırlayıp kamuoyuyla paylaşıyoruz” diyen Babacan, “Gerçekten çok yetkin bir ekiple yapıyoruz. Sadece partimizin mensuplarıyla değil, bize dışarıdan destek veren çok geniş istişare halkalarıyla bunları gerçekleştiriyoruz.” ifadelerini kullandı.

Konya’nın Akşehir ilçesinde partisinin ilçe başkanlığı binasının açılışını yapan DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan, burada yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi;

Paylaşın

Gülşen: Ataerkil Sistemin Sizi De Boğduğunu Görmüyor Musunuz?

Şarkıcı Gülşen’in sahne kıyafetleri bazı eleştiren yorumlar almış, şarkıcı İzzet Yıldızhan da “külotla sahneye çıkmasınlar” diyerek tepkisini dile getirmişti. Gelen tepkilere sahne kıyafetleriyle cevap vermeyi sürdüren Gülşen, tepkisini bir de yazılı açıklamayla anlattı.

Haber Merkezi / “Çıktığınız bu yolda aslında kendi ayaklarınıza, hemcinslerinizin ve evlatlarınızın ayaklarına takmaya çalıştığınız prangaların farkında mısınız” diye soran Gülşen, instagram hesabından yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Ben bir kadın bedeninde dünyaya gelmiş bir insanım. İsmim Gülşen. 26 yıldır tek başıma ayaklarımın üzerinde duruyor ve arı gibi çalışıyorum. Hiç kimseye muhtaç değilim. Pop müziğe değer ve yenilik katabilmek adına sayısız şarkı yazdım.

Mesleki hayatım boyunca hep zamanın ruhunu okumaya inandım. Müziğimin, bedenimin, zihnimin, kelimelerimin hep özgür ve bağımsız kalabilmesine gayret ettim. Var olanla yetinmeyip yenilenmeye, değişime açık kalmanın mesleğimi en doğru biçimde icra edebilmek için en önemli unsur olduğunu hep bildim. Meğer, insan performansına gösterdiği özeni giyimine de gösterince sanatkarlığı yok oluyormuş. Vazgeçmem istenen şey daha az göze batmak ya da daha çok onay görmek için kendimi, bedenimi, vizyonumu yok etmem mi? Yoksa asla inanmadığım belirli yaftalara ya da yargılara itaaat etmem mi?

Ben de bu satırları tam da o yüzden yazıyorum. Kıyafet üzerinden farklı farklı “ama”larla sırf beni ya da sizden olmayanları nasıl alaşağı ederiz diye düşünerek çıktığınız bu yolda aslında kendi ayaklarınıza, hemcinslerinizin ve evlatlarınızın ayaklarına takmaya çalıştığınız prangaların farkında mısınız? Bir gün gelip “kadını ya da kendinden olmayanı yok saymaya, baskılamaya ve gerektiğinde yok etmeye hevesli bu ataerkil sistemin sizin gibi düşünenlerden de aldığı güçle gelip sizi de boğabileceğini hatta boğmakta olduğunu görmüyor musunuz?

Kadınlara ‘anne olma, evlat olma, eş olma’, Erkeklere ‘erkek olma, hükmetme zorunluluğunda olma, aksi taktirde eksik olacağı’ üzerinden uygulanan tüm tahakkümün nasıl bir cehennem olduğunu ve bu tahakkümün en sonunda erk’lik taşımayanın ya da onun yasalarına uymayanın yaşamdan silinmesini meşrulaştırmaya hizmet etmekte olduğunu ne olur görelim artık hep birlikte. Bir insanın yaşam hakkı, yaşam tercihleri bir başkası tarafından belirlenemez. Bir cins ya da insan bir diğerinden üstün olamaz.

Evet, ben bir anne-babanın kızı, evet bir erkeğin eşi, ve bir yavrunun annesiyim. Babasının kızı, bir erkeğin karısı, bir çocuğun annesi olmaktan öte; ben aklı ve düşünme yeteneği olan özgür iradeye sahip bir insanım. Bu sıfatlardan fazlasıyım. Hiçbir sıfatın kölesi değilim. Kimseye ait değilim. Ben kendimim. Kendime aidım.

Evlatlarımız tecavüze uğrayıp öldürüldüğünde o zehir dolu “ama”larla aynı kaynaktan çıkan “üzerinde ne vardı?” sorusu hangimizin nefesini daraltmadı? Bu zihniyetteki soruların aslında soru değil yargı olduğunu hepimiz maalesef ki biliyoruz. Bu sorular gibi tıpkı eşim Ozan’a yüzlerce kez sorulan; “Gülşen’in kıyafetlerine karışıyor musunuz?” “Eşinizin kıyafetleri çok eleştiriliyor siz ne düşünüyorsunuz?” soruları da aynı zehirli kaynağa hizmet ediyor görmüyor musunuz?

Bana kıyafetim, yaşım, anneliğim, cinsiyetim, eşliğim, ya da sanatkarlığım üzerinden kurulmaya çalışılan tüm baskılar gibi, eğer çeşitli baskıların içine hapsedilmiş nefessiz, umutsuz, çaresiz, bırakılmaya çalışılmış tek bir kişi dahi var ise okuyup nefes bulsun küçük sandığı dünyada aslında yalnız olmadığını, kabul gördüğünü ve çok sevildiğini bilsin istedim. Çünkü yaşam bu zihniyetler kadar küçük değil. Yaşam kocaman ve yaşamak çok güzel.”

Paylaşın

Süper Lig’de 23. Haftanın Hakemleri Belli Oldu

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), Süper Lig’de 23. Hafta karşılaşmalarını yönetecek hakemleri açıkladı. Buna göre, ligin zirvesini ilgilendiren Galatasaray – Trabzonspor maçında Atilla Karaoğlan düdük çalacak.

Haber Merkezi / Atilla Karaoğlan’ın yardımcılıklarını Bahattin Duran, Tarık Ongun ve Onur Özütoprak yapacak. Yine ligde üst sıraları ilgilendiren Yeni Malatyspor – Beşiktaş karşılaşmasını Zorbay Küçük, Demir Grup Sivasspor – Fenerbahçe maçını ise Alper Ulusoy yönetecek.

İşte Süper Lig’de 23. haftanın maçlarını yönetecek hakemler:

22 Ocak Cumartesi

13.30 Yeni Malatyspor – Beşiktaş – Zorbay Küçük
16.00 Adana Demirspor – Fatih Karagümrük – Suat Arslanboğa
16.00 Demir Grup Sivasspor – Fenerbahçe – Alper Ulusoy
19.00 Başakşehir – Göztepe – Arda Kardeşler

23 Ocak Pazar

13.30 Hatayspor – Çaykur Rizespor – Sarper Barış Saka
16.00 Antalyaspor – Gaziantep FK – Abdulkadir Bitigen
16.00 Giresunspor – Alanyaspor – Mert Güzenge
16.00 Altay – Konyaspor – Yasin Kol
19.00 Galatasaray – Trabzonspor – Atilla Karaoğlan

Paylaşın