Ukrayna’da Silahlı Çatışma, Yıkıcı Olur

Ukrayna topraklarında yeni milislerin yaratılması ihtimalinden özellikle endişe duyan Uluslararası Af Örgütü, Ukrayna’da silahlı çatışmanın ve gerilimin yeniden tırmanmasının bölgedeki insan hakları için yıkıcı sonuçları olacağı konusunda uyardı.

Af Örgütü, Rusya’nın bölgede askeri güç kullanma tehdidi söz konusu iken, olası bir çatışmanın sivil yaşamları, geçim kaynaklarını ve altyapı varlıklarını tehdit ettiğini, şiddetli gıda kıtlığına yol açabileceği ve muhtemel bir kitlesel göçe sebebiyet verebileceğini hatırlattı.

Ekonomik ve sosyal hakların halihazırda olumsuz etkilendiği bu konjonktürde tıbbi malzemeler de dahil olmak üzere temel gıda ve ürünlerde artan fiyatlar, Ukrayna’da insanların sağlık hizmeti alma ve yeterli bir yaşam standardına sahip olma hakkını olumsuz etkiliyor. Bu özellikle yaşlılar, çocuklar ve düşük gelir gruplarını daha çok etkiliyor.

Son iki haftadır güvenlik endişeleri nedeniyle okulların aralıklı olarak kapanmasıyla eğitim hakkı da etkilendi. Rusya’da rublenin değeri düştü ve fiyatlar yükseliyor.

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard bir açıklama yaparak, “Rusya’nın askeri güç kullanma tehdidi, Ukrayna ve ötesindeki milyonlarca insanın insan haklarını şimdiden etkiliyor” dedi.

“Sonuçların yıkıcı olması muhtemel”

Callamard ek olarak bölgedeki sürece de değindi, “Gerçek askeri gücün sonuçlarının yıkıcı olması muhtemeldir.”

Ukrayna’nın yakın tarihine, Donbas’taki Rusya birliklerinin karıştığı çatışmalar ve Kırım’ın yasadışı ilhakı damga vurdu. Askeri güçler sivillerin haklarına saygı göstermeyip cezasız kaldığı için, bu olaylar toplulukları ve yaşamları adeta parçaladı, ancak bu kısır döngüyü kırmanın zamanı geldi.”

Açıklamada sivillerin haklarına dikkat çekildi, “Askeri çatışmalarda siviller korunmalı ve suistimal eden herkes hesap vermelidir. Uluslararası Af Örgütü, tüm taraflarca uluslararası insancıl hukuk (savaş hukuku) ve uluslararası insan hakları hukuku ihlallerini ortaya çıkarmak için durumu yakından izleyecektir.

2014-2015’te, Ukrayna’nın doğusundaki Donbas’taki silahlı çatışmalar tırmandığında, taraflar, uluslararası insancıl hukuku ihlal ederek bir milyondan fazla insanın yerinden edilmesine yol açtı. 13 binden fazla insan bu süreçte hayatını kaybetti.”

Rusya ordusu – Tekrarlanan ihlaller

Uluslararası Af Örgütü, son yıllarda cezasız kalan diğer konuları da göz önünde bulundurarak, Rus birliklerinin uluslararası hukuka saygı göstermediğini hatırlattı, tarihin tekerrür etme olasılığı endişelerini paylaştı.

Örneğin Rusya, 2015 Eylül ve Kasım aylarında Suriye’de Humus, İdlib ve Halep’teki yerleşim bölgelerine bir dizi hava saldırısı düzenledi ve en az 200 sivili öldürdü. Uluslararası Af Örgütü, 2020’de Rusya uçaklarının Suriye’deki okulları ve hastaneleri hedef aldığını bildirdi, bu noktaların bir kısmı BM’nin herhangi bir saldırıda hedef alınmaması gereken, sivil bölgeler olarak işaret ettiği yerlerdi.

Ukrayna’nın doğusunda devam eden çatışmada, Rusya destekli ayrılıkçı güçler, Ukrayna güçlerinin yaptığı gibi, sivil yerleşimlerde patlayıcı silahlar kullanarak uluslararası insancıl hukuku ihlal etti. Ayrıca bu silahları evlere ve sivil altyapıya konuşlandırdılar ve buralardan ateşlediler.

Agnès Callamard, “Rusya -ister Ukrayna’da ister Suriye’de, isterse kendi ülkesindeki Çeçenya askeri harekâtında olsun- askeri müdahaleler tarihi boyunca uluslararası insancıl hukuku bariz bir şekilde hiçe saydı. Rusya ordusu, sivilleri koruyamayarak ve hatta onlara doğrudan saldırarak savaş hukukunu defalarca çiğnedi.

Rusya kuvvetleri ayrım gözetmeksizin saldırılar düzenledi, yasaklı silahlar kullandı ve bazen sivilleri ve sivil yerleşimleri kasıtlı olarak hedef aldı; tüm bunlar savaş suçudur” sözlerini kullandı.

Uluslararası Af Örgütü, Ukrayna topraklarında yeni milislerin yaratılması ihtimalinden özellikle endişe duyuyor. Donbas’taki bu tür Rusya destekli silahlı gruplar, uluslararası insancıl hukuk kurallarını hiçe saymaları ve Ukrayna hükümet yanlısı milis güçleri gibi hesap vermemeleri ile bilinmektedir.

Muhtemel mülteci krizi

2014-2015 yıllarındaki Doğu Ukrayna çatışması, bugüne kadar şiddetli bir şekilde hissedilmeye devam eden tam bir insan hakları krizine neden oldu.

Milyonlarca insan evlerini terk etmek zorunda kaldı ve bölge ekonomisi harap oldu, geri dönen veya çatışma bölgesinde kalanlar yaşamlarını güçlükle sürdürebildi. Ayrılıkçı güçler ve hükümet güçleri yüzlerce kişiye karşı yargısız infazlar ve hukuka aykırı öldürmeler, işkence, kaçırma, zorla kaybetme ve keyfi gözaltılara başvurdu.

Ukrayna Sosyal Politikalar Bakanlığı’na göre, Donbas’taki çatışmalardan ve işgal altındaki Kırım’dan kaçtıktan sonra yaklaşık 1 milyon 450 bin kişi hâlâ ülke içinde yerinden edilmiş durumda.

Agnès Callamard bu duruma ilişkin şu sözleri kullandı, “Ukrayna’daki çatışmaların artması durumunda mülteci krizinin ne boyutlara ulaşabileceğini düşünmek korkutucu.

Komşu Avrupa ülkelerinde sığınma talep eden milyonlarca mülteci ile kıta çapında bir insani felaket olacak. Ukrayna şu anda Rusya, Belarus ve Orta Asya ülkelerinden kaçarken koruma arayanların hedefi. Rusya, Ukrayna’ya karşı askeri güç kullanırsa, bu durum da etkilenecek ve insanlar başka ülkelere sığınmak zorunda kalacaklar.”

Durumun bölge ve ötesindeki etkileri

Çatışmalar, Ukrayna’da gerilla savaşının uzaması ihtimali nedeniyle bölgedeki insan haklarını daha da zayıflatacaktır. Yasadışı silah çıkışları, hesap verebilir olmayan özel askeri taşeronların toplu halde gelişi ve şiddet ve cezasızlıkta genel bir artış durumu ağırlaştırabilir.

Ekonomik yıkım ve bunun bölge üzerindeki yansımaları, Ukrayna topraklarından geçen Rusya gazına bel bağlayan Avrupa kıtası da dahil olmak üzere çok daha geniş alanda ve çok büyük olabilir.

Agnès Callamard krizin etkilerine ilişkin şunları belirtti, “Avrupa’nın tam merkezinde bir nükleer gücü barındıran ve potansiyel olarak diğer ülkeleri de içine çeken bir başka silahlı çatışma, küresel olarak insan hakları üzerinde öngörülemeyen etkileri olan tüm jeopolitik kontrol ve denge sistemini bozma tehdidinde bulunuyor.”

“Batı ve Rusya daha sert bir çatışmaya girerse, bu potansiyel olarak tarafların dünya çapındaki bölgesel çatışmalara daha aktif müdahalesine, enerji politikasının silah haline getirilmesine ve dış politikalarının bir parçası olarak güç kullanmaya hazır olan daha fazla ülkenin de krize ortak olmasına yol açabilir.”

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Türkiye’den Avrupa’ya 2 Bin 500’den Fazla İltica Başvurusu

Avrupa Birliği İltica Ajansı’nın (EUAA) açıklamasına göre Avrupa ülkelerine iltica başvuruları Kasım 2021’de yeniden yüksek bir seviyeye çıktı. Kasım 2021’de Afganistan, Suriye ve Iraklılar başvurularda ilk sıraları alırken Türkiye’den de Avrupa ülkelerine 2 bin 571 iltica başvurusu yapıldı.

Malta’nın başkenti Valletta’da paylaşılan verilere göre 27 Avrupa Birliği ülkesi ile Norveç ve İsviçre’ye geçen yılın Kasım ayında 71 bin 400 iltica başvurusu yapıldı. Avrupa ülkelerine iltica başvuruları 2016 yılından bu yana en yüksek seviyeye Batılı güçlerin Afganistan’dan çekildiği Eylül ayında ulaşmıştı. Kasım ayında sayının Eylül ayından çok az düşük olduğu kaydedildi.

Kasım ayında yapılan başvurularda 13 bin 40 ile ilk sırada Afganistan uyruklular gelirken, onları Suriyeliler ve Iraklılar takip etti. Başvurularda bu ülkeleri Venezuela ve Pakistan takip ederken onların ardından da Türkiye geliyor. Türkiye’den Avrupa ülkelerine yapılan iltica başvurusu sayısı Kasım 2021’de 2 bin 571 oldu. Bu sayı tüm iltica başvurularının yüzde 3,6’sına tekabül ediyor.

Çocuk ve genç ilticacıların sayısı yükse

Yanında bir refakatçisi bulunmayan ve henüz reşit yaşta olmayanların iltica başvurularının miktarı da bir hayli yüksek. En son 2015 yılında 3 bin 300 çocuk ve genç iltica başvurusu yaparken geçen Kasım ayında bu sayının 3 bin 200 olduğu ifade edildi. Avrupa’ya gelen çocuk ve gençlerin hemen hemen yarısı Afganistan uyruklu.

Kasım 2021’de de yeni iltica başvurularının sayısı, sonuçlanmış başvuru sayısının önünde olmayı önceki dört ayda olduğu gibi sürdürdü. EUAA verilerine göre Kasım sonu itibarı ile halen 431 bin dosya sonuçlandırılmayı bekliyor. Kasım ayında sonuçlanan kararların yüzde 40’ının kabul yönünde olduğu kaydedildi. Afganistan uyrukluların iltica başvurularında kabul edilme oranı yüzde 92 iken, Suriyeliler de bu oran yüzde 91, Eritrelilerde yüzde 87 ve Filistinlilerde yüzde 72 düzeyinde.

Paylaşın

Davutoğlu’nun ‘Millet İttifakı’nı Bölme Planı: Yeni İttifak

GP Lideri Ahmet Davutoğlu’nun, DEVA Lideri Ali Babacan ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamanın perde arkasında üçüncü ittifak arayışı olduğu ortaya çıktı. Davutoğlu’nun, İYİ Parti’yi de yanına alarak Millet İttifakı’ndan bağımsız üçüncü bir ittifak kurmak istediği belirtildi.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada “yeni ittifak” mesajı vermesi kulisleri hareketlendirdi. Davutoğlu ile Babacan, önceki gün bir araya geldi. Görüşmenin ardından Davutoğlu, yaptığı açıklamada, “Görüşmeleri yeni ittifak gibi yorumlamamak lazım ama bunlar da konuşulmalı” ifadelerini kullandı.

Davutoğlu’nun bu ifadeleri sonrasında kulislerde yeniden “Merkez sağ siyasette yeni bir ittifak mı doğuyor” sorularını beraberinde getirirken, Cumhuriyet’in edindiği bilgiye göre Millet İttifakı içindeki bazı partilerde “Davutoğlu’nun izlediği politika konusunda rahatsızlıkların yaşandığı” belirtiliyor. Başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere altı muhalefet partisi, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” için birlikte çalışıyor. Ortak masadaki genel başkan yardımcıları arasında “sorun yaşanmazken”, Davutoğlu’nun ise “Gelecek Partisi daha fazla görünür olmalı. Neden sürekli İYİ Parti ve CHP gündemde” şeklinde “serzenişte bulunduğu” iddia ediliyor.

Cumhuriyet’ten Selda Güneysu’yun konuştuğu siyasi parti temsilcileri, “Davutoğlu’nun en başından bu yana Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı’na aday olmasını istemediğini” belirtiyor. Görüşmelerde de Davutoğlu’nun zaman zaman diğer partilerin genel başkanlarına “AKP tabanı CHP’ye oy vermek istemiyor” şeklinde değerlendirmelerde bulunduğu da ifade edilirken, Davutoğlu’nun Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmelerde de “Kılıçdaroğlu’nun aday olmaması yönünde ikna etmeye çalıştığı” ileri sürülüyor. Ancak Kılıçdaroğlu’nun, “tüm görüşmelerde kendi parti politikasına göre hareket ettiği, Davutoğlu’nun yorumlarına da nezaketle yanıt vermekten yana tavır izlediği” belirtiliyor.

“Güçlüyüm” mesajı 

Davutoğlu’nun uzun süreden bu yana aklında “merkez sağ bloktan oluşan bir ittifakın yattığı” ileri sürülürken, “Gelecek Partisi, İYİ Parti’yi de yanına alarak, Demokrat Parti, Saadet Partisi, DEVA Partisi ile yeni bir ittifakın da mümkün olduğunu düşündüğü, ancak bu duruma İYİ Parti’nin sıcak bakmadığı” belirtiliyor. İYİ Parti ile birlikte Demokrat Parti ve Saadet Partisi’nin de “Davutoğlu’nun bu düşüncesine katılmadığı, eğer 2023 seçimlerinde muhalefet cephesi ortak hareket edecekse, bunun ancak Millet İttifakı ile birlikte olması gerektiğine” işaret ediliyor. Davutoğlu’nun bu tavrı diğer siyasi partilerde de “Meclis’te grup kurmak, ‘ben güçlüyüm’ mesajı vermek istiyor. Bu nedenle de üçüncü ittifakı kast ederek ‘Bunlar da konuşulmalı’ diyor. Davutoğlu hep ön planda yer almak istiyor” şeklinde yorumlanıyor.

Paylaşın

Plastik Ambalajlardaki Kimyasallar Obeziteye Yol Açıyor

Yapılan yeni bir araştırma, günlük hayatta kullanılan plastik ambalajlar, aşırı kiloyu ve obezitenin gelişimini destekleyebilecek kimyasallar içerdiğini ortaya koydu. Dünyada yaklaşık 2 milyar insan aşırı kilo sorunu yaşarken, bunların yaklaşık 650 milyonu obezite kategorisine giriyor.

EurekAlert’in haberine göre, “Environmental Science & Technology” adlı hakemli dergide yer alan çalışma, ucuz olması ve gıdanın raf ömrünü uzatması nedeniyle yaygın olarak kullanılan plastik ambalajların binlerce farklı kimyasal madde içerdiğini ortaya koydu.

Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin (NTNU) öncülüğünde ve Almanya’daki Goethe Üniversitesinin katkılarıyla oluşturulan bir araştırma grubu, plastiklerin hangi kimyasalları içerdiklerini görmek için aralarında yoğurt kapları, içecek şişeleri ve mutfak süngerleri gibi günlük ürünlerin yer aldığı 34 farklı plastik ürünü inceledi.

İncelenen ürünlerde 55 binden fazla farklı kimyasal bileşen bulunurken, bunlardan 629’u tanımlandı. Bu maddelerden 11’inin insan metabolizmasına zarar verdiği gözlemlendi.

Yağ hücresini geliştiriyor

Yeni çalışmada incelenen plastik ürünlerin üçte birindeki kimyasalların, yağ hücresi gelişimine katkıda bulunduğun ortaya çıktı. NTNU Biyoloji Bölümünden Martin Wagner, incelemelerinin, plastik ürünlerin aşırı kilo ve obeziteye neden olabilecek maddeler içerdiğini gösterdiğini aktardı.

Plastik kirliliği

Güvenli sınır aşıldı

Geçtiğimiz günlerde Environmental Science&Technology Dergisi‘nde yayımlanan yeni bir çalışma, pestisitler, endüstriyel bileşikler ve antibiyotikler dahil olmak üzere 350 bin sentetik kimyasal ve plastiklerin yarattığı kirliliğin insanlık için güvenli sınırı aştığını ortaya koymuştu.

Kimyasal kirliliğin bir gezegen için son sınırlarına ulaştığı sonucuna varan bilim insanları, gezegeni saran bu kimyasal kirlilik karışımının, insanlığın bağlı olduğu küresel ekosistemlerin istikrarını tehdit ettiğini söyledi.

Araştırmanın sonuçlarına göre plastik kirliliği, Everest Dağı’nın zirvesinden en derin okyanuslara kadar gözlemleniyor ve poliklorlu bifeniller (PCB) gibi bazı toksik kimyasallar uzun ömürlü olup son derece yaygın.

Kimyasal kirlilik, tüm yaşamı destekleyen biyolojik ve fiziksel süreçlere zarar vererek gezegenin sistemlerini tehdit ediyor. Örneğin pestisitler, tüm ekosistemleri ve dolayısıyla temel ihtiyaçları ve hedeflenmediği halde birçok böceği yok ediyor.

Kirliliğin doğadaki yansıması

Birleşmiş Milletler (BM) Göç Eden Yabani Hayvan Türlerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme (CMS) tarafından yayımlanan bir raporda ise tatlı su türleri, kara hayvanları ve kuşlar da dahil olmak üzere CMS tarafından korunan türlerin nehir ekosistemlerindeki ve karadaki plastik kirliliğinden etkilendiği kaydedildi.

Uzmanlar, plastik kirliliğini yönetmeye yönelik küresel kapasitenin, plastik pazarında öngörülen büyümeye ayak uyduramadığı konusunda uyardı.

Raporda, 2030 yılına kadar, iddialı önlemlerle bile yılda 53 milyon metre tona kadar plastiğin su ekosistemlerine karışabileceği ve herhangi bir iyileştirme yapılmadığı takdirde bu rakamın yılda 90 milyon tona ulaşabileceğini vurgulandı.

Paylaşın

243 STK’dan Pekin Olimpiyatları’nı Diplomatik Düzeyde Boykot Çağrısı

2022 Pekin Kış Olimpiyatları’nın başlamasına sayılı günler kala 243 sivil toplum kuruluşu hükümetlere oyunları diplomatik düzeyde boykot çağrısı yaptı. Aralarında ABD, İngiltere ve Avustralya’nın da olduğu çeşitli ülkeler Pekin Kış Olimpiyatları’nı diplomatik boykot çağrısı yapmıştı.

İnsan hakları örgütlerinin ortak açıklamasında “2022 Pekin Kış Olimpiyatları, Çin hükümetinin vahşet suçları ve diğer insan haklı ihlalleri eşliğinde başlıyor” denildi. Hükümetlerden diplomatik boykota katılmalarını isteyen sivil toplum kuruluşları, atletlere ve sponsorlara da Çin hükümetinin hak ihlallerini meşrulaştırmamaları çağrısı yaptı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Çin Direktörü Sophie Richardson “Ev sahibi ülke uluslararası hukuku ihlal ederek vahim suçlar işlerken Olimpiyat Oyunları’nın Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin ileri sürdüğü gibi bir ‘iyilik gücü’ olması mümkün değildir” dedi.

İnsan hakları örgütleri, Çin’de Devlet Başkanı Şi Cinping yönetimi altında etnik ve dini azınlıklara muameleye, hak savunucuları, feministler, hukukçular ve gazetecilere yönelik cezai kovuşturmalara dikkat çekti. Ortak açıklamada “Hükümet Hong Kong’da bir zamanlar enerjik olan sivil toplumu zayıflattı, ifade özgürlüğünü, örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüğünü kısıtlamak için teknolojik imkanları kullanarak gözetlemeyi genişletti, uluslararası hukuku ihlal ederek zorunlu çalışmaya izin verdi” denildi.

Pekin Müslüman Uygur azınlığa yönelik muamele ve Hong Kong’da demokrasiyi kısıtlayıcı adımları nedeniyle uluslararası toplumun tepkisini çekiyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 4 Şubat tarihinde yapılacak açılış seremonisine katılacak siyasetçiler arasında.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan İttifak Açıklaması: Büyüyebilir, İsmi De Değişebilir

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’na yeni katılımların olabileceğini ifade etti. İttifak isminin değiştirilmesi konusunda kapıyı kapatmayan Kılıçdaroğlu, “Bu konuya bileşenlerin tamamı karar verir” dedi.

Birgün’den Nurcan Gökdemire konuşan Kılıçdaroğlu, Türkiye siyasi yapısını iyi bilen bir siyasetçinin muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olması gerektiğini dile getirerek, “Bozulan hukuk düzenini yeniden inşa etmek, devletin yaşadığı çürümeyi sonlandırmak istiyorsak, devleti bilen, sağduyulu, ittifakın bileşenlerine güven veren ve ortak hareket etmeyi temel ilke olarak kabul etmiş birisini Cumhurbaşkanı adayı olarak belirleriz” dedi.

Kılıçdaroğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkındaki yemek ve MOBESE tartışmalarıyla ilgili şunları söyledi:

“Demokrasinin olmadığı ülkelerde otoriter yönetimler, toplumu baskılamak için yasa dışı yollarla delil üretmek isterler. Toplumun duyarlı kesimlerini dinleyip oradan elde ettikleri gayri resmi bilgilerle onların üzerinde baskı kurmak isterler. Demokrasilerde bu kabul edilemez. Belediye başkanlarımızın, bizim telefonlarımız dinleniyor. Ama şu bir gerçek ki ne yaparlarsa yapsınlar, biz yasa dışı hiçbir olayın içinde değiliz. Yaptığımız her şey yasal. Bizi dinlemelerinden son derece memnunuz. Umarım bizi örnek alırlar. Bu şekliyle dinlemek, devleti yönetenlerin korkularından kaynaklanıyor. Korkunun esiri olan bir yönetici ise ülkesini sağlıklı yönetemez. Adaletli ve ahlaklı yönetim sergileyemez çünkü siz daha baştan tüm kuralları ezerek yasa dışı yola başvuruyorsunuz. Mevcut AKP yönetimi bu haliyle otoriter bir rejimdir. Vatandaşlarımızın bunu korku unsuru olarak kabul etmemelerini isterim. Zaten burada ne konuşuyorsak dışarda da onu konuşuyoruz.”

‘Demokrasi vurgusu Diyarbakır’a özgü değil’

Kar yağışından dolayı ertelenen Diyarbakır ziyaretine dair de konuşan Kılıçdaroğlu, “Diyarbakır ziyaretime ilişkin demokrasi vurgusu yaptım ama bu oraya özgü bir vurgu değildi. Örneğin Rize’ye de diğer illere de gitsem demokrasi vurgusu yapardım. Bölgede geçmişte büyük acılar yaşandı.

Şehitlerimiz var, insanlar büyük acılar yaşadılar. Terörün bölgede çok etkin olduğunu biliyoruz. Bugün için çok minimize edilmesi, hepimizin de mutlak arzusu. Terörün insanlık suçu olduğunu biliyoruz ama terörle mücadele ediyoruz derken demokrasi askıya alınıyor. Demokrasi askıya alınırsa da en çok terör örgütlerine prim verirsiniz. Toplum üzerindeki kurulan baskı, bu baskının yoğunlaşması, belli kesimlerin terör örgütlerine sempati duyulmasını sağlar. Havalar biraz daha ısınınca daha iyi koşullarda Diyarbakır’a mutlaka gideceğim. Eğer Diyarbakır’a belirlediğimiz tarihte gitmiş olsaydım cezaevinde işkence görmüş bir yurttaşı da ziyaret edecektim. İşkence suçu, o dönemin yetkilileri gözetiminde gerçekleşmişse onlarla helalleşmemiz lazım. Diyarbakırlılara sadece demokrasi değil, insan hakları, ekonomi, işsizlik hakkındaki fikirlerimi ve çözüm önerilerimi anlatacağım” dedi.

‘Türkiye için dönüm noktası’

Cumhur İttifakı’nın Millet İttifakı’nın parçalanacağına yönelik ülkeyi beklentiye sokmaya çalıştığını kaydeden Kılıçdaroğlu, “Şu an güçlendirilmiş parlamenter sistem için çalışan altı siyasi parti genel başkanı da büyük sorumluluk içinde hareket ediyor. Demokrasi konusundaki açmazların farkındalar. Altı siyasi partinin genel başkanları, güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda bir görüş addediyorlarsa bu Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır, umut vericidir. İttifakı oluşturacak siyasi partiler oturacak, konuşacak, kamuoyuna taahhütlerde bulunacaklar. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçerken hangi adımların atılması gerekiyor, bu konuda çalışmak, çaba göstermek gerekiyor. Toplumun karamsar olmasına hiç gerek yok. Bütün bu sorunlar akılcı yöntemlerle uygarca konuşarak tartışarak çözülür” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanlığı’na nasıl bir profili aday göstereceklerine dair de açıklama yapan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: “Bozulan hukuk düzenini yeniden inşa etmek istiyorsanız, devletin yaşadığı çürümeyi sonlandırmak ve yeniden inşa etmek istiyorsanız, devleti bilen, sağduyulu, ittifakın bileşenlerine güven veren ve ortak hareket etmeyi temel ilke olarak kabul etmiş birisini cumhurbaşkanı adayı olarak belirlersiniz. Çünkü bu bir geçiş süreci. Böyle bir cumhurbaşkanı Türkiye’yi inşa konusunda elbirliğiyle bir güç olarak ortaya çıkabilir. ‘Biz çok popüler bir ismi getirip cumhurbaşkanı seçelim’ diye bir düşüncemiz yok. Cumhurbaşkanı adayının nitelikleri çok önemli. Adayın siyasetçi olması lazım. Çünkü devlet siyasal bir organ. Siyasal organı iyi tanıyan bir siyasetçi olması lazım.”

Her partinin ekonomi alanında çalışmaları olduğunu ifade eden Kılıçdaroğlu, “Her partinin kendi programı var. Biz, ‘Kendi programınızı bir kenara bırakın’ diyemeyiz. Hepsini oturup konuşuruz. Her partide ekonomi konusunda genel başkan yardımcısı düzeyinde yetkin insanlar var” dedi.

Ekonomi programının DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’a bırakıldığına dair iddiaları da yanıtlayan Kılıçdaroğlu, “Hiçbir konu hiçbir siyasi partinin tekeline verilemez. Çünkü sorun ekonomi, insan hakları, adaletsizlik, liyakat sisteminin çökmesi, devletteki çürüme, liyakat sisteminin çürümüş olması. Hangi görüşten olursak olalım önce devleti doğru saat gibi çalışan bir organa dönüştürmek zorundayız. Merkez Bankası’ndan tutun Kamu İhale Kurumu’na kadar en nitelikli insanlar buralarda görev yapacaklar, yasaların gereğini yapacaklar, yasadışı iş yapan bürokratlar bürokrasiden ayıklanacak, düzgün, namuslu insanlar gelecek. Bunun A Partisi, B Partisi olmaz. Siz devletteki yapıya parti gözlüğü ile bakarsanız devletin yapılanmasında uyumsuzluk çıkar. Biz altı ay içinde Türkiye’de bütün çarkların rahatlıkla dönebileceğine inanıyoruz. Bütün bunların hepsi yapılabilir. Kamuda hala çalışan çok nitelikli insanlar var. Bunlar biraz köşeye atılmış insanlar, yetki ve görev verildiğinde çok iyi çalışırlar” açıklamasını yaptı.

‘Erdoğan’ı demokratik yollarla göndereceğiz’

Kılıçdaroğlu, yarın seçim olacak gibi çalıştıklarını ifade ederek, “Seçim sandıklarının başındaki görevlilere kadar çalışma yapıyoruz. Bu konuda çok iddialıyız. ‘Erdoğan seçim yapar mı, kaybetse de gitmez…’ Bunlar hayal, halkın moralini bozmak için bazı arkadaşların yazdıkları, televizyonlarda söyledikleri. Seçim olacak ve Erdoğan’ı demokratik yollarla göndereceğiz. Türkiye coğrafyasının neresinde yaşarsa yaşasın vatandaşların bunu bilmesini isterim. ‘Efendim acaba seçim olur mu?’ diye soruyorlar. Bu özellikle AK Parti kanadının pompaladığı bir şey, insanların sandığa gitmemesini sağlamak için yürütülen bir çaba. Hiç kimsenin hele hiçbir aydının bunu söylemeye hakkı yok. Seçim olacak ya zamanında ya erken. Sandığa gideceğiz, sandıklara sahip çıkacağız, oyumuzu kullanacağız ve bir kâbus dönemini sonlandıracağız, herkesin buna inanması lazım” diye konuştu.

Yeni partilerle yeni bir ittifak kurulması ya da Millet İttifakı’nın isminin değişmesi konusunda da konuşan Kılıçdaroğlu, “İttifakı oluşturan bileşenlerin tamamı karar verir. ‘Benim düşüncem şudur’ demem doğru olmaz” dedi.

Paylaşın

HDP’den İktidara Öcalan Çağrısı: Açın Kapıları Görüşelim

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde İmralı’daki Abdullah Öcalan’ın görüşleri olduğunu söylediği sözleri aktarmasına HDP’den yanıt geldi. Parti yönetimi, bu görüş ve eleştirileri birinci ağızdan duymak istediklerini söyleyerek “O halde açın kapıları; Öcalan’la görüşelim, varsa eleştirilerini bize kendisi söylesin” dedi.

DW Türkçe’den Gülsen Solaker’in haberine göre; Erdoğan, son bir ay içinde yaptığı açıklamalarda “Öcalan’ın Edirne cezaevindeki HDP eski Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’tan rahatsız olduğu ve aralarında ayrılık olduğu” yönünde değerlendirmelerde bulunmuştu.

Demirtaş, bunun üzerine Yeni Yaşam Gazetesi’ne verdiği demeçte “Erdoğan’ın sözleriyle ilgili asıl soru şudur: Yıllardır tecritte tuttuğunuz Sayın Öcalan’ın ne dediğini nereden biliyorsunuz? O halde tecridi kaldırın, Öcalan avukatları ve ailesiyle düzenli olarak görüşsün, ne söyleyeceğini hep birlikte öğrenelim” demişti.

Oluç: Açın kapıları, görüşmek istiyoruz

Şimdiye kadar genel olarak suskun kalan HDP yönetimi de tavrını açıkladı. HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, dün küçük bir grup gazeteciyle görüşmesinde, Öcalan’dan bir süredir haber alınamadığını, ailesi ve avukatlarının da görüşemediğini belirterek, iktidara şöyle seslendi:

“Çok ağır bir tecrit sürmekte. Yanında kalan diğer hükümlülerle de bir görüşme yok. Yani bizim elimizde bir bilgi yok aslında. Erdoğan Öcalan’ı kastederek, ‘kendisine sormalı’ dedi. Biz de tam bunu söylüyoruz; yani tecridi kaldırın, açın kapıları ya bir avukat ya da bizim de içinde olacağımız siyasi bir heyet görüşebilsin. Görüşü, eleştirisi her ne ise biz bunları birinci ağızdan duyalım.”

Oluç, Öcalan’ın görüş ve varsa eleştirilerini halkın da duymak isteyeceğini belirterek “Aksi takdirde İmralı’daki durum, seçim için araçsallaştırılmış oluyor, kendisinden duymadığımız sürece güvenmediğimiz bir durum. Buna halk da güvenmez. Kürt sorununu ve Öcalan’ın durumunu seçim malzemesi haline getirmek kabul edilebilir bir durum değil” dedi.

“HDP, kendi kararını kendisi verir”

İktidarın İmralı’ya gitmelerine izin vermesi ve Öcalan’ın da HDP’ye şimdiki siyasi duruşundan farklı bir politika izlemelerini telkin etmesi durumunda ne yapacaklarının sorulması üzerine ise Oluç, şu yanıtı verdi:

“HDP, kendi kararlarını kendisi veren bir partidir. 31 Mart ve 23 Haziran’da da bunu göstermiştir. Dolayısıyla elbette ki HDP bütün öneri ve eleştirileri duyar, tartışır ve değerlendirir ve sonuçta kendisine göre bir karara varır. O yüzden kendimize güvendiğimiz için diyoruz: ‘açın kapıları’ diye.”

Oluç, parti olarak kendilerine güvenmeseler bu rahatlıkla konuşamayacaklarını ifade ederek görüş ve önerileri her zaman için “birinci ağızdan” duymanın en sağlıklı yöntem olduğunu belirtti.

“HDP’yi bölmek, hayali ihracat planıdır”

Saruhan Oluç, iktidarın “kapatarak HDP seçmenini çaresiz bırakmak ve Öcalan çıkışları ile partiyi Kürt, sol ve muhafazakar olarak üçe parçalamak” türü stratejiler yürüttüğüne yönelik yorumları da değerlendirdi.

İmralı-Edirne tartışmasının da bu stratejinin bir parçası olduğunu söyleyen Oluç, “Fakat HDP yönetimi de, seçmeni de bu gibi konularda oldukça duyarlı ve bilinçlidir. Bu tür planların, hedeflerin farkındadır ve öyle ikiye, üçe, dörde bölünme meselesi gülüp geçeceğimiz bir meseledir” yorumu yaptı.

Oluç, HDP içinde çeşitli eleştirilerin olmasının doğal olduğunu ve demokratik bir ortamda bunların tartışılabileceğini belirterek “Hele hele HDP’yi demokratik siyasetten tasfiye etmek için AYM eliyle kapatmak, ondan sonra seçmenlerini üçe, dörde bölmek; bu gerçekten hayali ihracat gibi bir plandır” diye konuştu.

HDP seçmeninin bu tür bir durumda çok daha büyük bir kenetlenme, daha kararlı bir duruş içinde olacağını ifade eden Oluç,” iktidarın eğer böyle planları varsa bunları tekrar gözden geçirmesinde fayda olduğu” değerlendirmesini yaptı.

“Seçmenimizi seçeneksiz bırakmayız”

Oluç, HDP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması durumunda parti olarak nasıl bir B planı izleyecekleri sorusunu da yanıtladı. “B, C ve D planlarımızı yaptık. HDP kapatılırsa seçmenimizi asla seçeneksiz bırakmayacağız” diyen Oluç, bu planların ne olacağının günü geldiğinde konuşulacağını kaydetti.

Oluç, iktidarın 452 partiliyi siyasi yasaklı hale getirmeyi isteyerek HDP’yi demokratik siyasetten tasfiye etmek istediğini söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“Eğer iktidar bunların hepsini yapıp, bize büyük kaybettirmek istiyorsa, ki şu anda görünen o, o zaman biz de iktidara büyük kaybettireceğiz. Seçmenlerimiz, sadece Kürt halkı değil demokrasi güçleri de siyasi iktidardan bu ağır tasfiye operasyonun siyasi hesabını mutlaka soracaktır. Hangi kayıp daha büyük olur, onu hep beraber görürüz.”

Paylaşın

Türkiye’den BMGK’ya ‘Kıbrıs’ Tepkisi

Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs Adası’nda konuşlu Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü Misyonu’nun görev süresinin uzatılmasına ilişkin BM Güvenlik Kurulu kararı hakkında açıklama yayımladı.

Bakanlığın açıklamasında, söz konusu kararla ilgili Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Dışişleri’nin tutumunun tümüyle desteklendiği belirtilerek şu ifadelere yer verildi:

KKTC Dışişleri Bakanlığı’nın söz konusu kararla ilgili olarak yaptığı açıklamayı tümüyle destekliyoruz. Söz konusu karar alınırken bu yönde yapılan tüm çağrı ve ikazlara rağmen KKTC makamlarının rızası BM kural ve ilkelerine aykırı olarak yine alınmamıştır. Yasal bir düzenleme yapılmasından bugüne kadar ısrarla imtina edilmiş, ancak BM Barış Gücü, KKTC makamlarının iyi niyetli yaklaşımı çerçevesinde faaliyetlerini sürdürebilmiştir.

“Bu konuda KKTC makamlarının bundan sonra atacağı adımlara desteğimiz tamdır. Güvenlik Konseyi’nin bir yandan Ada’daki taraflara çözümü bulmalarını söylerken, diğer yandan 50 yılı aşkın süredir denenmiş, tüketilmiş, sonuç vermediği kanıtlanmış ve bir tarafın rızasını yansıtmayan bir çözüm modelini dayatmaya çalışması gerçeklikten kopuk ve çelişkili bir tutumdur.”

“Yine bir çifte standart örneği”

BM Güvenlik Konseyi’nin, KKTC makamlarının Maraş’ta attığı uluslararası hukuka uygun adımları eleştirmesinin de mülkiyet haklarının ihlali olduğu belirtilen açıklama özetle şöyle:

“Ayrıca Konsey’in Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’de attığı gerginliği artıran ve Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayan tek taraflı adımları görmezden gelmesi yine bir çifte standart örneğidir. Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir çözümün sağlanabilmesi için Güvenlik Konseyi’ni ve uluslararası toplumu Ada’daki gerçekleri temel alan samimi ve yapıcı bir tutum benimsemeye, bu amaçla Kıbrıs Türk halkının müktesep hakları olan, egemen eşitliğini ve eşit uluslararası statüsünü tescil etmeye çağırıyoruz.”

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Kıbrıs’taki barış gücünün (UNFICYP) görev süresini 31 Temmuz 2022’ye kadar uzatma kararı aldı. BM Güvenlik Konseyi, Kıbrıs’taki statükonun sürdürülemeyeceğini ifade etmişti.

Karar, 15 üyeli BM Güvenlik Konseyinde oy birliğiyle kabul edilmişti. BM’nin en uzun süreli faaliyette bulunan barış gücü misyonlarından biri olan UNFICYP, 1964’ten bu yana Ada’da görev yapıyor ve barış gücünün görev süresi her 6 ayda bir uzatılıyor.

Paylaşın

Tunus Açıklarında Mülteci Teknesi Tattı: 6 Ölü

Tunus açıklarında 70 mülteciyi taşıyan tekne battı; 34 kişi kurtarıldı, 6 mülteci ise hayatını kaybetti. Tunus resmi ajansının haberine göre Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Zersiz kenti açıklarında bir teknenin battığı ihbarı üzerine arama kurtarma çalışmalarına başlandığı ifade edildi.

Kurtarma çalışmalarının Deniz Kuvvetlerine bağlı dalgıçlar tarafından yürütüldüğü belirtilen açıklamada, mültecilerin Afrika uyruklu oldukları kaydedildi. 30 kişiyi arama çalışmaları sürüyor.

Tunus Savunma Bakanlığı, son 48 saat içinde Tunus’un Sfax kentinde yola çıkmaya hazırlanan 8 göç teknesini engellendiğini ve 130 kişinin gözaltına alındığını duyurdu.

“En ölümcül rota”

Afrika’nın kuzeyindeki Tunus ve Libya gibi ülkeler, Akdeniz’den Avrupa’ya ulaşmak isteyen mülteciler için bir çıkış noktası olarak görülüyor.

Her yıl binlerce mülteci daha iyi bir yaşam umuduyla Afrika’dan Akdeniz’e açılıyor. Mültecilerin bir kısmı Avrupa’ya ulaşmayı başarırken bir kısmı ise geçiş sırasında hayatında kaybediyor.

Kuzey Afrika’dan güney İtalya’ya uzanan bu Orta Akdeniz rotası, Avrupa’ya giden en yoğun ve “en ölümcül göç rotası” olarak anılıyor. Birleşmiş Milletler Mülteci Teşkilatına göre, geçtiğimiz yıl yaklaşık 60 bin kişi deniz yoluyla İtalya’ya varırken, yolculukta yaklaşık bin 200 kişi hayatını kaybetti veya kayboldu.

Paylaşın

Kovid 19’da Son Veriler Açıklandı: Günlük Vaka Sayısı 80 Bini Aştı

Kovid 19’da son 24 saatte 82 bin 180 yeni vaka tespit edilirken, 174 kişi hayatını kaybetti. Verileri yorumlayan Bakan Koca, “Kış aylarında Covid-19 riski yüksek. Aşının zamanında yapılması önemli.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Sağlık Bakanlığı, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının Türkiye’deki seyrine ilişkin olarak yeni verileri yayınladı. Açıklanan verilere göre, son 24 saatte, 424 bin 164 test yapılırken, 82 bin 180 yeni vaka tespit edildi. 174 kişi hayatını kaybederken, 83 bin 225 kişi sağlığına kavuştu.

Bakan Koca’dan uyarı

Güncel verilerle ilgili değerlendirmesini sosyal medya hesabından paylaşan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, şu ifadeleri kullandı; BU HAVADA AŞI? Sağlık çalışanlarımız görevlerinin başında. Aşı hatırlatma dozunuzun zamanı gelmişse, hava koşullarından kaynaklanan göze alınması mümkün zorlukları engel kabul etmeyin. Kış aylarında Covid-19 riski yüksek. Aşının zamanında yapılması önemli.

Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en çok aşılamanın gerçekleştirildiği Osmaniye’yi, Ordu, Amasya, Muğla, Kırklareli, Çanakkale, Eskişehir, Balıkesir, Zonguldak ve Manisa takip etti. Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en az aşılamanın gerçekleştirildiği Şanlıurfa’yı sırasıyla Batman, Siirt, Diyarbakır, Bingöl, Muş, Mardin, Bitlis, Ağrı ve Elazığ takip etti.

Paylaşın