Erdoğan, Dört Bakanı Daha Görevden Alacak

Abdulhamit Gül’ün Adalet Bakanlığı görevinden alınmasının ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin de ‘görevden alınacağı’ konuşuluyor. 

Abdulhamit Gül’ün Adalet Bakanlığı’ndan istifasıyla hareketlenen AKP kulisleri, gelişmeyi ‘malumun ilanı’ olarak değerlendiriyor.

Yargı çevrelerinde son dönemde ‘Hakyol ve Menzilci isimlerin ön plana çıktığı, Gül’ün de bu oluşuma ses çıkarmadığının’ konuşulduğu, Bakan Gül’ün “Yargı asla ele geçirilebilecek bir merci değildir” açıklamasının da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ‘tatmin etmediği’ belirtiliyor.

Gül’ün istifası iktidar partisinde “Genel başkanvekili Binali Yıldırım ekibi güçlendi, Numan Kurtulmuş ve ekibinin eli zayıfladı” şeklinde değerlendiriliyor.

Milli Görüş geleneğinden gelen Gül, uzun süre Refah ve Fazilet partilerinde görev yapmışti. Saadet sonrası Has Parti’yi kuran Kurtulmuş’un yanında yer alan Gül, yine Kurtulmuş ile birlikte AKP’ye geçmişti. AKP’de MKYK üyeliği gibi önemli görevler üstlenen Gül, daha sonra da Adalet Bakanı olmuştu.

Cumhuriyet gazetesinden Selda Güneysu’nun haberine göre  Gül’ün görevden azli ile birlikte, yeniden gözler olası kabine değişikliğine çevrildi. Erdoğan’ın, ‘birden kabine değişikliğine gitmeyeceği, aynı Lütfi Elvan ve Gül gibi isimlerde olduğu gibi, peyderpey kabinede değişiklik yapacağı’ da dillendiriliyor.

‘Çavuşoğlu, Ersoy, Koca ve Pakdemirli’

Gül’ün ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin de ‘görevden alınacağı’ konuşuluyor. Burada en dikkat çeken ismin ise Çavuşoğlu olduğu belirtiliyor.

Paylaşın

Suriyeli Sığınmacılar Hakkında Dikkat Çeken Rapor

Sığınmacılar konusu ve kontrolsüz göç, hem Avrupa Birliği (AB), hem de Türkiye gündeminde en çok tartışılan konuların başında olmaya devam ediyor. Kamuoyunun yanıt aradığı birçok soru ise, belirsizliğini koruyor. Türkiye’deki sığınmacıların geleceği ne olacak? AB, Türkiye’ye yardımlarını artıracak mı? Yoksa AB-Türkiye işbirliğinde sona mı yaklaşılıyor?

Almanya’nın saygın düşünce kuruluşu Politika ve Bilim Vakfı (SWP) bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin (CATS) yayımladığı yeni bir raporda, tüm bu konular mercek altına alınırken, dikkat çekici tespit, eleştiri ve çözüm önerilerine yer verildi.

AB’nin  bugüne kadar yürüttüğü politikanın artık sürdürülebilir olmadığına işaret edilen raporda, Türkiye’nin de yeni sınamalarla karşı karşıya bulunduğu uyarısında bulunuldu. Uzmanlar hem Avrupalı siyasetçilere hem de Türk yetkililere, bir dizi tavsiyede bulundu.

CATS’ın “Avrupa güvenliği için hem partner, hem sorun olarak Türkiye” adlı projesi kapsamında hazırlanan rapor, Türk-Alman Üniversitesi (TAU) öğretim üyesi Profesör M. Murat Erdoğan ile Atina’daki Panteion Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Markos Papakonstantis tarafından kaleme alındı.

Değer Akal’ın DW Türkçe’de yer alan haberine göre raporda, öncelikle devletlerin düzensiz göç konusuna bakışı, bu alandaki yaklaşımları ve yaşanan değişimler değerlendirildi.

Soğuk Savaş sonrasında devletlerin “güvenlik konseptinde” değişim yaşandığına işaret eden uzmanlar, yakın dönemde de kontrolsüz göç hareketlerinin, özellikle Batılı devletler tarafından en büyük sınamalardan biri olarak görülmeye başlandığına dikkat çektiler.

AB ile Türkiye  arasında 2016 yılında varılan Mülteci Mutabakatı’nda daha çok güvenlik kaygılarının belirleyici olduğuna işaret eden uzmanlara göre, bu mutabakatı bir “güvenlik anlaşması” olarak da nitelendirmek mümkün.

Raporda, “AB bu mutabakatla, 4 yıllık bir süre için 6 milyar euro karşılığında, ciddi bir tehdit olarak gördüğü kontrolsüz insan hareketliliğinin durdurulmasını sağladı” tespitine yer verildi.

AB’nin yaklaşımına ağır eleştiri

Bu mutabakat yoluyla Avrupa’nın sığınmacı  krizini bir anlamda kendi sınırları dışında tutmayı başardığını ancak bu politikanın sürdürülebilir olmadığını savunan uzmanlar, AB’nin Türkiye’ye salt mali kaynak sağlamakla yetindiği politikasında “sona gelindiğine” dikkat çekti.

Mülteci Mutabakatı’nın Türkiye-AB ilişkilerinde çelişkilere yol açtığına işaret edilirken, şu tespitlere yer verildi:

“Bir yandan AB’nin korunmasını sağlayan bir işbirliği zemini sağlandı, Türkiye de bu bağlamda güvenilir bir partner olduğunu ispatladı. Diğer yandan ise, her nasılsa, Türkiye-AB ilişkileri neredeyse sadece mülteci meselesine indirgendi ve Türkiye, bu sefer sığınmacı akınlarını önlemesi için, tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi ‘Batıyı koruma’ işlevini üstlendi. Türkiye’nin AB tarafından adeta ‘ucuz bir tampon bölge’ olarak değerlendirildiği gerçeği, Türkiye’de Avrupa ve Batı karşıtı eğilimleri güçlendiriyor ve AB’nin sorunu dışarıya havale etme politikası, Türk siyasi çıkarları tarafından da araçsallaştırılıyor.”

CATS raporunda, Türkiye’ye yakın bölgelerdeki istikrarsızlıkların yakın bir zamanda son bulmasının çok gerçekçi görülmediği, mülteci akının süreceği, Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin evlerine dönme ihtimallerinin de hızla kaybolmakta olduğuna işaret edildi.

AB’nin sadece Türkiye’ye mali destekte bulunarak, yükün bir bölümünü paylaşarak yetinemeyeceği uyarısında bulunan uzmanlar, daha gerçekçi bir zeminde, daha kapsamlı ve stratejik bir işbirliğinin geliştirilmesi gerektiğinin altını çizdiler.

Türkiye’nin sınırda inşa ettiği duvara rağmen, Afganistan ve Irak’tan geçişlerin sürdüğüne dikkat çekilen raporda, yakın coğrafyalardaki istikrarsızlıkların hem Ankara hem de AB başkentleri için riskler taşıdığına işaret edildi. “Bu Türkiye için sınır güvenliği bakımından ciddi bir sorun teşkil etmekte. Bu aynı zamanda AB için de sorun olabilir” tespitine yer verildi.

Türkiye için katlanılması zor hale geldi

Raporda, Türkiye’nin sığınmacı meselesinde karşı karşıya kaldığı siyasi, ekonomik, toplumsal sorunların artık katlanılması zor bir hale gelmeye başladığının altı çizildi.

AB’nin kendi güvenliği açısından Türkiye ile işbirliğini sürdürmek durumunda olduğu hatırlatılırken, bu işbirliğinin kapsamının gerçekçi bir şekilde genişletilmesi gerektiği vurgulandı.

Raporda, bu kapsamda bir dizi tavsiyeye yer verilirken, “Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, üyelik müzakerelerinin sürdürülmesi ve vize serbestisi gibi siyasi beklentilerde elle tutulur somut adımların atılması büyük önem taşıyor” denildi.

Ayrıca 18 Mart 2016’da varılan Mülteci Mutabakatı’nın kapsam ve süresinin yenilenmesi önerilirken, işbirliğine sadece Suriyelilerin değil, aynı zamanda diğer bölgelerden gelen göçmenlerin de dahil edilmesi gerektiği vurgulandı.

“Türk hükümeti gün be gün artan bir baskı altında” tespitine yer verilen bölümde, ülke ekonomisinin kırılgan bir süreçten geçmekte olduğu, bu nedenle Türkiye üzerindeki mali yükün hafifletilmesi gerektiği kaydedildi.

Raporda, sığınmacılara yönelik başarılı projelerin yaşama geçirilebilmesi için, AB mali kaynaklarından yerel yönetimlerin de yararlandırılması gerektiği belirtilirken, bunun özellikle uyum politikalarının yerelde başarısı açısından önem taşıdığı kaydedildi.

Öneriler bölümünde ayrıca, kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının mali kaynakları doğru ve etkin bir şekilde kullanıp kullanmadığının da, oluşturulacak denetim mekanizmalarıyla kontrol edilmesi gerektiği belirtiliyor.

Raporun sonunda ise, “Sığınmacı sorunu önümüzdeki onlarca yıl boyunca devam edecek ve etkisi giderek yayılacaktır. Bu konu, Avrupa gündemindeki en kritik güvenlik meselesi olmaya da devam edecektir” tespitine yer verildi.

Raporu kaleme uzmanlardan Prof. Dr. Murat Erdoğan, DW Türkçe’nin sorularını yanıtlarken, Türkiye’de sığınmacılar konusunun günlük siyasetin bir konusu yapılmaması gerektiğini, sorunların çözümü için popülist söylemlerin bir kenara bırakılarak, gerçekçi politikaların geliştirilmesinin şart olduğunu, uyum politikalarına odaklanılmasının büyük önem taşıdığını vurguladı.

Bazı muhalefet partileri tarafından dile getirilen Suriyelileri ülkelerine gönderme söylemlerinin  yanlış algılara ve beklentilere yol açtığını, çözüme katkı sağlamadığı söyleyen Prof. Erdoğan, “Bu artık iktidarı da aşan, ortak sorumluluk gerektiren öneme haiz bir konu” dedi.

Suriye’de savaş ve istikrarsızlığın sürdüğünü, Suriyelilerin çok büyük çoğunluğunun Suriye’ye dönmesinin söz konusu olmayacağını söyleyen  Prof. Erdoğan, bazı muhalefet siyasetçileri tarafından bu tür beklentilerin oluşturulmasının “çok riskli” olduğunu kaydetti.

Kritik uyarı

“Bu beklentinin tırmandırılması, gerçekleşmeyecek olması nedeniyle toplumda ciddi bir hayal kırıklığı, hatta öfke yaratabilir” uyarısını dile getiren Prof. Dr. Murat Erdoğan, Türkiye’de yaygınlaşan nefret söyleminin de kaygı verici oldugunu dile getirerek,  “Bu öyle kolay kontrol edilebilir bir durum değil, çok riskli. Bu nedenle ‘davulla zurnayla geri gidecekler’ şeklinde, gerçekçi olmayan beklentiler yaratılmamalı. Kimseye faydası olmayan söylemlerden kaçınılması gerekiyor” dedi.

Toplumun kaygılarını, endişelerini anlamanın ve buna yanıt verecek politikaların geliştirmesi gerektiğini söyleyen Prof. Erdoğan, “Suriyeliler artık Türkiye’de kendi hayatlarını kurdu, 735 bin bebek doğdu, 750 bin çocuk Türk okullarına gidiyor, Türkçe eğitim alıyor… Ayrıca bugün bile Esad gitse, Suriye’de normal koşullara dönülebilmesi en az 20 sene alacak. İnsanlar niye uluslararası çatışma alanının bir sahnesine dönüşmüş olan Suriye’ye gidip kaosun içine girmek istesin? İnsanlar gönüllü geri gitmeyecek. İktidarlar ‘onlara mı kalmış, geçici korumalarını kaldırır gönderirim’ diyebilir ama günümüz dünyasında bunu yapamazsınız, yapmamalısınız da zaten” diye konuştu.

Paylaşın

HDP’li Buldan: Seçimlerde Dengeleri Değiştireceğiz

HDP PM toplantısında konuşan Pervin Buldan, “Bir seçim sürecine girdik sayılır. Zamanında dahi yapılsa bir yıla yakın bir süre var önümüzde. Seçime HDP olarak çok güçlü hazırlanıyoruz, dengeleri değiştirme gücümüzü bir kez daha göstereceğiz” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parti Meclisi (PM) yaygınlaşan pandemi ve olumsuz hava koşulları nedeniyle online olarak Pervin Buldan ve Mithat Sancar başkanlığında toplandı. Buldan ve Sancar, gündemin öne çıkan başlıkları hakkında değerlendirmelerde bulundu.

“2022 yılının ilk Parti Meclisi toplantısını gerçekleştiriyoruz. 2021 yıkımlarla dolu bir yıl oldu. 2022 dönüşüm ve umut yılı olmalı, bunu gerçekleştirecek olan da mücadelemizdir. Demokrasi ittifakını yarattığımızda ve mücadeleyi yükselttiğimizde bu mümkün olacak” ifadeleriyle konuşmasına başlayan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, açıklamalarının devamında şu ifadeleri kullandı:

“Kış şartları dolayısıyla büyük sıkıntılar yaşandı, yaşanıyor. Her olayda ve sorunda olduğu gibi felaketler karşısında da iktidar, sorumluluğundan kurtulmak için çeşitli yalanlara sığınıyor. 2021 yılında aynı zamanda büyük orman yangınları ve sel felaketleri yaşamıştık. Doğanın tahribatı ve talanı bu iktidarın temel politikalarından biridir. Rant uğruna bir avuç sermayeye kaynak sağlamak amacıyla yürüttüğü politikalar sadece insanların hayatını değil doğayı da çok büyük yıkımlara yol açarak tahrip ediyor. Bütün bunlar bu iktidarın temel anlayışlarının sonucudur.

“Bu düzen büyük yıkımlara yol açıyor”

Bu iktidar 3 temel sütun üstüne oturmuştur. Bunlar savaş politikaları, rant politikaları, yandaşlara ve Saray’a kaynak yaratma politikalarıdır. Bütçe görüşmelerinde de söylediğimiz gibi bu ekonomik düzen savaşa, Saray’a, yandaşa ve israfa dayanmaktadır. İnsan hayatını hiçe sayan, yoksulların daha da ezilmesine yol açan, bir avuç zenginin daha fazla semirmesini sağlayan bu düzen büyük yıkımlara yol açıyor.

Bu düzeni değiştirmek için gerçek alternatiflere ihtiyacımız var. Bunun ne olduğunu bizler her toplantı ve açıklamamızda dile getiriyoruz. Görüş ve önerilerimizi Türkiye kamuoyuyla bütünüyle paylaştığımız deklarasyonumuzu 27 Eylül’de açıklamıştık. Bu deklarasyon barış ve demokrasiye giden yolun bir çerçevesi olarak anlaşılmalıdır. Bizler bu amaçla müzakere ve diyalog zemininin başlamasını hedeflemiştik. Yani deklarasyonumuz barışa, demokrasiye ve adalete giden yolda hangi çerçeveyi esas almamız gerektiğini belirten güçlü bir öneridir. Bunun sahiplenildiğini ve ciddiyetle ele anıldığını görmekten büyük memnuniyet duyuyoruz.

“Üçüncü Yolu pratikleştirmek ve halka mal etmek için çalışıyoruz”

Ama bunun hayata geçmesi için HDP’nin çalışmalar yürütmesi yetmiyor tek başına, daha fazlasına ihtiyaç var. 2022 yılı bu daha fazlayı gerçekleştireceğimiz bir yıldır. Daha fazla derken kastettiğimiz şudur; toplumun tümüne, bütün ezilenlere gerçekten umut veren bir siyasal çizgiye ihtiyaç var. Bu siyasal çizgiyi yaratmak için Üçüncü Yolun daha da pekiştirilmesi gerekiyor. Bunun içini doldurmak ve halka mal etmek gerekiyor. Bu yolun temel hedefi güçlü demokrasi, kalıcı barış, eşit ortak yaşam ve herkes için adalettir. Bunu sağlamak için de en geniş çerçevede demokrasi ittifakı kurmamız gerektiğini söylüyoruz.

Demokrasi ittifakının ne anlama geldiğini her fırsatta açıklıyoruz. Bazı yanlış yorumlar ve eksik değerlendirmeler yapılıyor ama bunlar asıl vurgumuzun gölgelenmesine neden olmamalıdır. Biz demokrasi ittifakını ortak mücadele temelinde oluşturmak istiyoruz. Yani Türkiye’de bütün ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, baskı altında tutulanların, sömürülenlerin, adaletsizlik yaşayanların buluşacağı geniş bir mücadele hattını oluşturmak istiyoruz.

“Seçimlerin önemini göz ardı etmiyoruz: Halkların ortak iradesini Meclis’e taşımak istiyoruz”

Bu ittifak arayışımız seçimlerden ibaret, sadece seçimlere odaklanmış bir hedef değildir. Demokrasi ittifakı bunun ötesine işaret ediyor. Şüphesiz seçimler, zamanında olsun ya da erken olsun, Türkiye tarihinin en önemli seçimlerinden biri olacaktır. HDP olarak bizlerin, seçimlerin önemini göz ardı etmemiz zaten söz konusu olamaz. Ancak demokrasi ittifakını sadece seçimlere oturtmak da sorunlara çözüm bulmak ya da çözüm yollarını açmak için yeterli değildir. Hatta çoğu zaman seçimlerle sınırlanmış, seçimlere dönük çalışmalara hapsolmuş programların sorunlara çözüm olmak yerine bizi yanlışlara sürükleyebileceğini hatırlatmalıyız.

Demokrasi ittifakı ve en geniş birlikteliği sağlamak temel amacımızdır. Bunun seçimlere dönük bir çalışmayı da içerdiğini tekrar hatırlatayım. Ama demokrasi ittifakının seçimlerle bağlantısını esas olarak Meclis seçimlerine göre değerlendirmekte fayda var. Biz bütün ezilenleri, dışlananları Meclis’te temsil ettirecek bir çalışmayı da demokrasi ittifakının bir parçası olarak görüyoruz. Halkların ortak iradesini Meclis’e taşımak, demokrasi ittifakının bir parçasıdır ama demokrasi ittifakı bundan ibaret değildir.

Demokrasi ittifakını, hayata geçirmek için çalışmalar yapıyoruz. Sol sosyalist yapılarla toplantı gerçekleştirdik, samimi ve verimli bir toplantıydı. Birkaç noktada mutabakat sağlanmasını olumlu karşılıyoruz. Bunların başında birlikte yürüme konusundaki görüşmeleri sürdürme kararı geliyor. Bunun yanında genişleme perspektifi geliyor. Bütün sol ve sosyalist çerçeveleri kapsayacak genişliğe ulaşması da mutabakata varılan konulardan biriydi.

“İttifak arayışımız bütün dışlananları ve ezilenleri kapsıyor”

Bu konudaki çalışmaları dostluk ve yoldaşlık hukuku çerçevesinde sürdürme kararımız var. Bütün paydaşların da bu konuda ortaklaşması umut vericidir. Demokrasi ittifakını, sadece sol ve sosyalist kesimlerle sınırlı tutmadığımızı belirtmemiz gerekiyor. Bütün ezilen kesimleri kapsamak temel amacımızdır. Burada da olumlu mesajlar ve işaretler gelmesi umudumuzu büyütüyor. Bizim gerçek bir alternatife ihtiyacımız var. Bu iktidar savaş politikalarını, sömürüyü, rantı ve talanı temel bir özellik olarak hayatın her alanında yansıtıyor. Buna karşı gerçek alternatif, ancak yeni başlangıç ile olabilir. Bu da geçmişten kopuş iradesini içermek zorundadır. Eski dönemin zihniyetinden kopma iradesini içermek zorundadır. Eğer eskiyi tekrar eden bir anlayış karşımıza çıkarsa bilin ki bunun Türkiye halklarının beklentilerine cevap oluşturması mümkün değildir. Bu nedenle HDP olarak bizler halklara güçlü bir gelecek umudu yaratmak için çalışmalarımızı aksatmadan bütün baskılara rağmen sürdürmeye kararlıyız.

“Kapatma davasında intikam saiki vardır”

2021 yılında çeşitli alanlarda baskılarla karşılaştığımızı anlatmama gerek yok. Kapatma davası 2021 yılında açıldı, 2021 yılının 17 Mart’ında iddianame AYM’ye gönderildi. 18 Mart’ta ise MHP kongresi toplandı. O zaman da söylemiştik. Kapatma davası siyasi amaçlı bir davadır. Siyasi tasfiyeye yöneliktir, intikam amaçlıdır. Bu kampanyanın öncülüğünü yapan iktidarın küçük ortağının kongresinden bir gün önce açılmış olması güçlü bir mesajdır. Anayasa Mahkemesi iddianameyi geri çevirdi, savcılık iddianameyi yeniden hazırladı. Ne tesadüftür ki 7 Haziran’da bu iddianameyi yeniden sundu. Bu da intikam saikiyle sunulduğunu gösteriyor. Aynı şey Kobanî Kumpas Davasında da geçerlidir. Bu davanın da dayanağı yoktur. Kapatma davası gibi baştan aşağı çöp iddialara dayanmaktadır.

“Mücadeleyi büyütmekte bir an tereddüt yaşamadık”

Bunun yanında HDP’ye yönelik operasyonlar ve baskılar hız kesmeden devam etti. Ama HDP olarak mücadelemizi her alanda geliştirmek konusunda bir an tereddüt yaşamadık, halklarla birlikteydik. Türkiye’nin her yerindeydik; halklarla, emekçilerle, ezilenlerle buluşma çalışmalarımızı yürüttük. Kadın Meclisimizin bu konuda özellikle çok kapsamlı çalışmalar yaptığını belirtmem gerekiyor. Emek Komisyonumuz, İş ve Aş Buluşmaları çerçevesinde sömürüye ve talana karşı mücadeleyi sahada sürdürdü. Ekoloji Komisyonumuz bütün ekoloji çevreleriyle bir araya gelme hedefini her zaman canlı tutarak çalışmalarını yürüttü, doğanın talanına ve çevrenin ranta kurban edilmesine karşı etkili mücadele yürüttü.

En önemli mücadele alanımız savaşa karşı çıkmak ve savaş politikalarını bitirmektir. Bunun için önümüze büyük barış hedefini koyuyoruz. Türkiye’nin büyük barış ihtiyacı olduğunu söylüyoruz. Büyük barış, hiç kuşkusuz öncelikle Kürt sorununda demokratik çözümden geçiyor. Demokratik çözüm olmadan Türkiye’de büyük barışı sağlamak mümkün değil. Ama biz büyük barışı sadece Kürt sorununda savaşı sona erdirmekten ibaret görmüyoruz. Türkiye halklarına dayatılan çeşitli kutuplaştırma ve düşmanlaştırma anlayışını ortadan kaldıracak bir eşit yaşam hedefi olarak bakıyoruz. Büyük barış, eşit ortak yaşam demektir. Eşit ortak yaşam da ancak demokrasi ve adalet üzerinden kurulur. Bu nedenle iktidarın her alandaki kutuplaştırma, düşmanlaştırma politikalarına karşı mücadelemizi en geniş çevrelerle sürdürme kararlılığından vazgeçmeden yolumuza devam ettik.

“Adaletsizliğe karşı sessiz kalmak adaletsizliği büyütüyor”

“Büyük demokrasi ittifakı çağrıları yapıyorsunuz ama kimsenin buna kulak astığı yok” gibi eleştiriler alıyorduk. Oysa son aylarda yaşadığımız bazı olaylar ne kadar öngörülü olduğumuzu gösteriyor. Türkiye’de çıkış, gerçek bir demokratik ortak mücadeleden geçmektedir. Adaletsizliğe karşı sessiz kalmak, adaletsizlik bir kesime karşı yapıldığında görmezden gelmek adaletsizliği engellemiyor; aksine bütün ülkeye egemen olmasını sağlıyor. Son dönemde adaletsizliğe uğrayan kesimlerin daha fazla ses çıkarması da ne kadar haklı olduğumuzu gösteriyor.

“Zulme maruz kalanlarla birlikte yürüme kararlığımız var”

Adalet ya herkes için vardır ya hiç kimse için yoktur. Gerçek adalet herkes için istendiğinde sağlanabilir. Gerçek adalet herkes için savunulduğunda işlevli olabilir. Sadece bizlere yönelik haksızlıklara karşı değil zulme maruz kalan herkesle birlikte yürüme kararlılığımızı ortaya koyuyoruz. Deniz Poyraz Davasında söylediğimiz gibi adaleti sağlamak için en geniş dayanışmaya ihtiyaç vardır. Adalet mahkeme salonlarında sağlanamayacaktır. Adalet, yargının iktidarın aracı haline geldiği bir ülkede ancak halkla birlikte meydanlarda ve mümkün olan her yerde dayanışmayla sağlanabilir; ayrımsız birlikte yürümekle sağlanabilir. Deniz Poyraz katliamının son davasında bu dayanışmaya tanıklık etmek memnuniyet vericidir. Çeşitli kesimlerin mücadeleyi ortaklaştırması konusundaki çabalarımızın sonuç verdiğini göstermesi bakımından umut vericidir.

“Örgütlü kötülüğe karşı örgütlü iyilik mücadelesi mutlaka yaratılmalıdır”

Karşımızda adaletsizliği kalıcı bir sistem haline getirmek için her yolu denemeye hazır kötücül bir yönetim var, örgütlü bir kötülük iktidarı var. Buna karşı örgütlü iyilik yaratılmalıdır. Sistematik kötülüğe karşı sistematik iyilik mücadelesini gerçekleştirmeliyiz. Bu ülke, bu kötülük sistemine mahkum değildir. Bunu değiştirecek olan şey de HDP’de cisimleşen ortak mücadele azmi ve halkların ortak iradesidir. Kürt halkının bugüne kadar ortaya koyduğu pratik bütün ezilenlere ilham olacak kadar güçlüdür. Hiçbir tutum Kürt halkına onurlu adalet mücadelesinde geri adım attıramadı. Bu konuda en ufak bir etki yaratmadı. Bu iradeyi, kararlılığı bütün ezilenlerle buluşturmak HDP’nin varlık gerekçesidir. HDP bunu gerçekleştirmek için her alanda mücadelesini sürdürüyor. Gerçek alternatifi yaratmak için önemli mesafeler kat ettik. Biz yasakları farklı yollarla devam ettirme anlayışını, bu iktidara alternatif olarak görmüyoruz.

“Söz konusu Kürtler ve HDP olduğunda iktidarın zihniyetini paylaşanlar ülkeye demokrasi vaat edemez”

Bu iktidarın zihniyetini ve politikalarını Kürtler ve HDP söz konusu olduğunda paylaşan anlayışlar, ülkeye demokrasi ve barış vaat edemez. Bizim esas almamız gereken şey halkların ortak gücüdür. Gerçek alternatifi ancak bunlar üzerine kurabiliriz. Bu nedenle deklarasyonlarımızda çeşitli önerilerde bulunduk. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin önerilerimizi de içeriyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin de yeni sistemde özgün bir yeri vardır, özgün bir seçim metodu vardır. O nedenle çağrılarımızı sürdürüyoruz.

“HDP’yi yok sayarak sonuç alınamaz”

Eğer muhalefet gerçekten bir dönüşüm istiyorsa, bu iktidarın yerine başka bir anlayışı getirmek istiyorsa bunun yolu HDP’yle ve HDP’nin kuracağı demokrasi ittifakıyla açık şeffaf müzakere ve diyalogdan geçiyor. Eğer HDP’yi yok sayar, bu kadar büyük bir gücü ve bu gücün Türkiye’de belirleyici olduğunu görmezden gelirlerse korkarız ki Türkiye’de yaşanacaklar hepimiz için hiç de olumlu olmayacaktır. Eğer bütün muhalefet partileri bu konudaki çağrılarımızı görmezden gelirse, HDP’de temsil edilen büyük demokratik dönüşüme sahip sosyolojik potansiyeli göz ardı ederse, HDP’de temsil edilen ortak mücadele iradesini yok sayarsa yeni bir başlangıcın mümkün olmayacağını, eski sistemin bazı makyajlarla devamından başka bir sonuç olmayacağını görmek gerekiyor.

“Biz bu tuzakları görüyoruz”

Türkiye halkları buna mahkum değildir. Türkiye ezilenleri ve mağdurları gerçek adaleti ve güçlü barışı arzuluyor. Bunu sağlamak için HDP ve dayandığı güçlü halk tabanı mutlaka kurucu rol oynamalıdır. Bunu yapmak için üzerimize düşen her görevi yapmaya hazırız. Burada ortaya çıkacak çeşitli tuzakları ve engelleri görüyoruz. İktidar HDP içine de oynayacaktır. HDP’de kafa bulanıklığı yaratmak için hamleler de yapacaktır. HDP’yle demokrasi güçleri arasına ayrılıklar sokmak için çeşitli tezgahlar da kurgulayacaktır. Ama bunların hiçbirinin başarılı olma şansı yoktur. HDP’nin içinde kafa karışıklığı, tabanında fikir bulanıklığı yaratma kurnazlığına yönelik son hamle İmralı ile Edirne’yi aynı cümle içine alarak Cumhurbaşkanının yaptığı değerlendirmelerdir.

“Yapılması gereken İmralı’nın kapılarını açmaktır”

Cumhurbaşkanının bu konudaki açıklamasının anlamının farkındayız. Yapılan çeşitli yorumların hepsinin de gerçeklik payı vardır. Kafa karışıklığı yaratma hedefi vardır. HDP’yi demokrasi güçlerinden ayrıştırma gibi bir niyeti vardır, HDP içinde çelişkiler yaratma gibi bir saik vardır. Bu planının tutmayacağını defalarca söyledik. Yapılması gereken basittir; İmralı’nın kapılarını açmaktır. İmralı’nın kapıları açılırsa avukatlar veya heyetlerle görüşmesi sağlanırsa, görüşlerini kendisinden duymak bütün Türkiye halklarının hakkı olarak yerine gelecektir. Bu kamuoyunun hakkıdır. Mutlak tecrit hukuksuzdur, siyaseten kabul edilemezdir, üstelik etik de değildir.

“Açın İmralı’nın kapılarını Öcalan fikirlerini kendisi söylesin”

Cumhurbaşkanı, Öcalan’a atfettiği sözler üzerinden manevralar yapmaktadır. Sesini çıkarma şansı olmayan bir siyasi aktörün sözlerini propaganda aracı haline getirmek hukuki değildir, kabul edilemezdir. Daha önce de söyledik; açın İmralı’nın kapılarını Öcalan’ın fikirleri neyse kamuoyu doğrudan duysun. Bunun dışında yapılan her türlü spekülasyon boştur, anlamsızdır. Bunun üzerinden HDP içinde karışıklık yaratma çabaları temelsizdir ve amacına da ulaşamayacaktır.

Bizler gerçek barışı istiyoruz. Savaşın yarattığı yaraların sarılmasını istiyoruz. Geçmişe bakarak geleceğe bir yol kuruyoruz. Geçmişten ders çıkararak geleceğin, adalet ve barış üzerinden yaratılmasını istiyoruz. Bu konuda herkesin üzerine düşen rolü oynamasını sağlayacak şartların yaratılmasını talep ediyoruz.

“Kürt sorunu ve barış meselesi seçim hesaplarına alet edilemez”

Kürt sorununda demokratik çözüm ve barışı seçim için malzeme olarak kullanmak, bu derin soruna ve bu sorunla beraber yaşanan acılara saygısızlıktır. Kürt sorunu ve barış meselesi hiçbir şekilde seçim malzemesi yapılamaz. Seçim malzemesi yapılmasına bizler izin vermeyeceğiz. Kürt sorununda demokratik çözüm için bütün toplum kesimleriyle müzakeremizi sürdüreceğiz. En geniş katılımla, şeffaf ve güvenceli bir sürecin takipçisi olmaya devam edeceğiz. İster seçim öncesi ister seçim sonrası olsun Kürt sorununda barış ve çözüm yolunun başka bir yerde aranmaması gerektiğini ısrarla söylüyoruz. Meclis’i temel adres olarak göstermeye devam ediyoruz.

“Zırhlı araçlarla işlenen cinayetler Kürde dayatılan zulmün örnekleridir”

Savaş politikalarının yarattığı yıkımlar devam ediyor. Bunların son örneği, zırhlı araçların şehir içinde dolaşmasının yol açtığı cinayetlerdir. Bunlara kaza diyemeyiz. Son 14 yılda 41 insan zırhlı araçların çarpması sonucu hayatını kaybetti. Son 4 yılda en az 14 kişi sadece zırhlı araçlar dolayısıyla hayatını kaybetti. Bu belki de savaş politikalarının üzerinde durulmayan ama en çarpıcı sembollerinden birisidir. Kürt şehirlerinde zırhlı araçlar caddelerde, sokaklarda kontrolsüz şekilde dolaşmaktadır. Güç gösterisi olarak bu faaliyetlerini yürütmektedir. En son Abdulgafar Dayan isimli genç hayatını kaybetmiştir. Bunlar savaş politikalarıdır. Bu Kürtlere dayatılan zulmün örnekleridir. Biz bu politikaları toptan reddediyoruz. Kürt sorununda demokratik çözümün her yönüyle sağlanmasını talep ediyoruz.

“Sezen Aksu şahsında barış umudu ve demokrasi hedef alındı”

İktidarın çeşitli fay hatlarını kaşıma amacıyla yaptığı hamlelere yenileri eklendi. Sezen Aksu üzerinden bunu yapmayı denediler. Bu hamlede hedef alınan Sezan Aksu şahsında dik duruş, barış umudu ve demokrasi inancıdır. Sezen Aksu yıllardır bunları tavizsiz bir şekilde savunmaktadır. Bu saldırıyı püskürtmekte en önemli araç da dayanışmanın en geniş şekilde sağlanması oldu. Gördük ki çok geniş dayanışmayla, bu tür manevraları iktidarın sürdürme politikaları boşa çıkarıyor. Bunlar bize ilham kaynağıdır. Tuttuğumuz yolun doğru olduğu inancını pekiştirmektedir.

“Kendi eksiklerimizi de toplumun her kesimiyle tartışmaya açığız”

Kendimiz de yaptıklarımızla elbette yüzleşeceğiz. Eksiklerimiz varsa bunları düzelteceğiz. Eleştirilere açığız, özeleştiri vereceğiz. Bütün kesimlerle diyaloga açığız. “Yaptığımız her şey doğrudur” gibi bir yaklaşımın demokrasi anlayışımızla bağdaşmadığını biliyoruz. HDP kendi eksiklerini ve hatalarını da toplumun en geniş kesimleriyle tartışmaya açıktır. Diyalog birbirimizin eksiklerini göstermenin en etkili yoludur. Sadece bizler için değil toplumun tamamı için bu geçerlidir. Gerçek yüzleşme samimi bir diyalogdan ve sürekli bir müzakereden geçer. Demokrasi güçlerine çağrımızı yineliyoruz. Sol sosyalist örgütlerden yöre derneklerine, kadın hareketinden gençlik hareketine mücadele ortaklığını eşdeğerlik ve diyalog içinde yürüme temelinde birliktelik diyoruz. 2022 yılı bizlerin sorumluluğunun daha da büyüdüğü bir yıl olacaktır. Bizler de bu görevleri yerine getirmeye hazırız, kararlıyız. Değerli bir düşünürün de dediği “Ezilenler ancak ezildiklerinin ve kendi güçlerinin farkına vardıklarında özgürleşme sürecine girer ve kendilerine inanmaya başlar” sözüne inanıyoruz.

İçeride rehin tutulan bütün arkadaşlarımızı, sürgüne mahkum edilen bütün yoldaşlarımızı özgür günlerde bir araya getirecek bir mücadele mutlaka başarıya ulaşacaktır. Halkların yürüttüğü mücadele mutlaka başarıya ulaşacaktır. Türkiye halklarına ve bölgeye barış, adalet ve mücadele getirecek bir yıl diliyoruz.”

Buldan: Kadınlara, HDP’ye ve demokrasi güçlerine saldırıyor, saldırmaya devam edecektir

“Parti Meclisimizin 2022 yılı ilk toplantısını gerçekleştiriyoruz. Biz Kadın Meclisi toplantısını dün yaptık, onun da sonuçları önemli. Tabii 2021 yılı oldukça zahmetli ve zor geçti her anlamıyla. Savaş konseptinin ve düşmanlık hukukunun devrede olması açısından. Sadece Kürtlere değil Türkiye toplumunun tamamına yapılan saldırılar 2022’de de devam ediyor.” cümleleriyle açıklamalarına başlayan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ise konuşmasının devamında şu ifadeleri kullandı;

“AKP hükümetinin savaşla ayakta kaldığını, kendisini güçlü hissettiği tek dayanağın savaş politikaları olduğunu biliyoruz. Rojava’ya ve Kürtlerin olduğu her alana saldırılarını sürdürüyor. Dışarıda istediğini elde edemediği için içeride saldırmaya devam ediyor. Kadınlara, HDP’ye ve demokrasi güçlerine saldırıyor, saldırmaya devam edecektir. Muhalefete dönük saldırılar olacağı kanaatini taşıyorum.

İktidarın 2021 yılında en fazla üzerinde durduğu ve Kürtlere ve HDP’ye saldırdığı birkaç nokta var. Kapatma Davası, Kobanî Kumpas Davası ve Deniz Poyraz arkadaşımızın katledilmesi davası. Her üçü de Kürtlere ve kadınlara, AKP ve MHP’nin hem düşman hukuku hem de kadın düşmanlığı üzerinden çok acımasızca saldırdığı alanlar.

“İktidar talimatlarla yargı sürecini hızlandırabilir”

Önümüzdeki günlerde kapatma davasının seyrinin ne olacağını söylemek için erken. Dava kendi rutinde devam ediyor gibi görünüyor ama bu AKP’nin bir talimatla süreci hızlandırmayacağı anlamına gelmiyor. Her an her şeye hazırlıklı olmak gerekir. Bu duyarlılıkla kapatma ve Kobanî davalarında yaşananları izlemekte fayda var. Hukuk Komisyonumuz ve hukukçuların katkısıyla savunmalar yapılıyor ama önümüzdeki dönemde bunlara hazırlıklı olmakta fayda var. Deniz Poyraz’ın katledilmesinin sadece Deniz Poyraz değil aynı zamanda kadınlara, HDP’ye ve Kürtlere de bir mesaj olduğunu biliyoruz. Deniz Poyraz’ın duruşmasına bir gün kala, Roboski Katliamının yıl dönümünde Bahçelievler İlçemize yapılan saldırıyla ve diğer düşmanca saldırılarla bu mesaj iletilmeye devam ediyor.

Cezaevlerindeki sorunlar ağırlaşıyor, cezaevleri artık düşman hukukunun çıplak bir şekilde görüldüğü merkezler haline geldi. 7 insanımızın hayatını kaybetmesi cezaevlerindeki sağlıksız, hukuksuz koşulların nasıl devam ettiğini bizlere gösteriyor. Hasta tutsakların tahliye edilmiyor olması, Kürtlere ve HDP’ye dönük düşmanlığın göstergesidir. Garibe Gezer’in ölümüyle cezaevlerindeki durum gündem oldu ama hasta tutsakların durumu aciliyetini koruyor. Yine Aysel Tuğluk ve hasta tutsakların yaşadıkları bu durumun aciliyetini gösteriyor. Kadınların Aysel ile ilgili başlatmış olduğu kampanya oldukça önemlidir, değerlidir. Sonuç almaya odaklı bu tür girişimlerin devam etmesini önemsiyoruz.

“İmralı’ya ilişkin açıklamalar konusunda herkes hassas davranmalıdır”

Erdoğan’ın İmralı-Edirne açıklamaları konusunda, herkesi hassas davranmaya çağırıyoruz. Sayın Öcalan’ın görüşlerini merak ediyorsanız açın İmralı’nın kapılarını kendi fikrini kendisi söylesin. Bu konuda Mithat Hoca geniş bir değerlendirme yaptı ama bu hassasiyeti vurgulamak isterim.

İttifaklar meselesi bu dönemde önemli. Muhalefet partileriyle ve farklı kesimlerle önemli görüşmeler ve ziyaretler gerçekleştirdik. CHP, Saadet Partisi, Deva ve Gelecek Partilerini ziyaret ettik. Bu ziyaretlerin ve görüşmelerin devamını önemsiyoruz, bu konuda girişimlerimiz sürüyor. Sol, sosyalist partilerle yapılan görüşmeler de önemliydi. Elbette bütün bunlar seçimleri aşan, mücadele ortaklığını hedefleyen arayışlardır. Bütün bu görüşmelere kadın cephesindeki güçlü buluşmaları da ekleyeceğiz.

“HDP olarak seçimlerde dengeleri değiştireceğiz”

Biz halk hareketiyiz; halkın içindeyiz, halkla birlikteyiz. Çalışmalarımızı hiç kimse ve hiçbir güç sekteye uğratamayacak, halkla bağımızı koparamayacaktır. Son dönem kongrelerimizin çok coşkulu ve güçlü geçmesi Türkiye toplumunun partimize gösterdiği teveccühtür, ilgidir. İstanbul kongremiz büyük moralle gerçekleşmişti. Diğer kongrelerimiz de aynı moralle ve güçle geçti. Önümüzdeki günlerde Dersim, Adıyaman ve diğer illerde de kongrelerimizi gerçekleştireceğiz. Mart ayı geliyor. 8 Mart ve Newroz’u çok güçlü gerçekleştirmek için şimdiden çalışmalarımıza başladık. 8 Mart’ta kadınların birlikte hareket etmesini, Newroz’da da Türkiye halklarının bu saldırılara karşı birlikte duruşunu sağlamak herkese moral verecektir. Bir seçim sürecine girdik sayılır. Zamanında dahi yapılsa bir yıla yakın bir süre var önümüzde. Seçime HDP olarak çok güçlü hazırlanıyoruz, dengeleri değiştirme gücümüzü bir kez daha göstereceğiz.”

Paylaşın

BA.2 Alt Varyantı Omicron’dan 1,5 Kat Daha Bulaşıcı

Dünya genelinde Kovid 19 vaka sayılarının rekor üzerine rekor kırmasına neden olan Omicron’un BA.2 alt varyantının 1,5 kat daha bulaşıcı olduğu belirtildi. BA.2 alt varyantının BA.1’den daha şiddetli olduğu yönünde bir bulgu olmadığı da vurgulandı.

Euronews’ta yer alan habere göre; Amerikan Hastalıkla Mücadele ve Kontrol Merkezi’nden (CDC) yapılan açıklamada BA.2 varyantının ülkenin yarısında görüldüğünü fakat henüz düşük sayıda olduğu vurgulandı.

Açıklamada Danimarka’daki bulaşıcı hastalıkları takip eden Statens Serum Enstitüsü’ne atıfta bulunarak yeni alt varyantın orijinal omicron varyantı BA.1’den 1,5 kat daha bulaşıcı olduğu belirtildi.

CDC Sözcüsü Kriste Nordlund BA.2 alt varyantının BA.1’den daha şiddetli olduğu yönünde bir bulgu olmadığını söyledi.

İngiliz Sağlık Güvenliği Ajansı da yeni alt varyantın aşıların semptomatik hastalıklara karşı etkinliğini azaltmadığını açıklamıştı. Fakat virüsün vücut hücrelerine bağlandığı çıkıntıların mutasyona uğraması ile oluşan yeni alt varyantın İngiltere’de Omicron’dan daha hızlı yayıldığı tespit edildi.

BA.2 Danimarka’da bir kaç hafta içerisinde baskın varyant haline gelmişti.

BA.2 ile yapılan ilk değerlendirmelerde, hatırlatma dozunun BA.2’nin neden olduğu semptomatik hastalıkları önlemede yüzde 70 etkili olduğu gözlendi. Orijinal Omicron varyantında ise bu oran yüzde 63 düzeyindeydi.

Dünya Sağlık Örgüt BA.2’yi endişe verici bir varyant olarak nitelemezken yetkililer, her zaman daha bulaşıcı bir varyantın ortaya çıkabileceği uyarısında bulunuyor.

5,8 milyon nüfuslu Danimarka’da günlük yeni vaka sayısı 50 bini aşarken yetkililer bu artıştaki nedenin BA.2 olduğunun söylenebileceğini vurguluyor.

Ülkede hastaneye yatış oranı da yüzde 12 artarak 967’ye çıkarken bu yönetilebilir sayı olarak görülüyor. Fakat uzmanlar ülkenin yüzde 80’inin tam aşılı olduğunu yüzde 60’ının ise hatırlatma dozu olduğun belirtirken aşılanma oranı daha düşük ülkelerde hastane yatış oranlarının daha yüksek olabileceği uyarısında bulunuyor.

Paylaşın

Bir Dakikalık Filme İki Uluslararası Ödül

Şanlıurfalı Gazeteci Ömer Faruk Baran’ın Suriye’nin Kobani kasabasındaki çatışmalar sırasında çektiği ve yapımı yedi yıl süren bir dakikalık filmi, daha ilk ayında iki uluslararası ödül aldı. Film ödüllerin yanı sıra çok sayıda festivale de kabul edildi.

Ömer Faruk Baran’ın meslek deneyiminden yola çıkarak hazırladığı “Tercüme” adlı filmde, IŞİD’in saldırdığı Kobani’ye, kaçak yollardan geçmeye çalışan bir grup sağlık çalışanının başından geçen bir olay anlatılıyor. Sağlık çalışanları Kürtçe, onları sınırdan geçirmeye çalışan rehber de Türkçe bilmiyor. Filmde, tercümanın çevirisinin tehlikeli yolda nasıl eksik kaldığına dikkat çekiliyor.

Filmin yayına hazır hale gelme sürecini VOA Türkçe’ye anlatan Baran “Film bir dakika ama senaryosu, çekilmesi, ses tasarımıyla birlikte son halini alması yedi yıl sürdü” dedi.

“Filmde somut olarak gördüğümüz şey, devletler değil, diller arası sınırlar oluyor böylece” diyen Baran, “Neden bir dakika?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Gazetecilik deneyimleri sonucu olayları mümkün olduğunca kısaca anlatma yeteneği edindim. Konuşmayı, uzun uzadıya anlatmayı da sevmediğimden filmi mikro düzeyde tutmaya çalıştım.”

Büyük, festivallerde mikro short film kategorisinde değerlendirilen bir dakikalık filmler için çeşitli ülkelerde bir dakikalık film festivalleri düzenlendiğini vurgulayan Baran, “En son Cape Town’da 1 Dakikalık Uluslararası Film Festivali düzenlendi ve organizatörlerin aktardığı bilgilere dünyanın dört bir yanından 800’den fazla film festivale katıldı “dedi.

“İzleyen bir daha izliyor”

Baran, sürenin oldukça kısa olmasına rağmen istediğini anlatabildiğini vurgulayarak, filmi izleyenlerin bir daha izlediğini söyledi. Ödülün sürpriz olmadığını belirten Baran “Filmi izleyenler, genelde ilk izleyişten sonra üç dört defa daha izlemek istiyorlar. Anlaşılması güç bir film olduğu için mi bunu yapıyorlar, yoksa filmi beğendikleri için henüz tam anlayabilmiş değilim. Ben anlattım, anlaşılmamak gibi bir derdim yok. Ekip arkadaşlarımla çok ciddi emek vererek hazırladık filmi. 1 dakikanın 60 saniyesi için saniye saniye çalıştık diyebilirim. Kurguda beraber çalıştığım Şerif Polat’la, filmin birkaç saniyesinde biraz tıkanıklık yaşadık. İşimizin çok zor olduğunu biliyorduk ve tıkanıklığı da biraz normal karşılıyorduk aslında. Diyarbakır, Surlar etrafında uzun yürüyüşler sonucu filme son şeklini verdik. Ödül bekliyorduk“ dedi.

İki Uluslararası ödül onlarca festival

Film 2022 yılında tamamlandı ve gösterime girer girmez iki uluslararası ödül adlı. Baran aldıkları ödülleri ve katıldıkları festivalleri “Filmimiz 2022 yapımı ve Ocak ayı itibariyle, İtalya’dan İsveç’e kadar birçok ülkenin uluslararası festivalinin resmi seçkisinde yer aldı. Cape Town 1 Minute International Film Festivalinde ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ ödülünü ve Japonya, Hindistan, Hong Kong ve İtalya’nın birlikte düzenledikleri White Unicorn International Film Festivali’nde ‘En İyi İlk Film Yapımcısı Ödülünü aldık“ şeklinde aktardı.

Baran bundaki sonraki hedefinin sinema olduğunun altını çizerek “Yaklaşık 20 yıldır edebiyat ve 10 yılı aşkın bir süredir fotoğrafla ilgileniyorum. Profesyonel mesleğim gazetecilik. ‘’Tercüme’’ filmiyle, edebiyat, fotoğraf ve gazetecilik deneyimlerimi buluşturdum. Diğer disiplinlerdekine benzer tutkumu, sancılı da olsa benim için çoğu zaman, sinemada da devam ettirmeyi düşünüyorum” diye konuştu.

Paylaşın

Erdoğan Dönemi Çoktan Bitti; Her Şey Soylu İçin

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Adalet Bakanlığında yapılan Abdulhamid Gül-Bekir Bozdağ değişikliğini değerlendiren Kemal Özkiraz, “AKP artık dağılma sürecinin en sonunda. Erdoğan dönemi çoktan bitti. Her şey Süleyman Soylu’ya göre hazırlanıyor” iddiasında bulundu. 

Haber Merkezi / Avrasya Araştırma Şirketi Başkanı Kemal Özkiraz, gece yarısı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Adalet Bakanlığında yapılan Abdulhamid Gül-Bekir Bozdağ değişikliğini yorumladı. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin zoru ile değişiklik olduğunu vurgulayan Özkiraz, “Her şey Soylu için” dedi.

Sosyal medya hesabı üzerinden yorum yapan Özkiraz, “AKP artık dağılma sürecinin en sonunda. Erdoğan dönemi çoktan bitti. Her şey Süleyman Soylu’ya göre hazırlanıyor” iddiasında bulundu. Özkiraz’ın yorumu şöyle:

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül görevinden istifa etmiş yerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Bekir Bozdağ adalet bakanı olarak atanmıştı. Atama kararı Resmi Gazete’de yayımlanmıştı.

Abdülhamit Gül, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle 19 Temmuz 2017 tarihinden beri sürdürdüğüm Adalet Bakanlığı görevinden ayrılmış bulunuyorum. Kendilerine görevden af talebimi kabulleri için şükranlarımı arz ediyor, yeni Adalet Bakanımız Sayın Bekir Bozdağ’a başarılar diliyorum” demişti.

Bekir Bozdağ da sosyal medya hesabından Erdoğan’a teşekkür etti. Bozdağ “Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı görevini şahsıma emanet eden Cumhurbaşkanımız Sn.R.Tayyip Erdoğan’a takdir/tensipleri için şükranlarımı sunuyorum. Adalet Bakanımız Abdülhamit Gül kardeşime hizmetlerinden dolayı teşekkür ediyorum. Allah yardımcımız olsun” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Erdoğan, ‘Öcalan’ Açıklamasıyla Politik Bir Hamle Yapıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Abdullah Öcalan, Selahattin Demirtaş’ın verdiği mesajlardan rahatsız” ifadelerini yorumlayan Bekir Ağırdır, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Öcalan’la her zaman konuşabilirim’ mesajı verdiğini söyledi.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın PKK Lideri Abdullah Öcalan ile ilgili açıklamasıyla muhalefetteki çatlakları büyütmeyi amaçladığını aynı zamanda Kürt seçmene de ’bu konu çözülecekse yine benimle çözülür’ mesajı vermeye çalıştığını söyledi. Ağırdır, “Erdoğan, İyi Parti’nin Kürt meselesine CHP’den farklı baktığını biliyor dolayısıyla muhalefet blokunun yapacağı olası hataları da biliyor. Muhalefet blokunu sarsacağı ve muhalefet üzerinde sürekli bir basınç uygulayacağı konunun da Kürt meselesi olduğunun farkında” dedi.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Türkiye’de iktidarın dünyanın diğer popülist iktidarları gibi endişeleri korkuya çevirerek toplumsal rıza üretmeye çalıştığını, toplumun bir ‘özgürlük mü, güvenlik mi’ ikilemine sıkıştırılmaya çalışıldığını belirterek “Ekrem İmamoğlu meselesinde de bunu gördük. Sözde ahalinin güvenliği için kurulan MOBESE’ler siyasetin aracı haline getiriliyor. Bu kendi özgürlük alanlarımızın denetleniyor olmasının ürettiği kaygı ve korkuları da popülist anlatı başka bir yere çekiyor ve topluma diyor ki; ‘özgürlük mü, güvenlik mi’, özgürlük deyince Selahattin Demirtaş’lar, Sedef Kabaş’lar konuşuyor ötekiler dinimize,  bunlar milli birliğimize laf ediyor” diye konuştu.

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır ve Murat Sabuncu, Sayıların Dili’nde gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. T24’te yer alan değerlendirme şöyle:

KONDA’nın yaptığı popülizm araştırmasının verilerine değinen Ağırdır, seçmen tabanı olarak da partiler olarak da popülist söylemlerin sadece iktidara özgü olmadığını belirtti. Hem sağ da hem sol da hem CHP’de hem de AKP’de ciddi popülist damarların olduğunu söyleyen Ağırdır, “Türkiye’de bir yaşam tarzı gerilimi var” dedi.

Türkiye’deki siyasi atmosferin karşıtlıklar üzerinden yapılan tartışmalara hapsolduğunu belirten Ağırdır, KONDA olarak yaptıkları Türkiye’deki kutuplaşmaya yönelik araştırmada, toplumun büyük çoğunluğunun daha makul bir yerde, ortada yığılmaya devam ettiğini tespit ettiklerini söyledi. Ağırdır, “Gündelik hayatta kutuplaşma söylemlerine teslim olmayan büyük bir çoğunluk var” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Öcalan, Demirtaş’ın verdiği mesajlardan rahatsız” ifadelerini yorumlayan Ağırdır, Erdoğan’ın ‘Öcalan’la her zaman konuşabilirim’ mesajı verdiğini söyledi. Ağırdır, Erdoğan’ın açıklamalarına ilişkin şöyle dedi:

“Kendi kitlesini Kürt meselesinde ikna edeceği konusunda bir tereddüdü yok”

“Erdoğan, Kürtlere, ‘ben iki kez İmralı ile temas yarattım ve açılım süreci başlattım. Başarılı olmamasının sebebi muhalefetin destek vermemesi ve PKK’nın o süreci bozması’ diyor. Kürt seçmen olmadan yeni bir nizam kurmak, düzen kurmak, toplumsal rızayı üretmek, yüzde elliden fazla siyasal güce ulaşmak mümkün değil. Dolayısıyla HDP’yi aşarak Kürt seçmene doğrudan bir mesaj vermeye çalışıyor. AKP’nin tabanı eksildi diyoruz ama geride kalan seçmeni üzerinden kendi liderliğinin dönüştürücü kapasitesi hala yüksek. Çünkü Erdoğan, hala arkasında duran seçmen kitlesinin duygularından konuşuyor. Kendi kitlesini Kürt meselesinde ikna edeceği konusunda bir tereddüdü yok.

Erdoğan, İyi Parti’nin Kürt meselesine CHP’den farklı baktığını biliyor dolayısıyla muhalefet blokunun yapacağı olası hataları da biliyor. Muhalefet blokunu sarsacağı ve muhalefet üzerinde sürekli bir basınç uygulayacağı konunun da Kürt meselesi olduğunun farkında. Dolayısıyla politika bir hamle yapıyor. Yoksa seçimden önce bir açılım süreci veya başka bir ihtimal söz konusu değil bence. Buradaki politik hedef, muhalefetin arasındaki farklılıkların su yüzeyinde kalmasını sağlamak ve Kürt seçmene de  ’bu konu çözülecekse yine benimle çözülür’  mesajı vermeye çalışmak”

İyi Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Çelik’in “CHP, iyi Parti’ye saygı duymak zorunda. CHP ile ittifak kurmaya mecbur değiliz” açıklamalarını da değerlendiren KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, muhalefetin ülkenin temel meselesinin ‘yeni bir düzen’ olduğunu anlaması gerektiğini söyleyerek “Muhalefet, Erdoğan’ın karşısına kimi çıkarırsak seçimi kazanırız oyunundan çıkmadan, seçimi yeni bir düzen vaadine çevirmeden, beklenen siyasal gücü belki de seçimi bile kazanamaz. Bu hala en büyük eksiklik” dedi.

“İyi Parti değişmek zorunda”

Türkiye’nin nüfusunun yüzde yirmi mertebesinde Kürt nüfusunun olduğunu ve bu gerçekliğin göz ardı edilmemesi gerektiğini ifade eden Ağıdır, İyi Parti’nin Kürt meselesine ilişkin pozisyonun hala belirsiz olduğunu söyledi. Ağıdır, “Hangi probleme bakarsak bakalım Kürt meselesi var. Bunu kabullenip tartışıp çözmeden Türkiye huzur bulamıyor. Bunun anlaşılamıyor olmasını anlamıyorum. Evet, İyi Parti MHP’den koparak kuruldu ama aynı zamanda bir sosyolojik farklılığın da ifadesi. Seçmen kitlesi olarak da MHP’den ayrılıyor. İyi Parti de değişmek zorunda. Ama başlangıcındaki MHP içindeki çekişme içinden alınan pozisyonlarla kendilerini tanımlıyorlarsa o da doğru değil” dedi.

Ağırdır, İyi Parti’nin Kürt meselesine ilişkin tutumunu yorumlarken şöyle konuştu:

“Şu soruyu kendilerine sormaları lazım. Bu ülkede nüfusun yüzde 20’si Kürt ve Kürtler diyor ki bir derdim var. Diyelim ki tümüyle haksız söylüyorlar ama sonuç olarak insanlar diyor ki ‘derdim var.’ Siz bugünün Türkiye’sinde, Türkiye’nin milliyetçileri olarak geleneksel milliyetçi söylemden yeni bir şey üretecek misiniz, öğrenen bir parti olacak mısınız, yönetmeye talip olduğunuz toplumun bir kesiminin dertlerini varsayıp saymadığınız bir pozisyonda devam edecek misiniz yoksa yeni açılım getirip ya bu ülkede bir mesele varsa çözmemiz lazım diyecek misiniz? 10 sene önceki pozisyondan devam edecekseniz o zaman seçime dair meseleyi sadece Erdoğan gitsin-kalsın üzerinden görüyorsunuz anlamına gelir. Kürt seçmen de böyle okur ve Kürt seçmen açısından da baktığınız zaman birisi(AKP) problemleri kendince kabul etmiş ve açılım süreci yapmış, birisi ise problemi zaten hiç kabul etmeyen iki siyasi aktör arasında tercih etmek zorunda kaldığı zaman ne yapacak?”

İyi Parti’nin beslendiği kitle ile ve o kitledeki değişimi görmeyen bir pozisyonda kalması durumunda ülkeyi yönetme iddiasını sürdüremeyeceğini söyleyen Ağırdır, “Özü itibariyle İyi Parti’nin Kürt meselesindeki bu pozisyonu esas itibari ile Kürt meselesini yok saymaktır.  Bunun kod adı Kürt meselesi ama özü itibariyle Türkiye’de devletin, kurumların, kuralların, hukukun katılımcılara açık herkesin kendi kimliği ile yaşaması olarak tanımlarsan hiç Kürtler demeden böyle bir ortak alan var. Ama bu gerçekliği de görmüyor gibi davranmaya devam edemezsiniz.  Hala eski pozisyonu koruduğunuz zaman bunun üreteceği handikapları da görmeleri gerekir diye düşünüyorum. Erdoğan’da bu zaafı gördüğü için ‘Öcalan’ açıklamasını yapıyor ve belli ki önümüzdeki dönemde daha fazla da yapacak” dedi.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Bürokratlara Çağrı: Bunların Suçlarına Ortak…

Bürokratlara çağrıda bulunan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Şahıs ve ailesi, TÜİK bürokratını anında çöpe attı. Bunların suçlarına ortak olan bürokratlar, geç olmadan bu yoldan dönün. Başınıza aynısı gelecek. Suçlar sırtınızda yeni iktidara merhaba diyeceksiniz!” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaoğlu, TÜİK başkanının değişmesinin ardından sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla bürokratlara seslendi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Şahıs ve ailesi, TÜİK bürokratını anında çöpe attı. Bunların suçlarına ortak olan bürokratlar, geç olmadan bu yoldan dönün. Başınıza aynısı gelecek. Suçlar sırtınızda yeni iktidara merhaba diyeceksiniz!” paylaşımında bulundu.

TÜİK Başkanı Prof. Dr. Sait Erdal Dinçer dün gece Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından görevinden alındı. Dinçer’in yerine Erhan Çetinkaya atandı.

Son dönemde enflasyon verileriyle eleştirilerin odağı haline gelen Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Dinçer’in istifa edeceği yönünde söylentiler dolaşıyordu.

TÜİK’in yıllık enflasyon oranını yüzde 36 olarak açıklamasının Beştepe’de tepki çektiği iddiası ortaya atılmıştı. Prof. Dr. Sait Erdal Dinçer, 2 Mart 2021’de TÜİK başkanlığına atanmıştı.

Paylaşın

Abdulhamit Gül Neden İstifa Etti? İşte İstifanın Perde Arkası

Adalet Bakanlığı görevinden istifa eden Abdulhamit Gül’ün ayrılma gerekçelerine DW Türkçe ulaştı. Buna göre, yakın çevresine “Türkiye polis devleti oldu” diyen Gül’ün  başta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu  olmak üzere bazı bakanların yargıya müdahale girişimlerinden rahatsız olduğu bildirildi.

DW Türkçe’den Alican Uludağ’ın haberine göre; Özellikle Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP’nin de etkisiyle Süleyman Soylu’nun uygulamaya koyduğu “güvenlikçi politikaların” hukuk devletine zarar verdiğini belirten Gül’ün en son yaptığı MOBESE çıkışının da Soylu cephesinde tepkiyle karşılandığı ifade edildi. Yargıdaki  İstanbul Grubu’nun kendi başına hareket etme girişimi ile İnsan Hakları Eylem Planı’nın uygulanmaması da Gül’ü rahatsız eden konuların başında geldi.

Bu istifanın ardından yargıda güç dengelerinin yeniden değişmesi beklenirken, bir süredir pasifize edilen İstanbul Grubu’nun yargıda yeniden önünün açıldığı kaydedildi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Berat Albayrak’ın ardından iktidar içinde sık sık karşı karşıya geldiği bir rakibinin daha devre dışı kaldığı belirtildi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla 4 yıl 6 ay 10 gündür görev yaptığı Adalet Bakanlığı’ndan istifa eden Abdulhamit Gül’ün yerine Bekir Bozdağ’ın atanmasıyla yargıda yeni bir dönemin kapıları açılmış oldu. Alınan bilgiye göre, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, 24 Ocak Pazartesi günü istifa dilekçesini Erdoğan’a verdi. Ancak Erdoğan, istifa dilekçesini hemen yürürlüğe koymayarak bekletti.

MOBESE krizi son damla oldu

Bu süreçte Abdulhamit Gül’den dünkü MOBESE çıkışı geldi. Kişisel Verileri Koruma Kurumu (KVKK) ve Ankara Üniversitesi’nin 28 Ocak Veri Koruma Günü dolayısıyla ortaklaşa düzenlediği programa katılan Adalet Bakanı Gül, isim vermeden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ait MOBESE görüntülerinin iktidara yakın medyaya servis edilmesini eleştirdi. FETÖ zihniyetinin dijital kumpaslar kurduğunun unutulmaması gerektiğini belirterek, “Hukuk devletinde esas itibarıyla haysiyet cellatlığı olmaz, itibar suikastı olmaz. Hukuk buna asla izin vermez, veremez, vermemelidir” dedi.

Gül’ün bu çıkışının özellikle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu cephesinde rahatsızlık yarattığı, bu rahatsızlığın da Beştepe’ye iletildiği ifade edildi. Bu durum, “bardağı taşıran son damla oldu”. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Abdulhamit Gül’ün istifasını dün kabul ederek, yeni atama kararını imzaladı.

Gül neden istifa etti?

Peki, Gül’ü istifaya götüren süreçte rahatsız olduğu konular nelerdi? Gül’ün rahatsızlığı 4 ana eksende toplandı. Bazı bakanların yargıya müdahale girişimleri; atamalarda “likayat” yerine refaranslı kişilerin esas alınması; İstanbul’da yargının kendi başına hareket etme çabası; İnsan Hakları Eylem Planı ve bu kapsamda çıkarılan yargı reform paketlerinin yeterince uygulanmaması etkili oldu.

“Polis devleti olduk”

Abdulhamit Gül’ün, uzun süredir özellikle MHP ile kurulan Cumhur İttifakı’nın da etkisiyle hükümetin güvenlikçi politikalarından rahatsız olduğu biliniyordu. Gül’ün son dönemde yakın çevresine duyduğu bu rahatsızlığını “Türkiye iyice polis devleti oldu. Özgürlük güvenlik dengesinde terazi güvenlik yönünde değişti. Hukuk devletine aykırı uygulamalar yapılıyor” dediği öğrenildi. İnsan Hakları Eylem Planı ve yargı reformu süreçlerine işaret eden Gül’ün buna karşılık reformun uygulamalarda takibinin yapılmaması ve uygulanmasını eleştirdiği bildirildi.

Gül’ün güvenlikçi politikaları yöneten İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile sık sık karşı karşıya gelmişti. Bazı bakanların yargıya müdahale girişiminden kastedilenler arasında Süleyman Soylu’nun ilk sırada yer aldığı öğrenildi. Bu nedenle Gül ve Soylu, konuşmalarında sık sık birbirine sert mesajlar vermişti. Süleyman Soylu, Ocak 2021 daha önce annesine küfür eden kişinin serbest bırakılmasını Twitter üzerinden “Bakan olsam ne yazar, millet, devlet işleriyle boğuşurken anasının namusuna sahip çıkamamak ne ifade eder” şeklinde eleştirmişti. Buna karşılık veren Gül, “Klavye başına geçip sosyal medyada bana her gün tutuklama siparişi verenlere sesleniyorum. Bu işleyişi beğenmeyen gider itiraz hakkını kullanır ama yargıya parmak sallayamaz” demişti.

Soylu’nun, Kasım 2021’de muhtarlarla yaptığı konuşmada metruk binaların yıkılmasına ilişkin “Ya arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin” şeklindeki sözleri de tepki çekmişti. Gül, bu sözleri “Bizim rehberimiz hukuktur, bizim rotamız hukuktur, bizim kılavuzumuz hukuktur. Biz yapalım hukuk arkadan gelsin değil, hukuk önden yürüsün biz ona göre kendimizi ayarlayalım anlayışıdır hukuk devleti” ifadesini kullanmıştı.

Gül’ü Cumhur İttifakı içerisinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de istemediği konuşuluyor. Bahçeli’nin Gül’den rahatsızlığını daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilettiği belirtildi. Özellikle MHP kontenjanından seçilen HSK Üyesi Hamit Kocabey’i istifaya götüren süreçte Bahçeli’nin Gül’ü sorumlu tuttuğu kaydedildi.

Yargıdaki dengeler nasıl etkilenecek?

Gül’ün istifasının bir gerekçesi de “İstanbul’da yargının başına buyruk hareket etme isteği” olmuştu. Bu durumdan kast edilenin, yargı içinde bir güç odağı olan İstanbul Grubu’nun olduğu öğrenildi. Gül ile sık sık karşı karşı gelen İstanbul Grubu’nun Gül’ün gidişini olumlu karşıladığı ifade edildi. Gül, eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’a yakın olduğu ifade edilen İstanbul Grubu’nun kendisine karşı güç mücadelesine girdiği bir dönemde, “Daha düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar; bugün çıkıp da ‘FETÖ mücadelesi’ dersi vermeye kalkmasınlar, Türk yargısına hesap sormaya, töhmette bulunmaya kalkmasınlar. Türk yargısı, bu mücadelesini büyük kararlılıkla sürdürmektedir” demişti.

Bir kaynak, “Gül’ün istifasıyla yargıya müdahalelerin önü açıldı. İstanbul Grubu artık yargıda çok daha rahat hareket etme, kritik birimlere gelme imkanı yakaladı” yorumunu yaptı.

Gül, görev süresi içinde İstanbul ve Ankara başsavcılıklarına kendisine yakın muhafazakar kökenli isimlerin atanmasını sağlayarak, İstanbul Grubu’nun gücünü bir ölçüde kırmıştı. Hakimler ve Savcılar Kurulu’nda (HSK) Genel Sekreter ve Teftiş Kurulu Başkanı da İstanbul Grubu’na yakın kişilerdi, ancak Abdulhamit Gül bu isimleri görevden almıştı.

Ancak önce Yargıtay, ardından Anayasa Mahkemesi üyeliğine İrfan Fidan’ın atanması, Adalet Bakan Yardımcılığı’na Hasan Yılmaz’ın getirilmesi, Bakan Gül’e rağmen yapılmıştı. Gül’ün koltuğu Bekir Bozdağ’a devretmesinin ardından yargıda kritik başsavcılıklarda değişim yaşanabileceği konuşuluyor. Bekir Bozdağ’ın Gül’e göre “uyumlu” çalışan bir siyasetçi olduğu, bu nedenle İstanbul Grubu ile karşı karşıya gelmesinin beklenmediği kaydedildi.

Gül’ün varlığı, yargıdaki siyasi bazı operasyonlarda frene basılmasına neden oluyordu. Ancak özellikle Gül’ün görevi bırakmasıyla bu durumun değişeceği konuşuluyor. Olası bir İstanbul ve Ankara başsavcıları değişimi ve bu yerlere İstanbul Grubu’na yakın savcıların getirilmesi halinde bu durumun yargı politikasının da değişmesine neden olacağı belirtiliyor.

Paylaşın

‘Toplumun Temel Değerlerine Aykırı’ Yayınlara Karşı Genelge

Erdoğan, ‘toplumun temel değerlerine aykırı’ yayınlara karşı genelge yayımladı. Genelgede, “Toplumumuzun temel değerlerine aykırı unsurlar taşıdığı gözlenen ve son günlerde özellikle yabancı içeriklerin uyarlaması şeklinde ekranlara gelen televizyon programlarının toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini bertaraf edecek adımlar ivedilikle atılacak.” ifadelerine yer verildi.

“Basın ve Yayım Faaliyetleri” ile ilgili 2022/1 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi Resmi Gazete’de yayımlandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan genelgede, bazı televizyon kanallarının özellikle yabancı içerikleri uyarlayarak yayımladığı programların “toplumun temel değerlerine aykırı unsurlar taşıdığı” ve bunların “yıkıcı etkilerini bertaraf edecek adımlar” atılacağı vurgulandı.

“Dijitalleşme çağında kitle iletişim araçlarının sunduğu imkanlardan en iyi şekilde yararlanılmasını temin etmek ve olası zararlı etkilerinden korunmak için gerekli tedbirleri almanın elzem hale geldiği” belirtilen genelgede, “Toplumumuzun temel değerlerine aykırı unsurlar taşıdığı gözlenen ve son günlerde özellikle yabancı içeriklerin uyarlaması şeklinde ekranlara gelen televizyon programlarının toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini bertaraf edecek adımlar ivedilikle atılacak” denildi.

“Aile, çocuk ve gençlerin yanlış medya içeriklerinden korunmaları ve haklarını ihlal eden uygulamalarla mücadele edilmesi hususu”na vurgu yapılan genelgede, “Birtakım semboller kullanılmak suretiyle verilmeye çalışılan mesajlarla çocuk ve gençlerin zihin dünyalarını hedef alan yapımlardan onları koruyacak, aile ve çocuk dostu yapımlar teşvik edilecek” ifadesi kullanıldı.

Bu ifadeyle, Fox TV’de yayımanan ve son günlerde tartışma konusu olan ve RTÜK’ün de inceleme başlattığı ‘Maske Kimsin Sen?’ adlı yarışma programının kast edildiği tahmin ediliyor.

Paylaşın