Açlık Sınırı 3 Bin, Yoksulluk Sınırı 10 Bin Lirayı Aştı

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), Ekim 2021 Açlık ve Yoksulluk verilerini açıkladı. Buna göre, ekim ayında açlık sınırı 3.093,20, yoksulluk sınırı 10.075,58 TL oldu. Verilere göre, yılın ilk on ayı itibariyle fiyatlardaki artış yüzde 19,43 oranında gerçekleşti.

Haber Merkezi / Türk-İş araştırmasının Ekim 2021 ayı sonucuna göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 3.093,20 TL oldu.

Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 10.075,58 TL, bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 3.771,96 TL oldu.

Asgari ücret ile açlık sınırı arasındaki makas Ekim ayında da açılmaya devam etti. Buna göre asgari ücret ile bir kişinin yaşam maliyeti olan 3.772 TL arasındaki fark bu ay itibariyle 946 TL’ye ulaşmıştır.

‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı’ araştırmasının ekim sonuçları, gıda maddeleri fiyatlarında artışın devam ettiğini ortaya koydu.

Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin ‘gıda için’ yapması gereken asgari harcama tutarı bir önceki aya göre yüzde 1,45 oranında artış gösterdi.

Yılın ilk on ayı itibariyle fiyatlardaki artış yüzde 19,43 oranında gerçekleşti.

Gıda enflasyonunda son on iki ay itibariyle artış oranı yüzde 24,61oldu. Yıllık ortalama artış oranı ise yüzde 19,95 olarak hesaplandı.

Paylaşın

Uykusuz, Doları Kapağına Taşıdı: Ekonomiyi Ti’ye Aldı

Haftalık mizah ve karikatür dergisi Uykusuz, bu haftaki kapağına doları taşıdı ve usta oyuncu Kemal Sunal’ın “Çöpçüler Kralı” filmindeki sözleriyle ekonomi ti’ye alındı.

Haber Merkezi / Uykusuz, bu haftaki kapağına doları taşıdı. Kapakta yer alan karikatürde “Kur parkı açıldı milletimize hayırlı olsun” denilirken; “10 liraya gidecekmiş iki gözümün çiçeği” mesajları ile usta oyuncu Kemal Sunal’ın “Çöpçüler Kralı” filmindeki sözleriyle ekonomi ti’ye alındı. Uykusuz’un kapağı şöyle:

Uykusuz Dergisi, 2007 yılının Ağustos ayında Penguen dergisinden ayrılan Yiğit Özgür, Ersin Karabulut, Oky, Umut Sarıkaya, Uğur Gürsoy ve Memo Tembelçizer isimli altı karikatürist tarafından kuruldu ve yayın hayatına 5 Eylül 2007 günü başladı. Derginin isminin Uykusuz olmasını, Yiğit Özgür, “Çok isim düşündük, sonra halimize bakıp ‘Uykusuz’dan başka ne olabilir ki abicim’ dedik.” sözleriyle açıklamıştır.

Kapak; gündemi belirleyen siyasi, ekonomik ya da sosyal olayları karikatürize eder. Dergi günümüzdeki hemen hemen tüm haftalık mizah dergilerinde olduğu gibi ülke gündemine yön veren olayları konu alan iki sayfalık bir girişi içerdikten sonra, çizerlerin kişisel karikatür köşeleri ve çizgi romanları ile mizah yazılarını barındırır.

Sondan bir önceki sayfada ise “Gelen Kutusu” adı altında amatör çizerlerin gönderdiği çalışmalara ayrılan bir bölüm yer alır. Derginin sayfa düzeni değişiklik gösterebildiğinden, arka kapakta yer alan Otisabi iç sayfalarda yer alıp, derginin iki kapakla çıktığı da olmaktadır.

Paylaşın

TÜİK Açıkladı: Ekonomik Güven Endeksi Ekimde Geriledi

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ‘Ekim 2021 Ekonomik Güven Endeksi’ verilerini açıkladı. Buna göre, endeks eylülde 102,4 iken ekimde yüzde 1 azalarak 101,4 değerine geriledi.

Haber Merkezi / Ekonomik güven endeksindeki düşüş, tüketici ve reel kesim (imalat sanayisi) güven endekslerindeki düşüşlerden kaynaklandı.

Tüketici güven endeksi bir önceki aya göre Ekim ayında yüzde 3,6 oranında azalarak 76,8 değerini, reel kesim güven endeksi yüzde 1,8 oranında azalarak 111,3 değerini aldı.

Hizmet sektörü güven endeksi yüzde 2,1 oranında artarak 120,3 değerini, perakende ticaret sektörü güven endeksi yüzde 4,8 oranında artarak 121,1 değerini, inşaat sektörü güven endeksi yüzde 1,0 oranında artarak 92,7 değerini aldı.

Paylaşın

İran 2020’de 4’ü Çocuk 250’den Fazla Kişiyi İdam Etti

Birleşmiş Milletler (BM), İran’ın 2020’de en az 4’ü çocuk 250’den fazla kişiyi, bu yıl ise, şimdiye kadar 9’u kadın ve bir çocuk olmak üzere 230 kişiyi idam ettiğini duyurdu. Orta Doğu ülkeleri içerisinde gerçekleştirilen idamların yarısından fazlası İran’da uygulandı.

Haber Merkezi / Uluslararası Af Örgütü’ne göre, idam sıralamasında İran’ı Mısır, Irak ve Suudi Arabistan izledi. Af Örgütü’nün açıkladığı verilere göre, 2020’de Orta Doğu’da 493 idam cezası uygulandı.

BM İnsan Hakları İran Özel Raportörü Cavid Rehman, BM Genel Kurulu İnsan Hakları Komitesinde yaptığı konuşmada, İran’ın idam cezasını “endişe verici düzeyde” uygulamaya devam ettiğini söyledi.

Rehman, son raporunda İran’ın idam cezasını uygulamada kullandığı gerekçelerle ilgili “belirsiz ulusal güvenlik suçlamaları” gibi ciddi endişelere vurgu yaptığını ifade ederek ülkenin “en temel güvenlik önlemlerinin bile bulunmadığı kusurlu yargı süreçlerine” sahip olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Rahman, ayrıca, mahkemelerin işkence altında zorla alınan ifadeler güvenmesi… İran İslam Cumhuriyeti’nde ölüm cezasının uygulanmasının keyfi olduğu sonucuna götürdüğünü belirtti.

Paylaşın

Irak ve Suriye Tezkeresi TBMM’den Geçti

Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere Irak ve Suriye’ye gönderilmesi konusunda Cumhurbaşkanına verilen yetkinin 2 yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, TBMM Genel Kurulunda CHP ve HDP’nin “hayır” oylarına karşı AKP, MHP ve İYİ Partinin “evet” oylarıyla kabul edildi.

Haber Merkezi / Irak ve Suriye tezkeresinde, Türkiye’nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan gelişmeler ve süregiden çatışma ortamının milli güvenlik açısından taşıdığı risk ve tehditlerin artarak devam ettiğinin altı çizilen Cumhurbaşkanlığı tezkeresinde, şunlar kaydedildi:

“Ayrıca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, 2170 (2014), 2178 (2014), 2249 (2015) ve 2254 (2015) sayılı kararlarıyla, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının teyit edilmiş olmasının ve yine 2170 (2014) sayılı kararda bu ülkelerdeki terör faaliyetlerinin kınanarak, DEAŞ ve benzeri terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı Birleşmiş Milletler üyesi tüm ülkelere 1373 (2001) sayılı Karar ve uluslararası hukuk çerçevesindeki sorumluluklarına uygun şekilde gerekli tedbirleri alma çağrısında bulunulmuş olmasının ışığında, Türkiye’nin DEAŞ ve diğer terör örgütleriyle mücadele amacıyla oluşturulan uluslararası koalisyon bünyesinde iştirak ettiği faaliyetlerin sürdürülmesi de önem taşımaktadır.

Bu mülahazalar ışığında, Türkiye’nin milli güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı milli güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiye’nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye’nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 2 Ekim 2014 tarihli ve 1071 sayılı TBMM kararı ile verilen ve son olarak 7 Ekim 2020 tarihli ve 1266 sayılı TBMM kararı ile 30 Ekim 2021’e kadar uzatılan izin süresinin, 30 Ekim 2021’den itibaren 2 yıl uzatılması hususunda gereğini Anayasanın 92. maddesi uyarınca bilgilerinize sunarım.”

Paylaşın

Akşener’den ‘Ekrem İmamoğlu Ve Mansur Yavaş’ İçin Yeşil Işık

İYİ Parti lideri Akşener, katıldığı bir programda, cumhurbaşkanı adaylığına yönelik yaptığı açıklamada, “Ekrem İmamoğlu da Mansur Yavaş da Millet İttifakı’nın belediye başkanları. İki ismin de seçilmesi için gayret gösterdim. Sayın Kılıçdaroğlu iki arkadaştan birini aday gösterdiği halde biz ‘hayır’ demeyiz” ifadelerini kullandı.

Meral Akşener, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 10 ülkenin Türkiye büyükelçilerinin sınır dışı edilmesine dair talimatına ilişkin olarak “Bir ruh hastalığının dış politikaya yansıması var. Çok uzun zamandır bizim dış politikadaki her işimizin iç politikanın ana malzemesi edildiği, ciddi bir devlet krizi var” dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Karar TV’de Gündem Özel programında açıklamalarda bulundu. Oluşturmak istedikleri yeni sisteme ilişkin, “Cumhurbaşkanı nedir, kimdir’ üzerinde bu derece tartışırsak bu ıskalanıyor. Ben aday değilim diyerek hedefimizin ne olduğunu söyledim” açıklaması yapan Akşener, Cumhurbaşkanlığı’na dair herhangi bir çalışma yapmadığını ve yapmayacağını söyledi.

“Kılıçdaroğlu, iki arkadaştan birini aday gösterirse hayır demeyiz”

Kendi adaylarının 13. Cumhurbaşkanı olacağını ifade eden Akşener, “Ama bu kişi yeni bir Tayyip Erdoğan olmayacak” ifadelerini kullandı.

Akşener, “Ekrem İmamoğlu da Mansur Yavaş da Millet İttifakı’nın Belediye Başkanları. İki ismin de seçilmesi için gayret gösterdim” diyerek, “Sayın Kılıçdaroğlu iki arkadaştan birini aday gösterdiği hâlde biz hayır demeyiz. 63 ilin ilçelerinde insanlarla görüşüyorum. Muhalif seçmeni iki arkadaşımız üzerinden taraftarlaştırmaya döndü bu iş. Bunu yanlış buluyorum. Taraftarlaşan insanlar o insanların arkasında yürüyecek mi yürümeyecek mi diye bir endişem var. Tek ve ortak adayla gidilmesini de öneriyorum. Sayın Kılıçdaroğlu döner de iki arkadaştan birini aday gösterirse hayır demeyiz” ifadelerini kullandı.

“İç mesele olmaktan çıktı”

Akşener, “Elbette bu ülkede görev yapan bir yabancı büyükelçilerin Türkiye’nin içişlerine karışır gibi algılanacak bir eylemden söylemden uzak durması gerekir. Ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını uyacağınıza dair de imza atmışsınız. AHİM’nin kararlarının uyacağına imza atmış bir ülkenin, o mahkemenin kararlarına uymamış olması bir iç mesele olmaktan çıkmıştır. Bunun üzerinden, ‘Bu karara uyun, gereğini yapın’ denilmesi, böyle bir açıklaması olabilir” diye konuştu.

Büyükelçilerin açıklamalarına da değinen Akşener, şu ifadeleri kullandı:

“Bugün Amerikan Büyükelçisi ile başlayan, arkasından diğer büyükelçilerin devreye girdiği 41 maddeye uygun davrandıklarını teyit ettiler. Bunu ‘Biz yanlış iş yapmadık kardeşim’ diye okuyabilirsiniz. ‘Uluslararası bir sistemin sonuçlarını söyledik’ diye olabilir. Erdoğan’ın esip gürleyip yerine getirmemesine baktığımız zaman ise, Türkiye’nin dış politikasında hatalı da olsa gereğini yaparsınız. ‘Vururum ha, taş atarım ha’ diye ilan ede ede bir dış politika anlayışı olması mümkün değil. Bu şahsım devletidir. Partili cumhurbaşkanlığı sisteminin getirdiği bir durumdur.”

Yaşanan gelişmelerden dolayı Türkiye adına üzgün olduğunu belirten Akşener, “Ben isterim ki elçiler ‘özür dileriz’ diyebilsinler. İsterdim ki bu ülkenin hakimleri Osman Kavala’yı sevmenin ötesinde herhangi bir kişinin hukuki olarak şaibeli bir durumda olmasın. Elçileri savunmuyorum. Asıl iğrenç olan, vahim olan, şahsa göre ‘bugün geliyor ha’ denmesidir. Ben ülkem adına çok üzgünüm. Dış politikada bir ciddiyet olur. Dış politika 150 yıldır bir hafızanın var olmasıyla, devredilmesiyle, başından itibaren de rasyonel bir bakış açısıyla yürüdü. 150 yıldır böyle bir dış politika mantığı var” görüşünü dile getirdi.

Akşener sözlerini şöyle sürdürdü:

“Osmanlı’nın yolculuğunu cumhuriyet yarıda kesmemiş. Akıldan uzak, rasyonaliteden uzak şahsi, kişisel bir hale geldi. Bir ruh hastalığının dış politikaya yansıması var. Çok uzun zamandır bizim dış politikadaki her işimizin iç politikanın ana malzemesi edildiği, ciddi bir devlet krizi var”

Paylaşın

Sudan’da Darbe Karşıtı Gösterilerde Bilanço Ağırlaşıyor!

Sudan’da askeri darbeye karşı düzenlenen gösterilere ordu güçleri müdahale etti. Güvenlik güçlerinin müdahale sırasında açtığı ateş sonucu en az 7 kişi hayatını kaybetti, 140’ı aşkın kişi de yaralandı.

Haber Merkezi / Yaralı bir protestocu gazetecilere, askerler tarafından bacağından vurulduğunu söylerken, bir başka protestocu da askerin önce şok bombaları, ardından gerçek mühimmat kullandığını ifade etti.

Darbe sonrası Hartum Havaalanı uçuşlara kapatılırken, telefon ve internet hizmetleri de kesilmişti. Merkez Bankası personelinin greve gittiği ve ülke genelinde doktorların acil durumlar dışında askeri hastanelerde çalışmayı reddettiği bildirildi.

Başkent Hartum ve Omdurman şehri başta olmak üzere gerçekleştirilen protestolarda halk, darbecilerin görevden ayrılmasını ve sivil yönetimin tesis edilmesini talep ediyor. Darbenin lideri Abdulfettah el Burhan, Temmuz 2023’te seçimlerin düzenleneceğini söylese de, ülkede protestolar devam ediyor.

Sudan’da sivil ve askeri liderler, Ömer El Beşir’in 2019’da devrilmesinden bu yana anlaşmazlık içinde. Sudan’ın ana muhalefet koalisyonu Özgürlük ve Değişim Güçleri, ülke çapında sivil itaatsizlik ve protesto çağrısında bulunmuş ve geçiş askeri konseyinin gücü sivil hükümete geri devretmesini istemişti.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Sudan’daki son gelişmeleri kapa bir toplantıda görüşecek. Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre, “Ordunun eylemlerini reddediyor ve başbakanın ve diğerlerinin derhal serbest bırakılması çağrısında bulunuyoruz” dedi. ABD Dışişleri Bakanlığı ise, Sudan’a 700 milyon dolarlık ekonomik desteği askıya aldığını söyledi.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’ın Sözlerine Sert Yanıt

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kabine toplantısı sonrasında, kendisine yönelik sözlerine, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklama ile yanıt verdi.

Haber Merkezi / CHP Lideri Kılıçdaroğlu, açıklamasında, “Şahıs, “İçinde çırpındığınız kibir ve nefret çukurunda debelenmeye devam edeceksiniz” demiş. Demiş bunu gerçekten:) Bizim yolumuz civanmert yoludur, gönlünde “kin ve kibir” olan gelmesin. Sen zaten gelme, saraylarında takıl.” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada, “Buradan bir kez daha tekrarlıyorum, başaramayacaksınız, ya bu ülkenin bağımsızlığını, bu ülkenin vakarını, bu devletin büyüklüğünü kabul edeceksiniz ya da nefesiniz tükenene kadar içinde çırpındığınız kibir ve nefret çukurunda debelenmeye devam edeceksiniz” demişti.

Paylaşın

Demirtaş: Demokrasi, Devlet Tarafından İnşa Edilmez

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, Artı Gerçek için kaleme aldığı yazısında, “Demokrasi devlet tarafından inşa edilmez, devlet demokrasi kültürünü yaratmaz, yaratamaz. Devlet, en fazla demokrasinin önünde engel olmakta çıkabilir veya demokrasi kültürünün gelişmesine destek olabilir. Demokratik devlet budur, bu kadardır.” ifadelerine yer verdi.

Yaklaşık beş yıldır Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, siyasetin gündeminde yer alan konulara ilişkin olarak değerlendirmelerde bulundu.

Demirtaş, Artı Gerçek için kaleme aldığı yazısında demokrasi için kaygılarını dile getirdi. Bir coğrafyada mutfak kültürünün bile gelişmesinin yüz yıllar aldığını ifade eden Demirtaş, ‘bir davranışın kültüre dönüşmesi için nesiller boyunca sürdürülmüş, tekrarlanmış olması gerektiğini’ ifade etti. Demirtaş, şunları kaydetti:

“Dini inançlarımız, dillerimiz, geleneklerimiz, yaşam tarzlarımız nesiller boyunca sürüp gelebilmişse kültürümüzün parçası olabilmiştir ancak. Peki bütün bu kültürel mirasımız içinde demokrasinin yeri ne kadar? Maalesef yok denilecek kadar az. Hatta üzüntüyle söyleyebiliriz ki bizim bir demokrasi kültürümüz yok. Mutfak kültürümüzün yüzde biri kadar bile demokrasi kültürümüz yoktur.”

Demirtaş, “Demokrasi kültürü yeşerirse işte o, kalıcı bir kazanım olur ve hiçbir iktidar onu toplumun elinden alamaz. Mutfak kültürümüz gibi kalıcı olur. Şimdi mutfakta çalışma zamanı. Hep birlikte” dedi.

Demirtaş’ın ‘Demokrasi kültürü’ başlığıyla yayımlanan yazısının tamamı şöyle:

“Hayatta eksikliğini en çok hissettiğimiz şey her neyse haliyle en çok onu arzular, onu ararız. Son yıllarda demokrasiyi bunca tartışmamızın, mücadelemizin odağına yerleştirmemizin nedeni de budur ve doğaldır, olması gerekendir. Çünkü yaşananlar, yaşatılanlar toplumu ve bireyi nefessiz bırakıyor, yaşam alanlarımızı daraltıyor, zaten azıcık kalmış neşemizi de çalıyor, ekmeğimizi de.

Demokrasi, anlamı üzerinde uzlaşılabilmiş bir kavram değil. Hakkında herkesin kendine özgü bir tanımı var. Kim en çok neyin yoksunluğundan muzdaripse oradan tutarak tanımlıyor demokrasiyi. Her birimiz kendi yaramızı, kanayan yerimizi tutarak demokrasi denilen merhemi arıyoruz. Bunda yadırganacak, anormal görülecek bir şey yok, bu da doğal.

Evrensel hukuk ve insan hakları belgelerine dayanarak genel bir demokrasi tanımı da yapılabilir. Devlet yönetiminde, toplumsal ilişkilerde, ekonomide, bireyler arası ilişkilerde veya özel alanda demokrasinin asgari ilkeleri rahatlıkla belirlenebilir. Atina şehir devletlerinden bu yana süregelen demokrasi uygulamaları incelenerek en iyi demokratik yönetim modelinin ne olduğu da teorik açıdan ortaya konulabilir. Demokratik ilkeler Anayasa’ya, yasalara, yönetmeliklere, bürokrasiye tümden hakim kılınabilir.

Bunların hepsi mümkündür ve olasıdır. Hepsi ve daha fazlası Türkiye’de de yapılabilir. Zaten önümüzdeki seçimi bu denli önemli kılan da tarihimizde ilk defa bir seçime demokrasi isteğini, demokrasi vaadini merkeze oturtarak gidecek olmamızdır. Bu, güzel ve sevindirici bir gelişme. Bedelleri ağır olmuştur ancak nihayet demokrasi arayışı toplumsal ve siyasal muhalefetin öncelikli gündemi haline gelmiştir. Bunu küçümsememek lazım. Bu kazanımları bir kenara koyalım, tamam. Fakat benim içim yine de rahat değil. Halen bir şeyler eksik sanki. Hem de esaslı bir şeyler. O halde ben de en fazla kanayan yerimden tutarak anlatmaya çalışayım.

Çoğunlukla annelerimize borçlu olduğumuz bir mutfak kültürümüz var, değil mi? Annelerimiz bu kültürü kendilerinden önceki nesillerden devralmış, üstüne kendi birikimlerini de katarak günümüze kadar taşımıştır. Sıradan ve basit gibi görünen bir mutfak kültürünün oluşması bile yüzyıllara dayanır. Öyle, göründüğü gibi kolay oluşmaz, kolayca da yok olmaz. Kültürün genel özelliğidir bu. Mutfak kültürümüz yaşamımızın o kadar doğal bir parçası haline gelmişti ki, komşudan gönderilip soframıza konulmuş bir yemeği bile tadına bakar bakmaz fark ederiz. Ya tuzu ya baharatı ya da pişme seviyesi annemizinkinden mutlaka farklıdır.

Bir davranışın kültüre dönüşmesi için nesiller boyunca sürdürülmüş, tekrarlanmış olması gerekir. Dini inançlarımız, dillerimiz, geleneklerimiz, yaşam tarzlarımız nesiller boyunca sürüp gelebilmişse kültürümüzün parçası olabilmiştir ancak. Peki bütün bu kültürel mirasımız içinde demokrasinin yeri ne kadar? Maalesef yok denilecek kadar az. Hatta üzüntüyle söyleyebiliriz ki bizim bir demokrasi kültürümüz yok. Mutfak kültürümüzün yüzde biri kadar bile demokrasi kültürümüz yoktur. Çünkü geçmişte nesiller boyu sürdürülebilmiş bir demokrasi deneyimimiz yok. Tersine, sık sık kesintiye uğramış, darbelenmiş demokrasi enkazının afetzedeleri gibiyiz.

“Demokrasi devlet tarafından inşa edilmez”

Peki hal böyleyken, önümüzdeki seçimle birlikte demokrasiye geçeceğimize dair umut pompalamanın kime ne yararı olabilir? Baskıcı bir yönetimin değişmesi, otomatik olarak demokrasiye geçtiğimiz anlamına mı gelir? Elbette hayır. Meselenin bu kadar basite indirgenerek ele alınması, doğrusu canımı çok sıkıyor.

Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilince her şey tastamam olacakmış gibi bir hava yaratılıyor sanki. Ben bu bakış açısını son derece yetersiz görüyorum. Devlet yönetimi, eskisine göre kısmen demokratikleşince demokrasi sorunu tümden çözülecek diye düşünenler demokrasiyi zerrece bilmiyorlar kanımca. Oysa demokrasi devlet tarafından inşa edilmez, devlet demokrasi kültürünü yaratmaz, yaratamaz. Devlet, en fazla demokrasinin önünde engel olmakta çıkabilir veya demokrasi kültürünün gelişmesine destek olabilir. Demokratik devlet budur, bu kadardır.

Demokrasiyi inşa edecek olan, giderek bir kültüre dönüştürecek olan esas özne toplumdur, bireydir. Toplum ve bireyler de bunu siyasetle değil, sadece ve sadece eğitimle (milli eğitimi kast etmiyorum elbette), sanatla, edebiyatla yapabilir. Çünkü demokrasi bir yasa, anayasa meselesi değil, kültür meselesidir. Anayasa ve yasalar, bu sürece yasakçı olmamakla yardımcı olabilir sadece.

Mesela eğitim müfredatına ilkokuldan üniversiteye kadar zorunlu insan hakları, ayırımcılık, demokrasi, eşitlik dersleri konulmadan; evrenin, yerkürenin, insanlığın bilimsel ve evrimsel tarihi anlatılmadan; dinler, inançlar, devletler tarihi objektif şekilde bilimsel olarak öğretilmeden profesör yetiştirseniz de demokrat insan yetiştiremezsiniz.

Sinema filmlerinde, dizilerde, reklamlarda, tiyatro oyunlarında, romanlarda, öykülerde, resimlerde adaleti, kadın özgürlüğünü ve eşitliğini, tarihsel acılarımızı ve travmalarımızı, sömürüyü, doğa katliamını, hayvan dostlarımıza sevgiyi anlatamamışsanız sanatçı olsanız ne yazar dünya starı olsanız ne yazar.

Sivil toplum örgütlerinde, medyada, üniversitelerde, sendikalarda, fabrikalarda, siyasi partilerde demokratik işleyişi, karar alma ve denetleme süreçlerine hakim kılmamışsanız emeğin ve emekçinin hakkını layıkıyla teslim etmemişseniz başkan olsanız ne yazar patron olsanız ne yazar rektör olsanız ne yazar.

Kadını eve kapatmayı maharet sayıp ona köle gibi davranıp söverek, onu döverek, katlederek, aşağılayarak kendi kişisel iktidarınızın keyfini sürerken güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunsanız ne yazar muhalif olsanız ne yazar.

Sizin kimliğinizden, dininizden, mezhebinizden, cinsiyetinizden, milletinizden olmayana selamı bile çok görürken; partinizden, mahallenizden, tuttuğunuz takımdan olmayanla aynı masaya oturmayı, aynı fotoğraf karesine girmeyi zul sayarken yüzde 60 alsanız ne yazar yüzde 90 alsanız ne yazar.

“Demokrasi kültürü yeşerirse işte o, kalıcı bir kazanım olur”

Demokrasi bir kültür meselesidir. Seçim sandığına sıkıştırılamayacak kadar ciddi bir yaşam tarzıdır, davranışlar bütünüdür. Bizim neslimiz demokrasinin kültüre, bir yaşam tarzına dönüştüğünü görebilecek kadar uzun yaşamayacak. Ancak bizim neslimiz, demokrasi kültürünün tohumlarını bu kadim coğrafyaya atmakla sorumlu ve görevlidir. Bu nedenle, seçim çalışmaları dahil olmak üzere tüm süreçler geleceğin demokrasi kültürünü inşa etmenin parçası olarak ele alınmalıdır. Tüm söylemler, tüm programlar, tüm ilkeler, tüm planlamalar bu amaca hizmet edecek düzeyde öngörüyle hayata geçirilmelidir. Yüzeysel ve taktiksel demokrasi yaklaşımları demokrasinin kökleşmesine, kurumsallaşmasına ve giderek bir kültüre dönüşmesine katkı sağlamayacağı gibi, demokrasi yürüyüşünü de sonuçsuz bırakır.

Unutmayın ki hiçbirimiz henüz kültürel açıdan demokrat değiliz; ya teorik demokratlarız ya da sahte demokratlar. Meseleye bir de buradan bakalım istedim, işin esası budur bence. Yoksa iktidarlar gelip geçicidir, bugün var yarın yoklar. Demokrasi kültürü yeşerirse işte o, kalıcı bir kazanım olur ve hiçbir iktidar onu toplumun elinden alamaz. Mutfak kültürümüz gibi kalıcı olur. Şimdi mutfakta çalışma zamanı. Hep birlikte.”

Paylaşın

TÜİK Duyurdu: Tahıllarda Ve Bitkisel Ürünlerde Üretim Düşecek

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ‘2021 Bitkisel Üretim 2.Tahmini’ni açıkladı. Buna göre, 2021 yılının ikinci yarısında bir önceki yıla göre tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde yüzde 12, sebzelerde  yüzde 0,2 azalacağı, meyveler, içecek ve baharat bitkilerinde yüzde 4,6 oranında artacağı tahmin ediliyor.

Haber Merkezi / Açıklamaya göre üretim miktarlarının 2021 yılında yaklaşık olarak tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde 62.7 milyon ton, sebzelerde 31.1 milyon ton, meyveler, içecek ve baharat bitkilerinde 24.7 milyon ton olarak gerçekleşeceği tahmin edildi.

Tahıl ürünleri üretim miktarlarının 2021 yılında bir önceki yıla göre yüzde 15 azalarak yaklaşık 31.6 milyon ton olacağı tahmin edildi.

Bir önceki yıla göre buğday üretiminin yüzde 13,9 azalarak yaklaşık 17.7 milyon ton, mısır üretiminin değişmeyerek 6.5 milyon ton, arpa üretiminin yüzde 30.7 azalarak yaklaşık 5.8 milyon ton, çavdar üretiminin yüzde 32.4 azalarak 200 bin ton, yulaf üretiminin yüzde 9.1 azalarak 286 bin ton olacağı öngörüldü.

Baklagillerin önemli ürünlerinden nohut, yüzde 24.6 azalarak 475 bin ton, kuru fasulyenin yüzde8 artarak 302 bin ton, kırmızı mercimeğin yüzde 30 azalarak 230 bin ton, yumru bitkilerden patatesin ise yüzde 1,9 azalarak 5,1 milyon ton olacağı tahmin edildi.

Yağlı tohumlardan soya üretiminin yüzde 16 artarak 180 bin ton, ayçiçeği üretiminin yüzde 15.6 artarak yaklaşık 2.4 milyon ton olacağı öngörüldü. Susam üretiminin yüzde 5.1 azalarak 17 bin 700 ton olacağı tahmin edildi.

Tütün üretiminin yüzde 7.7 azalarak 73 bin ton, şeker pancarı üretiminin ise yüzde 15.3 azalarak 19.5 milyon ton olarak gerçekleşeceği tahmin edildi.

Sebze üretimi azalacak

Sebze ürünleri üretim miktarının 2021 yılında bir önceki yıla göre yüzde 0.2 azalarak yaklaşık 31.1 milyon ton olacağı tahmin edildi.

Sebze ürünleri alt gruplarında üretim miktarları incelendiğinde, yumru ve kök sebzelerde yüzde 2.1, başka yerde sınıflandırılmamış diğer sebzelerde ise yüzde 2.5 artış olurken, meyvesi için yetiştirilen sebzelerde ise yüzde 0.8 azalış olacağı öngörüldü.

Sebzeler grubunun önemli ürünlerinden biber (salçalık, kapya) üretiminde yüzde 13.6, kuru soğanda yüzde 5.3, sakız kabakta yüzde 10.9 artış olurken, domateste yüzde 2.9, karpuzda yüzde 1.6, salatalıkta yüzde 2 azalış olacağı tahmin edildi.

Meyve üretimi artacak

Meyveler, içecek ve baharat bitkileri üretim miktarının 2021 yılında bir önceki yıla göre yüzde 4,6 oranında artarak yaklaşık 24,7 milyon ton olacağı tahmin edildi.

Meyveler içinde önemli ürünlerin üretim miktarlarına bakıldığında, bir önceki yıla göre elmada yüzde 0,3, üzümde yüzde 12,8, kirazda yüzde 6,8 oranında azalış olacağı tahmin edilirken, şeftalide yüzde 1,1, çilekte yüzde 20,3, zeytinde yüzde 35,4 oranında artış olacağı öngörüldü.

Turunçgil meyvelerinden mandalinada yüzde 14,7, portakalda yüzde 30,6, limonda yüzde 30,4, sert kabuklu meyvelerden fındıkta yüzde 2,9 oranında artış olurken antep fıstığında yüzde 59,7 oranında azalış olacağı tahmin edildi.

Muz üretiminin yüzde 19,1 oranında artacağı, incir üretiminin ise değişim göstermeyerek 320 bin ton olacağı tahmin edildi.

Paylaşın