Bütün Ülkenin Akıbeti Isparta Gibi Olabilir

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) 47. Dönem Yönetim Kurulu, Isparta’da yaşanan elektrik kesintileri ile ilgili yazılı bir basın açıklaması yaptı. EMO, “Isparta Vakası ve eldeki bilgiler doğrultusunda Türkiye Elektrik İletim AŞ’nin (TEİAŞ) özelleştirilmesinden vazgeçildiği derhal kamuoyuna ilan edilmelidir” çağrısı yaptı.

EMO açıklamasında, iletim hatlarının kar yüküne uygun tasarlanmadığı için hasarlar oluştuğunu; kesintinin sebeplerinin şeffaf bir şekilde incelenmesi ve ihmali görülenler hakkında yaptırım uygulanması gerektiğini bildirdi.

“Isparta; yıl 2022 ve bir kent dondu!” başlığıyla yayımlanan EMO açıklamasında; “Isparta Vakası ve eldeki bilgiler doğrultusunda Türkiye Elektrik İletim AŞ’nin (TEİAŞ) özelleştirilmesinden vazgeçildiği derhal kamuoyuna ilan edilmelidir” denildi.

Isparta’daki durumu “skandal” ifadesiyle tanımlayan EMO’nun açıklamasında, Isparta bölgesinde ağır kış koşullarına uygun enerji nakil hattı tasarımının yapılmadığı belirtilerek, enerji nakil hatlarının ne zaman kimler tarafından nasıl yapıldığı, hatların kontrol ve bakımlarının zamanında ve yeterli düzeyde yapılıp yapılmadığının incelenmesi gerektiği vurgulandı.

Sayıştay raporlarında, TEDAŞ`ın dağıtım şirketlerini eksik denetlediği tespiti yapıldığını hatırlatan açıklama şöyle devam etti:

“Elektrik Piyasası Kanunu`nda 25 Kasım 2020 tarihinde yapılan değişiklikle elektrik dağıtım şirketlerinin denetiminin özel şirketler tarafından yapılmasının önü açılmıştı. Bu dönüşüm gerçekleşirse bütün ülkenin akıbeti Isparta gibi olacaktır. Şehir içi elektrik dağıtım şebekesinin neden çöktüğü bağımsız bir çalışma ile araştırılmalıdır. Özel dağıtım şirketinin gerekli önlemleri zamanında alıp almadığı, bakımların zamanında yapılıp yapılmadığı, ilgili kamu kurumları tarafından incelenmelidir ve sonuçları şeffaf bir şekilde kamuoyuna duyurulmalı, ihmali görülen kişi, kurum ve şirketler hakkında en ağır yaptırımlar uygulanmalıdır”.

‘TEİAŞ’ın özelleştirilmesinden vazgeçilsin’

EMO açıklamasında, Isparta elektrik kesintisi olayının, özelleştirilmiş elektrik şebekelerinin bir vaka analizi olarak rapor haline getirilerek, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının ilgili birimlerine, EPDK’ya ve Türkiye genelindeki dağıtım şirketlerine iletilmesi gerektiğini kaydeden EMO, TEİAŞ’ın özelleştirilmesinden vazgeçildiğinin de derhal kamuoyuna ilan edilmesi gerektiği vurgulandı.

(Kaynak: Artı Gerçek)

Paylaşın

Enerji Krizi, Türkiye’yi Esir Aldı

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı Kimya Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Ali Uğurlu son günlerde yaşanan enerji kriziyle ilgili bir açıklama yaptı. Uğurlu sorun olarak bir tarafta doğalgaz, elektik ve akaryakıtın fiyatının fahiş seviyelere ulaşmasını gösterdi.

Diğer tarafta ise kesintiler olduğunu belirtti. “Türkiye enerjide ciddi bir kriz ile karşı karşıya” dedi. Uğurlu bu krizin nedeni olaraksa AKP’nin özelleştirme ve piyasalaştırma çabalarını, pahalı imzalanmış doğalgaz anlaşmalarını, fosil yakıtlardaki dışa bağımlılığı, verimlik esasına dayanmayan enerji politikalarını ve yenilenebilir kaynakların yeterince değerlendirilememesini gösterdi.

Hepsinden önemli olarak Türkiye’nin bağımsız bir enerji politikası olmadığını söyleyen Uğurlu “Bunun sonucu sanayide çarklar durdu, halk ısınamıyor, elektrik kullanamıyor ve akaryakıt satın alamıyor” diye konuştu. Türkiye’nin gittikçe derinleşen bir enerji bağımlılığına sürüklendiğini belirten Uğurlu sonrasında şunları söyledi:

“Türkiye gittikçe daha fazla üretim ve daha fazla tüketim sarmalına sokuldu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının verilerine göre 2000’de 80.5 Milyon Ton Eşdeğer Petrol (MTEP) olan enerji talebi 2020’de 147.2 MTEP`e yükseldi. İthal kaynak oranı bu süre içerisinde yüzde 52`den yüzde 70`e çıktı. Enerjinin verimsiz kullanılması, sürekli artan enerji talebi nedeniyle dışarıya bağımlı olan enerji çıkmazında ithal kaynak oranı sürekli artıyor.

“Yaşanan sıkıntıların temel nedeni enerjide yüzde 80 üzerindeki dışa bağımlılıktır. Bu dışa bağımlılığı arttıran nedenlerse enerjinin verimsiz kullanılması, sürekli artan enerji talebi, özelleştirmeler ve yenilenebilir enerji kaynaklarından yeterince yararlanılmamasıdır.

“Son günlerde enerji arzında yaşanan krizin bir nedeni de doğalgaz depolamasının yetersizliğidir. Bu durumun sanayide gaz ve elektrik kesintilerine neden olarak üretimi durduracağı, maliyetleri artıracağı ve zaten çekilmez olan hayat pahalılığını körükleyeceği açıktır.

“Doğalgazın Türkiye`nin birincil enerji arzındaki payı yüzde 27`dir. 2021`in ilk 11 ayında tüketilen elektriğin üçte biri doğalgaz yakıtlı santrallarda üretilmiştir. Ülkemiz doğalgazda yüzde 99 oranında dışa bağımlıdır. Bu nedenle termik santrallarda doğalgazdan elektrik üretilmesinin teknik olarak hiçbir haklı açıklaması yoktur.

“Keza aynı şekilde akaryakıttaki gerçeklik de böyledir. Özellikle ülkenin iyi yönetilememesi sonucu ortaya çıkan ekonomik krizin yarattığı döviz kurlarındaki artış neredeyse gün aşırı akaryakıt fiyatlarına zam olarak yansımaktadır.

“Elektrik enerjisindeki yanlış uygulamalar; kısacası özelleştirmeler ve piyasalaştırmalar ülkemizi en pahalı elektrik tüketen ülkelerden bir haline getirmiştir. YEKDEM destekleri sorunu, yenilenebilir kaynakların özellikle de güneş enerjisi yatırımlarının arzu edilir düzeyde olmayışı, verimliliğin göz ardı edilmesi, Elektrik Üretim A.Ş’nin dağıtım firmalarına çok ucuz elektrik vermesine rağmen bu firmaların elektriğin kilowatını halka dört, beş kat fazlasıyla satması gibi sorunlar elektrik kullanımında sanayiciyi, esnafı ve halkı canından bezdirmiştir.

“Geldiğimiz noktada Türkiye ciddi olarak bir enerji krizi ile karşı karşıya. Mevcut yaklaşım ve politikalarla bu sorunların çözülmesi mümkün değildir. Ülkemizin enerji krizinin köklü çözümü; toplumun çıkarlarını gözeten kamusal planlama ve kamu hizmetini esas alan enerjinin azami ölçüde yenilenebilir kaynaklara dayalı etkin ve verimli temini, iletimi ve dağıtımından geçmektedir.

“Türkiye’nin enerji ihtiyacı, ulusal, toplumsal ve kamusal çıkarlar temelinde bir planlama sistematiğini ve uzun vadeli öngörülerle, düşük maliyetle üretim ve dağıtım yoluyla geniş kesimlerin sürekli ve en ucuz şekilde yararlanmasına olanak verecek bir enerji politikasını gerektirir. Bunun yolu ulusal ve kamucu bir bağımsız enerji politikasının oluşturulmasından geçer.”

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Toplumun En Büyük Sorunu ‘Açık Ara Farkla’ Ekonomi

Düşünce kuruluşu Ipsos’un yayınladığı Anti Kriz Monitörü araştırması ülkenin en önemli sorununun “açık ara ile ekonomi” olduğunu işaret etti. “Türkiye’nin en önemli sorunu nedir?” sorusuna vatandaşların yüzde 86’sı ekonomi yanıtını verirken, Kovid 19 salgınını söyleyenlerin oranı yüzde 5’te kaldı.

Fiyat artışlarında vatandaşı en çok etkileyen kalemin elektrik faturası olduğu görülürken, doğal gaz ve su gibi diğer kaçınılmaz aylık fatura kalemlerinin de önemli etki yaptığının altı çizildi. Araştırmaya katılanların üçte ikisi ise market alışverişlerinde tasarruf için bazı ürün kategorilerini tüketmekten vazgeçebileceğini belirtti.

800 birey ile gerçekleştirilen ve yüzde 3’lük hata payına sahip araştırma, 1-4 Şubat tarihlerindeki seçili verileri kapsıyor. Ülkenin başlıca sorununun ekonomi olduğunu işaret eden araştırmada ‘koronavirüs salgını en önemli sorundur’ diyenlerin oranı sadece yüzde 5’te kalmış durumda.

Yoklamaya katılanların çoğunluğu yakın gelecekte kişisel ekonomik durumlarının ‘daha kötüye gideceğini’ düşünürken, neredeyse üçte birlik bir kesim ise kişisel ekonomisinin yakın gelecekte ‘aynı kalacağı’ veya ‘daha iyi olacağı’ görüşünde.

“Hane geliri düştü”

Araştırmada son 12 ay içinde hane gelirlerinin azaldığını belirtenlerin oranı ise yüzde 54 olarak ortaya çıktı. Vatandaşların neredeyse yüzde 40’ı ise bu dönemde hane gelirinin “pek değişmediğini” veya “arttığını” belirtiyor.

Ipsos Türkiye CEO Sidar Gedik verilerle ilgili şu değerlendirmelerde bulundu; Ülkenin en önemli problemi hangisidir sorusuna çok açık ara ile ekonomi yanıtını almaya devam ediyoruz. Bu noktada yaklaşımı biraz daha netleştirebilmek için önceki hafta ilginç bir soru sormuştuk, elinizde tek bir sorunu çözme imkanı olsa salgını mı yok edersiniz yoksa ekonomiyi mi düzeltirsiniz demiştik, bu soruya da yine büyük farkla ekonomi yanıtını almıştık.

Bu haftaki sonuçlara bakarak şunu söyleyebiliriz, ülkenin en önemli sorunu ekonomi hatta neredeyse diğer tüm sorunları unutturacak kadar önemli, tek sorunumuz haline gelmiş durumda. Koronavirüs salgını en önemli sorundur diyenlerin oranı %5 iken ekonomi en önemli sorundur diyenler %86. Bu yüzden bu hafta ekonomi başlığına odaklandık.

“Çoğunluk, ekonominin daha kötüye gideceğini düşünüyor”

Çoğunluk, yakın gelecekte kişisel ekonomik durumunun daha kötüye gideceğini düşünüyor. Yaklaşık üçte birlik bir kesim kişisel ekonomisinin yakın gelecekte aynı kalacağı veya daha iyi olacağı düşüncesinde. Ancak ülke ekonomisi ve kişisel ekonomi sorularını bir arada değerlendirdiğimizde görüyoruz ki kendi durumuna dair daha umutlu olan bu grubun da bir kısmı ülke ekonomisinin durumundan memnun değil.

Araştırmamıza katılanların %54’ü son 12 ay içinde hane gelirlerinin azaldığını belirtiyor. Kişisel ekonomi sorusu ile de paralellik arz edecek şekilde bu soruda da %40 civarında bir kitle aynı dönem içinde hane gelirinin pek değişmediğini veya arttığını belirtiyor. Yine de ülkenin en önemli sorunu ekonomidir diyenlerin oranının %86 olduğunu hatırlarsak hane gelirinde kayıp yaşamayanların da önemli bir kısmının ekonomiyi bir sorun olarak gördüklerini söyleyebiliriz.

Fiyat artışlarında vatandaşı en çok etkileyen kalemin elektrik faturası olduğunu görüyoruz. Kış mevsiminin de etkisi ile giyim masrafları bir diğer kalem. Doğalgaz, su gibi diğer kaçınılmaz aylık fatura kalemleri de önemli etki yapıyor. Araştırmamıza katılan her üç kişiden ikisi market alışverişlerinde tasarruf için bazı ürün kategorilerini tüketmekten vazgeçebileceğini belirtiyor.

Ekonomi, siyasi tercihlerden bağımsız bir sorun haline dönüşmüş halde. Bunu her on kişiden sekizinin ülke ekonomisinin durumunu kötü olarak nitelendirmesinden anlıyoruz, son yayınlanan araştırmalara göre hiç bir siyasi partinin veya ittifakın %80 oy oranı yok, vatandaş oy tercihinden bağımsız olarak ekonomiden memnuniyetsiz.

Düşünce kuruluşu Ipsos’un Koronavirüs Salgını ve Toplum Araştırması, Türkiye’de mayıs 2020 sonlarından itibaren ekonomi sorununun Kovid 19 salgınını geride bırakarak ülkenin en önemli problemi olarak görülmeye başladığını işaret etmişti.

Paylaşın

TTB Ve Tabip Odalarından ‘8 Şubat’ Çağrısı: Randevu Almayın

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve tabip odaları, “Emek Bizim Söz Bizim” sloganıyla başlattıkları mücadele programı kapsamında yarın (8 Şubat 2022) yapılacak “Beyaz G(ö)REV” eylemi öncesi basın toplantısı düzenledi.

İstanbul Tabip Odası’nda (İTO) düzenlenen toplantıda TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Çiğdem Arslan, İTO Başkanı Prof. Dr. Pınar Saip ve İTO Yönetim Kurulu üyesi Dr. Murat Ekmez yer alırken Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Batman, Bolu-Düzce, Burdur-Isparta, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir-Bilecik, Giresun, Hatay, İzmir, Kocaeli, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Samsun, Urfa, Tekirdağ ve Van-Hakkari tabip odalarının yöneticileri ise çevrimiçi olarak toplantıya katıldı.

Tabip odalarının temsilcileri topluma “Bu g(ö)rev hepimizin sağlığı için; 8 Şubat’ta randevu almayın, hastanelere bizlerin yanında olmak için gelin” diye seslendi. TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Çiğdem Arslan tarafından okunan basın açıklaması ise şöyle:

“Bugün, dünya ülkeleri arasında en az maaşlardan birini alıp en fazla şiddete uğrayan hekimler ve tüm sağlık çalışanları olarak tabip odalarımızla, sağlık ve emek meslek örgütleriyle birlikte G(ö)REV’deyiz.

Bugün, BAĞ-KUR ve SSK emeklisi hekimlerin aylığı 2.300-4.000 TL arasındadır; pratisyen hekimin yalın maaşı yaklaşık 4.900 TL; 30 yıllık uzman hekimin yalın maaşı 5.800 TL’dir demek için buradayız. Türkiye, 2020 verilerine göre uzman hekim maaşları sıralamasında OECD üye ülkeleri içinde sondan altıncı sırada; pratisyen hekim maaşlarında ise 17 ülke arasında 14’üncü sırada bulunmaktadır. Türkiye’de Sağlık emekçileri yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edilmiştir.

“10 yılda göç eden hekim sayısı 24 kat arttı”

Son 10 yılda yurtdışına göç eden hekim sayısı 24 kat artmıştır ve yalnızca geçtiğimiz ocak ayında 197 hekim Türk Tabipleri Birliği’ne yurtdışında çalışma belgesi için başvurmuştur. Bu koşullardan mutsuz olan ve gelecekten endişe duyan meslektaşlarımız yurtdışına göç etmektedir. Yurdumuzda hak ettiğimiz koşullarda ve gelecekten endişe duymadan çalışmak istiyoruz demek için G(ö)REV’deyiz.

Bugün, MHRS’de hastalar aylarca sıra bulamıyor; acil başvuru sayılarımız olağandışı durumlar yaşayan bir ülkede görülebilecek oranlarda; hekimlere/hastalara dayatılan 5 dakikada bir muayene bu sorunu çözmez; bu süre ne muayene ne hasta öyküsü alma ne de tedaviyi hastayla birlikte planlamaya yeter; ancak hastalıkları daha da artırır demek için buradayız. OECD ülkeleri arasında 2020 yılında Türkiye hasta başına düşen hekim sayısında 37 ülke içinde 34. sıradayken KHK, arşiv taraması gibi bahanelerle genç hekimler halen atanmıyor demek için G(ö)REV’deyiz.

“Toplumun da bizlerin de hasta olmaması için…”

Toplumun da bizlerin de hasta olmaması, ölmemesi için COVID-19 pandemisi sürecinde neredeyse hiçbir bilimsel tedbiri almayan iktidar, Sağlık Bakanlığı bugün itibariyle de tüm önlemleri ortadan kaldırarak bilimsel bilgiyi ve tarihsel deneyimleri tamamen yok saymıştır. Bugün, COVID-19’a bağlı hekim ölümlerinde ve hastalanmada Türkiye halen en üst sıralarda iken; iktidar çalışma koşullarımızda hiçbir gerekli önlemi almadığı gibi ölen mesai arkadaşlarımızın da COVID-19’a bağlı öldüğünün kanıtlanmasını bizlerden isteyecek kadar da duygusuzlaşmıştır demek için buradayız. COVID-19 aşısına kadar her 30 dakikada bir sağlık çalışanını bu enfeksiyondan kaybettik. 14 Eylül 2020 yılına kadar COVID-19 vakalarının %14’ü sağlık emekçileridir ki bu sayı dünyada yaklaşık 5 milyon sağlık çalışanına denk gelmektedir ve her geçen gün artmıştır. İşte bu sebeplerden artık yeter COVID-19 Meslek Hastalığı Yasası amasız fakatsız hızla çıkarılmalıdır demek için G(ö)REV’deyiz.

“Sağlığa da yansıyan şiddet dili”

Bugün, pandemiyle beraber daha da derinleşen yanlış sağlık politikaları ve ülkeye olduğu gibi sağlığa da yansıtılan şiddet dili her geçen gün daha da can yakmakta, canımızı almaktadır. Sağlıkta Şiddet Yasa Taslağı sunduk, neden işletilmiyor, ne oldu demek için G(ö)REV’deyiz.

Bugün, 36 saat nöbet sonrası bir hekim arkadaşımızı kaybettik artık böylesi acılar yaşamak istemiyoruz. Uzmanlık eğitimi almak bir haktır ve bu hak keyfiyete, yöneticilerin insafına bırakılamaz demek için G(ö)REV’deyiz.

Tıp öğrencileri

Tıp öğrencilerinin barınma, beslenme gibi temel hakları güvence altına alınmadığı için bir arkadaşımızı kaybettik artık yeter demek için; tıp öğrencileri artık üniversitelerinde öğretim üyesi bulamıyor, liyakate, bilime dayalı akademi istiyoruz demek için G(ö)REV’deyiz.

Ekim ayından beri artık yeter, bıçak kemiği deldi geçti diyerek “Emek Bizim Söz Bizim” eylem süreci başlattık; bizlerin haklı talep ve tepkilerini görmezden gelemeyerek Meclis’e apar topar bir yasa taslağı geldi. Genel kurulda maddeleri bütün partilerin mutabakatıyla kabul edilmişken, komisyon üyeleri tarafından bir gecede buharlaştırıldı, tozlu raflara kaldırıldı. Ne oldu bu yasa tasarısına? Yasanın geri çekilmesini sağlayan partilere, iktidara soruyoruz neden geri çektiniz yasa tasarısını? Daha iyisini getireceğiz dediniz ama iki ayı geçti neden hekimlere/sağlık çalışanlarına bir açıklama yapmıyorsunuz? Hakkımızı aramak için G(ö)REV’deyiz.

“Topluma da sesleniyoruz”

Emek Bizim Söz Bizim” sürecinde sesimizi bir kez daha duyurmak için 26 Ocak-4 Şubat arasında başlattığımız Beyaz Nöbet’te de nöbetimiz sürecinde Meclis’e herhangi düzenleme getirilmezse 8 Şubat’ta bizler için artık G(ö)REV zamanı olacağını belirtmiştik. Bugün buradan duyuruyoruz 8 Şubat’ta G(ö)REV zamanımız gelmiştir! Bunun için G(ö)REV’deyiz.

Topluma da sesleniyoruz: Bu G(ö)REV yalnızca hekimler/sağlık çalışanları için değil, hepimiz için. Artık tıkanan, işlemeyen; 5 dakikada muayenelere, aylarca randevu beklemelere zorlandığınız; özel hastanelere mahkûm bırakıldığınız bir sağlık sistemine birlikte artık yeter diyebilmemiz için G(ö)REV’deyiz.

Bizleri duymak görmek istemeyen emeğimize, haklarımıza, sağlık hakkımıza göz dikmiş iktidara cevabımızı bugün vermek G(ö)REVimizdir. Ve bilmelidirler ki bu emeğimiz ve haklarımız için yapacağımız son, tek günlük G(ö)REV’dir. Başta 14 Mart’a kadar olmak üzere haklarımızı alana kadar “Emek Bizim Söz Bizim” demeye, haklarımız için mücadele etmeye devam edeceğiz.”

Paylaşın

Isparta Valisi Ömer Seymenoğlu Geçici Olarak Görevden Alındı

Yaşanan elektrik kesintisiyle gündeme gelen Isparta’da Vali Ömer Seymenoğlu’nun, Kovid 19 testinin pozitif çıkması nedeniyle geçici olarak görevden alındığı ve yerine Merkez Valisi Osman Kaymak’ın getirildiği belirtildi.

Haber Merkezi / Osman Kaymak daha önce Tunceli ve Samsun’da valilik yapmış, 2020’deki kararnameyle merkeze çekilmişti. Konuya ilişkin İçişleri Bakanlığı açıklamasında “Uygulama rutin bir uygulama olup görevden alma veya atama söz konusu değildir” ifadelerini kullandı.

Kentte 3 Şubat’ta etkili olan kar ve soğuk hava, yolları kapatırken, iletken tellerin kopması, direklerin yıkılması ve trafo merkezlerinin arızalanması nedeniyle elektrikler kesildi. 500 bin kişiye yakın insanın yaşadığı kente elektrik verilememesi nedeniyle kombiler çalışmadı. Yurttaşlar evlerinde mont ve battaniyeyle ısınıp, mum ve gaz lambasıyla aydınlandı. 1 kişi ise donarak hayatını kaybetti.

Isparta’da 95 köyde, merkezde de 235 noktada hasar tespiti yapıldı. Merkezdeki çalışmaları tamamlayan ekipler, elektrik sıkıntısı yaşanan köylere yönlendirildi. Köylerdeki elektrik kesintilerinin de bugün içinde giderilmesi bekleniyor.

Elektrik kesintisi nedeniyle kent genelinde ısınma konusunda ciddi problemler oluştu. Talepte bulunan yurttaşlar il genelindeki yurtlara yerleştirildi. Isınmaya ve aydınlanmaya yardımcı olması için küçük tüp ve lambalar, telefonlar için de harici şarjlar dağıtıldı. Öte yandan, Isparta’da salı ve çarşamba günleri yeniden kar yağışının etkili olması bekleniyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez dün akşam yaptığı açıklamada kent ve ilçelerin merkezlerinde elektriksiz şebeke kalmadığını açıklamış, ekiplerin kırsal ve köylerdeki çalışmalyarının devam ettiğini duyurmuştu.

Paylaşın

Ahmet Şık: Sistemin Sigortası Üçüncü İttifak

Sedat Peker’in iddialarıyla ilgili Türkiye İşçi Partisi Araştırma Raporu’nun yer aldığı ‘Duvar’ kitabının imza günleri devam ediyor. Türkiye İşçi Partisi yayınlarından çıkan kitabın yazarları arasında Ahmet Şık’ın yanı sıra Bahadır Özgür, Ertuğrul Mavioğlu, Hakkı Özdal ve Timur Soykan da bulunuyor.

Duvar kitabının imza günü İzmit Yunus Emre Kültür Merkezi’nde yapıldı. Söyleşi bölümünde muhtemel bir erken seçim öncesi ittifakların alacağı konumdan bahseden TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, sistemin sigortasının üçüncü ittifak olacağını söyledi.

Ahmet Şık,“ Cumhurbaşkanının altına atanacak olan isimlerin Türkiye’nin bütün renkliliğini temsil edecek şekilde bütün farklılıkları gözeterek cumhurbaşkanı yardımcılarının atanması gerektiğini düşünüyoruz. Bir sivil anayasanın acilen yapılıp toplumun tartışmasına açılması gerekiyor. Bunun üzerine kurulacak olan adayın mevcut adayları alaşağı edeceği bir düzen bu. Bu ittifak zemininde anlaşacağım ortak aday her kim olacaksa Türkiye İşçi Partisi Olarak destek vereceğiz. En az sizler kadar bizler de bu ağır karanlığın son bulmasını istiyoruz. Seçimde iki oy kullanacağız. Bu durumda sistemin sigortası olacak ittifaklarının adayının cumhurbaşkanı seçileceğini düşünürsek ve de dengeyi sağlayacak unsurun da meclis olacağını düşünürsek işte o gün sistemin sigortası olan üçüncü ittifaka oy verilecek” dedi.

Çağdaş Kocaeli’den Ahmet Sancar Kızılkaya’nın aktardığına göre, “Cumhurbaşkanının ortaklaştığı noktada oyunuzu oraya verirsiniz ama parlamenter dağılımda oyunuz kesinlikle üçüncü ittifaktan yana olmalıdır” ifadelerini kullanan Ahmet Şık şöyle devam etti:

Ne kadar sayı yüksek tutulursa ülke o kadar hızlı normalleşir. Çaresiz değiliz. Bu işin sağı solu var. Bizim bu sağcılıktan kurtulmamız lazım. Bu ülkenin kurtuluşu solculuktan geçiyor. Bir düşmanlaştırma meselesinden bahsetmiyorum sakın böyle anlaşılmasın. Benim hayalini kurduğum Türkiye’de hepimize yer var. Kimsenin etnisitesi nedeniyle öldürülmediği, tutuklanmadığı, inancı ya da inançsızlığı nedeniyle ötelenmediği bir ülke bu. Bu ülkenin bütün temel hakları ve özgürlüklerine dair bütün kazanımları hepsi solcuların mücadelesi ile elde edilmiştir. Bana tek bir örnek veremezsiniz sağcılar mücadele etmiş, direnmiştir ve o hakları elde etmiştir diye. Bana tek bir örnek verin adımı değiştireceğim. Sakın başörtüsü demeyin. Çünkü orada bir mücadele yoktu. Tamamen dini yoksula hediye ederek hırsızlık yapmaya devam eden bir sistem vardı.

“Çocuklarınıza borcunuzdur”

İçinizde CHP’li ya da İYİ Partili ya da Millet İttifakının başka bileşenlerinin mensubu olabilirsiniz. Onların seçmeni olabilirsiniz. Ama size açık yüreklilikle şunu söyleyeceğim. Kusura bakmayın. Hiçbir şekilde Millet İttifakı’na oy veremezsiniz. Vermemelisiniz. Verirseniz çocuğunuzun önünde kafanızı eğmek zorunda kalacaksanız. Bakın bu kadar net söylüyorum. 100 yıllık Cumhuriyet tarihi bize bunu gösterdi. Ülkenin kadim sorunlarının çözümüne dair bize fikir verdi. Millet İttifakı diyerek hedef göstermek istemiyorum. Mevzumuz faşizmin yıkılması mı faşizmin sarayının yıkılması mı? Saray yıkılır da faşizm kalırsa sopayı tutacak elin değişimi dışında hiçbir şey olmayacak. Tam da bu nedenle halkın sigortası olacak vekillere ve partilere sahip üçüncü ittifaka oy vermeniz çocuklarınıza borcunuzdur.

Buradan bahsetmiyorum tenzih ederek söylüyorum ama yurttaşlara soruyorum muhalefet belediyelerinin sınırları içerisinde yolsuzluk yapılmadığını söyleyebilir misiniz? Samimiyetle söylüyorum, bugüne kadar tek bir kişi hayır yapılmadı diyemiyor. Aynı soruyu kendi belediyeleriniz için sorun. Buradaki belediye başkanını suçlamak için bunu söylemiyorum. Türkiye’nin her yerindeki insanlar bunu sormalı. Ben hırsızın hangi partinin mensubu olduğu ile ilgilenmiyorum. Ben hırsız olmayandan yanayım. Hırsız olmayanın tercih edilmesini istiyorum. Çünkü hırsızlık yapmıyor ise bilin ki bu ülkede demokrasi kurumlarının yerleşmesi için mücadele edecek. ”

Paylaşın

İsrail-Filistin Sorununda ‘2 Devletli Konfederasyon’ Çözüm Önerisi

İsrail ve Filistin’den önde gelen isimler yıllardır süren çıkmaza çare olmasını ümit ettikleri iki devletli konfederasyon önerisi hazırladı. Öneride bir çok tartışmalı madde bulunuyor ve henüz İsrailli ve Filistinli liderlerin desteğini alıp almadığı bilinmiyor.

Fakat bu hafta ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Birleşmiş Milletler genel sekreterine sunulacak olan planın bölgede krizin çözümüne katkıda bulunabileceği belirtiliyor.

Taslakta Filistin’in 1967 Savaşı’nda işgal edilen Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ün büyük bir kısmında bağımsız bir Filistin devleti kurulması öngörülüyor. İsrail ve Filistin tamamen ayrı iki hükümete sahip olacak fakat bu hükümetler üst düzeyde güvenlik, altyapı ve iki toplumu etkileyen konularda koordine olacak.

Öneri ayrıca Batı Şeria’daki yaklaşık 500 bin Yahudi yerleşimcinin de bulunduğu yerlerde kalmasını içeriyor. Buna göre sınıra yakın yerleşimler bire bir toprak değişimi karşılığında İsrail’e dahil olurken bölgenin derinliklerinde yerleşimcilere taşınma ya da Filistin devletinde kalıcı oturum sahibi olma hakkı tanınacak.

1948 savaşından sonra mülteci konumuna düşen aynı sayıda Filistinliye de Filistin devleti vatandaşı olarak kalıcı oturum hakkıyla İsrail’e yerleşmelerine izin verilecek.

Girişim büyük oranda 2003 yılında hazırlanan kapsamlı Cenevre Uzlaşmasına dayanıyor. 100 sayfalık konfederasyon planında temel sorunların çözümüne dair detaylı öneriler bulunuyor.

Cenevre Girişimi’nin eş kurucusu ve eski bir İsrailli yönetici olan Yossi Beilin, yerleşimcilerin tahliye edilmesini masadan kaldırmanın planı daha uygulanabilir yaptığını belirtti.

İsrail’in siyasi sisteminde Batı Şeria’yı Yahudilerin tarihi merkezi ve İsrail’in bir parçası olarak gören yerleşimciler ve destekçilerinin büyük etkisi bulunuyor.

Filistinliler de uluslararası toplum tarafından yasadışı olarak görülen yerleşimleri barışın önündeki en büyük engellerden biri olarak görüyor.

Batı Şeria’nın derinliklerindeki yerleşimlerde yaşayanlar da en radikal görüşlüler olarak biliniyor ve bölgenin Filistin’e bırakılmasına büyük tepki göstermeleri bekleniyor.

Beilin ise “Yerleşimcilerle herhangi bir sürtüşme olmadığı takdirde iki devletli çözüm isteyenlerin işinin daha kolay olacağına inanıyoruz,” ifadelerini kullandı. Beilin bu fikrin daha önce de öne sürüldüğünü ama bunu konfederasyon çatısı altında uygulamanın daha kolay olacağını vurguladı.

Güvenlik, hareket özgürlüğü ve belki de en önemlisi yıllar süren çatışmalar ve başarısız müzakereler nedeniyle kaybolan güvenin inşası gibi konular hala cevaplanmayı bekliyor.

İsrail Dışişleri Bakanlığı ve Filistin Otoritesi konuyla ilgili yorum yapmayı reddetti.

Girişimin arkasındaki en önemli isim ise Kudüs’ün en köklü ailelerinden gelen Hiba Husseini. Husseini 1994 yılına kadar giden müzakerelerde Filistin ekibine danışmanlık yapan bir isim.

Yerleşimcilerle ilgili önerinin “oldukça tartışmalı” olduğunu kabul eden Husseini, bütün olarak ele alındığında planın Filistinlilerin kendi devletlerine sahip olma emellerini yerine getireceğini vurguladı.

Devlet kurmanın kolay olmayacağını belirten Husseini, “1948’den beri çalıştığımız kendi geleceğimizi belirleme hakkını elde edebilmek için bazı tavizler vermemiz gerekiyor,” ifadelerini kullandı.

Kudüs’ün statüsü, nihai sınırlar ve Filistinli mültecilerin durumları gibi büyük sorunlarda nihai bir anlaşma öncesinde tüm detayların görüşülmesi yerine konfederasyon içerisinde çözümün daha kolay olacağını savunan Husseini, “Br süreci tersine çevirerek önce tanımayla başlıyoruz,” sözlerini kullandı.

İsrail ve Filistinli yetkililerin Oslo sözleşmesini imzalamalarının üzerinden neredeyse 30 yıl geçmiş olmasına rağmen barış görüşmelerinde henüz bir ilerleme kaydedilmedi. Defalarca yinelenen müzakereler şiddet sarmalı nedeniyle sekteye uğradı ve nihai bir taslak çıkarılamadı.

Eski bir yerleşimci olan İsrail Başbakanı Naftali Bennet, Filistin devletine karşı çıkıyor. 2023 yılında başbakanlığı devralacak olan Dışişleri Bakanı Yair Lapid ise iki devletli bir çözüme sıcak baksa da kırılgan dengeler üzerine kurulu koalisyon hükümetinin büyük tavizler vermeye dayanamayacağı düşünülüyor.

Filistin tarafında ise Gazze’yi kontrol eden Hamas, İsrail’in varlığını reddederken Başkanlık dönemi 2009 yılında dolan El Fetih lideri Mahmud Abbas’ın da popülaritesi giderek düşüyor.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

İllere Göre Haftalık Vaka Sayısı Açıklandı: En Yüksek Artış Kırklareli’nde

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, sosyal medya hesabından vaka yoğunluğu bir önceki haftaya göre en çok artan 10 ilin Elazığ, Uşak, Iğdır, Tokat, Kırklareli, Rize, Kırıkkale, Isparta, Bayburt, Manisa olduğunu açıkladı.

Haber Merkezi / Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 22-28 Ocak tarihleri arasında illere göre vaka sayılarını açıkladı.

100 bin kişide görülen Kovid 19 vaka sayısı 15-21 Ocak haftasına kıyasla İstanbul’da 1245,73’ten 889,58’e düşerken, Ankara’da 725,62’den 1003,30’a, İzmir’de ise 729,81’den 961,57’ye yükseldi.

Vaka yoğunluğu 22-28 Ocak tarihleri arasında en çok artan 10 il Elazığ, Uşak, Iğdır, Tokat, Kırklareli, Rize, Kırıkkale, Isparta, Bayburt, Manisa oldu.

Bakan Koca’nın paylaştığı verilere göre 15-21 Ocak arasında vaka yoğunluğu bir önceki haftaya göre en çok Erzurum, Bursa, Çankırı, Yalova, Erzincan, Uşak, Batman, Elazığ, Siirt, Bayburt’ta artmıştı.

Bir önceki hafta vaka yoğunluğuna göre en çok artış Bingöl, İstanbul, Bolu, Rize, Kocaeli, Erzurum, Ankara, Bilecik, Tunceli ve Trabzon olmuştu.

Paylaşın

Açlık Sınırı 3 Bin 809, Yoksulluk Sınırı 10 Bin 939 TL

Memur-Sen Konfederasyonu tarafından her ay düzenli olarak yapılan açlık-yoksulluk araştırmasına göre Ocak ayında Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 3.809.3 TL, yoksulluk sınırı ise 10.939.1 TL olarak tespit edildi.

Haber Merkezi / Memur-Sen’e göre; ocak ayında aralık ayına göre gıda madde fiyatlarında ortalama yüzde 7.51’lik bir artış yaşandı. Ocak ayında aralık ayına göze çarpan en büyük artışlar yüzde 54.95 artışla patlıcan, yüzde 54.18 artışla dolmalık biber, yüzde 44.92 artışla kabak, yüzde 39.17 artışla nane, yüzde 38.88 artışla kraker; en çok göze çarpan düşüşler ise yüzde 35.77 azalışla muz, yüzde 13.07 azalışla dondurma, yüzde 11.91 azalışla turşu, yüzde 11.41 azalışla portakal, yüzde 11.29 azalışla hazır et yemekleri madde fiyatlarında yaşandı.

Ocak ayında aralık ayına göre ısınma madde fiyatlarında ortalama yüzde 11.54’lük bir artış gözlenirken; ocak ayında aralık ayına göre barınma madde fiyatlarında yüzde 3.12’lik bir artış oldu. Aydınlanma madde fiyatında ise ocak ayında aralık ayına göre yüzde 69.67’lik bir artış gözlemlendi.

Memur-Sen Konfederasyonu ‘Ocak Ayı Açlık Ve Yoksulluk Sınırı’ araştırma verilerini açıkladı. Buna göre Ocak ayında Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 3.809,3 TL, yoksulluk sınırı ise 10.939,1 TL olarak tespit edildi. Yapılan araştırmaya göre Ocak ayında Aralık ayına göre gıda madde fiyatlarında ortalama yüzde 7,51’lik bir artış yaşandı.

Ocak ayında Aralık ayına göze çarpan en büyük artışlar yüzde 54,95 artışla patlıcan, yüzde 54,18 artışla dolmalık biber, yüzde 44,92 artışla kabak, yüzde 39,17 artışla nane, yüzde 38,88 artışla kraker; en çok göze çarpan düşüşler ise yüzde 35,77 azalışla muz, yüzde 13,07 azalışla dondurma, yüzde 11,91 azalışla turşu, yüzde 11,41 azalışla portakal, yüzde 11,29 azalışla hazır et yemekleri madde fiyatlarında yaşandı.

Isınma ve aydınlanma madde fiyatları arttı

Ocak ayında Aralık ayına göre ısınma madde fiyatlarında ortalama yüzde 11,54’lük bir artış gözlenirken; Ocak ayında Aralık ayına göre barınma madde fiyatlarında yüzde 3,12’lik bir artış oldu. Aydınlanma madde fiyatında ise Ocak ayında Aralık ayına göre yüzde 69,67’lik bir artış gözlemlendi.

Ocak ayında Aralık ayına göre giyim fiyatlarında ise ortalama yüzde 6,72’lik bir artış gözlendi. Giyim madde fiyatlarında Aralık ayına göre en göze çarpan değişimler yüzde 26,03 artışla çorap, yüzde 22,31 artışla gömlek, yüzde 19,47 artışla spor ayakkabı, yüzde 17,88 artışla bebek tulumu madde fiyatlarında oldu. Bununla birlikte giyim madde fiyatlarında yüzde 22,08 azalışla eşarp, yüzde 5,13 azalışla terlik, yüzde 4,78 azalışla kazak maddelerinde düşüş olduğu tespit edildi.

Eğitim-kültür madde fiyatlarında yüzde 6,02’lik bir artış oldu. Eğitim-kültür madde fiyatlarında Aralık ayına göre değişimin yüzde 29,17 artışla okul kitapları, yüzde 22,48 artışla televizyon, yüzde 21,06 artışla yazım ve çizim kağıtları madde fiyatlarında olduğu gözlendi. Bununla birlikte eğitim-kültür madde fiyatlarında Aralık ayına göre yüzde 18,5 azalışla bilgisayar ekipmanları, yüzde 6,77 azalışla bilgisayar madde fiyatlarında değişim gözlemlendi.

Kişisel temizlik ve bakım madde fiyatlarında yüzde 6,11’lik bir artış gözlendi. Kişisel temizlik ve bakım madde fiyatlarında Aralık ayına göre en göze çarpan değişimlerin yüzde 34,55 artışla bebek bezi, yüzde 25,36 artışla saç bakım ürünleri, yüzde 23,22 azalışla tuvalet ve güzellik sabunu, yüzde 17,98 azalışla misafir kolonyası madde fiyatlarında olduğu tespit edildi.

Ulaşım ve haberleşme madde fiyatları arttı

Ocak ayında Aralık ayına göre ulaşım madde fiyatlarında yüzde 9,5’lik bir artış olduğu belirlendi. Aralık ayına göre en göze çarpan değişimlerin yüzde 55,25 artışla şehirlerarası otobüs ücreti, yüzde 54,21 artışla otoban geçiş ücreti fiyatlarında olduğu gözlendi. Bununla birlikte ulaşım madde fiyatlarında yüzde 5,62 azalışla uçak bileti ücretinde düşüş olduğu tespit edildi.

Ocak ayında Aralık ayına göre haberleşme madde fiyatlarında ortalama değişim yüzde 6,19’luk bir artış olarak yansıdı. Haberleşme madde fiyatlarında Aralık ayına göre en göze çarpan değişimlerin yüzde 53,67 artışla telefon yedek parçaları, yüzde 2,43 azalışla cep telefonu görüşme ücreti madde fiyatlarında olduğu gözlendi.

Çevre ve su madde fiyatlarında yüzde 8,87’lik bir artış yaşandı. Çevre ve su madde fiyatlarında Aralık ayına göre en göze çarpan değişimlerin yüzde 20,47 artışla yangın, hırsızlık ve diğer afetler için sigorta, yüzde 20,04 artışla fayans madde fiyatlarında olduğu gözlendi.

Ocak ayında Aralık ayına göre sağlık madde fiyatlarında ortalama değişim yüzde 6,23’lük bir artış olarak gözlenirken, en göze çarpan değişimlerin yüzde 23,83 artışla diş dolgu ücreti, yüzde 15,12 azalışla emar ücreti fiyatlarında olduğu tespit edildi.

Paylaşın

Muhalefette ‘İttifak Mı, İş Birliği Mi?’ Tartışması

Altı liderin 12 Şubat’ta ilk kez bir araya gelerek parlamenter sistem modeliyle ilgili üzerinde uzlaştıkları çalışmayı nasıl açıklayacakları merak edilirken, partiler arasında “İttifak mı, iş birliği mi?’ tartışmasının yaşandığı belirtildi.

Kulislerde yaklaşan 2023 seçimleri için de ittifakların nasıl yol izleyeceği konuşulurken, muhalefette ittifak konusuna ilişkin iki görüşün olduğu iddia edildi.

6 muhalefet lideri 12 Şubat’ta ilk kez bir araya gelerek parlamenter sistem modeliyle ilgili üzerinde uzlaştıkları çalışmayı nasıl açıklayacaklarını konuşurken ittifak konusunu da ele alacak.

Gazete Duvar’da yer alan kulis haberine göre, ittifaka ilişkin muhalefette iki tartışma yaşanıyor. Haberde şu ifadeler kullanıldı:

“2018 seçimlerinde CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’nin oluşturduğu ittifakın yeni kurulan DEVA ve Gelecek partilerinin katılımı ile genişlemesi bekleniyordu. Ancak Gelecek Partisi “esnek seçim iş birliği” şeklinde yürüyen ittifakın, seçim sonrasının planlarının da bugünden belirlendiği yapısal bir ittifaka dönüşmesi önerisi getirdi.

Yeni kurulan DEVA Partisi de ittifaka katılım için seçim sonrasına dair yol haritasında yüzde 100 anlaşma şartı getirdi. 6 muhalefet lideri 12 Şubat’ta ilk kez bir araya gelerek parlamenter sistem modeliyle ilgili üzerinde uzlaştıkları çalışmayı nasıl açıklayacaklarını konuşurken ittifak konusunu da ele alacak.

Kulislere göre ittifakın itici güçleri CHP ve İYİ Parti’de yeni öneriye mesafeli çok sayıda kişi var. Millet İttifakı’nın mevcut esnek yapısı ile devam etmesi gerektiğini savunanlar ittifakın aslında bir seçim iş birliği olduğuna/olması gerektiğine dikkat çekiyor.

Kulislerde, “Biz farklı partileriz. Seçim geldiğinde iş birliği yaparız. Bu iş birliği de ortak cumhurbaşkanı adayı ve önceki seçimde olduğu gibi bir protokolle olabilir. Ama seçim öncesi, seçim dönemi, seçim sonrası işleri planlamak, bunlar için komisyonlar kurmak, ayrıntılı çalışmalar yapmaya çalışmak ihtilaf alanlarını çoğaltır. 2 partiyle bile anlaşmanın zor olduğu konuları 6 partiyle ortaklaştırmaya çalışmak birlik değil, ayrışma getirir.

Yapılması gereken her konuda oy birliği isteyen bir ittifak değil; sistem değişikliği, demokrasi ve hukuk alanında vaatlerle iş birliği yapmak” görüşü savunuluyor. İttifakın seçim sonrası iktidar olunması durumunda büyük bir sorumluluk getirdiğine dikkat çekip hazırlıkların bugünden yapılması gerektiğini savunanlar ise her konuda detaylı çalışmanın şart olduğunu söylüyor.”

Paylaşın