Küresel Gıda Fiyatlarındaki Artışın Ana Nedeni: İklim Krizi

Yüksek enflasyon ve özellikle gıda fiyatlarındaki artış, Türkiye’de tüm kesimleri etkileyen bir konu. Öte yandan 2021 yılı, tüm dünyada gıdadan başlayarak tüm fiyat endekslerinde bir artışı ve dünya genelinde yayılan bir enflasyon dalgasını da tetikledi. 

Türkiye’de enflasyon oranı kur oynaklığı nedeniyle çok yüksek düzeyde gerçekleşmiş olsa da, tüm ülkeler uzun zamandır görülmemiş enflasyon rakamlarıyla karşı karşıya ve küresel gıda fiyatlarındaki artış, bunun başlıca nedenleri arasında gösteriliyor.

Bianet’te yer alan habere göre; Konuya ilişkin açıklama yapan Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO) Genel Sekreteri Mete İmer, dünya genelinde artış gösteren gıda fiyatlarının arkasında gizlenen daha büyük bir tehdide dikkat çekiyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Gıda Fiyat Endeksi’nin 2021 yılının tamamında, bütün dünyada bir önceki yıla göre yüzde 28,1 artış kaydettiğini ve ortalama 125,7 puanla son 10 yılın en yüksek seviyesine eriştiğini belirten Mete İmer, “FAO yetkililerine göre normalde yüksek fiyatların üretimi arttırması beklenirken, girdi maliyetlerinin yüksekliği, devam etmekte olan küresel virüs salgını ve giderek belirsizleşen iklim koşulları 2022 yılı için de iyimserliğe yer bırakmamaktadır” diyor.

İklim krizi en büyük kronik tehdit

Dünyanın karşı karşıya olduğu asıl büyük tehdit olan iklim krizinin, tarımsal verimlilik üzerindeki güçlü etkisi nedeniyle gıda fiyatlarındaki küresel artışın temel nedenleri arasında olduğunu ifade eden Mete İmer’in açıklamaları şöyle:

“Gıda fiyatlarındaki artış, tüm ülkeleri farklı derecede etkiliyor ve tüm ülkelerin kendi ekonomilerinde farklı dinamik söz konusu. Önce küresel sağlık krizi ve pandemi, sonrasında da gıda krizi ve gıda fiyatlarındaki artış gibi ani ortaya çıkan risklerin yanı sıra, dünya ve insan açısından kronik risk oluşturan başka önemli riskleri de göz ardı etmememiz gerekiyor. Bu risklerden en önemlisi iklim krizidir.

“İklim krizi, gelecekte bizi bekleyen bir risk değil, hali hazırda içerisinde yaşadığımız ve dünya üzerindeki hayatı etkilen bir süreç. Kronik bir tehdit olan iklim krizi ile savaşımda bireylere, kamu otoritelerine, sanayi ve sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşüyor.”

BM verileri krizi doğruluyor

Birleşmiş Milletler verilerinin de iklim krizinin gıda sisteminde neden olduğu sorunları açıkça ortaya koyduğunu söyleyen İmer, sözlerine şöyle devam ediyor:

“İklim değişikliği, açlığın önemli bir nedenidir. Kara, toprak, su ve enerjinin gıda için sürdürülemez şekilde kullanımı sıcaklıkların yükselmesine yol açan sera gazı salımlarını arttırmakta; yüksek sıcaklıklar gıda üretmek için gerekli kaynakları olumsuz etkilemektedir.  2020 yılında 811 milyona yakın insan açlıkla karşılaşmış olup bu rakam 2019 yılından 161 milyon kişi daha fazladır.”

İklim, gıdayı nasıl etkiliyor?

Mete İmer, iklim değişikliğinin gıda sistemi üzerindeki etkileri üzerine de şunları söylüyor:

“Yüksek sıcaklıklarda rekolte ve verim düşmekte; atık artmaktadır. Okyanuslar iklim sisteminde oluşan aşırı ısının yüzde doksanını emmişler, bu nedenle daha asidik hale gelmişlerdir. Aşırı avlanma ve okyanusların daha asidik hale gelmesi 3,2 milyar insanı besleyen deniz kaynaklarını tehdit etmektedir.

“Kutup bölgelerinde kar örtüsünde, göl ve ırmaklardaki buzlarda ve donmuş topraklarda meydana gelen değişiklikler otlatma, avlanma, balıkçılık ve toplama faaliyetleri ile elde edilen gıdaları verimsizleştirmiş, kutuplarda oturanların geçim kaynaklarına ve kültürel kimliklerine zarar vermiştir.

Çözüm var mı?

“Pek çok ülkede pilot ölçekte geliştirilen iklime duyarlı akıllı tarım inisiyatifleri verimliliği yükseltmiş, salımları azaltmış, su verimliliğini ve toprak kalitesini iyileştirmiş, gelirleri ve iklime dayanıklılığı arttırmıştır.  Sağlıklı ve sürdürülebilir beslenme, gıda sistemlerinden kaynaklanan salımların azaltılması, düşük enerji kullanımı ve kara hayvanlarından elde edilen gıdaların azaltılması da dahil olmak üzere önemli fırsatlar sunmaktadır.

“Ülkemiz için de iklim krizinin gıda sistemi üzerindeki etkilerinin belirlenmesi, çözüm yöntemlerinin geliştirilmesi ve uygulamaya konulması kritik önemdedir.  Ne yazık ki, bu günkü koşullarda, dünyada ve ülkemizde gıda fiyatlarının kısa sürede düşmesi pek olası gözükmüyor.”

Çevre sürdürülebilirliği nasıl mümkün?

Çevre sürdürülebilirliği için ÇEVKO Vakfı şu maddeleri sıralıyor:

  • Sorumlu kaynak kullanımı
  • Çevre dostu üretim süreçleri ve ambalajlar
  • Daha verimli atık yönetimi ve döngüsel ekonomiye geçiş

İklim krizinin gıda sistemi üzerinde yarattığı sorunları çözmek ya da başka bir deyişle gıda sistemlerinin iklim değişikliğine uyum sağlaması için dünya genelinde geliştirilen bazı öneriler ise şöyle sıralanıyor:

  • Erozyon kontrolü
  • Meraların yönetimi
  • Kuraklık ve sıcağa dayanıklı genetik iyileştirmeler
  • Heterojen beslenme biçimi
  • Azaltılmış gıda kaybı ve atığı

Gıda üretim faaliyetleri ve çevre

Gıdayı üretmek, ambalajlamak ve dağıtmak için kullanılan sistemler sera gazı salımlarının üçte birini oluşturuyor ve biyoçeşitlilik kaybının yüzde 80’ine neden oluyor. Eğer müdahale edilmezse, gıda sistemlerinden kaynaklanan salımların 2050’ye kadar yüzde 40 artması bekleniyor.

Gıda sistemi günümüzde dünyanın toplam enerji tüketiminin yüzde 30’nu oluşturuyor ve bu enerjinin büyük bölümü salımlara neden olan fosil yakıtlardan üretiliyor.

Gıdanın yüzde 17’si atık oluyor ve dünyadaki sera gazı salımlarının yüzde 10’u tüketilmemiş gıdadan kaynaklanıyor.

2021’de bütün dünyada gıdadaki fiyat artışlarının ayrıntıları: 

  • FAO Tahıl Fiyat Endeksi 2012’den beri en yüksek düzeye ulaşarak 2020’ye göre yüzde 27,2’lik artış kaydetti; tahıl grubu içinde mısırda yüzde 44,1, buğdayda yüzde 31,3 artış yaşanırken pirinçte yüzde 4’lük düşüş gerçekleşti.
  • FAO Bitkisel Yağ Fiyat Endeksi zamanların en yüksek artışıyla 2020’ye göre yüzde 65,8’e yükseldi.
  • FAO Şeker Fiyat Endeksi 2016’dan beri en yüksek değere ulaşarak 2020’ye göre yüzde 29,8 arttı.
  • FAO Et Fiyat Endeksi 2020’ye göre yüzde 12,7; FAO Süt Ürünleri Fiyat Endeksi ise yüzde 16,9 artış kaydetti.
Paylaşın

İş Dünyası: Ukrayna Krizinin Faturası Türkiye’ye Çıkabilir

Rusya ile Ukrayna arasındaki krizde yaşanan her gelişme Türkiye ekonomisini de yakından ilgilendiriyor. Zira Türkiye’nin turizm, enerji ve gıda gibi çok sayıda sektörde hem Rusya ile hem de Ukrayna ile stratejik ekonomik ilişkileri bulunuyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 2021’de Türkiye’nin ihracatında Rusya 5 milyar 800 milyon dolarlık pay ile 10’uncu sırada bulunurken Ukrayna ise 2 milyar 900 bin dolarla 20’inci sırada yer aldı. İthalatta Rusya 29 milyar dolarla ikinci, Ukrayna ise 4 milyar 500 milyon dolarla 12’inci sırada. Toplam dış ticaret hacmi ise Rusya ile 34 milyar 700 milyon dolar iken Ukrayna ile 7 milyar 400 milyon dolara denk geliyor.

Peki Rusya ve Ukrayna arasında yaşananlar Türkiye ekonomisi ne anlama geliyor?

“Komşudaki yangın size de gelir”

DW Türkçe’den Emre Eser’in haberine göre; Türkiye Ukrayna İş İnsanları Derneği (TUİD) Başkanı Burak Pehlivan’a göre Rusya ve Ukrayna’dan sonra bu krizden en fazla Türkiye etkilenecek. “Komşudaki yangın mutlaka size de gelir” diyen Pehlivan, bu krizle bağlantılı etkilerin sadece olası yaptırımlarla gerçekleşmeyeceğini söyledi.

Ukrayna ya da Rusya tarafından ciddi bir yaptırım olmasa bile iki ülkenin savaş ekonomisine girmesi durumunda Türkiye’nin önemli ölçüde kayıplar yaşayacağını anlatan Pehlivan, “Bu ülkelerdeki ekonomik hareket durursa tüm dünya etkilenir. Özel bir yaptırıma gerek yok. Temel gıda maddelerinden enerjiye tüm alanlarda olumsuz yansımalar olur. Turizm sektöründe de Türkiye için çok önemli iki ülke. Bu gerginlik onlardan sonra en fazla bizi etkiler” dedi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) istatistiklerine göre 2005 yılında Rusya ve Ukrayna pazarı, Türkiye’ye gelen toplam yabancı turistlerin yüzde 10,6’sını oluştururken bu 2017’de yüzde 18,5; 2018’de yüzde 18,6; 2019’da yüzde 19, 2020’de yüzde 24,6; 2021’de ise yüzde 27,3 olarak gerçekleşti.

İki ülke pazarının Türkiye’deki turizm işletmecileri için oldukça önemli olduğunu söyleyen Cornelia De Luxe Resort Otel Genel Müdürü Ali Şahin, Mart ayından sonra rezervasyonlarda ciddi bir artış beklediklerini, ancak Rusya ve Ukrayna arasında yaşananların kendileri için şimdi önemli bir riske dönüştüğünü söyledi. Şahin, sözlerini “Sektörde biraz kafaları karıştırdı” şeklinde sürdürdü.

Bodrum Profesyonel Otel Yöneticileri Derneği Başkanı Serdar Karcılıoğlu da bu iki pazardaki gerginlikle beraber Türkiye turizminin hedeflerinden aşağıda kalabileceği tahmininde bulundu.

Bazı siparişler durdu

Yaşanan gerginlik sonucu bazı sektörlerde de siparişlerin durduğu ya da yavaşladığı belirtiliyor. İhracatçı birliği olarak Moskova’da katıldıkları uluslararası bir fuardan gözlemlerini aktaran İstanbul Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği (İDMİB) Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Şenocak, şöyle konuştu:

“Şu an buraya bir fuar için geldik. Burada iş insanları arasında bir gerginlik olduğunu söyleyemem. Öyle bir korku havası oluşmamış. Ancak Türkiye’de bazı siparişler durdu. Bunda da acaba kriz savaşa döner mi endişesi, belirsizlik önemli bir etken. Bunun kısa süreli olduğunu, ilk tepkilerin de böyle kalacağını düşünüyoruz. İki ülke de bizim çok önemli ticari partnerimiz. Özellikle Rusya sektörümüz için ağırlığı bulunan bir ülke. Bu anlamda yaşanacak gerilimden olumsuz etkileniriz. Ancak isteğimiz ve inancımız bu krizin daha fazla büyümemesi yönünde.”

Yaşanan krizde Rusya’nın Ukrayna’daki ayrılıkçı bölgeleri tanıması piyasalarda da hareketliğe neden oldu. Uzun süredir dolar karşısında 13,40-13,50 seviyelerinde Türk Lirası (TL) 13,80 seviyesinin üzerine çıkarken Brent petrolün varil fiyatı da yıllar sonra 97 doların üzerinde çıktı. TL’nin dolar karşısında son bir yıldaki değer kaybeden performansı da dikkate alındığında petroldeki en ufak bir artış bile akaryakıt gibi kalemlere hızla zam olarak yansıyor. Bu da Türkiye’de neredeyse her sektördeki maliyet artışlarını hızlandırıyor. Ayrıca Türkiye’nin doğal gaz ve petrolde Rusya ile olan ticari ilişkileri de bu noktada kritik önem taşıyor.

Bir süredir gerginlik var

Daha önce Moskova Büyükelçiliği’nde ticaret müşavirliği görevinde bulunan Rusya analisti Aydın Sezer, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kısa süre içerisinde bir görüşme yapmamaları halinde Türkiye için krizin daha da derinleşebileceği uyarısında bulundu.

Türkiye’nin bu krizde kendini Ukrayna’nın yanında konumlandırdığını, ama bunu sakin bir dille yaptığını kaydeden Sezer, ancak Rusya’nın Ankara ve Kiev arasındaki ilişkiden rahatsızlık duyduğuna dikkat çekti. Rusya’nın, Türkiye’nin Ukrayna’ya silahlı insansız hava araçları (SİHA) satmasına karşı rahatsızlığını uzun zamandır ortaya koymuş olduğunu belirten Sezer, “Biz bu krizi geçtiğimiz Aralık ayından itibaren fiilen yaşıyoruz. Özellikle doğal gaz kontratlarında Rusya’nın tavrı her şeyin işaretiydi. Türkiye ile düşük fiyattan kontrat yapmaya yanaşmadılar. Ayrıca TürkAkım’daki atıl kapasiteyi de kullanamıyoruz. Bunlar gerginliğin uzun süreli yansımalarıydı. Türkiye bu atıl kapasiteyi kullansa geçtiğimiz haftalardaki doğal gaz krizini daha rahat atlatabilirdi” değerlendirmesinde bulundu.

“Ateşle oynamakla aynı”

Sezer’e göre bu süreçte Türkiye’nin Rusya’yı kınaması beraberinde riskler de getiriyor ve bundan sonraki adımların gerilimi arttırma yönünde olmaması gerekiyor. Rusya’nın Batı’nın ambargosunu göze alan bir ülke olduğunu hatırlatan Sezer, bu durumda Türkiye ekonomisinin ciddi bir olumsuz sürece gireceğinin de altını çiziyor.

Bu tabloda Türkiye’nin ambargolara ne yönde tepki vereceğinin de önemli olduğunu dile getiren Sezer, “Türkiye, Kırım konusunda taraf olmamıştı. Burada da benzer bir tavır sergileyebilir. Ama Rusya’nı ciddi anlamda karşımıza almak ateşle oynamak demek. Turizmden enerjiye tüm alanlarda faturası kabarık olur. Eğer ambargoya uyulursa bunun da bir bedeli olur. Türkiye’nin hesabını görmek lazım” ifadelerini kullandı.

Sezer, ayrıca Rusya’da bulunan Türk iş insanlarının da bu gerilim dolayısıyla tedirgin olduğunu belirtirken Rusya’nın olumsuz bir tavrının oradaki projeler için de risk anlamına geldiğini söyledi.

Türkiye’den çok sayıda iş insanının Ukrayna’da yatırımcı konumunda olduğunu belirten TUİD Başkanı Burak Pehlivan ise “Burada 4 milyar 500 milyon dolarlık bir yatırım var. Yaklaşık 700 firma faaliyet gösteriyor. Türk firmaları 30 binin üzerinde istihdam sağlıyor. O yüzden krizin daha da büyümemesi bizim için çok önemli. Şimdilik günlük ekonomik hayatta bu gerginliği görmüyoruz. Kiev’de insanlar yine aynı şekilde aktivitelerine devam ediyorlar. Bir panik havasından bahsetmek için erken ama işlerin daha da kötüleşmesi hepimizi olumsuz etkiler” dedi.

Paylaşın

YÖK: 2020’de Öğrenci Başına 15 Bin 825 TL Harcama Yapıldı

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) “Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu 2021” raporunu yayımladı. Rapor, 2019-2020 eğitim öğretim yılında aktif olarak faaliyette bulunan 193 üniversiteyi 4 ana kategori ve 45 alt göstergede analiz ederek hazırlandı.

Rapora göre pandeminin yaşandığı ve uzaktan eğitimin yapıldığı 2020 yılında üniversitelerin öğrenci başına yaptıkları ortalama cari harcama miktarı 15 bin 825 lira oldu.

Raporun, yükseköğretim mezunlarına yönelik yapılan KPSS ve ALES gibi sınavlarda üniversitelerin başarısına ilişkin bölümünde, 2020’de yapılan Kamu Personel Seçme Sınavlarında (KPSS) 103 üniversitenin 584 programının ilk yüzde 5’lik dilime girdiği aktarıldı.

2020’de yapılan Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavlarında (ALES) ise 95 üniversitenin 490 programı ilk yüzde 5’lik dilimde yer aldı.

2020’de öğrenciler tarafından 157 üniversitede 8 bin 674 sosyal sorumluluk ve 122 üniversitede 5 bin 689 endüstriyel proje yürütüldü.

Hakemli dergilerdeki yayınlar

Değerlendirmeye alınan 193 üniversitenin tamamının en az bir kurum adresli yayını, 2020’de ulusal hakemli dergilerde yer aldı.

Kurum adresli yayını yayımlanan üniversite sayısı ise 191 oldu. 2016-2020 yılları arasında yayımlanmış yayınlar dikkate alındığında 2020’de 185 üniversitenin toplam 25 bin 627 kurum adresli yayını, en yüksek yüzde 10’luk dilimde yerini aldı.

Af-Ge harcamaları

2020’de 173 üniversitede ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarca desteklenen 9 bin 15 Ar-Ge projesi yürütüldü. Desteklenen Ar-Ge projesi 100 ve üzeri olan üniversite sayısı ise 23 oldu.

2020’de 111 üniversite, Ar-Ge, verimlilik artırma, ürün geliştirme, inovasyon ve benzeri kapsamda endüstri ile ortak 6 bin 218 proje yürüttü. Söz konusu projelerin toplam bütçesi yaklaşık 1,84 milyar lira oldu.

2020 mali yılında 186 üniversite, bütçelerinin ortalama yüzde 3,36’sını Ar-Ge kapsamında harcadıklarını beyan etti. Bütçesinin yüzde 10 ve daha fazlasını Ar-Ge kapsamında harcadığını beyan eden üniversite sayısı ise 21 olarak açıklandı.

Sosyal sorumluluk projeleri

148 üniversitede 2020’de 3 bin 424 sosyal sorumluluk projesi yürütüldü. Dezavantajlı gruplara yönelik sosyal uyum ve kapsayıcılığa ilişkin ise 152 üniversitede 4 bin 749 faaliyet düzenlendi.

2020’de 170 üniversite, sürekli eğitim merkezleri ve dil merkezleri aracılığıyla 281 bin 992 sertifika verdi. Bu kapsamda 2 bin 500 ve üzeri sertifika veren üniversite sayısı 35 olarak kayıtlara geçti.

Paylaşın

TKP’den ‘Demokrasi İttifakı’ Toplantılarına Katılmama Kararı

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) çağrısıyla oluşturulan ve 8 sol yapının katıldığı ‘Demokrasi İttifakı’ çalışmasının ikinci toplantısına sayılı günler kala TKP, toplantıya katılmama kararı aldı. Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Detaylarını da öğrendik. Fotoğraf çektirilecek gibi detaylar yer alıyordu. Bu aşamadan sonra bizim artık bu algıyı değiştirme şansımız yok. Biz burada bir ittifakın parçası değiliz ve toplantıya gitmeyeceğiz” dedi.

HDP’nin ‘Geniş Demokrasi İttifakı’ oluşturma çağrısıyla bir araya gelen 8 siyasi yapının katıldığı toplantının ilki 18 Ocak tarihinde Ankara’da yapıldı. İkinci toplantı içinse 8 siyasi oluşumun genel başkanları düzeyinde katılım sağlanarak, 26 Şubat Cumartesi günü yeniden masaya oturulması kararı alındı. İkinci toplantı tarihini basından öğrendiklerini, çalışmanın ‘ittifak’ ile sınırlandırıldığını belirten Türkiye Komünist Partisi (TKP), ikinci toplantıya katılmama kararı aldı ve bunu HDP’ye iletti.

HDP öncülüğünde organize edilen ilk toplantıya Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Emek Partisi, Toplumsal Özgürlük Partisi, Emekçi Hareket Partisi, Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun temsilcileri katılmıştı. Yeni katılımların olabileceği ifade edilen ikinci toplantı öncesinde Meclis kürsüsünden konuşan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Partimiz, demokrasi ittifakını büyütmek için hayata emekten ve demokrasiden bakan güçlerle bir araya gelmekte ve ittifakı büyütme yollarını aramaktadır” dedi.

İkinci buluşmaya sayılı günler kala toplantıya katılmayacaklarını HDP’ye bildiren Türkiye Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Gazete Duvar’dan Serkan Alan’a konuştu.

İkinci toplantıya katılmamalarının temel nedenini anlatan Okuyan, şunları söyledi: “Toplantıların öncesinde basına ayrıntılı bilgi geçilmesi ilk toplantıda da gündeme gelmişti. Bu toplantılar ‘Üçüncü İttifak’ hedefiyle yapılmadı. İlk toplantıda da bu dile getirildi. Bunun bir ‘ittifak’ toplantısı olmadığı söylendi. Buna rağmen bu şekilde lanse edildi. Birileri böyle bir bilgiyi dışarıya geçiyorlar. Bu ikinci toplantıyı biz basından öğrendik. Detaylarını da öğrendik. Fotoğraf çektirilecek gibi detaylar yer alıyordu. Bu aşamadan sonra bizim artık bu algıyı değiştirme şansımız yok. Biz burada bir ittifakın parçası değiliz ve toplantıya gitmeyeceğiz.”

‘Bundan mutlu olmayan çok oluşum var’

İkinci toplantıya katılmama kararını HDP’ye bildirmelerinin ardından karşılaştıkları tepkileri anlatan Okuyan, HDP’nin bir tepkisinin olduğunu zannetmediğini vurguladı. Kemal Okuyan, “Böyle bir şeyi bence bekliyorlardı” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bundan rahatsızlık duyan bir tek TKP değil. Yani basına bu şekilde sızdırmaların olması, bir yönlendirme yapılması… Dikkat ettiyseniz ‘Üçüncü İttifak toplantısının ikincisi toplanıyor’ diye çok yaygın bir algı oldu. Bundan mutlu olmayan çok oluşum var. Zaten SOL Parti ilkine katılmadı, ikincisine de katılmayacak. Durum budur. Belki bir tepki olmuştur ama bize gelen bir tepki yoktur.”

‘Biz bu çabaların parçası olmayacağız’

İkinci toplantının tarihinden haberdar olmamaları, toplantının detaylarını basından öğrenmeleri gibi ‘sorunların’ kaynağı hakkında konuşan TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, “Sorunun kaynağı çok basit” diyerek şunları kaydetti:

“Kamuoyunda, buradan çok hızlı bir şekilde HDP’nin merkezinde durduğu üçüncü bir ittifakın çıkmasını isteyenler var. Bu doğrultuda çaba harcıyorlar. Biz bu çabaların parçası olmayacağız. Bu kadar net bir ayrım var. Eğer bu toplantı bir iletişimin ortaya çıkması, Türkiye’nin bir sürü gündemi var birlikte neler yapılabilir, bunlarla ilgili zemin nasıl yaratılabilir olsaydı ikinci toplantıya da katılırdık. Ama bunun ötesinde bir seçimi merkeze koyan ve HDP’nin de merkezinde olduğu bir ittifakın ortaya çıkması için lobi yapan bir kesim var. HDP’nin kendisi bunu pek istemediğini söylemesine rağmen. O yüzden ‘biz bunun parçası olmayacağız’ dedik.”

HDP öncülüğünde oluşturulan toplantıların sonraki aşamalarına katılmayacaklarını belirten Okuyan, “Bu saatten sonra orası herhalde bir ittifak görüşmesine dönüşecektir. Yolları açık olsun, herkes kendi çizgisinde devam edecektir” dedi.

Okuyan açıklamasını şöyle sürdürdü: “Bizim tavrımızda değişen gizli saklı bir şey yok. Biz yıllardır söylediğimiz her şeyi söylemeye devam ediyoruz. Herkes ilk toplantıya gittiğimizde şaşırmıştı. Niye gitmeyelim? Biz doğru bulduğumuz ya da sonuç almaya çalışacağımız her zeminde bulunmaya çalışırız. Ama oraya giderken de, toplantıda da, toplantıdan sonra da söyledik. Buradan çıkartılmaya çalışılan ittifakı biz kendi açımızdan uygun bulmuyoruz. Zaten HDP de ‘burayla ittifakımızı sınırlı tutamayız’ diyor. ‘Solla sınırlı bir ittifak olmaz, başkaları da olsun diyorlar. Biz bu konuya ilişkin bir iki güne açıklama yapacağız. “

“TKP’nin kendi gündemi var”

Daha önce ilan ettikleri çizgide çalışmalarını sürdürdüklerini ifade eden Okuyan, “TKP’nin kendi gündemi var. Hem hayat pahalılığı, elektrik faturaları, NATO gibi gelişmelerde elimizden geldiğince yolumuza devam ediyoruz. Bir yandan da sol bir güç odağının, altını çiziyorum ‘üçüncü bir ittifak’ falan değil, devrimci ilkeleri olan bir odağın açığa çıkması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi.

Paylaşın

Akşener’den Erdoğan’a Yanıt: Çok Beklersin Çok

Cumhurbaşkanı  Erdoğan’ın “Ülkenin kazancından hep birlikte istifade ettiğimize göre külfetine de beraberce katlanacağız” sözlerini değerlendiren İYİ Parti Lideri Akşener, “Ülkemizin kaynaklarını har vurup harman savurdun. Milletimizin cebinden aldığını, yandaşının cebine koydun. Şimdi çıkmış ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorsun. Çok beklersin, çok” dedi.

Haber Merkezi / Akşener, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Madem geçen hafta her şey yolundaydı, madem biz yaygara yapıyorduk o zaman bu haftaki külfet nereden çıktı muhterem? ifadelerini kullandı.

Ukrayna-Rusya krizine de değinen Akşener, Ukrayna’nın meşru müdafaa hakkını tanıdıklarını söyledi ve Rusya’nın işgal ve ilhak ettiği Kırım’dan çıkması gerektiğini savundu. Akşener, “Rusya’ya askeri tahkimatına son vermeye ve askerlerini geri çekmeye çağırıyoruz” dedi.

Meral Akşener, hükümetin Ukrayna’ya SİHA satışına devam etmesini de desteklediklerini kaydetti. Akşener, Rusya’nın NATO’nun genişlemesine ilişkin kaygıların giderilmesinin bir savaş tehdidi üzerinden olamayacağını söyledi.

İYİ Parti lideri, AKP’yi de Türk Dışişleri’ndeki büyükelçilik makamlarını “geri dönüşüm kutusu” olarak kullanmakla eleştirdi. Akşener, “Birbirlerini boşa düşüren açıklamaları hem NATO hem de Rusya nezdinde Türkiye’yi kırılgan bir duruma düşürdü” dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Akşener’in konuşmasından öne çıkan satırla şöyle;

“Kanunun gerektirdiği prim ödeme gün sayısını doldurduğu halde yaklaşık 3 milyon insanımız yaş nedeniyle emekli olamıyor.

Yaklaşık 1.8 milyon insanımız da maalesef önümüzdeki dönemde yaşa takılacak. Ortada böyle büyük bir mağduriyet olmasına rağmen iktidar bu insanlarımıza ‘Emekli olamazsın, gençsin’ diyor.

Özel sektör ise ‘Yaşlısın çalışamazsın’ diyor. İnsanlarımıza ‘Sen emekli olamazsın’ demek haksızlıktır.

Biz İYİ Parti olarak, EYT’li kardeşlerimizin yanındayız. Kimse merak etmesin İYİ Parti iktidarında bu mağduriyeti gidereceğiz.

Devletin bu konuda katlanacağı maliyeti hesapladık. Yapacağımız EYT düzenlemesi bir sosyal yardım değil, haktır.

Ayrıca herhangi bir başvuru dönemi öngörmüyoruz yani EYT’liler istedikleri zaman müracaat edip düzenlemeden faydalanabilecek.

Önümüzdeki dönemde prim sayısını doldurarak EYT’li olacak 1.8 milyon insanımız da bu düzenlemeden yararlanabilecek.

Bugün aramızda 782 gündür kayıp olan Gülistan Doku kızımızın ailesi var. Keşke sizi çok daha iyi şartlarda ağırlayabilseydik.

Keşke sizi burada Gülistan’la birlikte ağırlayabilseydik. Maalesef Gülistan 2 yıldan uzun süredir kayıp.

Şayet genç bir üniversiteli kadın iki yıldır kayıpsa bu memlekette kadınlar güvende diyemeyiz.

Kadın cinayetlerinin önüne geçemeyiz. Şayet kadınları koruyamazsak hiçbirimiz güvende yaşayamayız.

Eskiden Sayın Erdoğan’ın söyledikleri birbiriyle aylık ya da yıllık bazda çelişirdi. Gelinen noktada artık bu arkadaşımız haftalık bazda bile kendisiyle çelişir oldu.

Artık her hafta bir önceki hafta söylediğini unutup farklı bir şey söylüyor. Sandık sıkıştırmaya başlamış, panik büyük.

Geçen hafta zamların gerçekliği ile ilgili muhalefetin yaygara yaptığını, her şeyin olağanüstü iyi olduğunu söylerken, bu hafta çıkıp ‘Ülkenin kazancından hep birlikte istifade ettik, külfeti de hep birlikte sırtlayacağız’ dedi.

Madem geçen hafta her şey yolundaydı, madem biz yaygara yapıyorduk o zaman bu haftaki külfet nereden çıktı muhterem?

Sen yandaşlarının gönlü olsun diye milletimizin vergilerini çarçur ederken bu ülkede anneler çocuklarına mama alamaz hale geldiler.

Sen sarayda sefa sürerken bu ülkede gençler tatile gitmenin hayalini bile kuramaz haldeler. Sen danışmanlarına 5,10,11 maaş bağlarken bu ülkede öğretmenler atanıp tek maaşa bile kavuşamıyorlar.

Sen bu millete sabırdan, fedakarlıktan ve külfeti sırtlanmaktan bahsedecek en son kişisin. Ülkemizin kaynaklarını har vurup harman savurdun. Milletimizin cebinden aldığını, yandaşının cebine koydun.

Şimdi çıkmış ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorsun. Çok beklersin, çok. Bu milletin seni bir kez daha yılgın bir hoşgörüyle benimseyeceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun. Bu millet artık her şeyin farkında. AK Parti iktidarı artık yok.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde, Tarkan bir şarkı çıkardı. Yaşadığımız bu kötü günlerin, geride kalacağını söyleyen, umut var diyen bir şarkı.

Ama nedense bu şarkı, bazılarına çok ağır geldi. Bu öyle garip bir zihniyet ki; “Bu kötü günler geride kalacak” diye, şarkı söylenmesine bile tahammülleri yok. Şarkıda küfür yok. Hakaret yok. Umut var. Ama bu arkadaşların, o umuda bile alerjileri var.

Kimlere alerjileri yok biliyor musunuz? Mesela, Kendilerini eleştirmek yerine, “kuzu kuzu” oturanlara alerjileri yok.

Mesela; Havuz medyasındaki “dilli düdüklere” alerjileri yok. Mesela; İhaleleri “Hüp diye” götüren, “a-acayip” müteahhitlere alerjileri yok.

Aslında, Tarkan “Geççek” diye şarkı yapınca, arıza çıkarmaları çok normal. Çünkü hiç geçmesin, hiç bitmesin istiyorlar.

Mesela; Türk lirasını pula çevirelim. Enflasyonda dünya rekoru kıralım. Ama sürdüğümüz sefa, hiç bitmesin istiyorlar.

Bu ülkenin sanatçısıyla, bu milletin dinlediği müzikle uğraşacağınıza, oturun kendi işinizi yapın.

Bu ülkenin sorunlarını, milletin dertlerini çözmenin peşinde koşun. En azından giderayak, bu millete bir faydanız dokunsun. Çünkü, er ya da geç, o sandık “gelcek”.

Ağlasanız da, sızlansanız da, milletin başına bela ettiğiniz bu ucube sistem, geldiği gibi “gitçek”

Siz isteseniz de, istemeseniz de, bu çile “bitçek”. İYİ Parti yetkiyi aldığında, milletimize reva gördüğünüz bu kabus, elbette “GEÇÇEK”

Ak Parti iktidarının peşkeş treninin, son durağı PTT. PTT, kendi resmi internet sitesi üzerinden, doğrudan HGS satışı yaptığında, tahsilatın tamamı, kendi kasasında kalacakken, tüm HGS satış gelirlerinin yüzde 60’ı,PTTeM şirketine, hiçbir gerekçe olmadan bırakılmış.

Dış politika ve onun iletişim dili olan diplomasi devlet aklı, birikim ve ciddiyet ister. Diplomasi usta ellerde şekillendirilmesi gereken bir sanattır.

Ancak maalesef Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının elinde bu sanatın yok oluşuna şahit oluyoruz.

AK Parti iktidarında ülkemizde ne devlet aklı ne ciddiyet kaldı. Nerede torpilli eş dost varsa, nerede eski vekil, bakan varsa, nerede ayak altından çekilmesi gereken bir siyasi tortu varsa gittiler büyükelçi yaptılar. Hariciyemizi AK Parti’nin geri dönüşüm kutusuna çevirdiler.

AK Parti’nin sergilediği dış politika performansına bakınca milli çıkarlarımızın yerine Sayın Erdoğan’ın gönül bağlarının aldığını görüyoruz.

Uluslararası ilişkilerde caydırıcılık politikası diye bir kavram vardır. Bu kavram devletler arasında ilişkilerde verilecek karşılık ve sonuçları konusunda şüphe uyandırarak bir devleti olası tehditkar eylemlerinden vazgeçirme politikasıdır.

Ukrayna’da bir kriz yaşanıyor ama Sayın Erdoğan ve ekibinin birbirlerini boşa düşüren açıklama ve davranışları hem NATO hem Rusya nezdinde Türkiye’yi kırılgan bir noktaya düşürdü.

Tüm bunların yanında, dikkatinizi çekmek istediğim, bir başka konu daha var. Ya TÜRKŞEKER olmasaydı?

Yani; Ya özel sektör şeker fabrikalarında, 460-470 liraya varan, 50 kiloluk toz şeker fiyatı, TÜRKŞEKER’de, 250-260 lira civarında olmasaydı?

Çiftçinin cebinden, sadece şeker girdisi üzerinden uçup giden, 1 buçuk kilo balın parasını, kimler ödeyecekti?

Elbette, biz ödeyecektik. Yani Sayın Erdoğan’ın aynı gemide olduğumuzu söyleyip, kürek mahkumluğunu layık gördüğü vatandaşlar olarak, bizler ödeyecektik.

Zamanında iktidarı uyardık. “Şeker fabrikalarını böyle hoyratça özelleştirmeyin.” dedik. Anlamadılar…

“Almanya’nın, yüzde 78’i, Fransa’nın, yüzde 82’si, Hollanda ve İngiltere’nin ise, yüzde 100’ünde, şeker, kooperatifler tarafından üretiliyor.” dedik.

Dinlemediler… “ABD’de, şeker pancarından şeker üreten fabrikaları, Devlet, özel sektörden satın alıp, kanunla, kooperatiflere devretti.” dedik. Duymadılar…

“Şeker fabrikaları, sadece tarımsal sanayi değildir.” dedik. “Şeker fabrikaları, sadece şeker pancarı, ya da şeker de değildir.” dedik.

“Şeker pancarı, çiftçiyi tarlaya ve köye bağlayan, ailenin tüm fertlerine, çalışma ve istihdam imkânı sağlayan, yan ürünlerinin, tamamı değerlendirilen, katma değeri arttırıcı bir bitkidir.” dedik.

“Bütün tüketicileri, yüzbinlerce çiftçiyi, besiciyi arıcıyı, yem sektörünü, kısacası, çoklu alanları ilgilendiren bir konudur.” dedik. Ama yok, inatla burunlarının dikine gittiler.”

Paylaşın

Dikkat Çeken Rapor: Demokrasi Dünya Çapında Geriliyor

Almanya merkezli düşünce kuruluşu Bertelsmann Vakfı Dönüşüm Endeksi (BTI), 2004 yılından bu yana ilk kez otokratik devletlerin sayısının, demokratik rejimlerden fazla olduğunu saptadı. Rapor kapsamında, gelişmekte olan ve gelişmenin eşiğindeki 137 ülke incelemeye alındı. Bunların 67’sini demokratik rejimler oluştururken, otokratik devletlerin sayısı 70’e yükseldi.

Bertelsmann Vakfı BTI Proje Yöneticisi Hauke Hartmann, “Bu, son 15 yılındaki çalışmalarımız kapsamında ölçtüğümüz en kötü siyasi dönüşüm sonucu,” diyor. Endekse göre, küresel bazda daha az özgür ve adil seçim, daha az ifade ve toplanma özgürlüğü söz konusu. Ayrıca kuvvetler ayrılığı prensibi de giderek aşınıyor.

Uzun zamandır Arap Baharı’nın demokratikleşme hareketlerinde son umut ışığı olarak kabul edilen Tunus, otokratikleşmeye doğru dönüşümün en güncel örneği olarak gösteriliyor. Cumhurbaşkanı Kays Said’in Temmuz 2021’de parlamentoyu feshedip hükümeti görevden alması ve anayasanın bazı kısımlarını rafa kaldırmasından bu yana ülke kararnamelerle yönetiliyor. Son olarak Said, ülkede yargı bağımsızlığının güvencesi konumundaki Yüksek Yargı Konseyi’ni de feshetmişti.

Dönüşüm Endeksi’nde Türkiye’ye dair tespitler de yer alıyor. Bertelsmann Vakfı BTI Proje Yöneticisi Hartmann, Deutsche Welle’ye (DW) yaptığı değerlendirmede “Aslında Erdoğan yönetiminde bir umut ışığı olmaya başlayan Türkiye, son on yılda demokrasi yolunda en fazla gerileyen ülke oldu. Çünkü burada kuvvetler ayrılığı ve toplumsal katılım o kadar kısıtlandı ki, iki yıl önce Türkiye’yi otokrasi olarak sınıflandırmak zorunda kaldık. Ne yazık ki aradan geçen sürede bu değerlendirmede bir değişiklik olmadı” görüşünü dile getirdi.

Siyasi ve ekonomik elitler

Yıllar önce kurulmuş ve oturmuş birçok demokratik rejimin de artık “kusurlu demokrasiler” kategorisine girmesi endişe verici bulunuyor. Örneğin, Hindistan’da Başbakan Narendra Modi’nin etnonasyonalist tutumu veya Brezilya’da Jair Bolsonaro ve Filipinler’de Rodrigo Duterte’nin sağcı otoriter hükümetleri, bu ülkeleri de otokrasiye doğru yaklaştırıyor.

Hartmann, “On yıl önce sağlıklı ve istikrarlı bir demokrasiye sahip olan bu ülkeler, bugün gelinen siyasi süreçte “ağır kusurları olan demokrasiler” haline dönüştü. Avrupa’da ise Polonya ve Macaristan’da hukukun üstünlüğü ilkelerinin çiğnendiğine şahit oluyoruz” diyerek endişelerini dile getiriyor.

Peki, otokratik sistemlerin güçlenmesinin ve demokratik normların erozyona uğramasının nedenleri ne? Bertelsmann Vakfı yetkilisi, başlıca itici güçlerin, torpil ve yolsuzluklar nedeniyle yozlaşmış sistemi kendi çıkarları için muhafaza etmek isteyen siyasi ve ekonomik elitler olduğunu söylüyor:

“İncelediğimiz 137 devletin çoğunda, göreceli toplumsal katılıma dayalı bir siyasal sistem ve rekabeti çarpıtarak ekonomik ve sosyal katılımı engelleyen bir ekonomik sistemle karşı karşıyayız.”

Bu durum, özellikle siyasetin mafya benzeri yapılarla çoğu kez iç içe olduğu Orta Amerika ülkelerinde yaygın. Aynı zamanda bazı kişilerin zayıf kurumsal yapılardan istifade ederek birtakım imtiyazlar elde ettiği Sahra’ın güneyindeki Afrika ülkelerinde de benzer olumsuzluklar söz konusu.

Popülist akımlar

Yoksulluk, açlık ve sosyal dışlanma tehdidi altında olan ve demokratik süreçler altında herhangi bir iyileşme görmeyen bazı vatandaşlar, genellikle popülist alternatifleri cazip görmektedir. Bu durum sadece söz konusu 137 ülkede değil, BTI’nin dikkate almadığı ABD gibi demokratik istikrarın var olduğu kimi demokrasiler için de geçerli olabiliyor. 1989’dan önce OECD’ye üye olan, demokratik süreçleri ve piyasa ekonomisi istikrara kavuşmuş olarak kabul edilen ülkeler, Bertelsmann Dönüşüm Endeksi kapsamı dışında tutuluyor.

Hartmann, “Donald Trump’ın seçilmesinden ve devam eden popülaritesinden ya da İngiliz elitlerinin sorumsuz tutumlarından dolayı, demokratik sistemlerimizin gücü hakkında bazı insanlar şüpheye kapıldı. Kimi grupların marjinalleştirilmesine ek olarak, özellikle basit çoğunluğa dayalı iki partili seçim sistemi, kutuplaşmanın fitilini ateşliyor. ABD’de bu durumu bariz bir şekilde gözlemliyoruz” diyor.

Pandeminin gölgesinde baskı

Korona salgını, birçok ülkede siyasi ve sivil hakların kısıtlanmasına da neden oldu. Hartmann, çoğu durumda bunların ılımlı, geçici ve demokrasiler söz konusu olduğunda, aynı zamanda parlamento tarafından onaylanan önlemler olduğunu belirterek şöyle konuşuyor:

“Ancak Filipinler veya Macaristan gibi otoriter özelliklere sahip popülist rejimlerde veya baskıyı daha da artırmak için salgını bahane olarak kullanan Azerbaycan, Kamboçya veya Venezuela gibi otokrasilerde istisnalar söz konusu. Ayrıca Çin gibi gelişmiş otokrasilerde, dijital gözetimin boyutu büyük ölçüde artmış durumda.”

Daha fazla otokrasi yönündeki küresel eğilime rağmen Hartmann, çoğunluğun daha fazla özgürlüğe ve söz hakkına özlem duyduğuna inanmaya devam ediyor. Küresel çapta sivil toplum faaliyetlerinde bir azalmanın olmayışını da hayli umut verici buluyor:

“Belarus’taki özgür seçimlerin, Lübnan’daki sivil toplum dayanışmasının, Sudan’daki askerî dikta ile mücadelenin veya Myanmar’daki darbe karşı protesto gösterilerinin aktörlerine bakın. Bu insanlar sıradan bir gösteriye gitmiyor. Daha iyi bir toplum için hayatlarını ortaya koyuyor. Onların hepsi birer kahraman. Otokrasiye karşı küresel mücadelenin son ve en sağlam kalesi.”

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

ABD Başkanı Biden: Rusya İle Savaşma Niyetimiz Yok

Beyaz Saray’da bir konuşma yapan ABD Başkanı Joe Biden, Rusya’nın komşularının toprak bütünlüğünü ihlal ettiğini ve uluslararası hukuku ihlal ettiğini belirtti. Doğu Avrupa ülkelerine daha fazla ABD askeri gönderilmesine onay verdiğini açıklayan ABD Başkanı, “Bu konuda net olmak istiyorum: Bunlar bizim savunma hamlelerimiz. Rusya ile savaşma niyetimiz yok” diye konuştu.

Haber Merkezi / ABD Başkanı Joe Biden, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik adımlarını ‘işgalin başlangıcı’ olarak nitelendirerek, Rusya’ya yönelik yaptırımların ilk bölümünü duyurdu.

Başkan Biden, Beyaz Saray’da düzenlediği basın toplantısında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in dün Ukrayna’da iki bölgeyi ‘bağımsız devletler’ olarak tanıdığını duyurduğunu anımsatarak, “Bunu basitçe ifade etmemiz gerekirse, Rusya Ukrayna’nın büyük bir parçasını onlardan kopardığını açıkladı.” ifadesini kullandı.

Putin’in dün gece de söz konusu iki bölgeye asker gönderme kararı aldığını ve askerlerin alanını genişlettiğini anımsatan Biden, “Benim bakış açımdan Putin, daha fazla toprağa zor kullanarak sahip olmak için gerekçeler üretiyor. Dün geceki konuşmasını dinlerseniz, daha da ileri gitmek için gerekçeler ürettiğini görebilirsiniz. Bu Ukrayna’da Rus işgalinin başlangıcı” ifadesini kullandı.

Putin’e yakın kişilere yaptırım kararı

Biden, Rusya’nın bu adımlarına karşılık Rusya’ya 2014’te uyguladıklarından daha çok yaptırım uygulayacaklarını belirterek, “Rusya bu işgalde daha da ileri giderse biz de yaptırımlarda gideriz. Tanrı aşkına Putin’e komşularına ait topraklara sözde bağımsızlık tanıyabileceğini düşündüren ne? Bu uluslararası hukukun açık bir ihlali ve uluslararası toplumdan sert bir yanıtı hak ediyor.” ifadesini kullandı.

Rusya’ya yönelik yaptırımların ilk bölümünü duyuran Biden, “Rusya’nın iki büyük finans kuruluşu VEB ve askeri bankalarına yaptırım uyguluyoruz. Rusya’nın dış borçlarına da geniş yaptırımlar getiriyoruz. Bu da Rus hükümetinin Batılı finans kuruluşlarından artık para kazanamayacağı anlamına geliyor. Rusya artık ne Avrupa’da ne de ABD’de piyasadan borç ticaret yapamayacak.” ifadesini kullandı.

Yarından itibaren Putin’e yakın kişilere ve Putin’in aile üyelerine de yaptırım getireceklerini kaydeden Biden, “Bu kişiler, Kremlin’in politikalarının yolsuzlukla elde ettiği kazançlara ortaklar, bu nedenle bedeli de paylaşmalılar.” dedi.

Putin, Ukrayna Krizinin Çözümü İçin Dört Şart Koştu

Öte yandan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Ukrayna’nın elindeki en iyi seçeneğin NATO üyeliğinden vazgeçmek olduğunu söyledi. Ukrayna’nın ülkesiyle ilişkilerini normalleştirmesi için dört seçenek sunan Putin, NATO üyeliğinden vazgeçilmesi koşulunun yanı sıra silahsızlanma, Kırım’ın Rus toprağı olarak tanıma ve Donbas’la ilgili durumu müzakere şartlarını saydı.

Bir basın toplantısında konuşan Putin, Kiev yönetimiyle sorunların çözümü için Ukrayna’nın NATO’ya girmek yerine tarafsız statüyü benimsemesi ve Kırım’ın ilhakını tanımasını istedi. Ukrayna’nın ülkesine karşı “tepeden tırnağa” silahlandırıldığını ve bunun kabul edilemez olduğunu belirten Putin Ukrayna’ya “silahsızlanma” çağrısında bulundu.

Kiev yönetimini ‘nükleer hırsızlıkla’ suçlayan Rus lider, Ukrayna’nın nükleer hırslarının Rusya’yı hedef aldığını ve Moskova’nın bu nükleer füzelerin menzilinde olduğunu ileri sürdü. Putin ayrıca Minsk sürecinin Ukrayna’nın doğusundaki durum sebebiyle ülkesinin bölgedeki Donetsk ve Luhansk’ın bağımsızlığını tanımadan çok önce ölmüş olduğunu ve sürecin artık varolmadığını söyledi.

Vladimir Putin, dün Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlısı ayrılıkçıların sözde yönetimlerinin tanınmasına dair kararnameyi imzalamış, Rusya Silahlı Kuvvetlerine ‘Donetsk ve Luhansk halk cumhuriyetlerinde’ barışın korunması talimatını vermişti. Rusya Parlamentosunun üst kanadı da bugün Putin’in, ordunun Rusya toprakları dışında görev yapmasına ilişkin başvurusunu onayladı.

Paylaşın

Davutoğlu: Türkiye, NATO’da Etkin Ve Proaktif Diplomasi Yürütmeli

Gelecek Partisi Lideri Davutoğlu, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamayla, Rusya-Ukrayna krizine ilişkin iktidara çağrıda bulunarak, izlenmesi gereken politikaları 5 madde halinde sıraladı. 

Haber Merkezi / Ahmet Davutoğlu, “Sistemik bir depremle karşı karşıyayız. Ukrayna krizi, uluslararası krize dönüşmüştür. Türkiye acilen özellikle NATO’da etkin ve proaktif bir diplomasi yürütmeli. Ülke içinde sorunlarımız olsa da dış politikada Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde ortak çizgide buluşmalıyız” dedi.

Gelecek Partisi (GP) Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Rusya-Ukrayna krizine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:

“Rusya Devlet Başkanı Putin’in dün açıkladığı kararlar sonrasında Ukrayna krizi son derece kritik bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Uluslararası toplum Ukrayna’ya odaklandı. Bu kriz artık herhangi iki ülke arasındaki bir kriz olmanın ötesine geçmiş; Karadeniz, Doğu Avrupa, Avrasya dengelerini etkileyebilecek küresel nitelikte bir kriz haline dönüşmüştür.

Bu krizin doğrudan tarafı olmamakla birlikte, Ukrayna’ya ve Rusya’ya aynı anda komşu olan en önemli NATO ülkesi olan Türkiye için artık kriz kritik aşamanın da ötesine geçmiş bulunuyor.

Maalesef bu kriz esnasında takip edilen diplomasi, etkin bir arabuluculuğu beraberinde getirmediği gibi kriz süreçlerinin nabzını tutma konusunda da belirli zaafları ortaya çıkardı. Buradan iktidara bir kez daha seslenerek ifade ediyorum: Artık Soğuk Savaş sonrası dönemin taşları teker teker oynuyor. Daha önce birçok kez vurguladığım gibi, akademik çalışmalarda altını çizdiğim gibi sistemik bir depremle karşı karşıyayız. Hep beraber Türkiye’nin geleceğiyle ilgili bu krizin sonuçlarına odaklanmak ve sağlıklı bir değerlendirme yapmak durumundayız.

İktidar sahiplerine 5 önemli konuda çağrıda bulunuyorum ve Türkiye’nin bu krizle ilgili temel yaklaşımını bu 5 ana çerçeveye oturtmaları tavsiyesinde bulunuyorum.

Birincisi; Krizin herhangi bir ileri aşamaya, doğrudan çatışma ihtimali aşamasına gelmeden önce Montrö Anlaşması’nın getirdiği bütün kurallara harfi harfine uyacağı deklare edilmeli ve Boğazlar üzerinden Türkiye’nin herhangi bir savaşın parçası haline gelmesinin önüne geçilmelidir.

İkincisi; Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusunda tavizsiz bir politika takip edilmeli ve herhangi bir ülkenin toprak bütünlüğünün sarsılmasının doğurabileceği daha geniş ölçekli krizleri konusunda hem Rusya nezdinde, hem NATO ve diğer ülkeler nezdinde doğrudan temaslarda bulunulmalıdır. Kırım’ın ilhakını tanımamıştık haklı olarak, şimdi de Ukrayna devletinin kendi toprakları içinde bağımsız ve özel bir stratejik ortak olarak Türkiye’nin yanında olması büyük bir önem taşıyor. Toprak bütünlüğünü vurgulamalıyız.

Üçüncüsü; Maalesef NATO’nun en önemli ülkelerinden birisi olan Türkiye bütün bu süreçte NATO istişarelerinin dışında kalmıştır. NATO liderlerinin yaptığı son dönemde 3 önemli zirveye Türkiye davet edilmemiştir. Polonya ve Romanya’nın dahi girdiği bu zirvelerde Türkiye maalesef yer almamıştır. Dolayısıyla NATO içindeki küçük nüansların, görüş ayrılıklarının da doğrudan nabzını tutarak etkin bir rol oynama ve NATO içinde Türkiye’yi olabilecek risklere karşı korumak konusunda önemli bir aracı kaybettik. Şimdi artık krizin bu aşamasında Türkiye NATO’nun bütün mekanizmalarında doğrudan görüş beyan eden ve bu krizden etkilenecek bir ülke olarak bu görüşlerini NATO ülkeleri nezdinde ifade eden bir konuma derhal geçmelidir.

Dördüncüsü; Rusya Türkiye’nin tarihi dostudur, tarihi komşusudur. Gerilimli dönemlerimiz de oldu, barış dönemlerimiz de. Rusya ile ilişkilerimizin özenle yürütülmesi gerektiği kanaatindeyim. Ancak bu özen Rusya’nın, Putin’in son konuşmasında da olduğu gibi tarihi referanslarla Türkiye’yi karşısına alan bir tutum içine girmesini asla mazur göstermez. Rusya ile ilişkilerimizi, istişarelerimizi kapsamlı bir şekilde derinleştirmeliyiz. Rusya nezdindeki etki gücümüzü Ukrayna’nın toprak bütünlüğü bağlamında bir arabuluculuk içinde kullanmaya çaba sarf etmeliyiz.

Beşincisi; Bütün bu gelişmeler soğuk savaş sonrası dönemin temel stratejik depremlerinin, kalıntılarının, sarsıntılarının hissedildiği bir dönemin başladığını gösteriyor. BM sistemi etkisizdir. Rusya’nın Suriye’de takip ettiği politikayla Ukrayna’da takip ettiği politika arasındaki çelişkiler her an her ülkenin başka ülkeye müdahale edebileceği kanaatini oluşturmuş bulunuyor. Son dönemde Rusya’nın Donetsk ve Luhansk, kendilerinin ilan ettikleri adıyla, Cumhuriyetlerini tanıması ulus devletlerin yapısını çözecek çok tehlikeli bir süreci başlatır. Bu bağlamda Moldova, Gürcistan, Azerbaycan, Suriye, Irak, Bosna Hersek gibi ülkelerin toprak bütünlüğü konusunda Türkiye açık ve net bir tavır almalı ve bütün bu farklı bölgelerde, farklı ülkelerdeki çıkar farklılıklarını gözeten ama hepsine alternatif stratejik planlamalar yapan bir esneklik göstermek zorundadır.”

Davutoğlu, açıklama yaptığı videoyu, “Sistemik bir depremle karşı karşıyayız. Ukrayna krizi, uluslararası krize dönüşmüştür. Türkiye acilen özellikle NATO’da etkin ve proaktif bir diplomasi yürütmeli. Ülke içinde sorunlarımız olsa da dış politikada Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde ortak çizgide buluşmalıyız” notu ile paylaştı.

Paylaşın

TİP Genel Başkanı Erkan Baş: NATO Bir Terör Örgütüdür

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, Rusya ile Ukrayna arasında gerilimin tırmanmasına ilişkin, “Bizim tarafımız halkların kardeşliğidir, bizim tarafımız barıştır. Bizim tarafımız açık ve net bir biçimde emperyalizme karşı mücadele tarafıdır” dedi.

Suriye savaşını hatırlatan Baş, partisinin İstanbul il örgütünde yaptığı açıklamada, “İktidarın çıkarları uğruna yeni maceralara sürüklenmesine izin vermeyeceğimizi de vurgulamak istiyoruz” ifadelerini kaydetti.

Bölgede “savaş naralarının” yükseldiğini, Türkiye’nin silahların, bombaların, tankların gölgesinde bir gündemde yaşamak durumunda olduğunu söyleyen Baş, “Sözlerimize başlarken Orta ve Doğu Avrupa’yı bir cephaneliğe çeviren emperyalist bir suç örgütü olarak değerlendirdiğimiz NATO’yu, Ukrayna’dan elini çekmeye çağırıyoruz. Bütün bu tartışmaların başlangıç noktası, sözde Sovyet tehdidine, sözde sosyalizm tehdidine karşı kurulduğunu ilan eden, bu amaçla faaliyet sürdürdüğü yalanıyla var olan NATO’nun bu sözde tehdit bile ortadan kalkmasına rağmen yıllardır faaliyetlerini üstelik genişleyerek daha büyük tehditler yayarak sürdürmeye başlamasına işaret ediyoruz” dedi.

“Türkiye İşçi Partisi açısından bu ve benzeri gerilimlerde ilkesel yaklaşımlar esastır. Biz bütün sözlerimize “İşgal politikalarına ve savaşa hayır” diyerek başlıyoruz. Tüm emperyalist askeri paktlara karşı tutum almaya çağırıyoruz. Değerli yurttaşlar, NATO bir terör örgütüdür. NATO’nun varlığı dünya barışına, dünya halklarına dönük bir tehlikedir ve bugün bu kendisini çok daha açık biçimde göstermektedir.”

Taraflarının savaş olmadığını, “halkların kardeşliği” ve “barış” olduğunu ifade eden Baş’ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar şu şekilde:

“Çok ağır bedeller ödedik”

“Bizim tarafımız açık ve net bir biçimde emperyalizme karşı mücadele tarafıdır ve özellikle bütün derdi iktidar koltuğunu korumak olan bir iktidar tarafından yönetilen bir ülkenin yurttaşları olarak da saray rejimine Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı mücadelenin yükseltilmesinin ne kadar yaşamsal olduğunu bir kez daha deneyimlediğimiz bir süreçten geçtiğimizi hatırlatmak istiyoruz. AKP çok uzun yıllardır emperyalist planlar doğrultusunda ülkemizi maceralara sürükleyerek halkımıza bedeller ödeterek iktidarını koruma stratejisini benimsemiş durumda. Suriye örneğinde bunu başardıklarını düşünüyor olabilirler.

Suriye’de savaşı körükleyen politikaların bir parçası olmak orada doğrudan cihatçı çetelerin hamiliğini yaparak Türkiye’yi savaşın fiilen bir tarafı haline getiren politikalar AKP iktidarı açısından koltuğunu korumayı başarma sonucu getirmiş olabilir ama bunun bedelini Türkiye halkları, Suriye halkı ve hep birlikte bölge halkları olarak bizler ödüyoruz. Dolayısıyla oradan çıkardığı sonuçla bu gerilimi de kendi iktidarını korumak için kullanacağı kaygısı çok yaygın bir şekilde yurttaşlarımız tarafından hissediliyor. Biz daha önceki yaşadığımız acı tecrübelerden yola çıkarak bu konuda kararlı bir tutum içerisinde olacağımızı kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz. Çok ağır bedeller ödedik.

Türkiye’nin pek çok yerinde işçi direnişleri, işçilerin hak mücadelesi büyüyerek devam ediyor. Sevindirici bir haber aldık geçtiğimiz günlerde. Migros depolarında direnen işçi kardeşlerimiz gündem olmuşlardı, kamuoyunun geniş desteğini almışlardı… Verdikleri mücadele ile ilgili olarak ve nihayetinde geçtiğimiz günlerde işten atılan işçi arkadaşlarımız geri alındılar. Maaşlarında bir artışa gidildi, prim ödemelerinin yapılacağı açıklandı. İşçi sağlığı ve çalışma koşullarıyla ilgili de düzeltme taleplerinin yerine getirileceği ortaya çıktı.

Şimdi bu gelişmeyi çok önemli buluyoruz onu söyleyeyim. Migros direnişi bize bir kez daha direnen işçilerin kazanacağını işçilerin inadının dayanışmasının sonuç aldığını göstermiş oldu. Ne patronlar, ne polis, ne onların şiddeti işçilerin birliği dayanışması mücadelesi karşısında hiçbir şey yapamıyor. Sonunda kazanan işçiler oluyor ve şunun da altını özellikle çizmek istiyoruz. Bu zafer esas olarak birlikte direnen işçi arkadaşlarımızın onlara öncülük eden sendikalarının ve kararlı inatçı eylemlerinin bir sonucudur. Hepsine tüm Türkiye işçi sınıfı adına teşekkür ediyoruz. Bu mücadeleye destek veren tüm yurttaşlarımıza ve bir sanatçı sorumluluğuyla onların yanında duran Haluk Levent’e de özel olarak teşekkür etmek istiyoruz.”

Paylaşın

Türk Lirası, Dolar Karşısında Yüzde 1,27 Değer Kaybetti

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Luhansk ve Donetsk’in bağımsızlığını tanıma kararıyla tırmanan Ukrayna-Rusya krizi sonrası Türk lirası ABD doları karşısında yüzde 1,27 değer kaybetti.

Dün 13.67 seviyesinde kapanan dolar/TL kuru 22 Şubat sabahı 13.80 üzerini test ettikten sonra 13.75’e geriledi ancak öğleden sonra satışlar devam etti ve kur 13.85 üzerinde seyrediyor.

Küresel piyasalar

Krizin etkisiyle küresel piyasalarda risk iştahı düştü, borsalar inişe geçti, güvenli liman olarak görülen Japon Yeni ve İsviçre Frangı değer kazandı. Altının ons fiyatı 1.910 dolara dayanırken Haziran 2021’den bu yana en yüksek seviyesini gördü.

Asya borsalarında düşüşler yüzde 2’yi geçti, ABD vadelilerinde yüzde 1,5 civarında düşüş kaydedildi. Bitcoin ve Ethereum fiyatı yüzde 5 ile 7 arasında değer kaybetti. Petrol fiyatları ise arz endişeleri nedeniyle 98 dolarla son yedi yılın zirvesine çıktı.

Ekonomist İbrahim Aksoy gelişmeleri sosyal medya hesabından değerlendirdi. Aksoy petrol fiyatlarındaki yükselişin ve turizm gelirindeki zayıflamanın Türkiye’nin cari açık fazlası hedefini riske attığını belirtti. Aksoy Rus ve Ukraynalı turistlerin Türkiye’ye gelen toplam turistlerin yüzde 27’sini ve toplam turizm gelirinin de yüzde 14’üne tekabül ettiğine dikkat çekti.

Enerjide dışa bağımlı

Enerji kaynakları açısından fakir olan Türkiye  yıllık doğalgaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 99,7’sini ve petrol ihtiyacının yüzde 95’ini ithal ediyor. Türkiye’nin enerjide en çok bağımlı olduğu ülkeler doğalgazda Rusya ve petrolde Irak olarak sıralanıyor. Petrol fiyatları ve kurlar artış gösterdiği zaman bu durum Türkiye’nin enerji faturasına ve dolayısıyla cari dengeye yansıyor.

Paylaşın