Demirtaş: Rusya’nın İşgali, Küresel Satrancın İlk Hamlesi

Megafon TV aracılığıyla genç gazetecilerin sorularını yanıtlayan Demirtaş, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline her şeyden önce ilkesel olarak karşı çıkmanın gerekliliğine vurgu yaparak, ”Ukrayna dahil olmak üzere tüm halkların iradesine saygıyı esas alarak işgallere karşı çıkmak da ilkesel bir tutumdur. Ancak bir siyaset aracı olarak savaş, binlerce yıldır insanlığın acı, yıkıcı, kıyıcı bir gerçeği olarak varlığını da sürdürüyor. Emperyalist ve kapitalist küresel sistemde savaş, aynı zamanda pazarın ve krizlerin yönetiminde acımasız bir strateji olarak uygulanıyor.” dedi.

‘Batı’ dünyasının ‘Doğu’ olarak kodlanan Çin ve Rusya merkezli kapitalizmi tehdit olarak gördüğünün altını çizen Demirtaş, şunları söyledi: ‘‘Başlangıçta ‘tehdit’ komünizmdi, şimdi ‘otoriterizm’ olarak ifade ediliyor. Biden yönetiminin ABD’de iş başına geldiği günden beri dünyanın ‘demokratlar’ ve ‘otoriterler’ şeklinde iki kutba ayrılacağı açıkça söyleniyor.

Bu çerçevede, yakın zamanda ABD’de uluslararası bir demokrasi konferansı düzenlendi ve oraya davet edilmeyen ülkelerin, ‘otoriter devletler’ kategorisine alındığı mesajı verildi. Çin, Rusya ve Türkiye de davet edilmeyen ülkeler arasındaydılar. ABD ve AB, NATO’yu da yeniden şekillendirip salt askeri bir örgüt olmaktan çıkararak özellikle ekonomik alanda Doğu kapitalizmini sınırlandırmaya çalışırken bu ‘demokrat’ olarak kodladığı ülkelerle birlikte hareket etmeyi hedefliyor. Rusya ve Çin ise zaten uzun zamandır hedefte olduklarının farkındaydı ve kendilerine yeni soluk boruları açmaya çalışıyorlardı. Enerji kaynaklarının veya iş gücünün hatırı sayılır bir kısmını elinde tutan bu iki büyük askeri gücün, ekonomide de Batı kapitalizmini zorlayacak ölçekte bir kapitalist güce erişmeleri Batı’yı bir şekilde birlikte hareket ederek Doğu’yu sınırlamaya itmeye başlamıştı.

İşte Rusya’nın Ukrayna işgali bu küresel satrancın bölgesel düzeyde ve tam da Avrupa’nın göbeğinde oynanan ilk büyük hamlesidir, ciddi değişimlerin yaşanacağı güç gösterilerinin ilk hamlesidir.

‘Savaş oyunlarına ezilen halklar cephesinden bakmalıyız’

Yaşanan acılar ise tüm faturasıyla birlikte ezilenleredir. Biz bu savaş oyunlarına ezilen halklar ve sömürülen kesimler cephesinden bakmak zorundayız. ‘Kapitalizme ve emperyalizme alternatif başka bir dünya mümkündür’ diyerek emeği, doğayı, kimlikleri, inançları, kadın eşitliğini, temel özgürlükleri ve radikal demokrasiyi savunan sol bir perspektifi büyütmeyi hedeflemeliyiz. AKP-MHP iktidarı bu savaştan nemalanıp içeride ve dışarıda yaşadığı sıkışıklığı aşmaya çalışan pragmatist ve ilkesiz bir politika izliyor, izleyecek… Ama en zor durumda kalan da kendileri olacak.

Şunu da not olarak düşelim; Çin Komünist Partisi, sosyalizme geçiş için bilinçli bir kapitalist aşamayı hayata geçirdiği iddiasında. Rusya ise Putin’in oligarşik kapitalizmini sosyalizm hedefi olmadan en çarpık haliyle yaşamakta. Dolayısıyla iki ülkede de şu anda kapitalizm yürürlüktedir.”

‘AKP-MHP iktidarından ilkeli bir tutum beklemek hayalcilik olur’

İşgalin başlaması sonrası Avrupa Konseyi, Rusya’nın temsil hakkını askıya almıştı. İşgalle ilgili olarak Erdoğan “Sıradan bir kınama cümbüşüne dönmemeli, Batı daha kararlı bir adım atmalı” dese de Rusya’nın Avrupa Konseyi temsilinin askıya alınmasında Türkiye çekimser oy kullanmıştı.

Demirtaş bu durumu ‘ilkesizlik’ olarak niteledi: ”Türkiye hükümeti gibi ilkesiz denge politikası yürütmeye çalışan hükümetler iki arada bir derede kaldılar. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler Erdoğan’ı Putin’e açık tavır alamayacak kadar sıkıştırmış durumda. Elbette Türkiye savaşta taraf olmamalı ama ne şiş yansın ne de kebap diyerek olup bitenlere seyirci de kalamaz. Barışı, müzakereyi savunurken savaş mağdurlarına koşulsuz insani desteği de sunmalı, mesela daha ne kadar İHA ve SİHA satarım diye ellerini ovuşturmamalı. Tabii ki AKP-MHP iktidarından ilkeli bir tutum beklemek hayalcilik olur. Afrin başta olmak üzere Rojava’da işgale, vali atamaya yönelmiş bir zihniyetten ilkeli olmaları beklenemez.”

Demirtaş, 2015 yılındaki sözleri nedeniyle kendisine ‘cumhurbaşkanına hakaret’ten verilen üç yıl altı aylık cezanın onanması hakkında şunları söyledi: ”Yargının bugünkü tutumunu bir hukuki faaliyet olarak tanımlamak mümkün değil. Bir kısım yargı mensubu, elindeki gücü açıkça siyasi amaçla ve çıkarları için kullanıyor. Dolayısıyla bize verilen cezalar herhangi bir suç unsuruna dayanmıyor. İktidarın ayakta kalabilmesi için muhalefeti ve toplumu bastırma, tasfiye etme amacına hizmet ediyor. Bazı mahkemeler adeta AKP-MHP il teşkilatı gibi çalışıyor. Bu nedenle biz tutuklu veya suçlu değil, siyasi rehineyiz diyoruz. Bu iddiamız AİHM kararları ile de tescillenmiş durumdadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ‘derhal serbest bırakılması’ kararına rağmen, hakkında 4 Kasım 2016’dan bu yana Edirne Cezaevi’nde tutuklu olan HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Megafon’da ‘genç gazetecilerin’ sorularını yanıtladı. Genç gazetecilerin Demirtaş’a soruları ve Demirtaş’ın cevapları ise şöyle:

“Bazı mahkemeler AKP-MHP il teşkilatı gibi çalışıyor”

Ahmet Ayva: Sizin Rusya’ya yaptığınız bir ziyaret sonrası, dönüşte gerçekleştirdiğiniz basın açıklaması nedeniyle ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ gerekçesiyle 3 yıl 6 aylık hapis cezanız geçen gün onandı. Açıklamanızda esasen “Türkiye’nin Rusya ile olan gerilimine, iktidarın dış politikadaki hatalarına bir an önce son vermesi gerektiğini dile getirmiştiniz.” Şimdi Rusya ve Ukrayna arasında büyük bir savaş var. Başta Doğu Avrupa, Türkiye, Ortadoğu ve dünyayı ilgilendiren bu savaşı, iktidarın açıklamalarını nasıl değerlendirirsiniz?

Yargının bugünkü tutumunu bir hukuki faaliyet tanımlamak mümkün değil. Bir kısım yargı mensubu, elindeki gücü açıkça siyasi amaçla ve çıkarları için kullanıyor. Dolayısıyla bize verilen cezalar herhangi bir suç unsuruna dayanmıyor. İktidarın ayakta kalabilmesi için muhalefeti ve toplumu bastırma, tasfiye etme amacına hizmet ediyor. Bazı mahkemeler adeta AKP-MHP il teşkilatı gibi çalışıyor. Bu nedenle biz tutuklu veya suçlu değil, siyasi rehineyiz diyoruz. Bu iddiamız AİHM kararları ile de tescillenmiş durumdadır. Dolayısıyla sorunuzda sözünü ettiğiniz cezayı bu şekilde ele almak gerekir.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline gelince, her şeyden önce ilkesel olarak savaşa karşı çıkmak, yüksek sesle barışı haykırmak gerekir. Ukrayna dâhil olmak üzere tüm halkların iradesine saygıyı esas alarak işgallere karşı çıkmak da ilkesel bir tutumdur. Ancak bir siyaset aracı olarak savaş, binlerce yıldır insanlığın acı, yıkıcı, kıyıcı bir gerçeği olarak varlığını da sürdürüyor. Emperyalist ve kapitalist küresel sistemde savaş, aynı zamanda pazarın ve krizlerin yönetiminde acımasız bir strateji olarak uygulanıyor.

Günümüz “Batı” dünyası, “Doğu” olarak kodladığı Çin ve Rusya merkezli kapitalizmi bir tehdit olarak algılıyor ve soğuk savaştan bu yana çeşitli yöntemlerle sınırlamaya çalışıyor. Başlangıçta “tehdit” komünizmdi, şimdi “otoriterizm” olarak ifade ediliyor. Biden yönetiminin ABD’de iş başına geldiği günden beri dünyanın “demokratlar” ve “otoriterler” şeklinde iki kutba ayrılacağı açıkça söyleniyor. Bu çerçevede, yakın zamanda ABD’de uluslararası bir demokrasi konferansı düzenlendi ve oraya davet edilmeyen ülkelerin, “otoriter devletler” kategorisine alındığı mesajı verildi.

Çin, Rusya ve Türkiye de davet edilmeyen ülkeler arasındaydılar. ABD ve AB, NATO’yu da yeniden şekillendirip salt askeri bir örgüt olmaktan çıkararak özellikle ekonomik alanda Doğu kapitalizmini sınırlandırmaya çalışırken bu “demokrat” olarak kodladığı ülkelerle birlikte hareket etmeyi hedefliyor. Rusya ve Çin ise zaten uzun zamandır hedefte olduklarının farkındaydı ve kendilerine yeni soluk boruları açmaya çalışıyorlardı.

Çin ve Rusya’nın ekonomik faaliyetleri Asya, Afrika, Orta Doğu başta olmak üzere küresel ölçekte bir hayli yaygınlaşmış durumda. Enerji kaynaklarının veya iş gücünün hatırı sayılır bir kısmını elinde tutan bu iki büyük askeri gücün, ekonomide de Batı kapitalizmini zorlayacak ölçekte bir kapitalist güce erişmeleri Batı’yı bir şekilde birlikte hareket ederek Doğu’yu sınırlamaya itmeye başlamıştı.

İşte Rusya’nın Ukrayna işgali bu küresel satrancın bölgesel düzeyde ve tam da Avrupa’nın göbeğinde oynanan ilk büyük hamlesidir, ciddi değişimlerin yaşanacağı güç gösterilerinin ilk hamlesidir. Yaşanan acılar ise tüm faturasıyla birlikte ezilenleredir. Biz bu savaş oyunlarına ezilen halklar ve sömürülen kesimler cephesinden bakmak zorundayız. Kapitalizme ve emperyalizme alternatif başka bir dünya mümkündür diyerek emeği, doğayı, kimlikleri, inançları, kadın eşitliğini, temel özgürlükleri ve radikal demokrasiyi savunan sol bir perspektifi büyütmeyi hedeflemeliyiz.

AKP-MHP iktidarı bu savaştan nemalanıp içeride ve dışarıda yaşadığı sıkışıklığı aşmaya çalışan pragmatist ve ilkesiz bir politika izliyor, izleyecek ama en zor durumda kalan da kendileri olacak. Biz barışı savunarak, demokratik iktidar alternatifini büyüterek, emekçilerin direnişini savunarak, Kürt halkının dinamik özgürlük mücadelesi ile olabildiğince birleştirerek bu zorlu süreci atlatmaya, kazanmaya odaklanacağız.

Şunu da not olarak düşelim; Çin Komünist Partisi, sosyalizme geçiş için bilinçli bir kapitalist aşamayı hayata geçirdiği iddiasında. Rusya ise Putin’in oligarşik kapitalizmini sosyalizm hedefi olmadan en çarpık haliyle yaşamakta. Dolayısıyla iki ülkede de şu anda kapitalizm yürürlüktedir.

“İHA ve SİHA satarım diye eller ovuşturmamalı”

Seda Taşkın (Gazeteci): Avrupa Konseyi toplantısında Rusya’nın üyeliğinin askıya alınması oylanırken, Rusya ve Ermenistan karara karşı oy kullandı. Türkiye ise çekimser kaldı, Azerbaycan oylamaya katılmadı. Türkiye’nin, Rusya işgaline yönelik “Rusya’nın işgalini reddediyoruz” açıklaması yapmasına rağmen çekimser kalmasını nasıl okumak lazım?

Türkiye hükümeti gibi ilkesiz denge politikası yürütmeye çalışan hükümetler iki arada bir derede kaldılar. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler Erdoğan’ı Putin’e açık tavır alamayacak kadar sıkıştırmış durumda. Elbette Türkiye savaşta taraf olmamalı ama ne şiş yansın ne de kebap diyerek olup bitenlere seyirci de kalamaz. Barışı, müzakereyi savunurken savaş mağdurlarına koşulsuz insani desteği de sunmalı, mesela daha ne kadar İHA ve SİHA satarım diye ellerini ovuşturmamalı. Tabii ki AKP-MHP iktidarından ilkeli bir tutum beklemek hayalcilik olur. Afrin başta olmak üzere Rojava’da işgale, vali atamaya yönelmiş bir zihniyetten ilkeli olmaları beklenemez.

“Başkalarının savaşının barışseveri olmak kolaydır”

Berivan Kutlu (Gazeteci): Ukrayna ve Rusya arasında gelişen gerginlik savaşa dönüştü. Birçok muhalif, savaşı istemedikleri yönünde açıklama yapıyor. Örnek verecek olursak Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, kendi ismini bombanın üzerine yazdırmıştı. Kısaca Afrin ve Kuzey-Doğu Suriye’ye yapılan hareketlere destek oldukları açıklamalar yapmıştı. Bunu bir insan hakları savunucusu ve siyasetçi olarak nasıl görüyorsunuz?

İlkesizlik olarak. Bugünün barışseverlerinin pek çoğu, Afrin işgalinde ne yazık ki açıkça savaş ve işgal taraftarlığı yaptılar. Savaşa ve işgale hayır diyenlerse terörist ilan edilip ya sosyal ve siyasal linçe uğradılar ya da tutuklandılar.

“Başkalarının savaşının” barışseveri olmak kolaydır. İş, savaş kapınıza dayandığında tıpkı Moskova’da on binlerce kişinin yaptığı gibi “kendi savaşına” da karşı çıkabilmektir. Umarım ilkeli barış tutumunda Türkiye’de birçok çok çevre olup bitenden ders çıkarmıştır.

“HDP’yi dışlamak”

Sercan İke (TELE1): 12 Şubat’ta 6 muhalefet parti lideri bir araya gelerek ilk kez birlikte fotoğraf vermelerinin ardından, kamuoyuyla ortak bir metin paylaşıldı. Bu metinde “Yarının Türkiye’sini inşa etmek için önemli bir adım attık.” İfadeleri yer alıyordu. Bu bağlamda Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan HDP’nin olmadığı bir masada “Yarının Türkiye’sini İnşa Etmek” cümlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İddialı bir cümle olarak. Bu iddianın sahiplerinden de iddialarının altını ikna edici şekilde doldurmaları beklenir. HDP’yi, başka kesimleri dışlayarak bu iddianın gerçekleşmeyeceğini onlar da biliyorlardır eminim. Bir şekilde HDP ile açık, şeffaf ve demokrasi hedefli müzakere yürütmeleri gerekiyor. Bunu yapacaklarını düşünüyorum. Önümüzde halen zaman var.

“Öcalan demokrasi ve barış karşıtı herhangi bir şeyde yer almaz”

Gökçe Akgöl (Gazetecilik öğrencisi): Cumhurbaşkanı Erdoğan 12 Ocak’ta AKP grup toplantısında “Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek” şeklinde bir konuşma yaptı. Sizce Erdoğan ne yapmak istiyor?

Bence kendisi de ne yapmak istediğini bilmiyor. Bu konudaki net cevaplarımı vermiştim. Bu aşamada söylenecek başkaca bir şey bulunmuyor. İmralı’da tecrit kalkmadan da neyin ne olduğunu bilemeyiz. Emin olduğum tek şey, Öcalan demokrasi ve barış karşıtı herhangi bir şeyde yer almayacağı. Gerisi boş tartışmalardır.

Ortak aday konusu

Emrah Bakır (Freelance gazeteci): Dünyada ve Türkiye’de her geçen gün artan milliyetçilik ve uluslaşma politikasına karşı, olası bir seçimde HDP’nin tutumu sizce nasıl olmalıdır? Şu anki iktidarı geriltebilmek için ortak bir aday mı çıkarmalı, yoksa özgücüne dayalı bir politika mı izlemeli?

HDP tam da bu amaçla sol güçlerle dayanışmayı ve ortak mücadeleyi büyütmeye, Kürt partiler ile bir arada durmaya ve bu vesileyle demokrasi ittifakını büyütmeye gayret ediyor. Ortak aday konusu ise henüz başlıklardan biri değil, zamanı geldiğinde hızla netleştirilir. HDP’nin seçime kendi adayıyla girmesi alternatifi de masada duruyor. Günün koşullarına göre HDP kendi değerlendirmesini yaparak ilkelerine uygun kararı alacaktır.

“Üsluplarını anlamakta zorlanıyorum”

Mahsum Molak (Freelance gazeteci): Geçtiğimiz günlerde Gazeteci İrfan Aktan, Sol Parti PM üyesi Alper Taş ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Aktan’ın, ÖDP’nin bölünmesinin müsebbibi biraz da Kürt hareketi miydi? Sorusu üzerine Alper Taş. “Açık konuşmam gerekirse evet, ÖDP’deki bölünmenin ana kaynağı Kürt hareketinin hem içeriden hem de dışarıdan müdahaleleriydi.” Diye ifade etti. HDP’nin ittifak toplantılarına bakınca, Kürt hareketi, sol-sosyalist partileri bölüyor mu? Birleştiriyor mu?

Söz konusu dönemde ben aktif siyasette değildim, İnsan Hakları Derneğinde görev yapıyordum. Dolayısıyla tam olarak ne oldu, nasıl oldu bilemiyorum. Konunun birincil muhatapları gerektiğinde yanıt verirler.

ÖDP ve bugünkü Sol Parti ile temsil ettikleri mücadele geleneğine bizler her daim büyük bir saygı ve sempatiyle yaklaştık. Her birini kıymetli yol ve mücadele arkadaşımız olarak görüyoruz. Beraberce, kol kola, omuz omuza birçok alanda mücadele yürüttük, yürütüyoruz. Alper arkadaşımız da defalarca omuz yoldaşlığı yaptığımız değerli bir devrimcidir. Niyetlerinden de asla şüphe duymayacağım bu arkadaşların son zamanlardaki açıklamalarını ve üsluplarını anlamakta zorlanıyorum sadece. Kendileri bazen bir selamı unutsalar da ben cevap vermek yerine içtenlikle ve dostça bir selam gönderiyorum.

“Solun yükselişi bir tesadüf değil bilimin gereğidir”

Bilge Çevik (Freelance gazeteci): Aslında dağınık halde yaşadığımız bu 3. Dünya Savaşıyla birlikte yükselen faşizm dalgasıyla dünya halkları da artık daha demokrat adayları konuşmaya başladı. Salgınla beraber özellikle bizim gibi ülkeler ekonomik krizin yarattığı durumdan sonra daha halkçı bir yönetim anlayışını istemeye başladılar. Özellikle Şili ve Peru’da sosyalist adayların seçim zaferi kazanması ve Amerika ve Almanya seçimleriyle sosyalist adayların ön plana çıkması sizce ne anlama geliyor ve yaşanan bu süreci nasıl görüyorsunuz?

Başka bir dünya mümkündür diyerek antikapitalist, antiemperyalist bir politikayı hem ulusal hem de enternasyonel düzeyde büyütebilmenin çok fazla olanağı çıktı ortaya. Sömürünün akıl almaz boyutlara ulaşmasıyla korkunç bir yoksulluk ve işsizlik girdabı dünyayı sarmışken üstüne bir de herkesin aynı gemide olmadığı COVID-19 pandemisi geldi.

Eşitsizlik ve adaletsizliğin en çıplak haliyle yaşandığı bu momentte solun dünya genelinde yükselişi bir tesadüf değil bilimin gereğidir. Gerisi sol öncü güçlerin becerilerine kalıyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Solun sıçrama yapması için imkânlar da koşullar da uygun. Zaten sol güçler bunu harıl harıl tartışıp planlamalarla ve pratik eylemlerle sürece cevap olmaya gayret ediyor. Umarım bu defa rüzgârı yakalayacağız ve solun yelkenini dolduracağız.

“Barışçıl çözüm ihtimali hiçbir zaman imkânsız değil”

Mert Can Bükülmez (Freelance gazeteci): Kürt illerinde 2015’de başlayan şehir savaşının akabinde Başkanlık Sistemine geçiş yapıldı. Bu geçiş sürecinden bu yana faşizmin kurumsallaşması tartışmaları çok yoğun şekilde sürdü ve sürüyor. Sizce Kürt sorununun çözümü 2016 öncesinden daha da mı zorlaştı, yoksa bu zor koşullar AKP’nin gitmesiyle hızlıca değişecek midir?

Kürt sorununda barışçıl çözüm ihtimali hiçbir zaman imkânsız değil. En zor koşullarda bile arayışlar hep devam etmiş, çözüm denemeleri yapılmıştır. Önümüzdeki yıllarda da gündeme tekrar geleceğini düşünmek yanlış olmaz. Toplumsal psikoloji ve siyasi atmosfer değiştiğinde barışçıl ve demokratik çözümleri tartışmak da pratikleştirmek de zor değil. Elbette bunu koşulları oluşacaktır.

“Z kuşağı tipolojisi”

M. Delal Demir (Gazetecilik öğrencisi): Verilere göre olası 2023 seçiminde ilk kez oy verecek 6 milyona yakın genç seçmen bulunmakta ve bu kuşak günümüzdeki tabiriyle Z kuşağı olarak geçiyor, bu kuşağa nasıl bir politika ve strateji ile yaklaşılmalı sizce?

Z kuşağı dediğimiz jenerasyonun tamamı zeki, politik, bilinçli bir bütünü ifade etmiyor. Kendi içinde çok farklı tipolojiler barındıran heterojen bir gruptan söz ediyoruz. Bu nedenle tek bir politik yaklaşım hattı belirleyerek Z kuşağına ulaşmak mümkün değil. Bilimsel araştırmalarla elde edilmiş veriler ışığında her katman için özgün politikalar, araçlar, söylem ve eylemler geliştirmek gerekir.

Çünkü Z kuşağı içinde Almanya’nın bizi kıskandığına inanlar da var, Almanya’nın nerede olduğunu bilmeyenler de var, Almanya’nın en iyi üniversitelerinde tam burslu okuyanlar da. Ya da Boğaziçi’nde direnenler de var, Boğaziçi kayyumunu alkışlayanlar da. Veya kağıt toplayan, inşaatlarda çalışanlar da var, lüks arabalarda pudra şekeri çekenler de.

Dolayısıyla çoklu ve çok yönlü politik stratejiler geliştirerek yeni seçmenlere yaklaşmayı denemeliyiz. Elbette Z kuşağı genel olarak daha zeki, daha pratik, daha hızlı ve daha özgür ruhlu. Ne var ki bu nitelikler, onları otomatikman daha erdemli veya daha politik kılmıyor. Bu özelliklerini bilerek, anlayarak onlarla doğru ve etkili bir iletişim kurmak gerekir. Anlatmaya çalıştığım şey bu.

“Her şey tükenmiş, bitmiş değil henüz”

Ardıl Batmaz (gazeteci): AİHM, sizin de dahil olduğunuz 40 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili olarak hak ihlali kararı verdi. Dokunulmazlığı kaldırılan ve bir kısmı cezaevinde tutulan 10 milletvekilinden bazılarının başvurusunun dahi yapılmadığı, bazılarınınkinin ise eksik belge ve evrak nedeniyle AİHM tarafından usulden reddedildiği ortaya çıktı. Roboski davasına benzetilen bu olayı bir hukukçu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de AİHM kararlarının uygulanmaması, HDP Hukuk Komisyonu ile vekil avukatlarının direncini mi kırdı?

Hukuk Komisyonu ve avukatlarımız ne yazık ki bazı ciddi hatalar ve eksiklikler yaptı. Bunların hiçbiri niyetle alakalı değil. Kaotik ortamların yol açtığı karmaşa, koordinasyon eksikliği, deneyimsizlik veya örgütsüzlük gibi nedenlerle bazı önemli başvurular kadük oldu. Bunlar için ben de çok üzgünüm ama dünyanın sonu değil, kaldığımız yerden ve hatalarımızdan ders çıkararak durumu telafi etmeye, hukuk mücadelesini büyütmeye devam etmeliyiz.

Roboski davası da günü geldiğinde iç hukukta mutlaka yeniden canlandırılacak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gerek kalmadan sorumlulardan hukuk önünde hesap sorulacaktır. Her şey tükenmiş, bitmiş değil henüz.

“AKP-MHP iktidarı rant ve mafya çetelerinin iktidarıdır”

Yadigar Aygün (Freelance gazeteci): Ekonomik kriz Dünya’da ve Türkiye’de derinleşiyor. Şu anda Kürt kentlerinde ve Türkiye’nin pek çok ilinde artan ekonomik kriz karşısında düşük ücretlere, yoksulluğa karşı işçi eylemleri var. AKP iktidarının ekonomi politikasını ve işçilere bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz? İşçi sınıfına bir mesajınız var mı?

İşçiler, emekçiler, köylüler, esnaflar, memurlar dahil alın teriyle geçinen tüm kesimler büyük bir yoksullukla karşı karşıyalar ve haklı olarak her fırsatta, her yerde direnişlerle seslerini yükseltiyorlar. Bun haklı direnişlerin yanında, içinde yer almak, destek olmak, büyütmek ve sonuca taşımak hem siyasal hem toplumsal muhalefetin görevidir.

AKP-MHP zulüm iktidarı rant ve mafya çetelerinin iktidarıdır, emekçilerin alın teriyle, hakkıyla, hukukuyla alakaları yoktur. İktidarı değiştirecek en büyük güç de emekçilerdir. Emekçiler kendi öz güçlerine güvenmeli, örgütlenmeli ve kesinlikle sömürüye karşı direnmeliler. Yarınlar onlarındır, bundan emin olsunlar. Bu düzen ilelebet böyle devam etmez.

Ayrıca emekçiler için yazıp bestelediğim bir seçim şarkısı var, yakında onu da emekçilere içeriden küçük bir armağan, sıcak bir selam olarak göndereceğim.

“Cezaevleri bir tür işletme, ticarethane”

Kadir Güney (Gazeteci): Türkiye’de elektrik başta olmak üzere temel tüketim ürünlerine zamlar geldi. Faturaların fahiş fiyatları sonrası birçok siyasetçi, sanatçı faturalarını ödemeyeceğini söyledi. Bilindiği kadarıyla tutsaklar da elektrik faturası ödüyor. Sizin faturalara nasıl yansıdı? Siz de faturanızı ödememeyi düşünüyor musunuz?

Dışarıda yaşanan ekonomik felaketlerin hapishanelerde de yansıması oluyor elbette. Tıpkı dışarıda olduğu gibi içeride de çok sayıda yoksul insan var. Ben cezaevlerindeki sorunları kendi adıma dile getirmeyi doğru bulmamakla birlikte cezaevlerinde yaşanan her sorunu, her trajediyi olabildiğince gündeme getirmeye gayret ediyorum.

Hapishanelerde elektrik faturası tahsilatı başlı başına bir garabettir. Bunun yanında hükümlülerden yemek ve iaşe bedeli adı altında ciddi paralar alınıyor. Ayrıca kantinlerde fahiş fiyatlara kalitesiz ürün satışından veya cezaevi işliklerinde ucuz emeği sömürülen işçilerden büyük kazançlar sağlanıyor. Yani cezaevleri de bir tür işletme, ticarethane olarak görülüyor.

Örneğin bizim hücremizde bir televizyon, bir mini buzdolabı, bir ketıl ve üç lamba var. Beş yıl önce ilk elektrik faturamız 12,50 TL gelmişti. Geçen ay ise 120 TL geldi. Yani beş yılda yüzde bin artmış durumda. Aslında ödemesek elektriğimizi de kesemezler, kandil falan da gönderemezler ama böyle bir tutuma girmeyi düşünmedim hiç.

“Tahliyeye az kaldı, inanın”

Yeşim Özdemir (Freelance gazeteci): İçeride olan sizler mi daha çok tutsaksınız, dışarıda olan bizler mi? Türkiye’nin büyük bir hapishaneye dönüştüğünü düşünerek soruyorum bunu.

Bazen dışarıyı anlamakta, analiz etmekte gerçekten zorlanıyorum. Şu son beş buçuk yıl, her şeyin çok çok hızlı değiştiği, akıp gittiği bir tarihsel süreç oldu. Dışarıdan gelen haberler, okuduklarım, izleyip dinlediklerim durumun çok iyi olmadığını, açıkçası bir felaket olduğunu hissettiriyor. Umutsuzluk, karamsarlık, keyifsizlik, yoksulluk ve yoksunluk… Baskılar, işten atmalar, ülkeyi terk etmeler, korkular, kaygılar…

Eksik olan tek şey ranzalar galiba. İnfaz memurları ve hapishane müdürü dışarıda da var zaten. Allah hepinizi kurtarsın diyeceğim ama siz de biraz gayret edin, direnin, çalışın, mücadele edin, el ele verin. Tahliyeye az kaldı, inanın.

“Havalandırma 7×4 metre, koşamıyorsunuz haliyle”

Emre Caka (gazeteci): Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de özellikle futbol üzerinden iktidarlar yapılanırken sol-sosyalist mücadelenin ve ulusal hareketin bu konuda herhangi bir çalışmasını göremiyoruz. Türkiye geçmişine baktığımız zaman birçok siyasetçi, suç örgütü lideri spor ile ilişkili durumda. Ve onun dışında “5’li çete” olarak bilinen Limak Şirketi’nin sahibi Nihat Özdemir, Türkiye Futbol Federasyonu’nun başında.

Siz de geçtiğimiz zamanlarda Marcao’nun, Kerem Aktürkoğlu’na uyguladığı şiddeti hatırlatmış, spor ile ilişkiniz olduğunu ve takip ettiğinizin sinyallerini vermiştiniz. Özetle; Türkiye sol-sosyalist ve Kürt hareketinin spora dair çalışmasının olmamasını nasıl yorumlarsınız? Bu arada spor yapıyor musunuz?

İşin aslı, profesyonel sporla çok alakam yok. Futbol başta olmak üzere birçok spor dalı büyük bir sektöre, ciddi bir pazara dönüştü. Sporun dostluk, dayanışma, kardeşlik ve barışı geliştirme fonksiyonu uzun zaman önce yok olup gitti zaten. Olimpiyatlar bile çıkış amacından çok uzakta bir yere, kapitalizmin beşiğine, devletlerin rekabet alanına dönüştü. Hal böyleyken alternatif spor etkinlikleri de halı saha dostluk maçlarının ötesine geçemiyor.

Birileri bu konuya da kafa yormalı ama ben çok hâkim değilim maalesef. Mesela sevgili Tanıl Bora’ya sormalısınız belki, eminim ciddi önerileri vardır. Bu vesileyle Tanıl Hoca’ya ve diğer tüm dostlara da yürek dolusu selamlar gönderiyorum. Ben de burada yürüyüş, koşu falan yapıyorum. Havalandırma 7×4 metre. Maraton koşamıyorsunuz haliyle.

“Edebiyata sarılmak en doğrusu gibime geliyor”

Muhammed Yavaş (Freelance gazeteci): Siyasetle mi bir şeyleri değiştirmek kolay, edebiyat ile mi?

İkisiyle de kolay değil ama ikisiyle de denemek lazım. Ancak edebiyat benim için siyasetten hep bir adım önde. Daha sıcak, daha samimi, özgün ve niteliklidir edebiyat. Günümüzün pratik siyaseti ise soğuk, rekabetçi, çıkara dayalı ve riyakâr. Siyaset değişimden çok iktidarı, hiyerarşiyi, gücü hedefliyor.

Edebiyat ise evreni, doğayı, insanı, duyguları, düşünceleri çok yönlü anlayıp derinlemesine idrak etmemizi kolaylaştırıyor. Aslında siyaset de bunları hedefleyebilir, sağlayabilir ancak bugünün reel siyaseti bunu yapamaz, bu potansiyeli, bu niteliği ve amacı yoktur. Yine de politikayı bir kenara itmeden edebiyata da sarılmak en doğrusu gibime geliyor.

“Siyaset denince midemi bulandıran pek çok şeyle karşılaştım”

Daniel Thorpe (Freelance gazeteci): Hapishanede geçirdiğiniz süreç Türkiye siyaseti üzerine düşüncelerinizi nasıl etkiledi?

Türkiye’de bilinen anlamıyla siyaset yoktur. Yani devlet ile toplum ve birey arasındaki dengeleri sağlayan, çözümleri üreten bir aktiviteden çok rant, güç, iktidar alanları devşirmek, meslek edinmek, çıkar sağlamak eylemleri vardır, buna da siyaset deniyor.

Biz HDP’liler mümkün olduğunca bu rezilliğe bulaşmamaya çalıştık ama siyaset denince yine de midemi bulandıran pek çok şeyle karşılaştım, pek çok şeye tanık oldum. Bu anlamdaki siyasetten çok uzaklaştım desem abartmış olmam. Ben mücadele etmeyi seviyorum. Temsili siyaseti, milletvekilliğini, başkanlığı değil.

Cezaevinde bundan iyice emin oldum. Dışarıda bir koltuk uğruna insanların neler yaptığını gördükçe iyice soğudum. Koltuğu olmayınca hiçe dönüşüveren karakterlerin siyasete katabileceği ne olabilir ki? Mümkünse benden uzak olsunlar, çıkınca ben de bu tiplerden çok uzak olacağım. Demokratik siyasetin veya siyasette demokratikleşmenin büyümesine katkı sunacağım elbette.

“Kedileri var şimdilerde, yerimi tutuyor mu bilemiyorum”

Beril Caymaz (Freelance gazeteci): Çocuklarınızla en çok ne yapmayı özlediniz?

Kahvaltı hazırlayıp kahvaltı yapmayı. Bizim için bir gelenek, tam bir şenlikti. Başak ile kızlarımız o geleneği mümkün olduğunca sürdürüyorlar ama bir eksikle. Gerçi kedileri var şimdilerde, adı Zin, yerimi tutuyor mu bilemiyorum, onlara sormak lazım. En azında ben tüy döküp sağı solu kirletmiyordum, kıymetimi anlamışlardır bence (gülüyor)

Paylaşın

Ukrayna’da Savaşı Bitirecek Beş Farklı Senaryo

Savaş ortamındaki belirsizlikte geleceğe dair tahminlerde bulunmak zor olabilir. Cepheden gelen haberler, diplomatik açıklamalar, yerlerinden edilen ve yas tutan insanların acıları çok yoğun duygulara yol açabilir. Bir anlığına bunları bir kenara koyup Ukrayna’daki çatışmanın nasıl sonlanabileceğini düşünelim.

Siyasetçilerin ve askeri planlamacıların incelemekte olduğu senaryolar neler? Bu kişilerin çoğu geleceği tahmin etmenin zor olduğunu söylese de bazı öngörüleri var. Senaryoların büyük bir kısmı iç karartıcı olsa da BBC Diplomasi Muhabiri James Landale bunları inceledi.

Kısa savaş

Bu senaryoda Rusya askeri operasyonlarını artırır. Ukrayna genelinde topçu ve roket saldırıları, sivil kayıpları önemsemeksizin artar. Şimdiye kadar büyük bir faaliyetini görmediğimiz Rus Hava Kuvvetleri yıkıcı hava saldırıları yapar. Büyük siber saldırılar, kritik altyapı tesislerini hedef alır. Enerji nakil hatları ve iletişim altyapısı kesilir. Binlerce sivil ölür. Kiev cesurca direnişe rağmen günler içinde düşer. Hükümet devrilir ve Moskova’nın yerleştireceği bir kukla hükümet başa gelir. Devlet Başkanı Zelenskiy öldürülür veya kaçmak zorunda kalır. Putin zafer ilan eder ve güçlerinin bir kısmını geri çekip Ukrayna’yı kontrol altında tutmaya yetecek kadar askeri geride bırakır. Binlerce sığınmacı Batı’ya kaçar. Ukrayna, Belarus gibi Rusya’nın bir uydu devletine dönüşür.

Bu senaryo kesinlikle imkansız değil ama birkaç faktörün değişmesine bağlı: Rus ordusunun daha iyi performans göstermesi ve Ukrayna ordusunun direncinin kırılması. Putin Kiev’de bir rejim değişikliği ve Ukrayna’nın Batı’yla entegrasyonunun sonlanması gibi hedeflerini hayata geçirebilir.

Fakat Rus yanlısı bir hükümet gayrimeşru olarak görülecek ve isyanlarla karşılaşabilecektir. Bu nedenle bu, istikrarsızlık ve isyanlarla sonuçlanma ihtimali yüksek bir senaryo.

Uzun savaş

Bundan daha olası olan senaryo çatışmaların uzun bir savaşa dönüşmesi. Rus kuvvetleri düşük moral, kötü lojistik ve beceriksiz liderlik nedeniyle ilerlemekte zorlanabilir. Rusya’nın Kiev gibi kentleri sokak sokak savaşarak alması daha uzun sürebilir. Uzun kuşatmalar yaşanır. Böylesi bir savaş, Rusya’nın 1990’lardaki uzun ve kanlı bir savaşla, büyük oranda yıkılmış durumdaki Çeçenistan’ın başkenti Grozni’yi ele geçirmesine benzeyebilir.

Rus birlikleri Ukrayna kentlerinde biraz varlık gösterebilse bile tam bir kontrol sağlamakta zorlanabilirler. Belki de Rusya, bu kadar büyük bir ülkeyi kontrol altında tutmaya yetecek kadar asker sağlayamaz. Ukrayna’nın silahlı birlikleri, yerel halk tarafından da desteklenen bir isyan gücüne dönüşebilir. Batı silah ve mühimmat göndermeye devam eder. Yıllar sonra Moskova’da yönetimin değişmesiyle birlikte Rus güçleri, elleri kanlı ve boyunları bükük bir şekilde Ukrayna’yı terk edebilir. Tıpkı 1989’da Afganistan’ı terk ettikleri gibi.

Avrupa savaşı

Bu çatışmanın Ukrayna sınırları dışına taşması da mümkün olabilir mi? Putin eski Rus imparatorluğuna ait parçaları ele geçirmek için Moldova ve Gürcistan gibi NATO üyesi olmayan eski Sovyet ülkelerine asker gönderebilir. Belki de yanlış hesaplar gerilimin artmasına yol açar. Putin, Batı’nın Ukrayna’ya silah yardımını saldırganlık olarak yorumlayıp intikam almak isteyebilir. NATO üyesi olan Baltık ülkelerine asker göndermekle tehdit edebilir.

Bu çatışmanın Ukrayna sınırları dışına taşması da mümkün olabilir mi? Putin eski Rus imparatorluğuna ait parçaları ele geçirmek için Moldova ve Gürcistan gibi NATO üyesi olmayan eski Sovyet ülkelerine asker gönderebilir. Belki de yanlış hesaplar gerilimin artmasına yol açar. Putin, Batı’nın Ukrayna’ya silah yardımını saldırganlık olarak yorumlayıp intikam almak isteyebilir. NATO üyesi olan Baltık ülkelerine asker göndermekle tehdit edebilir.

Bu durum NATO ile büyük bir savaş riskine yol açar. NATO sözleşmesinin 5. maddesi, bir NATO üyesine yönelik saldırının tüm üyelere yönelik bir saldırı olarak değerlendirileceğini belirtiyor. Fakat Putin iktidarda kalmasının tek yolu olarak bunu görürse bu riski alabilir. Örneğin Ukrayna’da yenilmekte olduğunu görürse, gerilimi daha da artırmak isteyebilir. Rus liderliğinin uluslararası normları göz ardı edebildiğini biliyoruz. Aynı mantık, nükleer silahların kullanımında da kendini gösterebilir. Putin bu hafta nükleer güçlerini yüksek alarm seviyesine getirdi. Çoğu analist bu silahların kullanılmayacağını düşünüyor. Fakat yine de bu durum Rus doktrininin, nükleer silahların kullanımına izin verdiği gerçeğini hatırlatıyor.

Diplomatik çözüm

Bütün bu yaşananlara rağmen diplomatik bir çözüm mümkün olabilir mi?

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Şimdi silahlar konuşsa da diyalog yolu her zaman açık olmalıdır” dedi. Diyalog kesinlikle devam ediyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Rusya Devlet Başkanı Putin ile telefonda konuştu. Diplomatlar Moskova’yı yoklamaya devam ediyor. Rus ve Ukraynalı yetkililer Belarus sınırında görüşüyor. Çok bir ilerleme sağlayamasalar da, Putin’in görüşmelere devam etmesi bir ateşkes ihtimalini reddetmediğini gösteriyor.

Burada esas soru, Batılı diplomatların Rusya’ya kabul edilebilir bir teklif sunup sunamayacağı. Diplomatlar Rus liderliğinin, yaptırımların kalkması için neler beklediklerini bilmesinin önemli olduğunu söylüyor.

Bir de bu senaryoyu düşünün:

Rusya için savaş kötü gider. Yaptırımlar Moskova’yı çok rahatsız eder. Asker cenazeleri arttıkça ülke içinde muhalefet de artar. Putin boyundan büyük bir işe kalkışıp kalkışmadığını sorgulamaya başlar. Savaşa devam etmenin, iktidarda kalma hedefine küçük düşürücü bir şekilde savaşı sonlandırmaktan daha fazla zarar vereceğini fark eder. Çin devreye girer ve Moskova’ya uzlaşı için baskı yapar, gerilim azaltılmazsa Rus gazı ve petrolü almayacağını söyler.

Bunun üzerine Putin bir çıkış yolu arar. Ukraynalı yetkililer de ülkelerindeki yıkım ve hayat kaybı nedeniyle savaşa devam etmektense bir siyasi uzlaşıyı tercih eder. Örneğin Ukrayna, Donbas’ın bir kısmı ve Kırım’daki Rus egemenliğini tanır. Putin de buna karşılık Ukrayna’nın Batı ile entegre olmasına itiraz etmeyi bırakır. Bütün bunlar olası gözükmeyebilir. Fakat kanlı bir çatışmanın sonunu getirebilecek kadar mümkün görülen bir senaryo da bu.

Putin’in devrilmesi

Peki ya Vladimir Putin? İşgale başladığında “Her türlü sonuca hazırız” demişti.

Peki bu sonuç, iktidarı kaybetmesi olursa? Düşünmesi zor gelebilir. Fakat dünya son günlerde değişti ve bu artık imkansız görülmüyor. Kings College’dan Savaş Çalışmaları Profesörü Sir Lawrence Freedman bu hafta “Artık Moskova’da bir iktidar değişikliği, Kiev’deki bir iktidar değişikliği kadar olası” diye yazdı.

Neden böyle yazmış olabilir? Belki de Putin’in savaşı ülkesinde bir felakete yol açar. Binlerce Rus askeri ölür. Ekonomik yaptırımlar büyük etki gösterir. Putin halk desteğini kaybeder. Belki de bir halk devrimi tehlikesi baş gösterir. Kolluk kuvvetlerini kullanarak bu muhalefeti bastırmaya çalışır. Fakat işler planladığı gibi gitmez ve Rus ordusu ile ekonomik ve siyasal elitinin önemli bir kısmı ona karşı çıkmaya başlar. Batı Putin’in yerine daha ılımlı bir liderin gelmesi durumunda bazı yaptırımların kaldırılabileceği ve diplomatik ilişkilerin normale dönebileceğini açıklar. Kanlı bir saray darbesiyle Putin devrilir. Bu senaryo da şu an çok olası gözükmeyebilir. Fakat Putin’in iktidarda kalmasından fayda gören kişiler, artık Putin’in çıkarlarına hizmet etmediğini düşünürse bu gerçekleşebilir.

Sonuç

Bunlar birbirini dışlayan senaryolar değil. Bunların çeşitli öğeleri bir araya gelerek farklı sonuçlara da yol açabilir. Fakat bu çatışma nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın dünya artık eski dünya değil. Eski statükoya bir dönüş olmayacak. Rusya’nın diğer ülkelerle ilişkisi daha farklı olacak. Avrupa’nın güvenlik politikaları değişmiş olacak. Liberal, uluslararası kurallara bağlı düzenin inşa edilme nedeni de tekrar hatırlanacak.

Paylaşın

İçişleri Bakanlığı’ndan Yeni Kovid 19 Genelgesi

Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu kararı doğrultusunda İçişleri Bakanlığı’nca Covid-19 tedbirleri kapsamında hazırlanan genelge valiliklere gönderildi. Genelgede maske kullanımı, HES kodu sorgulaması ve negatif PCR test sonucu ibrazı istenilmesine dair hükümlerin uygulanmasının 3 Mart 2022 tarihi itibarı ile sonlandırıldığı belirtildi.

Genelgeye göre bundan böyle açık alanlar ile sosyal mesafenin uygulanabildiği ve uygun havalandırma koşullarının bulunduğu kapalı yerlerde maske kullanma zorunluluğu uygulanmayacak. Ancak yeni bir karar alınıncaya kadar; “okul, hastane, sinema, tiyatro gibi kişiler arasında gerekli sosyal mesafenin sağlanamadığı kapalı yerler ile otobüs, minibüs, servis, tren, metro, vapur, uçak gibi her türlü toplu ulaşım araçlarında (şehirlerarası dahil) maske kullanım zorunluluğu uygulanmasına” devam edilecek.

HES kodu sorgulaması sona erdi

Ayrıca alışveriş merkezleri, tiyatro halı saha gibi belirli alanlara girecek kişilere ya da otobüs, tren, uçak gibi toplu ulaşım araçlarını kullanacaklara yönelik HES kodu sorgulaması yapılması uygulamasının da 3 Mart 2022 tarihi itibarı ile sona erdirildiği açıklandı. Aşısız veya aşı sürecini tamamlamayan ya da son 180 gün içinde hastalığı geçirmemiş kişilerden uçakla seyahat gibi durumlarda negatif PCR test sonucu ibrazının da istenmeyeceği belirtildi.

Türkiye’ye girişlere dair kurallar

İçişleri Bakanlığı genelgesinde Türkiye’ye girişlerle ilgili de açıklamalar yer aldı. Genelgede “Hava yolu ile sınır kapılarımızdan ülkemize girişlerde; Dünya Sağlık Örgütü veya ülkemizce acil kullanım onayı verilmiş aşılardan en az iki doz (Johnson & Johnson için tek doz) yaptırdıklarını ve son dozdan en az 14 gün geçtiğini veya ilk PCR pozitif test sonucunun 28. gününden başlamak üzere son 6 ay içinde hastalığı geçirdiğine dair ilgili ülke resmi otoritelerince düzenlenen belgeyi ibraz edenler veya son 72 saat içinde alınmış negatif PCR test sonucu ibrazı veya son 48 saat içinde alınmış negatif hızlı antijen testi ibraz eden kişilere karantina tedbiri uygulanmayacaktır” denildi.

Genelgeye göre kara, deniz ve demiryolu sınır kapılarından Türkiye’ye giriş yapanlardan ise herhangi bir belge istenmeyecek. 12 yaş altındaki çocuklar, ülkeye girişlerinde PCR/Antijen test raporu ile aşı sertifikası uygulamalarından muaf tutulacak. Dış ticaretin olumsuz etkilenmemesi için de uçak mürettebatı ve kilit personel SARS-­CoV-­2 PCR testi ve karantina uygulamasından muaf tutulacak.

Paylaşın

Davutoğlu’ndan Erdoğan’a: Derdimiz Geçim, Çözüm Seçim

Sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklama ile zamlara ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına tepki gösteren Gelecek Partisi Lideri Davutoğlu, “Ülke yangın yeri. Boş laflarla kaybedecek vakit yok. Derdimiz Geçim, Çözüm Seçim” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ile  Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın muhalefete yönelik açıklamalarına ve art arda gelen zamlara tepki gösterdi.

Davutoğlu’nun paylaşım şöyle:

“Sn. Erdoğan, ülkemiz için bir araya gelip çözüm sunmamızdan çok rahatsız olmuş. Bizi bırakın, işinizi yapın! Enflasyon TÜİK’de yüzde 50’yi, ENAG’da yüzde 120’yi geçti, akaryakıt fiyatları 20 TL’ye dayandı. Ülke yangın yeri. Boş laflarla kaybedecek vakit yok. Derdimiz Geçim, Çözüm Seçim!”

Erdoğan ne demişti?

Erdoğan, partisinin Ankara Genişletilmiş İl Danışma Meclisi toplantısında, “1990’lı yılların siyasi istikrarsızlık, sosyal kaos, ekonomik çöküntü dönemlerine geri dönmektir. 28 Şubat ittifakı çatısı altında bir araya gelenler o masaya oturtma cesareti, harbiliği, samimiyeti bulamadıkları ortaklarıyla birlikte ülkenin ve milletin hiçbir meselesi konusunda dişe dokunur hiçbir teklif ortaya koyamıyorlar.

Çünkü bunların bir araya geliş gayesi ülkenin ve milletin sorunlarını çözmek, kalkınmamızı hızlandırmak değildir. Bunların tek derdi ülkenin ve milletin felaketi pahasına da olsa kendilerine ajanslar vasıtasıyla verilen gündemi uygulamaktır. Proje şayet ortaya bir eser koyacaksanız iyidir ve gereklidir. Siyasette proje milli iradeye saygısızlık; hatta tehdittir. Bunların tanımı bu.

Türkiye her darbenin ardından vesayet dayatmalarıyla benzer siyaset projeleriyle karşılaşmıştır. Milletimiz her seferinde bulduğu ilk fırsatta bu projeleri çöpe atmış, ülkenin yönünü kendi tarihi, değerleri, kültürüne, ihtiyaçlarına, hedeflerine uygun istikamete çevirmiştir.

İnşallah bu sefer ki proje de milletimiz tarafından sandığa gömülecektir. Gezi olayları 17-15 Aralık, çukur eylemleri ile sınırlarımıza yığılan terör örgütleriyle, 15 Temmuz’da, ekonomik tuzaklarla başaramadıklarını 28 Şubatı İttifakı projesiyle elde edemezler, edemeyecekler.” demişti.

Paylaşın

Rusya’nın Ukrayna’yı İşgali; NATO Yeniden Hayat Mı Buldu?

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2019 yılında NATO’nun “beyin ölümünün” gerçekleştiğini açıklaması o dönem büyük tartışmalara neden olmuştu. Fakat Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi İttifak içerisinde tekrar birlik sağlanmasına yol açtı ve ‘NATO yeniden hayat mı buldu?’ soruları yükseldi.

NATO tarihinde bir ilk olarak Genel Sekreter Jens Stoltenberg Ukrayna’daki savaşa cevap olarak Avrupa sınırlarını güçlendirmek için 40 bin kişilik acil durum gücünü sevkedilmesi kararını verdi. 2004 yılından beri NATO askerleri sadece doğal afetler sonrası müdahaleler ve Afganistan’dan tahliyenin koordinasyonu için kullanılmıştı.

Romanya’daki NATO üssüne 500 Fransız askerin gönderilmesi bekleniyor. Polonya ve Baltık ülkelerine de 1000 asker sevk edildi. Ayrıca Ukrayna ve Rusya’ya komşu ülkelerdeki hava savunma hattını güçlendirmek için savaş uçakları da bölgeye gönderildi.

Ukrayna konusunda NATO’nun kararlı duruşu ittifaka hiç katılmamış olan İsveç ve Finlandiya’yı da cesaretlendirdi ve katılma isteğini yeniden değerlendirmeye başladı.

‘NATO asıl amacına dönüyor’

Macron’un ve Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın açıklamaları ile bölünmüş ve Afganistan’daki kaos nedeniyle ağır eleştirilere maruz kalmış olan NATO hiç olmadığı kadar zayıf bir durumda görünüyordu.

France 24’e konuşan Nante Üniversitesi’nden Jenny Rafik, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in hareketlerinin NATO’nun kendini yeniden bulmasını ve bağlarını kuvvetlendirmesini sağladığını vurguladı. Rafik “Rus işgali ile NATO, üyeler arasında ihtilafa neden olan asıl amacına dönmüş oldu,” ifadelerini kullandı.

İhtilafların sonu

Bu son gelişme NATO’nun doğu ve batı üyeleri arasında uzun süredir süren görüş ayrılıklarının rafa kalkmasına yol açtı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Macaristan ve Polonya gibi eski Sovyet bloku ülkeleri kendilerini Rus tehdidine karşı korumak için ittifaka katılmıştı. Fransa, İspanya ve ABD ise odağın Akdeniz, Çin ve terörle mücadeleye kaymasını istiyordu fakat Ukrayna krizi doğulu üyeleri haklı çıkardı.

Ayrıca başta ABD tarafından dillendirilen Avrupalı ülkelerin savunma harcamalarını arttırmaması yönündeki eleştiriler de son buldu. Hedefteki ülke Almanya 100 milyar euroluk savunma bütçesinin yanı sıra milli gelirinin yüzde ikisinden fazlasını savunma harcamalarına ayırma kararı aldı.

Bazı ülkelerin sadakati ile ilgili şüpheler de son buldu. ABD Başkanı Joe Biden NATO topraklarının her karışını Rusya’ya karşı koruyacağı sözünü verdi. Chatham House araştırmacısı Samantha de Bendern yıllardır Avrupa ülkelerinin ABD’nin NATO içerisindeki yükümlülüklerini yerine getirmeyeceğinden endişe duyduğunu belirtti. Özellikle küçük ülkeler Rusya’nın saldırması halinde ABD’nin cevap vereceğinden şüphe duyuyordu. De Bendern, “Her ne kadar Avrupalılar ancak ABD’nin bir silahlı çatışmada kendilerini savunması halinde tam emin olacak olsalar da, Joe Biden’ın takındığı tavır bu korkuları biraz olsun yatıştırdı,” ifadelerini kullandı.

Hatta bazıları tam aksini düşünse bile Türkiye de NATO saflarında yer aldı. De Bendern Putin’le yakın ilişkileri olmasına rağmen Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ukrayna silah sevkiyatı yapması ve boğazları kapatmasının bu konudaki endişeleri de ortadan kaldırdığını belirtti.

Nükleer tehdit

Fakat şu anda oluşmuş olan birliğin Rusya’ya karşı uzun süreli bir konsensüse dönüp dönmeyeceği henüz bilinmiyor. Ukrayna NATO üyesi olmasa da Kiev’in batı ittifakına yakınlaşması Rusya’nın işgalinin gerekçesini oluşturdu.

Bu nedenle Finlandiya ve İsveç’in de bu yolu denemesine düşük bir ihtimal olarak bakılıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Finlandiya tarafsız bir pozisyon belirlerken İsveç de çatışma bölgelerine silah göndermekten kaçınmıştı.

Fakat her iki ülke de bu geleneklerini bozarak Ukrayna’ya destek olacaklarını açıkladı. Fakat Raflik’e göre Finlandiya’nın nötralize edilmesi Soğuk Savaş’ın en temel konularından biri ve NATO’nun Finlandiya’yı ittifaka alarak Rusya’yı provoke etme riskini almayacak.

Tüm bu dengeler Putin’in nükleer silahları da alarm durumuna geçirmesi ile daha da tehlikeli hale gelmiş oldu. Gerginliği azaltmak için ABD, Ukrayna’ya asker göndermeyeceği sözünü tekrarladı.

Bu bir anlamda Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in talep ettiği uçuşa yasak bölge ilan edilmesinin hayata geçirilmeyeceğini gösterdi. Sıcak gelişmeler Avrupa’da NATO’ya ve savunma harcamaların artırılmasına olan desteği artırsa da kriz sakinleştiğinde bu durumun kalıcı olup olmayacağı belirsizliğini koruyor.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

Rusya Savaşta Kararlı: Ateşkes Yok

Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’ya başlattığı istila sürerken Ukrayna ve Rusya heyetleri ile ikinci kez masaya oturdu. İlk görüşmede sonuca gidemeyen ve görüşmelere devam kararı alan heyetler, ikinci tur için Belarus’un Brest kentinde bir araya geldi.

Rusya ve Ukrayna heyetleri, 28 Şubat’ta Belarus’un Gomel kentinde bir araya gelmiş, 6 saatlik görüşmeden herhangi bir sonuç çıkmamıştı.

İkinci tur da,  belli konularda “karşılıklı anlayış” sağlanmasına karşın somut bir anlaşmaya varılamadan sonuçlandı. Toplantı bitiminde taraflar görüşmelere üçüncü turda devam edileceğini açıkladılar.

İnsani koridor

Toplantı çıkışında Rus heyetine başkanlık eden Rusya Devlet Başkan Yardımcısı Vladimir Medinskiy, görüşmelerde “askeri, uluslararası ve insani olmak üzere üç sorun bloku ve çatışmanın gelecekteki siyasi çözümünü” ele aldıklarını söyledi.

Mendinskiy tarafların konumlarını korumaya devam ettiklerini, bir kısmında “karşılıklı anlayış sağlandığını” belirtti. Bununla birlikte Perşembe günkü görüşmelerde “askeri çatışma bölgesinde bulunan çocukların, sivillerin kurtarılması” konusunda anlaşmaya varıldığını açıkladı.

Putin’in yardımcısı, heyetlerin “sivillerin tahliyesi için insani koridorlara destek formatı ve sivillerin tahliyesi döneminde insani koridorların bulunduğu bölgelerde çatışmaları durdurma ihtimali konusunda anlaşmaya vardık, Bu önemli bir ilerleme” dedi.

“Beklediğimiz sonucu alamadık”

Ukrayna heyetinin başkanı, Ukrayna Devlet Başkanlığı Başdanışmanı Mihaylo Podolyak ise toplantı sonrası yaptığı açıklamada, “Maalesef beklediğimiz sonuçları alamadık” dedi. “Söyleyebileceğim tek şey gıda, ilaç ve tahliye olasılıkları gibi konularda insani boyutu daha detaylı görüştük. Çünkü artık pek çok şehir kuşatılmış durumda. dedi.

Genel bir ateşkes durumunun oluşmadığını dile getiren Podolyak, “Her yerde değil, sadece insani koridorların yer alacağı yerlerde, belki tahliye süresince ateşkes olabilir” dedi.

Üçüncü turun ne zaman yapılacağı konusunda henüz resmi bir açıklama yapılmadı.

Putin ve Zelenskiy’den açıklamalar

Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili bir açıklamasında  “Biz sivillerin geçişi için güvenli koridor açıyoruz ama sivilleri canlı kalkan yapıyorlar” diyen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yaklaşımına Perşembe günü Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’den yeni bir yanıt geldi:

“Rusya’ya saldırmıyoruz, planımız da yok. NATO üyesi değiliz, nükleer silahımız yok. Bilgi bombardımanı aslında bu. Bizim topraklarımızı bırakın, ben ne verebilirim ki? Masaya oturun, müzakere edelim. 30 metre uzakta oturmayın. Ben sizin komşunuzum. Sizden 30 metre uzakta olmak zorunda değilim. Otur benimle, konuş, neden korkuyorsun? Biz terörist değiliz, banka soymuyoruz, kimseyi tehdit etmiyoruz, başkalarının da toprağını ele geçirmiyoruz.”

Heyetler

Rusya ve iUkrayna arasındaki müzakerelerin ikinci turuna katılan Rusya heyetine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Müşaviri Vladimir Medinskiy,  Ukrayna heyetine de Devlet Başkanlığı Ofisi Başkan Yardımcısı Mihail Podolyak başkanlık ediyordu. i.

Görüşmenin yapılacağı konutta Rus ve Ukrayna heyeti üyeleri bir araya gelince masa başında el sıkıştı.

Putin-Macron görüşmesi

Kremlin’den yapılan  tarafından açıklamaya göre Putin, Perşembe günü Fransa Cumhurbaşkanı Macron’la yaptığı telefon görüşmesinde, “Müzakereleri uzatarak zaman kazanma girişimleri, müzakere pozisyonumuzda sadece Kiev’den ek taleplere yol açar.” dedi.

Macron, Putin’le görüşmesinden sonra Fransız yetkililer, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un henüz ‘en kötüsünün yaşanmadığı’na, daha kötü şeylerin yaşanabileceğine inandığını söylediler.

90 dakika süren telefon görüşmesi, Putin tarafından başlatıldı, Rusya Devlet Başkanı ordusunun “operasyonunun” Moskova’nın “planına göre” sürmekte olduğunu söyledi.  Macron’un bir danışmanı  gazetecilere “Başkan Putin’in söylediklerinde bize güven verecek hiçbir şey yoktu.” dedi.

Aynı yetkiliye göre Macron, Putin’e “Kendini kandırıyorsun” demiş. “[Bu], ülkenize pahalıya mal olacak, ülkeniz çok uzun bir süre tecrit edilmiş, zayıflamış ve yaptırımlar altında kalacak.”

Macron, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınamış ancak Putin’le “onu silahlı güç kullanmaktan vazgeçmeye ikna için” temasta kalacağını söylemişti.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Kılıçdaroğlu: Sarayın Oligarkları, Uykularınız Kaçıyor Değil Mi?

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Kuruşu kuruşuna saydım beş para etmiyorlar. Saat 21.00’de birlikte bakalım bir ibret tablosuna. Bekliyorum” notuyla bugün saat 21.00’de bir açıklama yapacağını duyurmuştu.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, 21.00’de “Sarayın oligarkları, uykularınız kaçıyor değil mi? Daha bunlar güzel günleriniz. Gözünüzün yaşına bakan namerttir!” notuyla videoyu paylaştı.

“Sevgili halkım merhaba. Biliyorum mutfaklarınız yangın yeri. Korkunç bir soygun var. Elektrik faturalarınızın mücadelesini verirken, getirdiler akaryakıt zamlarını,” diye söze başlayan Kılıçdaroğlu, “Artık belli ki gaspetmeye çalıştıkları iki lokma ekmeğiniz için dövüşeceğiz, kavga edeceğiz. Sizin nasibiniz uğruna… Etmek zorundayız. Saraylılar tatlı peşinde sizin ise tuzunuz yok” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu şöyle devam etti:

  • Ama sevgili halkım sizde bizde biliyoruz ki millet galip çıkacak. Saray’daki şahsa seslendim: Elektrikte KDV’yi sıfırla. Tık yok, ses yok. O zaman ben de şahsi protestoma devam edeceğim.
  • Gün aşırı yağdırdıkları akaryakıt zamları da ağır bir zulme dönüştü artık.
  • Anlatıyorlar ya… “Dünyada şöyle oldu, yok dünyada böyle oldu…” diye. Bunun asıl nedeni Türk Lirasının, yani milli paramızın değerinin pul edilmesidir. Gerisi hikaye.
  • Sevgili halkım. Bir dilim kuru ekmek kavganızı birlikte vermezsek, 5’li çeteler bizi soymaya devam edecek. Hem bu kuru ekmek paranızla da yandaş medyayı, trollerini, teşkilatlarını finanse edecekler.
  • Hatırlarsanız, “İktidar olduğumuzda kuruş ödemem demiştim” yapmak istedikleri o “Talan İstanbul” kanalına.
  • Finansal akbabaları da uyarmıştım. Çetelerini korumak için ne demişti şahsım: “Söke söke o paraları sizden alırlar” demişti.
  • Ama buradan Beşli Çeteye de bir çift lafım olsun.
  • Ey Beşli Çete, siz Putin’in oligarkları için kurduğu sistemin, Türkiye’deki kopyalarısınız. Saraydaki şahıs Putin’den ne öğrendiyse sizinle de onu uygulamak istiyor. Gitttiniz İngiltere’de mahalleler satın aldınız, villalar satın aldınız. Bankalar kurdunuz, paralarınızı oralara taşıyorsunuz, taşımaya da devam ediyorsunuz. Oralarda paranızın güvende olacağını mı düşünüyorsunuz?
  • Bakın Putin’in oligarklarına… Ne oldu? Rusya’dan kaçırdıkları paraları söke söke alıyorlar. Bütün mal varlıklarına, parayı kaçırdıkları ülkeler el koydu.
  • Barı Rus oligarklarını hedef alan özel birim kurdu. Teker teker hedef avlıyorlar. Aslında kimin parası o? Rus halkının parası sevgili halkım, Rus halkının parası.

Paylaşın

Uluslararası İnsan Hakları Örgütleri Afganistan İçin Bir Arada

Uluslararası insan hakları örgütleri, Afganistan’da insan haklarının vahim durumunu izlemek ve insan haklarının korunması, ihlaller ve suistimaller için hesap verebilirliğin sağlanması konusunda savunuculuk yapmak için bir araya gelerek bir birlik kurdu.

Birlik içerisinde şu örgütler yer aldı: Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Front Line Defenders, Freedom House, Freedom Now, MADRE, İşkenceye Karşı Dünya Örgütü (OMCT), Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FİDH), Barış ve Özgürlük İçin Uluslararası Kadın Birliği (WILPF).

Savunuculuk, araştırma, farkındalık

Birlik, kolektif savunuculuk yaparak Taliban hükümeti üzerinde insan haklarına saygı göstermesi, uluslararası toplum üzerinde de Taliban’dan hesap sormaya ve Afganistan halkını kaderine terk etmemeye yönelik vaatlerini yerine getirmesi için baskı oluşturmayı amaçlıyor.

Bu birlik aracılığıyla üye örgütler Afganistan’daki insan hakları ihlalleri ve suistimalleri konusunda ortak savunuculuk, araştırma, farkındalık yaratma ve harekete geçmenin yanı sıra belgeleme ve raporlama çalışmalarında da işbirliği yapacak.

Aynı zamanda BM İnsan Hakları Konseyi ve BM Güvenlik Konseyi gibi uluslararası kurumlarla, Afganistan’da insan haklarının durumuna ilişkin Özel Raportör gibi BM uzmanlarıyla ve diğer aktörlerle iletişim halinde kalarak, insan haklarının durumunu sistematik ve kesintisiz bir biçimde izlemelerini, insan hakları ihlalleri ve suistimallerinin faillerinden hesap sormalarını ve cezasızlığa son vermelerini talep edecekler.

Taliban iktidarıyla daha da kötüleşti

Konuyla ilgili yazılı açıklama yapan Af Örgütü, Afganistan’da insan haklarının durumunun, Afgan hükümetinin çökmesi ve 15 Ağustos 2021’de Taliban’ın yeniden iktidara gelmesinin ardından hızla kötüye gittiğini ifade etti:

“Taliban, yargısız infazlar, zorla kaybetme, işkence, keyfi gözaltı, kadınların ve kız çocukların haklarında korkunç bir geriye gidiş, basına yönelik sansür ve saldırılar ve kadın hakları aktivistlerini de kapsayan insan hakları savunucuları, üst mevkilerde görev üstlenen kadınlar, gazeteciler, dini azınlıklar, LGBTİ+ ve önceki hükümetin üyeleri ve destekçilerine yönelik misillemeler dahil olmak üzere yaygın bir şekilde insan hakları ihlalleri işledi ve işlemeye de devam ediyor.”

“İnsani bir felaket”

Uluslararası Af Örgütü Bölgesel Kampanyacısı Samira Hamidi konu hakkındaki açıklamasında, “Bugüne kadar dünyanın dört bir yanındaki insan hakları örgütlerinin Afganistan halkı için hesap verebilirlik ve adalet talep etmek üzere bir araya gelmesinden daha büyük bir ihtiyaç olmamıştı. Afganistan halkı Taliban’ın suistimalleri ile insani bir felaket arasında sıkışmış durumda. Uluslararası toplum onları korumak için daha fazlasını yapabilir ve yapmalıdır” dedi.

“Kadınlar ve kız çocuklar haklardan yoksun”

FİDH Batı ve Güney Asya Program Sorumlusu Juliette Rousselot, “Dünyanın dikkati hızla bir krizden diğerine doğru kayarken Afganistan’daki insani felaket devam ediyor. Afganistan halkı, özellikle de kadınlar ve kız çocuklar bir kez daha temel insan haklarından yoksun bırakılıyor. Tüm dünyayı Afganistan’da her gün işlenen ihlallerden kesintisiz şekilde haberdar etmek ve uluslararası toplumdan son 20 yılda Afganistan’a verdikleri sözlerin akıbeti konusunda hesap sormak son derece acil ve önemli” açıklamasını yaptı.

OMCT Genel Sekreteri Gerald Staberock da açıklamasında, “Taliban’a ve uluslararası topluma, durumu yakından izleyeceğimizi ve tüm Afganlar için şiddetsiz bir Afganistan’ı savunma çabalarımızı sürdüreceğimizi bildirmek isteriz” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

HDP’li Paylan: Ekmeğin 7 Liraya Yükselmesi Riskiyle Karşı Karşıyayız

Halkların Demokratik Partisi (HDP), ‘buğday krizi’ nedeniyle çiftçiyi ekim yapmaya teşvik için mazot ve gübre maliyetlerinin yarısının kamu bütçesinden karşılanması için Meclis’e kanun teklifi sundu. Teklif öncesi HDP’nin Ekonomiden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Garo Paylan Meclis’te bir basın toplantısı yaptı.

Kanun teklifine ve Türkiye’nin tarımsal üretimde karşı karşıya olduğu risklere ilişkin açıklamalarda bulunan Paylan, Türkiye’nin AKP’nin yanlış ekonomi politikaları nedeniyle dışa bağımlı olduğunu söyledi.

Türkiye’nin şu anda buğdayda kendi kendine yetebilen bir ülke olmadığını belirten Paylan her yıl 10 milyon tondan daha fazla buğdayın ithal edildiğini aktardı. Buğday ithalatının da yüzde 90’ının şu anda savaş halinde olan Rusya ve Ukrayna’dan gerçekleştirildiğine vurgu yaptı. Paylan sonrasında ise şöyle devam etti:

“Bu yıl buğday ithal edememe riski ile karşı karşıyayız. Buğday uluslararası piyasalarda, dolar bazında iki katına çıkmış durumda. Toprak Mahsulleri Ofisi 1 ton buğday ithal etmeye kalksa, geçen yıl 4-5 bin liraya ithal edilen buğday, bu yıl 10 bin liraya dahi buğdayı ithal edilemeyecek durumda.

Bu bir çuval unun 700-800 liraya yükselmesi demektir. Yani bir ekmeğin 6-7 liraya yükselmesi riskiyle karşı karşıyayız. Ülkemiz dışa bağımlı ve bu dışa bağımlılığı sona erdirmek durumundayız.”

“Çiftçi tarlasına gübre atamıyor, traktörünü süremiyor”

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’yi eleştiren Paylan, “Ülkemizde milyonlarca hektar arazi ekilmeyi bekliyor ancak o araziler ekilemiyor. Çünkü gübre fiyatları geçtiğimiz yıla göre 3-4 kat yükseldi. Çiftçi tarlasına gübre atamadı. Gübre atmazsa buğday başak tutmuyor. Yani ekmeklik buğday oluşmuyor. Çiftçinin temel girdilerinden olan mazotun fiyatı 1 yılda yüzde 160 yükselmiş durumda. Geçen yıl 6 lira olan mazot şu anda 17 liraya hatta bu gece gelecek zamlarla 18 liraya yükselecek. Sonuç olarak, çiftçi tarlasına gübre atamıyor, traktörünü süremiyor. Bu durumdayken Tarım Bakanı ne yapıyor? Vallahi hiçbir şey yapmıyor” dedi.

“Fiyatlar 5 katına çıktı”

Paylan daha sonra “Şu durumda buğdayı yeterli miktarda ithal edemeyeceğiz, çiftçi de yeterince ekemedi ne olacak?” diye sordu. Buğday ve ekmek kriziyle karşı kaşıya olunduğunu belirten Paylan sonrasında ise şöyle devam etti:

“İktidar bu aymazlıktan derhal vazgeçmeli ama geçmiyor, gerekli tedbirleri almıyor. Meclis’in sorumluluk alması lazım. Biz bir yasa teklifi hazırladık. Çiftçinin mazot ve gübre maliyetlerinin yarısını kamu bütçesinden karşılayalım diyoruz. Bir çiftçi şu anda tarlasına gübre atamıyorsa, gübre fiyatları 2 bin liradan 9-10 bin liraya çıktıysa, bu maliyetin yarısını kamu bütçesinden karşılamamız lazım.

Binalı Yıldırım 4-5 yıl önce bunun sözünü vermişti, ama tutmadı. Biz mazot ve gübre maliyetlerinin yarısı devletten yarısı çiftçiden dedik ve kanun teklifini bugün Meclis sunduk.”

“Bu bir beka meselesidir”

Bu bir beka meselesidir. Bir varlık ve yokluk meselesi ile karşı karşıyayız. 2. Dünya Savaşı’ndan beri böylesi bir buğday krizi görmedik. Pahalılık vardı ama bir buğday krizi ile karşı karşıya kalmadık.

2. Dünya Savaşı’ndan 70 yıl sonra, AKP iktidarıyla yeni bir buğday krizi riskiyle karşı karşıyayız. İthal edemiyorsak, çiftçiye gerekli desteği verip tarlasını ekmesini, kendi kendine yeter bir ülke olmamızı sağlamalıyız.

Enflasyonu düşürmenin tek yolu, çiftçinin ekmesini biçmesini sağlamak. Bu yangını üreterek, çiftçinin ekmesini biçmesini sağlayarak söndüreceğiz. Aksi takdirde, gıda fiyatlarındaki fahiş artışlar devam eder ve yurttaşlarımız bir gıda krizi ile karşı karşıya kalır.”

Rusya’nın en büyük tarım ürünleri ithalatçısı Türkiye. Türkiye’nin 2021’de Rusya’dan yaptığı toplam tarım ürünleri ithalatı 4,3 milyar dolar.

Türkiye’nin en çok ithal ettiği tarım ürünüyse buğday. 2021’de 1,8 milyar dolar tutarında, 6,7 milyon ton buğday ithal etmiş durumda. Ancak Türkiye’nin buğday ithal ettiği tek ülke Rusya değil. İkinci sırada Ukrayna var.

Ticaret Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye buğday ithalatının yüzde 64,6’sını Rusya’dan, yüzde 13,4’ü ise Ukrayna’dan yapıyor.

Paylaşın

Merkez Bankası Rezervlerinde Büyük Gerileme

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Haftalık Para ve Banka İstatistikleri yayımlandı. Buna göre, 25 Şubat itibarıyla Merkez Bankası brüt döviz rezervleri, 2 milyar 582 milyon dolar azalışla 70 milyar 200 milyon dolara geriledi.

Haber Merkezi / Brüt döviz rezervleri, 18 Şubat’ta 72 milyar 782 milyon dolar seviyesindeydi. Söz konusu dönemde altın rezervleri, 1 milyar 715 milyon dolar artarak 41 milyar 229 milyon dolardan 42 milyar 944 milyon dolara çıktı.

Böylece Merkez Bankası’nın toplam rezervleri, 25 Şubat haftasında bir önceki haftaya kıyasla 867 milyon dolar azalarak 114 milyar 11 milyon dolardan 113 milyar 144 milyon dolara indi.

Brüt ve net döviz rezervi nedir?

Ekonomist Mahfi Eğilmez, brüt ve net döviz rezervi arasındaki farkı şu şekilde açıklıyor: Merkez Bankası, döviz rezervlerinin tamamının sahibi değil.

TCMB’nin rezervlerinin bir bölümü bankaların Merkez Bankası’nda tutmak zorunda olduğu zorunlu karşılıklardan oluşuyor. Bunları bir çeşit emanet döviz olarak görmek mümkün.

TCMB’nin son yıllarda rezerv opsiyon mekanizması aracılığıyla, TL mevduatlar karşılığında alması gereken zorunlu karşılıkları dövizle yatırma esnekliği tanımasıyla bu döviz rezervlerindeki emanet tutarda artış oldu.

Döviz rezervlerinin bir bölümünün emanet olması nedeniyle Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin toplamı brüt döviz rezervlerini gösteriyor. Merkez Bankası’nda emanet olarak duran miktarlar düşüldüğünde net döviz rezervine ulaşılıyor.

Net döviz rezervi nasıl hesaplanıyor?

Net döviz rezervi, TCMB verilerinde aktif kısımda yer alan dış varlıklardan, pasif kısımda bulunan toplam döviz yükümlülüklerini çıkardıktan sonra elde edilen rakamın o günün kuruna bölünmesiyle hesaplanıyor.

Formül şu şekilde: Net Rezerv = (Dış Varlıklar – toplam döviz yükümlülükleri) / Dolar-TL kuru

Swap hariç net rezerv ne demek?

Ekonomist Eğilmez’e göre net rezerv miktarı, swap işlemleriyle elde edilmiş (emanet) dövizleri de kapsadığı için bu rakam tam olarak net rezervi ifade etmiyor.

Bu yüzden net döviz rezervini emanet dövizleri çıkararak görebilmek için bu miktardan swap karşılığı elde edilmiş döviz tutarını düşmek gerekiyor. Swap hariç net rezerv ise şu şekilde hesaplanabiliyor:

Swap hariç net rezerv = Net rezerv – Swap işlemleri toplamı

Uluslararası rezerv nedir?

TCMB’nin (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) tanımına göre uluslararası rezervler; ülkelerin para otoriteleri tarafından kontrol edilen, kullanıma hazır, birbirlerine çevrilebilme özelliği bulunan ve uluslararası ödeme aracı olarak kabul edilen varlıklar.

Uluslararası rezerv olarak sayılan varlıklar şunlar:

  • Konvertibl (birbirlerine dönüştürülebilir) döviz varlıkları (euro, ABD doları, İngiliz sterlini vb.)
  • Uluslararası standartta altın
  • Özel Çekme Hakları
  • Uluslararası Para Fonu (IMF) Rezerv Pozisyonu

TCMB, rezervleri nasıl saklıyor?

Merkez Bankası, rezervlerin yönetiminde ülke menfaatine öncelik verdiğini aktarıyor. Bu amaçla, uluslararası rezervleri, anaparanın korunması ve gerekli likiditenin sağlanması için düşük riske sahip yatırım araçlarında değerlendiriyor.

Merkez Bankası, rezerv yönetimi sırasında karşılaşılabilecek risklerin belirlenmesi, değerlendirilmesi ve kabul edilebilir sınırlar içinde tutulabilmesi için risk yönetim stratejisi uyguluyor. Ayrıca elindeki rezervlerin seviyesini, düzenli aralıklarla internet sitesinde yayımlıyor.

Paylaşın