Osman Kavala Ve Mücella Yapıcı İçin Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Talebi

Savcı Edip Şahiner, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Gezi Parkı davasında  mütalaasını açıkladı. Savcı, Osman Kavala ve Ayşe Mücella Yapıcı´nın ‘Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmasını talep etti.

Diğer sanıklar Çiğdem Mater Utku, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi hakkında da “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etme” suçundan 15 yıldan 20’şer yıla kadar hapisle cezalandırılması talep edildi.

Savcı Şahiner, Osman Kavala’nın tutukluluğunun da devamını istedi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 12 Şubat’ta, iş insanı Osman Kavala’nın hukuki durumunda değişiklik olmadığını belirterek tutukluluğun devamına karar vermişti.

Mahkeme, bu karara gerekçe olarak, Kavala’nın tutuksuz yargılanması halinde, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacak olmasını göstermişti. Mahkemenin oy çokluğuyla aldığı karara üye hakim Kürşad Bektaş muhalefet şerhi koymuştu. Bektaş, karşı oy yazısında, sanığın savunmasının alındığını ve delillerin toplandığını belirtmişti.

Hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen tutukluluğunun son bulması gerektiği yönündeki kararlardan sonra tahliye edilmeyen Osman Kavala, “savunma yapmasının artık anlamsız olduğunu” söyleyerek duruşmalara katılmayacağını açıklamıştı.

Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın AİHM kararına rağmen tahliye edilmemesi ve aynı kanıtlarla farklı davalar açılarak cezaevinde tutulması nedeniyle Türkiye’ye Avrupa Konseyi tarafından yaptırım uygulanmasına yönelik süreç devam ediyor.

Osman Kavala kimdir?

Osman Kavala, 2 Ekim 1957’de Fransa’nın başkenti Paris’te doğdu. İngiltere’de Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden mezun olduktan sonra, 1982 yılında Kavala Grubu şirketlerinin yönetimini üstlendi.

1983 yılında İletişim Yayınları’nın kuruluşuna katılan Kavala, 1990’ların başından beri birçok sivil toplum kuruluşuna destek oldu.

Kavala, 2002’den beri kâr amacı gütmeyen bir kültür kurumu olarak faaliyetlerini sürdüren Anadolu Kültür Vakfı’nın kurucusu ve yönetim kurulu başkanı. Ayrıca Açık Toplum Vakfı, TESEV, TEMA Vakfı, Tarih Vakfı, Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı gibi pek çok sivil toplum örgütünde kurucu üye, yönetim kurulu üyesi veya danışma kurulu üyesi.

Uluslararası Af Örgütü’nün de bağışçılarından olan Kavala, Türkiye’de risk altında olan kültürel mirasın korunmasına yönelik çabaları nedeniyle 2019 yılında Avrupa Arkeoloji Mirası Ödülü’ne layık görülmüştü.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi de Kavala’ya yine 2019 yılında, demokratik toplum çalışmalarına katkıda bulunduğu için “Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü”nü vermişti.

Mücella Yapıcı kimdir?

1951 yılında İstanbul’da doğan Mücella Yapıcı İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezundur. Yüksek Mimar Mücella Yapıcı, TMMOB Mimarlar Odası Afet Komisyonu ve TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Kentleşme, Afet Komitesi ve Çevre Etki Değerlendirme Kurulu üyesidir. Taksim Gezi Parkı eylemlerinden adını duyduğumuz Mücella Yapıcı Taksim Dayanışması grubundadır.

Paylaşın

Kovid 19’da Son Veriler Açıklandı: 180 Can Kaybı

Kovid 19’da son 24 saatte 38 bin 283 yeni vaka tespit edilirken, 180 kişi hayatını kaybetti. 18 yaş ve üstü nüfusta ikinci doz aşı uygulananların oranı yüzde 85,15 birinci doz aşı yapılanların oranı yüzde 92,97 olarak kayıtlara geçti.

Haber Merkezi / Sağlık Bakanlığı, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının Türkiye’deki seyrine ilişkin olarak yeni verileri yayınladı. Açıklanan verilere göre, son 24 saatte, 365 bin 614 test yapılırken, 38 bin 283 yeni vaka tespit edildi. 180 kişi hayatını kaybederken, 63 bin 311 kişi sağlığına kavuştu.

18 yaş ve üstü nüfusta ikinci doz aşı uygulananların oranı yüzde 85,15, birinci doz aşı yapılanların oranı yüzde 92,97 olarak kayıtlara geçti. Türkiye’de bugüne kadar uygulanan aşı miktarı 145 milyon 943 bin 346 doza yükseldi.

Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en çok aşılamanın gerçekleştirildiği Osmaniye’yi, Ordu, Amasya, Muğla, Kırklareli, Çanakkale, Eskişehir, Balıkesir, Zonguldak ve Manisa takip etti. Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en az aşılamanın gerçekleştirildiği Şanlıurfa’yı sırasıyla Batman, Siirt, Diyarbakır, Bingöl, Muş, Mardin, Bitlis, Ağrı ve Elazığ takip etti.

Bakanlığın 3 Mart verilerine göre, dün 398 bin 242 test yapılmıştı. Dün, 49 bin 424 vaka tespit edilirken, 188 kişi hayatını kaybetmiş ve 66 bin 873 kişi sağlığına kavuşmuştu.

Paylaşın

Akaryakıt Fiyatları Artmaya Devam Ediyor: Üç Günde Üçüncü Zam

Enerji Petrol Gaz İkmal İstasyonları İşveren Sendikası (EPGİS) , 5 Mart Cumartesi gününden itibaren geçerli olmak üzere benzine 69 kuruş, motorine ise 84 kuruş zam yapıldığını duyurdu.

Haber Merkezi / Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle yükselen petrol fiyatları 115 doları geçti. Fiyatlardaki yükseliş, akaryakıta da zam olarak yansımaya devam ediyor.

Enerji Petrol Gaz İkmal İstasyonları İşveren Sendikası (EPGİS), 5 Mart Cumartesi gününden itibaren geçerli olmak üzere benzine 69 kuruş, motorine ise 84 kuruş zam yapıldığını duyurdu.

Ankara’da ortalama 18,08 liradan satılan benzinin litre fiyatı 18,77 lira olacak. Benzinin litresi İstanbul’da 17,99 liradan 18,68 liraya, İzmir’de 18,11 liradan 18,80 liraya çıkacak.

Ayrıca, Ankara’da ortalama 19,01 liradan satılan motorinin litre fiyatı 19,85 lira olacak. Motorinin litresi İstanbul’da 18,93 liradan 19,77 liraya, İzmir’de 19,02 liradan 19,86 liraya çıkacak.

Akaryakıt fiyatları, Türkiye’nin de dahil olduğu Akdeniz piyasasındaki işlenmiş ürün fiyatlarının ortalaması ile dolar kurundaki değişiklikler baz alınarak rafineriler tarafından hesaplanıyor.

Bu hesaplanma sonucunda dağıtım firmalarınca uygulanan fiyatlar, rekabet ve serbesti nedeniyle şirketler ve kentlere göre küçük değişiklikler gösterebiliyor.

Üç günde üçüncü zam

Bu zamlarla birlikte, akaryakıta son üç günde üç kez zam yapılmış oldu.

Dün (3 Mart’ta) benzinin litre fiyatına 53 kuruş, motorinin litre fiyatına ise 1 lira 33 kuruş zam yapılmıştı. Önceki gün ise (2 Mart’ta) benzinin litresine 88 kuruş, motorinin litre fiyatına ise 1 lira 51 kuruş zam yapılmıştı.

Son zamla beraber benzinin litresine üç günde 2 lira 10 kuruş, motorinin litresine ise 3 lira 68 kuruş zam yapılmış oldu.

Paylaşın

Ukrayna’dan 1 Milyon 209 Bin 976 Kişi Kaçtı

Ukrayna’da savaş tüm şiddetiyle devam ederken Birleşmiş Milletler (BM), Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle yaklaşık 1 milyon 209 bin 976 mültecinin Ukrayna’dan komşu ülkelere geçtiğini açıkladı.

Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) yaptığı açıklamada, Ukrayna’daki mülteci krizine ilişkin çeşitli kaynaklardan edinilen verileri paylaştı. Açıklamada, 24 Şubat-3 Mart arasında yarıdan fazlası Polonya’ya olmak üzere 1 milyon 209 bin 976 mültecinin Ukrayna’dan komşu ülkelere geçtiği belirtildi.

Polonya’ya 649 bin 903, Macaristan’a 144 bin 738, Moldova’ya 103 bin 254, Slovakya’ya 90 bin 329, Romanya’ya 57 bin 192, Rusya’ya 53 bin 300, Belarus’a 384 ve diğer Avrupa ülkelerine ise 110 bin 876 mültecinin geçiş yaptığı aktarılan açıklamada, bu rakamlara ilave olarak Donetsk ve Luhansk bölgelerinden 18-23 Şubat’ta 96 bin kişinin de Rusya’ya geçtiği kaydedildi.

BMMYK, Ukrayna’da durumun daha da tırmanması halinde 4 milyon kadar sivilin ülkeden kaçabileceği uyarısında bulundu.

Öte yandan Avrupa Birliği Konseyi Ukrayna’daki çatışmalardan kaçan insanlara AB ülkelerinde acilen koruma sağlayacak Geçici Koruma Yönergesi’ni uygulamaya soktu. Uluslararası Af Örgütü Avrupa Enstitüleri Ofisi Direktörü Eve Geddie konuya ilişkin bir açıklama yayımladı:

“Çatışmalardan kaçan herkese koruma sağlanmalıdır ve düzen kurmalarına yardımcı olunmalıdır. Ukraynalılara hızla koruma sağlanacak olmasından memnuniyet duyuyoruz. Ancak Konsey bu desteği esasen çatışmalardan kaçan Ukraynalılarla sınırlı tutarak Avrupa’nın dayanışmasının sınırlarını da ortaya koydu.”

“Bugünkü karar, AB’ye sığınan Ukraynalıların hızla ikamet izni alabileceği, çalışabileceği, uygun konaklamaya, sosyal yardımlara, tıbbi desteğe ve eğitime erişebileceği anlamına geliyor. Bu imkanları Ukrayna’dan kaçan diğer kişileri de kapsayacak şekilde genişletip genişletmeyeceklerine karar vermek üye ülkelerin elinde. Onları bu savaştan kaçan herkese eşit muamele uygulamaya çağırıyoruz.”

“Konseyin bugünkü kararı, Avrupa’nın uzun zamandır savaştan kaçanları korumak ve insanların ulaşmasına yardımcı olmak için gerekli araçlara sahip olduğunu ve bilindik ‘Kale Avrupası’ yaklaşımının siyasi güdümlü bir tercih olduğunu hatırlatmaktadır. Yönergenin ilk kez ve özellikle yerinden edilen Ukrayna uyruklular için uygulanacak olması AB’nin yaklaşımının çifte standartlarla dolu olduğunu gösteriyor.”

Arka Plan

Geçici Koruma Yönergesi 2001’de, Yugoslavya’daki çatışmaların hemen ardından oluşturuldu. Avrupa o tarihte İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez insanların Avrupa’daki bir savaş sonucu kitlesel boyutta yerinden edilmesiyle karşı karşıya kalmıştı. Ancak yönerge hiçbir zaman uygulanmadı.

Uluslararası Af Örgütü defalarca yönergenin uygulanması için çağrı yaptı ve en son Avrupa’nın Afganistan ve Ukrayna’daki krizlere verdiği yanıt bağlamında bu çağrıyı yineledi.

Paylaşın

BM, Plastik Kirliliğini Sona Erdirmeyi Amaçlayan Kararı Kabul Etti

Uluslararası toplum, dünyanın büyüyen plastik sorununu frenlemek için ilk kez bir çerçeve üzerinde anlaştı. Birleşmiş Milletler (BM)tarafından kabul edilen karar, “plastik kirliliğini sona erdirmek” adına yasal olarak bağlayıcı bir anlaşma geliştirmek için iddialı bir plan ortaya koyuyor.

Karar, plastiklerin üretimden imhaya kadar “tüm yaşam döngüsünü” kapsayan ve önümüzdeki iki yıl boyunca müzakere edilecek bir anlaşma çağrısında bulunuyor.

BM kararında, “Yüksek ve hızla artan plastik kirliliği seviyeleri, küresel ölçekte ciddi bir çevre sorununu temsil ediyor. Plastik kirliliğinin ortadan kaldırılması için uzun vadede acil önlemler almak için küresel koordinasyonu, iş birliğini ve yönetişimi güçlendirmenin acil gereğini kabul ediyoruz” denildi.

BM yetkilileri, dünyanın bu ilk küresel plastik kirliliği uzlaşmasını bir “dönüm noktası” olarak nitelendirdi ve 2015 Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana en önemli “yeşil anlaşma” olarak tarif etti.

Kararda hangi detaylar var?

Karar, Nairobi’de iki yılda bir düzenlenen 150’den fazla ülkenin temsil edildiği BM Çevre Asamblesi’nin (UNEA) üçüncü gününde onaylandı. Buna göre, 2024 sonuna kadar yapılacak anlaşmanın ayrıntılarını ortaya çıkarmak için bir hükümetler arası müzakere komitesi de oluşturuldu.

Karar, STK’lara göre milyonlarca insanı etkileyecek bir “çığır açan gelişme” olan atık toplayıcıları tanımaya yönelik hükümler ve yerli halkların rolünün kabul edilmesini de içeriyor. Gelişmekte olan ülkelerde geri dönüştürülebilir plastik ve diğer eşyaları toplayan düşük ücretli atık toplayıcılar ilk kez bir çevresel kararda tanınıyor.

Karar, 2050 yılına kadar neredeyse dört katına çıkacağı ve küresel karbon bütçesinin yüzde 10-13’ünü oluşturacağı tahmin edilen plastik üretimiyle mücadele için önlemler alınmasını öneriyor. Dünya liderleri önümüzdeki iki yıl içinde anlaşmanın ayrıntılarını geliştirme ve sonuçlandırma konusunda daha fazla kararlılık göstermeye çağrılıyor.

Anlaşmaya mali ve teknik destek verilecek. Bunun yanı sıra tavsiyeler verecek bir bilim kurulu da bulunacak.

Öte yandan, plastik üretimine, kullanımına veya tasarımına kısıtlama getiren herhangi bir anlaşma, ham plastik üreten petrol ve kimya şirketlerinin yanı sıra binlerce ürünü tek kullanımlık ambalajlarda satan tüketim malları devlerini etkileyecek. Ayrıca ABD, Çin, Hindistan, Suudi Arabistan ve Japonya dahil olmak üzere büyük plastik üreten ülkelerin ekonomileri de kararlardan etkilenecek.

En çetrefilli konu plastik üretimi

BM müzakere komitesi, nispeten kısa bir süre içinde incelenecek çok sayıda ayrıntıya sahip olacak. Anlaşmanın raporlama standartları, finansman mekanizmaları gibi pek çok madde arasında, belki de en çetrefilli konu olan plastik üretimini de ele alması gerekecek. Uluslararası Çevre Hukuku Merkezi avukatı David Azoulay “Milyon dolarlık soru, sıfırdan plastik üretimini azaltmak hakkında ne kadar konuşacağımızdır” dedi.

Bu konunun tartışmalı olması muhtemel. Konferans öncesinde, kimyasal üreticilerinin ticaret birliği olan Amerikan Kimya Konseyi’nde plastiklerden sorumlu başkan yardımcısı Joshua Baca, plastik üretiminin kısıtlanması ve düzenlenmesini “çok dar görüşlü bir yaklaşım” olarak nitelendirdi.

Uluslararası Kirleticilerin Önlenmesi Ağı‘nın uluslararası koordinatörü Bjorn Beeler, zaman çizelgesinin tutacağından şüpheli olduğunu belirterek “İçine girdikçe, bir canavara dönüşecek. İki yıl içinde nasıl bir anlaşma yapabileceğinizi anlamıyorum” dedi ve ekledi: “Ama bu gerçekten ilk adım. Bu anlamlı, bu önemli” dedi.

Karar nasıl karşılandı?

Ruanda Çevre Bakanı Jeanne d’Arc Mujawamariya, “Plastik kirliliği her geçen gün daha da kötüleşirken kaybedecek zaman yok. Bu karar, gezegenimizin plastikler içinde boğulmasını önlemeye yönelik küresel çabada tarihi bir dönüm noktasıdır” dedi.

Okyanuslar ve uluslararası çevre ve bilimsel ilişkilerden sorumlu devlet sekreteri yardımcısı ABD’li delege Monica Medina ise “Bu, birlikte çalıştığımızda dünyanın neler yapabileceğinin harika bir gösterisi” diye konuştu. Medina gözyaşlarını tutarak “Bu, bu gezegendeki plastik belasının sonunun başlangıcı. Bugünü çocuklarımız ve torunlarımız için önemli bir gün olarak değerlendireceğimizi düşünüyorum” ifadelerini kullandı.

Çevre aktivistleri ve sektör temsilcileri de kararı memnuniyetle karşıladı. Washington Post’a konuşan Dünya Yaban Hayatı Fonu (WWF) plastik atık ve işletme başkanı Erin Simon, “Karar, ürecin bu aşamasında gerekli olduğunu düşündüğümüz tüm kritik bileşenlere sahip” dedi.

Bir ticaret derneği olan Uluslararası Kimya Dernekleri Konseyi yaptığı açıklamada, “Plastik kirliliğini ele almak ve anlamlı bir çözüm geliştirmek adına ortak bir zemin bulmak için uzun günler harcayan hükümetleri takdir ediyoruz” diye yazdı.229795

Avukat David Azoulay ise, BM kararının yıllardır hazırlandığını, 2016’da denizlerdeki plastik bağlamında BM Çevre Meclisi’nde ilk kez bu fikrin su yüzüne çıktığını söyledi. Azoulay, “Böyle bir anlaşma tasavvur etmek düşünülemezdi” dedi. Azoulay, karardaki başarıları da şöyle sıraladı:

“Müzakere komitesi plastik üretimine de bakmakla görevlendirildi, anlaşmanın finanse edilmesine yardımcı olacak özel bir fon seçeneği var ve plastik kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkilerinden bahsediliyor.”

Ancak, karardan anlaşmaya geçiş kolay olmayacak. Kar amacı gütmeyen bir grup olan Environment America‘da koruma programını yürüten Steven Blackledge, “Bağlayıcı kurallara yönelmeleri gerçeğini çok iyi bir işaret olarak görüyorum” dedi ve ekledi: “Şeytan ayrıntıda”.

Plastik kirliliği

Her yıl milyonlarca ton plastik okyanuslara karışıyor ve bu da birçok hayvanın atıklara yakalandığı endişe verici görüntülere sebep oluyor. Dünya kutuplardan en ücra adalara, deniz yüzeyinden en derin okyanus çukuruna kadar plastik kirliliği ile karşı karşıya. Ulusal Bilimler Akademisi araştırmasına göre, bu tufana en çok ABD katkıda bulunuyor ve kişi başına yaklaşık 130,1 kilogram plastik üretiyor.

1950 ile 2017 yılları arasında üretilen tahmini 9,2 milyar ton plastiğin yaklaşık 7 milyarı atık durumunda. Bu atığın yaklaşık yüzde 75’i ya çöplüklerde ya da karasal ve sucul ortamlarda ve ekosistemlerde birikiyor.

Geçtiğimiz ay yayımlanan Alfred Wegener Kutup ve Deniz Araştırmaları Enstitüsü tarafından Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) için hazırlanan “Denizlerdeki Plastik Kirliliğinin Denizel Türler, Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistemler Üzerindeki Etkileri” adlı rapora göre, plastik kirliliğinde eşik değer aşıldı. Rapora göre, her yıl 19 ile 23 milyon ton arasında plastik atığın denizlere karıştığı tahmin ediliyor. Eğer böyle devam ederse denizlerdeki plastik kirliliği 2050’ye kadar dört katına çıkacak. Mikroplastiklerde ise 2100 yılına kadar 50 kat artış görülebilir.

Birleşmiş Milletler (BM) Göç Eden Yabani Hayvan Türlerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme (CMS), Eylül 2021 tarihli raporunda tatlı su türleri, kara hayvanları ve kuşlar da dahil olmak üzere korunan türlerin nehir ekosistemleri ve karadaki plastik kirliliğinden etkilendiğini ortaya koymuştu.

Öte yandan bilim insanları, plastik kirliliğini yönetmeye yönelik küresel kapasitenin, plastik pazarında öngörülen büyümeye ayak uyduramadığı konusunda uyarıyor.

2030 yılına kadar, iddialı önlemlerle bile yılda 53 milyon metre tona kadar plastiğin su ekosistemlerine karışabileceği ve herhangi bir iyileştirme yapılmadığı takdirde bu rakamın yılda 90 milyon tona ulaşabileceğini vurgulanıyor.

Ülkeler ne yapıyor?

Bazı ülkeler, eyaletler ve belediyeler plastik atıkları azaltmak için harekete geçmişti.

Örneğin Ruanda, on yıldan fazla bir süredir plastik poşetleri yasaklıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Sens. Dan Sullivan (R-Alaska) ve Sheldon Whitehouse (DR.I.), dönemin başkanı Trump‘ın 2020’de imzaladığı Denizlerimizi Kurtar 2.0 Yasası da dahil olmak üzere plastik kirliliği konusundaki kongre çabalarına öncülük etti.

Ancak BM’nin bu son hamlesi, plastik kirliliği sorununu çözmek için şimdiye kadarki en uyumlu uluslararası çaba.

Paylaşın

HDP’li Oluç’dan Dikkat Çeken ‘Üçüncü İttifak’ Yorumu

HDP’nin içinde yer alacağı “üçüncü ittifak” çalışmaları ile ilgili bilgi veren HDP’li Saruhan Oluç, seçim işbirliği yapılması düşünülen partilerle ikinci toplantının yapıldığını anımsattı. İttifak çalışmalarını yürütmek için bir mekanizma oluşturulduğunu vurgulayan Oluç, “Her yapı içinde olacak, birlikte koordine edilecek. Ortak mücadele konusunda bir irade ortaya çıktı” dedi.

Türkiye’nin güçlü bir “demokrasi ittifakı”na gereksinimi olduğunu kaydeden Oluç şu görüşleri dile getirdi: “6 partinin metninde gördük ki, güçlü bir demokrasi ittifakı olmazsa yeni dönemde oluşacak iktidar kompozisyonu, ben herkese demokrasi getireceğim, hak özgürlükleri getireceğim diye bir şey yapmaz. Bunun için güçlü bir demokrasi ittifakı güçlü demokrasinin olmasının güvencesidir. Bu kurulacak ittifak zemini demokrasi mücadelesinde gelecek açısından da çok önemli. Tüm etapları birlikte konuşacak ve planlayacak bir yapı olması gerek. Güçlü bir demokrasi ittifak olmazsa Türkiye’deki ezilenlerin sömürülenlerin ötekileştirilenlerin kazanmasının zemini zayıf olur.”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında gündeme ilişkin soruları yanıtladı. CHP, İYİ Parti, Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’nin kamuoyuna açıkladığı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisini değerlendiren Oluç, ortaya çıkan metnin, “siyasi cesaret”ten yoksun; geneli itibarıyla de “eksik ve sorunlu” olduğu görüşünü savundu.

BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın haberine göre Saruhan Oluç, öneri metninde “kayyum” uygulamasına ilişkin önerinin olumlu ancak yeterli olmadığını söyledi:

” ‘Kayyum olmayacak artık’ demek güzel bir niyet ifadesi ama yeterli değil. Yerel demokrasinin geliştirilmesi, demokratikleştirilmesi gerekiyor Türkiye’de. Kayyımlar bunun önünde bir engeldir. Çağdaş demokrasilerde olduğu gibi merkezden bazı yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesi gerekiyor. Buradaki kararlı duruşun ne kadar olduğunu göremiyoruz metinde.”

Oluç’a göre, güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisinin en büyük eksiği Kürt ve Alevi yurttaşların taleplerine yanıt verecek bir düzenleme içermemesi:

“Koca bir metin yazıyorsunuz, içinde Alevi, Kürt kelimesi bir kez dahi geçmiyor. Sadece Alevi, Kürt deyin demiyorum elbette. Kürtlerin Alevilerin tarihsel toplumsal sorunları var, talepleri var. Alevi toplumu, Kürtler, eşit yurttaşlık istiyor. Anayasa’da eşit yurttaşlık yazıyor ama yok! Bu tarihsel, toplumsal sorunlarının nasıl çözüleceği üstünde anlaşmıyor olabilirsiniz ama ‘Bu sorunların çözümüne biz adayız, bu sorunları demokrasiyi geliştirip Ankara’da çözeceğiz’ gibi bir irade, kararlılık gerekiyor. Bu sorunu tanıyor musunuz, tanımıyor musunuz? Hiç söz etmediğiniz zaman, bu sorunları tanımıyoruz diyorsunuz. Zaten bugünkü düzende de aynı durumla karşı karşıyayız. O nedenle çok dikkat çekici ve siyasi cesaretsizliktir, iktidarın baskılarına boyun eğmektir.”

Müzakere etmeyiz derlerse tabii ki aday çıkarmak masamızda olacak

HDP olarak parlamento seçimlerinde Millet İttifakı içinde yer alma gibi bir arayışları olmadığını ve kendilerinin bir ittifak çalışması yürüttüğünü anımsatan Oluç, cumhurbaşkanlığı seçiminde ise tüm muhalefet partileri ile ortak aday konusunu “müzakere etmek istediklerini” ve bunu kamuoyuna açıkladıkları 11 maddelik “tutum belgesinde” de net olarak ortaya koyduklarını söyledi. Cumhurbaşkanı adayı konusunda müzakereye açık olduklarını belirten Oluç, muhalefetin bu yönde adım atmaması halinde “kendi adaylarını çıkarmanın masalarında olacağını” vurguladı:

“Yeni dönemde iktidara aday olan, cumhurbaşkanlığına adayım, Türkiye’de yeni bir dönem başlatacağım, diyenlerle müzakere etmek istiyoruz, dedik. O konudaki duruşumuzda farklılık olmadı. Müzakere dediğimiz konuşmak. Bize, tutum belgesi açıklandıktan sonra genel başkan düzeyinde dahil olumlu bulduklarını söylediler. ‘Aday olacak kişiyle bunu müzakere edelim’ diyoruz. Ama aday olacak kişi-kişiler, ‘Biz sizinle hiçbir şekilde müzakere etmeyiz’ diyorlarsa o zaman önümüzde bir tek yol kalıyor, kendi yolumuzu bulmak.

“Bu da nedir, cumhurbaşkanlığı konusunda aday göstermek meselesi tabii ki masamızda olacak, masamızdadır zaten. Bunu tartışacağız. İttifaklarmızla, bileşenlerimizle, tüm parti örgütümüzle bunu tartışırız. Ama eğer biz sizinle hiçbir şekilde görüşmüyoruz, sizin konularınızı müzakere etmeye gerek duymuyoruz, ne yaparsanız yapın deniyorsa, biz de kendi bildiğimizi yapmaya başlarız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü seçmenlerimize başka türlü hesap veremeyiz. Seçmenlerimiz durumdan son derece rahatsız.”

Seçimin ikinci tura kalması büyük risk

Muhalefet partileri içinde, “HDP ilk turda kendi adayını çıkarsın, ikinci turda anahtar rolünü oynasın” görüşünü savunanlar olduğuna dikkat çeken Oluç, seçimin ikinci tura kalmasının büyük riskler içerdiğini söyledi. Oluç, bu risklerden ilkinin 7 Haziran- 1 Kasım 2015 seçimleri arasında geçen sürecin benzerinin yaşanması, ikincisinin de “Kürt seçmenin tutumu” olduğuna dikkat çekti:

“Şimdi boşa atıp tutuyorlar…Ciddi kamuoyu araştırmaları bu iş birinci turda bitmezse ikinci tura kalırsa Türkiye’nin nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalacağı belli değil diye görüyor. O iki seçim arasında 15 günlük vakit nasıl bir durum-tablo ortaya çıkartır bunu kimse tahmin edemiyor. Ben aynısı olacaktır diye söylemiyorum ama Haziran-Kasım (2015) arasında Türkiye’de yaşanmış olanları bilenler, bu 15 günlük tablonun çok ciddi sonuçlar yaratabileceğini de görüyorlar.

“İkincisi, seçime gidildiğinde 2 pusula var. İnsanlar partilerinin söylediklerine bakıyorlar ama orada vicdanları ile baş başa kalıyor. HDP seçmenini çok küçümsüyorlar. O kadarını söyleyeyim. HDP seçmeni muhtaç değil. HDP seçmeni -milletvekilleri, yöneticileri bıraktım- bu ülkede her türlü zulmü yaşamış bir seçmen. “Bu günkünden daha fazla ne yaşayabilirim’ diye de zaman zaman kendisine soran bir seçmen. Bu hem ekonomik, sosyal anlamda; hem baskılar zulüm, siyasi anlamda. O yüzden bu soruyu sandık başında HDP seçmenine sordurursanız bunun sonucu kimse için iyi olmaz. Bunu anlamıyorlar.”

Oluç, “Boykot gündeme gelir mi?” sorusu üzerine de “Boykot diye söylemiyorum. Birinci turda ne yapacağı belli olmaz. Bu tartışmaları bilmeyenler, o sosyolojiyi bilmeyenler ileri geri konuşuyor” yanıtını verdi.

Üçüncü ittifak yorumuOrtak mücadele konusunda irade ortaya çıktı

HDP’nin içinde yer alacağı “üçüncü ittifak” çalışmaları ile ilgili de bilgi veren Oluç, seçim işbirliği yapılması düşünülen partilerle ikinci toplantının yapıldığını anımsattı. İttifak çalışmalarını yürütmek için bir mekanizma oluşturulduğunu vurgulayan Oluç, “Her yapı içinde olacak, birlikte koordine edilecek. Ortak mücadele konusunda bir irade ortaya çıktı” dedi. Türkiye’nin güçlü bir “demokrasi ittifakı”na gereksinimi olduğunu kaydeden Oluç şu görüşleri dile getirdi:

“6 partinin metninde gördük ki, güçlü bir demokrasi ittifakı olmazsa yeni dönemde oluşacak iktidar kompozisyonu, ben herkese demokrasi getireceğim, hak özgürlükleri getireceğim diye bir şey yapmaz. Bunun için güçlü bir demokrasi ittifakı güçlü demokrasinin olmasının güvencesidir. Bu kurulacak ittifak zemini demokrasi mücadelesinde gelecek açısından da çok önemli. Tüm etapları birlikte konuşacak ve planlayacak bir yapı olması gerek. Güçlü bir demokrasi ittifak olmazsa Türkiye’deki ezilenlerin sömürülenlerin ötekileştirilenlerin kazanmasının zemini zayıf olur.”

Naif beklentiler

HDP hakkındaki kapatma davasına ilişkin bir soru üzerine de Oluç, bu konuyu ittifak masasında konuşmadıklarını ancak parti olarak bu olasılığa karşı da kendi önlemlerini aldıklarını vurguladı:

“Kapatma kararı çıkarsa birlikte hareket ettiğimiz yapılar açısından tedirginlik yaratacak, uzaklaştıracak bir durum olmaz. Altı parti çok tedirgin olabilir ama diğer muhalefet açısından sorun olmaz. Tersine onlar böyle bir hukuksuz karar karşısında dayanışmaları kararlılıkları büyür, birlikte hareket etmenin imkanları daha da gelişir.”

Oluç, HDP’nin kapatılması halinde “Oyları bize gelir” hesabı yapan partilerin ise hayal kırıklığına uğrayacağını belirterek, “Bizim seçmen profilini tanımadıkları gibi, seçmenimizin büyük kısmını oluşturan Kürt halkı sosyolojisini de tanımıyorlar. Çok kibarca naif beklentiler” görüşünü dile getirdi.

Paylaşın

Rusya’nın Ukrayna’yı İşgalinde Kim Suçlu?

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırıları şiddetlenerek sürerken Rusya’nın yarattığı tehlike konusunda uluslararası kamuoyuna uyarı sinyalleri verdiklerini belirten Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki siyasetçiler Ukrayna’nın işgali için bazı Batılı ülkeleri suçluyor.

Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenskiy Rusya’nın aylardır sınırına yığınak yapmasına rağmen Batı’nın ülkesine destek vermemesini eleştirdi. Zelenskiy saldırının ilk gününde yaptığı açıklamada “Bu sabah ülkemizi tek başımıza savunuyoruz. Dün olduğu gibi bugün de dünyanın en güçlü ülkeleri uzaktan seyrediyor. Dünün yaptırımları Rusya’yı ikna etti mi? Gökyüzünde duyuyoruz ve yeryüzünde görüyoruz ki yetmemiş” sözleriyle eleştiri oklarını Batı’ya yöneltti.

“Bencillik” ve “kibir” eleştirisi

Zelenskiy bir sonraki gün de Avrupa’daki birçok hükümetin Rusya’nın yığınağına yanıt olarak “bencillik”, “kibir” ve “yatıştırma” ifadelerini kullandıklarını belirterek bu tavrı kınamıştı.

Orta ve Doğu Avrupa’daki birçok siyasetçi de Zelenskiy’nin Batı’ya yönelik “bencillik” eleştirilerine destek verdi. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki Berlin’de Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile görüşmesi öncesinde “Maalesef bugün Almanya da dahil bazı Batılı ülkelerde gördüğümüz inatçı egoizme bugün yer yok” ifadelerini kullandı.

“Münih’in kokusunu alıyorum”

Estonya Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Marko Mihkelson da “Umarm yanılıyorumdur ama burada “Münih’in kokusunu alıyorum” dedi.

Fransa ve İngiltere, Nazi Almanyası ile yaşanacak bir çatışmanın önüne geçmek için 1938’de Münih Anlaşması ile Çekoslovakya’nın Südet bölgesini Almanya’ya bırakmıştı. Analistler ve siyasetçiler Rusya’nın Ukrayna’ya asker ve silah yığınağı yaptığı dönemde Münih Anlaşması’na sıklıkla atıfta bulunmuş, diplomatik görüşmelerde Rusya’nın “iştahını kesmek” için Ukrayna’nın “feda” edilmesine dair endişeler dile getirilmişti.

Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu Avrupa Birliği ve NATO üyeliğine rağmen Rusya’nın “soluğunu ensesinde hissetmeye” devam ediyor.

AB toplantılarında “gözardı” edildiklerini söyleyen ve NATO’nun güçlendirilmesi çağrılarında “yalnız bırakılan” Litvanya, Letonya, Estonya, Polonya, Romanya ve Hırvatistan’ın aralarında bulunduğu 10 ülke, NATO üyeliğinin hedeflediği şekilde gayrısafi yurtiçi hasılalarının yüzde 2’sini savunmaya ayırıyor.

“‘Ben demiştim’ demek sorunu çözmez”

Prag merkezli düşünce kuruluşu Uluslararası İlişkiler Kurumu uzmanlarından Kevin Curran, yaşananların “birçok Orta ve Doğu Avrupalı lider ve vatandaşlarının “kulak ardı” edilen uyarılarının haklı çıkması üzerine “biz size söylemiştik” demek durumunda bıraktığını dile getiriyor.

Çekya’daki Palacky Üniversitesi’nden Richard Q. Turcsanyi de birçok uzmanın Rusya’nın saldırısına şaşırdığına belirterek Batı Avrupalı ülkelerin Rusya’ya karşı daha işbirlikçi yaklaşımının bu olaydan sonra değişeceği yorumunu yapıyor.

Almanya’nın derhal Kuzey Akım 2 doğal gaz boru hattı projesini askıya aldığına ve Batılı ülkelerin birçok Rus bankasını hızla SWIFT sisteminden çıkardığına dikkat çeken uzman şu aşamada “Kim haklı kim haksız şeklinde vicdan muhasebesi ve suçlamaların yapılması doğal ancak bunun çok da faydalı bir düşünce biçimi olmadığı” görüşünde.

Çekya’daki Güvenlik Politikaları için Avrupalı Değerler adlı düşünce kuruluşunun Krelim Gözlem Programı’ndan uzman Veronika Víchova ise Turcsanyi ile aynı fikirde.

“Batı’nın kararsızlığı ve Rusya’yı önceki saldırganlıkları karşısında cezalandırmaktaki gönülsüzlüğü Vladimir Putin’in Ukrayna’ya saldırmasının makul olduğunu düşünmesine sebep oldu” diyen Vichova, şu anda birbirini suçlamanın sorunu çözmeyeceğine vurgu yapıyor ve “Rusya’nın diplomasi ile ilgilenmediğini ve yalnızca katı ve hedefli yaptırımların fark yaratabilme olasılığının bulunduğunun farkına varmak Batılı demokrasilere kalmış” diyor.

Rusya’ya diğer ülkelerle aynı düzlemden bakmayanlar: Macaristan, Çekya ve Slokavya. Öte yanda uzmanlar Rusya söz konusu olduğunda bütün Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin aynı düzlemden bakmadığına işaret ediyor.

Batılı ülkeler Rusya ve Çin’le ticari ilişkilerini geliştirmekle suçlanırken Macaristan’ın AB blokunu bölerek Moskova ve Pekin’le ilişkiler kurduğu ve Avrupa’nın dayanışmasını “baltaladığına” dikkat çekiliyor. Macaristan’ın otokrat Başbakanı Viktor Orban’ın Putin’in yakın müttefiki olduğu biliniyor. Ancak Rusya’ya yakınlaşan tek Doğu Avrupa ülkesi Macaristan değil.

Çekya Cumhurbaşkanı Milos Zeman da göreve ilk geldiği 2013 seçimlerinden sonra Rusya yanlısı konum almakla tanınıyor. Zeman, Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ilhakını “geri dönülemez” olarak tanımlamış ve Avrupalı hükümetlerden Moskova’ya yönelik yaptırımların kaldırılması çağrısında bulunmuştu.

Zeman ülkesinin istihbarat kurumları geçen yıl Vrbetice’de meydana gelen patlamada Rus unsurların olduğu inancını sorgulayarak ülkesinin Rusya’nın dahil olduğuna dair “histeri” ve “spekülasyonlardan” uzak durması gerektiğini belirtmişti.

Rus yanlısı bir siyasi çizgi izleyen bir başka politikacı eski Slovakya Başbakanı Robert Fico da 2014’te Kırım’ın ilhakı üzerine uygulanan yaptırımlara karşı çıkmıştı.

Slovakya’da yalnızca siyasetçiler değil, halkın bir kısmı da kendini Rusya’ya daha yakın görüyor. Focus’un geçen ay yaptığı bir kamuoyu yoklamasında Ukrayna’daki gerilimden dolayı Slovakların yüzde 44’ü Amerika Birleşik Devletleri ve NATO’yu sorumlu tutarken, yüzde 34’ü Rusya’nın sorumlu olduğuna inanıyor. Sonuçlar yaş gruplarına göre büyük değişim gösteriyor. 25-34 yaş aralığındaki Slovaklar Rusya’yı suçlamaya eğilimliyken, 65 ve üzeri tersini düşünüyor.

“Ukrayna’nın işgali Rus yanlısı duruşu değiştirebilir”

Uzmanlar Ukrayna’nın işgali sonrasında bu ülkelerdeki Rusya yanlısı siyasetçilerin duruşunu sürdürmesinin zorlaşacağını düşünüyor.

İşgalin başladığı 24 Şubat günü Çekya Cumhurbaşkanı Zeman, Rusya’nın adımlarını “kışkırtılmamış saldırganlık” olarak tanımlarken “barışa karşı bir suç” olarak tanımlamıştı. Moskova’nın yanlış yaptığını kabul eden Zeman, “Birkaç gün önce Rusya’nın bu kadar çılgın olmadığını ve Ukrayna’ya saldırmayacağını söylemiştim. Yanıldığımı kabul ediyorum” demiş, Çekya hükümetinden bu konuda “laf değil icraat” beklediğini dile getirmişti.

Macaristan Başbakanı Orban da Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarına ilişkin sosyal medya paylaşımında “AB ve NATO olarak birlikte Rusya’nın askeri hareketini kınıyoruz” diyerek tavır değişikliğini ortaya koymuştu. Dışişleri Bakanı Peter Szijijarto ise Macaristan’ın duruşunu netleştirerek Ukrayna’nın yanında olduklarının altını çizdi.

Bulgaristan ve Romanya da dahil hemen hemen bütün Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini açıkça kınadı. Rusya’nın Balkanlar’daki en büyük müttefiki Sırbistan ise Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün Rusya tarafından ihlalini ” çok yanlış” olarak tanımladı, ancak Moskova’ya yönelik yaptırımlara destek vermedi.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

Türkiye, Kadın İstihdamında Sınıfta Kaldı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), “İstatistiklerle Kadın 2021” çalışmasının sonuçlarını açıkladı. Buna göre, 2020 yılında, Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki istihdam edilenlerin oranı yüzde 42,8 olup bu oran kadınlarda yüzde 26,3, erkeklerde ise yüzde 59,8 oldu.

En yüksek istihdam oranı, 2020 yılında yüzde 50,9 ile Tekirdağ, Edirne, Kırklareli bölgesinde gerçekleşti. En düşük istihdam oranı ise yüzde 26,0 ile Mardin, Batman, Şırnak, Siirt bölgesinde oldu.

En yüksek kadın istihdam oranı, yüzde 34,7 ile Trabzon, Ordu, Giresun, Rize, Artvin, Gümüşhane bölgesinde iken en yüksek erkek istihdam oranı, yüzde 67,9 ile Tekirdağ, Edirne, Kırklareli bölgesinde gerçekleşti. En düşük istihdam oranı ise kadınlarda yüzde 12,6, erkeklerde yüzde 40,4 ile Mardin, Batman, Şırnak, Siirt bölgesinde oldu.

Eğitim durumuna göre işgücüne katılım oranı ise, 2020 yılında kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe işgücüne daha fazla katıldıkları görüldü. Okuryazar olmayan kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 12,4, lise altı eğitimli kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 24,1, lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 29,9, mesleki veya teknik lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 37,0 iken yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 65,6 oldu.

Verilere göre, yarı zamanlı çalışanların istihdam içindeki oranı 2020 yılında toplamda yüzde 12,4 olurken, kadınlarda bu oran yüzde 19,5, erkeklerde ise yüzde 9,3 oldu.

Hanesinde 3 yaşın altında çocuğu olan 25-49 yaş grubundaki bireylerin istihdam oranı, 2014 yılında yüzde 59,8 iken 2020 yılında yüzde 56,8 oldu. Bu oran cinsiyete göre incelendiğinde; 2020 yılında hanesinde 3 yaşın altında çocuğu olan 25-49 yaş grubundaki kadınların istihdam oranının yüzde 25,2, erkeklerin istihdam oranının ise yüzde 85,5 olduğu görüldü.

2021 yılında çalışanların yüzde 61,9’unun işe geliş gidiş için harcanan zamandan memnun olduğunu belirtirken kadın çalışanlarda bu oranın yüzde 63,5, erkek çalışanlarda ise yüzde 61,3 olduğu görüldü.

Dışişleri Bakanlığı verilerine göre; kadın büyükelçi oranı 2011 yılında yüzde 11,9 iken bu oran 2021 yılında yüzde 26,5 oldu. Erkek büyükelçi oranı ise 2011 yılında yüzde 88,1 iken 2021 yılında yüzde 73,5 oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi verilerine göre; 2021 yıl sonu itibarıyla 582 milletvekili içerisinde kadın milletvekili sayısının 101, erkek milletvekili sayısının ise 481 olduğu görüldü. Meclise giren kadın milletvekili oranı, 2007 yılında yüzde 9,1 iken bu oran 2021 yılında yüzde 17,4 oldu.

Yükseköğretimde görevli profesörler içinde kadın profesör oranı 2010-2011 öğretim yılında yüzde 27,6 iken 2020-2021 öğretim yılında yüzde 32,4 oldu. Doçent kadrosunda görev yapan kadın oranı yüzde 40,1, öğretim görevlisi kadrosunda görev yapan kadın oranı ise yüzde 50,6 oldu.

Yönetici pozisyonundaki kadın oranı yüzde 19,3 olurken, şirketlerde üst düzey ve orta kademe yönetici pozisyonundaki kadın oranı 2012 yılında yüzde 14,4 iken 2020 yılında yüzde 19,3 oldu.

Paylaşın

Erkan Baş: Türkiye’nin NATO’daki Varlığını Sorgulamalıyız

TİP Genel Başkanı Erkan Baş,  “Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak NATO’nun suçlarına ortak ediliyor. Buna karşı sesimizi yükseltmeden ‘Ben barış istiyorum’ demek gerçekçi olmuyor. Biz ülkemizde barış istiyorsak, bölgemizde barış istiyorsak, dünyada barış istiyorsak, ülkemizin NATO’daki varlığını sorgulamalıyız” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, Halk TV ekranlarında gazeteci Ayşenur Arslan’ın sunduğu “Medya Mahallesi” programına konuk oldu. Baş, programda Arslan’ın sorularını yanıtlandırırken, Türkiye gündemine ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.

Bekir Pakdemirli’nin Tarım ve Orman Bakanlığı görevinden alınmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Erkan Baş, AKP Erzincan İl Örgütü’nün sosyal medya hesabından yapılan paylaşıma dikkat çekti. Baş, “AKP’nin Erzincan hesabı dün akşam 22.40 civarı bir paylaşım yapıyor. İki saat sonra Resmi Gazete’de karar açıklanıyor. Eski Bakan iki saat önce bile ‘af dilediğinin’ farkında değil” dedi.

“Bu memleketin köylüsünün, toprağının, dağının, taşının Pakdemirli’den alacağı var”

Baş konuşmasının devamında son dönemdeki bakan istifaları sayısına dikkat çekerken şöyle devam etti:

“Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ne kadar ucube bir sistem olduğuna ilişkin en çıplak örneklerden bir tanesi bu. Neden görevden alındı tarım bakanı, bilmiyoruz. Konuyla ilgili resmi bir açıklama yok. Abdülhamit Gül neyi yapamadığı için görevden alındı, Berat Albayrak neyi yapamadığı için görevden alındı, Ziya Selçuk neyi yapamadığı için görevden alındı? Hiçbir şeyi bilmiyoruz. Böyle bir yönetim sistemi olabilir mi? Otoriter ve baskıcı yönetimlerin bir özelliği de kapalı olmalarıdır. Halka karşı şeffaf değildir, izleyemezsiniz, eleştiremezsiniz, fikir beyan edemezsiniz.”

Erkan Baş ayrıca “Tarım bakanı kendisini affetmeye yetkili tek kişinin Erdoğan olduğunu sanıyor. Oysa biz yangınlarda aldıkları pozisyonlar nedeniyle, Türkiye’de tarımı getirdiği hâl nedeniyle kendisini affetmeyeceğiz. Bu memleketin köylüsünün, toprağının, dağının, taşının Pakdemirli’den alacağı var” dedi.

“Gerçekten barış istiyorsak tüm dünya üzerinde silahsızlanma çağrısı yapmamız lazım”

Rusya’nın Ukrayna topraklarında başlattığı askeri harekat ve AKP iktidarının aldığı pozisyona ilişkin de değerlendirmelerde bulunan TİP Genel Başkanı, “Dünyada bu kadar çok insan barış isterken niye savaşıyoruz? Gerçek bir barış istiyorsak silahlanma yarışına son verilmesi gerekiyor. Ülkeler birbirlerine sürekli silah satarak tehdit yaratıyor. Silah baronları ve silah üreten ülkeler de zengin oluyor. Gerçekten barış istiyorsak tüm dünya üzerinde silahsızlanma çağrısı yapmamız lazım” dedi.

Erkan Baş şöyle devam etti:

“Ukrayna’daki, Afrika’daki savaş için barış istemek kolay. Uzakta çünkü buralar. Acısını doğrudan hissetmiyorsunuz, yakınlarınızı kaybetmiyorsunuz, evladınız cephede savaşmıyor. Herkes kendi iktidarına karşı barış için ne yapılabileceğini düşünsün. Bugün Rusya’da savaşa karşı barış için sokağa çıkan insanlar dünyanın en kıymetli insanlarıdır. Gerçekten barış istiyorsak kendi ülkemizdeki iktidarın savaşçı politikalarına karşı yüksek perdeden ses çıkarmak gerekiyor.”

“Türkiye’nin NATO’daki varlığını sorgulamalıyız”

Türkiye’de “Putinci – NATOcu” tartışmasının başladığına da dikkat çeken Baş, “Biz, Putin’in Ukrayna’yı işgaline net olarak karşıyız. Fakat şu var; biz NATO üyesi ülkenin insanlarıyız. Dolayısıyla Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak NATO’nun suçlarına ortak ediliyor. Buna karşı sesimizi yükseltmeden ‘Ben barış istiyorum’ demek gerçekçi olmuyor. Biz ülkemizde barış istiyorsak, bölgemizde barış istiyorsak, dünyada barış istiyorsak, ülkemizin NATO’daki varlığını sorgulamalıyız” diye konuştu.

(Kaynak: İleri Haber)

Paylaşın

Merkez Bankası’ndan ‘Enflasyon’ Yorumu: Gıda Ve Enerji

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) şubat ayına ilişkin aylık fiyat gelişmeleri değerlendirmesini yayımladı. Değerlendirmede, yüzde 50’yi aşan enflasyonda gıda ve enerjiye dikkat çekildi.

TCMB yüzde 50’yi aşan tüketici, yüzde 100’ü aşan üretici enflasyonuyla ilgili değerlendirmesini yayımladı. TCMB, değerlendirmesinde şuna dikkat çekti:

Tüketici yıllık enflasyonundaki artış alt gruplar geneline yayılırken, bu gelişmeye en belirgin katkı gıda ve temel mal gruplarından gelmiştir.

Emtia fiyatlarında ocak ayından itibaren gözlenen artış eğilimi son dönemde jeopolitik gelişmelerle hızlanmış ve bağlantılı kalemlerde etkileri hissedilmiştir.

Gıda yıllık enflasyonundaki yükseliş alt gruplar genelinde devam ederken, son aylarda yüksek seyreden taze meyve ve sebze enflasyonundaki artış bu dönemde hızlanmaya devam etmiştir.

Diğer taraftan temel gıda ürünlerindeki KDV indirimi daha olumsuz bir görünümü sınırlamıştır.

Temel mal fiyatlarındaki artış eğilimi şubat ayında yavaşlamakla birlikte yıllık enflasyon tüm alt gruplarda yükselmiştir. Uluslararası enerji fiyatlarındaki artışın etkileri yurt içi enerji fiyatlarına yansımıştır.

Hizmet grubunda yıllık enflasyon tüm alt gruplarda artarken, enerji ve gıda görünümüne de bağlı olarak ulaştırma ve lokanta-otel öne çıkan alt gruplar olmuştur.

Başta enerji olmak üzere uluslararası emtia fiyatlarında sektörler geneline yayılan yükselişler ile tedarik zincirlerindeki aksamalar neticesinde üretici fiyatlarındaki artışlar sürmüştür.

Bu görünüm altında, B ve C göstergelerinin yıllık enflasyonlarındaki yükseliş devam etmiştir.

Enflasyon yüzde 54,44

Türkiye’de yıllık enflasyon Şubat’ta yüzde 54,44 seviyesine yükseldi. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı verilere göre Şubat’ta tüketici fiyat endeksi bir önceki aya göre ise yüzde 4,81 artış gösterdi.

Üretici enflasyonunda ise yıllık bazda üç haneli seviye kaydedildi. Buna göre üretici fiyat endeksi Şubat’ta bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 105,01 arttı. Aylık üretici enflasyonu ise yüzde 7,22 oldu.

Şubat’ta yıllık çekirdek enflasyon yüzde 44,05 oldu. Tüketici fiyatlarıyla üretici fiyatları artışı arasındaki makas da yeni rekor seviyeye yükseldi.

Paylaşın