Afrika, Su Krizi Tehdidiyle Karşı Karşıya

Küresel iklim değişikliği ve nüfus artışı nedeniyle su ihtiyacı artan Afrika kıtası, temiz su ihtiyacına çözüm arıyor. Birlemiş Milletler (BM), yayımladığı yeni raporunda, kıtada sadece 13 ülkenin makul seviyede su güvenliğine sahip olduğunu belirtirken, su ihtiyacının aratacağı uyarısında bulundu.

Halihazırda 1,3 milyar nüfuslu kıtada 350 milyon kişinin temiz suya erişimi bulunmazken, bu rakamın yeterli yatırım yapılmaması halinde artacağından endişe ediliyor.

Afrika’da 2015’te şehirlerde yaşayan 560 milyonluk nüfusun 2050’ye gelindiğinde 1,1 milyara çıkması bekleniyor. Artan nüfusun şehirlerde altyapı imkanlarının gelişmemesi halinde su sorununu da büyütmesi bekleniyor.

Kuraklığın yanı sıra sık sık sel felaketlerinin görüldüğü Afrika şehirlerinde bu sorun için de önerilen başlıca çözüm altyapının geliştirilmesi.

Kanallar ve barajlar inşa etmek için milyarca dolar harcaması gereken Afrika ülkeleri, dünyanın geri kalanının aksine altyapı yetersizliğinden ötürü kullanılmış suları ise dönüştüremiyor.

Kaynaklarının bolluğuna rağmen kuraklık ve susuzluk çeken Afrika ülkelerinde, yeterli yatırımların yapılmaması halinde şu anda Doğu Afrika’da olduğu gibi susuzluk nedeniyle yüz binlerce kişinin evini terk etme riski bulunuyor.

Afrika’da su güvenliği

Birleşmiş Milletlerin (BM) kıta ülkelerinin suya erişimini mercek altına aldığı raporunda, 54 Afrika ülkesinden sadece 13’ünün makul seviyede su güvenliğine sahip olduğu ifade edildi.

Mısır, Botsvana, Gabon, Morityus, Tunus ve Güney Afrika gibi ülkeler su güvenliği endeksinde en üst sırada yer alırken, 100 üzerinden 70 puana ulaşabilen tek ülke Mısır oldu.

Suya erişimin yanı sıra su altyapısı, suyun verimli kullanımı ve atık su yönetimi gibi farklı başlıkların da değerlendirildiği endekste, kıta nüfusunun yüzde 29’unun, yaklaşık 353 milyon kişinin temel içme suyu hizmetine erişimi olmadığı kaydedildi.

Endekste en alt sırada yer alan ülkeler ise Eritre, Sudan, Gine Bissau, Somali, Çad ve Nijer oldu.

Yer altı suları 5 yıllık ihtiyacı karşılayabilir

Su ihtiyacının giderilmesi için önerilen bir diğer çözüm ise kuyular vasıtasıyla kırsalda yaygın olarak kullanılan yeraltı suları.

WaterAid ve İngiliz Jeolojik Araştırmaları (BGS), yaptığı son araştırmada, yeraltı sularının birçok Afrika ülkesinin en az 5 yıllık temiz su ihtiyacını karşılayabileceği belirtildi.

WaterAid Başkanı Tim Wainwright, “Bulgularımız, Afrika’nın suyunun bittiği efsanesini çürütüyor. Buna karşın kıtada milyonlarca kişinin hala temiz içme suyu bulamaması bir trajedi” dedi.

Hastalık riski artıyor

Temiz suya erişim sıkıntısı en büyük tehdidi sağlığa yöneltiyor. Kıtada her saat başı yaklaşık 115 kişi hijyen, yetersiz temizlik ve kirli suların yol açtığı hastalıklardan hayatını kaybediyor.

Madenler ve sanayi alanlarından çıkan atık suların arıtılmadan doğaya bırakılması temiz suların kirlenmesine ve hastalıkların da yayılmasına yol açıyor.

Afrika’da atık suların sadece yüzde 16’sının artıma işleminden geçtiği belirtiliyor.

1980’lerden bu yana görülen en şiddetli kuraklık

Afrika kıtasının doğusunda 1980’lerden bu yana görülen en şiddetli kuraklık dalgası, yaklaşık 13 milyon kişiyi şiddetli açlığa mahkum etti.

BM, bölgede son 40 yılın en kurak döneminin yaşandığını, besi hayvanlarının ölmeye başladığını, susuzluk ve gıda sorunu nedeniyle ailelerin evlerini terk ettiğini açıkladı.

Susuzluk göçle birlikte salgın hastalıkların yayılmasını da tetikledi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

TÜSİAD’dan ‘Faiz Ve Enflasyon’ Çıkışı

”Yüksek enflasyonun yol açtığı zararları zaten ekonomik ve toplumsal hayatta bir süredir yaşıyoruz. Enerji, buğday ve gübre fiyatlarındaki artışlar enflasyonist gidişatın toparlanmasını da zorlaştıracak. İhracatta son dönemde sevindirici artışlar elde etmiştik” diyen TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, “Ama Avrupa’daki yavaşlama durumunda ihracat artışını devam ettirmemiz mümkün olmayacak. Rusya ve Ukrayna’dan gelecek turistlerdeki azalma, turizm gelirlerinde beklediğimiz rakamlara ulaşmamızı engelleyecek” ifadesini kullandı.

Haber Merkezi / ‘Artan petrol ve doğalgaz fiyatlarının ithalat faturasını kabartacağına işaret ede Özilhan, ”Bütün bu kanallar cari açık üzerinde ilave yük oluşturacak ve Türk lirasının değeri üzerinde baskı yaratacak. Türk lirasının değer kaybı da enflasyonist baskıyı güçlendirecek. Enflasyonist baskının ortadan kaldırılması, her şeyden önce para ve maliye politikasının fiyat istikrarı doğrultusunda uygulanması gerekiyor” dedi. Özilhan, ”Dışa bağımlı olduğumuz sürece dışarıdan enflasyon ithal ediyoruz. Enerji ve temel girdilerin fiyatları dünyada arttıkça, bu artış içeriye enflasyonda yükselme olarak başlıyor. İthalata bağımlılığı azaltmak için doğru bir sanayi stratejisi izlemeliyiz” ifadesini kullandı.

”Üretim için yatırım, yatırım için de düşük faiz oranları gerekiyor” diyen Özilhan, ”Ancak yatırımları canlandırmak amacıyla faiz oranlarının çok düşük tutulması, yüksek enflasyon ortamında tasarrufları cezalandırıyor. Negatif reel faizler çok yüksek olunca tasarrufları yatırıma dönüştürme mekanizması çalışmıyor. Para tasarrufa yönelmek yerine, dövize, altına, emlak yatırımına, ithal elektronik eşyaya ve ithal otomobile yöneliyor. Bu nedenle üretim yapısını değiştirmeden, ithal girdilere olan bağımlılığı ortadan kaldırmadan, yatırıma dönüşecek tasarrufları artırmadan, tarım ve sanayi üretimini hızlandırmadan fiyat istikrarını sağlamak mümkün değil. Bunun birinci koşulu da uzun vadeli politika geliştirmek” şeklinde konuştu.

TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, TÜSİAD Genel Kurul Toplantısı’nda konuştu. Özilhan toplantıda faiz oranları ve yüksek enflasyon tablosunu değerlendirdi. Özilhan’ın konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:

“Tam en kötüsünü geride bıraktık artık toparlanma dönemi dediğimizde yepyeni bir krizle karşı karşıya kalıyoruz. Adeta krizlerin sürekli hale gelmesi, belirsizlik ve öngörülemezlik yeni normalimiz oldu. Yakın geleceğe baktığımızda dünya ekonomisinin tam da pandeminin yol açtığı resesyondan çıkmaya hazırlandığı bir aşamada patlak veren Ukrayna krizinin etkisi ile sert bir darbe alması kaçınılmaz.

Bu kez karşı karşıya kaldığımız sorun stagflasyon. Çünkü hem üretimin yavaşlaması hem de fiyatların artması kaçınılmaz. Enerji, gıda ve başka temel mallarda fiyat artışı ve tedarik sorunları en çok Avrupa’yı ve bizi olumsuz etkileyecek. Rusya ve Ukrayna dünya buğday ihracatının üçte birini gerçekleştiriyor. Bu ülkeler aynı zamanda en önemli gübre üreticileri. Nikel, paladyum ve titanyum gibi bazı metal ve minerallerin arzı açısından da kritik önemdeler. Ukrayna krizinin yarattığı bu sorunlara Çin’de Covid-19 ölümlerinin yeniden başlaması ile tekrar gündeme gelen kısıtlamalar ekleniyor. Bu gelişmeler maalesef küresel üretim zincirlerinde yeniden aksamalara yol açacak.

Yüksek enflasyon yol açtığı zararları zaten ekonomik ve toplumsal hayatta bir süredir yaşıyoruz. Enerji, buğday ve gübre fiyatlarındaki artışlar enflasyonist gidişatın toparlanmasını da zorlaştıracak. İhracatta son dönemde sevindirici artışlar elde etmiştik. Ama Avrupa’daki yavaşlama durumunda ihracat artışını devam ettirmemiz mümkün olmayacak. Rusya ve Ukrayna’dan gelecek turistlerdeki azalma, turizm gelirlerinde beklediğimiz rakamlara ulaşmamızı engelleyecek.

Artan petrol ve doğalgaz fiyatları ithalat faturamızı kabartacak. Bütün bu kanallar cari açık üzerinde ilave yük oluşturacak ve Türk lirasının değeri üzerinde baskı yaratacak. Türk lirasının değer kaybı da enflasyonist baskıyı güçlendirecek. Enflasyonist baskının ortadan kaldırılması, her şeyden önce para ve maliye politikasının fiyat istikrarı doğrultusunda uygulanması gerekiyor. Ancak bu tek başına yeterli değil.

Enflasyonun temel sebeplerinden biri üretimin hammadde, ara malı, yatırım malına ithalat bağımlılığının yüksek olması. Bu nedenle TL değer kaybedince üretim maliyetleri hızla yükseliyor. Enerjide ve temel girdilerde ithalata bağımlılık yıllardan beri çözemediğimiz sorunlar. Dışa bağımlı olduğumuz sürece dışarıdan enflasyon ithal ediyoruz. Enerji ve temel girdilerin fiyatları dünyada arttıkça, bu artış içeriye enflasyonda yükselme olarak başlıyor. İthalata bağımlılığı azaltmak için doğru bir sanayi stratejisi izlemeliyiz.

Üretim için yatırım, yatırım için de düşük faiz oranları gerekiyor. Ancak yatırımları canlandırmak amacıyla faiz oranlarının çok düşük tutulması, yüksek enflasyon ortamında tasarrufları cezalandırıyor. Negatif reel faizler çok yüksek olunca tasarrufları yatırıma dönüştürme mekanizması çalışmıyor. Para tasarrufa yönelmek yerine, dövize, altına, emlak yatırımına, ithal elektronik eşyaya ve ithal otomobile yöneliyor. Bu nedenle üretim yapısını değiştirmeden, ithal girdilere olan bağımlılığı ortadan kaldırmadan, yatırıma dönüşecek tasarrufları artırmadan, tarım ve sanayi üretimini hızlandırmadan fiyat istikrarını sağlamak mümkün değil. Bunun birinci koşulu da uzun vadeli politika geliştirmek.

Batı, başta enerji olmak üzere Rusya’ya bağımlılığını azaltmaya çalışırken Rusya da başta yüksek teknolojili ürünler olmak üzere Batı’ya bağımlılığını azaltmaya ve kendi üretim kapasitesini geliştirmeye çalışacak. Bu durum, Türkiye’ye enerji koridorları ve arz zincirleri açılarından birçok yeni imkân yaratacak. Barış tesis edildiğinde belirginleşecek yeni küresel düzende Türkiye’nin elinin bugünkünden daha güçlü olması kuvvetle muhtemel. Türkiye Ukrayna krizinin başlangıcından beri denge politikası izliyor ve yumuşak gücünü kullanarak krizin sonlanması için ciddi bir çaba gösteriyor. Bu da Batı bloku içinde Türkiye’ye dönük olarak son yıllarda gözlemlediğimiz tutumda değişikliğe yol açıyor. Türkiye’nin oynadığı kilit rol Batı ile ilişkilerin daha yapıcı bir zeminde ilerlemesi için de bir fırsat yaratıyor. Bu da kriz geride kaldıktan sonra ortaya çıkacak küresel ekonomi politikte Türkiye’ye önemli fırsatlar açıyor.

“Geleceği İnşa” çalışmamızda da vurguladığımız gibi, Türkiye için batılılaşma, kalkınma ve demokratikleşme birlikte seyreden eğilimler. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin yapıcı bir zeminde ilerlemesi, demokratik hak ve özgürlükler alanının genişlemesi ve ekonomik istikrarın sağlanarak büyümenin hızlanması birbirini destekleyecek gelişmeler. Bu alanlardan birinde daha ileri gitmek istiyorsak diğer alanlarda da ileri gitmeyi hedeflememiz gerekiyor. Bu çerçevede, yönetim sistemimizde yapılacak iyileştirmelerin de önemli olduğunu düşünüyorum. Geçenlerde Cumhurbaşkanımızın da vurguladığı bu nokta küresel sistem içinde gözle görülür hale gelen ülkemizin yumuşak gücünün daha ileri taşınması açısından önem taşıyor. Bu doğrultuda atılması gereken en önemli adım temel hak ve özgürlüklerin, hukukun üstünlüğü ve adalet sisteminin ve kuvvetler ayrılığının güçlendirilmesi olacaktır.

Üç öneri

Geleceği inşa çalışmamızda kurumlar başlığı altında yapmış olduğumuz şu üç öneriyi tekrarlamak isterim:

1. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının sağlanması çerçevesinde devletin tüm işlemlerinde hukukla bağlı olması ve etkin hak arama özgürlüğünün güvence altında olması.

2. Çoğulcu ve katılımcı demokrasinin güçlendirilmesi; bütün vatandaşlar için tüm hak ve özgürlük alanlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartlarında geliştirilmesi, siyasette ötekileştirme, ayrımcılık ve nefret söylemleri ile mücadele edilmesi.

3. Kuvvetler ayrılığını güçlendirmek için denge ve denetleme mekanizmalarıyla yargısal denetimin güçlendirilmesi, şeffaf, hesap verebilir, daha az merkeziyetçi ve etkin bir kamu yönetimi anlayışının yerleşik hale getirilmesi.

Bu adımları atabilmek, yeni küresel mimaride önümüze açılan fırsatlardan yararlanma koşullarını sağlayacaktır. Çünkü biliyoruz ki büyük dönüşümleri gerçekleştirmek için gereken toplumsal seferberliği demokrasinin ve temel hak ve özgürlüklerin gelişkin olduğu toplumlar harekete geçirebilir.

Yapılan çalışmalara göre, GSYİH’nin üçte birini, ulusal sanayi üretiminin %40’ını, vergi gelirlerinin %46’sını, ihracatın yarısını ve nüfusun neredeyse beşte birini oluşturan İstanbul’da ticari alanların, sanayi ve üretim tesislerinin ve konaklama tesislerinin %60’ı ve eğitim ve kültür kurumlarının, sağlık ve spor tesislerinin %50’ye yakını, deprem riski yüksek alanlarda yer alıyor. Bu nedenle olası bir deprem karşısında insani, toplumsal ve ekonomik kayıpları azaltmak için hazırlık çalışmalarının tüm ilgili kurum ve kuruluşlar arasında etkin bir koordinasyon ile en kısa sürede tamamlanması en büyük dileğimiz.”

Paylaşın

‘AK Parti Seçim İçin Seneyi Beklemeyecek’ İddiası

Seçim tarihi olarak 2023 yılı Haziran ayı planlansa da, ekonomideki mevcut olumsuz tablo nedeniyle erken seçim yapılacağı yorumları yapılıyor. Karar gazetesi yazarı İbrahim Kahveci, gelecek yıl haziran ayında ekonominin AKP yönetiminin sandığından çok daha kötü olacağını belirtti. 

“AKP neden seçim için seneyi bekleyemeyecek…” diye soran Kahveci, “Bir kere seneye enflasyon “baz etkisi” ile bir miktar düşebilir ama bu zamlar bir kere heybeye girmiş oldu. O baz etkisi de öyle fazla olmayacak” yorumunu yaptı.

Kahveci yazısını şu satırlarla sürdürdü:

“Neden mi?

Çünkü şu anda ve önümüzdeki aylarda zamların bir nedeni de parasal genişleme kaynaklı olacak. Mesela Kur Korumalı Mevduat-KKM ek ödemeleri hem Hazine’den hem de Merkez Bankası kaynaklarından yapılıyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Karşılıksız para dağıtılacak ve enflasyona yeni bir dinamizm gelecek.

Parasal grafikleri incelediğimizde şu anda zemin oldukça uygun. Kurlar durmasına rağmen zamların devam etmesinin bir nedeni de kısmen buradan geliyor.

Şu anda ülke ekonomisini ayakta tutan tek dalımız “dış talep”. Ya da şöyle söyleyelim: Ekonomimize en büyük destek ŞER GÜÇLERDEN geliyor.

Fakat bu durum bizim sandığımız gibi olmuyor. Yani ihracat bizi zenginleştirmiyor, tersine yurtiçi fiyatları artırıyor ve alım gücünü düşürüyor. Kısaca diyeceğim şudur: Eğer TL değer kaybedecek ve ihracat artışı ile refaha ulaşacağız diye bekliyorsanız, hiç boşuna beklemeyin.

Bu ihracat bizi zenginleştirmiyor, tersine fakirleştiren bir ihracatımız var.

Ayrıca dış ticaretimiz öyle fazla vs de vermiyor. Ocak ayınca enerji ve altın dışı cari dengede ciddi bozulma var.

İhracatımız artacak ve kasaya dolar gelecek diye çok fazla hayale kapılmasak iyi olur. Arka kapı yöntemi ile doları seneye kadar hiç tutamayacağız bilesiniz.

Bu uğurda Rus oligarklara ve Rusya’ya bıraktığımız açık kapı da bizi kurtaracak sanmayalım. Bugün ABD ve AB tarafından ses çıkartılmayan arka kapı yöntemi yarın bir anda başımıza sıkıntı açarak kapanabilir…. Bu riski de bir kenara yazalım.”

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

‘Hizmet Üretici Enflasyonu’ Yüzde 78,09 Arttı

Hizmet Üretici Fiyat Endeksi (H-ÜFE), şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 3,78 arttı. Aylık bazda en yüksek artış posta ve kurye hizmetlerinde kaydedildi. H-ÜFE’deki yıllık artış ise yüzde 78,09 oldu.

Haber Merkezi / Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Hizmet Üretici Fiyat Endeksi (H-ÜFE) Şubat 2022 verilerini açıkladı. Açıklanan verilere göre H-ÜFE, bir önceki aya göre yüzde 3,78, bir önceki yılın aynı ayına göre ise yüzde 78,09 artış gösterdi. H-ÜFE on iki aylık ortalamalara göre de yüzde 41,85 arttı.

TÜİK verilerine göre; şubat ayında ulaştırma ve depolama hizmetlerinde yüzde 4,74, konaklama ve yiyecek hizmetlerinde yüzde 4,15, bilgi ve iletişim hizmetlerinde yüzde 4,11, mesleki, bilimsel ve teknik hizmetlerde yüzde 2,76, idari ve destek hizmetlerde ise yüzde 2,49 artış gerçekleşti. Söz konusu dönemde gayrimenkul hizmetlerinde yüzde 0,08 azalma oldu.

Post ve kurye hizmetleri yüzde 7,90 arttı

Aylık H-ÜFE’ye göre, 16 alt sektör daha düşük, 11 alt sektör daha yüksek değişim gösterdi. H-ÜFE’de hava yolu taşımacılığı hizmetleri yüzde 0,45, bilgi hizmetleri yüzde 0,23, gayrimenkul hizmetleri yüzde 0,08 ile aylık azalış gösteren alt sektörler oldu.

Buna karşılık posta ve kurye hizmetleri yüzde 7,90, programcılık ve yayıncılık hizmetleri yüzde 7,03, kara taşımacılığı ve boru hattı taşımacılığı hizmetleri yüzde 6,18 ile endekslerin en fazla arttığı alt sektörler oldu.

Gayrimenkul hizmetlerinde artış yıllık yüzde 190,51

Yıllık H-ÜFE’ye göre 21 alt sektör daha düşük, 6 alt sektör daha yüksek değişim gösterdi. H-ÜFE sektörlerinde yıllık en düşük artış, telekomünikasyon hizmetlerinde yüzde 15,79, hukuk ve muhasebe hizmetlerinde yüzde 22,79, büro yönetimi, büro destek ve diğer iş destek hizmetlerinde yüzde 26,47 olarak gerçekleşti.

Buna karşılık gayrimenkul hizmetleri yüzde 190,51, su yolu taşımacılığı hizmetleri yüzde 190,21, depolama ve destek hizmetleri (taşımacılık için) yüzde 132,03 ile endekslerin en fazla arttığı alt sektörler oldu.

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü’nden Dikkat Çeken Türkiye Raporu

Uluslararası Af Örgütü’nün dünyada insan haklarının durumunu değerlendirdiği 2021-22 yıllık raporu yayımlandı. Dünya ile eş zamanlı yayınlanan Türkiye raporunda “Yargı sistemindeki derin kusurlar 2021’de de giderilmedi” tespiti yer aldı.

Küresel, bölgesel ve ülkelerdeki insan haklarının durumunu özetleyen raporlarını yıllık olarak hazırlayan Af Örgütü, Türkiye raporunda şu başlıklar ele alındı: Aşırı Devlet Müdahalesi, Muhalefete Yönelik Baskılar, İfade Özgürlüğü, İnsan Hakları Savunucuları, Kadınların ve Kız Çocukların Hakları, LGBTİ+ Hakları, Toplanma Özgürlüğü, Örgütlenme Özgürlüğü, İşkence ve Diğer Türde Kötü Muamele, Zorla Kaybetmeler, Mülteci ve Göçmenlerin Hakları.

Türkiye “gri liste”ye alındı

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü Ece Ünver, rapor hakkında yaptığı açıklamada, 2020 yılı sonunda çıkan Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanunun sivil toplum örgütlerinin çalışmalarını olumsuz etkilediği belirtti ve Ekim’de Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) Türkiye’yi daha yakından izlemek için “gri liste”ye aldığını hatırlattı.

Ünver, “Sivil toplum kuruluşları olarak bizler böyle bir atmosferde başladığımız yılı geride bırakırken Türkiye’den pek çok hak ihlali de bu yıl da raporlarımıza yansıdı.” dedi.

“En büyük kayıplardan biri İstanbul Sözleşmesi”

Ece Ünver, 2021 yılının en büyük kayıplarından biri olarak İstanbul Sözleşmesi’ni gösterdi:

“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çekilerek Türkiye, kadınları ve kız çocukları ayrım gözetmeksizin tüm şiddet biçimlerine karşı koruyan hayati önemdeki bir sözleşmeden yoksun bırakıldı.

“Muhalefete, örgütlenme özgürlüğüne ve ifade özgürlüğüne dönük açılan ve yıllara yayılan davalar ya sonuçlanmadı ya da insan hakları savunucuları haksız bir biçimde cezalara çarptırıldılar.

“Tüm bunlara karşın toplanma özgürlüğüne sahip çıkanlar yıl boyunca ülkenin çeşitli noktalarında barışçıl gösteriler gerçekleştirdi. Her ne kadar bu gösterilere dönük orantısız polis müdahaleleri ve gözaltılar yaşansa da başta toplumsal cinsiyet eşitliğini savunanlar olmak üzere, haklarını talep edenlerin bir araya gelişi umut vericiydi.”

“Yargı reformu paketleri yetersiz kaldı”

2021 Türkiye raporu önsözünde şu özete yer verildi:

“Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı yeni İnsan Hakları Eylem Planı ve iki Yargı Reformu Paketi, yargı sistemindeki derin kusurları gidermekte yetersiz kaldı.”

Muhalif siyasetçiler, gazeteciler, insan hakları savunucuları ve diğer kişiler temelsiz soruşturmalar, yargılamalar ve mahkumiyet kararlarıyla karşı karşıya kalmaya devam etti. Hükümet yetkilileri LGBTİ+’ları homofobik söylemlerle hedef aldı.

Barışçıl toplanma özgürlüğü sert bir biçimde sınırlandırıldı. Yeni bir yasa, sivil toplum örgütlerinin örgütlenme özgürlüğünü aşırı derecede kısıtladı. İşkence ve diğer türde kötü muameleye ilişkin ciddi ve güvenilir iddialarda bulunuldu.

Türkiye 5 milyon 200 bin göçmen ve mülteciye barınma sağladı ancak binlerce sığınmacının ülkeye girişi engellendi. Mülteci karşıtı söylemin yükselişiyle mültecilere ve göçmenlere yönelik fiziksel saldırılar arttı.”

Raporda neler var?

Altı sayfalık Türkiye raporunda öne çıkanlar şöyle:

Yargı

AİHM Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak başta olmak üzere Türkiye hakkında pek çok hak ihlali kararı verdi. Aralık ayında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’ye, Osman Kavala’nın serbest bırakılması yönündeki AİHM kararına uymadığı için hakkında ihlal prosedürü başlatılacağını resmen bildirdi.

AİHM, Vedat Şorli/Türkiye Davası’nda verdiği emsal bir kararla Cumhurbaşkanı’na hakareti suç sayan Türk Ceza Kanunu Madde 299’un ifade özgürlüğü hakkıyla bağdaşmadığına hükmetti ve hükümeti ilgili mevzuatı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 10’a uygun hale getirmeye çağırdı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyeleri ile eski eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 108 kişi hakkındaki 29 ayrı suçu içeren iddianame yargılamaya dönüştü.

İnsan hakları savunucuları

Gezi Parkı Davası ve Osman Kavala’nın yıllardır süren tutukluluğu devam etti: Beraat, bozma, birleştirme ve AİHM kararları eksenindeki gündemde 2021 yılında da Osman Kavala ve Gezi Parkı protestoları nedeniyle yargılanan sanıklar hakkında yargılama süreci somut bir suçlamaya ya da delillere dayanmadı.

Toplanma özgürlüğü

Boğaziçi Üniversitesi protestoları sırasında yüzlerce öğrencinin gereksiz ve aşırı güç kullanılarak gözaltına alınması, tutuklamalar, ev hapisleri raporda yer bulurken, yıl sonu itibariyle iki öğrenci hâlâ tutukluydu.

2018’de Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın 700. Haftasında yapılan orantısız polis müdahalesiyle yaşananlar sonrası Mart’ta başlayan davada 46 kişi yargılanıyor.

8 Mart Dünya Kadınları Günü’nde Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılan 17 kadın “Cumhurbaşkanına hakaret” ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçlamalarıyla gözaltına alındı, kadınlar hakkında sekiz yıla kadar hapis cezası istemiyle hazırlanan iddianameyi kabul edildi.

Nisan’da Rize’nin İkizdere ilçesinde jandarma, köyde taş ocağı açılması kararını protesto eden köylülere biber gazıyla karşılık verdi. Taş ocağının çevreye hasar vereceğini ve içme suyunu kirleteceğini savunan köylülerden bazıları gözaltına alındı.

İstanbul Onur Yürüyüşü art arda altıncı kez yasaklandı. Polis, protestocuları dağıtmak için gereksiz ve aşırı güç kullandı, en az 47 kişiyi gözaltına aldı. Davanın ilk duruşması Kasım’da görüldü.

Örgütlenme özgürlüğü

Haziran’da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın HDP’nin kapatılması ve partinin 451 yöneticisi ve üyesine beş yıllık siyaset yasağı getirilmesi istemiyle hazırladığı iddianameyi kabul etti. Sanıklar terörle mücadele yasaları kapsamında sürdürülen kovuşturmalar ve mahkumiyet kararlarına dayalı olarak devletin bütünlüğüne aykırı eylemlerin odak noktası olmakla suçlanıyor.

İşkence ve diğer türde kötü muamele

Bu başlıkta, Mehmet Sıddık Meşe davası ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin Ocak’taki Diyarbakır cezaevini ziyareti yer buldu. Yıl sonu itibariyle Komite’nin raporu henüz yayımlanmadı.

Kandıra Cezaevi’nde Garibe Gezer hücresinde ölü bulundu. Gezer’in intihar ettiği iddia edildi. Gezer, ölümünden önce infaz koruma memurları tarafından sistematik olarak işkenceye ve cinsel saldırıya maruz bırakıldığını bildirmişti. Savcılık, iddialara ilişkin dosyada takipsizlik kararı verdi.

Mülteci ve göçmenlerin hakları

Resmi verilere göre Kasım itibariyle Türkiye’de 5 milyon 200 bin civarında göçmen ve mülteci yaşıyordu. Bunlardan 3 milyon 700 bini geçici koruma statüsünde olan Suriyelilerdi.

Temmuz’da yetkililer İran sınırındaki duvarın uzatılacağını duyurdu. Aynı ay Van Valiliği Ocak’tan beri 34 bin 308 kişinin sınırdan ülkeye girişinin engellendiğini açıkladı. Basında Türkiye’nin ülkeye düzensiz bir şekilde girmeye çalışan Afganları İran’a geri itmeyi sürdürdüğüne ilişkin haberler yer aldı.

Eylül’de göç yetkilileri Ankara’yı Suriyeliler için geçici koruma kaydına kapattı ve koruma statüsü veya ikamet izni olmayan düzensiz göçmenlerin sınır dışı edileceğini duyurdu. Yıl içinde Suriyelilere yönelik şiddetli saldırılar yaşandı.

“Türkiye: 2021 yılında Türkiye’nin dört bir yanında hak ihlalleri ve dört bir yanında protestolar vardı” başlıklı raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Paylaşın

‘Rusya, Ukrayna’da İki Talebinden Vazgeçti’ İddiası

Financial Times gazetesi, Rusya’nın bugün İstanbul’da devam edecek Ukrayna ile müzakerelerde, ülkenin “Nazilerden arındırılması” talebinden vazgeçtiğini ve askeri bir ittifaka girmemesi halinde AB üyesi olabilmesine izin vermeye hazırlandığını yazdı.

Gazete, görüşmeler hakkında bilgi sahibi dört kişiye dayandırdığı haberinde, Moskova ve Kiev’in çatışmaların durdurulmasını görüştüğünü ve olası bir anlaşmanın parçası olarak, Ukrayna’nın güvenlik garantileri ve potansiyel AB üyeliği karşılığında NATO üyesi olma isteğinden vazgeçmesinin gündemde olduğunu belirtti.

Anlaşma henüz sonuçlandırılmadığı için adının açıklanmasını istemeyen yetkililerin verdiği bilgilere göre, taslak ateşkes anlaşması metninde, Rusya’nın başta dile getirdiği üç ana ana talep olan “Nazilerden arındırılma” ve “Silahsızlanma” ve “Ukrayna’da Rusça için yasal koruma” yer almıyor.

Tarafların temsilcilerinin bugün İstanbul’da bugün dördüncü tur görüşmelere başlayacağını belirten gazete, Rusya’nın ödünlerinin, Ukrayna’nın beklenenden daha sıkı bir direniş göstermesi ve Rusya’nın operasyonel yetersizlikleri sonucu bir aydır süren işgalin genel anlamda durma noktasına gelmesi sonucu olduğunu vurguluyor.

‘Perdeleme kaygısı’

Ancak Ukrayna ve Batılı destekçilerinin Putin’in görüşmeleri yorgun güçlerini tazelemek ve yeni bir saldırı başlatmak için bir perdeleme olarak kulanmasından şüphe duyduğu vugulanıyor.

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy’nin partisinin parlamentodaki lideri ve Kiev’in müzakere ekibinin bir parçası olan David Arakhamia da, gazeteye yaptığı açıklamada tarafların güvenlik garantileri ve Ukrayna’nın olası AB üyeliği konusunda uzlaşmaya yakın olunduğunu belirtiyor, ancak büyük bir ilerleme ihtimali konusunda ihtiyatlı olunması gerektiğine dikkat çekiyor.

Arakhamia “En başından beri tüm meseleler masada ama hala çözülemeyen noktalar var” diyor. Görüşmelere yakın bir başka kaynak da Rusya’nın neredeyse her gün hem askeri baskı hem de Kiev’in silahsızlanması konularında tutum değiştirmesinden kaygılı olduklarını belirtiyor.

Kremlin Söcüsü Dimitri Peskov’un da “Rusya görüşmelerdeki ilerlemeler konusunda konuşamaz ve konuşmayacaktır. Bu sadece müzakere sürecine zarar verir” dediği aktarılıyor. Değerlendirilen anlaşmaya göre, Ukrayna’nın NATO üyeliğinden vazgeçmesinin yanı sıra, nükleer silah geliştirme ve topraklarında yabancı askeri üs bulundurmamasının da öngörüldüğü kaydediliyor.

Karşılığında da, Ukrayna’nın aralarında Rusya, ABD, İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, Çin, İtalya, Polonya, İsrail ve Türkiye’den güvenlik garantileri alacağı söyleniyor.

Ancak Ukrayna lideri Volodimir Zelenskiy’nin herhangi bir anlaşmanın garantörler tarafından kabul edilmesi ve parlamentolar tarafından onaylanması gerektiğini söylediği hatırlatılıyor. Zelenskiy’nin ayrıca, anayasayı değiştirmeden önce anlaşmayı referanduma sunacağını söylediği ve bunun en az bir yıl alacak bir süreç olduğu kaydediliyor.

Arakhamia ise “Uzlaşılan tek konu uluslararası garantiler. Ukrayna bunu istiyor ama bunun için hala garantörlerin onayı gerek, aksi takdirde anlaşma asla olmaz” diyor.

Değerlendirilien taslak metinde, Ukrayna’nın Rusya’nın 2014’te ele geçirdiği iki bölgesini geri alma talebinden bahsedilmediği ve bunun Putin ve Zelenskiy arasında gelecekte yapılacak müzakerelere bırakıldığı ifade ediliyor.

Arakhamia Moskava’nın Rusya’nın, Kiev’in Kırım’ın ve doğudaki iki bölgenin ilhakını tanımasını talep ettiğini söylüyor ve “Bağımsızlık Bildirgemiz’in dışındaki hiçbir sınırı kabul etmeyeceğiz. Bu en kritik nokta” diyor.

Ateşkes anlaşması başarılı olursa, Ukrayna ve Rusya dışişleri bakanlarının buluşup, güvenlik garantilerini ve Rusça’nın Ukrayna’da korunması gibi sosyal meselelerdeki anlaşmaları sonuçlandıracağı ifade ediliyor. Bunu da Putin ve Zelenskiy arasındaki bir görüşmenin izleyeceği kaydediliyor. Ancak Kremlin Sözcüsü Peskov’un böyle bir görüşme için “herhangi bir hareket” olmadığını söylediği de aktarılıyor.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

AB’nin Enerji Ambargosu Uygulaması Rusya Ekonomisini Nasıl Etkiler?

Rusya, Ukrayna’yı işgalinde bir aydan fazla süre geçmesine rağmen henüz hedeflerine ulaşamadı. Batılı ülkelerin geri adım atmaya zorlamak için yürürlüğe soktuğu yaptırımlar da Kremlin’i yıldırmış gibi görünmüyor.

Euronews’ta yer alan habere göre; Uzmanlar bundaki asıl etkenin Rus ekonomisini ayakta tutan enerji ihracatının çok büyük oranda yaptırımlar dışında tutulması olduğunu gösteriyor ve Moskova’nın aşil tendonunun enerji olduğuna vurgu yapıyor.

Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IFF) yaptığı tahminlere göre Rus ekonomisi 2022 yılı sonu itibariyle yüzde 30 daralacak ve buna Rus petrol ve doğal gazına ambargo uygulanma senaryosu dahil edilmemiş.

IFF Başekonomisti Robin Brooks sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı yorumda Rus enerji ihracatına ambargo uygulanması halinde bu daralmanın çok daha fazla olacağını ve Rusya’nın ekonomik üretiminin tamamen çökeceğini vurguladı.

Fakat Avrupalı ülkelerin özellikle Almanya’nın Rus doğal gazı ve petrolüne bağımlılığı hızlı bir ambargo kararının alınmasını oldukça zorlaştırıyor. Geçtiğimiz haftalarda Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanı Robert Habeck ani bir boykotun Almanya’da fakirliğe ve işsizliğe neden olacağı için mümkün olmadığını açıkladı.

Sonrasında ise Habeck Rusya’dan petrol ve kömür ithalatının yıl sonuna kadar kademeli olarak sonlandırılacağını açıkladı. Fakat ihtiyacının yüzde 55’ini Rusya’dan karşıladığı doğal gaz ithalatını ise ancak 2024 yılında sonlandırabileceklerini belirtti.

Fakat Almanya’nın Rus enerji kaynaklarına ambargo kararının Almanya’yı olumsuz etkileyeceğinin açık olduğunu belirten Brooks Rusya’nın bundan çok daha fazla zarar göreceğini ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in savaşın maliyetini karşılamakta işini daha da zorlaştıracağını vurguladı. Brook bir enerji ambargosu durumunda Rus ekonomisini yüzde 40’tan fazla küçülebileceğini dile getirdi.

G7’den Ruble ile ödeme talebine ret

Mali yaptırımlar kapsamında Rusya’nın uluslararası bankacılık sistemi ve ana transfer ağlarından dışlanmasından sonra Putin, geçen hafta yaptığı açıklamada AB ülkelerine yaptığı gaz ihracatı karşısında dolar veya euro almayı kabul etmeyeceğini duyurmuş ve Rus yetkililere bir hafta içinde ödemelerin ruble üzerinden yapılması için gerekli çalışmalara başlamaları talimatı vermişti.

G7 ülkeleri ise Rusya’nın sattığı gazın ücretinin ulusal para birimi ruble üzerinden ödenmesi için getirdiği uygulamanın “kabul edilemez” olduğunu duyurdu.

G7 dönem başkanı Almanya’nın Ekonomi Bakanı Robert Habeck “G7 ülkelerinin bütün bakanları, mevcut kontratlara aykırı olarak Rus gazı karşılığında ruble ödenmesi koşulunu tek taraflı ihlal olarak görüyor… Ödemelerin ruble karşılığı ödenmesi koşulu kabul edilemez.” dedi.

Habeck, Moskova’nın bu kararının Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “sırtının duvara sıkıştığı” şeklinde yorumlamak gerektiği görüşünü dile getirdi. Rusya’yı “güvenilir olmayan bir tedarikçi” olarak niteleyen Habeck, ilgili şirketlerden Putin’in bu talebine yanıt vermemelerini istediklerini söyledi.

Paylaşın

Altı Liderin Buluşmasında Neler Konuşuldu, Hangi Kararlar Alındı?

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın ev sahipliğinde, ikinci kez akşam yemeğinde buluşan 6 muhalefet partisi liderinin 5 saat süren toplantısında, iktidarın Meclis gündemine getirdiği “Seçim Yasası” eleştiri konusu olurken, parlamenter sisteme geçişin yol haritası ve seçim güvenliğinin sağlanması konularında iki komisyon kurulması kararlaştırıldı.

Toplantı sonrasında yapılan açıklamada olduğu gibi liderler, iktidarın Seçim Yasası değişikliğini “siyasi mühendislik ve birliklerini bozmaya yönelik” bir girişim olarak nitelendirirken, parti yöneticileri görüşmeyi, “Liderler çok keyifli ayrıldılar. Bu teklif, safların daha da sıkılaşmasına yol açtı” sözleriyle değerlendirildi.

Seçim Yasası’na karşı ‘birliktelik’ vurgusu

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ve Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, dün akşam Ali Babacan’ın ev sahipliğinde DEVA Partisi Genel Merkezi’nde akşam yemeğinde bir araya geldi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın, hafta içinde liderlere yaptığı ziyaret doğrultusunda toplantı gündemi, parlamenter sisteme geçişin ilke ve yol haritası, olası seçim ittifakının ilkeleri ve seçimin kazanılması halinde izlenecek politikalar olarak belirlenmişti.

Ancak AKP ve MHP’nin hazırladığı ve bu hafta TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesi planlanan “Seçim Yasası” değişikliği, masanın önemli gündem konularından birisi oldu. Kulislere yansıyan bilgilere göre, sandık kurulu başkan ve üyelerinin oluşumda değişikliğe gidilmesi, ittifak partilerinin milletvekillerinin hesaplanmasındaki yöntem değişikliği gibi maddeler “6’lı masayı dağıtmaya dönük hamle” olduğu yorumu yapıldı.

Bu girişimler karşısında demokrasiyi savunan siyasi partilerin daha “güçlü” bir şekilde birlikte hareket etme konusunda “kararlılık” sergilemesi gerektiği ifade edildi. Bu tutum, toplantıdan sonra yapılan yazılı açıklamaya, “Demokratik ilkelere dayanan birlikteliğimiz bu gibi siyasi mühendislik çabalarından etkilenmeyecektir. İş birliğimizi uyum içinde sürdürmeye kararlıyız” ifadeleriyle yansıdı.

‘Safları daha da sıkılaştırdı’

BBC Türkçe’den Ayşe Sayın’ın haberine göre görüşmeye ilişkin değerlendirmede bulunan bir parti yöneticisi, iktidarın, iktidarın 6’lı masayı dağıtma amacıyla bu teklifi getirdiğini, ancak tam tersi bir sonuç doğuracağına işaret etti:

“Liderler görüşmeden son derece keyifli ayrıldı, samimi bir havada görüşme yapıldı ve en önemlisi iktidara, “ne yaparsanız yapın, bu masayı dağıtamayacaksınız, mesajı verildi. Bu girişimler karşısında muhalefet, bu olayı satranç gibi değerlendirip, adımlarını ona göre atacaktır. Bu teklif, safların daha da sıkılaşmasına yol açtı.”

Kulislere yansıyan bilgilere göre liderler, Seçim Yasası henüz Meclis’ten geçmediği ve nasıl geçeceği bilinmediği için, iktidarın bu hamlesine karşı atılabilecek adımların, yasanın çıkmasından sonraki toplantılarda ele alınabileceği değerlendirmesi yaptı. Erken seçim olasılığının göz ardı edilmemesi gerektiği, bu nedenle de Seçim Yasası değişikliğinin hiç uygulanmayabileceği de güçlü olasılık olarak değerlendirildi.

Seçim güvenliği için ortak komisyon

Seçim Yasası ile özellikle sandık kurullarının oluşumunda değişikliğe gidilmesi nedeniyle liderler, “seçim güvenliğini” öncelikli konular arasına aldı ve seçim güvenliği konusunda ortak çalışma yapılması için 6 parti temsilcisinden oluşan bir komisyon kurulması benimsendi.

Bu kapsamda, siyasi partilerin, teşkilat, seçim ve bilişimden sorumlu genel başkan yardımcılarının bu komisyonda görev alması kararlaştırıldı. Seçim güvenliğine dönük teknik çalışmayı yürütecek olan komisyon, sandık kurullarında eksiksiz görev alınması, avukatların ortak havuzda toplanarak, seçime yönelik kuşkulu işlemlere müdahale etmesi, seçimlere yönelik dijital altyapının güçlendirilmesi konularında çalışma yapacak.

Geçiş süreci tanımlanacak, takvim belirlenecek

Toplantıda en önemli gündem maddesi ise parlamenter sisteme geçiş sürecinin ilke ve yol haritasının belirlenmesi başlığı oldu. Bu konuda da yine 6 partinin temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulması ve hafta içinde de üyelerinin belirlenmesi kararlaştırıldı.

Edinilen bilgiye göre komisyon, geçiş sürecini tanımlayacak, seçimden sonra parlamenter sisteme geçiş takviminin yanı sıra, yasa ve anayasalarda yapılması gereken değişiklikler üzerinde çalışacak.

Cumhurbaşkanının seçildikten sonra, parlamenter sisteme geçene kadar yetkilerini nasıl kullanacağı, bakanlar kurulunun yetkilerinin nasıl düzenleneceği konularını da çalışarak, hazırladıkları taslakları liderlere sunacak. Geçiş sürecinde uzlaşılması halinde, liderlerin “ittifak” için masaya oturmaları bekleniyor.

İttifak ve adaylık konuşulmadı

Kulislere yansıyan bilgilere göre “olası ittifakın ilkelerinin görüşülmesi” gündemde olmasına karşın, toplantıda bu konu ele alınmadı.

12 Şubat’ta yapılan toplantıda Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun önerisi doğrultusunda ittifak konusunun gündeme alındığına işaret eden kaynaklar, ancak hem Seçim Yasası’nın Meclis’ten geçmemesi, hem de önceliğin “geçiş süreci”ne verilmesi nedeniyle bu konuya değinilmediğini ifade ettiler. Cumhurbaşkanı adaylığı konusunun ise seçim süreci yaklaştığında ele alınabileceği ifade ediliyor.

Üçüncü buluşma Nisan’ın son haftasında

Toplantıda kesin bir tarih belirlenmemekle birlikte 6 muhalefet partisinin Nisan ayının son haftasında, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın ev sahipliğinde buluşması kararlaştırıldı. Liderler daha sonra sırasıyla Gelecek Partisi, İYİ Parti ve Saadet Partisi liderlerinin ev sahipliğinde buluşacak.

Paylaşın

Kovid 19’da Son Veriler Açıklandı: 61 Can Kaybı

Kovid 19’da son 24 saatte 14 bin 364 yeni vaka tespit edilirken, 61 kişi hayatını kaybetti. 18 yaş ve üstü nüfusta ikinci doz aşı uygulananların oranı yüzde 85,33 birinci doz aşı yapılanların oranı yüzde 93,08 olarak kayıtlara geçti.

Haber Merkezi / Sağlık Bakanlığı, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının Türkiye’deki seyrine ilişkin olarak yeni verileri yayınladı. Açıklanan verilere göre, son 24 saatte, 272 bin 435 test yapılırken, 14 bin 364 yeni vaka tespit edildi. 61 kişi hayatını kaybederken, 18 bin 526 kişi sağlığına kavuştu.

Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan tabloda, 2 doz aşılama verilerine de yer verildi. En az 2 doz aşı olmuş 18 yaş üzeri nüfusu kapsayan verilere göre Türkiye’de 2. doz aşılama ortalama yüzde 85,33 oldu. 1. doz ortalaması yüzde 93,08 olurken, 1., 2. ve 3. doz aşısını olan vatandaşların sayısı toplamda 146 milyon 823 bin 531’e yükseldi.

Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en çok aşılamanın gerçekleştirildiği Osmaniye’yi, Ordu, Amasya, Muğla, Kırklareli, Çanakkale, Eskişehir, Balıkesir, Manisa ve Zonguldak takip etti. Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en az aşılamanın gerçekleştirildiği Şanlıurfa’yı sırasıyla Batman, Siirt, Diyarbakır, Bingöl, Muş, Mardin, Bitlis, Ağrı ve Elazığ takip etti.

Bakanlığın 27 Mart verilerine göre, 251 bin 242 test yapılmıştı. 11 bin 194 vaka tespit edilirken, 64 kişi hayatını kaybetmiş ve 15 bin 402 kişi sağlığına kavuşmuştu.

Paylaşın

G7 İle Rusya Arasındaki Gerilim Tırmanıyor

Dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden oluşan G7 ülkeleri, Rusya’nın doğal gaz ve petrol satışı karşılığındaki ödemelerin Rus rublesi ile yapılması talebini reddetti. Rusya’dan, “Ruble ile ödeme yapılmazsa kesinti olur” yanıtı geldi.

G7’nin dönem başkanlığını yürüten Almanya’nın Ekonomi Bakanı Robert Habeck, bugün Fransa, İtalya, Japonya, ABD, İngiltere ve Kanadalı mevkidaşlarıyla videokonferansı aracılığıyla düzenlenen toplantının ardından gazetecilere açıklama yaptı.

Habeck, Rusya’nın enerji alımlarındaki ödemelerin Ruble ile yapılması talebini G7 ülkeleri olarak “kabul edilemez” bulduklarını söyledi.

“G7 bakanları olarak, bunun mevcut sözleşmelerin tek taraflı ve açık bir ihlali olduğu konusunda tamamıyla görüş birliği içerisindeyiz” diyen Habeck, ilgili şirketleri, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ruble ile ödeme yapılması talebine karşılık vermemeleri konusunda uyardıklarını kaydetti.

“Her türlü senaryoya hazırlıklıyız”

Putin’in uluslararası toplumu bölmeye çalıştığını, ancak buna izin vermeyeceklerini vurgulayan Alman Bakan Habeck, “G7 ülkelerinin yanıtı çok açık. Sözleşmelere bağlı kalınmalı” dedi.

Habeck, yaşanan gerilim nedeniyle Rusya’nın enerji tedariğini durdurması ihtimali bulunup bulunmadığı sorusunu da yanıtladı. Alman Bakan, “Her türlü senaryoya hazırlıklıyız” dedi.

G7 açıklamasının hemen ardından Rusya’dan, “Ruble ile ödeme olmazsa kesinti olur” açıklaması geldi.

Rusya Parlamentosu’nun üst kanadı Federasyon Konseyi’nde ekonomi politikaları komitesi üyesi olan milletvekili Ivan Abramov, RIA haber ajansına yaptığı açıklamada, “Ruble ile ödeme yapılmamasının enerji tedariğinin durdurulmasına yol açacağını” duyurdu.

“Bedavaya vermeyeceğimiz açık”

Bugün, G7 açıklaması öncesinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Kremlin sözcüsü Dimitri Peskov da benzer bir açıklama yaptı.

Peskov, Avrupalı müşterilerin Ruble ile ödeme yapmayı kabul etmemesi halinde doğal gazı kesip kesmeyecekleri sorusunu, “Doğal gazı bedavaya vermeyeceğimiz açık… İçinde bulunduğumuz durumda, Avrupa’ya hayırseverlik pek de mümkün ve getirisi olan bir şey değil” sözleriyle yanıtladı.

Peskov ayrıca Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un dün Alman televizyon kanalında açıkladığı “Rusya’ya enerji bağımlılığına hızla son verme” hedefini de değerlendirdi.

Interfax haber ajansının haberine göre Dimitri Peskov, “Güneydoğu Asya ve Doğu’da da bir pazar var” diyerek, Avrupa’ya azalan petrol ihracatını Asya’ya yönlendirmeyi hedeflediklerini kaydetti.

Paylaşın