Merkez Bankası Rezervleri Swap Hariç Eksi 46,5 Milyar Dolar

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından Haftalık Para ve Banka İstatistikleri yayımlandı. TCMB verilerine göre, brüt rezervler 25 Mart haftasında 108 milyar dolara geriledi. Bir önceki hafta brüt rezervler 108,7 milyar dolar olarak kaydedilmişti.

Haber Merkezi / Net rezervlerde de gerileme izlendi. Verilere göre, net rezervler 25 Mart haftasında 16 milyar dolara geriledi. Bir önceki hafta net rezervler 17,2 milyar dolar olmuştu. Swap hariç net rezervlerdeki bozulma da devam etti. 25 Mart haftasında swaplar dışarıda bırakıldığında net rezervlerin eksi 46,5 milyar dolar olduğu izlendi. Burada bir önceki hafta eksi 45,3 milyar dolar rakamı gerçekleşmişti.

Brüt ve net döviz rezervi nedir?

Ekonomist Mahfi Eğilmez, brüt ve net döviz rezervi arasındaki farkı şu şekilde açıklıyor: Merkez Bankası, döviz rezervlerinin tamamının sahibi değil.

TCMB’nin rezervlerinin bir bölümü bankaların Merkez Bankası’nda tutmak zorunda olduğu zorunlu karşılıklardan oluşuyor. Bunları bir çeşit emanet döviz olarak görmek mümkün.

TCMB’nin son yıllarda rezerv opsiyon mekanizması aracılığıyla, TL mevduatlar karşılığında alması gereken zorunlu karşılıkları dövizle yatırma esnekliği tanımasıyla bu döviz rezervlerindeki emanet tutarda artış oldu.

Döviz rezervlerinin bir bölümünün emanet olması nedeniyle Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin toplamı brüt döviz rezervlerini gösteriyor. Merkez Bankası’nda emanet olarak duran miktarlar düşüldüğünde net döviz rezervine ulaşılıyor.

Net döviz rezervi nasıl hesaplanıyor?

Net döviz rezervi, TCMB verilerinde aktif kısımda yer alan dış varlıklardan, pasif kısımda bulunan toplam döviz yükümlülüklerini çıkardıktan sonra elde edilen rakamın o günün kuruna bölünmesiyle hesaplanıyor.

Formül şu şekilde: Net Rezerv = (Dış Varlıklar – toplam döviz yükümlülükleri) / Dolar-TL kuru

Swap hariç net rezerv ne demek?

Ekonomist Eğilmez’e göre net rezerv miktarı, swap işlemleriyle elde edilmiş (emanet) dövizleri de kapsadığı için bu rakam tam olarak net rezervi ifade etmiyor.

Bu yüzden net döviz rezervini emanet dövizleri çıkararak görebilmek için bu miktardan swap karşılığı elde edilmiş döviz tutarını düşmek gerekiyor. Swap hariç net rezerv ise şu şekilde hesaplanabiliyor:

Swap hariç net rezerv = Net rezerv – Swap işlemleri toplamı

Uluslararası rezerv nedir?

TCMB’nin (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) tanımına göre uluslararası rezervler; ülkelerin para otoriteleri tarafından kontrol edilen, kullanıma hazır, birbirlerine çevrilebilme özelliği bulunan ve uluslararası ödeme aracı olarak kabul edilen varlıklar.

Uluslararası rezerv olarak sayılan varlıklar şunlar:

  • Konvertibl (birbirlerine dönüştürülebilir) döviz varlıkları (euro, ABD doları, İngiliz sterlini vb.)
  • Uluslararası standartta altın
  • Özel Çekme Hakları
  • Uluslararası Para Fonu (IMF) Rezerv Pozisyonu

TCMB, rezervleri nasıl saklıyor?

Merkez Bankası, rezervlerin yönetiminde ülke menfaatine öncelik verdiğini aktarıyor. Bu amaçla, uluslararası rezervleri, anaparanın korunması ve gerekli likiditenin sağlanması için düşük riske sahip yatırım araçlarında değerlendiriyor.

Merkez Bankası, rezerv yönetimi sırasında karşılaşılabilecek risklerin belirlenmesi, değerlendirilmesi ve kabul edilebilir sınırlar içinde tutulabilmesi için risk yönetim stratejisi uyguluyor. Ayrıca elindeki rezervlerin seviyesini, düzenli aralıklarla internet sitesinde yayımlıyor.

Paylaşın

“Kazanmak İçin Gözü Dönmüş Bir İktidarla Karşı Karşıyayız”

Seçim Kanunu içerisinde yer alan il ve ilçe seçim kurulları düzenlemesine ilişkin konuşan TİP Milletvekili Sera Kadıgil, “Biz 61 yıldır bu şekilde seçim yapıyoruz. Bakın darbe döneminde Kenan Evren’in bile aklına gelmedi. Kazanabilmek için gözü bu kadar dönmüş bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil, KRT TV ekranlarında gazeteci Savaş Kerimoğlu’nun sunduğu “Uyanma Vakti” programına konuk oldu. Kadıgil, Kerimoğlu’nun sorularına yanıt verirken Türkiye gündemine ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.

Programın başında Kerimoğlu’nun “İçime sinmiyor’ dediğiniz bir şey var mı?” sorusuna yanıt veren Sera Kadıgil, “Halkın vergisiyle maaş alıp, halkın dertleriyle ilgili hiçbir şey yapmayan bir yerde çalışmak zorunda kalmak içime sinmiyor. Orası TBMM ve benim için çok saygın bir yer ama içine girip hâlini görmek, Gazi Meclis’in kimlere kaldığını görmek gerçekten hiç içime sinmiyor” dedi.

AKP ve küçük ortağı MHP’nin Seçim Kanunu’na ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kadıgil, “Oyunu kaybettiğini çok net gören bir iktidar var. Oyunu kaybettiği için de oyunun kurallarını ve hakemlerini değiştirerek ‘Millet iradesini ne kadar zedelersek o kadar çok koltuğa sahip oluruz’ düşüncesiyle hayal kuran bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi.

TİP Milletvekili Sera Kadıgil şöyle devam etti:

“Kanunun nereden çıktığı çok açık. Bütün anketler önümüzde. ‘Bay bay Tayyip Erdoğan’ noktasındayız. Bunu sadece biz değil Saray’da oturan zat-ı muhterem de çok net görebiliyor. Geldiğimiz noktada seçime bir yıl iki ay kala çok stratejik bir zamanlamayla kendine göre bir seçim kanunu hazırladı. Bunu da utanmadan Meclis’te bize görüştürüyorlar.”

AKP iktidarının seçmen iradesini taşıyamayacağı için seçmen iradesini “sakatlamak” istediğine dikkat çeken Kadıgil, “Getirilen düzenlemelere baktığınızda çok ciddi siyasi mühendislik hesapları görüyorsunuz” dedi.

Kadıgil konuşmasının devamında şu ifadeleri kullandı:

“Yüzde 10 seçim barajı Kenan Evren’in marifetidir. 1982’de 20 milyon seçmen var ve yüzde 10 barajı 2 milyon seçmene tekabül eder. Bugüne geldiğimizde 2018’de bile seçmen sayısı 56 milyon. Yüzde 7’ye indiğinizde bile hâlâ 4 milyon seçmenin iradesini sandık dışında bırakıyorsunuz. Oran olarak güya aşağıya indirdiler ama zaten temsil edilemeyen seçmen sayısı darbecilerin anayasasına göre 2 katını aşmış durumda.

Komisyonda sordum burada bir kez daha sorayım: Türkiye’de yüzde 7 ile 10 bandında kaç siyasi parti var? Bir tane var; o da MHP. Yani ikili bir hesapla baraj düşürülmesi yapılıyor. Birincisi MHP kendine bir garanti almış durumda. İkincisi HDP, MHP’den daha fazla oy alıyor. HDP, şu anda ülkenin en büyük üçüncü partisi. ‘Barajı düşürürsek belki bir şey olur’ diyorlar.”

“Kazanabilmek için gözü bu kadar dönmüş bir iktidarla karşı karşıyayız”

Seçim Kanunu içerisinde yer alan il ve ilçe seçim kurulları düzenlemesine ilişkin de konuşan Sera Kadıgil, AKP iktidarının kazanabilmek için gözünün döndüğünü belirtti.

Kadıgil, şunları söyledi:

“Seçim günü veya öncesinde ve sonrasında bir usulsüzlük olursa şikâyet edilebilecek merci il ve ilçe seçim kurullarıdır. Çok önemli yerlerdir buralar ve bunların başında 61 yıldır o ilçenin veya ilin en kıdemli hakimi olur. Bu bir doğal hakim yasası dediğimiz şeydir. Kimse bunları seçemez, kimse bunları atayamaz. Hukukun bir gereğidir. Bunun da bazı sebepleri var. Açık açık söyleyeyim; en ‘eyvallahı’ olmayan hakimdir kıdemli hakim. Biz 61 yıldır bu şekilde seçim yapıyoruz. Bakın darbe döneminde Kenan Evren’in bile aklına gelmedi. Kazanabilmek için gözü bu kadar dönmüş bir iktidarla karşı karşıyayız.”

Türkiye’de AKP iktidarıyla birlikte yargıya güvenin kalmadığını söyleyen Sera Kadıil, konuşmasına şu sözlerle devam etti:

“Yargıya tabii ki güvenmiyorum. Neden güveneyim yargıya ben? Ben bir avukatım, benim güvenebileceğim bir yargı olsaydı zaten siyasetçi falan olmazdım. İnanın bayılmıyorum siyasetçi olmaya. Ben işini çok seven bir avukattım, yargı bırakmadılar ki ülkede. Bu bir tek benim görüşüm değil. Seda Sayan’ın, Haluk Levent’in güvenilirliği Türkiye yargısından daha yüksek şu anda. Bu rezilliği yaratan ben değilim.

Daha geçen sene AKP ilçe başkanlarını, eski milletvekili adaylarını hakim diye atayan ben miydim? Şimdi bu insanlar hakimlik yapmıyorlar mı? FETÖ’cülere sınav sorularını çaldırtarak, torpille en yüksek makamlara yerleştiren ben miydim? Ben yargıya güvenmiyorum ama yargıya güvenmememin sorumlusu ve suçlusu ben değilim. Yargıya bu hâle getiren AKP iktidarıdır.”

“Herkesle bir derdim var. Badem bıyıklılarla bir derdim var”

“Benim bu vatana ihanet eden, halkını değil de kendi cebini düşünen herkesle bir derdim var. Badem bıyıklılarla bir derdim var” diyen Sera Kadıgil, şunları söyledi:

“Bize bunlara güvenmemizi bekliyorlar, ben de onlara referandumu hatırlatıyorum. YSK, kanunda açık madde olmasına rağmen karar aldı ve mühürsüz oyları geçerli saydı bu ülkede. Bu şekilde bu berbat sistemi getirmeyi başardılar. O yüzden karşımızda her şeyi yapabilecek kapasitede olan bir iktidar var. Biz sonuna kadar mücadele etmekle mükellefiz. Ama ne yazık ki kanunun çıkmasını engelleyemeyeceğiz. Çünkü orada muhalefetin ne dediği zerre kadar umurunda olmayan, Saray’dan gelen bir virgül hatasını düzeltmeyi bile iktidarın zedelenmesi olarak gören bir güruhla iş yapmaya çalışıyoruz.”

Programın son bölümünde Adalet Komisyonu’nda kabul edilen kadınlara ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin önlenmesini öngören kanuna ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Sera Kadıgil, “Kadına şiddetle mücadele edecektin neden İstanbul Sözleşmesi’nden çıktın?” diye sordu.

Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliğinde dibe battığına dikkat çeken Kadıgil, şöyle konuştu:

“Kadın doğduğun için senin bazı yükümlülüklerin var’ diyor toplum. Erkeklere de ‘erkek adam ağlamaz’ diyor. Bu sorunu çözmüyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden bu yüzden nefret ediyorlar. Çünkü devlete cinsiyet eşitliği sağlama yükümlülüğü getiriyordu.

Dünyanın her yerinde ataerki devam ediyor ve daha acısı kapitalist düzen devam ettikçe ataerki zaten devam etmek durumunda. Bunlar dünyadaki insanların yüzde 90’ının hayatını cehenneme çeviren sistemler.

Türkiye’de tacize, tecavüze, evliyse evlilik içinde tecavüze maruz kalmayan kadın sayısı gerçekten çok düşük. Herkesin bir taciz geçmişi var. Hiçbir şeye uğramadıysanız toplu taşıma aracında tacize uğruyorsunuz bu ülkede. Bunlar konuşulduğu zaman tacize uğrayan kadında ne suç olduğunu tartışıyoruz.

Erkek kadını kendine ait sanıyor. Toplum öyle bir noktada ki, erkek kadını kendine ait sanmazsa ‘daha az erkekmiş gibi’ davranılıyor. Özgecan Aslan öldürülüyor, ‘O saatte orada ne işi varmış’ deniliyor. Biriniz de ‘Bu katiller neden bu insanları öldürüyor?’ diye sorun. Erkekler, kadınları öldürme, zehirleme, camdan hakkını nereden buluyor? Temel sıkıntı zaten burada başlıyor.”

Paylaşın

Zam Yağmuru Devam Ediyor: Kırmızı Et, Şeker, İnternet

İktidar her ne kadar ekonomide pembe tablo çizmeye çalışsa da, zamlar artarak devam ediyor. Son olarak, şekere yüzde 31, kırmızı ete yüzde 10, internete yüzde 67 oranında zam yapıldı.

Haber Merkezi / Türkşeker, şeker fiyatlarına yüzde 31 oranında zam yapıldığını açıkladı. Şekerin 5,96 lira olan kilogram fiyatı, 7,80 liraya yükseldi. Zamma ilişkin Türkşeker tarafından yapılan açıklamada “güncelleme” ifadesi kullanılarak şunlar kaydedildi:

“Raf Fiyat Garanti (RFG) Sistemi kapsamında vatandaşlarımızın uygun fiyatla paketli kristal toz ve küp şekere ulaşmasını sağlayan Türkşeker, artan maliyetleri dikkate alarak şeker fiyatında güncelleme yapmıştır. Bu kapsamda şekerin kilogram fiyatı 31.03.2022 tarihi itibari ile KDV dahil 7,80 lira olarak belirlenmiştir.

Ayrıca imalatçı firmalarımıza destek olmak için kapasite raporu, fiili kullanım durumu gibi kriterler dikkate alınarak imalatçılarımıza yeniden şeker arzına başlanmıştır. Bu çerçevede 50 kilogramlık şekerin çuval fiyatı ise KDV dahil 550 lira olarak güncellenmiştir.”

İnternete yüzde 67 zam

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) tarafından yayımlanan yeni karar kapsamında, Türk Telekom’un toptan tarife fiyatlarında yüzde 67 oranında zam yapıldı.

Serbest Telekomünikasyon İşletmecileri Derneği (TELKODER), 1 Nisan’da yürürlüğe girecek zamlı toptan tarifelerin, Türk Telekom’dan toptan hizmet alarak milyonlarca aboneye internet ve sabit telefon hizmeti sunan alternatif işletmecileri finansal olarak büyük zarara uğratacağına dikkatl çekti.

Telekomünikasyon sektöründe alternatif işletmecilerin korunmasının; rekabeti arttıracağı ve hizmet kalitesi kadar tüketicilerin uygun maliyetli haberleşme imkanlarından faydalanması anlamına geldiğini belirten TELKODER Yönetim Kurulu Başkanı Halil Nadir Teberci, karar ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yaptı:

“Türk Telekom tekrar devletin sahipliğine geçti ve ilk alınan kararın zam olması bizleri üzdü. BTK bu yüksek tarife artışına ilişkin kararı öncesinde mutlaka sektörün görüşünü almalı ve onaylanan yüksek oranlı yeni zamlı tarifelere geçiş için makul süre tanımalıydı.

Milyonlarca kurumsal ve bireysel aboneye hizmet sunan alternatif işletmeciler olarak alınan kararların gözden geçirilmesini ve geri alınmasını istiyoruz. Bu isteğimizin karşılık görmesi, sektördeki işletmecilerin doğacak büyük zararlarını engellemek kadar, daha makul seviyelerde oluşabilecek internet ve sabit telefon faturalarının daha yüksek fiyatlara çıkmasının önlenmesi adına değerli olacaktır.”

Kırmızı ete yüzde 10 zam

Dana karkasın toptan kilo fiyatı 5 lira arttı. Buna göre Pperakende de etin kilosu yüzde 10 dolayında zamlandı. Kasım 2021’de toptancılar dana karkası perakende esnafına kilosu 49 liraya verirken, bu rakam Ocak-Mart 2022’de 80-85 liraya kadar çıktı. Fiyatlar hızla yükselirken bugün bir zam daha yapıldı ve dana karkasın kilosu 31 Mart itibarıyla 90 liraya ulaştı. Kırmızı et maliyetlerinde yükselme nedeniyle önümüzdeki günlerde de zamlar devam edecek.

Paylaşın

HDP’li Günay: Mücadeleyi Yükseltmeye Devam Edeceğiz

Partisinin genel merkezinde gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan HDP Sözcüsü Ebru Günay, “8 Mart ve Newroz coşkusuyla Kürt halkının emek ve demokrasi güçleri ile Kürt halkının taleplerinin birleştiği 1 Mayıs’a giderken bütün alanlarda direnişi ve mücadeleyi yükseltmeye devam edeceğiz. Alanlar çok önemli mesajlar verdi ve herkesin bu mesajları doğru okumaya ve gereklerini yapmaya davet ediyoruz.” dedi.

Haber Merkezi / Rusya – Ukrayna barış görüşmelerine ilişkin ise Günay, “Bildiğiniz üzere parti olarak her türlü uluslararası ve içerideki her türlü toplumsal sorunun çatışma ve çelişkilerin müzakere ve diyalog çözüleceğine inanan bir partiyiz. Barışçıl çözümler için mücadele eden bir partiyiz. Gittikçe derinleşen ve insani trajedilerin yaşandığı Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşta da tek çıkar yolun müzakere diyalog ve barışçıl çözümler olduğunu ilk günden itibaren savunduk bundan sonra da savunmaya devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı.

HDP’li Günay, konuya ilişkin yaptığı açıklamanın devamında, “Ukrayna ve Rusya arasında yapılan her türlü müzakereyi de yakından takip ediyoruz. Türkiye’nin görüşmelerdeki rolü elbette önemlidir ve önemsiyoruz ancak iktidarın büyük bir uluslararası barış olarak lanse ettiği rolüne ilişkin kaygılarımız endişelerimiz ve şüphelerimiz var. İktidarın hem içeride hem bölgesel sorunlarda savaşçı politikalarını yakından biliyoruz. İktidarın savaş politikalarının bedelini Türkiye toplumu hala ödüyor. Barışçıl arabuluculuk elbette önemli ama aynı barışçıl çaba Türkiye halkları için de verilmeli.” dedi.

Diyanet akademilerine dair getirilen kanun teklifi görüşmelerinde çekimser oy kullanmalarına dair sorulan soruya ise Günay, “HDP olarak Diyanet’e tavrımız parti programımız açık ve nettir. İktidarın Diyanet’i bir din istismarı aracına dönüştüğü bu zamanda tavrımız elbette değişemez. Halkımız sefalet yokluk ve açlık ile boğuşurken Diyanet Saray’ın etrafında dönerek lüks ve şatafat içinde Türkiye toplumunun inançlarını istismar etti. Diyanet’e dair gelecek her türlü yasal düzenlemenin iktidarla ilişkisi dikkate alınarak değerlendirmelidir. Bu konuyu parti kurullarımızda ele aldık. Evet, evet oyu kullanmadık ama tavrımızı bütün bu tartışmalar ışığında daha açık bir şekilde ifade ederek hayır demeliydik” şeklinde cevap verdi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında değerlendirmelerde bulundu. Günay’ın açıklamaları şöyle;

“Kürt halkının mücadelesini ve kazanımlarını tehlike olarak gören zihniyet bugün olduğu gibi o gün de baskı zor ve ölümle sonuç alacağını düşündü ama yanıldı. Qazi Muhammed ve arkadaşları hala mücadele eden, direnen Kürtlere ışık tutmaya yol göstermeye devam ediyor. İdam sehpasındaki vasiyeti birlik ve dayanışmaydı. Bu vasiyet, Kürt halkının başarısının, kazanma rehberi olmaya devam ediyor. Bir kez daha Qazi Muhammed ve arkadaşlarını saygı ve minnetle anıyorum. Onların bize bıraktığı miras Kürt bilinci ve dayanışma ruhunu Kürtler bulunduğu her yerde yeşertmeye devam edecektir.

Son birkaç haftada yaşananlara baktığımızda bu iktidarın nasıl pervasızlaştığını, hukuktan, ahlaktan, uzaklaştığını insani değerlerden uzaklaştığını görüyoruz. Newroz’dan bu yana Kürt çocuklarına yaşatılanlar AKP ve MHP iktidarının Kürt düşmanlığının fotoğrafıdır.

5 yaşındaki ikiz kardeşlerin soğuğa rağmen yöresel kıyafetleri çıkarıldı, gözaltına alındılar parmak izleri alındı. İşte bu Kürt düşmanın ve Kürtleri daha çocuk yaşta fişlemenin şekli ve en somut halidir. Kürt çocukları AKP ve MHP iktidarıyla birlikte daha 5 yaşında gözaltı merkezleriyle tanışıyor. Daha o yaşta bu iktidarın Kürt çocuklarına vaat ettiği gelecek gözaltı merkezleri işkence ve ölümlerdir. Bırakın çocuklara iyi bir gelecek bırakmayı özelde Kürt çocukları ve Türkiye’deki bütün çocuklara vaat ettikleri gelecek, gözaltı, işkence ve ölümdür. Bu iktidar döneminde çocukların artık can güvenliği yok.

Bütün bu olaylar bütün katliam dosyalarında olduğu gibi failler ellerini kollarını sallayarak dışarıda başka çocuklara başka insanların hayatlarına kastedebilir. Efe Tektekin’in dedesinin katledildiği yerde bir yıl sonra o da zırhlı araçla katledildi. Dedesi TOMA çarpması sonucu katledilmişti. Efe Tektekin de zırhlı araçla katledildi. Katil utanmadan sıkılmadan iktidarın cezasızlık politikalarından aldığı cesaretle duruşma salonunda vicdanım rahat dedi. Failli elini kolunu sallayarak gezmeye ve başka çocukların hayatlarına kastetmeye devam ediyor. Düşünün aynı aileden iki kişi zırhlı çarpması sonucu hayatını kaybediyor bu asla kader değildir. Bu iktidarın Kürt düşmanı güvenlikçi politikaları sonucu işlenen cinayetlerdir. Yine Muhammet ve Furkan kardeşler evlerinde uyurken zırhlı aracın evin içine girmesiyle hayatlarını kaybettiler. Uğur kaymaz, Cemile Çağırga, Berkin Elvan, Ceylan Önkol iktidarın güvenlikçi savaş politikaları sonucu yaşamını yitiren çocuklardan sadece birkaçı… Elbette bu çocukların katillerinden hesap sormak boynumuzun borcu. Türkiye’deki bütün çocuklara huzurlu ve demokratik bir ülke bırakmak bizim boynumuzun borcudur. Bu konuda mücadele etmeye devam ediyoruz çünkü çocuklar bizim geleceğimiz.

Kobanê Kumpas davasında da duruşma devam ediyor. Her duruşma da arkadaşlarımız direnişlerini devam ettirirken mahkeme heyeti de hukuksuzluklarına ve kumpaslara yenilerini eklemeyi devam ediyor. Biz her duruşmada ve davada ne kadar haklı olduğumuzu ve ne kadar bu davanın kumpas davası olduğunu görüyoruz ve haklı çıkıyoruz. Sadece birkaç oturuma baktığımızda kumpasın niteliğini anlamak mümkün. Tanık olarak dinlenecek olan Şemsettin Kalay’ın 15 Kasım 2021 tarihinde vefat etmesi nedeniyle dosyada bulunan önceki ifadesi okundu. Gözaltında alınan ifadesi okundu. Tanık ifadelerinin hangi koşullarda alınması gerektiğini uzun uzadıya anlatmayacağım. Ama nerede bakarsak bakalım bu dosyada hukuksuzluk ve usulsüzlük karşımıza çıkıyor.

1 Kasım Dünya Kobanê etkinliklerine katıldığı için 2 Kasım’da gözaltına alınıp tutuklanan tanığın ifadesi ısrarla 6-8 Ekim olaylarıyla bağlamaya çalışsa da tanık bunun böyle olmadığını ısrarla ve ısrarla beyan etti. Mahkeme heyetinin tüm yönlendirmelerine çarpıtmalarına ve zorlamalarına rağmen hiçbir tanık ve müştekilerin hiçbiri arkadaşlarımızdan şikayetçi olmadı. Bu olayların arkadaşlarımızla ilgisinin olmadığını söylediler. Hala arkadaşlarımızın ifadeleri bitmeden tanık ve müştekilerin dinlenmesi başka bir usulsüzlüğe işarettir.

Kobani Kumpas Davası

Önceki Mahkeme Başkanı Bahtiyar Çolak Atadedeler adı verilen suç örgütüne düzenlenen operasyonla gözaltına alındı. İşte Kobani Kumpas Davasının çeteler tarafından yürütüldüğünün somut göstergesidir bu gözaltı. Böyle bir mahkeme başkanının aldığı kararların adil ve hukuka uygun olduğunu kim söyleyebilir. Elbette kimse söyleyemez. Bahtiyar Çolak’ın imzasının olduğu aldığı her karar, yaptığı her işlem ve katıldığı her duruşma şaibelidir ve iptal edilmelidir. Bir çete üyesi hakim, arkadaşlarımız hakkında defalarca tutuklama kararı verdi. Aslında çetelerin etkisi Kobanê Kumpas Davasında hukuksuzluk ve adaletsizliğin somut göstergesi oldu. Kobanê Kumpas Davasında savunma yapan her arkadaşlarımız savunmalarıyla yargılamaya devam ediyor. Son olarak sevgili Ahmet Türk’ün de dediği gibi; ‘Bizler 12 Eylül zindanlarını yaşadık, dokunulmazlıklarımız kaldırıldı, baskılarla bizi demokratik siyasetten koparmaya çalıştılar. Bugün de haksız hukuksuz Kobanê davasıyla karşı karşıyayız. Ancak Kürt sorunun demokratik siyasetle çözüleceğine inandığımız için bugüne kadar mücadele ettik ve bundan sonra da mücadele etmeye devam ediyoruz.’ İşte arkadaşlarımızın tavrının özeti burada gizlidir.

Türkiye’nin görüşmelerdeki rolü elbette önemlidir ve önemsiyoruz

Bildiğiniz üzere parti olarak her türlü uluslararası ve içerideki her türlü toplumsal sorunun çatışma ve çelişkilerin müzakere ve diyalog çözüleceğine inanan bir partiyiz. Barışçıl çözümler için mücadele eden bir partiyiz. Gittikçe derinleşen ve insani trajedilerin yaşandığı Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşta da tek çıkar yolun müzakere diyalog ve barışçıl çözümler olduğunu ilk günden itibaren savunduk bundan sonra da savunmaya devam edeceğiz. Ukrayna ve Rusya arasında yapılan her türlü müzakereyi de yakından takip ediyoruz. Türkiye’nin görüşmelerdeki rolü elbette önemlidir ve önemsiyoruz ancak iktidarın büyük bir uluslararası barış olarak lanse ettiği rolüne ilişkin kaygılarımız endişelerimiz ve şüphelerimiz var. İktidarın hem içeride hem bölgesel sorunlarda savaşçı politikalarını yakından biliyoruz. İktidarın savaş politikalarının bedelini Türkiye toplumu hala ödüyor. Barışçıl arabuluculuk elbette önemli ama aynı barışçıl çaba Türkiye halkları için de verilmeli.

Bakın Rusya ve Ukrayna heyetlerinin görüşme gerçekleştirdiği Dolmabahçe’de de Türkiye halkları için 2015 yılında barışçıl bir kader anıydı. Ama Erdoğan kendi çıkarlarıyla çeliştiği için Dolmabahçe mutabakatını tanımıyorum diyerek geleceği belirsiz bir çöküşe sürükledi. Türkiye halklarının son 7 yılda büyük kayıplar yaşamasına, acılar çekmesine neden oldu. Kuzey komşularıyla barış çabaları yürütürken güney sınırlarında halklara ölüm ve katliamı reva gördü. Görüşmeler esnasında bile AKP iktidarın Kuzey ve Doğu Suriye’de Ayn İsa kasabasını bombalamakla meşguldü. AKP’nin barışçıl politikalarından ne denli uzak olduğunu en iyi HDP olarak bizler biliriz. Umuyoruz ki Rusya ve Ukrayna arasında bir mutabakat oluşursa Dolmabahçe’de Erdoğan kendi çıkarlarına hizmet etmediği gerekçesiyle ‘Erdoğan ev sahibi olarak ben bu mutabakatı tanıyorum’ demez. Buradan görüşmecilere de bu uyarımızı yapmak istiyoruz.

” AKP ve MHP’nin Kürt halkının iradesini gasp etme yaklaşımı bütün kamuoyu tarafından biliniyor”

Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Komitesinin 23 Mart’ta toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıda Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen kabul edilen bir rapor var. Kuşkusuz bu rapor çok önemli Türkiye demokrasisi açısından. Bu raporla kayyımların kabul edilemez olduğu, terör kavramının yargı tarafından geniş bir yelpazede ele alındığından insan hakları ihlallerine neden olduğu belirtildi. Kayyımlarla seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğini hem Avrupa’daki kuruluşlar hem de parti kurullarında bunu biz birçok kez ifade ettik. Bir kez daha AK’nin raporuyla seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiği belgelenmiş oldu. Bu duruma ilişkin AKP ve MHP’nin Kürt halkının iradesini gasp etme yaklaşımı bütün kamuoyu tarafından biliniyor.

Muhalefetin tutarsız siyaseti bir kez daha rapor görüşülürken, raporun oylanmasında ortaya çıktı. Türkiye’nin geleceğini kurma iddiasıyla imzaladıkları bildirgede yasama dokunulmazlığının sınırlarını genişletme iddiasına rağmen imzadan 24 saat geçmeden Semra Güzel arkadaşımızın dokunulmazlığının kaldırılması için oy kullandılar. Yine aynı mutabakat metninde yer alan seçimle gelen seçimle gider yani kayyıma karşı ilkeye rağmen CHP’li belediye başkanının AK görüşmelerinde yaptığı konuşma ve CHP delegasyonun rapora karşı oy kullanması muhalefetin tutarsızlığının ve iktidar gölgesindeki siyasetlerinin göstergesidir. Türkiye’nin geleceği tutarlı ve iktidardan bağımsız bir muhalefetle inşa edilir ki o da ancak ve ancak HDP’nin öncülük ettiği 3’üncü yol siyaseti ve HDP fikriyatıyla mümkündür.

Newroz

15 Mart’ta Beytüşşebap’ta startını verdiğimiz ve 21 Mart’ta görkemli bir kutlama ile finalini kutladığımız Newroz kutlamalarını geride bıraktık. Buna dair kapsamlı değerlendirmeler yapıldı ama bir iki noktanın altını çizmek istiyorum. Newroz Türkiye’deki iktidarı ve muhalefeti ile çözümsüzlüğü dayayanlara çözüm yolunu gösterdi. Kürt halkının ulusal demokratik hak talepleri Newroz alanlarında başat talepti. Ama bu Newroz’da milyonlar hayat pahalılığına, emeğin sömürülmesine, kadın katliamlarına, ülke kaynaklarının talan edilmesine, açlığa ve yoksulluğa da isyan ettiler. İstanbul, İzmir, Manisa, Aydın, Ankara, Çanakkale, Denizli, Tekirdağ, Konya gibi birçok batı illerinde Kürt halkı ile Türkiye’nin emek ve demokrasi güçleri tabanda buluştu, taleplerde ortaklaştı, geleceğe dair sözünü ve taleplerini birleştirdi.

Bu kutlama aynı zamanda kadınların özgürlük talepleriyle ile gençlerin özgür gelecek taleplerini aynı zamanda birleştiği bir kutlama oldu. Bu kutlamalar ile HDP fikriyatının ve 3’’üncü yolun inşasının en somut yolu olarak görüyoruz. 8 Mart ve Newroz coşkusuyla Kürt halkının emek ve demokrasi güçleri ile Kürt halkının taleplerinin birleştiği 1 Mayıs’a giderken bütün alanlarda direnişi ve mücadeleyi yükseltmeye devam edeceğiz. Alanlar çok önemli mesajlar verdi ve herkesin bu mesajları doğru okumaya ve gereklerini yapmaya davet ediyoruz.”

Günay, açıklamaları ardından soruları yanıtladı. Diyanet akademilerine dair getirilen kanun teklifi görüşmelerinde çekimser oy kullanmalarına dair Günay, “HDP olarak Diyanet’e tavrımız parti programımız açık ve nettir. İktidarın Diyanet’i bir din istismarı aracına dönüştüğü bu zamanda tavrımız elbette değişemez. Halkımız sefalet yokluk ve açlık ile boğuşurken Diyanet Saray’ın etrafında dönerek lüks ve şatafat içinde Türkiye toplumunun inançlarını istismar etti. Diyanet’e dair gelecek her türlü yasal düzenlemenin iktidarla ilişkisi dikkate alınarak değerlendirmelidir. Bu konuyu parti kurullarımızda ele aldık. Evet, evet oyu kullanmadık ama tavrımızı bütün bu tartışmalar ışığında daha açık bir şekilde ifade ederek hayır demeliydik” diye konuştu.

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi Kayyum Başvurularını Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), görevden alınarak yerlerine kayyım atanan Diyarbakır Sur Belediyesi eski Eş Başkanvekili Azize Değer Kutlu ve Hani Belediyesi eski Eş Başkanı Abdurrahman Zorlu’nun başvurularını karara bağladı. 

İki eş başkan, ayrı ayrı yaptığı başvurularda “Hakkaniyete uygun yargılama”, “Masumiyet karinesi”, ” Özel hayata saygı hakkı” ve “Seçme ve seçilme hakkı”nın ihlal edildiğini belirti.

Kutlu, başvurusunda “göreve başladığı günden itibaren hakkında hiçbir idari ve cezai soruşturma açılmadığını, görevi boyunca yaptığı tüm işlemlerin hukuka uygun olduğunu” ifade etti.

Kutlu, savunması dahi alınmadan, gerekçesiz bir şekilde görevine son verildiğini belirterek, bunun “suçta ve cezada kanunilik ilkesini de ihlal ettiğini” belirtti.

Dosyada, yerine kayyım atandıktan sonra tutuklanan eski Hani Belediyesi Eş Başkanı Abdurrahman Zorlu’nun da açtığı davadaki “göreve başladığı günden itibaren hakkında hiçbir idari ve cezai soruşturma açılmadığı”na ilişkin savunması yer aldı.

Seçimle geldiği görevinden bu şekilde alınmasının seçme ve seçilme hakkına aykırı olduğunu söyleyen Zorlu, masumiyet karinesinin de ihlal edildiğini belirtti.

Resmi Gazete’de yayımlanan kararında İçişleri Bakanlığı’nın görüşüne de yer verip birçok yasa maddesi de sayan AYM, Zorlu ve Kutlu’nun başvurularını reddetti. Yüksek Mahkeme, oybirliğiyle başvuruların “Kabul edilemez olduğuna” karar verdi.

Kararda, bunun gerekçeleri ise şöyle açıklandı: “Hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle”, “Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın Kutlu yönünden ‘konu bakımından yetkisizlik’, Zorlu bakımından ise ‘açıkça dayanaktan yoksun olması’ nedeniyle, “Özel hayat ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle”, “Serbest seçim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle…”

Anayasa Mahkemesi, yargılama giderlerinin ise başvurucular üzerine bırakılmasına karar verdi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

‘Dış Ticaret Açığı’ Yüzde 135,5 Arttı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Ticaret Bakanlığı işbirliğiyle oluşturulan ‘Dış Ticaret İstatistikleri Şubat 2022’ verileri açıklandı. Açıklanan verilere göre, Genel Ticaret Sistemi (GTS) kapsamında ihracat şubatta geçen yılın aynı ayına göre yüzde 25,4 artarak 20 milyar 4 milyon dolar, ithalat yüzde 44,5 artarak 27 milyar 885 milyon dolar oldu.

Haber Merkezi / Dış ticaret açığı şubatta geçen yılın aynı ayına göre yüzde 135,5 yükselerek 3 milyar 347 milyon dolardan 7 milyar 881 milyon dolara çıktı. İhracatın ithalatı karşılama oranı Şubat 2021’de yüzde 82,7 iken geçen ay yüzde 71,7’ye geriledi.

Ocak-şubat döneminde dış ticaret açığı yüzde 183,3 artarak 6 milyar 408 milyon dolardan, 18 milyar 153 milyon dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2021 Ocak-Şubat döneminde yüzde 82,8 iken, 2022 yılının aynı döneminde yüzde 67,4’e geriledi.

İhracatta ilk sıra Almanya’nın

Şubat ayında ihracatta ilk sırayı Almanya aldı. Almanya’ya yapılan ihracat 1 milyar 785 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 1 milyar 299 milyon dolar ile ABD, 1 milyar 98 milyon dolar ile Birleşik Krallık, 1 milyar 85 milyon dolar ile İtalya, 1 milyar 70 milyon dolar ile Irak takip etti. İlk 5 ülkeye yapılan ihracat, toplam ihracatın yüzde 31,7’sini oluşturdu.

Ocak-şubat döneminde ihracatta ilk sırayı Almanya aldı. Almanya’ya yapılan ihracat 3 milyar 402 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 2 milyar 519 milyon dolar ile ABD, 2 milyar 109 milyon dolar ile İtalya, 2 milyar 45 milyon dolar ile Birleşik Krallık ve 1 milyar 953 milyon dolar ile Irak takip etti. İlk 5 ülkeye yapılan ihracat, toplam ihracatın yüzde 32,0’ını oluşturdu.

İthalatta ilk sırada Rusya Federasyonu var

İthalatta Rusya Federasyonu ilk sırayı aldı. Şubat ayında Rusya Federasyonu’ndan yapılan ithalat 3 milyar 858 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 3 milyar 176 milyon dolar ile Çin, 1 milyar 835 milyon dolar ile Almanya, 1 milyar 60 milyon dolar ile ABD, 1 milyar 58 milyon dolar ile Hindistan izledi. İlk 5 ülkeden yapılan ithalat, toplam ithalatın yüzde 39,4’ünü oluşturdu.

Ocak-şubat döneminde ithalatta ilk sırayı Rusya Federasyonu aldı. Rusya Federasyonu’ndan yapılan ithalat 8 milyar 496 milyon dolar olurken, bu ülkeyi sırasıyla; 6 milyar 270 milyon dolar ile Çin, 3 milyar 275 milyon dolar ile Almanya, 2 milyar 339 milyon dolar ile ABD, 1 milyar 780 milyon dolar ile İtalya izledi. İlk 5 ülkeden yapılan ithalat, toplam ithalatın yüzde 39,8’ini oluşturdu.

Paylaşın

Seçim Sistemi Değiştirmekle İktidar Ne Kadar Uzar?

Türkiye, son 60 yılın yüzde 60’ında iktidara seçimle gelen üç ayrı tek partinin oluşturduğu iktidarlarla yönetildi. İlginçtir bu üç partinin her üçü de iktidarlarını sürdürebilmek için seçim sistemlerinde partilerinin çıkarına gördükleri değişiklikleri yapma telaşına kapıldılar. Bu telaş ne onlara, ne de ülkeye yarar getirdi.

Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Süleyman Demirel meclisteki çok sesliliği -yüzde 3 oy alarak mecliste grup kuran ve de sorular soran solu- susturmanın ve başarıyı yakalamanın yolunu milletvekillerinin partilere dağılımında ‘artık oy’ (milli bakiye) sistemi yerine ‘nisbi temsil’i getirmekte bulmuş oldu.

Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı Turgut Özal seçimin birinci partisinin daha az oyla daha çok milletvekilini meclise taşıyabilmesi için, çifte barajlı seçim sistemine kontenjan milletvekilliği ekleyerek, seçim çevrelerini küçültüp barajları yükselterek iktidarını pekiştirme yoluna gitti.

Süleyman Demirel’in Adalet Partisi ile Turgut Özal’ın Anavatan Partisi ikişer dönem seçimin birinci partisi olarak tek başlarına iktidar oldular. Sonra koalisyon dönemleri başladı, ama bu dönemlerde siyasi partiler ‘temsilde adalet, yönetimde istikrar’ ilkelerinde anlaşarak adil ve demokratik bir seçim sistemi üretme konusunda bir fikir birliğine hiç ulaşamadılar. Dolayısıyla 1983’de kullanılmaya başlanan yüzde 10’luk ülke barajı bugünlere ulaştı.

1983

Şimdi sıra Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde 20 yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) seçim sistemi yoluyla iktidarını uzatma arayışlarına geldi. Aslında bu arayışlar yeni de değil. AKP’nin 2011 seçimlerinde en yüksek oy düzeyine ulaşmasından bu yana ardı arkası kesilmeden devam ediyor.

Önce seçim çevrelerinin dar mı, yoksa daraltılmış olmasının mı daha iyi olacağı geldi tartışma gündemine. Sonra mesele yerel yönetimlere kaydı ve belediye sınırlarını il sınırlarına taşıyan Büyükşehir Belediyesi kavramıyla hem kapsam hem de yapı değişikliğiyle iktidarın yerel ayağının güçlendirilmesine gidildi.

Ama bu değişim 2014-2019 arası dönem için olumlu sonuç verse de 2019’da süreç tersine döndü ve AKP’nin yerelden genel iktidara doğru oluşturduğu destek, 20-25 yıllık kalelerin yitirilmesiyle iktidar için kösteğe dönüşmeye başladı. Bu olgu da AKP’yi yeniden 1983 yılında çıkan 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’na yönlendirdi.

Değişiklikler ne getirip/ne götürüyor, kimden/kimlerden yana?

Erdoğan ile Bahçeli’nin uzun süren mutabakat oluşturma süreci sonunda üzerinde anlaştıkları değişiklikler altı grupta toplanıp, değerlendirilebilir. Bu değişikliklerden ilki, şu anda seçime katılabilecek siyasi partiler açısından bir anlam taşımasa da partileri yönlendirme açısından süreç içinde –sınırlı da olsa- önem kazanabilecek, seçim barajının düşürülme önerisi.

İkinci değişiklik partilerin aldıkları oyların belirleyiciliği, seçim barajını aşma açısından içinde yer aldıkları ittifakın oylarına bağlıyken, oyların milletvekilliğine dönüşümünde partinin seçim çevrelerindeki oransal sırasının etkili olmasını düzenliyor. Üçüncü değişiklik partilerin seçime katılma yeterliliği konusuna, dördüncüsü ise il ve ilçe seçim kurulu üyelerinin belirlenme biçimi hakkındaki değişikliğine ayrılmış.

Seçim sandık kuruluna üye gösterme hakkına sahip partilerin, izin almadan bir başka partinin üyesini aday gösteremeyeceği ve seçmenlerin seçim kütüğüne kayıt edilmeleriyle ilgili adres düzenlemesi yaklaşımına eklemelerde bulunan beşinci ve altıncı değişikliklerden sonra, yedinci değişiklik önerisiyle 1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’da yer alan “Başbakan ve bakanlara ilişkin yasaklar”maddesinden ‘başbakan’ sözcüğünün çıkarılması talep ediliyor.

İlk değişiklik

Yüksek seçim barajını özüyle koruyup, düşürüyor gibi yapma denemesi. İlk madde yüzde 10’luk seçim barajının yüzde yedi’ye indirilmesiyle ilgili. Bu değişiklikle, iki farklı kesime yönelik avantaj sunma yoluyla partilerin ortak hareket etme alanlarını bölüp, ittifak sayısını çoklaştırmayı amaçlıyor olabilirler.

Çünkü seçime ittifak yaparak giren ve bu ittifakla barajı aşan partiler bu aşamadan sonra -oy oranları her ne olursa olsun- bağımsız partiler konumuna gelmiş oluyorlar.

Bu maddenin ilk hedefi Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Kürt seçmenler. Eğer Anayasa Mahkemesi’nden HDP’nin kapatılma kararı çıkmazsa HDP için, kapatılma kararının çıkması durumunda ise HDP’lilerin çatısı altında seçime katılacakları parti için “sizin tek başına gücünüz seçim barajını aşmaya yetiyor, sol partilerle ya da başkalarıyla herhangi bir ittifaka ihtiyacınız yok” yönlendirmesiyle bazı potansiyel güçlerin önü kesilirken, güçbirliğiyle büyüme ve yeni politikalar üretebilecek kesimlerin de önünün kapatılması amaçlanıyor olabilir.
Yüzde 7’lik barajla özendirilmeye çalışılan ikinci kesim, Millet İttifakı ile birlikte hareket eden ‘güçlendirilmiş parlamanter sisteme dönüş’ yanlısı, ama ittifak içinde yer aldıkları konusunda resmi açıklamada bulunmayan partiler.

Bu partilere de “siz de ayrı bir ittifak kurarak seçime katılacak olursanız barajı aşabilir, Atatürkçülerle aynı ittifakta yer almak zorunda kalmaya bilirsiniz” mesajı yollanarak, altı partili Millet İttifakı’nın çözülmesi hedeflenmiş olabilir.

Ayrıca bu yolla AKP’nin ilk ideolojik temelinin oluştuğu ve Milli Görüş geleneğinden gelen Saadet Partisi’yle, AKP’den kopan Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) ile Gelecek Partisi ve Doğru Yol – ANAP çizgilerini temsil eden DP’ye (Demokrat Parti) yeni bir siyasal konum tarif edilmesi, kutuplaşmayı bir başka çizgide de ateşlemeye çalışan yaklaşım denemesini içeriyor olabilir.

İttifakların ittifakı?

Dolayısıyla yüzde on’luk seçim barajının yüzde 7’ye inmesinin partilere -şimdilik- yararının olmamasına karşın bu değişiklik, daha küçük ittifaklara kapı aralayarak Millet İttifakı’nın parçalanmasına neden olabilecek potansiyeliyle işlev kazanabilecek bir düzenleme.

Ancak bu yapı iktidar ve ortağının çıkarları yönünde işlerlik kazanabileceği gibi, ters yönde bir etkinliğe de kaynaklık ederek ittifakların ittifakı yoluyla İslamcı-Milliyetçi otoriter kanadın kaybedip, demokratik talepleri destekleyen siyasi kanadın iktidara taşındığı bir ortamın yaratılmasına yarayabilir.

İkinci Değişiklik

Parti oylarının barajsız sistemle milletvekilliğine dönüşümü. Tek başına seçim barajını aşabilecek oy potansiyeline sahip olmayan partilere, “kendine seçim barajını aşabilecek büyüklükte oy sağlayan ve fikir birliği içinde olduğun partilerle ittifak oluştur” komutu veren bir nitelik taşıyor.

Bu değişiklik önerisi bir de ayrıca;

  • milletvekillerinin oy oranlarına göre partilere dağılımında büyük partilere avantaj sağlayan,
  • milletvekilliğine dönüşmeyen oyu azaltıp nisbi temsil oranını yükselten,
  • ittifakların mecliste nitelikli çoğunluğa ulaşmasını zorlaştıran,

yönleriyle özünde iktidarın değiştirilmesine karşı direnci taşıyan bir yaklaşım sergiliyor.

İktidar partisi ve küçük ortağı bu değişiklikle, “Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedebiliriz ama bu sizin, bizim kurguladığımız Cumhurbaşkanlığı sistemini değiştirmeniz/değiştirebilmeniz anlamına gelmez ve de gelemez. Çünkü Anayasa’yı değiştirecek çocuğunluğa ulaşamaz ve bunu hayal bile edemezsiniz” diyor ve ekliyorlar: “Cumhurbaşkanlığını diyelim ki bugün için kazandınız, unutmayın yarın ilk seçimde onu mutlaka geri alırız.”

Erdoğan ile Bahçeli ne diyor?

Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan rakiplerine bir başka şey daha söylüyor olabilir. Örneğin diyebilirler ki; “siz Cumhurbaşkanlığını kazanmayı hayal etmeyin. Hayal etmeyin mecliste çoğunluğu alsanız bile biz, mecliste çoğunluğa sahip olmadan ve de size mecliste nitelikli çoğunluk şansı tanımadan bu sistemi götürmeye devam eder, iktidarımızı sürdürebiliriz”.

Dolayısıyla bu söylem “siyaset adamlarının, liderlerin yarışacağı Cumhurbaşkanlığı seçimiyle parti ve adaylarının yarışacağı Milletvekilliği seçimlerini birbirine karıştırmamak gerek. Biri partiler arası yarışa konu olabilir, ama Cumhurbaşkanlığı seçimleri partili / partisiz seçmenlerin karizmatik liderlik için oy kullanma yarışıdır. Onun için Erdoğan’ın aday olacağı karizmatik liderlik seçiminde, seçimi kaybedeceği düşünülemez” diye de anlaşılabilir.

Neden D’hondt sistemi?

D’hont sisteminde partilerin seçim çevresinde aldıkları oylar en yüksekten aşağı doğru sıralanır, ilk milletvekilliğini en yüksek oyu alan parti kazandıktan sonra, o partinin oyları ikiye bölünür ve bulunan oy düzeyine kadar oy alan partiler ilk milletvekillerini çıkarır ve ilk parti ikinci milletvekilini çıkarmasının ardından oyları üçe bölünerek o düzeye kadar oy almış partiler milletvekili çıkarmaya devam eder.

Bu da milletvekili dağılımını büyük partiler ile, oylarını kimi seçim çevresindeki kümeli seçmenlerinden alan orta ve küçük partilerin lehine, oyları ülke genelinde dengeli dağılan küçük ve orta partilerin ise aleyhinde bir yapı ortaya çıkarır.

Böylece baraj sorunu olmadan az ya da çok oy almış partiler bu sistemle milletvekili kazanma şansına sahip olurlar. Herhangi bir partinin mecliste nitelikli oy oranına (5’de 3 ya da 3’te 2) sahip olabilmesi için tek başına geçerli oyların yüzde 50’sinden fazlasını alması, diğer partilerin de oylarının seçim çevrelerine dengeli dağılması gerekir.

Bu nedenle Erdoğan ve Bahçeli, yetkileri sınırsız, sorumluluğu salt seçmene karşı diye tanımlanan partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin değiştirilemez oluşunu, ileri-geri gidişli yasa değişikliği ile sağladıkları kanısında birleşebilirler.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

DSÖ’den Kovid 19’la Mücadelede Üç Senaryo

Salgının evrimine dair üç olasılığın bulunduğunu belirten Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, “En iyi senaryoda, bundan sonra hatırlatma dozlarını gerekli kılmayacak şekilde az varyant göreceğiz” dedi. 

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Kovid 19’a karşı Stratejik Hazırlık ve Müdahale Planı’nı güncelleyerek, pandeminin seyriyle ilgili üç senaryo ortaya koydu.

DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, bugün Cenevre’de strateji belgesi niteliğindeki planı kamuoyuna duyurduğu basın toplantısında, Kovid 19 ile mücadele araçlarının verimli şekilde kullanılarak salgının kontrol altına alınabileceğini belirtti. Ghebreyesus, “Aşı ve tedaviye adil ulaşımı sağlayarak çok sayıda hayat kurtarabiliriz” ifadesini kullandı.

Koronavirüs salgınının başlamasından bu yana dünya genelinde vaka sayısı 485 milyonu bulurken, koronovirüse bağlı ölümlerin sayısı da 6 milyonu aştı.

En iyi senaryo: Hatırlatma dozlarına gerek kalmayacak

Salgının evrimine dair üç olasılığın bulunduğunu belirten DSÖ Genel Direktörü, “En iyi senaryoda, bundan sonra hatırlatma dozlarını gerekli kılmayacak şekilde az varyant göreceğiz” dedi. Ghebreyesus, eldeki mevcut verilere göre bu senaryoda koronavirüsün gelişmeye devam edeceğini, ancak virüsün yol açtığı hastalığın şiddetinin artan bağışıklıklar nedeniyle zamanla azalacağını öngördüklerini söyledi.

Bununla birlikte vaka sayılarında görülen dönemsel ani artışlar olabileceği uyarısı yapan Ghebreyesus, bağışıklığın azalmasıyla enfeksiyonların artacağı ve ölümler meydana gelebileceği öngörüsünde bulundu. DSÖ Genel Direktörü, özellikle virüsün daha ağır hastalık seyrine yol açabileceği risk gruplarında düzenli hatırlatma aşılarının yapılmasının gerekliliğini vurguladı.

En olası ve en kötü senaryolar

İkinci senaryoya göre ise virüs evrim geçirmeye devam edecek, ancak geçirilen enfeksiyonlar ve aşılamalar sayesinde gelişen bağışıklık sayesinde ağır hastalık oranı azalacak. Ghebreyesus, bu senaryoda “daha az şiddetli varyantların ortaya çıkabileceğini, hatırlatma dozu ya da aşıların yeni virüs yapısına uygun şekilde güncellenmesine gerek olmayacağını” belirtti.

DSÖ’nün planında yer alan en kötü senaryo ise virüsün hızla bulaşan ölümcül bir tehdide dönüşmesi. Bu senaryoda aşıların etkisinin azalacağı, ölüm ve ağır hastalığa karşı bağışıklığın hızla kaybedileceği öngörülüyor. Ghebreyesus, “Böyle bir tehdide karşı hiçbir aşının işe yaramadığını görebiliriz” dedi.

DSÖ’den ülkelere tavsiyeler

DSÖ Genel Direktörü söz konusu senaryolar ışığında, ülkelerin virüs takibi, aşılama, Kovid 19’a karşı güçlü sağlık sistemi, virüsle mücadele araçlarına eşit ulaşımın sağlanması ve küresel iş birliği konularına önem vermesi gerektiği konusunda uyardı.

DSÖ’nün güncellediği Stratejik Hazırlık ve Müdahale Planı Kovid 19’un yayılmasını önlemek, teşhis ve tedavi  amacıyla ülkelerin yapması gereken stratejik ayarlamaları belirleme amacını taşıyor.

Stratejik Hazırlık ve Müdahale Planı’nı üçüncü kez güncellediklerini belirten DSÖ Genel Direktörü, bunun da muhtemelen sonuncu güncelleme olacağını belirtti. İlk rapor, Şubat 2020’de yayınlanmıştı.

Paylaşın

Ekonomist Demirtaş’tan ‘Kemal Sunal’lı Ekonomi Eleştirisi

Ekonomist Prof. Dr. Özgür Demirtaş, vatandaşın yaşadığı derin geçim sıkıntısını ve uygulanan yeni ekonomik programa ilişkin eleştirilerini bu defa Kemal Sunal filmleri üzerinden verdi.

İlk olarak manav tezgahında çeyrek lahana satılmaya başlandığını gösteren bir fotoğraf paylaşan Prof. Dr. Demirtaş şu yorumu yaptı:

“Geçmişle dalga geçmemek lazımdı. Keser ve Sap… Bundan 1-2 yıl önce bir yerde tane ile domates satıldığını gösteren bir görsel bulup paylaşmıştım. Üstüme binlerce AKTROL bozuntusu saldırmışlardı. Allah’ın sopası yok. Çeyrek lahana ile bence döngü tamamlandı. Çok üzücü gerçekten. Kimse kınadığını kendi de yaşamadan ölmeyecek”

Prof. Dr. Özgür Demirtaş, değerlendirmesini iki Kemal Sunal filminden iki sahneyle destekledi. Demirtaş’ın paylaştığı “Tokatçı” filminden alınan sahnede, Kemal Sunal’ın canlandırdığı Osman karakteri fırıncıdan ekmek almaya gidiyor. Ama parasının yetmeyeceğini anlayınca önce yarım, sonra çeyrek ekmek istiyor ancak parası yine yetmiyor ve ekmek alamadan fırından çıkıyor.

Daha sonra Kemal Sunal’ın “Atla Gel Şaban” filminden bir sahne paylaşan Prof. Dr. Demirtaş, “Yaa işte bilimden saparsanız, uyaran teknik insanları dinlemek yerine trollere yem yaparsanız…“ ifadelerini kullandı.

Sahnede Niyazi karakterini canlandıran Kemal Sunal, bakkal, manav, kasap, oduncu ve faturalardan sonra maaşından ayırabildiği parayla ancak 3 bin yılda çocuklarına bisiklet alabileceğini söylüyor.

Paylaşın

Kovid 19’da Son Veriler Açıklandı: 53 Can Kaybı

Kovid 19’da son 24 saatte 14 bin 993 yeni vaka tespit edilirken, 53 kişi hayatını kaybetti. 18 yaş ve üstü nüfusta ikinci doz aşı uygulananların oranı yüzde 85,34 birinci doz aşı yapılanların oranı yüzde 93,09 olarak kayıtlara geçti.

Haber Merkezi / Sağlık Bakanlığı, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının Türkiye’deki seyrine ilişkin olarak yeni verileri yayınladı. Açıklanan verilere göre, son 24 saatte, 277 bin 537 test yapılırken, 14 bin 993 yeni vaka tespit edildi. 53 kişi hayatını kaybederken, 18 bin 856 kişi sağlığına kavuştu.

Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan tabloda, 2 doz aşılama verilerine de yer verildi. En az 2 doz aşı olmuş 18 yaş üzeri nüfusu kapsayan verilere göre Türkiye’de 2. doz aşılama ortalama yüzde 85,34 oldu. 1. doz ortalaması yüzde 93,09 olurken, 1., 2. ve 3. doz aşısını olan vatandaşların sayısı toplamda 146 milyon 881 bin 913’e yükseldi.

Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en çok aşılamanın gerçekleştirildiği Osmaniye’yi, Ordu, Amasya, Muğla, Kırklareli, Çanakkale, Eskişehir, Balıkesir, Manisa ve Zonguldak takip etti. Bakanlığın tablosuna göre Türkiye’de en az aşılamanın gerçekleştirildiği Şanlıurfa’yı sırasıyla Batman, Siirt, Diyarbakır, Bingöl, Muş, Mardin, Bitlis, Ağrı ve Elazığ takip etti.

Bakanlığın 30 Mart verilerine göre, 288 bin 968 test yapılmıştı. 16 bin 190 vaka tespit edilirken, 63 kişi hayatını kaybetmiş ve 21 bin 256 kişi sağlığına kavuşmuştu.

Paylaşın