Türkiye – Suudi Arabistan İlişkileri Normalleşme Yolunda

Cemal Kaşıkçı davasında savcının yargılamanın durdurulmasını ve dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesini talep etmesiyle, gözler Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilere çevrildi.

DW Türkçe’den Gülsen Solaker’e konuşan uzmanlara göre, iki ülke ilişkilerinin normalleştirilmesi adımlarının temelinde Körfez bölgesinde ABD politikalarının da değişmesiyle ortaya çıkan dönüşümün etkisinin yanı sıra, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizi aşmaya yönelik çabasının da önemli olduğu belirtiliyor.

Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna 2 Ekim 2018’de giren gazeteci-yazar Cemal Kaşıkçı’dan bir daha haber alınamamış, daha sonra öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren Kaşıkçı davasının iki gün önceki duruşmasında Cumhuriyet Savcısı, dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesini talep etti.

Mahkeme, 26 sanıklı davanın Suudi Arabistan’a devri konusunda Adalet Bakanlığına görüş sorulmasına hükmederek duruşmayı 7 Nisan’a erteledi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise davanın nakli konusunda olumlu görüş bildireceklerini belirtti.

Arap Baharı döneminde farklı kutuplara düşen Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler Kaşıkçı cinayetiyle birlikte daha gerilimli bir döneme girmişti. İlişkiler hızla kötüleşir ve Kaşıkçı cinayetiyle ilgili Türkiye’den sert açıklamalar yapılırken, Suudi tarafı da tarım ve işlenmiş gıda ürünleri ambargosuyla Türkiye’yi hedef almıştı.

Bir süreden beri ise iki ülke arasında ılımlı rüzgarlar esmeye başlamıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Suudi Arabistan Kralı Selman arasında 21 Kasım 2020’de gerçekleştirilen telefon görüşmesinde, ikili ilişkilerin geliştirilmesi ve sorunların giderilmesi için “diyalog kanallarının açık tutulmasında” mutabık kalındı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Mayıs 2021’de dört yıl aradan sonra Suudi Arabistan’ı ziyaret etti. Çavuşoğlu, Kaşıkçı dosyası için savcının dosyanın devrini istediği saatlerde ise A Haber’de yaptığı açıklamada, Riyad ile ilişkilerin normalleşmesi konusunda önemli adımların bulunduğunu söyleyerek, “Yargı iş birliği daha iyi bir noktaya geldi” ifadesini kullandı.

Kaşıkçı cinayetinin etkisi

Dış politika gözlemcilerine ve uzmanlarına göre Kaşıkçı davası Riyad tarafından Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesinin önündeki en büyük engel olarak görülüyordu.

Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) uzmanı Oytun Orhan, Kaşıkçı cinayetinin ilişkilerin bozulmasında kritik önemi bulunduğunu söylerken, ancak ilişkilerin çok kötü olduğu dönemde Türkiye’nin Kral Selman üzerinden kanalı açık tutmaya özen gösterdiğine ve Kral ile Veliaht Prens arasında ayrım yaptığına işaret ediyor.

Kaşıkçı cinayeti ile ilgili olarak Veliaht Prens Muhammed bin Selman sorumlu tutulurken, Veliaht Prens cinayette rolü olduğu iddialarını reddetmişti.

Türkiye ile Suudi Arabistan geçmiş dönemde Hamas ve Müslüman Kardeşler’e karşı da farklı politikalar takip etmişlerdi. Orhan, bölgedeki katı kutuplaşma döneminde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşler’i terör örgütü olarak ilan ettiğini ve Türkiye’nin ılımlı yaklaşımından memnun olmadıklarını hatırlattı.

Ekonomik kriz ne kadar etken? 

Peki iki ülke ilişkilerinde yaşanan bu kötü dönemin ve Kaşıkçı cinayeti gibi bir olayın ardından neden ve nasıl normalleşme yoluna girildi?

Uzmanlara göre bu sorunun tek bir yanıtı yok. Türkiye’nin Suudi Arabistan ile ilişkilerinin normalleştirilmesinde bölgesel etmenlerin yanı sıra içinde bulunulan ekonomik krizi aşma çabaları ve bu çerçevede Suudi Arabistan’dan gelmesi beklenilen sıcak paranın da önemli bir motivasyon olabileceği belirtiliyor.

Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’a devredilmesi kararının ardından Ankara’nın beklentisi bu ülkeden yatırım çekmek ve swap anlaşmaları yapmak. Riyad ile Ankara arasında davanın durumu ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesiyle ilgili bir süreden beri çeşitli düzeylerde görüşmeler yapıldığı, Suudi Arabistan’ın ilk olarak Erdoğan’ın bu konuyla ilgili konuşmaması yönünde telkinde bulunduğu, bunun gerçekleşmesinin ardından dosyanın kendilerine devrini de istediği belirtiliyor.

Bluebay Varlık Yönetimi Gelişen Piyasalar Kıdemli Stratejisti Timothy Ash, yaptığı değerlendirmede, Erdoğan’ın yaklaşan seçimler öncesinde zorlayıcı bir ekonomik durum ile karşı karşıya olduğunu vurgulayarak, şunları belirtiyor:

“Erdoğan’ın motivasyonu bence gayet açık. TL’yi yüksek cari açık ve Ukrayna’daki savaştan kaynaklı artan ithalat maliyetleri, yüksek enerji ve gıda fiyatları karşısında tutabilmek için mücadele ediyor. Suudi finansmanının da 2023 ortasındaki seçimlere girmesine ve belki de kazanmasına yardımcı olmasını istiyor.”

Ash, Suudi Arabistan’ın da artık bu davanın kapanmasını ve Türkiye tarafından utandırılmak istemiyor olabileceğini söyleyerek, bundan sonrasına ilişkin öngörüsünü şöyle aktarıyor:

“Bence Suudi Arabistan da Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeyi istiyor ve Türkiye’deki varlıkları da ucuz buluyor olmalılar. Belki de Erdoğan döneminin sonrasını planlıyorlar. Erdoğan eğer onlara satın almak için ucuz varlıklar önerecek olursa, bence oportünist davranacaklardır.”

İlişkilerde gerilimden normalleşmeye 

Uzmanlara göre, Riyad ile ilişkilerin düzeltilmesi öncelikli olarak Türkiye’nin son dönemde dış politikada uygulamaya başladığı “restorasyon” çabalarının bir parçası olarak da okunabilir. Ancak bu restorasyonun başlatılmasının da yine bölgesel gelişmelere dayandığına dikkat çekiliyor. Analistler dış politika çizgisini bölgedeki genel değişimin parçası olarak değiştiren tarafın sadece Türkiye değil, aynı zamanda Körfez ülkeleri olduğunu da belirtiyor.

ORSAM uzmanı Oytun Orhan, Suudi Arabistan’a büyük destek veren ABD Başkanı Donald Trump’ın iktidardan giderek yerine Joe Biden’ın gelmesi ve ABD’nin bölgeye dair yeni bir politika geliştirmesinin ardından Körfez’deki tüm dengelerin değiştiğini vurguluyor.

Trump döneminde Suudi Arabistan ile Mısır’ın daha agresif olduğunu ve bunun Türkiye ile ilişkilerine de yansıdığını belirten Orhan, Biden’ın gelişiyle Suudi Arabistan’a verilen desteğin geri çekilmesi ve ABD’nin İran ile müzakerelere başlaması gibi etkenlerin Körfez ülkelerinin de bir revizyona gitmesine neden olduğunu belirtiyor.

Necmettin Erbakan Üniversitesi Öğretim Üyesi Gökhan Çınkara da Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin tekrar olumlu istikamette ivme kazanmasındaki temel etkenin Biden yönetiminin Ortadoğu siyaseti olduğunu söyleyerek, şöyle konuşuyor:

“Biden yönetimi İran’ın üzerindeki yaptırımları kaldırma sürecinde bunu bölge ülkelerinin güvenlik endişelerine çok da yaslanmadan yapıyor. Bu da her ülkenin günün sonunda kendi başının çaresine bakacağı bir bölgesel gerçekliğe işaret ediyor. Ülkeler benzer çıkar ve endişe etrafında geçmişteki konjonktürel problemlerini aşma yolunu tutuyor. Bence ilişkilerdeki yeni rotayı oluşturan bu gerçekliktir.”

Orhan: “Bölge tükenmişlik halinde” 

ORSAM uzmanı Orhan, bölge ülkeleri arasında yıllar süren kamplaşmaların ardından genel olarak bir “tükenmişlik halinde” olduğuna da işaret ederek, gelinen son durumu şöyle aktarıyor:

“Taraflar 10 yılı aşkın bir süredir ciddi bir kamplaşma halinde, vekil güçler aracılığıyla Libya, Yemen, Suriye gibi farklı sahalarda mücadele içine girmişti. Ama bu bir kaybet-kaybet ilişki modeli. Kimse için faydası olmayan ve herkesin enerji sarf etmek durumunda kaldığı bir ilişki biçimiydi. 10 yılın sonunda bir tükenmişlik hali oluştu ve taraflar artık kazan-kazan ilişkisine geçmeyi tercih ediyor.”

Türkiye’nin eski Riyad Büyükelçilerinden Naci Koru da yaptığı değerlendirmede, iki ülke arasındaki normalleşmeyi olumlu gördüğünü belirterek, siyasi ilişkilerin gelişmesinin diğer alanlara da yansımasını umuyor. Bölgeye yönelik son açılımın ve İsrail ile Mısır gibi ülkelerle de ilişkilerin normalleştirilmesinin yararlı olacağını belirten Koru, şöyle konuşuyor:

“Biden ‘önceliklerimiz arasında artık Ortadoğu birinci değil’ dedi. Dolayısıyla bu ülkelerin sarılacakları, ilişki kuracakları başka ülkelere ihtiyaçlarının olduğu çok açık. Bunlardan biri de Türkiye tabiatıyla. Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi karşılıklı olarak yarar sağlar.”

Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce Şubat ayı olarak açıkladığı Suudi Arabistan ziyaretini Ramazan ayında yapabileceği de belirtiliyor.

Paylaşın

Yoksulluk Ailelerin Yüzde 74’ü Bebek Maması Almakta Zorlanıyor

Pandemide artan çocuk yoksulluğunu göz önüne seren en önemli fotoğraflardan biri, marketlerde bebek mamalarına takılan kilitler oldu. Son bir yılda -markalarına göre- yüzde 50-70 arasında zamlanan mamalara erişebilmek oldukça zor.

Bebek maması fiyatlarını düşürmek için harekete geçen iktidar, 12 Şubat tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan kararla bu ürünlerde KDV’yi yüzde 8’den yüzde 1’e indirmişti. 13 Şubat itibarıyla uygulamaya geçirilen kararın üzerinden yaklaşık 1,5 ay geçti. Ebeveynler, KDV indiriminin çoktan eridiği görüşünde.

Aynur Tekin’in Gazete Duvar’da yer alan haberine göre, Derin Yoksulluk Ağı’nın düzenli geliri olmayan, günlük ve güvencesiz işlerde çalışan 103 hane ile görüşerek hazırladığı “Türkiye’de Çocuk Yoksulluğu” raporuna göre, derin yoksulluk yaşayan ailelerin yüzde 74’ü bebek maması almakta zorlanıyor. Ailelerin yüzde 21’i ise mamaya ya da beze hiçbir şekilde erişemiyor. Çocuk gelişimi uzmanları, beyin gelişimi için 0-3 yaş arası beslenmenin hayati önem taşıdığını ve yeterli beslenemeyen çocuklarda bu durumun telafisi mümkün olmayan zararlar oluşturacağını belirtiyor.

Derin Yoksulluk Ağı’ndan Şeyma Duman sahadaki gözlemlerini “Mama inanılmaz elzem bir ihtiyaç, sahada bu çok dikkatimizi çekiyor” sözleriyle anlatıyor. Duman, derin yoksulluk yaşayan hanelere belediye ve kaymakamlık tarafından gönderilen erzak kolisinde çocuklara ya da bebeklere yönelik bir ürünün bulunmadığını belirtiyor.

“Erzak kolisinde makarna, pirinç, salça oluyor ama çocuklara ya da bebeklere dair içinden hiçbir şey çıkmıyor. Bebeklere dair, İBB’nin bebek destek paketi var. Aileler için oraya da yönlendirmede bulunduk lakin kontenjanlarının dolduğunu söylediler. İBB’nin de kapasitesi yetersiz kalabiliyor, bazen. Zaten bu destekleri en fazla 1-2 aylık bir periyodu karşılayabilecek destekler oluyor.”

Peki bebek maması alamayan aileler, bebeklerini neyle besliyor? Şeyma Duman, ailelerin 0-3 yaş çocuklarını hazır çorba, şekerli su, pirinç lapası, çay gibi bu yaş grubu için besin değeri yeterli olmayan besinlerle beslemek zorunda kaldığını anlatıyor.

“Beslenemeyen bu çocuklar hayata oldukça geriden başlıyorlar”

Derin yoksulluk yaşayan aileler mama almak istediğinde ise marketlerde satılan ve halk arasında muhallebi diye adlandırılan mamaları tercih etmek zorunda kalıyor. Un ve tahıl içeren bu mamaların 200 gramı 15 liraya satılırken, besin değeri yüksek mamaların 300 gramı 97 liraya satılıyor. 6 ay ila 1 yaş arasındaki bir bebeğin besin değeri yüksek bir mama ile beslenmesinin aylık maliyeti ise bin 500- 2 bin TL arasında değişiyor.

Şeyma Duman, bu oranın neredeyse bir asgari ücretin yarısı olduğuna dikkat çekiyor; Aileler bu ucuz dediğimiz mamaları almaya çalışıyor. Bunlarla bir şekilde öğünleri geçiştiriyor, sağlıklı beslenmeden bahsedemeyiz. Beslenemeyen bu çocuklar hayata oldukça geriden başlıyorlar. Aslında bu çocuklarda önlenemez, geri dönülemez hasarlara yol açıyor.

Şeyma Duman, derin yoksulluğun ve buna bağlı olarak yetersiz beslenmenin çocuklarda bir ömür boyu sürecek etkileri olduğuna dikkat çekiyor:

“Yetersiz beslenmenin çocuklar üzerinde gelişim sağlığı açısından zorlayıcı yönleri var. Yoksulluk koşullarında büyüyen çocuklara, okula başladıklarında öğrenme güçlüğü tanısı konulabiliyor. Bunda tek faktör beslenme değil. Çocuklar aslında büyürken ev içinde fazla uyarana da maruz kalmıyorlar. Bir kreşe, bir anaokuluna gitme imkanları zaten olmuyor. Ev içinde oyuncak ya da işte gelişim dönemlerini destekleyebilecek herhangi bir materyal de olmuyor. Ebeveynlerde de okuma yazma oranı oldukça düşük, hatta çoğu ailede okur yazar yok diyebilirim. Dolayısıyla çocuklarda kelime haznesi de gelişmiyor. Bunlarla ilgili herhangi bir destek de almadığı için okulda akranlarıyla karşılaştığında bir geride kalma durumu oluyor. Çocuklar bunu birinci, ikinci ve üçüncü sınıflarda aşamayınca altıncı, yedinci sınıfa gitmesine rağmen hala okuma yazma bilmeyen çocuklar görüyoruz. Geri dönülmez hasarlar derken işte bunu kastediyoruz.”

Mama fiyatları, orta sınıfı da zorluyor. İkiz bebek annesi Yeliz Yirmibeş, ocaktan bu yana yapılan zamların dayanılmaz boyutlara ulaştığını söylüyor. Durumu, “Gerçekten çok yüksek. Daha iki gün önce hesapladık, iki bebeğin aylık masrafı 4 bin lira” sözleriyle özetliyor.

Mamaları internet üzerinden aldığını ve kampanyaları takip ettiğini belirten Yeliz Yirmibeş, ebeveynlerin uygun fiyatlı ürün bulmak için çabaladığını ifade ediyor. “Ama internette sınır var, belli bir sayının üzerinde sipariş veremiyorsun. Marketlerde ve eczanelerde daha pahalıya satılıyor. Bu ülkede internet kullanmayı bilmeyen kişiler de var. Onlar mecburen buralardan daha yüksek fiyata almak zorunda kalıyor.”

Paylaşın

Avrupa’da En Ucuz İş Gücü Türkiye’de

Avrupa ülkelerinde karşılaştırmalı iş gücü maliyetlerine bakıldığında en ucuz iş gücünün Türkiye’de olduğu ortaya çıkıyor. 2020 yılı verilerine göre Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde saatlik ortalama iş gücü maliyeti 28,6 euro iken Türkiye’de 3,7 euro seviyesinde. Türkiye’de 2016 yılında saatlik iş gücü maliyeti 6,6 euroydu.

AB İstatistik Ofisi (Eurostat) Avrupa’da iş gücü maliyetlerini açıkladı. Eurostat’ın 2021 verilerinde Türkiye yer almıyor. Ancak Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden Türkiye’nin 2020 yılı verilerini görmek mümkün.

TÜİK’e göre 2020’de iş gücü maliyeti 29,8 TL (3,7 Euro)

Buna göre 2020 yılında Türkiye’de iş gücü maliyeti saatlik ortalama 29,8 TL oldu. Merkez Bankası verilerine göre 2020 yılında ortalama Euro kuru 8,03 liraydı. Bu durumda Türkiye’de 2020 yılı saatlik ortalama iş gücü maliyeti 3,7 euro oluyor.

2020 yılı verilerine göre AB ortalaması 28,6 euro iken Türkiye, iş gücünün en ucuz olduğu ülke olarak son sırada yer alıyor. Daha sonra 6,2 Euro ile Sırbistan, 6,5 Euro ile Bulgaristan ve 8,2 Euro ile Romanya yer aldı.

2020’de listenin zirvesinde ise 47,3 Euro ile Norveç yer aldı. 2020’de diğer bazı ülkelerde saatlik ortalama iş gücü maliyeti şöyle oldu: Belçika 41,1 Euro, Hollanda 37,4 Euro, Fransa 37,4 Euro, Almanya 36,7 Euro, Yunanistan 16,9 Euro, Hırvatistan 10,8 Euro ve Macaristan 9,9 Euro.

Koronavirüs salgını: 45 can kaybı, 13 bin 367 yeni vaka

Veriler Türkiye’de saatlik iş gücü maliyetinin yıllar içinde düştüğünü ortaya koyuyor. Eurostat verilerine göre 2016’da Türkiye’de saatlik iş gücü maliyeti 6,6 euroydu. 2016-2020 arasını kapsayan 4 yılda saatlik ortalama iş gücü maliyeti TL bazında yüzde 35 artarken euro bazında ise yüzde 44 düştü.

AB’de 2021’de durum nasıl?

2021 yılında ise AB ülkelerinde saatlik ortalama iş gücü maliyeti 29,1 Euro olarak ölçüldü. İş gücü maliyetinin en yüksek olduğu ülke ise 51,1 euro ile Norveç oldu. Bu ülkeyi Danimarka (46,9 Euro), İzlanda (43,3 Euro), Lüksemburg (43 Euro), Belçika (41,6 Euro), İsveç (39,7 Euro), Hollanda (38,3 Euro), Fransa (37,9 Euro), Avusturya (37,5 Euro) ve Almanya (37,2 Euro) takip etti.

Eurostat’ın 2021 verilerine göre Sırbistan’da saatlik iş gücü maliyeti 6,9 euro oldu. Bu ülkenin üstünde diğer Balkan ülkeleri Bulgaristan (7 Euro) ve Romanya (8,5 Euro) yer aldı. İş gücü maliyetleri uluslararası yatırım kararlarında dikkate alınan unsurlardan birisi.

Emeğin en pahalı olduğu alan finans ve sigorta; en ucuz konaklama ve yiyecek sektörü

Ortalama iş gücü maliyeti sektörlere göre büyük değişim gösteriyor. TÜİK verilerine göre 2020 yılında saatlik iş gücü maliyetinin en yüksek olduğu alan 84,9 TL ile finans ve sigorta faaliyetleri olurken en düşük maliyet 15,7 TL ile konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetlerinde gerçekleşti. İnşaat da 15,9 lira ile oldukça ucuz bir alan. Eğitim ise 65,6 TL ile en yüksek ikinci alan olarak kayıtlara geçti.

Çin kişi başında milli gelirde Türkiye’yi geçti

Öte yandan 2002 yılında Türkiye’de kişi başına milli gelir 3 bin 688 dolar iken Çin’de bin 149 dolar seviyesindeydi. Yani, Türkiye’deki gelir Çin’in 3,2 katıydı. Ancak 2018 yılında Çin kişi başına düşen milli gelirde 58 yıl sonra Türkiye’yi geride bırakmayı başardı. 2020 yılında Türkiye’de kişi başına milli gelir 8 bin 538 dolar olurken Çin’de 10 bin 500 dolar oldu.

(Kaynak: Euronews)

Paylaşın

Dünya Kupası’nda Gruplar Belli Oldu

Katar’da düzenlenecek 2022 FIFA Dünya Kupası’nda gruplar çekilen kurayla belirlendi. Katar’ın başkenti Doha’da gerçekleştirilen ve İngiliz aktör Idris Elba ile gazeteci Reshmin Chowdhury’nin sunuculuğunu üstlendiğini kura çekiminin açılışında konuşan Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani ve FIFA Başkanı Gianni Infantino, turnuvada mücadele eden takımlara başarı diledi.

Dünya Kupası şampiyonluğu yaşayan Brezilyalı Cafu ve Alman Lothar Matthaus’un yanı sıra Jay-Jay Okocha, Tim Cahill, Adel Ahmed MalAllah, Ali Daei, Bora Milutinovic ve Rabah Madjer’in katıldığı kura çekiminin ardından gruplar şöyle oluştu:

  • A Grubu: Katar, Ekvador, Hollanda, Senegal
  • B Grubu: İngiltere, İran, ABD, İskoçya/Galler/Ukrayna
  • C Grubu: Arjantin, Suudi Arabistan, Meksika, Polonya
  • D Grubu: Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri/Avustralya/Peru, Danimarka, Tunus
  • E Grubu: İspanya, Kosta Rika/Yeni Zelanda, Almanya, Japonya
  • F Grubu: Belçika, Kanada, Fas, Hırvatistan
  • G Grubu: Brezilya, Sırbistan, İsviçre, Kamerun
  • H Grubu: Portekiz, Gana, Uruguay, Güney Kore

Şampiyonada, gruplarını ilk iki sırada tamamlayan takımlar, adlarını son 16 turuna yazdıracak. Grup maçları, 21 Kasım-2 Aralık tarihlerinde oynanacak. Turnuvanın açılış maçında A Grubu’nda ev sahibi Katar ile Ekvador karşılaşacak. Dünya Kupası, 18 Aralık’taki final maçıyla sahibini bulacak.

B, D ve E gruplarında yer alacak son takımlar henüz belli olmadı. Dünya Kupası elemelerinde İskoçya ile Ukrayna arasında oynanacak eleme maçı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle Haziran ayına ertelenmişti.

Maç Haziran’da oynanabilirse, karşılaşmanın galibi Galler ile bir eleme daha oynayacak. Bu maçlar, Birleşik Krallık’ın parçası olan İngiltere ile İskoçya veya Galler’in Dünya Kupası’nda da karşı karşıya gelme ihtimalini doğuruyor.

İngiltere geçen yıla ertelenen EURO 2020’de de İskoçya ile aynı grupta kalmış, karşılaşma golsüz berabere bitmişti. İngiliz milli takımı çeyrek finalde de Ukrayna’yı 4-0 yenmişti.

İngiltere daha önce İskoçya, Galler veya Ukrayna ile Dünya Kupası’nda hiç karşılaşmamıştı. Diğer iki gruptaki son takımlar ise, Covid-19 sonucu fikstürlerin ertelenmesi nedeniyle henüz belirlenemedi.

Paylaşın

Avrupa Birliği’nden Çin’e Dolaylı Tehdit

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya’ya destek vermesi halinde bunun Çin’in Avrupa’daki saygınlığına büyük zarar vereceğine dikkat çekerek,  “Rusya’nın savaşı sürdürmesi için verilecek desteği hiç bir Avrupa vatandaşı kabul edemez” dedi. 

AB ile Çin arasında bugün iki yıl sonra ilk kez düzenlenen liderler zirvesine Rusya’nın Ukrayna işgali ve bunun Avrupa ile Çin arasındaki olası etkileri damgasını vurdu.

Videokonferans yoluyla gerçekleşen zirvede AB liderleri, Pekin yönetiminden Ukrayna’ya destek vermesini ve Rusya’ya mesafe koymasını talep etti. Pekin yönetimi ise Ukrayna’da barışın sağlanmasına destek olmak için “kendi bildiği yolda” çaba göstereceğini duyurdu.

AB Konseyi Başkanı Charles Michel, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen,  AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, zirve kapsamında önce Çin Başbakanı Li Kıçiang, daha sonra da Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüştü.

AB’den “mali ve askeri yardım” uyarısı

Zirve sonrasında açıklama yapan AB Konseyi Başkanı Charles Michel, AB ve Çin’in Ukrayna’daki savaşın küresel güvenliği ve dünya ekonomisini tehdit ettiği konusunda mutabık olduklarını söyledi.

“Yaptırımları baypas edecek her girişim ve Rusya’ya yapılacak yardım savaşın daha uzun sürmesine yol açar” diyen Michel, Rusya’ya yapılacak olası mali ve askeri yardımlar konusunda “teyyakuzda olacaklarını” açıkladı.

“Yaptırımlarımıza müdahale etmemesi gerektiğini Çin’e çok net bir şekilde ilettik” bilgisini paylaşan Michel, Çin’in savaşın sona erdirilmesi için atacağı adımların ise hem Avrupalılar hem de uluslararası toplum tarafından memnuniyetle karşılanacağını söyledi.

Dolaylı tehdit

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise, Rusya’ya destek vermesi halinde bunun Çin’in Avrupa’daki saygınlığına büyük zarar vereceğine dikkat çekerek,  “Rusya’nın savaşı sürdürmesi için verilecek desteği hiç bir Avrupa vatandaşı kabul edemez” dedi.

Von der Leyen, ayrıca Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin sadece Avrupa kıtasının geleceğini belirlemeyeceğini, aynı zamanda Avrupa’nın dünyanın geri kalanı ile ilişkilerinin geleceğini de tayin edeceğini vurguladı.

Pekin “ABD’den bağımsız politikalar” talep etti

Çin devlet televizyonu CCTV’ye göre ise Çin tarafı, görüşmede AB’ye “ABD’den bağımsız” hareket etmesi yönündeki beklentisini iletti.

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, AB’den Çin ile görüşlerini “bağımsız” bir şekilde oluşturmasını beklediklerini aktardığı belirtildi. Şi’nin ayrıca AB liderlerine Ukrayna krizi konusunda birlikte çalışmayı, krizin başka alanları etkilemesini önlemeyi önerdiği bildirildi.

Başbakan Li’nin ise yaklaşık iki saat süren görüşmesinde AB liderlerine Ukrayna’da barışın sağlanmasına destek olmak için ülkesinin “kendi bildiği yolda” çaba göstermeye devam edeceğini söylediği açıklandı.

Çin devlet televizyonu CCTV’ye göre Li, ülkesinin barışı desteklediğini, müzakereleri teşvik ettiğini, ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması ve uluslararası hukuka bağlı kalınmasından yana olduğunu vurguladı.

“Taraf tutmaya zorlanmayı reddediyoruz”

Zirve öncesinde açıklama yapan Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zhao Lijan ise Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırım politikalarını eleştirdi.

Soğuk Savaş yaklaşımları ile bloklaşmalara direnilmesi gerektiğini söyleyen sözcü, Çin’in sorunlara yaptırımlar yoluyla çözüm bulunması arayışına karşı olduğunu, taraf tutmaya zorlanmayı da reddettiklerini vurguladı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi Çin, Batı’nın eleştirilerine rağmen bugüne kadar Rusya’nın Ukrayna işgalini kınamayarak Rusya- Ukrayna ihtilafına taraf olmayacağını ifade ediyor.

Paylaşın

Demirtaş Hakkında 9 Yıl Önceki Tweetten İddianame

Eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında yeni bir iddianame hazırlandı. Demirtaş hakkında 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası istendi. İddianamenin henüz Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmediği öğrenildi.

Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre Kobani Davası’nın iddianamesini hazırlayan savcı Ahmet Altun, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hakkında yeni bir dava açtı. Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından 23 Mart 2022 tarihinde Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan iddianamede Demirtaş hakkında “örgüt propagandası yapma” suçlaması yöneltildi. İddianamede, 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası istendi.

5 yıla kadar hapis cezası istendi

İddianame de HDP’li siyasetçilere hazırlanan fezlekeler ve soruşturmalarda olduğu gibi bir kez daha uzun uzun PKK ve KCK’nin tarihçesi anlatıldı. 28 sayfalık iddianame de 2013 yılında atılan bir tweet suç konusu yapıldı. İddia edilen suça dair tek paragrafta şu ifadeler yer aldı:

“(…) yapılan ihbar ardından 9 Aralık 2021 tarihinde düzenlenen kolluk tutanağında twitter.com/hdpdemirtas Url adresli ‘Selahattin Demirtaş’ rumuzlu (Mavi Tik/ Onay rozetli) şüphelinin kullanımında olan twitter hesabından, 13 Eylül 2021 tarihli Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Araştırma raporuda tespiti yapılan 16 Kasım 2013 tarihinde ‘Biji Serok Apo’ şeklinde paylaşımda bulunduğu (…)”

Demirtaş hakkında “örgüt propagandası yapma” iddiasıyla 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası istendi. İddianamenin henüz Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmediği öğrenildi.

Paylaşın

Babacan’dan Dikkat Çeken ‘Cumhurbaşkanı Adayı’ Açıklaması

Katıldığı bir televizyon programında açıklamalarda bulunan DEVA Lideri Babacan, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı için “Geçiş dönemini yönetebilecek, Türkiye’yi parlamenter sisteme götürebilecek hem Meclis hem de cumhurbaşkanı adayı rahat bulunur. Önemli olan ne yapılacağıdır. Hani ‘işe göre adam’ veya ‘adama göre iş’ denir ya. Biz işe göre adam bakacağız. Önce yapacağımız işi tanımlayacağız. Yapacağımız işe uygun cumhurbaşkanı adayını sürecin sonunda belirleyeceğiz.” ifadelerini kullandı.

Ali Babacan, konuya ilişkin açıklamasının devamında, “Altılı masanın en önemli kararlarından bir tanesi, cumhurbaşkanı adayının mutabakatla ve sürecin sonunda belirlenmesi. Demokrasiye inanmış ve özümsemiş, parlamenter sistemi içselleştirmiş bir cumhurbaşkanı adayı şart. Masada olur, masanın dışında olur, onlar önemli değil” dedi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, FOX TV’de İsmail Küçükkaya’nın sunduğu Çalar Saat programında gündemi değerlendirdi. Babacan şu ifadeleri kullandı:

“Genel başkanlar bizim genel merkezde biraraya geldiler. Yuvarlak masa ortamında oturduk ve kararlar verdik. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş sürecinin yol haritası üzerinde ortak çalışma yapmaya karar verdik ve ortak bir komisyon kurduk. Seçim güvenliğini sağlamak için komisyon kurmaya karar verdik. Sandıklara sahip çıkmamız gerekiyor. Partiler bunu ortak bir organizasyon şeması içinde yaparsa, hileyi, hurdayı, oyunu önleriz.

Altılı masada baştan her şeyi açık konuşmazsak, yarın ihtilafla sonuçlanabilir. Açık ve şeffaf olmak lazım. Altı farklı siyasi partiden bahsediyoruz. Altı genel başkan biraraya oturunca tek parti haline gelmiyor. Burada ödünleşme süreci gerekiyor. Ödünleşmeyle mutabakat arayışı gerekiyor.

“Yapacağımız işe uygun cumhurbaşkanı adayı belirleyeceğiz”

Geçiş dönemini yönetebilecek, Türkiye’yi parlamenter sisteme götürebilecek hem Meclis hem de cumhurbaşkanı adayı rahat bulunur. Önemli olan ne yapılacağıdır. Hani ‘işe göre adam’ veya ‘adama göre iş’ denir ya. Biz işe göre adam bakacağız. Önce yapacağımız işi tanımlayacağız. Yapacağımız işe uygun cumhurbaşkanı adayını sürecin sonunda belirleyeceğiz. Altılı masanın en önemli kararlarından bir tanesi, cumhurbaşkanı adayının mutabakatla ve sürecin sonunda belirlenmesi. Demokrasiye inanmış ve özümsemiş, parlamenter sistemi içselleştirmiş bir cumhurbaşkanı adayı şart. Masada olur, masanın dışında olur, onlar önemli değil.

Sayın Erdoğan ekonomistse, haydi düzeltsin bu ekonomiyi bir an önce. Dört yıldır elini tutan mı var? Dört yıldır tek imzayla bu ülkede istediği her şeyi yapamıyor mu? Düzeltemiyor. Çünkü ‘Ben her şeyi bilirim’ diyen hiçbir şey yapamaz. 1994 krizi çıkmıştı. O zaman ülkeyi yöneten de ekonomi profesörüydü. ‘Ben her şeyi bilirim’ diye saçma sapan talimatlar verildi. Bir ülkenin başındaki kişi ‘Ben bu işi biliyorum’ dediği anda korkun. Kesin yanlış yapacaktır. ‘Bilenlerle konuşuyorum’ diyorsa ümitlenin.

“Boşuna kendilerini ortaya atıp rezil olmasınlar”

Ne kadar Yap İşlet Devret projesi varsa hepsini denetime sokacağız. Seçimlerden sonra ihalelerin hepsini denetleyeceğiz, hiç merak etmesinler. Yargı denetimi yapılacak, yasama denetimi yapılacak, idari denetim yapılacak. Boşuna hikâye anlatmasınlar. Ben 13 sene bu ülkenin ekonomisini yönettim. Ne numaralar döndüğünü biliyoruz. Boşuna kendilerini ortaya atıp rezil olmasınlar. Günü gelince hepsi ortaya çıkacak.

Bugün bir mutluluk oyunu oynuyorlar. Bugün ‘Güzel bir uygulamayı başlattık’ diyorlar ama yarın ülkeyi çok kötü vuracak. Bugün itibariyle dahi yılda 36 milyar maliyeti var. Kur korumalı mevduata verilen fark 36 milyar. Sayın Erdoğan bunu açıklarken ‘Mevduat sahipleri mağdur oluyor, biz onların mağdur olmalarını istemiyoruz’ dedi. Kur atışından onlar mağdur oluyor da bizim esnafımız, memurumuz, gencimiz, işçimiz, çiftçimiz mağdur olmuyor mu?

Aralık ayından bugüne kadar evlerde kullanılan doğal gazın fiyatı düzde 69 arttı. Bütün dünyada enerji fiyatlarının artış eğilimi var ama Türkiye’deki artış dünyanın daha üzerinde. Çünkü dolar kuru çok artmış durumda. Dolar kurundaki artışın da en önemli sebebi ülkedeki döviz kıtlığı. Merkez Bankası’nın net döviz pozisyonu eksi 55 milyar dolara düştü. Elde döviz olmayınca kur artıyor, kur artınca da A’dan Z’ye her şeye zam geliyor.

“Erdoğan döviz kurundaki kontrolü kaybetti”

Aralık başında karkas etin kilosu 49 lira, bugün 90 lira. Et fiyatı niye bu kadar arttı? Gübre, tohum, ilaç, yem fiyatı arttı. Bunların fiyatı niye arttı? Çünkü Sayın Erdoğan döviz kurundaki kontrolü kaybetti. Et de şeker de doğal gaz da elektrik de böyle. Bunun sebebi makro ekonomik dengelerin bozulması, Merkez Bankası üzerindeki yanlış talimatlar, akıl ve bilim dışı ekonomi uygulamaları.

Dün akşam itibariyle Hazine’nin borçlanma faizi yüzde 26’ya çıkmış durumda. Eylül ayında yüzde 17’ydi. Merkez Bankası’nın bankalardan aldığı faizi düşürüyorlar, Hazine’nin verdiği faiz yüzde 26,32’ye çıkıyor. Faiz talimatla düşmez. Faiz güvenle düşer. Akıl ve bilim çerçevesinde uygulanan ekonomi politikalarıyla düşer. Allah’ın verdiği aklı kullanarak düşer.”

Paylaşın

19 Vekilin Dokunulmazlık Dosyası TBMM’de: 18 HDP, 1 DBP

Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) 18, Demokratik Bölgeler Partisi’nden (DBP) bir toplam 19 milletvekili hakkında hazırlanan 23 dokunulmazlık dosyası, Meclis Başkanlığına sunuldu. Meclis’e gönderilen Cumhurbaşkanı fezlekeleri, Anayasa Adalet Karma Komisyonu’na sevk edildi.

Haber Merkezi / Dosyalar arasında HDP’den  Dersim Dağ, Sıdık Taş ve Necdet İpekyüz’e ait 2 adet, Muazzez Orhan Işık,  Semra Güzel, İmam Taşçıer,  Abdullah Koç, Berdan Öztürk, Dirayet Taşdemir, Ömer Öcalan, Murat Çepni, Alican Önlü,  Meral Danış Beştaş,  Habip Eksik,  Ayşe Sürücü,  Ebru Günay,  Feleknas Uca, Nuran İmir’e ait bir ve DBP’den Diyarbakır Milletvekili Salihe Aydeniz’e ait 2 dokunulmazlık dosyası bulunuyor.

Süreç nasıl işliyor?

Hakkında suç isnadı bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin talepler, Adalet Bakanlığına sunuluyor. Bakanlık, talebi gerekçeli bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına, Cumhurbaşkanlığı ise TBMM Başkanlığına iletiyor.

Meclis Başkanlığına gelen fezlekelerin gündeme alınmasındaki süreç, İçtüzüğe göre işliyor. Milletvekili dokunulmazlığı, İçtüzüğün “Yasama Dokunulmazlığı ve Üyeliğin Düşmesi” başlıklı dokuzuncu kısmının “yasama dokunulmazlığı” alt başlıklı birinci bölümünde düzenleniyor.

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki istemler, TBMM Başkanlığınca “Gelen Kağıtlar” listesinde yayınlanarak Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona havale ediliyor.

Söz konusu fezleke ile Meclis’teki mevcut fezlekeler, sevk edildikleri Karma Komisyonda bekletilebiliyor ya da komisyonda gündeme alınabiliyor. Fezlekelerin gündeme alınması halinde süreç başlıyor. Karma Komisyon toplanıyor ve hangi fezlekeye ait dosyayı değerlendireceğine karar veriyor.

Hazırlık Komisyonu kuruluyor

Hazırlık Komisyonu, kurulduğu andan itibaren en geç 1 ay içinde dosyayı inceleyerek raporunu hazırlıyor. Bu komisyon bütün kağıtları inceleyip gerekirse o milletvekilini dinliyor ancak tanık dinleyemiyor.

Hazırlık Komisyonu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde karar alırsa dosya Karma Komisyona havale ediliyor. Karma Komisyon da 1 ay içinde Hazırlık Komisyonu raporunu ve eklerini görüşerek sonuçlandırıyor.

Karma Komisyon, dokunulmazlığın kaldırılmasına veya kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar veriyor.

Karma Komisyon kovuşturmanın ertelenmesini kararlaştırmışsa bu yöndeki raporu Genel Kurulda okunarak bilgiye sunuluyor. Bu rapora milletvekilleri tarafından 10 gün içinde itiraz edilmezse kesinleşiyor, itiraz edilmesi halinde ise rapor Genel Kurul gündemine alınıyor. İtiraz edilmeyen dosyalar Cumhurbaşkanlığına gönderiliyor.

Dokunulmazlığın kaldırılması yönündeki Karma Komisyon raporları, doğrudan Genel Kurul gündemine giriyor. Genel Kurul, raporu kabul ederek dokunulmazlığın kaldırılmasını kararlaştırabileceği gibi, raporu reddederek yargılamanın dönem sonuna ertelenmesine de karar verebiliyor.

Kovuşturma ertelenmiş ve bu karar Genel Kurulca kaldırılmamış ise dönem yenilenmiş olsa bile milletvekilliği sıfatı devam ettiği sürece ilgili hakkında kovuşturma yapılamıyor.

Genel Kurul aşaması

Milletvekillerine dağıtılan Karma Komisyon raporu, Genel Kurulda okunarak görüşülüyor. Biri lehte diğeri de aleyhte olmak üzere, iki milletvekili rapor üzerinde konuşma yapıyor.

Fezlekesi olan milletvekili isterse Hazırlık Komisyonunda, Karma Komisyonda veya Genel Kurulda kendi savunmasını yapabiliyor ya da başka bir milletvekili arkadaşına savunma yapması için bu hakkını verebiliyor.

Söz ve savunma talebi yoksa görüşmeler tamamlanıyor. Daha sonra Karma Komisyonun yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair raporu oylamaya sunuluyor. Genel uygulamaya göre açık oylama yapılıyor. Genel Kurulda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin oylamada, karar yeter sayısı (151) yeterli oluyor.

Her dosya için ayrı oylama yapılıyor

Genel Kuruldaki oylamada, her milletvekili ve fezleke için ayrı oylama yapılıyor. Bir milletvekili hakkında iki dosya varsa iki dosya ayrı ayrı oylanıp karara bağlanıyor. Dokunulmazlık hangi dosya hakkında kaldırıldıysa yalnızca o fezleke hakkında yargılama yapılabiliyor. Milletvekilinin dönem sonuna bırakılan dosyası hakkındaki dokunulmazlığı devam ediyor.

Genel Kurul kararından sonra milletvekilinin dokunulmazlığı, söz konusu dosya için kaldırılmış oluyor.

Meclis Başkanlığı, dosyayı Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla Adalet Bakanlığına gönderiyor. Bakanlık da dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili hakkında gereğinin yapılması için dosyası ilgili savcılığa havale ediyor.

Savcılık da dosyanın ulaşmasının ardından soruşturmaya kaldığı yerden devam ediyor, söz konusu milletvekilini tutuklanması talebiyle mahkemeye de sevk edebiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına da devam edebiliyor.

Dokunulmazlık kalkıyor, vekillik devam ediyor

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kalkmasıyla milletvekilliği düşmüyor, devam ediyor. Milletvekili maaşını alıyor ve diğer sosyal haklarından yararlanıyor. Tutuklanmamışsa Meclise gelerek yasama çalışmalarına da katılabiliyor.

Ancak milletvekili hakkındaki ceza kesinleştikten sonra Genel Kurulda okunuyor ve o zaman milletvekilliği düşürülüyor.

Milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine karar verilmesi halinde, Genel Kurul kararının alındığı tarihten itibaren 7 gün içinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptal için Anayasa Mahkemesine başvurabiliyor. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini 15 gün içinde kesin karara bağlıyor.

 

Paylaşın

‘Euro Bölgesi’ Enflasyonu Tüm Zamanların En Yüksek Seviyesinde

Euro Bölgesi enflasyonu Mart ayında tüm zamanların en yüksek seviyesi olan yüzde 7.5’e yükseldi. Enflasyon, Avrupa Merkez Bankası’nın fiyat istikrarını garanti eden yüzde 2’lik hedefinin üç katından fazla.

Avrupa Birliği İstatistik Ofisi Eurostat, Mart ayında Euro Bölgesi’ndeki 19 ülkede tüketici fiyatlarının yüzde 7,5’e yükseldiğini duyurdu.

Enflasyon özellikle 4 üye ülkede çift haneli rakamlara ulaşarak keskin bir yükseliş gösterdi. Litvanya, yüzde 15.6 ile bu artışta lider konumunda. En düşük oran, artışın yüzde 4.6 olarak ölçüldüğü Malta’da kaydedildi. Ancak bu bile Avrupa Merkez Bankası hedefinin iki katından fazla.

Oysa analistler Şubat’ta yüzde 5,9 olan enflasyonun bu ay yüzde 6,7’e çıkmasını öngörmüştü. Ortak para birimi euronun 1999 yılında piyasaya sürülmesinden bu yana ilk kez enflasyon bu seviyeye yükseldi.

Enflasyonda kırılan rekorun en önemli nedeninin enerji fiyatlarındaki artış olduğu belirtiliyor.

Eurostat, geçen ay enerji maliyetlerinin yüzde 44,7 oranında arttığına dikkat çekti. Gıda, alkol ve tütün ürünleri fiyatları yüzde 5 artarken, otomobil, bilgisayar, kitap, giysi gibi ürünlerde yüzde 3,4’lük bir artış oldu.

Rusya’dan tarım ihracatını sınırlandırma tehdidi

Euro Bölgesi’nde enflasyonun rekor kırdığı açıklaması gündeme damgasını vururken, Rusya’dan yapılan bir açıklama dikkat çekti.

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dimitri Medvedev, bugün yaptığı açıklamada, “artık gıda ve tarım ürünlerimizi sadece dost ülkelere ihraç edeceğiz” dedi. Medvedev, “Ne mutlu ki çok dostumuz var ve onlar Avrupa ve Kuzey Amerika’da değiller” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Ekonomik Nedenlerle Boşanma Oranı Yüzde 9.8

Türkiye genelinde en fazla boşanma nedeni yüzde 32,2 ile “sorumsuz ve ilgisiz davranma” olarak belirlendi. Bunu yüzde 14,1 ile aldatma, yüzde 9,8 ile evin ekonomik olarak geçimini sağlayamama ve yüzde 8,1 ile dayak/kötü muamele takip etti.

Haber Merkezi / Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ‘Türkiye Aile Yapısı Araştırması 2021’ verilerini açıkladı. Açıklanan verilere göre; Hanedeki ev işlerinin genellikle kim tarafından yapıldığı incelendiğinde; evin badana/boyası hariç tüm işlerin genellikle bir hanehalkı ferdi tarafından üstlenildiği görüldü. Hanehalkı ferdi tarafından en fazla üstlenilen işler sırasıyla, yüzde 97,5 ile sofranın kurulup kaldırılması, yüzde 97,4 ile bulaşık yıkama (makineyle bile olsa) ve yüzde 97,0 ile akşamları çay servisi yapma oldu.

Hanehalkı ferdi olmayan kişilerin yaptığı hanedeki ev işleri göz önüne alındığında, hanehalkı ferdi olmayan kişiler tarafından en fazla yapılan ev işleri sırasıyla, yüzde 54,3 ile evin badana/boyası, yüzde 25,2 ile küçük bakım, onarım, tamir işleri ve yüzde 8,8 ile evin haftalık/aylık temizliği oldu.

Hanehalkı ferdi tarafından yapılan ev işleri cinsiyete göre incelendiğinde, ev işlerini genellikle kadınların üstlendiği görüldü. Kadınlar en fazla yüzde 94,4 ile çocuk bakımı, yüzde 85,6 ile çamaşır ve bulaşık yıkama (makineyle bile olsa), yüzde 85,4 ile yemek yapma ve evin günlük toplanması ve temizlenmesi işlerini üstlendi.

Ortak karar alındı

Hanede ortak karar verilen seçilmiş konular incelendiğinde, en yüksek oranın sırasıyla yüzde 94,7 ile tatil biçimi ve yeri konusunda, yüzde 94,2 ile ailece ev dışında yapılan yeme içme ve eğlence gibi etkinliklerde ve yüzde 93,3 ile akrabalarla ilişkilerde olduğu görüldü.

Hanede seçilmiş konularda tek başına karar veren fertler cinsiyete göre incelendiğinde, erkeklerin tek başına kadınlara göre daha fazla oranla karar verdiği konular yüzde 8,2 ile harcamaların önceliklendirilmesinde ve yüzde 2,9 ile tatil biçimi ve yeri konusunda olduğu görüldü. Kadınların erkeklere göre tek başına daha fazla oranla karar verdiği konuların ilk üçünün yüzde 27,7 ile evde ne pişirileceği/yeneceği konusunda, yüzde 14,7 ile günlük alışveriş konularında ve yüzde 11,7 ile çocukların kılık kıyafet gibi ihtiyaçları konusunda olduğu görüldü.

Hanehalkı fertlerinin hafta içi ve hafta sonu öğünlerde hangi sıklıkla bir araya geldikleri incelendiğinde, en fazla hafta sonu ve hafta içi akşam yemeklerinde bir araya geldikleri görüldü. Hanehalkı fertlerinin hafta sonu akşam yemeğinde bir araya gelme oranı yüzde 81,9 iken hafta içi akşam yemeğinde bir araya gelme oranı yüzde 77,1 oldu.

Hanehalkı fertleri akşam yemeğinden sonra en fazla sabah kahvaltısında bir araya geldi. Hafta sonu sabah kahvaltısında bir araya gelme oranı yüzde 70,1 iken hafta içi sabah kahvaltısında bir araya gelme oranı yüzde 45,0 oldu. Hafta sonu öğle yemeğinde bir araya gelme oranı yüzde 59,9 iken hafta içi öğle yemeğinde bir araya gelme oranı yüzde 31,4 oldu.

İlk evliliklerin yüzde 36,9’u 20-24 yaş aralığında gerçekleşti

Evli, eşi ölmüş ve boşanmış bireylerin ilk evlenme yaşları incelendiğinde, ilk evliliklerin yüzde 36,9’unun 20-24 yaş aralığında, yüzde 23,5’inin 25-29 yaş aralığında ve yüzde 16,5’inin 18-19 yaş aralığında gerçekleştiği görüldü.

İlk evlenme yaşı cinsiyete göre incelendiğinde, kadınların erkeklere göre daha erken yaşlarda evlendiği görüldü. Evliliğini 18 yaşından önce yapan erkeklerin oranı yüzde 4,4 iken kadınların oranı yüzde 24,2 oldu. İlk evliliğini 18-19 yaş aralığında yapan erkeklerin oranı yüzde 8,9 iken kadınların oranı yüzde 23,0 oldu. İlk evliliğini 20-24 yaş aralığında yapan erkeklerin oranı yüzde 39,6 iken kadınların oranı yüzde 34,6 oldu.

Bireylerin kadın ve erkek için uygun gördükleri ilk evlenme yaşları incelendiğinde, erkekler için uygun görülen ilk evlenme yaşı yüzde 51,0 ile, kadınlar için uygun görülen ilk evlenme yaşı yüzde 47,8 ile 25-29 yaş aralığı olarak belirtildi.

Evliliklerin yüzde 56,8’i görücü usulü ile gerçekleşti

Evlilik deneyimi olan bireylerin (evli, eşi ölmüş ve boşanmış bireyler ile birden fazla evlilik yapmış olanların son evliliği dikkate alındığında) eş seçimini nasıl yaptıkları incelendiğinde, evliliklerin yüzde 46,1’i görücü usulü ve kendi rızasıyla, yüzde 34,9’u kendi kararı ve ailesinin rızasıyla, yüzde 10,7’si görücü usulü ve kendi görüşü sorulmadan aile kararıyla, yüzde 5,3’ü kaçma/kaçırılma ve yüzde 2,7’si kendi kararı ve ailesinin rızası dışında gerçekleştiği görüldü.

Evlilik deneyimi olan bireylerin eş seçimini nasıl yaptıkları cinsiyete göre incelendiğinde, görücü usulü ve kendi rızası ile evlenen erkeklerin oranı yüzde 45,9, kadınların oranı yüzde 46,3 iken görücü usulü ve kendi görüşü sorulmadan aile kararıyla evlenen erkeklerin oranı yüzde 8,6, kadınların oranı ise yüzde 12,5 oldu. Kendi kararı ve ailesinin rızası ile evlenen erkeklerin oranı yüzde 37,5, kadınların oranı yüzde 32,7, kendi kararı ve ailesinin rızası dışında evlenen erkeklerin oranı yüzde 2,6, kadınların oranı ise yüzde 2,8 oldu.

Evlilik deneyimi olan bireylerin eş seçimini nasıl yaptıkları öğrenim durumuna göre incelendiğinde, bireylerin öğrenim durumu yükseldikçe kendi kararı ile evlenenlerin oranının arttığı, görücü usulü ile evlenenlerin oranının ise azaldığı görüldü. Bir okul bitirmeyenlerin içinde kendi kararı ve ailesinin rızası ile evlenen bireylerin oranı yüzde 10,3 iken yüksekokul, fakülte, üniversite, yüksek lisans/doktora mezunu bireylerin içinde kendi kararı ve ailesinin rızası ile evlenen bireylerin oranı ise yüzde 71,7 oldu.

Evlenirken evlilik sözleşmesi yapanların oranı yüzde 1,4 oldu

Evlenirken yapılan törenler incelendiğinde, kız isteme yüzde 89,9, söz kesme yüzde 86,1, nişan yüzde 81,8, kına gecesi yüzde 84,4, gelin alma yüzde 84,0, gelin/damat hamamı yüzde 8,4, başlık parası verme/alma yüzde 13,3, düğün yüzde 87,7, bekarlığa veda partisi yüzde 3,0, çeyiz serme yüzde 60,3 ve bohça hazırlama yüzde 64,5 oranında yapıldı. Evlilik sözleşmesi oranı ise yüzde 1,4 oldu.

Önümüzdeki 3 yıl içerisinde evlenmeyi düşünmeyen ya da kararsız olan boşanmış, eşi ölmüş ya da hiç evlenmemiş 15 ve daha yukarı yaştaki bireylerin oranı yüzde 80,1 oldu. Bu bireylerin yüzde 29,5’i eğitim hayatına öncelik verdiği için, yüzde 11,9’u maddi kazancı yeterli olmadığı için ve yüzde 10,2’si evlenmek için uygun biriyle karşılaşmadığı için evlenmeyi düşünmediğini belirtti.

Evlenmeyi düşünmeme nedenleri cinsiyete göre incelendiğinde, en önemli neden her iki cinsiyette de eğitim hayatına öncelik vermek oldu. Bu oran, erkekler için yüzde 29,8, kadınlar için yüzde 29,3 oldu. Erkekler için eğitim hayatına öncelik verme nedeninden sonra gelen evlenmeyi düşünmeme nedenleri yüzde 22,5 ile maddi kazancın yeterli olmaması, yüzde 11,2 ile iş garantisinin olmaması oldu. Kadınlar için eğitim hayatına öncelik verme nedeninden sonra gelen evlenmeyi düşünmeme nedenleri yüzde 11,5 ile sağlık sorunları, yüzde 11,1 ile evlenmek için uygun biriyle karşılaşmadığı oldu.

Eşler arasında en fazla harcamalar konusunda sorun yaşandı

Eşi ile sorun yaşadığını belirten evli bireylerin sorun yaşadıkları seçilmiş konular incelendiğinde, bireylerin yüzde 5,6’sı harcamalar, yüzde 5,5’i ailece birlikte vakit geçirmeme, yüzde 4,9’u gelirinin yeterli olmaması, yüzde 3,7’si ev ile ilgili sorumluluklar ve yüzde 3,6’sı sigara alışkanlığı ile ilgili konularda sıklıkla veya her zaman sorun yaşadı.

En az bir kez boşanmış bireylerin (görüşme sırasındaki medeni durumuna bakılmaksızın ve birden fazla boşanmış bireylerin son boşanma olayına göre) boşanma nedenleri incelendiğinde, yüzde 32,2 ile sorumsuz ve ilgisiz davranma ilk sırada yer aldı. Bu boşanma nedenini yüzde 14,1 ile aldatma, yüzde 9,8 ile evin ekonomik olarak geçimini sağlayamama ve yüzde 8,1 ile dayak/kötü muamele izledi.

Boşanma nedenleri cinsiyete göre incelendiğinde, boşanmış erkeklere ve kadınlara göre en önemli boşanma nedeni eşlerinin sorumsuz ve ilgisiz davranması oldu. Bu oran, erkeklere göre yüzde 41,2, kadınlara göre yüzde 24,2 oldu. Erkeklere göre sorumsuz ve ilgisiz davranmadan sonra en önemli boşanma nedenleri yüzde 11,0 ile aile büyüklerinin aile içi ilişkilere karışması ve yüzde 9,7 ile evin ekonomik olarak geçimini sağlayamama oldu. Kadınlara göre sorumsuz ve ilgisiz davranmadan sonra en önemli boşanma nedenleri ise yüzde 19,3 ile aldatma ve yüzde 14,6 ile dayak/kötü muamele oldu.

Eğitime devam etmek istemesine rağmen eğitimini yarıda bırakan kadınların oranı yüzde 10,6 oldu

Eğitime devam etmek istemesine rağmen (üniversite dahil) eğitimini yarıda bırakan bireylerin oranı yüzde 11,6 oldu. Erkeklerde bu oranın yüzde 12,7, kadınlarda ise yüzde 10,6 olduğu görüldü.

Eğitime devam etmek istemesine rağmen eğitimini yarıda bırakan bireylerin eğitimi yarıda bırakma nedenleri cinsiyete göre incelendiğinde, erkeklerin yüzde 61,8’i ve kadınların yüzde 36,4’ü ekonomik nedenlerle eğitimini yarıda bıraktı. Erkeklerin yüzde 20,3’ü eğitimde başarısızlık, kadınların ise yüzde 28,8’i ailenin izin vermemesi nedeni ile eğitimini yarıda bıraktı.

Kadınların çalışması ile ilgili bireylerin algıları incelendiğinde, kadının çalışması ve sosyal hayata katkı sağlamasının değerli olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 82,6 iken kadının asli görevinin çocuk bakımı ve ev işleri olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 35,8 oldu.

Çocuk ile ilgili bireylerin algıları incelendiğinde, bireylerin yüzde 83,1’i çocukların anne ve babasına yaşlılıklarında bakması gerektiğini düşündü. Çocuğun anne ve babanın itibarını artırdığını düşünen bireylerin oranı yüzde 80,4, çocuğun bir işi olduğunda anne ve babasına maddi katkı sağlaması gerektiğini düşünen bireylerin oranı yüzde 66,9 ve neslin (soyun) devamının sadece erkek çocuk ile sağlandığını düşünen bireylerin oranı ise yüzde 28,8 oldu.

Bireylerin kendilerine bakamayacak kadar yaşlandıklarında nasıl yaşamayı tercih ettikleri incelendiğinde, yüzde 30,7’si evde bakım hizmeti almayı, yüzde 27,5’i çocuklarının yanında kalmayı, yüzde 15,0’i ise huzurevi/bakımevine gitmeyi istediğini belirtti.

Yaşlı bireylerin (65 ve daha yukarı yaştaki kişilerin) kendilerine bakamayacak kadar yaşlandıklarında nasıl yaşamayı tercih ettikleri incelendiğinde, yüzde 46,0’sı çocuklarının yanında kalmayı, yüzde 31,6’ı evde bakım hizmeti almayı, yüzde 10,3’ü ise huzurevi/bakımevine gitmeyi istediğini belirtti.

Çocukları ile aynı evde yaşamayan 60 ve daha yukarı yaştaki bireylerin çocukları tarafından ziyaret edilme sıklığı incelendiğinde, haftada birkaç kez ziyaret edilme oranı yüzde 56,7 iken hiçbir zaman ziyaret edilmeme oranı yüzde 1,4 oldu.

Paylaşın