Tarihi Yapıları İle Görülmesi Gereken Yer ‘Biga’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çanakkale, tarihi yapıları ve doğal güzellikleri ile gezilip görülmesi gereken bir yerdir. Çanakkale’nin en büyük ilçelerinden Biga’da antik kalıntılar ile doludur. Burada zamanda yolculuk yaparcasına her döneme ait eserler bulunmaktadır.

Biga kelimesinin, Yunanca pınar, kaynak anlamına gelen Pegae kelimesinden türeyip zamanla Biga olarak değişti düşünülmektedir. Haber Kaos ekibi olarak varlığı çok eski dönemlere kadar dayan Biga’da yer alan tarihi kentleri sizler için derledik:

Priapos Antik Kenti: Biga İlçesinin Karabiga Bucağının 3 Km kuzey doğusunda Marmara Denizi kıyısında kurulmuştur.İlkçağın geç döenemindeki Helen mitolojisine göre Tanrıça Aphrodite’nin Dionysos’la sevişmesinden doğan oğlunun adıdır.M.Ö. 670 yıllarında miletos Kolonisi olarak kurulduğu sanılan Priapos M.Ö. 5.yy.’da Attik-Delos Deniz Birliğine üye olmuşsada Parion (Kemer) ile Ozikos (Belkıs-Erdek) Arasında kaldığı için pek gelişememiş Adresteia’nın iskelesi olarak kalmıştır.

Kent M.Ö. 334 yılında Mekedonya Kralı Büyük İskender geldiğinde hemen teslim olmuştur. Kentin birkaç km. güneyinde şimdiki Çınarköprü Köyü yakınlarında büyük İskender!in ordusu ile Pers Ordusu arasında ” Granikos Meydan Savaşı” olarak anılan büyük bir savaş olmuş, yaklaşık 10.000 kişinin çarpışması sonucunda İskender büyük zafer kazanmıştır. Romalılar’ın egemenliği sırasında Priapos kenti Parion (Kemer) ile birleştirilmiştir.Evliya Çelebi Türk devrinin Karabiga’sını anlatırken 6 köşeli bakımsız bir kalesi olduğundan söz etmektedir. Yörede ayrıntılı bir kazı yapılmamıştır. Tarihi kalıntıları geniş bir alanda bulunmaktadır.

Parion Antik Kenti: Biga İlçesi Kemer Köyü yakınında yer alır. İlkçağ Helen inancına göre truvalı Priamos’un oğlu Paris’in adını taşır. “Paris’in yeri” anlamına gelir.

M.Ö. 8.yy.’da kurulduğu sanılmaktadır. Parion kalıntıları bu gün tamamen toprak altında olup, üzerini çalılar kaplamaktadır. Gelişi güzel kazılar yada rastlantılar sonucu elde edilen belge ve bilgilerden şehirde ( M.Ö. 8.-M.Ö 5.yy.) eski Yunan devri ile Helenestik Devir (M.Ö.330-30) Yunan eserleri ve Roma (Bilhassa İmparator Avgustos devri) ile Bizans devrine ait kalıntılar olduğu anlaşılmaktadır.

Bu kalıntılarda su kemerleri, tapınak, yada yunak ile tiyatro, kale, kale duvarları, ve lahitlerden ibarettir. Köy içinde tesadüfen ortaya çıkan taş yapıtları ve lahit örneklerini çözmek mümkündür. Köyün adını aldığı su kemeri (Kemer Köyü) köyün hemen girişinde olduğu görülmektedir.

Pagae (Pigas) Antik Kenti: Antik Çağ’da Biga İlçesinin sınırları içerisinde eski Pegea kenti vardı. Biga adı bu kentten kaynaklanır. İl merkezinin yaklaşık 90 km doğusundadır.

Adrasteia Antik Kenti: Çeşitli kaynaklarda Gümüşçay Beldesi’nde, Kocabaş Çayı’nın sol yakasına kurulmuş antik bir kenttir. “Karabiga Beldesi’nin batı tarafında Priapos ile Parion kentleri arasındaki bir kentten Adrestia” diye anıldığıda iddialar arasındadır.

Paylaşın

Tarihi Kentlerin Kesişme Noktası ‘Bayramiç’

Tarihi ve doğal güzellikler açısından çok önemli bir nokta bulunan Çanakkale, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Çanakkale ili sınırları içerisinde birçok tarihi kent bulunmaktadır.

Çanakkale Bayramiç’te bu tarihi kentlerin bulunduğu önemli merkezlerdendir. Haber Kaos ekibi olarak Bayramiç’te yer alan tarihi kentleri sizler için derledik:

Skepsiz Antik Kenti: Kentin ilk yerleşim yeri Bayramiç ilçesinin 18 Km. güneydoğusundaki Evciler Köyü idi. Sonradan Bayramiç’in 10 Km. doğusundaki Kurşunlu Köyü’nün bulunduğu yere taşınmış olup iki yerleşme merkezi arası 11 Km.dir. Her iki Skepsiz’in de ne zaman kurulduğu, ne zaman yer değiştirdiği tam bilinmemektedir. Ancak adının Helen dilinden gelmesi, kuruluşunun Troas içlerine Aiolialı Helenlerin göç etmeye başladığı çağdan önceye gitmediğinin belirtisidir. Bu kuruluş olasılıkla M.Ö. 6. Yüzyıl başına , yer değiştirme ise M.S.1. yüzyıla denk gelmektedir.

Yazılı kaynaklarda, yörede yüksek surlarla çevrili bir kale ve Athena tapınağı olduğu bildirilmektedir. Bayramiç İlçesi kurulurken, bu kentin mimari kalıntıları kullanıldığından kent yok olmuştur. Yörede yeterli bir araştırma yapılmamıştır.

Gergis Antik Kenti: Gergis’in bulunduğu yer günümüzde kesinlik kazanamamış, bu konuda bazı iddialar ortaya atılmıştır. J.M.Cook,Gergis’in Bayramiç’ten 14 km. daha kuzeydeki Karıncalı köyü yolu üzerinde bir tepede olduğunu söyler.

Gergis sözcüğünün sonundaki ıs takısı Bilge Umar’a göre Hellen eklemesidir. Ayrıca Gerga’nın Hellen dilinde bir anlamı olmadığını da belirtir. Xenephon’da da ismi geçen Gergis’i Herodotos da Troas bölgesinin yerli halkı olan Troia’lılarla aynı soydan geldiği düşüncesindedir.

Kaynaklara göre surlarla çevrili kentte en tepede bir Athena mabedi vardı. Skepsis’in kadın Satrabı Mani’nın hazinesini burada sakladığına dair bir rivayet vardır. Kentin bulunduğu yer olarak iddia edilen alanda devşirme taşlar dışında belirli bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır .

Pınarlıtaş (Pıynarlıtaş): Evciler ile güneyindeki Kızıltepe arasında kalan Karanlık Dere yakınlarında yer almaktadır. Bugün yüzeyden bazı duvar kalıntıları ve pişmiş toprak tanrıça figürinlerine ait parçalar görülebilen yerleşim olasılıkla bir kutsal alanla ilişkili olmalıdır.

Palaiskepsis Antik Kenti: Tongurlu Köyü kuzeyindeki İkizce (=Ekizce) Tepesi üzerinde yer almaktadır. Menderes nehrinin kuzeyindeki en büyük yükseltilerden biri olan Ekizce tepesinde de büyük ve küçük olmak üzere iki tepe bulunmaktadır. A.D.Mordtmann tarafından 1850’lerde ilk araştırmalar yapılan İkizce’deki kalıntıların hangi kente ait olduğu uzun süre tartışılmış, Skepsis’in yerinin kesinlik kazanması sonrasında buranın da Palaiskepsis (=Eskiskepsis) olduğu kabul edilmiştir (Mordtmann 1925: 325).

Palaiskepsis’in kimler tarafından ve ne zaman kurulduğu bilinmemesine karşın, Strabon, önceleri Palaiskepsis’te yaşayan yerli halkın daha sonra Skepsis’e göç ettiğinden söz etmektedir (Strabon XIII,1,52). Palaiskepsis’i 1967’lerde gezen J.M.Cook, İkizce’de çok köşeli taşlardan yapılmış duvarları bulunan bir sur kalıntısı ile oldukça erken dönemlere ait çanak çömlek parçalarına rastlar.

Marpessos Antik Kenti: Kelime anlamı olarak “Marpessa’nın Kenti” anlamına gelen Marpessos konusundaki bilgilerimiz Step Byzantius ve Pausanias’ın anlatımlarından kaynaklanmaktadır. Bunlara göre yerleşim Pıtıreli ile Zeytinli ve Zerdali Köyleri arasında yer almaktadır. 1890 larda ilk R.Kiepert tarafından araştırılan yerleşimden günümüze kadar önemli kalıntı gelmemiştir (Başaran 2002: 55).

Kleandria Antik Kenti: J.M. Cook ,Kayalıdağ ile Künktaşı Dağı arasında kalan Kursak Çay Vadisinde oldukları düşüncesindedir.Bu durumda Gordos Söüğütgediği ile Hacıbekir Köyleri arasında olmalıdır. Ancak bu bölgede henüz ayrıntulı olarak araştırılmış değildir (Prof.Dr. Cevat Başaran).

Kenchreai Antik Kenti: Kenchreai Bizans Çağında Homeros’un  doğum yeri olarak  saygı görmesiyle  önem taşımaktadır. İlk A.Brückner  tarafından sözü edilen Kenchreai Ballı Dağı üzerinde tanımlanmaktadır. Choiseul -Gouffier ise Çığrı Dağının üzerinde  bulunduğunu kabul etmektedir. Yeri konusunda  antik yazarlarca  tam bir fikir birliği  bulunmaktadır.

Gordos Antik Kenti: J. M.Cook ,Kayalıdağ ile Künktaşı  Dağı arasında  kalan  Kursak Çay Vadisinde  oldukları düşüncesindedir.Bu durumda Gordos  Söüğütgediği ile Hacıbekir Köyleri  arasında olmalıdır. Ancak bu bölgede  henüz ayrıntulı olarak  araştırılmış değildir.

Andeira Antik Kenti: Antik çağdaki adıyla tanıdığımız ancak bugün kesin yerini bilemediğimiz kent hakkındaki bilgilerimiz Strabon’un anlatımlarına dayanmaktadır (Strabon XIII,1,56).

Strabon Kazdağı eteklerindeki yerleşimleri sıralarken, Skepsis’ten sonra, Andeira, Pionia ve Gargara topraklarına gelindiğini belirtmektedir. Bu durumda oldukça küçük bir yerleşim olan ve daha çok kutsal alanıyla adından söz ettiren Andeira, şimdiki Evciler ile Çavuşlu arasında   yer alan yer alan bir dere yatağında bulunmalıydı.

Paylaşın

Aristo’nun İlk Felsefe Okulunun Ev Sahibi ‘Assos’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Çanakkale, tarihe tanıklık etmiş şehirlerdendir ve oldukça zengin bir geçmişe sahiptir. Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi’nde de tarihi yerlerin oldukça fazla olduğu yerlerdendir.

“Assos Antik Kenti, Larissa Antik Kenti, Tragasia, Polymedion Antik Kenti, Pionia Antik Kenti, Lamponia Antik Kenti, Kolonai Antik Kenti, Chrysa (Khrysa), Apol, Gargaron, Gargara, Amaxitos” bu tarihi yerlerdendir.

Assos Antik Kenti: M.Ö. 2000 yıllarında Lelegler tarafından kurulan kent, denizden yaklaşık 238 m. yüksekliğindeki andezit kayalık bir tepe üzerine kurulmuştur.

İlçeye bağlı Behram Köyü ile iç içe olan Asos, ünlü filozof Aristo’nun (M.Ö. 348) ilk felsefe okuluna ev sahipliği yapmıştır.

Polymedion Antik Kenti: Ayvacık Sivrice burnu batısındaki deniz kenarında küçük bir tepe üzerinde olup, kalıntıların bir kısmı günümüzde deniz altında kalmıştır. İlkçağ kenti alanında toprak, pek bol keramik kırığıyla karışıktır.

Tragasia: Tragasia Troia yarımadasının güney ucunda, Baba burnuna 15 km. uzaklıkta, Gülpınarın da 7-8 km. kuzeydoğusunda olduğu sanılmaktadır.

Tragasai Hellen diline göre Tragasa’nın yeri anlamındadır. Kentin Byzantionlu Stephanos ve Strabon’da ismi geçmesine rağmen ayrıntılı bilgiye rastlanmamaktadır. Günümüzde de kent ile ilgili kalıntı veya buluntulara rastlanmamıştır.

Larissa Antik Kenti: Larissa antik kenti, Çanakkale’nin Ezine İlçesine bağlı Taraklı köyünün bulunduğu yerde idi. Araştırmacılar Larissa’nın yerini kesin olarak belirleyememişlerdir.

Larissa’nın ismine Strabon, Plinius gibi antik tarihçiler değinmiştir.Ancak yörede arkeoloji kazıları yapılmadığından herhangi bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır.

Pionia Antik Kenti: Pionia Troas bölgesi antik kentlerinden Pionia’ya Strabon, Pausanias,Pilinus gibi antik tarihçiler değinmişlerse de yeri tam olarak kesinlik kazanamamıştır. Pionia, Hellen dilinde “otlak yeri” anlamına gelen bir sözcüktür.

Pionia’nın bulunduğu sanılan yerlerde arkeolojik araştırmalar yapılmadığından tam bir bilgi edinilememektedir.

Lamponia ( Lamponeia) Antik Kenti: İlçeye 7 km. uzaklıkta Kozlu köyü yakınındaki Asar Tepe üzerinde kurulmuştur. Lamponia’nın bulunduğu yerde arkeoloji kazıları veya yüzey araştırmaları yapılmadığından, yöre de bitki örtüsü altında olduğundan kalıntıları yeterli bir bilgi vermemektedir.

Bununla beraber Kozlu köyünden Lamponia’ya giden yolun sonunda bazı kalıntılar olduğu da görülmektedir. Surlarla çevrelenen kentte çok sayıda kuyu ve sarnıç bulunmaktadır.

Kolonai Antik Kenti: Kolonai antik kentinin yeri de tartışmalı olup kesinlik kazanamamıştır. Thoukydides ve Xenephon’da yalnızca ismi geçen kent hakkında bilgiler çok kısıtlıdır.

Chrysa (Khrysa): Bu kentin yeri Ayvacık İlçesi Gülpınar Beldesinin 2 km. kuzeybatısında, Beşik tepe üzerinde idi. Ünlü Apollo Smintheus tapınağında bu kentte bulunmaktadır. Smintheus, Fare Tanrı demektir.

Kenti, Yunanistan’dan gelen İonlar kuşattığı zaman, gece topraktan çok miktarda tarla faresinin çıkarak askerlerin silah ve teçhizatların deri kısımlarını kemirip kopardıkları ve bu yüzden kenti kuşatan İonların savaşı kaybettiği, ünlü coğrafyacı ve seyyah Strabon tarafından yaklaşık 2000 yıl önce yazılan Geographica adlı kitapta belirtilmektedir. Lekton halkı da bir minnet göstergesi olarak bu tapınağı inşa etmiş olmalıdır.

Apollon Smintheus Mabadi: Apollon Smintheus Tapınağı, Gülpınar Beldesi’nin kuzey-batısıyla, kuzey doğusu arasında kalan vadinin başlangıç eteklerinde Bahçeler-içi olarak adlandırılan mevkide yer alır. M.Ö. 2 YY. yapıldığı anlaşılmıştır.

Gargaron: Antik ismi Gargaron olan Kü-çükkuyu’ nun tarihi M.Ö. 9. yüzyıla kadar gitmektedir. Gargara ismini de İda Dağı’nın Gargara Tepesi’nden almıştır. Gargara’dan Homeros’un İlyada Destanı’nda çok sık bahsedilmektedir.

Küçükkuyu yöresinin, tarihin her döneminde yerleşime tabi tutulduğu bilinmekle beraber ; henüz tarihi geçmişi ile ilgili ayrıntılı çalışmalar da yapılmamıştır. Bu sebeple antik Gargara şehrinin yeri de tam olarak bilinememektedir.

1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Gargara’nın yeri ile ilgili bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırma sonucunda; ilk yerinin Nusratlı Köyü’nün kuzeyindeki Kocakaya Tepe’de olduğu, daha sonra ise Arıklı Köyü’nün doğusundaki Zindan Tepe’ye taşındığı tespit edilmiştir. Her iki tepede de bu araştırma sonucunu doğrulayacak tarihi kalıntılara rastlanmıştır.

Gargara: Eski Helen dilinde ” Kaynaşan Kalabalık” demektir. Kazdağı’nın (İda) yüksek doruklarından birinde, İzmir-Çanakkale yolunun sağ tarafındaki Çaltı Köyü’nün yakınlarında çok eski zamanlarda kurulmuştur.

 Burası Eski Gargara’dır. Sonradan kent halkı biraz daha güneye denize daha yakın bir tepeye taşınmış ve Yeni Gargara kenti orada oluşmuştur. Yeni Gargara’nın da kalıntıları Arıklı Köyü yakınındaki Zindan Tepe üzerindedir.

Hamaxitos: Amaxitos’un Troia yarımadasının güney ucunda Bababurnu yakınındaki Gülpınar’ın 3-4 km. güneybatısında deniz kıyısında olduğu sanılır. Amaxitos ,Hellen dilinde “Araba Yolu” veya “Anayol” anlamında bir sözcüktür.

Antik çağın tarihi ve coğrafyası konusunda bilgiler veren Xenophon, Thoukyidides ve Strabon bu kentin yalnızca isminden söz etmekle yetinmişlerdir. Amaxitos’da kazı ve yüzey araştırması yapılmamıştır. Bunun yanı sıra herhangi bir kalıntı veya buluntu ile karşılaşılmamıştır.

Paylaşın

Medeniyetler Beşiği Bursa’nın ‘Kale Ve Surları’

Tarihi 8 bin 500 yıl öncesine uzanan Bursa, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı’ya ait birçok tarihi esere ev sahipliği yapmaktadır. Bursa’da yer alan kale ve surlarda bu mimari eserler içinde önemli yer tutmaktadır.

Mimari gelişimdeki ivmeyi gösteren kale ve surları sizler için derledik:

Kestel Kalesi: Bursa’nın 12 km doğusunda yer alan Kestel, Bizans döneminde tekfurluk merkezi idi. İlçede bulunan kale, Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınır kalesi olması sebebiyle Latin dilinde Kalecik anlamına gelen Kastel (castel) ismini almış ve 1306 yılında Dimboz Muharebesi’nin ardından Osmanlılar’ın eline geçmesi ile ismi Kestel olmuştur.

Gölyazı İç Kale ve Kent Surları: Modern yerleşim halen, yaklaşık 800 m. uzunluğundaki antik surların içinde yer almaktadır. Sur duvarlarının hem savunma için hem de göl taşkınlarına karşı kullanılmasıı mümkündür. Üzerinde geleneksel konut mimarisi örnekleri görülebilen surlarda, yer yer kapılar ve kuleler bulunur. Bunlardan en önemlisi kuzeydeki Simitçikale’dir. Ayrıca meydanda da bir kule bulunmaktadır. Yerleşimin bulunduğu yarımadayı çevreleyen dışkale ve adayı çevreleyen içkale kalıntılarında, yüzyıllar içinde devşirme malzeme ile değişiklikler yapıldığı görülmektedir. Yer yer Roma, Bizans ve Osmanlı tarzı iç içe geçmiştir.

İznik Surları: Romalılar Nicea adını verdikleri bu şehri korumak için büyük uğraş verdiler. Çeşitli saldırılara uğrayan Nicea’yı bu savaş akınlarından koruyabilmek için, Bithynia Krallığı, zamanında başlatılan ancak depremlerle hasar gören surları, daha güçlü olarak inşa ettiler. Kentin çevresini beşkenarlı çokgen şeklinde kuşatan 4970 m. uzunluğundaki surlar, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemindeki ilavelerle savunma görevini üstlendi. Sur duvarları her medeniyetin taş ustalığını sergiler ve her medeniyet bir önceki medeniyetin taşlarından yararlandığından, surlar adeta iç içe geçmiş bir tarih örgüsüdür.

Dört ana kapı, zafer takı gibi gösterişlidir ve üçü halen ayaktadır. Lefke Kapı’da mermer friz parçalarının kullanıldığı görülmektedir. İstanbul Kapı Konstantinapolis’e açıldığından en gösterişli kapıdır. Roma Tiyatrosu’ndan getirilen masklarla daha da gösterişli olması sağlanmıştır. Yenişehir Kapı kısmen ayaktadır. Göl Kapı ise tamamen yıkılmıştır.

12 tali kapısı ve 10-15m. aralıklarla yapılmış 114 kulesi bulunan İznik Surları dönemin savaş ve savunma stratejilerinin de inceliklerini anlatır.

Kite Kalesi: Ürünlü Mahallesi’nin güneydoğusunda yer alan Kite Kalesi, düz bir ovada kurulmuş olması nedeniyle belki de tarihte bir başka örneği olmayan bir yapıdır. Kite Kalesi’nden günümüze ulaşan sur kalıntıları, kalenin bir hayli görkemli olduğunu göstermektedir. Bugün çeşitli yüksekliklerde korunabilmiş üç parça duvar kalıntısı ve dörtgen planlı köşe burçlarının temel izleri belirlenebilmektedir.

Balabancık ve Gazi Aktimur Hisarı: Gazi Osman Bey, Bilecik, İnegöl, Sakarya ve Yenişehir’den sonra Bursa’ya yönelmeyi planlamıştır. Sarp kayalıklarla çevrili Bursa kalesi kolay alınamayacağı için Osman Gazi, biri kentin doğusundaki tepede, diğeri de kentin batısındaki kaplıcaların yakınında olmak üzere, havale kulesi dediğimiz iki tane gözetleme yeri yapmış ve giriş-çıkışları kontrol ederek kenti ablukaya almıştır.

Bunlardan doğudakine Balaban Bey, batıdakine de Gazi Aktimur dizdar, yani kale komutanı, olarak atandığı için bu havale kuleleri onların adlarıyla bilinmektedir. Bunlardan Balabancık Hisarı günümüze ulaştığı kadarıyla onarılarak koruma altına alınmıştır. Bursa’nın fethi şenliklerinin Yerkapı’da yapıldığı gibi bazı törenler de Balabancık Hisarı’nda yapılmaktadır.

Bursa Kalesi: Bursa, MÖ. 7. yüzyılda yöreye gelerek yerleşen ve MÖ. 327’de bağımsız bir krallık haline gelen Bithynialılar tarafından M. Ö. 2. yüzyılda kurulmuştur. Bithynia Kralı Prusias, Romalılar’dan kaçarak ülkesine sığınan Kartacalı general Hannibal’ın önerisiyle, M. Ö. 185 yılında Prusias ad Olympum ismi verilen kenti bir tepe üzerine inşa ettirmiş ve etrafını surlarla çevrelemiştir. Zamanla kentin Prusias olan ismi Prusa, daha sonra da Bursa olarak değişime uğramıştır.

Bithynialılar tarafından inşa edilen Bursa Kalesi, zaman içerisinde çeşitli kuşatmalar sırasında hasara uğramış, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde çeşitli onarımlar görmüştür. 1326 yılında Bursa’yı Osmanlı topraklarına katan Orhan Gazi döneminde surlar burçlarla desteklenmiştir. 1640 senesinde Bursa’yı ziyarete gelen ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebi surların altmış yedi kulesi ve beş kapısının bulunduğunu ve çevresinin onbin adım olduğunu belirtmiştir. Yaklaşık olarak 2 kilometre uzunluğunda olan surların beş kapısı, Hisar (Saltanat) , Kaplıca, Zindan, Pınarbaşı (Su) , Yer (Zemin) Kapısı olarak isimlendirilmiştir.

Paylaşın

Bursa’nın Ev Sahipliği Yaptığı ‘Türbeler’

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Bursa, Osmanlı mimarisine de ait çok sayıda eser barındırmaktadır. Bursa, Osmanlı mimarisinin hemen hemen tüm aşamalarından örnekler sunmakta ve mimari gelişimdeki ivmeyi göstermektedir.

Bursa’da yer alan türbeler de bu mimari eserler içinde önemli yer tutmaktadır.

Çoban Bey Türbesi: Umur Bey mahallesinde, kendi adıyla anılan sokakta türbe, Osmanlı İmparatorluğunun kurucularından Osman Bey’in oğlu Çoban Bey’e aittir. Türbe kare planlı, üzeri basık kubbe ile örtülüdür. Türbede Çoban Bey’in lahdi ile beraber beş lahit bulunmaktadır. Yapının batı yönünde bulunan duvar kalıntıları Çoban Bey Mescidinin kalıntılarıdır. 1971 yılında Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından onarılmıştır.

Osman Gazi Türbesi: Bursa Tophane semtinde, Park girişinin solunda, Şehitlik Anıtının yanındadır. Osman Gazi Söğüt’te vefat ettiği zaman babası Ertuğrul Gazi’nin türbesine gömülmüştür. Bursa’nın Türklerin eline geçişinden sonra naaşı Bursa’ya getirilerek Bizans dönemine ait Saint Elia (Gümüşlü Kümbet) Kilisesine gömülmüştür. İlk önceleri Orhan Gazi ile aynı çatı altına gömülmüşse de 1855 depreminde türbe yıkılınca 1863’de bugünkü türbeyi Sultan Abdülaziz yeniden yaptırmıştır.

Orhan Gazi Türbesi: Bursa Tophane semtinde, Tophane Parkı girişinin sağında, Osman Gazi Türbesi’nin karşısındadır. Bizans döneminde tarihlenen Saint Elie Kilisesi kalıntısı üzerine yapılmıştır. Kiliseye ait mozaik kalıntıları döşemelerinde günümüze kadar gelmiştir. Osman Gazi türbesi ile Orhan Gazi türbesi aynı çatı altında iken 1855 depreminde yıkılmış, 1863’de Sultan Abdülaziz tarafından yenilenmiştir.

Okçu Baba Türbesi: Nusret Paşa Türbesi olarak da bilinir. Hisar bölgesinde Saltanat Kapıya yakın bir alanda bulunan türbenin 14. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir.Bursa’nın fethinde önemli hizmetleri olan Nusret Paşa’ya aittir. Kareye yakın planlı türbe dıştan kiremit çatılı, içten kubbelidir. Giriş kapısı vurgulanmış olan türbenin kotu çevresinden aşağıdadır.

Cem Sultan Türbesi: Altıgen planlı bu türbe, talihsiz Sultan Cem Sultan’ın mezarını barındırmaktadır. Kubbe ve duvarlar zengin kalem işleri ile bezelidir.Duvarlar pencere üzerlerine kadar altıgen firuze çinilerle kaplıdır. Giriş kısmı mermerdendir. Cem Sultan’ın sandukasının yanında kardeşi Şehzade Mustafa ile II. Bayezid’in Sultan Abdullah ve Alem Şah adlı iki oğluna ait olduğu söylenen iki sanduka daha bulunmaktadır.

Kırgızlar Türbesi: İznik’in fethi sırasında Osmanlı’nın yanında olan Kırgız Türkleri’nden şehit olanlar anısına, Orhan Gazi tarafından 1331 yılında inşa ettirilmiştir. Mimari özellikleri ve kalem işi süslemeleri ile sanat tarihi açısından ayrıcalıklı bir yere sahiptir.

Üftade Türbesi: Üftade Camisinin doğusunda yer alan türbede, 1589 yılında vefat eden Üftade, oğulları Mustafa, Mehmed, Hayreddin, Ahmed’e ait sandukalar ile kimliği belirsiz dokuz ahşap kabir bulunmaktadır. Kare planlı bir yapıdır. Türbe, 1866 yılında Serasker Hasan Rıza Paşa tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Ayrıca türbe ve caminin karşısında eski mezarlar mevcuttur.

Abdal Mehmed Türbesi: Abdal Cami’nin karşısında bulunan türbe 1450 yılında Sultan 2. Murad tarafından yaptırılmıştır. Kare planlı türbenin üstü, sekizgen bir kasnağa oturan, dıştan kurşunla kaplı kubbe ile örtülü olup türbeye beşik tonozlu kapalı bir eyvandan girilir. Türbede Abdal Mehmed’e ait bir sanduka bulunmaktadır. Abdal Mehmed, baş müridi Başçı İbrahim Efendi ile yakın dostluk kurmuş, onun duası ile zengin olmuştur. Zengin olunca türbesinin karşısındaki Abdal Camii’ni yaptırmıştır. Evliya Çelebi, Abdal Türbesi’ni yoldan geçenlerin dinlenip ibadet ettikleri güzel bir bina olarak tarif eder.

Emir Sultan Türbesi: Üç Osmanlı sultanı dönemlerinde yaşamış ve sufilikte velilik rütbesini kazanan Emir Sultan Hazretleri’nin türbesinin Müslüman dünyasında beşinci makam olduğu ileri sürülmektedir. Peygamber soyundan geldiği için “Emir”, gönülleri fethettiği için “Sultan” unvanı almıştır. Türbe yapısal olarak özgünlüğünü yitirmiştir. Ancak sahip olduğu manevi değerinden hiçbir şey kaybetmeyerek günümüze gelmiştir.

Yeşil Türbe: Yeşil Camii’nin güneyinde bulunan Yeşil Türbe, Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Mehmed tarafından 824H. (1421) yılında yaptırılmıştır. Türbenin mimarı Hacı İvaz Paşa’dır

Türbe sekiz köşeli bir yapı olup, dıştan yüksek kasnağı, sivri kubbesi ile karakteristik bir uslubun anlatımıdır. Yapı , sandukaların bulunduğu zemin kat ve kripto vazifesi gören tonozla örtülü bir bodrumdan oluşmaktadır. Kubbe her yüzünde sivri kemerli birer küçük pencere bulunan sekiz yüzlü kasanak üzerine oturur. Kubbeye geçiş, prizmatik üçgen dizisinden oluşan bir kuşakla sağlanmıştır. Kuzey yönündeki girişin sağında ve solunda yer alan mihrapcıkları, ayakkabılıkları, kapı üzerindeki skalaktitleri, kitabesi, dilimli kubbesi, çeşitli renk ve motiflerdeki çiniler ile bezenmiştir. Çiniler kabartma ve sır tekniğinin en güzel örneklerindendir.

Türbenin içinde Çelebi Mehmed’in çiniler ile bezenmiş sandukası yer alır. Sekiz köşeli, yanları mermer, üzeri çini kaplı bir mermer kaide üzerine yerleştirilmiş üzeri beyaz, mavi, sarı, lacivert çinilerden oluşan yazı bordürü ile süslenmiştir.

Mihrap nişi oldukça yüksek tutulmuştur. Rumi palmet, kıvrık dal motifleri, kalın yazı dizisi ve tepeliği ile Yeşil Camii mihrabına benzemektedir. Türbenin içte yüzeyini yerden 3.00 m ye kadar yükselen altı köşe firuze duvar çinileri ve altın yaldızlı rozetler oluşturur. Türbenin çinileri, kitabesinde de belirttiği üzere Mecnun Mehmed tarafından yapılmıştır.

Yıldırım Bayezid Türbesi: Türbe 1406 yılında Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Türbe, önündeki revakıyla, kendinden sonra yapılan revaklı Osmanlı Türbelerinin öncüsü olmuştur. Türbe içinde Yıldırım Bayezid’in sandukası dışında Oğlu İsa Çelebi’nin sandukası da yer almaktadır.

I. Murad Türbesi: Hüdavendigar Camii karşısında yer alan I. Kosova Savaşı’nda (1389) şehit olan Sultan I. Murad’ın türbesini oğlu Yıldırım Bayezid yaptırmıştır. Ancak günümüzde mevcut olan türbe, eski temelleri üzerine, 1855 depremi sonrasında yeniden yapılmıştır. Türbenin içerisinde pirinç parmaklıklarla çevrili Sultan I. Murad’ın sandukası vardır. Türbede Sultan I. Murad’ın Türbesi dışında yedi şehzade sandukası bulunmaktadır.

Paylaşın

Medeniyetler Beşiği Bursa’nın Kilise Ve Havraları

Yaklaşık 8500 yıl geçmişe sahip Bursa, farklı din ve etnik unsurları bir arada barındırması bakımlardan önemli bir şehirdi. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Bursa’da yapılan kiliselerin büyük bölümü XIX. yüzyılda yapılmıştır.

Bursa merkezde, Mudanya / Trilye Aya Yani Manastırı, Mudanya / Tirilye / Hagios Taxiarchoi / Archaneloi Kilisesi, Mudanya / Tirilye / Fatih Cami (St. Stephanos Kilisesi), Mudanya / Tirilye / Panagia Pantobasilia (Kemerli Kilise), İznik / Böcek Ayazması, Namazgah Kilisesi, Demir Kapı Kilisesi, Geruş Havrası, Fransız Kilisesi Kültür Evi, olmak üzere 6 kilise ve 3 havra bulunuyor.

Mudanya / Trilye Aya Yani Manastırı: Tirilye’ye 5 km uzakta, 3 km’lik toprak bir yol, zeytinliklerden ve günebakan tarlalarından geçerek Aya Yani Kilisesi’ne ulaşılır. Denizden daha heybetli görülen ve özel bir arsada bulunan manastır, bugün harap durumdadır. Kilise ismini Tirilye’nin adı üzerine türetilen rivayetlerden birine konu olan papaz Aya Yani’den almıştır.

Hagios Taxiarchoi / Archaneloi Kilisesi: Mudanya’nın Kumyaka (Siği) Köyü sahilinde bulunan kilisenin 19. yüzyıl sonlarında yapıldığı söylenir. Ancak mimari özellikleri ve malzeme açısından bakıldığında kilisenin yapımının 8-9. yüzyıl olabileceği düşündürmektedir. Nitekim bazı kaynaklarda kilisenin yapım tarihi olarak 780 yılı belirtilmektedir.

Stephanos Kilisesi: Yapı haç formunda inşa edilmiştir. 610 – 850 yılları arasından günümüze kalan Bizans mimarisi örnekleri pek azdır. Bunların arasında olan Tirilye’nin bugün Fatih Camisi olarak bilinen (eski adı Hagios Stephanos – Hinolakkos Kilisesi’dir) yapısıdır. Bölgenin Türklerin eline geçmesiyle birlikte yapıya minare ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Ancak her ne kadar günümüzde cami olarak kullanılsa da kilisenin genel yapısı korunmuştur.

Mudanya / Tirilye / Panagia Pantobasilia (Kemerli Kilise): 1676 yılında Dr. J. Covel tarafından hazırlanan el yazması bir belgede, kilisenin Panagia Pantobasilissa’ya (Bakire Meryem) adandığı belirtilmektedir. Yapının kubbe ve çan kulesi Şubat 1855’teki büyük depremde yıkılmış, 1883 yılında onarılmışsa da özgün niteliğini yitirmiştir.

Sütunları İskenderiye’den getirilen Kilise’nin dünyada duvarına resim yapılan ilk kilise olduğu ifade edilmektedir. Duvarlarında kat kat resimler yapılmış bu kilise Ortodoks dünyası için önemlidir.

Dört büyük meleklerin resmedildiği freskler yapıda zamana direnerek günümüze kadar gelmeyi başarmışlardır.

Böcek Ayazmazı: Vaftiz törenlerinin yapıldığı Böcek Ayazması 6. yüzyıldan günümüze ulaşmış sağlam eserlerdendir. Koimesis Kilisesi yakınlarında yer alan vaftizhaneye 11 basamaklı merdivenlerle ulaşılmaktadır.

Namazgah Kilisesi: Namazgah semtinde yer alan kilise bazilikal planda inşa edilmiştir. Bugün kullanılmamaktadır.

Demir Kapı Kilisesi: Bulunduğu mahallenin ismi ile anılan kilise bir Rum Ortodoks kilisesidir. Bazilikal plana sahip olan kilise 1926 yılından sonra Yılmaz İpek’in özel mülkiyetine geçmiş olup, 1985 yılına kadar ipek büküm ve dokuma işlemlerinin yapıldığı bir fabrika olarak hizmet vermiştir.

Geruş Havrası: Altıparmak Caddesi’nin güneyinde yer alan Geruş Havrası 16. yüzyıl başlarında Sultan II. Selim’in izni ile yaptırılmıştır. “Geruş” İbranice kovulmuş anlamına gelmektedir. 15. yüzyıl sonlarında İspanya’dan sınır dışı edilen ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından kabul edilen Musevilere referansla havra bu isim ile anılmaya başlanmıştır. Havra dikdörtgen planlı olup kesme taştan inşa edilmiştir. Bugün ibadete açıktır.

Fransız Kilisesi Kültür Evi: 1880’lerde ibadete açılmış olan kilise dönemin Fransız levantenleri tarafından yapıldığı ve kullanıldığı, 1960 yılında ise artık özgün işlevini yitirmiş olduğu bilinmektedir.

Boyuna düzende tek nefli plan şemasına sahip olan Katolik kilisesi genelinde sade bir görüntüye sahip olup, beden duvarı üzerinde yükselen kademeli kuleler ve ana kilise mekanının sivri kemerli pencereleri ile gotik tarzdaki uygulamalar ile yapıya hareketlilik kazandırılmıştır.

Bir dönem depo olarak kullanılan yapının restorasyon çalışmaları 2004 yılında tamamlanarak, Fransız Kilisesi Kültür Evi işlevi verilerek kullanıma açılmıştır.

Paylaşın

Hacivat – Karagöz’ün Memleketi Bursa’nın Simgeleri

Tarihi 8 bin 500 yıl öncesine uzanan ve 2 binin üzerinde korunması gereken kültürel varlığa sahip olan Bursa, önemli bir turizm şehridir. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Bursa’nın simgelerini sizler için derledik.

Bursa Saat Kulesi: Bursa’da Tophane Parkı içinde yer alan Saat Kulesi, ilk olarak Osmanlı Padişahı Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılmış ancak 1900’lü yıllarda bilinmeyen bir tarihte yıkılmıştır. 2 Ağustos 1904’te yapımına tekrar başlanmış olan Saat Kulesi, 31 Ağustos 1905’te tamamlanarak II. Abdülhamit’in tahta çıkışı şerefine, 31 Ağustos 1906 günü Vali Reşit Mümtaz Paşa tarafından törenle hizmete sokulmuştur.

Bursa İpeği: İpek Yolu güzergâhının Anadolu’daki son duraklarından ve önemli merkezlerinden olan Bursa’nın adı ipek ve ipekçilikle özdeşleşmiş bir kent olarak bilinir. “İpek”, “İpekçilik” terimleri, Bursa’nın adını, yeşilini, güzelliğini yüzyıllardır kervanlarla dünyanın bir ucuna taşımış değerlerin başında yer alır. İpekçiliğin ilk aşaması olan ipek böcekçiliğinin geçmişi çok eskilere dayanır. MÖ 552’de Bizans’a gizlice getirilen ipekböceği tohumları ile Marmara kıyılarında yayılmaya başlamıştır.

İznik Çinisi: Birçok medeniyete başkentlik yapmış olan kent, aynı zamanda çininin de başkenti idi. Bu muhteşem sanat, usta ellerde hayat bularak, 14. ve 15. yüzyıllarda altın dönemini yaşamıştır. Dönemin birçok cami ve saraylarının bezenmesinde kullanılan çini, bu yapıların ihtişamını daha da artırmıştır.

% 80 kuvars (Quartz) yani yarı değerli taş minareli içerdiği için seramik literatürüne, “Üretilmesi İmkansız Seramik” olarak girmiştir.

Sanatkarlar, yaşadıkları dönemin sosyal yaşantısını, inançlarını motiflerle sembolize ederek çinilere işlemişlerdir. İslam felsefesi ile yoğrulan motiflerde ana tema Tanrı’ya ulaşmaktır. Üzüm her dönem bereketi simgelerken, lale hayatı temsil etmektedir. Barış ve sevginin simgelerinin, renkler ve motiflerle anlatıldığı çini, günümüze aktarılmış olan tarihi ve kültürel miraslarımızdan önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

Tirilye: Bursa’ya bağlı Mudanya sahilinin keşfedilmemiş cennet köşelerinden biri olan Tirilye, zeytini ve şarabı ile tanınan bir kasabadır. Oldukça bol balık çıkarılan kasabada Rumlar’dan kalma 7 kilise, 3 ayazma bulunduğu söylenir.

Sütunlarının İskenderiye’den getirilen Panagia Pantobalissa adlı “kemerli kilise”nin dünyada duvarına resim yapılan ilk kilise olduğu söyleniyor. Kasabadaki Fatih Camii, eski St. Stephanos Kilisesi’nden çevrilmiştir.

Bursa Evleri: Özgün yapıları, cumbalı balkonları, işlemeli ahşap doğramaları ve yüksek duvarlı bahçeleriyle sivil mimari örneği ”Eski Bursa Evleri”, betonarme yapılardan bunalan kent sakinlerini, yaşanmışlığın verdiği sıcaklıkla tarihsel yolculuğa çıkarıyor. 

Cumalıkızık: Bursa’nın doğusunda Ankara yolu üzerinde Bursa’ya 13 km mesafede, Uludağ’ın yamaçlarında beş kızıklı köyden biridir. Orhan Gazi Vakfiyesi’ne bağlı bir köydür. Osmanlı dönemi konut dokusunu günümüze kadar koruyan nadir köylerden olan 700 yıllık tarihi Cumalıkızık köyü, Osmanlı dönemi kırsal mimarisinin önemli örneklerinden biri olup, halen geleneksel yaşam biçimini korumaktadır. Cumalıkızık Köyü dokusunun korunması amacıyla 1980 yılında koruma altına alınmıştır.

Gölyazı: Bursa sınırları içinde, doğa ile tarihin bir arada yaşadığı bir eşsiz güzellik de Uluabat Gölü kıyısındaki Gölyazı Köyü’dür. İlkbaharda yükselen sular nedeniyle yarı bellerine kadar su içinde kalan ağaçlar, yine bu sularda sevgi dolu bir melodi gibi süzülen ördekler, Arnavut kaldırımlı dar sokaklar; antik çağda Apolyont olarak bilinen bu köyün güzelliklerinden yalnızca birkaçıdır. Tümüyle SİT alanı olan bu bölge, özellikle Apollon Tapınağı ve kilisesi ile dikkati çeker.

Saitabat Şelalesi: Bursa’dan 12 km uzaklıkta yer alan Saitabat yemyeşil çimenler ve çınar ağaçlarıyla çevrili bir alan. Uludağ eteklerindeki şelalenin aktığı kanyon, doğa sporları ile uğraşanların buluşma noktası. Odun ateşinde, kiremitte tereyağı ile pişirilen alabalıklarıyla meşhur olan şelalenin çevresinde piknik alanları bulunuyor.

Bursa Oynar Güvercini: Bursa’nın sembolleri arasında yer alan ve dünyada “Bursa Roller” adıyla bilinen, “Bursa Güvercini”, Osmanlı döneminde yetiştirilmiş bir ırk olup, dünyanın zengin ve parlak tüylü kuşlarındandır.

Bursa Bıçakları: Bursa’ya bıçakçılık “93 Savaşı”ndan sonra Balkan göçmenleri tarafından getirilmiştir. Bu tarihten itibaren göçmen ustalar ve yetiştirdikleri çıraklar aracılığı ile bıçakçılık mesleği gelişerek bugünkü düzeyine gelmiştir. Ancak Bursa bıçakçılığının, temelini oluşturan demircilerin serüvenine baktığımızda yedi yüz yıllık bir geçmişe sahip olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bursa el zanaatları arasında geçmişten günümüze kadar özel bir yeri olan bıçakların ünü günümüzde de sürmektedir. Orhan Gazi’den başlayarak ilk yedi padişahın kılıç, kama, balta, mızrak gibi aletleri Bursa demirci-bıçakçılarının eseridir. Bugünün bıçakçıları geçmişin demircileri idi Kılıç-Kalkan: Kılıç-Kalkan, dünyada müziksiz oynanan halk oyunlarından biridir. Bu oyunun Anadolu’daTürklerden önce de oynandığı belirlenmiştir. M. Ö. 430-355 yılları arasında yaşayan Xsenophon, Anabasis adlı eserinde; bir zafer sonrası düzenlenen eğlence gecesinde Thraklar ile Bursa çevresinde yaşayan Mysialılara mensup askerlerin, hançerleriyle hafifçe sıçrayarak türküler eşliğinde dövüşür gibi yaptıklarını, hançerlerin birbirine vurularak ses çıkarmak suretiyle dans ettiklerini” aktarmaktadır. Osmanlılar döneminde, Bursa’nın fethi sonrası kente giren gazilerin kılıç ve kalkanlarla zafer dansları yaptıkları anlatılmaktadır. Kılıç Kalkan Oyunu, adı üzerinde, oyuncuların kuşandıkları kılıç kalkanla oynanır. Kılıç ve kalkan ile oyuncuların ayak ve diz vuruşlarıyla çıkardığı sesler, müziğin ve ritmin yerini tutar. Eski dönemin savaşlarını simgeleyen kılıç-kalkan oyunları altı figürden oluşup her birinin anlamı vardır.

Sekiz, on ya da daha fazla kişi tarafından oynanan Kılıç Kalkan oyununun;

  • Birinci figürünün anlamı; “askere yeni katılmış erleri uğurlayanlara saygı selamı”
  • İkinci figürün anlamı; “acemi erlerin kılıçları üzerine “ölmek var, dönmek yok” şeklinde merasimle yemin etmeleri”
  • Üçüncü figürün anlamı; “oyuna girerken, vücut hareketleri ile birinci vuruş cengine girişmek” Dördüncü figürün anlamı; birinci vuruştan sonra, ikinci vuruşma için tarafların karşılıklı anlaşmaları
  • Beşinci figürün anlamı; anlaşma gereği bir tek vuruş hakkı olan “baş vuruşu”na girişilmesi
  • Altıncı ve son figürün anlamı ise; sonucu alınmamış her iki cengin neticesinde, tarafların en iyi cengaverlerinin dövüşü. Bursa’da faaliyette bulunan çok sayıdaki Kılıç-Kalkan ekibi olmakla birlikte Kılıç Kalkan Derneği’ne bağlı folklor ekibi özgün karakteriyle yurtiçinde ve yurtdışında çok sayıda festivallerde Bursa’yı ve Türkiye’yi temsil etmektedir.

Karagöz-Hacivat: Halk dilinde Karagöz oyunu olarak adlandırılan gölge oyunu, Türk kültür yaşamında önemli bir yer almaktadır. Karagöz oyununun kökeni konusunda yapılan araştırmalarda ise bu oyunun Bursa ile yakın ilintisi olduğu görülmüştür. Çünkü hem bu gölge oyununun kahramanları olan Karagöz ile Hacivat Bursalıdır, hem de bu oyunu yaratan Şeyh Küşteri Bursalıdır. İşte bu nedenle Bursa´da uluslararası düzeyde gölge oyunu festivalleri düzenlenmektedir. Türk Gölge Oyunu olarak karşımıza çıkan Karagöz oyununun birçok kültürün etkisiyle olgunlaştığı ve Osmanlı Türklerinde de bir senteze ulaştığı kabul edilebilir.

Bursa Kumaşları: Köklerini Anadolu’dan alan dokuma sanatının, XV. yüzyıldan itibaren serüvenine Bursa’da başladığı, XVI yüzyıldan itibaren de bu kervana İstanbul’un dahil olduğu görülmektedir. Bursa kumaşları dokuma tekniği, malzeme özellikleri ve desen zenginlikleriyle bu sanatın doğuşundan itibaren dünya kumaşçılığı içinde çok önemli bir yer edinmiş, desenleri ve renkleriyle Türk kültürünün ve zevkinin bütün inceliklerini yansıtmışlardır.

Kelle Peyniri (Mahlaç): Bursa´nın Karacabey ilçesinde üretilen bu peynir, koyun ve inek sütünün karıştırılıp pişirilmesi ile imal edilir. Çok gözenekli, çok tuzlu ve kendine özgü tattadır. Kelle peyniridir. Tarihçesi hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte en az 200 yıllık geçmişi olduğu sanılıyor. Karacabey’in eski adı olan Mihaliç adından esinlenen Mahlaç peyniri en kaliteli Türk peynirlerindendir. Mahlaç peyniri daima tam yağlı koyun sütü ile çoğunlukla kıvırcık koyunun sütünden üretilmiştir.

Kemalpaşa: M. Kemalpaşa’da yapılan ve ‘peynir tatlısı’ olarak da anılan yöreye özgü bir tatlıdır. Bu tatlı, köy peynirinden yapılmaktadır. Peynir, un, irmik ve yumurta ile yoğrularak 3-4 cm çapında küçük kurabiyeler haline getirilir ve büyük pişme tablalarında fırınlanır. Daha sonra torbalanır ve satışa sunulur. Pişirilmesi ise kaynayan şekerli şerbete atılmasıyla olmaktadır. Ahmet Tabak adlı ustanın 1930’lu yıllarda kurduğu dükkânında ürettiği tatlı tüm ülkemizde yayılmıştır. Daha çok bakkal ve marketlerde hazır olarak satılan tatlılara sadece ravak yapılıp servise konulabilmektedir.

İnegöl Köftesi: İnegöl’e özgü bir ızgara köftedir. Yuvarlak ve iri olarak yoğrulan köfteler ızgara ile pişirilmektedir. İnegöl köftenin ünü tüm Türkiye’ye yayılmıştır. İnegöl köftenin mucidi, Rumeli’den göç eden Mustafa Besler adlı kişidir. 30’lu yıllarda başlayan İnegöl köftesi üretimi kısa sürede tüm ülkeye yayılmıştır. İnegöl köftesinin en önemli özelliği baharat kullanılmayan bir köfte olmasıdır. Her köfte, 12-15 gr. arasında ve yuvarlaktır. Bazı yerlerde yassı da yapılmaktadır. İnegöl köftesi; dana eti, kuzu eti, tuz, sodyum-bikarbonat ve soğanın belirli oranlarda karışımından oluşur. Yapılan köfteler 2-3 saat buzdolabında bekletildikten sonra pişirilmeye hazır olur.

Kayhan Pideli Kebabı: Önceleri Bursalıların ramazan aylarında en sevdikleri bu kebap, günümüzde İskender kebaptan sonra yaygınlaşan kebap çeşidi olup, “pideli köfte”de denilmektedir. Çok ince pideden yapılır. Kare biçiminde kesilen pideler tereyağlı et suyuna batırılarak yumuşatılır. Büyük bir kebap sahanına muntazam olarak dizilir. Orta yere kavrulmuş kuşbaşı etler konulur. Üstü gene pideyle kapatılır. Yemeden önce kızgın tereyağı, istenirse yoğurt ve salça dökülerek servis yapılır. Evliya Çelebi’nin bile sözünü ettiği pideli kebap geleneği asırlardır devam ettirilmekte olup, Bursa mutfak kültürünün en önemli yemekleri arasında yerini almıştır.

İskender Kebabı: Bursa’dan tüm dünyaya yayılan bir marka olarak İskender kebabı 150 yıl önce keşfedilmişti. Kebapçı İskender Bey (1848-1934), 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, yüzlerce yıldır ateşe paralel pişirilen kuzuyu, kemik ve sinirlerinden arındırarak dikey madeni çubuk üzerinde, kendi ekseni etrafında döndürerek yeni bir kebap icat etmiş, İskender kebabı böyle ortaya çıkmıştır. İskender kebabı, sadece şişin dik tutulmasından ibaret bir iş değildir.

Uludağ’ın nefis yağlarından ve zümrüt yaylalarında otlayan çok lezzetli etleri olan koyunlarından yapılan bu kebaplar, yiyenlere derin bir haz ve iştah verir.

Kestane ve Kestane Şekeri: Bursa’nın özgün ürünlerinden biri de kestanedir. Bursa’da aşılı kestaneler büyük alanlar kaplamaktaydı. Yiğitali köyünden, İnegöl-Oylat bölgesine kadarki alan önceleri tümüyle kestane ağaçlarıyla kaplıydı. İç pazarda, sofralık olarak daha ziyade aşı kestaneler müşteri bulurdu. Çabuk dağıldığından, bu tür kestaneler şekerciler tarafından kullanılmaz. “Karaaşlama”denilen bu cins kaynatılarak ya da kavrularak tüketilir. “Turfanda” kestane cinsi şeker sanayinde kullanılır.

Bursa’nın ünlü kestane şekerleri de küçük taneli olan bu kestanelerden yapılır. Uludağ eteklerinin ünlü kestanesinden yapılan kestane şekeri, şekerli şerbette kaynatılan kestaneden yapılmaktadır. Kestane şekerlerinin çeşitleri Bursa´nın karakteristik tatlılarındandır. Bursa’da asırlardır evlerde üretilen kestane şekeri, 1900’lü yılların başında duble olarak Uludağ eteklerinin ünlü kestanesinden yapılan kestane şekeri, şekerli şerbette kaynatılan kestaneden yapılmaktadır. Kestane şekerlerinin çeşitleri Bursa´nın karakteristik tatlılarındandır.

Şeftali: Bursa, şeftalisiyle ünlü bir şehirdir. Bursa’da çok farklı türleri yetişen şeftali, yaz aylarının en sevilen meyvelerinden biridir. Dünyaya Çin´den yayıldığı düşünülen şeftali uzun yaşam ve ölümsüzlük sembolü olarak görülür. Şeftali ağacı ortalama 30 yıl yaşar, ancak Bursa’da en çok 15-20 yıl sonra ağaçları sökülür. Bol sulu olup, tatlı meyvesinin en önemli özelliği kabuğunun tüylü olmasıdır. Bu kadifemsi dokudan hoşlanmayanlar için son yıllarda Bursa’da nektarin denilen tüysüz bir çeşidi yaygın olarak üretilmeye başlanmıştır.

Çekirdeği kolay ayrılana yarma, ete yapışık olana et şeftalisi denir. Yarma şeftali genellikle taze meyve olarak tüketilir. Et şeftalisi ise konserve yapımında kullanılır. Ülkemizde beyaz ve sarı etli olarak bilinen iki tür vardır. Bursa Ovası’nın yapılaşmaya açılmasıyla şeftali üretim alanları da gitgide azalmaktadır.

Bursa Kaplıcaları: Bursa, hamam ve özellikle kaplıcalar açısından dünyanın en zengin kentlerinden biridir. Bursa kaplıcalarıyla ilgili en erken bilgi, 82 yılında Dion’un konuşmalarında görülür. Osmanlılar, bir yandan Bizans´tan kalma hamamları onarırken, bir yandan da kendileri için yeni kaplıcalar, termal hamamlar yaptılar. Bursa´nın kaplıca suları şehrin batısındaki Bademli Bahçe ve Çekirge bölgelerinden çıkar. Her iki bölgeden çıkan termal suların kimyasal analizleri farklı olduğu gibi, aynı bölgeden çıkanlarınki de farklıdır. Buna göre kaynakların aralarında bağlantı olmadığı kabul edilebilir. Çekirge´de bulunan sulara çelikli, Bademli Bahçe´de bulunanlara kükürtlü sular denir. Kara Mustafa Kaplıcası´nın suyu ise tamamen farklıdır. Vakıf Bahçe´de bulunan kâgir depodan çıkan su 32 yere verilir. Bunlar arasında hamamlar, oteller ile şahısların evleri vardır.

Uludağ: Bizans öncesinde Olympos olarak anılan dağ, Bizans döneminde manastırlarla dolu olduğu için Keşiş Dağı olarak da isimlendirilmiştir. Bursa denince akla ilk gelenlerden olan Uludağ, 2543 metre yüksekliği ile kuzey-batı Anadolu’nun en yüksek zirvesini oluşturmaktadır. Bu yönü ile amatör dağcıların ve doğa yürüyüşü yapanların uğrak yerlerindendir. Marmara Denizi’ne 35-40 km uzakta olan Uludağ, 1961 yılında “Milli Park” ilan edilmiştir.

Erguvan: Bursa’nın köklü geçmişinden bugünlere ulaşan simgelerinden biri olan erguvan ağacı; dayanışma, hoşgörü, sevgi ve kardeşliğin simgesi olarak yüzyıllar boyunca düzenlenen bir şenliğe adını vermiştir.

Misi Köyü (Gümüştepe Mahallesi): Bursa merkezine yakın, gezilmesi gereken, tabiatla iç içe olunabilecek bir yer olan Misi Köyü, 2000 yıllık tarihi geçmişe sahiptir.

Günümüzde Gümüştepe Mahallesi adıyla Nilüfer İlçesi’ne bağlanan Misi Köyü’nün çok eski bir yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. Misi Köyü’nün ilk adının Mysia olduğu sanılmaktadır. M. S 183 yılında Alex adlı bir keşiş, seksen beş kişilik bir maiyetiyle Hıristiyanların öncüleri olarak İnkaya ve Misi köylerine yerleştikleri , “konsül” ün toplanarak İncil tartışması yapıldığı tarihi kayıtlarda mevcuttur. Bugün kalıntılara rastlanılan manastır civarında İncil’in bir nüshasının gömülü olduğuna inanılır. Bu kalıntılar dolayısıyla bölge Hıristiyanlar için de önem taşımaktadır.

Irgandı Köprüsü: Gökdere üzerindeki en önemli yapı Irgandı Köprüsü’dür . Dünya üzerinde dört arastalı köprüden biri olan Irgandı Köprüsü, Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini birbirine bağlar. Çeşitli kaynaklarda Irgandı Köprüsü’nün 1442 yılında Pir Ali oğlu Tüccar Muslihiddin tarafından mimar Abdullah oğlu Timurtaş’a yaptırıldığı ifade edilmektedir. Tarihi kaynaklara göre üzerinde, 31 dükkan ve bir mescitten oluşan tonozlu kagir bir yapı ile köprünün ana taşıyıcı tonozunun her iki yanında birer adet depo (ahır) bulunan köprü, 1855 depreminde büyük hasar görmüş ve üzerindeki kagir yapı yerine irili ufaklı ahşap dükkanlar inşa edilmiştir. 1922 yılında kenti terk eden Yunanlıların bombalaması sonucu köprü yeniden tahrip olmuştur. 1949 yılında köprü betonarme olarak ve orijinal haline göre 60 cm. daha yüksekte yeniden yapılmıştır. 1988 yılından 2004 yılına kadar süren çeşitli bireysel ve kurumsal çabalar sonucunda, 2004 yılında 19. yüzyıldaki durumuna uygun olarak restore edilen köprü günümüzde çeşitli el sanatı atölyelerini ve dükkanları içermektedir. 17. yüzyılda Bursa’ya gelen Evliya Çelebi, bu köprünün mimarisi ile ilgili öyküler anlatmaktadır.

Kapalı Çarşı: Bursa çarşısının en eski bölümünü oluşturan Uzun Çarşı, Emir Han’ın kuzeyinde yer alan dükkanlar ile oluşmaya başlamıştır. Eski belgelerden günümüzdeki kapalıçarşının 15. yüzyılın ilk yarısında Uzun Çarşı olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Uzun Çarşı aksının zamanla kuzey ve güneyinde, hanlara sırtlarını dayamış küçük işyerleri kurulmuştur. Bu çarşıda sırasıyla elbiseciler, şekerciler, ayakkabıcılar ve bıçakçıların yer aldığı bilinmektedir. Gayrimenkullerin açık artırma usulüyle satılması Sûk-i Sultani olarak da adlandırılan bu çarşıda gerçekleştirilmiştir. Bugün de keyif alarak gezebilecek aynı zamanda alışveriş veriş yapabileceğimiz, ağırlıklı olarak kuyumcu esnafına ait dükkanların bulunduğu bir çarşı olarak hizmet vermektedir.

Emir Sultan Türbesi: Üç Osmanlı sultanı dönemlerinde yaşamış ve sufilikte velilik rütbesini kazanan Emir Sultan Hazretleri’nin türbesinin Müslüman dünyasında beşinci makam olduğu ileri sürülmektedir. Peygamber soyundan geldiği için “Emir”, gönülleri fethettiği için “Sultan” unvanı almıştır. Türbe yapısal olarak özgünlüğünü yitirmiştir. Ancak sahip olduğu manevi değerinden hiçbir şey kaybetmeyerek günümüze gelmiştir.

Paylaşın

Tarihin Suya Yansıdığı Hamam Ve Kaplıcalar!

Tarihi Antik Roma dönemine kadar uzanan hamamlar, toplumların kişisel temizlik ve arınma ihtiyaçlarını karşılamakla beraber, sosyal faaliyetlerin bir bölümün gerçekleştirdiği mekanlar olması sebebiyle de önemli yapılardır. 

Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı hamamları, mimari kurgu ve ısıtma sitemleri bakımından temel olarak benzerlikler göstermektedir. Ancak, iç mekan tasarımları ve yapıldığı dönemin üslup özelliklerini taşıyan süslemeleri ile birbirinden ayrılırlar.

Kültürümüzün en önemli geleneği olan hamam ritüelinde kese ve köpük masajı uygulamaları yapılır. Yapılan bu ritüel, yaptıran insanı gevşetmek, rahatlatmak ve vücudundaki kirden arınması için yapılan bir uygulamadır..

Hamamlarla ilgili önemli bir deyim olan “Hamam’a giren terler” deyimi hamamların sıcaklık ortamının ne kadar fazla olduğunu anlatan önemli bir deyimdir.

İmparatorlara, kraliçelere, sultanlara hizmet vermiş olan Bursa’nın hamam ve kaplıcalarını ziyaret edecek olanlar çeşitli dönemlere ve kültürlere ait izleri taşıyan yapılarda tarihin suya yansımalarını göreceklerdir.

Bursa’da eskiliği ve tarihiyle ünlü pek çok hamam ve kaplıca bulunur. İşte bunlardan gidilip görülmesi gerekenler….

Mudanya / Tirilye Hamamı: Hamamın kesin adı ve yapım tarihi bilinmemekle birlikte, 16. yüzyılın ilk yarısında Yavuz Sultan Selim zamanında Kastamonu ve Üsküdar’dan getirilen Türklerin yaptırdığı yolunda bir bilgi vardır.

Perşembe Hamamı: Perşembe Hamamı Hanlar Bölgesi’nin kuzeyindedir. Hacı Hasanzade Kazasker Mustafa Efendi tarafından Fatih Sultan Mehmed Döneminde yaptırılmıştır. Mütevellilerin çoğunun Kadı ve Hoca olması sebebiyle Kadı Hamamı  da denmiştir. Perşembe Hamamı küçük boyutlu “Tek” hamamdır. 1903-1906 yılları arasında Cumhuriyet Caddesi yol genişletme çalışmalarında, soyunmalık bölümünün bir kısmı yıkılmıştır. Bu gün hamamda tekstil ürünlerinin satışı yapılmaktadır.

Mudanya Hasan Bey Hamamı: Hasan Bey tarafından 1652 yılında yaptırılan hamam, zamana yenik düşerek uzun bir dönem marangozhane olarak kullanılmıştır. Günümüzde hamam, özgün yapısına uygun olarak kültür merkezi fonksiyonuyla yeniden Mudanya’ya kazandırılacaktır.

Reyhan Paşa Hamamı: Bu gün Reyhan Çarşısı diye adlandırılan Hanlar Bölgesinin kuzeyindeki ticaret alanındadır. Sultan II.Murad’ın haremağalarından Reyhan Paşa tarafından, Yenişehir’de ki zaviyesine gelir sağlamak için 1433’te yaptırılmıştır. Reyhan Paşa Hamamı Küçük boyutlu “Tek” hamamdır. 1969’da sahiplerince onarılmıştır.

Mudanya Tahir Ağa Hamamı: 1870 yılında Bursa eşrafından Tahir Ağa tarafından yaptırılan hamam Nure Hamamı olarak da anılmaktadır. Çifte hamam tipolojisine uygun olarak yapılmış olan hamamın bugün özgün kimliğinden uzaklaşmadan, aslına sadık kalınarak restorasyon çalışmaları gerçekleştirilmektedir.

Davut Paşa Hamamı: Bat Pazarı Hamamı olarak da anılan hamam, adından da anlaşıldığı üzere Bat Pazarı’n da yer alır. Sultan II. Bayezid’in sadrazamı Davut Paşa, bu hamamı 1485 yılında İstanbul’da ki Davut Paşa Camii’ne akar olarak yaptırmıştır. Hamamın suyu Gökdere’den sağlanmaktadır. Orta Boyutlu tek hamam olan Bat Pazarı Hamamı yapıldığı döneme göre yenilikçi mimarisi ile dikkat çeker.

İznik: II. Murad Hamamı: Yapı 15. yüzyıl Osmanlı eseridir. II. Murad Hamamı çifte hamam tipolojisine uygundur. Yakın bir tarihte restorasyon geçirmiş olan yapının, bir bölümü yine hamam olarak işlevine devam etmektedir.

Tavuk Pazarı Hamamı: Hanlar Bölgesinde, Pirinç Han’nın doğusundaki hamam, bir zamanlar önünde Tavuk Pazarı kurulduğu için Tavuk Pazarı ismi ile anılmaktadır. Sultan II.Murad  Bursa’nın en süslü hamamının 1426 yılında Muradiye Camii ve İmaretine  vakfetmiştir. Hamamın suyu Pınarbaşı deresindendir. Tavuk Pazarı Hamamı bir çifte hamamdır. Bu gün giyim eşyalarının satışının yapıldığı bir çarşı olarak hizmet vermektedir.

Mahkeme (İbrahim Paşa) Hamamı: Hamamın 1421 tarihli vakfiyesinde, Çandarlı İbrahim Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Çifte hamam sınıfındadır. Kubbeli mekanların yanı sıra iç içe eyvan uygulaması yapılmıştır. Günümüzde bir kısmı kültür merkezi olarak kullanılmaktadır. 

Kayhan Hamamı: Kayan Camisi’nin yanındaki Kayan Hamamı 15. yüzyıl başında Vezir Koca Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kesme taş ve tuğla ile inşa edilen ve Dülgerler, Ağaççılar, Mehmed Ağa Hamamı olarak da bilinen bina, çifte hamam tipolojisine sahiptir. 18. ve 19. yüzyıllarda çeşitli yangınlar geçirerek tamirat gören hamam, yaklaşık yüz yıl özgün işleviyle değil, depo ve imalathane olarak kullanılmıştır. 2010 yılında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından kiralama yoluyla mülk sahiplerinden on yıllığına devir alınan Kayhan Hamamı restorasyon çalışmalarının ardından sosyo-kültürel amaçlı kullanılacaktır.

Ördekli Hamamı Kültür Merkezi: Hamam, “çifte” hamam tipolojisine uygundur. Eski Yeni Hamam olarak da bilinir. Yapımına Yıldırım Bayezid döneminde başlanmış olup, Bursa’nın Timur ordusu tarafından işgali nedeniyle, yapımı yarım kalmıştır. Hamam Çelebi Mehmed döneminde tamamlanmıştır. 1485’te Çandarlı İbrahim Paşa hamamın duvarına bir çeşme yaptırmıştır. Uzun bir süre harap durumda olan yapı, 2006-2008 yılları arasında kültür merkezi işlevi verilerek, restore edilmiştir. Hamam bünyesinde biri büyük diğeri küçük iki adet seminer salonu, fuaye salonu, kahve salonu, sergi salonları, geleneksel sanatlar kurs ve uygulama salonları ve Türk mutfağından yemeklerin sunulacağı bölümler yer almaktadır.

Şengül Hamamı: Bedesten ve Ulucami yakınındaki Şengül Hamamı, Sultan Yıldırım Bayezid Han tarafından yaptırılmış ve Ulucami içn vakfedilmiştir. 15. Yüzyıl yapısı olan hamam, küçük boyutlu tek hamam özelliğine sahiptir. Hamam tarihte çeşitli onarımlar görmüş olup, 1930’lu yıllara kadar hamam olarak kullanılmıştır. Bugün ise gümüş takılar satan esnaflara ait küçük dükkanların yer aldığı bir çarşı olarak işlev kazanmış ve Gümüşçüler Çarşısı olarak bilinmeye başlamıştır.

Timurtaş (Demirtaş) Paşa Hamamı: 14. yüzyılın sonlarında Yıldırım Bayezid döneminde Demirtaş Paşa’nın oğlu Oruç Bey tarafından yaptırılmıştır. Uzun bir süre harap durumda olan hamam, 1987 yılında onarılmış ve yeniden hamam işlevi kazandırılmıştır. Günümüzde de hamam olara hizmet vermektedir.

Çakırağa Hamamı: Tahtakale ve Hanlar Bölgesi arasında bulunan Çakırağa Hamamı’nı, Bursa ve İstanbul Subaşısı Çakır Ağa yaptırmıştır. Hamam orta büyüklükte bir “çifte” hamamdır. 1962’de hamam büyük çapta bir onarım görmüştür. Günümüzde hamam olarak işlevini devam ettirmektedir.

Çekirge Hamamı: Bursa Çekirge semtinde I. Murad Caddesi’nin yol seviyesinin altında kalan Çekirge Hamamı XIV. yüzyılda 1365’de yapılmıştır. Bursalı kadınlarca şifalı ve kutsal bilinen bu hamam başlangıçta halka açık, ücretsiz olarak yapılmıştır. Yolun birkaç basamak altında girişi bulunan hamamın kapısı üzerinde tuğla ile deniz dalgalarına benzeyen bir motif işlenmiştir.

Dayıoğlu Hamamı: Gökdere’nin batı yakasında At Pazarı Mevkiinde bulunan At Pazarı Hamamı Dayıoğlu Hamamı adıyla da anılır. Yapıya ilişkin bulunan ilk kayıt 1605 tarihlidir. Ancak Yapının bu tarihten önce yapılmış olduğu kuvvetle muhtemeldir. Hamamın vakıf suyu Gökderedendir. Dayıoğlu hamamı çifte hamam tipolojinde bir hamamdır. 1950 li yılların sonuna kadar işlek olan hamam belli aralıklarla kapalı kalsada, günümüzde de mahalleye hizmet eden bir hamam olarak kullanılagelmektedir.

Armutlu Hamamı (Eski Kaplıca): “Eski Kaplıca” ismi ile tanınan Armutlu Hamamı, Sultan I. Murad döneminde 1385 yılında yapılmıştır. Bursa’da yapılmış en eski kaplıca hamamı olup, ilk yapımının Bizans Döneminde olduğu bir çok kayıtta geçmektedir.

Eski Kaplıca Mimari özelliği bakımından Bursa’daki hiçbir hamam yapısının planına uymaz. Kaplıcanın Bizans sütunlarıyla çevrili havuz kısmında, “havuzdan yükselen buharla, kendinizi bir Wagner opera sahnesinde hissedebilirsiniz.

Havuzdaki su 45 derece, kaynakta ise 90 derecedir.İlginç olan, aynı yamaçta, Türklerin tabiriyle–karpuz çatlatacak-derecede,buz gibi soğuk pınarlar da yer almaktadır”. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, burada bir banyo yaptıktan sonra insan vücudu, kulak memesine kadar yumuşuyor ve insanın eli vücudunda bir sabun gibi kayıyor.

Günümüzde, hamamın altında bulunan zarif Kemerli Çeşme’den kalp çarpıntısına iyi geldiği söylenen su içilebilir ya da kaplıcanın sularında şifa aranabilir. Eski Kaplıca suyunun; sindirim yolu, kadın ve kalp-damar hastalıklarına iyi geldiği söylenmektedir.

Nalıncılar Hamamı: I. Murad tarafından yaptırılan hamam,Hüdavendigar, Gale Pazarı, Postacılar ve Tahıl Pazarı adlarıyla anılmaktadır. Yapı Tuz Pazarı Çarşısı içinde yer almaktadır. Nalıncılar Hamamı, çifte hamam özelliğine sahiptir. 14. 15. yüzyıllar boyunca en gözde hamamlardan biridir. 19. yüzyıla kadar hizmet veren hamam, mutemelen 1855 teki büyük deprem sırasında zarar görmüş, kadınlar kısmı yıkılmıştır.

Bursa Kaplıcaları: Bursa´nın kaplıca suları şehrin batısındaki Bademli Bahçe ve Çekirge bölgelerinden çıkar. Her iki bölgeden çıkan termal suların kimyasal analizleri farklı olduğu gibi, aynı bölgeden çıkanlarınki de farklıdır. Buna göre kaynakların aralarında bağlantı olmadığı kabul edilebilir. Çekirge´de bulunan sulara çelikli, Bademli Bahçe´de bulunanlara kükürtlü sular denir. Kara Mustafa Kaplıcası´nın suyu ise tamamen farklıdır. Vakıf Bahçe´de bulunan kâgir depodan çıkan su 32 yere verilir.

Oylat Kaplıcaları: İnegöl´ün 27 kilometre güneyinde Uludağ eteklerinde 840 m. yükseklikte yer almaktadır. Aynı zamanda çam ve kayın ağaçları arasında şifa kaynağı bir kaplıca ve mesire yeri olan Oylat Kaplıcaları; suyunun özellikleri bakımından dünyada 2. sırada yer almaktadır. Oylat suyunun en büyük özelliklerinden birisi içilebilmesidir. Suyunun 40 derece sıcaklıkta olması nedeniyle, soğutulmadan banyo yapma imkânı vardır. Su verimi dakikada 3000 litre olduğundan, radon gazının fazlalığı bir avantajdır. Bu gazlar etrafa yayılarak, solunum yolu ile vücuda geçer. Oylat Kaplıcası bol sulu bir kaplıcadır. Üç aslan ağızdan havuza dökülür. Kurnalarında musluk yoktur. Devamlı akar. “Arsenikli, sülfatlı, karbonatlı” bir sudur. İçmeye elverişlidir. Modern havuzları vardır. Romatizma, nevralji ve kadın hastalıkları, idrar yolları rahatsızlıklarında büyük yarar sağlar. Özellikle ağrılı sinir hastalıkları için bir şifa kaynağıdır.

Yeni Kaplıca: Yeni Kaplıca, bölgedeki suyun,Kanuni Sultan Süleyman’ın nikris hastalığına iyi gelmesi üzerine, Kanuni Sultan Süleyman´ın Veziri Rüstem Paşa tarafından 1552 yılında yaptırılmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ı da iyileştiren bu kaplıca cilt, bağırsak, romatizma ve mesane hastalıklarına iyi gelmektedir. Kaplıcanın duvarları çini, tabanı mozaiklerle kaplı olup, dönemin sanatını yansıtan  en güzel örneklerdendir.

Tümbüldek Kaplıcası: Tümbüldek Kaplıcası, Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bulunmaktadır. Akarca Köyü’ne yakın olan kaplıcanın varlığı çok eski dönemlerden beri varlığını devam ettirmektedir.

Kükürtlü Kaplıcaları: Kükürtlü Kaplıcası’nın kadın ve erkek kısımları ayrı tarihlerde yapılmıştır. I. Murad tarafından 1380’lerde yaptırılan erkekler kısmında iki eyvan, bir halvet ve bir hela bulunmaktadır. Erkekler kısmının soğukluk bölümü ve kadınlar kısmı ise II. Bayezıd tarafından 16. yüzyılda yaptırılmıştır. Kaplıcanın duvarları ve kubbe kasnağı kesme taştan yapılmıştır. Sonradan kasnağa ikinci bir kasnak daha oturtularak, kubbe meyili azaltılmış ve üstü kiremit ile örtülmüştür. II. Bayezıd döneminde, mevcut hamama, ayrıca, günümüzde hamamın giriş bölümü olarak kullanılan camekanlı bir bölüm eklenmiştir. Kagir olan ana binalara 19. yüzyıl ortalarında bazı ahşap otel odaları ilave edilmiştir.

Kaplıca, fabrikatör Osman Efendi’nin mülkiyetine geçtikten sonra, 1930’ların sonunda otel bölümü, hamamı üç taraftan kuşatacak şekilde büyütülmüş, kuzeyine tonozlu bir banyo halveti, güneyine uzun bir sıra banyolar dairesi eklenmiştir.

1978 yılına kadar otel olarak işletilen tesislerin, 1978’de Uludağ Üniversitesi tarafından bir rehabilitasyon merkezi şeklinde kullanılmak üzere kamulaştırılmasına karar verilmiş ve 1981’de Üniversite’ye tesislerin teslimi yapılmıştır. Bu süreçten sonra başlatılan restorasyon çalışmaları 1992 yılında tamamlanmıştır. Kükürtlü Kaplıcası olarak bilinen tesislerde kullanılan suyun sıcaklığı 65oC’dır.

“Bademli Bahçe Kaynağı”na bağlı olan bu kaplıcalar, Bursa merkezi ile Çekirge arasındadır. Yedi kaynağı vardır. Kükürtlü Oteli, Yeni Kaplıca, Kaynarca ve Karamustafapaşa hamamları bu kaynağa bağlıdır. Kükürtlü ve radyoaktif olan bu sular, banyo ve içme olarak Vakıfbahçe Kaynağı ile aynı özelliklere sahiptir. Ayrıca Kükürtlü suları periferik damar hastalıklarına ve kronik iltihaplı hastalıklara iyi gelmektedir.

Paylaşın

Ticaret Merkezi Bursa’nın Hanları ve Çarşıları

Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan Bursa, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı, ile Cumhuriyet dönemlerinin mekânsal ve mimari özelliklerini günümüze taşıyan tarihi bir kenttir.

Önemli bir ticaret merkezi olan Bursa, “Apolyont Han, Havlucular Çarşısı, Sipahi Çarşısı, Bat Pazarı, Demirciler Çarşısı, Kayan Çarşısı, Çancılar Çarşısı, Okçular Çarşısı, Tuz Pazarı Çarşısı, Eski Aynalı Çarşı, Kavaflar Çarşısı, Yorgancılar Çarşısı, Gelincik Çarşısı, Hacı İvaz Paşa Çarşısı, Bakırcılar Çarşısı, Uzun Çarşı, Kapalı Çarşı, Kubelli Han, Abulyont Hanı, Eskişehir Hanı, Galle Pazarı Hanı, Bali Bey Hanı, Pirinç Han, Koza Han, Kütahya (Çukur) Han, Kapan Han, Tuz Pazarı Hanı, Bedesten, Geyve Han, Pirinç Han, Fidan Han, İpek Han, Emir Han” gibi birçok tarihi çarşı ve hana ev sahipliği yapmaktadır.

Apolyont Han: Bursa’nın, bilinen en eski ahşap hanlarından biri olan Apolyont Han, şehir içi ahşap hanların en güzel örneklerinden biridir.

Havlucular Çarşısı: Tarihte Köfüncüler Çarşısı olarak nitelendirilen Havlucular Çarşısı, restorasyon çalışmaları ile ziyaretçilere daha rahat bir alışveriş imkanı sunmaktadır.

Sipahi Çarşısı: Bursa’nın en ünlü çarşılarından biridir. Çarşıya çeşitli dönemlerde Yorgancılar, Sandıkçılar, Döşekçiler, Sipahi Pazarı adları da verilmiştir. Bugün de çarşıda, çoğunlukla yorgancı ve mobilyacı esnafı bulunur.

Bat Pazarı: Çarşının esas adı, Bayat Pazarı’dır. Bu bölge Bursa’nın ikinci Tahtakalesi olmuştur. Yangınlardan oldukça zarar görmüştür. Bugün ise Bat Pazarı eski ve kullanılmış eşyaların satıldığı bir çarşıdır.

Demirciler Çarşısı: Demirciler Çarşısı, tarihte olduğu gibi bu günde, ihtisaslaştığı alanda çizgisini bozmadan  üretimine devam eden ender çarşılardandır. Bu çarşıda halen devamlı çekiç seslerinden oluşan madeni musikî duymak mümkündür.

Kayhan Çarşısı: Bursa’nın önemli çarşılarından biridir. Burası çeşitli yıllarda yangınlar geçirmiş, yanmış, yıkılmış ve yeniden yapılmıştır. Kadı sicillerine göre bu çarşının Selçuk Hatun tarafından yapıldığı bilinmektedir. Demirci ve bıçakçıların bulunduğu çarşıdır. Bu dükkanlarda ocakların bulunmasından dolayı sık sık yangın çıkmıştır.

Çancılar Çarşısı: Çancılar Çarşısı Daha çok tahta eşyaların satıldığı bir çarşıdır. Hayvanların çanlarının satıldığı bir yer olduğu için bu adı almıştır. Hiçbir yerde bulamayacağınız her hangi birşeyi Çancılarda bulabilirsiniz. Hırdavatçılar, tahta eşya satıcıları, evcil hayvan satıcıları bulunur.

Okçular Çarşısı: Osmanlı Devletinin kurulduğu ilk yıllarda orduya gerekli olan silahların üretildiği bir çarşı olarak kurulduğu ve adını da buradan almış olabileceği düşünülmektedir. Çarşıda önceleri ok, bıçak, ve kılıç yapıldığı ancak tarihsel süreç içerisinde devrin çağdaş silahı olan tüfek yapımı ve tamirinin de bu çarşıda yapıldığı bilinmektedir. Silah yapım ve tamiri dışında çarşıda çıkrıkçılık da giderek yaygınlaşmıştır. 18. ve 19. yüzyılda ise çarşı büyük ölçüde ayakkabı üreten ve satılan bir yer olmuştur. Bugün çarşıda daha çok konfeksiyon ürünleri satılmaktadır.

Tuz Pazarı Çarşısı: Uzun Çarşı’da yer almaktadır. Tarihte Suk-ul Milih olarak da adlandırılmıştır. Bugün meyvenin ve sebzenin en taze ve en güzelini bulabileceğiniz bir pazar olarak hizmet vermektedir.

Eski Aynalı Çarşı (Orhan Hamamı): Orhan Gazi’nin Hisar dışında kurduğu Külliyenin hamamı olan yapı, aynı zamanda şehrin ilk çarşı hamamıdır. Yapım tarihi olarak Orhan Camii’nin de yapım tarihi olan 1339 yılı kabul edilmektedir. Çifte Hamam özelliğine sahip yapı, 16. yüzyıla kadar çarşının ihtiyacını karşılarken, 1584’te meydana gelen yangında büyük hasar görmüştür. Yapılan onarımlar sonrasında kadınlar kısmı hamam, erkekler kısmı ise kahve olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1958 Çarşı yangınından sonrada onarım gören yapı, bu gün  Bursa’nın simgeleri haline gelmiş bazı turistik ürünlerin satıldığı bir çarşı olarak işlev kazanmıştır.

Kavaflar Çarşısı: Haffaflar Çarşısı olarak da bilinmektedir. Kapalıçarşı’da eski ayakkabıcıların bulunduğu çarşıdır. Bedestenin güneyinde, günümüzde de ayakkabıcıların bulunduğu yerdedir.

Yorgancılar Çarşısı: Sof (yün) Pazarı olarak da anılmıştır. Karaca Bey tarafından yaptırılmıştır. İplik ve pamuk yapan esnafların bulunduğu çarşıdır. Kapalıçarşı’nın bir bölümünü oluşturmaktadır. Bedesten’in doğusunda, kuzey-güney istikametinde uzanan çarşı, günümüzde de aynı adla anılmaktadır. Kapalıçarşı’nın özgün haliyle yangından kurtulabilen ender bölümlerinden biridir. Günümüzde de aynı işleve sahiptir.

Gelincik Çarşısı: Hallaçlar Çarşısı, Fi Suk-i Gelincik olarak da adlandırılmıştır. 15. yüzyılda Çelebi Sultan Mehmet döneminde İshak Paşa tarafından yaptırılmıştır. İçinde hallaçlar bulunduğu için bu adla da anılmıştır. Evliya Çelebi, koku maddelerinin bu çarşıda satıldığını belirtmiştir. Günümüzde ağırlıklı olarak çeyiz malzemeleri satışı yapılmaktadır.

Hacı İvaz Paşa Çarşısı: Kazzaz, Kazzazhane Çarşısı, Kökçüler Çarşısı olarak da anılmıştır. Bedesten’in kuzeyinde, günümüzde de aynı adla anılan çarşıdır. K. Kepecioğlu, Ütücüler ve Sandıkçılar Hanı olarak da anıldığını belirtmektedir. Günümüzde ağırlıklı olarak mobilya satışı ve tekstil ticareti yapılmaktadır.

Bakırcılar Çarşısı: Bursa’da etraflarındaki esnaf sûkları ile bir bütünlük gösteren ve çevresine adını veren çarşılarımızdan biri Bakırcılar Çarşısı’dır. Han-ı Cedid (Prinç Hanı)’in bulunduğu, Uzun Çarşı çevresinde yer almaktadır. Bakırcı esnafının 1620’de Bursa’da Bit Pazarı ve Gelincik Çarşısı’nda alışveriş edip, her zaman bu çarşılara yayılıp eski ve yeni bakır sattıkları Bursa sicil kayıtlarında belirtilmektedir. Bir dönem torna atölyeleri bu çarşıda yer almıştır. 1958 yangınında çok zarar gören çarşı yangın sonrasında yeniden yapılmıştır. Günümüzde tekstil ağırlıklı ticaret yapılmaktadır.

Uzun Çarşı: Kapalı çarşının 15. yüzyılın ilk yarısında Uzun Çarşı olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Uzun Çarşı aksının zamanla kuzey ve güneyinde, hanlara sırtlarını dayamış küçük işyerleri kurulmuştur. Bu çarşıda sırasıyla elbiseciler, şekerciler, ayakkabıcılar ve bıçakçıların yer aldığı bilinmektedir. Gayrimenkullerin açık artırma usulüyle satılması Sûk-i Sultani olarak da adlandırılan bu çarşıda gerçekleştirilmiştir.

Kapalıçarşı’nın devamında yer alan Koza Han’ın kuzey kapısından doğuya Bat Pazarı’na doğru uzanan Uzun Çarşı’nın üstü günümüzde yeniden örtülmüştür. Çarşıda ağırlıklı olarak tekstil ticareti yapılmaktadır.

Kapalı Çarşı: Bursa çarşısının en eski bölümünü oluşturan Uzun Çarşı, Emir Han’ın kuzeyinde yer alan dükkanlar ile oluşmaya başlamıştır. Eski belgelerden günümüzdeki kapalıçarşının 15. yüzyılın ilk yarısında Uzun Çarşı olarak adlandırıldığı anlaşılmaktadır. Uzun Çarşı aksının zamanla kuzey ve güneyinde, hanlara sırtlarını dayamış küçük işyerleri kurulmuştur. Bu çarşıda sırasıyla elbiseciler, şekerciler, ayakkabıcılar ve bıçakçıların yer aldığı bilinmektedir. Gayrimenkullerin açık artırma usulüyle satılması Sûk-i Sultani olarak da adlandırılan bu çarşıda gerçekleştirilmiştir. Bugün de keyif alarak gezebilecek aynı zamanda alışveriş veriş yapabileceğimiz, ağırlıklı olarak kuyumcu esnafına ait dükkanların bulunduğu bir çarşı olarak hizmet vermektedir.

Kubbeli Han: Vezir Hanı olarak da bilinen Kubbeli Han, Lala Şahin Paşa Hanı ve Demir Paşa Hanı gibi çeşitli imsilerle de anılmıştır. Han, 1376’da ölen ve Rumeli Belerbeyi olan Lala Şahin Paşa tarafından, Orhan Döneminde yaptırılmıştır. Yapıldığı dönemden itibaren şehrin ticaret kesimi tarafından kullanılan yapı günümüzde de ticari amaçlı kullanılmaktadır.

Apulyond Hanı (Hoca  Sinan Hanı, Mudanya Hanı): Pirinç Han’ın kuzeyinde yer almaktadır . Mudanya Han’ın adı, Müftü Suyu vakfiyesin­de geçmektedir. İki katlı olup üst katında 16 oda bulunduğu belirtilmektedir. Yakın bir zamanda restorasyonu tamamlanan han ticaret işlevine sahiptir.

Eskişehir Hanı: Davut Paşa tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde özgün hana ait sadece birkaç kemer ve hücresi kalmıştır. Eskişehir yönünden gelen, İpek Yolu ticaret kervan yolunun üzerinde bulunmasından dolayı Eskişehir Hanı olarak anılmıştır.

Günümüzde bu ad ile anılan hanın ise 150 yıllık bir geçmişi bulunmakta ve ‘’arabacı hanları’’ olarak tariflenen ahşap hanlara ait bir örnek oluşturmaktadır. Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyonu yapılmaktadır.

Galle Pazarı Hanı: 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın devlet adamlarından Semiz Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Adından da anlaşılacağı üzere, han buğday, arpa gibi ürünlerin satıldığı bir borsa olarak yapılmıştır (26) .

1906 yılında Cumhuriyet Caddesi’nin açılmasıyla, cadde bu hanın ortasından geçtiği için ikiye bölünmüş, bir kısmı caddenin güneyinde, diğeri kuzeyinde kalmıştır. Günümüzde güneyde kalan kemerli, büyük ve sac ile kaplı ahşap bir kapısı bulunmaktadır. Kuzeyde ise, hanın sadece bir duvarı ayakta kalmıştır. Alt ve üst katlarda çeşitli esnafların yerleştiği, ağırlıklı olarak Anadolu’ya araba yapıp gönderen imalathaneler ile demirci, dökümcü ve marangozların yer aldığı bilinmektedir.

Bali Bey Hanı: Hamza Bey’in oğlu Bali Bey tarafından Yenişehir’deki mescit ve imaretine gelir getirmek amacıyla yaptırılmıştır. Bursa’da üç katlı olarak yapılan tek handır. Hanın Kırkmerdiven’e bitişik ve giriş kapısının dik olduğu, gelen yaylı arabaların hanın yüksekte olan avlusuna dik bir yoldan zorlanarak ulaştıkları bilinmektedir. Günümüzde el sanatları çarşısı, restoran ve yeme-içme amaçlı olarak kullanılmaktadır.

Pirinç Han: II. Bayezid tarafından 1490 yılında başlanıp, 1508 yılında bitirilmiştir. II. Bayezid’in İstanbul’daki cami ve imaretine gelir sağlamak amacıyla yaptırılmıştır. Yabancı tüccarların 19. yüzyıl öncesinde Pirinç Han’da konakladıkları bilinmektedir.Yapı, Bursa’ya gelen yabancı tüccarların en fazla uğradığı hanlar­dan biri olmuştur. Hanın kuzeyi çapraz olarak, Cumhuriyet Caddesi’nin açılması sırasında yıkılmıştır. Günümüzde hanın zemin katında yeme-içme, üst katında da ağırlıklı olarak kitap satışı yapılmaktadır.

Koza Han: Koza Han (Yeni Han, Han-ı Cedid, Simkeş Han, Sırmakeş Han, Acem Han, Beylik Han, Yeni Kervansaray), II. Bayezid tarafından 1490 yılında İstanbul’daki cami ve imaretine gelir getirmesi amacıyla yaptırılmıştır. Günümüzde handa yerli ve yabancı turistlere yönelik ipek eşarplar satılmakta, eskiden ahır olarak kullanılan İç Koza Han yeme-içme amaçlı kullanılmaktadır.

Kütahya (Çukur) Han: Tuz Pazarı Caddesi’nde bulunan han, II. Murat döneminde (1404-1451) yapılmış olup, Yıldırım Bayezid’in damadı Buharalı Emir Efendi’nin vakfıdır. Yakın bir döneme kadar  ayakkabıcı esnafı ile imalathane ve depolama amaçlı kullanılmakta olan Han, Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından,Tarihi Kültürel Miras Çalışmaları kapsamında, aslına uygun olarak restore edilmiştir.

Kapan Han: Han, I. Murat tarafından artan tarım ürünlerinin pazarlanması için yaptırılmıştır. Kapan Han’ın güneyi 1903-1906 yılları arasında Atatürk Caddesi’nin açılması sırasında yıkılmıştır. Üzeri tonoz örtülü girişi ile kuzey kolundan birkaç oda kalmıştır. Günümüzde tekstil ticareti ve dikim atölyeleri ile ilgili esnaflar tarafından kullanılmaktadır.

Tuz Pazarı Hanı: Timurtaş Paşa’nın oğlu Omur Bey tarafından 15. yüzyılda yaptırılmıştır. Omur Bey Camisi’nin ön cephesindeki 1454 tarihli taş vakfiyeden, bu hanın camiye gelir getirmesi amacıyla vakfedildiği anlaşılmaktadır. Günümüzde tekstil ticareti ve el sanatları ile ilgili esnaf tarafından kullanılmaktadır.

Bedesten: Yıldırım Bayezid tarafından bankacılığın ve borsacılığın çekirdeğini oluşturan bu yapı, ülkenin en değerli mallarının alınıp, satıldığı ve kıymetli eşyaların saklandığı bir yer olarak kullanılmıştır. Günümüzde bankaların üstlenmiş oldukları paranın ve değerli eşyaların güvenle saklanması görevi o dönemde bedestenler tarafından karşılanmıştır. Bedestene giriş, dört cephesinin ortasında bulunan kapılarla sağlanmaktadır. Yapı, günümüzde kuyumcular çarşısı olarak kullanılmaktadır.

Geyve Han: 15. yüzyılda Yeşil Cami’nin mimarı Hacı İvaz Paşa tarafından yapılarak,  Çelebi Sultan Mehmet’e hediye edilmiştir. Önceleri Hacı İvaz Paşa olarak isimlendirilen han, 17. yüzyıldan sonra Geyve Han adıyla anılmaya başlanmıştır. Sonraki dönemlerde, Ütücüler Hanı, Payigah ve Lonca Hanı olarak da anılmıştır . Günümüzde ise, genellikle çeşitli toptan tekstil ürünleri satan esnaf tarafından kullanılmaktadır.

Fidan Han: Bursa’nın en güzel hanlarından biri olan Fidan Hanı, Sadrazam Mehmet Ağa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. XV. yüzyılda, İbrahim Paşa, 1474 yılında Şehzade Mustafa’nın ölümüne sevindiği ve matem giysisi giymediği için öldürülmüştür. XV.yüzyıl yapısı olan han iki avluludur. Hanın altta 48, üstte 50 olmak üzere 98 odası vardır. Günümüzde Fidan Handa 105 adet dükkan bulunmaktadır, bu dükkanların geneli Kafe ve Tekstil üzerine satış yapmaktadır.

Emir Han: Orhan Gazi külliyesinin bir parçası olan Emir Han Atpazarı olarak bilinen yerde inşa edilmiştir. Osmanlılar’ın ilk bedesteni olan Emir Han, 1416 yılına kadar Bezzaz-ı Atik ve eski Bezzazistan adlarıyla da anılmıştır. Hanın alt katında 36 oda, üst katında 38 oda bulunmaktadır. Günümüzde handa, tekstil ürünleri, hediyelik eşya ve kitap satışı yapılmakta olup, ticari hayata hizmet vermektedir.

İpek Han: Paytoncular, Arabacılar, Sultan Han, Eski İpek Han, Yeni ipek Han, Han-ı Hariri olarak anılan İpek Han, 15. yüzyılın ilk yarısında, Yeşil Külliyesi’ne gelir temin etmek için yapılmıştır. Han, ipek tüccarları tarafından kullanılmıştır. Bursa’da ipek alıp satan ve bunların büküm işlerini yapan kazazlardan dolayı han, Büyük Kazzazhane olarak da anılmıştır. Maksem’den Şehreküstü’ne inen Mecidiye Caddesi’nin açılması sırasında Vali Ahmet Vefik Paşa tarafından hanın giriş cephesinin olduğu kısım yıkılmış, 1958 yangını sonrasında bu bölüm yeniden yapılmıştır.

Paylaşın

Mimari Yapısıyla Dikkat Çeken ‘Tarihi Bolu Evleri’

Yemyeşil doğası, tertemiz havası ile yılın dört mevsimi ziyaretçilerine eşsiz manzaralar sunan Bolu, doğal güzelliklerinin yanı sıra tarihi mekanlarıyla da dikkat çekmektedir.

Tarihi Bolu Evleri’de mimari yapısıyla ziyaretçilerin ilgisini çeken yerler arasındadır.

Toplamda 360 (Merkezde 32, Göynük’te 114, Kıbrıscık’ta 2, Mengen’de 3, Mudurnu’da 207 ve Yeniçağa’da 2) tarihi ev Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alınmıştır.

20. yüzyıl başlarında inşaa edilen evler genelikle iki katlı ve içten merdivenlidir. Evlerin önünde ‘hayat’ adı verilen avlular yer almaktadır. Evlerin çatıları çoğunlukla kırma çatı türündendir ve yerli kiremitle kaplanmıştır.

Tarihi evler Bolu’nun Göynük (114) ve Mudurnu (207) ilçelerinde yoğunlaşmıştır.

Mudurnu’da yer alan, Armutçular Konağı, Keyvanlar Konağı, Kazanlar Konağı, Yarışkaşı Konağı, Hacı Abdullahlar Konağı, tarihi evler içinde öne çıkmaktadır.

Paylaşın