Antik Yunan Medeniyeti Neden Çöktü?

Demokrasinin beşiği, felsefe, edebiyat ve bilimin merkezi olarak bilinen Antik Yunanistan, MÖ 500 ile 300 yılları arasında zirveye ulaştı. Mimari ve kültüre yaptığı muazzam katkılara rağmen Yunanistan, MÖ 146’da Roma’nın egemenliğine girdi.

Haber Merkezi / Atina, Sparta ve Thebes gibi bağımsız şehir devletlerine bölünmesi Antik Yunanistan’ın, nihai çöküşünde önemli bir rol oynadı.

MÖ 337’de Makedonyalı Philip’in yönetimine kadar Antik Yunanistan birleşik bir yapıda değildi ve bu birlik, oğlu Büyük İskender’in ölümünden sonra dağıldı. İskender’in fetihleri ​​Antik Yunanistan’ı nispeten iç çatışmalardan uzak tuttu.

Büyük İskender’in MÖ 323’teki ölümü, imparatorluk üzerinde egemenlik kurmak isteyen generaller arasında iç çekişmelere neden oldu. Generaller arasındaki güç mücadelesi, Antik Yunanistan şehir devletlerini zayıflattı ve dış tehditlere karşı savunmasız hale getirdi.

Antipater ve oğlu Cassander gibi liderler yönetimindeki Makedonya, Antik Yunanistan üzerinde bir dönem kontrol sağlasalar da, sürekli iç çatışmalar ve Aetolian ve Achaean Birliği gibi yeni birliklerin ortaya çıkışı, bölgenin istikrarsızlığını derinleştirdi.

Bu arada, giderek güçlenen Roma, Yunan topraklarını taciz etmeye başladı. Belirleyici an, Roma’nın Pirus zaferi ve sonrasındaki çatışmalar sırasında Antik Yunanistan içişlerine müdahale etmesiyle geldi.

M.Ö. 198 yılında Kynoscephalae ve M.Ö. 146 yılında Achaean Savaşı gibi savaşlarda Makedonya ve Antik Yunanistan güçlerinin yenilgisi Roma hakimiyetini pekiştirdi. Antik Yunanistan’ın parçalanmış siyasi manzarası ve sürekli iç çatışmalar Roma’nın fetihlerini kolaylaştırdı.

Bu fetihlere rağmen, Antik Yunanistan kültürü Roma’yı derinden etkiledi. Romalılar Yunan sosyal yapılarını, askeri taktiklerini, mimarisini ve hatta dini uygulamalarını benimsedi.

Bu nedenle, Antik Yunanistan politik olarak düşerken, kültürel mirası devam etti ve Roma İmparatorluğu’nu ve dolayısıyla Batı dünyasını şekillendirdi.

Paylaşın

Uluslararası Kurumlar Gazze’deki Kültürel Mirası Neden Koruyamadı?

İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik sekiz aydan fazla bir süredir devam eden saldırılarında, bölgenin kültürel alanlarının ve anıtlarının yüzde 60’ından fazlasını yok etti.

Haber Merkezi / Çatışmaların yoğun olduğu bölgelerde kültürel yıkım kaçınılmaz olsa da Filistinli yetkililer ve sivil hakları savunan örgütler, İsrail’in Gazze’deki kültürel alanları ve anıtları kasıtlı olarak yok ettiğini belirtiyorlar.

Batı Şeria’da yaşayan arkeolog Salah Al- Houdalieh, konuya ilişkin yaptığı bir açıklamada, Filistin’de kültürel kayıpların benzersiz olduğunu, tarihi yapıların ve eserlerin ‘sistematik olarak yıkıldığını’ ifade ediyor.

Uluslararası anlaşmalar, çatışmaların yaşandığı bölgelerde kültürel mirasın yok edilmesini savaş suçu olarak kabul ediyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından 2017 yılında kabul edilen 2347 sayılı karar, kültürel mirasın yok edilmesini ve yağmalanmasını kınamakta.

Kültürel mirası korumaya yönelik uluslararası çabaların kökeni 1874 Brüksel Deklarasyonu’na kadar uzanmaktadır. 1954 Lahey Sözleşmesi ile UNESCO’nun Arkeolojik Kazılara Uygulanabilir Uluslararası İlkeler Hakkında 1956 Tavsiye Kararını içermektedir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından 1967’de kabul edilen 242 sayılı karar ise, İsrail’in işgalci güç olarak Filistin’de yer alan kültürel mirası korumasını zorunlu kılıyor. Ancak Filistin Kültür Bakanlığı’nın raporları, Gazze’de en az 200 kültürel alanın ve tarihi öneme sahip binanın İsrail güçleri tarafından tahrip edildiğini ortaya koyuyor.

Örneğin, İsrail saldırılarında, tarihi 7. yüzyıla kadar uzanan Ömer Ulu Camii ağır hasar gördü, en eski kiliselerden biri olan St. Porphyrius Kilisesi kısmen yıkıldı, antik liman olan Blakhiyya kültürel alanı ciddi hasar gördü.

Çatışmaların yaşandığı bölgelerde kültürel mirasın korunması inkar edilemez derecede zor olsa da, UNESCO gibi uluslararası kuruluşlar bu tür yıkımların önüne geçecek araçlara sahip.

Örneğin, Aralık 2023’te, UNESCO Hükümetlerarası Silahlı Çatışma Durumunda Kültürel Varlıkların Korunması Komitesi (1954 Lahey Sözleşmesi), Gazze Vadisi’nin güney kıyısında bulunan Saint Hilarion manastır kompleksine “geçici koruma” verilmesine karar verdi.

St. Hilarion manastırına geçici koruma verildiğini ve izlendiğini belirten Al- Houdalieh, Dünya Arkeologlar Kongresi ile Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi’nin, kültürel alanların ve anıtların İsrail tarafından yok edilmesine ilişkin ‘zayıf açıklamalar’ yayınladığını belirterek, tepki gösteriyor.

Uluslararası sözleşmeler ve kararlar, çatışmaların yaşandığı bölgelerdeki kültürel mirasın korunmasına yönelik sağlam yasal temeller sağlamakta.

Ancak Gazze’deki kültürel alanların yok edilmesi, bu sözleşmelerin ya etkisiz olduğunu ya da tam anlamıyla uygulanmadığını gösteriyor. Gazze’deki kültürel mirasın korunması yalnızca bölgesel bir mesele değil, küresel bir sorumluluk.

Paylaşın

Tarihi Keşif: Mısır’ın En Güçlü Firavununun Lahiti Bulundu

Arkeologlar, Mısır’da M.Ö. 1279 yılından 1213 yılına kadar hüküm süren ve dönemin en güçlü firavunu olarak kabul edilen Ramesses II’nin kayıp lahitini ortaya çıkardı.

“O kadar etkiliydi ki, sonraki firavunlar ona “Büyük Ata” olarak atıfta bulundular. Ölümünden sonra, altın bir tabutta gömüldü, ancak bu tabut antik çağda çalındı ve yerine konulan alçı tabut ise daha sonra yok oldu.”

Mısır’da arkeologlar, Eski Mısır’ın en güçlü firavunu Ramesses II’nin kayıp lahitini ortaya çıkardı. Ramesses II, Ramesses Büyük olarak da bilinir ve Tutankhamun’dan sonra en tanınmış firavundur. Tutankhamun, mezarıyla daha çok bilinirken, Ramesses II, hükümdarlığı süresince gücü ve etkisiyle tanınır.

Ramesses II, MÖ 1279’dan 1213’e kadar hüküm sürdü ve Eski Mısır’ın en güçlü dönemlerinden birinde tahta çıktı. Ramesses’in gücünü ve etkisini göstermek için döneminde devasa heykeller yapıldı.

“O kadar etkiliydi ki, sonraki firavunlar ona “Büyük Ata” olarak atıfta bulundular. Ölümünden sonra, altın bir tabutta gömüldü, ancak bu tabut antik çağda çalındı ve yerine konulan alçı tabut ise daha sonra yok oldu.”

Arkeologlar şimdi, Mısır’ın en büyük firavununun kalıntılarını içermiş olabilecek bir lahit buldular. Bu lahit, dini bir merkezin zemininde bulundu ve içinde Ramesses’in değil, yüksek bir rahibin mumyalanmış kalıntıları yer alıyordu. Ramesses’in mumyalanmış kalıntıları ise 1881’de sıradan bir ahşap tabutta yeniden keşfedildi.

Fransız Sorbonne Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Mısırbilimci Frédéric Payraudeau, keşfi değerlendirdi. Cumhuriyet’in aktardığına göre; Payraudeau, “Sonuçları okuduğumda şüpheye düştüm. Amerikalı meslektaşımdan dosyayı yeniden incelememi istedim,” dedi.

Payraudeau, “Meslektaşlarım, ‘kral’ kelimesiyle başlayan kartuşun, MÖ 1000 civarında güney Mısır’ı yöneten yüksek rahip Menkheperre’yi belirttiğine inanıyordu. Ancak, bu kartuş aslında önceki bir oymadan kalmıştı ve ilk sahibini belirliyordu,” dedi.

İlk sahibi ise Ramesses II çıktı. Payraudeau, “Kraliyet kartuşu, Ramesses II’ye özgü olan taç giyme adını içerir, ancak bu, taşın durumu ve yeniden kullanım sırasında eklenen ikinci bir oymayla gizlenmişti,” diye ekledi.

Bu keşif, Krallar Vadisi’nin sadece yağmalanmadığını, aynı zamanda sonraki hükümdarlar tarafından defin objelerinin yeniden kullanıldığını gösteren yeni bir kanıt olarak öne çıktı.

Paylaşın

Bağdat Bataryası’nın Gizemi: Antik Eser Mi, Tıbbi Mucize Mi?

1936 yılında Alman arkeolog Wilhelm König tarafından keşfedilen Bağdat Bataryası, Paul T. Keyser’in 1990 yılında yazdığı bir makale sonrası antik teknolojiye ilgi duyanlar tarafından ilgiyle karşılandı.

Haber Merkezi / Yakın Doğu Çalışmaları Dergisi’nde yazan Keyser, eski pillerin ve elektrikli yılan balıklarının tıbbi amaçlarla, muhtemelen ağrı kesici veya anestezi için kullanılmış olabileceğini öne sürdü.

Bu hipotez, antik çağlardan kalma gizemli bir eser olan Bağdat Bataryası’nın gerçek işlevi hakkında ilgi çekici soruları da beraberinde getirdi.

Part Bataryası olarak da anılan Bağdat Bataryası, bakır bir silindiri içine alan toprak bir kaptır. Bu silindirin ortasında asılı duran ancak ona değmeyen bir demir çubuk vardır. Hem bakır silindir hem de demir çubuk bir asfalt tapası ile yerinde tutulur.

Bu eserler (birden fazla “Bağdat Bataryası” bulunmuştur) 1936 yılında Irak’ın başkenti Bağdat yakınlarındaki eski Khujut Rabu köyünde yapılan kazılarda keşfedilmiştir. Köyün yaklaşık 2 bin yıllık olduğu ve MÖ 250 ile MS 224 yılları arasına kadar uzanan Part döneminde inşa edildiği kabul ediliyor.

Bağdat Bataryası, arkeolojik çevrelerde tartışmalı bir konu olmaya devam ediyor: Bazı araştırmacılar Bağdat Bataryası’nın eski Mezopotamya teknolojisine ışık tuttuğunu düşünürken, bazı araştırmacılarda, onu sıradan bir eser olarak görüyor.

Alternatif tarihçiler ve antik gizem meraklıları, Bağdat Bataryası’nın esrarengiz doğasını büyüleyici buluyor ve ilkel bir elektrikli cihaz veya elektrokaplama potansiyeli hakkında spekülatif teoriler öneriyor.

Paul T. Keyser’e göre ise Akkad ve Babil’de iki tür hekim görev yapıyordu. Asipu, hastanın rahatsızlığını kehanet yoluyla veya semptomları gözlemleyerek teşhis ederken, Asu, ilaç veya büyü ile tedavi ediyordu. Keyser, Asu’nun etkilenen bölgeyi tedavi etmek için hastaya elektrik akımı vermiş olabileceğini öne sürüyor.

Bazı araştırmacılar Bağdat Bataryası’nın elektrokaplama için kullanıldığını öne sürüyor. Eğer Bağdat Bataryası elektrokaplama için kullanıldıysa neden elektrolizle kaplanmış hiçbir nesne keşfedilmedi?

Araştırmacılar, sızdırmazlık maddesi olarak kullanılan asfaltın varlığının ve kavanozun içindeki aşındırıcı özelliklerin, mekanizmanın bir zamanlar yakıcı bir sıvı içerdiğini kanıtladığına inanıyor.

Keyser, Bağdat yakınındaki antik kent Seleucia’da çıkarılan bronz ve demir iğnelerin, o dönemde Çin’de yaygın bir uygulama olan akupunktur için kullanılmış olabileceğini öne sürdü. Aynı dönemde Yunanlılar ve Romalılar gibi diğer eski uygarlıkların da elektrikli yılan balığını baş ağrısı ve gut gibi rahatsızlıkların tedavisinde kullandıkları düşünülüyor.

Keyser, Basra Körfezi’nde veya Mezopotamya nehirlerinde elektrikli yılan balığı bulunmadığından, bu bölgede yaşayanların elektriği kontrol altına almanın alternatif bir yolu olarak Bağdat Bataryası’nı icat etmiş olabileceğini öne sürüyor.

2003 yılında Amerika’nın Irak işgalini izleyen dönemde Irak Ulusal Müzesi’nin yağmalanması sonucu, burada saklanan Bağdat pili kayıplara karışmıştır ve henüz nerede olduğu bilinmemektedir.

Paylaşın

Anadolu’da İlk Şirket 4 Bin Yıl Önce Kuruldu

Kayseri şehir merkezinden 18 kilometre uzaklıkta yer alan Kültepe’de yapılan kazılarda bulunan 4 bin yıllık bir tablet, Anadolu’da ilk şirketin 12 kişi tarafından 15 kilo altınla kurulduğunu ortaya koydu.

Kültepe’de 75 yıldır devam eden kazılarda, dönemin ticari hayatına da dair zengin bilgiler sunan 20 binin üzerinde çivi yazılı tablet ortaya çıkarıldı. Kültepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu, bu tabletlerin dönemin ekonomik ve sosyal dinamiklerinin anlaşılmasında önemli olduğunu vurguladı.

Asurluların Anadolu’da kurduğu on Karum’un yönetim merkezi olan Kültepe Karum’da yapılan kazılarda bulunan 4 bin yıllık bir tablet, Anadolu’da ilk şirketin 12 kişi tarafından 15 kilo altınla kurulduğunu ortaya koydu.

Kayseri kent merkezine 18 kilometre uzaklıktaki Kültepe’de kazılar 75 yıldır devam ederken, şu ana kadar 20 binden fazla çivi yazılı tablet bulundu. Bu tabletler dönemin ticari faaliyetlerini ayrıntılı olarak ortaya koymakta.

Anadolu Arkeolojisi’nde yer alan habere göre; Kültepe Kazı Başkanı Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu, Kültepe’deki tabletlerin çoğunun ticari amaçlı olduğunu ve her türlü mali işlemin kayıt altına alındığını söyledi.

Fikri Kulakoğlu, kervan harcamalarından borç ve kredi ilişkilerine kadar pek çok ayrıntının bu tabletlerde yer aldığını, bu da Kültepe’nin o dönemde çok hareketli ve büyük bir ticaret merkezi olduğunu gösterdiğini belirtti.

Anadolu’da ilk şirketin Kültepe’de kurulması, yalnızca Asur ticaret kolonilerinin ulaştığı ileri düzey ekonomik örgütlenmeyi vurgulamakla kalmıyor, aynı zamanda Kültepe’nin bir ticaret merkezi olarak stratejik önemini de vurguluyor.

Eski Anadolu toplumunun ekonomik uygulamalarına ve yasal çerçevelerine dair nadir bir bakış açısı sağlayan tabletler, dönemin ekonomik faaliyetlerini belgelemekle kalmıyor, aynı zamanda antik ticaret uygulamalarının temelini oluşturan organizasyon ve yasal yapıları da ortaya koyuyor.

Paylaşın

Aragon Kalesi’ndeki Ölüm Sandalyeleri: Çürüyen Cesetlerle Günlük Dualar

Aragon Kalesi, İtalya’nın Napoli Körfezi’nin kuzey tarafında yer alan Ischia adasında bir kayalık üzerine inşa edilmiştir. Kalenin tarihi M.Ö. 5. yüzyılda kadar uzanmaktadır.

Haber Merkezi / Aragon Kalesi, 1575 ile 1810 yılları arasında Saint Clare Tarikatı’na (Fakir Clares olarak da bilinir) mensup rahibelerin kaldığı ‘Convento delle Clarisse’ olarak adlandırılan bir manastıra ev sahipliği yapmıştır.

Saint Clare Tarikatı oldukça alışılmadık bir cenaze töreni uygulaması yapıyordu: Ölüm Sandalyeleri. Ölüm Sandalyeleri, ölen rahibelerin cesetlerinin çürümek üzere yerleştirildiği taş sandalyelerdi.

Bir rahibe öldüğünde, cesedi ‘Cimitero delle Monache Clarisse’ mezarlığına götürülür ve çürümek üzere bir ‘Ölüm Sandalyesi’ üzerine oturur pozisyonda yerleştirilirdi.

Manastırdaki diğer rahibeler, ölen ve ‘Ölüm Sandalyesi’ üzerine yerleştirilmiş rahibeleri her gün ziyaret ederek, onlar için dualar okurlardı.

Her ‘ölüm sandalyesinin’ oturma yerinin altında, özel bir kabın yerleştirildiği bir delik vardır. Bu delik, çürüme süreci sırasında ortaya çıkan sıvıları topluyordu. Ceset tamamen çürüdükten sonra geri kalan kemikler toplanıyor ve bir kemik sandığa yerleştiriliyordu.

Manastır artık rahibelere ev sahipliği yapmasa da, ‘ölüm sandalyeleri’ Aragon Kalesi’ndeki varlığını devam ettirmektedir.

Paylaşın

Kiros Silindiri: Kadim İnsan Hakları Bildirisi

Fransız Devrimi’nin İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nden 2 bin yıl önce, en eski insan hakları bildirgesi olarak kabul edilen bir bildiri yayınlandı: Kiros Silindiri.

Haber Merkezi / Günümüzde Londra’daki Britanya Müzesi’nde sergilenmekte olan Kiros Silindiri, 1879 yılında Asur bilgini Hormuzd Rassam tarafından Babil’deki Marduk Tapınağı’nda bulundu.

Silindirin üzerinde, dönemin en büyük imparatorluğunu kuran Ahameniş İmparatorluğu’nun kurucusu Pers kralı Büyük Kiros’un MÖ 539 yılında Babil’i fethini ve Babil’in son kralı Nabonidus’un ele geçirilmesini anlatan bir metin yer alıyor.

Silindirdeki metinde Aynı zamanda, Kiros’un dini, ırksal ve dilsel özgürlüğü desteklediğinden ve Babilliler tarafından yurtlarından edilenlerin anavatanlarına dönmelerine izin verdiğinden söz ediyor.

Kiros Silindiri’nde yer alan metnin bazı bölümleri şöyle: 

“İmparatorluğumdaki ulusların gelenek, görenek ve dinlerine saygı duyacağımı ve ben hayatta olduğum sürece hiçbir valimin ve astımın onları küçümsemesine veya aşağılamasına asla izin vermeyeceğimi duyuruyorum.

Bundan sonra… kimsenin kimseye zulmetmesine izin vermeyeceğim, böyle bir şey olursa onun hakkını geri alacağım ve zalimin cezasını vereceğim.

Kimsenin zorla veya tazminatsız olarak başkalarının taşınır ve taşınmaz mallarına el koymasına asla izin vermeyeceğim. Hayattayken ücretsiz, zorla çalıştırmayı yasaklıyorum.

Bugün herkesin din seçmekte özgür olduğunu duyuruyorum. İnsanlar başkalarının haklarını ihlal etmemek koşuluyla her bölgede yaşamakta ve çalışmakta özgürdürler.”

Kiros’un bildirisi, temel olarak Babilli kölelerin serbest ve özgür olması gerektiğinden bahsettiği için, “ilk insan hakları bildirgesi” olarak da kabul edilmektedir.

Kölelik, Pers toplumunun ayrılmaz parçası olarak kalmaya devam eden bir kurum olmasına rağmen, eski Mezopotamya geleneklerini derinden etkilemiştir. Öyle ki, hükümdarlar tahta geçiş törenlerinde, reform bildirgeleri yayımlamıştır.

Paylaşın

Eski Mısır Mitolojisinde Samanyolu’nun Gizli Rolü

Eski Mısırlılar Güneş, Ay ve gezegenler hakkındaki astronomi bilgileri ile biliniyorlardı, ancak Samanyolu Galaksisi’nin Mısır dininde ve kültüründe nasıl bir rol oynadığı şu ana kadar belirsizdi.

Haber Merkezi / Portsmouth Üniversitesi’nden bir astrofizikçinin yaptığı yeni bir araştırma, Samanyolu Galaksisi ile Mısır’ın gök tanrısı Nut arasındaki ilişkiye ışık tutuyor.

Kış aylarında Samanyolu’nun Nut’un uzanmış kollarını, yaz aylarında ise omurgasını takip ettiğini öne sürüyor.

Mısır sanat eserlerini araştırdığınızda, başka bir kişinin üzerine eğilmiş, çevresi yıldızlarla dolu bir kadın tasviri göreceksiniz. Gökyüzü tanrıçası Nut’u, diğer figür ise kardeşi yer tanrısı Geb’i temsil etmektedir. Nut’un çok özel bir görevi vardı; Dünya’yı boşluğun suları altında kalmaktan koruma!

Portsmouth Üniversitesi’nden astrofizik alanında Doçent Doktor Or Graur, araştırmaya ilişkin yaptığı açıklamada, “Galaksiler üzerine bir kitap yazarken ve Samanyolu mitolojisini araştırırken tesadüfen gök tanrıçası Nut’a rastladım. Kızlarımı bir müzeye götürdüm ve onlar bu görüntüden büyülendiler ve onunla ilgili hikayeler duymak istediler” dedi ve ekledi:

“Bu ilgimi çekti ve gök tanrıçası Nut’un gerçekten Samanyolu Galaksisi ile bağlantılı olup olamayacağının ikili analizini (astronomik ve kültürler arası) yapmak için hem astronomi hem de Mısır bilimini birleştirmeye karar verdim.”

Dr. Or Graur, aralarında Piramit Metinleri, Tabut Metinleri ve Nut Kitabı’nın da bulunduğu zengin bir antik kaynak koleksiyonundan yararlandığını ve bunları Mısır gece gökyüzünün karmaşık simülasyonlarıyla karşılaştırdığını söyledi.

Samanyolu’nun Nut’un ilahi varlığını vurguladığına dair ikna edici kanıtlar bulduğunu ifade eden Graur, ayrıca Mısır inançlarını diğer kültürlerin inançlarıyla ilişkilendirerek, farklı toplumların Samanyolu’nu nasıl yorumladığına dair benzerlikleri ortaya koydu.

Paylaşın

Oscar Ödülleri Sahiplerini Buldu: Gazze’de Ateşkes Çağrısı

Bu yıl 96’ncısı düzenlenen Oscar Ödülleri ABD’nin Los Angeles kentinde bulunan Dolby Theatre’da yapılan törenle sahiplerini buldu. Geceye 13 dalda aday olan ve bunlardan yedisini kazanan Oppenheimer filmi damgasını vurdu.

Filmin yönetmeni Christopher Nolan en iyi yönetmen ödülünü alırken, başroldeki Cillian Murphy de en iyi aktör ödülünü kazandı.

En iyi kadın aktris ödülünü ise Poor Things’deki performansıyla Emma Stone aldı. Film en iyi makyaj ve saç tarzı, en iyi kostüm ve en iyi prodüksiyon tasarımı ödülünü de aldı.

En iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü Oppenheimer’daki rolüyle Robert Downey Jr., en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü ise The Holdovers’taki rolüyle Da’Vine Joy Randolph kazandı.

Geçen yıl gişede büyük başarı elde eden Barbie filmi ise geceden sadece bir ödülle ayrıldı. Film en iyi orijinal müzik Oscar ödülünü kazandı.

“Bu gece burada bulunmaktan gurur duyan bir İrlandalıyım” diyen Murphy şöyle konuştu: “İyi ya da kötü, Oppenheimer’ın dünyasında yaşıyoruz. Bunu dışarıdaki tüm barış yanlılarına ithaf etmek istiyorum.” ifadelerini kullandı.

Nolan, daha önce Dunkirk ile aday gösterildiği En İyi Yönetmen Oscar’ını Martin Scorsese ve Jonathan Glazer’ı geride bırakarak aldı.

Nolan, gecede yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Bu inanılmaz yolculuğun bundan sonra nereye gideceğini bilmiyoruz ama bunun anlamlı bir parçası olduğumu düşündüğünüzü bilmek benim için dünyalara bedel.”

Ödüller:

En İyi Film: Oppenheimer
En İyi Yönetmen: Chistopher Nolan – Oppenheimer
En İyi Kadın Oyuncu: Emma Stone – Poor Things
En İyi Erkek Oyuncu: Cillian Murphy – Oppenheimer
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Da’Vine Joy Randolph – The Holdovers
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Robert Downey Jr. – Oppenheimer

En İyi Özgün Şarkı: What Was I Made For? – Barbie
En İyi Film Müziği: Oppenheimer
En İyi Sinematografi: Oppenheimer
En İyi Görsel Efekt: Godzilla Minus One
En İyi Belgesel : Mariupol’de 20 Gün

“Çocukları öldürmeyi bırakın”

Ödül töreninden önce Dolby Theatre önünde toplanan Filistin destekçisi göstericiler Gazze’de acil ateşkes için gösteri yaptı ve yolu kapadı.

Gazze’ye destek gösterisi nedeniyle ödül töreni bir süre geç başlarken, Gazze’de acil ateşkes talebinde bulunan Hollywood oyuncuları da kırmızı halıda yakalarında “ateşkesi” sembolize eden broşlarla poz verdi.

Aralarında Ramy Youssef, Mark Ruffalo ve Billie Eilish gibi Hollywood yıldızlarının bulunduğu birçok oyuncunun salona “Gazze’de ateşkes” talebini sembolize eden kırmızı broşlarla geldi.

Oyuncu Ramy Youssef ödül töreni öncesinde medyaya yaptığı açıklamada, “Gazze’de acil ve kalıcı ateşkes çağrısında bulunuyoruz. Filistin halkı için barış ve kalıcı adalet için çağrıda bulunuyoruz. Bu aslında evrensel bir mesaj: Çocukları öldürmeyi bırakın” dedi.

“Yabancı Dilde En İyi Film” dalında Holokost’u anlatan “Zone of Interest” filmiyle ödül kazanan Jonathan Glazer, ödülünü kabul ederken yaptığı konuşmada Gazze’deki işgale tepki gösterdi:

“Şu an burada (Gazze’deki) bir işgal ile gasp edilen Holokost’u ve Yahudiliklerini reddeden kişiler olarak karşınızda duruyoruz. Bu işgal pek çok masum insan için çatışma getirdi, ister İsrail’deki 7 Ekim kurbanları olsun, isterse halen Gazze’de devam eden saldırılar olsun, hepsi bu insanlıktan çıkarma eylemlerinin kurbanları.”

Paylaşın

74. Uluslararası Berlin Film Festivali’nde Ödüller Sahiplerini Buldu

Dünyanın en prestijli film festivallerinden biri olarak anılan Berlin Film Festivali’nin (Berlinale) en büyük ödülü olan Altın Ayı’yı, Mati Diop’un “Dahomey” adlı belgesel yapımı kazandı. Berlinale’de geçen yıl da büyük ödül bir belgesel filme layık görülmüştü.

Film, günümüzde Benin adını alan eski Dahomey Krallığı’na ait 26 tarihi eserin Fransa’dan Benin’e iade sürecini anlatıyor. Söz konusu tarihi eserler, 1892 yılında Fransız Koloni Birlikleri tarafından çalınarak, Paris’e götürülmüştü.

Diop törende yaptığı konuşmada, çalınan tarihi eserlerin iadesini “adaletin sağlanması” olarak değerlendirdi. Herkesin geçmişi bir yük olarak üzerinden atma veya sorumluluğu üstlenme arasında bir seçim yapabileceğini belirten Diop, “Biz unutmak istemeyenler arasında yer alıyoruz” şeklinde konuştu.

Dünyanın en prestijli film festivallerinden biri olarak Venedik ve Cannes’la birlikte “Üç Büyük” arasında sayılan Uluslararası Berlin Film Festivali’nde ödüller dün akşam düzenlenen törenle sahiplerini buldu.

DW Türkçe’nin aktardığına göre; Berlinale olarak bilinen festivalde, En İyi Film dalında Altın Ayı’yı, yönetmenliğini Fransa doğumlu Senegal kökenli Mati Diop’un yaptığı belgesel “Dahomey” kazandı.

Film, günümüzde Benin adını alan eski Dahomey Krallığı’na ait 26 tarihi eserin Fransa’dan Benin’e iade sürecini anlatıyor. Söz konusu tarihi eserler, 1892 yılında Fransız Koloni Birlikleri tarafından çalınarak, Paris’e götürülmüştü.

Diop törende yaptığı konuşmada, çalınan tarihi eserlerin iadesini “adaletin sağlanması” olarak değerlendirdi. Herkesin geçmişi bir yük olarak üzerinden atma veya sorumluluğu üstlenme arasında bir seçim yapabileceğini belirten Diop, “Biz unutmak istemeyenler arasında yer alıyoruz” şeklinde konuştu.

Berlinale’de geçen yıl da büyük ödül bir belgesel filme layık görülmüş, Nicolas Philibert imzalı “Sur l’Adamant” En İyi Film dalında Altın Ayı’nın sahibi olmuştu.

Jüri Büyük Ödülü dalında Gümüş Ayı’ya Güney Koreli Hong Sang-soo imzalı “A Traveler’s Needs” adlı film layık görüldü. Isabelle Huppert’in başrolünde oynadığı film, Güney Kore’de yaşayan bir Fransızca öğretmeninin hikayesini ele alıyor.

Jüri Ödülü dalında Gümüş Ayı Fransız Bruno Dumont’un yönetmenlik koltuğunda oturduğu bilim kurgu filmi “L’Empire”ın oldu. Film, Normandiya kıyılarındaki bir balıkçı köyünde, uzaylıların köylülerin bedenlerini ele geçirmesini konu ediyor.

Kenyalı aktris Lupita Nyong’o’nun başkanlığını yaptığı jüri, En İyi Yönetmen dalında Gümüş Ayı ödünü “Pepe”nin yönetmeni Nelson Carlo de los Santos Arias’ın oldu. Dominik Cumhuriyeti doğumlu yönetmen filmde, Kolombiyalı ölmüş bir su aygırının hikayesini anlatıyor.

Berlinale’de, Başroldeki En İyi Oyunculuk Performansı dalında Gümüş Ayı ABD yapımı “A Different Man”deki rolü ile Sebastian Stan’in oldu.

En İyi Yardımcı Oyunculuk Performansı dalında ise Gümüş Ayı’yı İngiliz kadın oyuncu Emily Watson kazandı. Emily Watson, festivalin açılış filmi olan, yönetmenliğini Tim Mielant’ın yaptığı “Small Things Like These”de Cillian Murphy ile birlikte rol alıyor.

Alman yönetmen ve senarist Matthias Glasner’in imzasını taşıyan “Sterben” ise En İyi Senaryo dalında Gümüş Ayı’ya layık görüldü. Mükemmel Sanatsal Performans dalında Gümüş Ayı’nın sahibi Veronika Franz ile Severin Fiala’nın yönetmenliğini yaptığı “Des Teufels Bad” adlı filmin kameramanı Martin Gschlacht oldu.

15-25 Şubat tarihleri arasında düzenlenen Berlinale’de bu yıl 20 film Altın ve Gümüş Ayı için yarışmıştı.

Berlinale’de resmi jürinin dışında çok sayıda bağımsız kuruluş tarafından da ödül verildi. Aslı Özge imzalı “Faruk” Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonunun (FIPRESCI) ödüle layık gördüğü yapımlar arasında yer aldı.

Dünya sinemasından örneklerin yer aldığı Panorama bölümünde gösterilen “Faruk” kentsel dönüşümde evini kaybetmek istemeyen bir baba ile kızının hikayesini anlatıyor. İstanbul doğumlu, Berlin’de yaşayan yönetmen Aslı Özge, daha önce de festivale konuk olmuştu.

FIPRESCI, “Yaşlanma ve değişim gibi küresel konuların kişisel hikayelerle derinlemesine, özgün bir şekilde anlatarak, sanatsal mükemmeliyet ve toplumsal iç görü elde etmeyi” başaran filmin övgüyü hak ettiğini ifade etti.

Cannes ve Venedik ile birlikte dünyanın üç önemli film festivali arasında sayılan Berlinale’ye bu yıl yine siyaset de damgasını vurdu. Festivalin açılış töreninde birçok davetli aşırı sağa karşı mesajlar verirken, İsrail ile Hamas arasında Gazze’de yaşanan savaş da gündemdeydi. Ödül töreninde de sahneye çıkanlar “ateşkes şimdi” yazılı notlarla Gazze’de ateşkes çağrısı yaptı.

74’üncü Berlinale, Mariette Rissenbeek ve Carlo Chatrian’ın yönetiminde düzenlenen beşinci ve son festival oldu. Festivalin yönetimini Nisan ayından itibaren Tricia Tuttle üstlenecek.

Paylaşın