Daha İyi Fotoğraf Çekmek İçin 6 İpucu

Deneyimsiz bir fotoğrafçı için harika bir fotoğraf çekmek basit görünebilir: Tut ve çek. Ancak profesyonel bir şekilde fotoğraf çekmeye çalışanlar, bunun o kadar basit olmadığını iyi bilir.

Haber Merkezi / İşte iyi bir fotoğraf çekmenize yardımcı olabilecek basit ipuçları:

Üçte bir kuralını kullanın: Kamera ekranınızın üçe üç bir ızgaraya bölündüğünü hayal edin. Objenizi orta kareye koymak yerine, ızgaranın çizgilerinden birine, ya yan tarafa ya da üst veya alt tarafa yakın bir yere yerleştirin. Denge için, objenin karşı tarafında bir ağaç veya lamba gibi alanı dolduracak bir şey arayın.

Aydınlatmaya dikkat edin: Fotoğrafçılık tamamen ışıkla ilgilidir. Eğer dışarıdaysanız, fotoğraf çekmek için en iyi zaman, gün batımından hemen önceki “altın saat”tir. Eğer öğle vaktiyse, gölgede fotoğraf çekerek güneş ışığından kaçının.

Fotoğraf çekerken, ışığın her zaman yan tarafınızdan veya hafifçe arkanızdan gelmesine özen gösterin, böylece hoş sonuçlar elde edebilirsiniz. Fotoğrafınızın çok karanlık görünmesine neden olabilecek arkadan ışık konusunda dikkatli olmaya çalışın.

Renkler: Fotoğrafınızdaki renkleri düşünün. Mavi ve yeşil ya da sarı ve turuncu gibi sıcak veya soğuk tonların eşleştirilmesi hoş bir görünüm oluşturur.

Öte yandan, kırmızı ve yeşil gibi zıt renkleri eşleştirmek fotoğrafınıza enerji ve kontrast katar. Ayrıca nötr tonlara karşı tek bir cesur renkle işleri basit tutabilirsiniz. Unutmayın, daha az renk, fotoğrafların daha iyi görünmesini sağlar.

Arka planınıza dikkat edin: Özneniz fotoğrafın yıldızı olabilir, ancak arka plan da önemlidir. Düz veya dokulu bir arka plan, odak noktasını öznenizde tutmanıza yardımcı olur.

Eğer iç mekandaysanız, etrafı toplayın veya dikkat dağıtan şeyleri ortadan kaldırın, dışarıda iseniz, duvarlar veya yeşillikler gibi temiz fonlar arayın. Arka plan renklerinin ve aydınlatmanın öznenizle uyumlu olduğuna dikkat edin.

Daha yakın: Birçok fotoğraf yakınlaştırıldığında daha iyi görünür. Öznenin etrafındaki büyük boşluklar fotoğrafı daha az ilgi çekici hale getirebilir.

Farklı mesafelerden fotoğraf çekmeyi deneyin. Uzaktan başlayın, sonra yakına geçin ve gereksiz kenarları kırpın. Kameranızı yatay yerine dikey çekim yapacak şekilde çevirmek de kompozisyonu iyileştirebilir.

Işıkları şık bir şekilde yakalayın: Arkaplanda ışıltılı ışıkları olan bir fotoğraf mı istiyorsunuz? Işıkların yumuşak ve bulanık göründüğü bir “bokeh” efekti yaratmayı deneyin.

Bu basit ipuçlarını deneyerek fotoğraflarınızı daha profesyonel hale getirebilirsiniz.

Paylaşın

Antik Roma’nın 5 Ünlü Gladyatörü

Arenaya çıkmadan önce özel okullarda aylarca eğitim alan gladyatörlerin çoğu, dövüşmeye zorlanan kölelerdi. Para ve şöhret kazanma umuduyla dövüşen gönüllü gladyatörler de vardı.

Haber Merkezi / Gladyatörler, bilinenin aksine mutlaka ölümüne dövüşmezlerdi, yalnızca yüzde 10 ila 20’si dövüşler sırasında ölürlerdi. Dövüş, genellikle tek bir parmağını kaldırarak, birinin teslim olmasına kadar devam ederdi.

İşte yüzyıllar sonra bile hatırlanan Antik Roma’nın beş gladyatör:

Marcus Attilius: Romalı olan Marcus Attilius, gönüllü dövüşen gladyatördendir. Attilius, Pompeii’deki arenaya bir “tiro” olarak ilk adımını attığında, (“Tiro” yeni bir gladyatör için kullanılan bir terim), kariyerinde 14 maçtan 12’sini kazanmış gladyatör Hilarus ile karşı karşıya geldi. Attilius, Hilarus’u teslim olmaya zorlamakla kalmadı, bir sonraki dövüşünde 12 dövüş kazanmış başka bir gladyatörü yendi.

Spiculus: Bir köle olan Spiculus, İtalya’nın Capua şehrindeki gladyatör okuluna gitti ve ilk dövüşünde, 16 dövüş kazanmış Romalı Aptonetus’a karşı mücadele etti. Aptonetus’u öldüren Spiculus, Roma’nın o zamanki imparatoru Nero’nun dikkatini çekti. Nero, Spiculus’a bir sarayda dahil onlarca hediyeler verdi; bir saray da dahil.

Commodus: Commodus, MS 180 ila 192 yılları arasında Antik Roma’nın altın çağının (Pax Romana olarak da bilinir) sonunu getiren “çılgın” imparator olarak bilinir.

Tarihçi Aelius Lampridius’a göre zalim, ahlaksız ve sefahat düşkünü olan Commodus’un 600 erkek ve genç kadından oluşan bir haremi vardı ve kendini bir tanrı olarak görüyordu. Tarihçi Herodian ise, Commodus’un iyi bir dövüşçü olmadığını, ancak hiçbir dövüşçünün bir imparatoru yaralamaya veya öldürmeye cesaret edemeyeceğini yazar.

İddialara göre Commodus, ringe 735 kez çıktı ve genellikle hayvanlarla dövüştü, ancak ara sıra diğer gladyatörlerle de dövüştü.

Flamma: İmparator Hadrian döneminde (MS 117-138) ünlenen Suriye doğumlu Flamma, kariyerinin uzunluğu ve dört kez özgürlüğüne kavuşması ve bunu defalarca reddetmesiyle bilinir. Flamma, çoğunluğu Sicilya’da olmak üzere 34 maça çıktı. Flamma, 30 yaşında, akranlarının çoğundan daha yaşlı bir şekilde öldü.

Spartaküs: Antik Roma’nın en ünlü gladyatörü aslında hiç arenada dövüşmemiştir. Spartacus, büyük ihtimalle Balkanlar’da doğmuş ve Capua’daki bir gladyatör okulunda eğitilmek üzere köle olarak satılmıştır.

Gladyatör okulundan kaçan Spartacus, MÖ 73’te, antik Roma’daki en ünlü ayaklanmalardan birini organize etti: Üçüncü Köle Savaşı.

Paylaşın

36 Bin Yıllık Chauvet Mağara Resimleri Hakkında Dokuz Gerçek

Fransa’daki Chauvet Mağarası’nın duvarlarını süsleyen resimler, 1994 yılında tesadüfen keşfedildi. Bu resimler, insanlık tarihinin en eski ve en güzel figüratif sanat eserleri arasında yer alıyor.

Haber Merkezi / Chauvet Mağarası’nda yaklaşık 36 bin yıl önce yaşayanlar, mağaranın odalarında dörtnala koşan, sürünen ve neşeyle oynayan hayvanlar çizdiler.

Resimleri üç yerel kaşif tarafından keşfedildi: Chauvet Mağarası, 18 Aralık 1994 yılında Fransız mağaracılar Jean-Marie Chauvet, Éliette Brunel Deschamps ve Christian Hillaire tarafından keşfedildi.

Mağara, yer altı nehirleri tarafından oluşturulmuştur: Bölgedeki yeraltı nehirleri, Ardèche’deki yüzlerce başka geçit ve mağarayla birlikte Chauvet Mağarası’nı da oluşturmuştur. Chauvet Mağarası yaklaşık 400 metre uzunluğundadır.

Chauvet Mağarası ressamları Aurignacian’dı: Avrupa’daki ilk modern insanlar olan Aurignacianlar, 46 bin ile 26 bin yıl önce Üst Paleolitik veya Eski Taş Çağı’nda yaşamışlardır (Aurignacian kelimesi bu zaman dilimini de ifade eder).

Aurignacian kültürü, ilk figüratif çizimler ve oymalar, oymacılıkta kullanılan burin adı verilen taştan yapılmış bir aletin icadı, kemik ve boynuzdan yapılmış aletler, mücevherler ve bilinen en eski müzik aletleriyle karakterize edilir.

Chauvet Mağarası resimlerine ek olarak, Avrupa’nın farklı bölgelerinde de Aurignacian hayvan ve insan figürinleri bulunmuştur. Arkeologlar, Güneybatı Almanya’daki Hohle Fels mağarasında 40 bin ile 35 bin yıl öncesine ait bilinen en eski Venüs heykelciğini ve aynı döneme ait bilinen en eski kemik flütlerden bazılarını keşfetmişlerdir.

Bilinen en eski figüratif resim, yaklaşık 51 bin yıl önce, Güneydoğu Asya’da, Sulawesi adasındaki bir mağarada yer almaktadır.

İnsanlar, Chauvet Mağarası’nı iki ayrı dönemde kullandılar: Paleontolog Michel – Alain Garcia’nın En Erken Zamanların Sanatı kitabına göre, Chauvet Mağarası’ndaki materyallerin radyokarbon tarihlemesi, insanların bu mağarayı iki farklı zaman diliminde kullandığını göstermektedir.

İlkinde, yaklaşık 36 bin 500 yıl önce Aurignacian döneminde, Chauvet Mağarası’ndaki resimlerin çoğu bu dönemde çizilmiştir. Aurignacian halkı, bilinmeyen bir nedenle mağarayı yaklaşık beş veya altı bin yıl boyunca kullanmamıştır.

Mağara, yaklaşık 31 bin ile 30 bin yıl önce Gravettian döneminde, insanlar tarafından yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönemde, insanlar ayak izleri, ateşten kaynaklanan yanık izleri ve kömür bırakmışlardır ancak resim veya herhangi bir eser bırakmamışlardır.

Resimlerde 14 hayvan türü yer alıyor: Chauvet Mağarası resimlerinde en sık görülen hayvanlar mağara aslanı, mamut, yünlü gergedan ve mağara ayısıdır. Bu dört hayvan resimlerdeki hayvanların yüzde 65’ini oluşturmaktadır.

Diğer hayvanlar ise bizon, at, ren geyiği, kızıl geyik, dağ keçisi, yaban sığırı (evcilleştirilmiş sığırların soyu tükenmiş vahşi atası), soyu tükenmiş megaloceros geyiği (İrlanda geyiği veya dev geyik olarak da bilinir), misk öküzü, panter ve baykuştur.

Hayvan olmayan temalar da çizilmiş: Chauvet Mağarası’nın orta bölümünde yer alan odalarda, birkaç duvar ve sarkık kaya, insan avuç içi ve insan eline benzeyen şablonlarla süslenmiştir.

Mağaranın en uzak bölgelerinde, bir kadının kasık bölgesinin beş üçgen tasviri duvarlara çizilmiştir ve bir kadının alt vücudunun Paleolitik Venüs figürinlerine benzer şekilde profilden görünüşü sarkıt benzeri bir kayaya çizilmiştir.

Bir çocuğa ait ayak izleri bulundu: Mağaranın tabanında bir çocuğa ait olduğu düşünülen tek bir ayak izi keşfedildi. Araştırmacılar, ayak izinin 31 bin 430 yıl ile 25 bin 440 yıl öncesine tarihlendiğini buldular.

Resimlerin neden yapıldığı veya ne anlama geldiği bilinmiyor: Chauvet Mağarası resimlerinin ardındaki gizem hala devam ediyor, ancak resimlerin bazı özellikleri ipuçları sunuyor.

Örneğin, resimlerde tasvir edilen birincil türlerin (mağara ayısı, aslan, mamut ve gergedan) Aurignacianların yiyecek için avladığı türler olmadığı belirtiliyor.

Chauvet Mağarası resimlerinin kopyasını ziyaret edebilirsiniz: Chauvet Mağarası keşfedildikten hemen sonra, bilim insanları resimleri korumak için harekete geçti ve mağaranın halka kapatılmasını sağladı; şimdi, kısa zaman aralıklarında yalnızca bilim insanlarının içeri girmesine izin veriliyor.

Ancak bu, mağara resimlerinin bir simülasyonunu yakından göremeyeceğiniz anlamına gelmiyor. 2015 yılında, Chauvet Mağarası resimlerinin bir kopyası olan Caverne du Pont d’Arc, mağaranın yakınında açıldı.

Paylaşın

Neandertaller Ve Cro-Magnonlar Arasındaki Farklar Nelerdir?

Popüler kültürde, tarih öncesine ait bir insan, genellikle mağarada yaşayan kalın kaşlı, kıllı ve uzun kollu olarak tasvir edilir. Ancak insan soyu tasvir edilenden çok daha çeşitlidir.

Haber Merkezi / Antropologlar, modern insanın atası olan ve soyu tükenmiş yirmiden fazla hominin türü tanımlarlar. Bu soyu tükenmiş türlerden ikisi de, Cro-Magnonlar ve Neandertaller’dir. Cro – Magnonlar ve Neandertaller, evrimsel olarak modern insana oldukça yakın türlerdir, ancak aynı tür değillerdir.

Neandertaller: Modern insanın ilk atası olarak kabul edilen Neandertallere ait ilk fosiller 1856 yılında Almanya’nın Neander Vadisi’nde keşfedildi. Neandertaller, yaklaşık 400 bin yıl önce Güney Avrupa ve Batı Asya’da evrimleştiler.

Anatomik olarak Homo Sapiens’lerden daha kaslıydı ve kafatasları daha yassıydı, ayrıca geniş burunları ve belirgin kaş çıkıntıları vardı.

Neandertaller, mağaralarda yaşıyorlardı, ama popüler kültürde tasvir edildiği gibi basit “mağara adamları” değillerdi. Bilim insanları, Neandertallerin takı ve müzik aletleri yaptıklarını, ölülerini cenaze törenleriyle gömdüklerini, engelli üyelerine baktıklarını keşfetmişlerdir. Ateş ve alet kullanabilen Neandertaller, ayrıca konuşabiliyorlardı.

Modern insanın doğrudan atası olmayan Neandertaller, daha önceki ortak bir atanın uzantısıydılar ve daha zeki, daha gelişmiş kuzenlerine, yani Avrupa erken modern insanına, yani Cro – Magnonlara yenildiler.

Cro-Magnonlar: Modern insanın tarih öncesi bir versiyonu olan Cro – Magnonlar, Homo Sapiens’in bilinen en eski Avrupa türüdür ve 35 bin ile 10 bin yıl önce yaşamışlardır. Cro – Magnonlar, anatomik olarak modern insandan daha geniş yüzlüydü, ayrıca daha fazla kaslı ve daha büyük bir beyni vardı.

Bilim insanları, Cro – Magnonların, kıyafet, alet ve silah yaptıklarını, kulübe inşa ettiklerini ve mağara duvarlarına resim yaptıklarını keşfetmişlerdir.

1868 yılında Louis Lartet adlı paleontolog Fransa’daki Cro – Magnon kaya sığınağında keşfedilen insan iskeletlerini inceledi. İskeletlerin bilinen modern insanın en eski fosilleri olduğu ortaya çıktı. Ayrıca, Orta Doğu da dahil olmak üzere Avrupa dışında da erken modern insanlara ait fosiller bulundu.

Neandertaller ve Cro – Magnonlar Avrupa’da birkaç bin yıl boyunca birlikte yaşadılar. Bu birlikte yaşama dönemi, modern insanın genomuna Neandertal DNA’sının izlerini bıraktı.

Paylaşın

“Lucy” İnsanlığın Kökenine İlişkin Hikayeyi Nasıl Yeniden Yazdı?

24 Kasım 1974’te paleoantropolog Donald Johanson, Etiyopya’nın kuzeydoğusunda çakıllarla dolu arazide çok özel bir şey arıyordu. Johanson ve bir meslektaşı bir yıl önce aynı bölgede heyecan verici bir keşifte bulunmuştu: 3,4 milyon yıl önce o arazide yürüyen bir insana ait mükemmel şekilde korunmuş bir diz eklemi. Bu, o dönemde bilinen en eski insan fosilinden neredeyse bir milyon yıl daha eskiydi.

Ancak tek bir diz eklemi, Johanson’ın en eski hominin fosilini, modern insanlar için bilimsel sınıflandırmayı (Homo sapiens) ve tüm soyu tükenmiş insan atalarını bulduğunu kanıtlamak için yeterli değildi. Johanson’ın daha fazla kanıta ihtiyacı vardı: Bir kafatası ve birkaç diş. Bu yüzden, Donald Johanson ve bir yüksek lisans öğrencisi Etiyopya’nın Afar bölgesine geri döndüler kemik aradılar.

Johanson, “Sadece 4 veya 5 santimetre uzunluğunda küçük bir dirsek parçası gördüm” diyor ve ekliyor: “Ve bunun bir maymun gibi bir primat olduğunu düşündüm; orada çok sayıda maymun fosili var. Ama onu elime alıp daha yakından incelediğimde, öğrencim Tom Gray’e ‘Bu bir insandan, bir insan atasından’ dedim.”

Johanson, dirsek parçasını gördüğü yerde daha fazlasının olduğunu fark etti: Uyluk kemiği, pelvis ve bir kafatası ve çene kemiği parçaları da dahil olmak üzere toplam 47 kemik. Bu, 3 milyon yıldan daha önce yaşamış bir insanın ayrıntılı bir anatomik modelini oluşturmak için fazlasıyla yeterliydi.

Bunun çok önemli olduğunu belirten Johanson. “O zamanlar 3 milyon yıldan daha eski olduğu tahmin edilen jeolojik bir katmandan gelen bir hominin iskeletiydi. Bu yüzden inanılmaz bir coşku anıydı. Yani, işte tam ayaklarımın dibindeydi” ifadelerini kuruyor.

Johanson’ın iskeletin bugün bilinen adıyla “Lucy”yi keşfetmesiyle birlikte bilim insanları insanın evrimsel zaman çizelgesini yeniden yazmak zorunda kaldı. Lucy, insan benzeri ve maymun benzeri özelliklerin karışımı olan bir ataydı. Afrika’da başka kaç tane antik insan türü yaşamıştı ve hepsi modern insanların soyağacına nasıl uyuyordu?

Lucy, yarım yüzyıl sonra bile insanın kökenine dair gizemi çözmeye dair ipuçları sunan en ikonik buluntulardan biri olmaya devam ediyor.

Johanson ve Gray’in 1974’te Lucy’yi bulduğu yerin adı Hadar’dır. Hadar, milyonlarca yıl önce büyük bir göle ev sahipliği yapıyordu. Bugün, uzun süredir gömülü olan göl tortuları aşınıyor ve hem hayvan hem de insan olmak üzere antik kalıntıları ortaya çıkarıyor.

Donald Johanson, “Hayvanlar ya göle düştüler ya da göle sürüklendiler ve yavaş yavaş çürüdüler ve zamanla kum ve kil ile kaplandılar” diyor ve ekliyor: “Lucy’nin göle nasıl girdiğini bilmiyoruz. Belki de su içmek için suyun kenarındaydı ve bir timsah tarafından kaçırıldı.”

Lucy’nin keşfinden bir yıl sonra, Johanson’ın ekibi, Hadar sahasında daha da şaşırtıcı bir keşif yaptı: Muhtemelen akraba olan ve aynı zamanda 3,2 milyon yıl öncesine dayanan 17 kişilik bir grubun kalıntıları. Bilim insanları arasında bu grup “İlk Aile” olarak bilinir.

Lucy’den önce, bilinen en eski insan fosili, Güney Afrika’daki bir mağarada bulunan 2,5 milyon yıllık maymun benzeri bir hominin türüne aitti. Ancak Johanson’ın keşfettiği homininler yaklaşık bir milyon yıl öncesine tarihleniyordu ve tamamen farklı bir bölge olan Doğu Afrika’dan geliyordu.

1978’de, “Lucy ve İlk Aile”yi diğer antik insan kalıntılarıyla karşılaştıran Johanson’ın ekibi Lucy ve diğer Etiyopya fosillerinin daha önce bilinmeyen bir insan türünü temsil ettiğini açıkladılar. Bu yeni türe, Etiyopya’nın Afar bölgesinde keşfedildiği için Australopithecus afarensis adı verildi.

Darwin’e göre, homininleri (insanlar) hominidlerden (goriller, şempanzeler ve orangutanlar gibi büyük maymunlar) ayıran temel özelliklerden biri iki ayak üzerinde dik yürümesidir. Lucy’nin gerçekten de eski bir insan olduğunu kanıtlamak için Johanson, Lucy ve diğer Australopithecus afarensis türlerinin iki ayak üzerinde yürüdüğünü göstermek zorundaydı.

İki ayaklılığın kanıtı, Johanson’un 1973 yılında bulduğu ilk diz eklemiyle başladı.

“Bunu gösterdiğim ilk kişilerden biri ortopedi cerrahıydı” diyor Johanson, “Ve ben de, ‘Bunun hakkında ne düşünüyorsun? Ama dikkatli ol, 3 milyon yaşında.’ dedim. Küçük boyutu dışında, diz protezinde kullandığımızla aynı olduğunu söyledi” ifadelerini kullanıyor.

Aynısı Lucy için de geçerliydi. Lucy sadece 3.5 feet (ortalama 1 metre) boyunda olsa da, dizleri, kalçaları ve pelvisi hakkındaki her şey dik yürümeye işaret ediyordu.

Johanson, “Lucy’nin leğen kemiği dört ayaklılar gibi uzun ve dar değildi, ama bir insan gibi kısa ve bodurdu” diyor ve ekliyor: “Tıpkı hepimizin oturduğu leğen kemiği gibi.”

Donald Johanson için keşfini pekiştiren gelişme, Tanzanya’da bir dizi insan ayak izinin ayrı bir keşfiydi. 1978’de bulunan ayak izleri 3,7 milyon yıl öncesine tarihleniyordu ve Lucy’nin türüyle eşleşen dişler ve çene parçalarıyla birlikteydi.

“Bulunan ayak izleri, sizin ve benim plaj kumunda bıraktığımız ayak izleriyle aynı” diyen Johanson, “Lucy’nin dik yürümesi konusunda artık hiçbir tartışma yok” ifadelerini kullanıyor.

Son Ortak Ata

Johanson’ın 1974’teki keşfi sırasında Lucy, kayıtlardaki en eski insan fosiliydi. Ancak son elli yılda, Afrika’da Lucy’den önce gelen veya Lucy ile örtüşen diğer türlere ait daha da eski hominin kemikleri bulundu.

Afar bölgesinde yaşamış Australopithecus anamensis’in tarihi 4,4 milyon yıl öncesine dayanıyor ve bazı bilim insanları, insanlığın kökenini 7 milyon yıl öncesine kadar götüren kemik parçaları bulduklarına inanıyor.

Johanson, artık en yaşlı olmasa da Lucy’nin hominin aile ağacında hâlâ özel bir yere sahip olduğuna inanıyor; hem modern hem de soyu tükenmiş iki büyük insan türünün son ortak atası olarak.

Lucy ve türü Australopithecus afarensis yaklaşık 3 milyon yıl önce yok oldu. Ancak Johanson ve diğer paleoantropologlar, modern insanların ait olduğu Homo cinsi de dahil olmak üzere daha sonraki homininlerde Lucy’nin anatomik özelliklerinin izlerini buldular. Sorun, Lucy’nin türünün sonuncusu (~3 milyon yıl) ile Homo’nun ilk kanıtı (~2 milyon yıl) arasındaki zaman farkıydı.

Lucy ile en eski Homo türleri arasındaki “kayıp halka” 2013 yılında keşfedilmiş olabilir. Hadar’da çalışan başka bir ekip, bilinen hiçbir insan türüne uymayan bir alt çene kemiği buldu.

Johanson, “Alt çenenin ön kısmı, afarensis (Lucy’nin türü) gibi çok sayıda kemikle yoğun bir şekilde güçlendirilmiş, geriye doğru eğimli bir profile sahip ” diyor ve ekliyor: “Ancak alt çenenin kafatasının alt kısmına bağlandığı arka kısımları Homo’ya benziyor.”

Çene kemiği, 2,8 milyon yıl öncesine, Lucy’nin türünün yok olmasından sadece 200 bin yıl sonrasına tarihleniyor. Bu da onu Lucy ile modern insanlar arasında bir bağ olma konusunda güçlü bir aday yapıyor.

Johanson ve diğer paleoantropologlar, Lucy’nin türünü, güçlü çeneleri ve dişleri nedeniyle “sağlam australopitler” olarak bilinen tamamen farklı soyu tükenmiş bir hominin kolunun atası olarak tanımlamak için benzer anatomik karşılaştırmalar kullandılar.

Johanson, “Sunduğum aile ağacı, afarensis’in hem Homo soyunun hem de devam eden Australopithecus soyunun ortak bir atası olduğu hipotezini ileri sürüyordu” diyor: “Bu (ifadeyi mazur görün) büyük çekişme konularından biriydi, çünkü 2 ila 3 milyon arasında bilinen çok az fosil vardı. Geçtiğimiz 50 yıl boyunca, bu hipotez tekrar tekrar test edildi. Neyse ki, afarensis’in ortadan kalkmasından sadece 200 bin yıl sonra, cins Homo’muzun 2,8 milyon olduğuna dair kanıtımız var.”

Donald Johanson, Etiyopya Ulusal Müzesi’nde güvenli bir şekilde saklanan Lucy’yi ara ara ziyaret ediyor. Johanson, “Afrika ülkelerinde bulunan tüm bu fosillerin, kökenlerinin ait olduğu ülkelere ait olduğuna inanıyorum” diyor.

Johanson ayrıca, Lucy adını koymanın kendi fikri olmadığını da belirtiyor. Lucy’nin keşfedildiği gece, ekip kutlamak için küçük bir parti düzenledi.

Johanson, “O gece harika bir kutlama yaptık” diyor: “The Beatles’ın Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band’ini dinliyorduk ve Lucy in the Sky with Diamonds adlı şarkı çalıyordu. Keşif gezisinde yer alan Pam Alderman, ‘İskelete Lucy adını neden koymuyoruz?’ dedi. Bilimsel bir ismi hak ettiğini düşündüm. Ama çok geçti. İsim yerleşti ve bir nevi mihenk taşı haline geldi.”

(Kaynak: History)

Paylaşın

Meksika’da Binlerce Kayıp “Maya” Eseri Keşfedildi

Meksika’nın Campeche kentinin bir bölgesinde 6 bin 674 adet Maya eseri keşfedildi. Bu da henüz tüm büyük Maya eserlerini bulmaya dahi yaklaşılmadığını gösteriyor.

Haber Merkezi / Lidar teknolojisi kullanılarak yapılan çığır açıcı araştırmaya Kuzey Arizona Üniversitesi’nden Luke Auld-Thomas öncülük etti.

Lidar (Light Detection and Ranging; veya Laser Imaging Detection and Ranging), lazer darbeleri kullanılarak bir nesne veya bir yüzeyin uzaklığını anlamaya yarayan teknoloji. Radar teknolojisiyle benzerdir. Radarda kullanılan radyo dalgaları yerine ışık, yani lazer darbeleri kullanılır.

Auld-Thomas. “Bölgenin tek otoyolunun hemen yanında piramitleri olan büyük bir şehir keşfettik. Bilim camiası ve hükümet bunun varlığından bile habersizdi ve çiftçiler yıllardır bu kalıntıların arasında çalışıyor” dedi.

Auld-Thomas, günümüz kentlerinden çok farklı olan antik kentlerden ders çıkarılması gerektiğini de vurguladı.

“Bu kentleri incelemek, hızlı nüfus artışı ve çevresel baskılar gibi modern zorluklarla yüzleşmemize yardımcı olabilir” diyen Auld-Thomas, “Geçmişteki kentsel yaşam anlayışımızı geliştirerek, gelecekteki şehirleri tasarlamak için yeni ve sürdürülebilir yollar bulabiliriz” dedi.

Campeche’deki keşifler, Maya uygarlığına dair gizemlerin yeni keşfedilmeye başlandığı ve keşfedilmeyi bekleyen daha çok şey olduğunu gösteriyor.

Maya uygarlığı, Kızılderili Maya halkları tarafından kurulan Kristof Kolomb öncesi Amerika uygarlıklardan biridir. Bir Orta Amerika uygarlığı olan Maya uygarlığı, binlerce yıl boyunca Meksika’nın güneydoğusundan, Honduras, El Salvador ve Guatemala’ya kadar uzanan Mezoamerika bölgesinde hüküm sürmüştür.

Meksika’nın güneydoğusunda beş devlet kurmuş Mayalar (Campeche, Chiapas, Quintana Roo, Tabasco ve Yucatán), tarihleri boyunca yüzlerce lehçe üretmişlerdir ve bu lehçelerden bazıları günümüzde hâlen konuşulan 21-44 Maya dilinin oluşumunu sağlamıştır.

Bu uygarlık MÖ 600 dolaylarında yükselişe geçmiş, MS 3. yüzyılda altın çağına (klasik dönem, MS 250-900) adım atmış, kent-devletlerinin siyasi kargaşalar sonucunda çöktüğü MS 900’e dek, geniş bir alanda varlığını sürdürmüş ve İspanyol işgaliyle de sona erme sürecine girmiştir.

Maya uygarlığı birçok bakımdan sona ermişse de, yaygın inanışın aksine Mayalar yok olmamışlardır, hâlen bu ülkelerde yaşamakta ve Maya dillerinden bazılarını konuşmaktadırlar.

Paylaşın

Nan Madol’a Ne Oldu?

Dünyamız artan sıcaklıklar, öngörülemeyen hava koşulları ve sürekli artan deniz seviyeleriyle karşı karşıyayken, bu sorunların yalnızca günümüze özgü olduğuna inanmak…

Haber Merkezi / Ancak tarih bize başka bir şey söylüyor. Pasifik adası Pohnpei’deki antik şehir olan Nan Madol’un hikayesi, iklim değişikliğinin yeni bir sorun olmadığını ortaya koyuyor.

Honolulu ve Manila arasında bulunan Pohnpei, Mikronezya Federal Devletleri’nin bir parçasıdır. Günümüzde ekonomisi tarıma ve mali yardımlara dayanan Pohnpei, bin yıl önce Pasifik’in en etkileyici medeniyetlerinden birine ev sahipliği yapıyordu: Nan Madol.

10. yüzyılda Pohnpei’de kurulan Nan Madol, zamanla canlı bir yaşam merkezi haline geldi. Ancak 17. yüzyılın başlarında şehir terk edildi ve doğanın insafına bırakıldı.

Bir lagünün içinde inşa edilen Nan Madol, kanal ağları ile birbirine bağlı olan bir dizi küçük yapay adadan oluşur. Nan Madol adı da “aralarındaki boşluk” anlamına gelir ve kalıntıları çaprazlayan kanallara atıfta bulunur.

Nan Madol, 1628 yılına kadar Saudeleur Hanedanlığına başkentlik yapmıştır.

Uranyum, toryum ve karbon tarihlemesi kullanılan bir araştırma, Nan Madol’un terk edilmesinin, Pasifik bölgesini önemli ölçüde yeniden şekillendiren Küçük Buzul Çağı’nın başlangıcıyla aynı zamana denk geldiğini ortaya koymaktadır.

Küçük Buzul Çağı: Gerçek bir Buzul Çağı olmamasına rağmen terim, 1939 yılında François E. Matthes tarafından bilimsel literatüre girmiştir. Bazı görüşlere göre 15. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar, bazı görüşlere göre ise 1300 – 1850 arasında süren göreceli serin iklim periyodudur.

Nan Madol’un terk edilmesi, dünyanın bugün karşı karşıya olduğu iklim değişikliği ile bir paralellik sunuyor. Küresel ısınma hızlanırken, özellikle kıyı bölgelerindeki birçok yerleşim yeri bir ikilemle karşı karşıya: Küresel ısınmayı azaltma çabalarına destek olma veya yerleşim yerlerini terk etme.

Nan Madol’un terk edilişi bize iklim değişikliğinin gerçek sonuçlarını gösterirken, bilim insanları da, mevcut koşullar devam ederse daha fazla yerleşim yerinin yok olacağı ve büyük göçlerin başlayacağı konusunda sık sık uyarılarda bulunuyor.

Paylaşın

2024 Nobel Ekonomi Ödülü Üç Bilim İnsanına Verildi

Bilim, edebiyat ve barış gibi alanlarda ilerlemeye katkı sağlayan kişilere verilen Nobel Ödülleri’nden 2024 Nobel Ekonomi Ödülü, Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James Robinson’a verildi.

Haber Merkezi / 2023 Nobel Ekonomi Ödülü Claudia Goldin’a verilmişti. 2022 Nobel Ekonomi Ödülü’nü Ben S. Bernanke, Douglas W. Diamond ve Philip H. Dybvig kazanmıştı.

İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nde düzenlenen basın toplantısında Acemoğlu, Johnson ve Robinson’un “sosyal ve ekonomik kurumlar ile refah arasındaki ilişkiye ve bunun uluslar arasındaki zenginlik farklılıklarına etkisine” dair çalışmaları nedeniyle ödüle layık bulundukları açıklandı.

Nobel Ödülü kazananlara altın madalyanın yanı sıra bir milyon dolar para ödülü de veriliyor. Para ödülü, Acemoğlu, Johnson ve Robinson arasında paylaştırılacak.

ABD’nin saygın üniversitelerinden Massachusetts Teknoloji Enstitüsünde (MIT) profesörlük yapan İstanbul doğumlu Acemoğlu, ödülü kazandığını öğrendikten sonra yaptığı ilk açıklamada, “Gerçek bir şok ve harika bir haber” dedi.

2024’ün diğer kazananları

Bu yıl Nobel Kimya Ödülü’nü David Baker, Demis Hassabis ve John Jumper kazandı. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisinden yapılan açıklamada ikisi ABD’li, biri İngiliz üç bilim insanının proteinlerin yapıları üzerine yaptıkları araştırmalar nedeniyle bu ödüle layık görüldükleri duyuruldu.

Nobel Fizik Ödülü yapay zekânın bir alt dalı olan makine öğrenimi alanındaki çalışmalarıyla ABD’li John Hopfield ve Kanadalı Geoffrey Hinton’ın oldu.

ABD’li bilim insanları Victor Ambros ve Gary Ruvkun da “mikroRNA’nın keşfi ve gen düzenlemesi” alanındaki çalışmalarından dolayı Nobel Tıp Ödülü’nü kazandı. Nobel Edebiyat Ödülü ise Güney Koreli yazar Han Kang’a verildi. Han, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ilk Güney Koreli oldu.

2024 Nobel Barış Ödülü, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sağ kurtulanların oluşturduğu Japon kuruluş Nihon Hidankyo’ya verildi.

Nobel ödülleri nedir?

Nobel Ödülleri, İsveçli mucit Alfred Nobel’in vasiyetiyle oluşturuldu. Nobel, servetinin, “önceki yıl insanlığa en büyük faydayı sağlayanlara” ödül olarak verilmesini istedi.

Alfred Nobel, 1895 yılında hayatını kaybetti ancak vasiyeti üzerindeki yasal mücadelenin ardından ilk Nobel Ödülleri ancak 1901 yılında verilebildi. Nobel, kimya ve fizik ödüllerinin İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından, edebiyat ödülünün ise İsveç Akademisi tarafından verilmesini şart koştu.

Fizyoloji veya tıp alanındaki ödülleri İsveç’teki Karolinska Enstitüsü’nün vermesini belirleyen Nobel, barış ödülünün ise Norveç parlamentosu tarafından verilmesini istedi. Nobel’in, o dönem İsveç ile bir birlik içinde olan Norveç’i barış ödülünün dağıtımı için neden seçtiği bilinmiyor.

1968 yılında İsveç Merkez Bankası, 300. yılını kutlarken, Nobel Vakfı’na yaptığı bağışla “Alfred Nobel Anısına Ekonomi Bilimleri Ödülü”nü kurdu. Bu ödül, diğer Nobel ödülleriyle aynı prensipler doğrultusunda İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından veriliyor.

Paylaşın

Prag’daki Muhteşem Harikaları Keşfedin

Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag, muhteşem mimari yapıların hazinesidir. Ufuk çizgisi, her biri yüzyıllar öncesinden bir hikayeyi anlatan, gökyüzünü delecekmiş gibi görünen kulelerle kaplıdır.

Haber Merkezi / Prag, muhteşem tasarımların hakim olduğu tarihi bir döneme yolculuk sunuyor.

Prag Kalesi: Prag Kalesi, tarihi mimarinin ihtişamını yansıtan geniş bir komplekstir. Dokuzuncu yüzyıla kadar uzanan tarihiyle krallara, imparatorlara ve başkanlara ev sahipliği yapmıştır.

Kalenin muhteşem vitray pencereleri ve yükselen kuleleriyle dikkat çeken St. Vitus Katedrali özellikle nefes kesicidir, katedral, Prag’daki mimari tasarımın zirvesini temsil eder.

Charles Köprüsü: Charles Köprüsü, sadece Vltava Nehri’ni geçmenin bir yolu değil; heykellerle süslü, kulelerle çevrili açık hava galerisidir.

14. yüzyılda Kral 4. Charles tarafından inşa edilen köprünün üzerinde yürürken şehrin panoramik manzaralarını izleyebilir ve zamanın testinden geçmiş heykellerle yüz yüze gelebilirsiniz.

Eski Şehir Köprüsü Kulesi: Charles Köprüsü’nün bir ucunda, giriş kapısı görevi gören Eski Kent Köprü Kulesi yer alır. Zengin bir şekilde dekore edilmiş cephesinde çeşitli tarihi şahsiyetleri ve olayları tasvir eden heykeller ve semboller yer alıyor.

Bu kule sadece mimari unsurlara dair fikir vermekle kalmıyor, aynı zamanda Charles Köprüsü ve ötesine bakan muhteşem manzaraları da sunuyor.

Tyn Kilisesi: Eski Şehir Meydanı’nda bulunan Tyn Kilisesi, süslü alınlıkları ve gösterişli dış heykelleriyle arkaik mimarinin eşsiz bir örneğidir.

Ziyaretçiler yüzyıllardır bu kutsal alanı süsleyen güzel sunakları ve sanat eserlerini hayranlıkla izleyebilirler.

Vysehrad’daki bazilika: Vysehrad kalesinin içinde yer alan Aziz Petrus ve Paul Bazilikası, Prag’ın hareketli sokaklarından uzakta, huzurlu bir kaçış noktası olarak karşımıza çıkıyor

İçerisinde İncil’den sahnelerin tasvir edildiği nefes kesici freskler, hem mimari bir harikayı hem de manevi bir cenneti sunuyor.

Bu bazilika, şehrin taşlara işlenmiş öyküleri arasında yolculuk yaparken huzur arayan ziyaretçiler için huzurlu bir sığınak görevi görüyor.

Paylaşın

2024 Nobel Barış Ödülü Japonya’ya Gitti

Bilim, edebiyat ve barış gibi alanlarda ilerlemeye katkı sağlayan kişilere verilen Nobel Ödülleri’nden 2024 Nobel Barış Ödülü, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından sağ kurtulanların oluşturduğu Japon kuruluş Nihon Hidankyo’ya verildi.

Haber Merkezi / Norveç Nobel Komitesi Başkanı Jørgen Watne Frydnes yaptığı açıklamada, ödülün “nükleer silah kullanımına karşı tabunun baskı altında olması” nedeniyle verildiğini belirtti.

Alfred Nobel, vasiyetinde ödülün “uluslararası kardeşlik için, daimi orduların kaldırılması veya azaltılması için ve barış kongrelerinin düzenlenmesi ve desteklenmesi için en çok veya en iyi çalışmaya” verilmesi gerektiğini belirtiyor.

Nihon Hidankyo’nun eş başkanı Toşiyuki Mimaki, Komite’nin kararının açıklamasının ardından Tokyo’da düzenlediği basın toplantısında, ödülü kazanmış olmalarından duyduğu şaşkınlığı dile getirdi. Konuşması sırasında gözleri dolan Mimaki, “Bunun gerçekleşeceğini asla düşünmemiştim” dedi.

Kendisi de Hiroşima’ya atılan atom bombasından sağ kurtulmuş bir isim olan ve nükleer silahların dünyaya barış getireceği fikrinin bir “yanılgı” olduğunu söyleyen Mimaki şöyle konuştu:

“Nükleer silahlar sayesinde dünyada barışın korunduğu söyleniyor. Fakat bu silahlar teröristler tarafından da kullanılabilir. Mesela bunları Rusya Ukrayna’ya karşı veya İsrail Gazze’ye karşı kullanırsa, (bu savaşlar) orada bitmeyecektir. Siyasetçiler bunları biliyor olmalı.”

Gazze’deki çocukların durumunun, İkinci Dünya Savaşı sonunda Japonya’da karşılaşılan tabloya benzer olduğunu da söyleyen Mimaki, “Gazze’de çocuklar kan içinde. Seksen yıl önce Japonya’da olduğu gibi” dedi.

2023 Nobel Barış Ödülü, kadın hakları ve demokrasiyi savunduğu ve idam cezasına karşı olduğu için hapisteki İranlı aktivist Narges Mohammadi’ye verilmişti.

Nobel Komitesi, bunun aynı zamanda “İran’ın teokratik rejiminin kadınları hedef alan ayrımcılık ve baskı politikalarına” karşı gösteri yapan “yüzbinlerce insanın” tanınması anlamına geldiğini söylemişti.

2022 Nobel Barış Ödülü’ne insan hakları savunucusu Ales Bialiatski ile insan hakları örgütleri Memorial ve Center for Civil Libertie’s layık görülmüştü. Nobel Barış Ödülü 2021’de Rus gazeteci Dimitri Muratov ve Filipinli gazeteci Maria Ressa’ya verilmişti.

1901 ve 2021 yılları arasında 102 Nobel Barış Ödülü sahibini bulurken bunların 25’i kurumlara verildi. Kurum sayısı bu seneki ödülle 27’ye yükseldi. Şu ana kadar 2 barış ödülü, üç kişi arasında paylaştırıldı. Bu seneki ödülle birlikte bu sayı 3’e yükseldi.

Nobel Barış Ödülü’nü bugüne kadar reddeden bir kişi oldu. Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile 1973 Paris Antlaşması’nı imzaladığı için Barış Ödülü’nü paylaşan Vietnamlı politikacı Le Duc Tho, ödülü almayı reddetmişti. Nobel Barış Ödülü şu ana kadar 18 kadına verildi.

Nobel ödüllerinin açıklanmasının ardından ödüller 10 Aralık’ta düzenlenecek törende İsveç Kralı tarafından sahiplerine takdim edilecek. Dinamitin mucidi olan iş insanı Alfreed Nobel’in vasiyeti üzerine 1901’den beri verilmeye başlanan ödüller bilim, edebiyat ve barış gibi alanlarda ilerlemeye katkı sağlayan kişilere sunuluyor.

2024’ün diğer kazananları

Bu yıl Nobel Kimya Ödülü’nü David Baker, Demis Hassabis ve John Jumper kazandı. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisinden yapılan açıklamada ikisi ABD’li, biri İngiliz üç bilim insanının proteinlerin yapıları üzerine yaptıkları araştırmalar nedeniyle bu ödüle layık görüldükleri duyuruldu.

Nobel Fizik Ödülü yapay zekânın bir alt dalı olan makine öğrenimi alanındaki çalışmalarıyla ABD’li John Hopfield ve Kanadalı Geoffrey Hinton’ın oldu.

ABD’li bilim insanları Victor Ambros ve Gary Ruvkun da “mikroRNA’nın keşfi ve gen düzenlemesi” alanındaki çalışmalarından dolayı Nobel Tıp Ödülü’nü kazandı.

Nobel Edebiyat Ödülü ise Güney Koreli yazar Han Kang’a verildi. Han, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ilk Güney Koreli oldu.

2024 Nobel Ekonomi Ödülü’nün sahibi 14 Ekim Pazartesi günü açıklanacak.

Norveç’in başkenti Oslo’da takdim edilecek Nobel Barış Ödülü dışındaki ödüller, İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenecek törenlerle bu yılki sahiplerine verilecek. Ödül kazananlara ayrıca 11 milyon İsveç Kronu (Yaklaşık 1 milyon dolar) para ödülü verilecek.

Nobel ödülleri nedir?

Nobel Ödülleri, İsveçli mucit Alfred Nobel’in vasiyetiyle oluşturuldu. Nobel, servetinin, “önceki yıl insanlığa en büyük faydayı sağlayanlara” ödül olarak verilmesini istedi.

Alfred Nobel, 1895 yılında hayatını kaybetti ancak vasiyeti üzerindeki yasal mücadelenin ardından ilk Nobel Ödülleri ancak 1901 yılında verilebildi. Nobel, kimya ve fizik ödüllerinin İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından, edebiyat ödülünün ise İsveç Akademisi tarafından verilmesini şart koştu.

Fizyoloji veya tıp alanındaki ödülleri İsveç’teki Karolinska Enstitüsü’nün vermesini belirleyen Nobel, barış ödülünün ise Norveç parlamentosu tarafından verilmesini istedi. Nobel’in, o dönem İsveç ile bir birlik içinde olan Norveç’i barış ödülünün dağıtımı için neden seçtiği bilinmiyor.

1968 yılında İsveç Merkez Bankası, 300. yılını kutlarken, Nobel Vakfı’na yaptığı bağışla “Alfred Nobel Anısına Ekonomi Bilimleri Ödülü”nü kurdu. Bu ödül, diğer Nobel ödülleriyle aynı prensipler doğrultusunda İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından veriliyor.

Paylaşın