DEM Parti’den “Halay” Tepkisi: Kürtlere Suç İcat Ediliyor

Kürtçe müzikle halay çekenlere dönük operasyonlara tepki gösteren DEM Partili Ayşegül Doğan, “Günlük yaşamı üzerinden Kürtlere suç icat ediliyor. Böyle yaparak ırkçılık da normalleştirilmeye çalışılıyor. Günlük hayatın parçası rutiniymiş gibi bir algı yaratılmaya ve örülmeye çalışılıyor. Bu çok tehlikeli bir algı yaratma girişimdir” dedi ve ekledi:

“Mersin’den Hakkari’ye Siirt’ten Aydın’a farklı kentlerde süren yeni bir operasyon, süreç başlatıldı. Ne hikmetse Kürtlerin katıldığı düğünlerin, sokak etkinliklerinin görüntüleri taranıyor, bulunuyor, yine ne hikmetse sosyal medyada paylaşan, bunu arayan, tarayan, bulan ve şimdi nedense bir anda bunu bir şekilde servis eden bir akıl çıktı ortaya.

Görüntülerin bazıları bugünlere, bazıları da geçmişe ait. Kadınlar, gençler,  halay çektikleri için Kürtçe şarkı eşliğinde eğlendikleri için düğüne katıldıkları için tutuklanıyorlar. Onlarca insan şu anda tutuklu. Sebebi halay çekmişler. İstedikleri Kürtçe şarkı eşliğinde halay çekmişler. Ne yapalım? Sizin verdiğiniz playlistlerle mi halay çekelim? Bu mudur Türkiye’nin geldiği nokta. Hani siz nefret suçunu kaldırmıştınız?”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, gündemdeki gelişmelere dair partinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. MA’nın aktardığına göre, Doğan’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle:

“Belli ki bu iktidar da geçmiş iktidarlar gibi yaşananlardan ders çıkartmıyor. Türkiye’yi nasıl bir maliyetle karşı karşıya bıraktığını görmüyor. Bu politikalar onlarca yıldır sürdürüldü ama kimse sonuç almadı. Eğer böyle güç kazanacağını düşünenler varsa; özellikle onlara DEM Parti adına sesleniyorum; böyle, olsa olsa sonunuzu hızlandırabilirsiniz. Kürt düşmanısınız. Bunu bu şekilde adlandırmak zorundayız. Doğru bir haliyle ifade etmek zorundayız.

Neden iktidara sesleniyoruz; çünkü bu ülkeyi siz yönetiyorsunuz. Olan biten her şeyin sorumlususunuz. Bugün yaşadığımız tablonun da sorumlusu sizsiniz. Günlük yaşamı üzerinden Kürtlere suç icat ediliyor. Böyle yaparak ırkçılık da normalleştirilmeye çalışılıyor. Günlük hayatın parçası rutiniymiş gibi bir algı yaratılmaya ve örülmeye çalışılıyor. Bu çok tehlikeli bir algı yaratma girişimdir.

Mersin’den Hakkari’ye Siirt’ten Aydın’a farklı kentlerde süren yeni bir operasyon, süreç başlatıldı. Ne hikmetse Kürtlerin katıldığı düğünlerin, sokak etkinliklerinin görüntüleri taranıyor, bulunuyor, yine ne hikmetse sosyal medyada paylaşan, bunu arayan, tarayan, bulan ve şimdi nedense bir anda bunu bir şekilde servis eden bir akıl çıktı ortaya. Görüntülerin bazıları bugünlere, bazıları da geçmişe ait. Kadınlar, gençler,  halay çektikleri için Kürtçe şarkı eşliğinde eğlendikleri için düğüne katıldıkları için tutuklanıyorlar. Onlarca insan şu anda tutuklu. Sebebi halay çekmişler. İstedikleri Kürtçe şarkı eşliğinde halay çekmişler. Ne yapalım? Sizin verdiğiniz playlistlerle mi halay çekelim? Bu mudur Türkiye’nin geldiği nokta. Hani siz nefret suçunu kaldırmıştınız?

Bakın tüm Türkiye kamuoyuna hatırlatayım. Bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Türkçenin yanı sıra başka dil ve lehçeleri öğrenme fırsatı verdik’ diyor. Böyle mi öğrenme fırsatı verdiniz. ‘Bu dillerde siyasi propaganda yapma olanağı sağladık’. ‘Onlara radyo ve televizyon açtık’ diyor. Bitmiyor; ‘Kürtçe yasaklanmış mıydı’ sorusuna ‘Evet yasaktı. Bugün Kürt vatandaşlarımız ve kardeşlerimiz Kürtçe her türlü siyasi propagandayı yapabilirler.

Biz bu yolu açtık. Nefret suçu ilk kez dönemimizde ceza mevzuatına girdi’ diyor. Peki bugün yapılan nedir? Bu arada hatırlatalım, bugün bunu savunanlar, buna sessiz kalanlar, görmezden gelenler, duymazdan gelenler, daha dün 31 Mart yerel seçimlerinden önce her yerde Kürtçe şarkılarla sözüm ona partilerinin propagandalarını yapanlar. Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yöneticileri milletvekilleri aday adayları. Niye Kürtçe şarkılar eşliğinde propaganda yaptınız?

Ceza mevzuatımıza yeni bir şey daha girmiş. Kürt olmak suçtur. Dilini konuşamaz, halayını çekemez, seçilemez… Demek ki ceza mevzuatına nefret suçu Kürtler ve diğer halklar hariç şekilde girmiş.

Halay videosunda gözaltı ve tutuklama gerekçeleri arasında sayılan sloganlar var. Mesela ‘Bijî Serok Apo’ demek. Bu bir hakikat. Bir gün bir şarkıda, bir gün sloganda, bir gün bir halayda, bir gün yürüyüşte, toplumsal etkinlikte, bir gün bir siyasi arenada ama mutlaka hakikat bir şekilde karşınızı çıkar. Bugün çıktığı gibi. Bir kere bu sloganı atmak suç değil. Bununla ilgili AYM, Yargıtay ve AİHM kararları var. Bu karalara göre bu sloganı atmak ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriliyor.

Buradan Türkiye kamuoyunu bir çağrı yapmak istiyorum. Gelin hep birlikte bu halayı büyütelim. Nasıl ki Karadeniz horondan vazgeçmez, Ege zeybekten vazgeçmez, Kürtler de halaylarından vazgeçmeyecekler. O yüzden bu halayı hep birlikte büyütelim, bu halaya birlikte duralım.

Yalnızca halay mı? Kütlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları bölgelerde yani Kürdistan coğrafyasında yollardaki yaya uyarı işaretleri, yazıları levhaları bunlara da tahammül edilmiyor. Bunları Türkiye 90’lı yıllarda da yaşadı. Yeşil sarı kırmızı renkli bahçelerin peyzaj düzenlemesine bu ülkede, üstelik Ankara’da müdahale etmek istendi. Bu renkler yıllarca yasaklandı. Puşi, slogan, renkler yasaklandı. Ne oldu? İktidar bloğuna sesleniyoruz. Kendi iktidar kavganızı Kürtler üzerinden yapmayınız. Toplumu tehlikeli bir ayrışmaya sürüklüyorsunuz. Çözümsüzlük politikalarını peşinde sürüklenerek kendi sonunuzu yaratmayın. Tutukladığınız bu suçsuz insanları serbest bırakın.

“Mücadelemize devam edeceğiz”

Günlerdir insanlar ayakta, bu katliam yasasına ilişkin itirazlarını yükseltmeye çalışıyorlar. Biz DEM Parti olarak bu yasa teklifi gündeme geldiği andan bugüne kadar, buna karşı hem Mecliste hem sokakta mücadele ettik. Bu yasayı belediyelerimizin uygulayacağını açıkladık. Buna rağmen Silvan’dan gelen bazı görüntülerle sosyal medyada DEM Parti’nin verdiği bu mücadele manipüle edilmeye çalışılıyor.

Farklı bir şekilde gösterilmeye çalışılıyor. Hayvan hakları aktivistlerine DEM Parti olarak bir kez daha söylüyoruz; biz bu yasaya karşı mücadelemize devam edeceğiz. Bu yasayı uygulamayarak bu mücadeleye devam edeceğiz. O yüzden şu anda sokakta Silvan’da hayvanlar toplanıyor ve barınaklara götürülüyor şeklinde yayılmaya çalışılan ve özellikle sosyal medyada manipüle edilmeye çalışılan bu haberin doğru olmadığını söylemek isterim. Barınaklara tedavi için götürülüyorlar.”

Paylaşın

Belediyelerin Yüzde 90’ı SGK’ya Borçlu

Belediyelerin SGK’ya borçları konusunda açıklamalarda bulunan CHP’li Hasan Öztürkmen, “Sayıştay hemen her yıl SGK’ya ilişkin raporlarında, belediye borçlarına dikkat çekmiş… Anlaşılan, belediye kaynaklarının borç ödemeye değil, yandaşlara akması tercih edilmiş!” dedi ve ekledi:

“CHP’nin son yerel seçim zaferinin ardından Erdoğan’dan gelen bu hamle dikkat çekicidir. Hayvan katliamı yasasını belediyeler eliyle yürütme hedefi ve yöneticilere hapis cezası zoruyla kararı uygulatma çabası da halkla CHP’li belediyeleri karşı karşıya getirme planının bir ürünüydü. Erdoğan’ın genel seçimlere CHP’yi belediyeler üzerinden kuşatarak girme hazırlığı açık seçik görülmektedir.”

Öztürkmen, açıklamasının devamında, “Açık bir şekilde belediyelerin devlete olan borçları ödenmemiş. Sayıştay, ezici çoğunluğu AKP’li olan belediyelerin oluşturduğu borçların ödenemez duruma geldiğini raporlarla her yıl iktidarın önüne koymuş. Ancak hiçbir adım atılmamış. Anlaşılan Erdoğan, belediye kaynaklarının borçlar için değil yandaşlar için kullanılmasını uygun görmüş! Şimdi belediyeler CHP’ye geçince hesap kesmeye çalışıyor. ‘Erdoğangiller yer içer hesabı CHP öder…’ Yok öyle dava! Ne partimiz ne de halkımız buna izin vermeyecektir.” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Gaziantep Milletvekili Hasan Öztürkmen, belediyelerin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) borçlarına ilişin açıklamalarda bulundu. Öztürkmen’in Sayıştay raporlarını inceleyerek yaptığı açıklamaların tamamı şöyle:

“22 yıldır yönettikleri belediyeleri borç batağına sürükleyen Tayyip Erdoğan iktidarı, belediyeler CHP’ye geçince aniden SGK borçlarını hatırladı!  ‘Müflis esnaf eski defterleri karıştırırmış’ misali Erdoğan, bir taşla birkaç kuş vurmak niyetiyle, bir yandan boşalttıkları devlet kasasını doldurmak; diğer yandan CHP’li belediyelerin kaynaklarını hizmete değil SGK’ya aktarmasını istiyor. Bunun sonunda “CHP’li belediyeler halka hizmet götüremiyor” diyecek. Erdoğan’ın bu çıkışında samimiyet aramak mümkün değil.

Değil çünkü, incelediğimiz Sayıştay raporları, her yıl belediyelerin hem Hazine’ye hem de SGK’ya olan borçlarının artarak biriktiği konusunda uyarıyor ve “Önlem alınmazsa bir süre sonra alacakların bütçe imkanlarıyla tahsil imkanının ortadan kalkacağı değerlendirilmektedir” deniliyor. Örneğin 2017 yılında toplam 1397 belediyeden 1084’ü SGK’ya borçlu. Ancak Erdoğan kılını kıpırdatmıyor. Çünkü bu belediyelerin yaklaşık yüzde 80’i AKP’nin elinde…

Sosyal Güvenlik Kurumu 2017 yılı Sayıştay Düzenlilik Denetim Raporu’nda, belediyelerin SGK’ya prim borçlarının tahsil edilemediği tespiti yer alıyor ve şu ifadeler kullanılıyor:

“30 büyükşehir belediyesi, 519 büyükşehir ilçe belediyesi, 51 il belediyesi, 400 ilçe belediyesi ve 397 belde belediyesinden oluşan toplam 1397 belediyeden 1084’ünün Sosyal Güvenlik Kurumu’na olan toplam 8.784.476.879,43 TL prim borcunun tahsil edilemediği görülmüştür.”

Sayıştay raporundan görüldüğü üzere 2017 yılında, belediyelerin yaklaşık yüzde 90’ı SGK’ya borçlu. Raporda açıkça, “Belediyeleri borçlarını ödemeye zorlayıcı hükümler içeren bir kanuni düzenleme yapılmasına ihtiyaç olduğu değerlendirilmektedir” uyarısının yer almasına rağmen AKP iktidarı hiçbir adım atma gereği duymuyor!

Peki, 2017 yılında, İller Bankası’nın borçlu belediyeler listesinde başı hangi belediyeler çekiyor?

Listenin ilk beşinde AKP’li belediyeler yer alıyor. En çok kredi borcu 1 milyar 73 milyon lira ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ait. Bursa’nın ardından AKP’li Fatma Şahin’in başkanı olduğu Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, 821 milyon lira ile en çok borcu olan belediyeler arasında geliyor. AKP’li Zeki Toçoğlu’nun başkanı olduğu Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin 805 milyon, Tahir Akyürek’in başkanı olduğu Konya Büyükşehir Belediyesi’nin 699 milyon, Menderes Türel’in başkanı olduğu Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin ise 614 milyon lira kredi borcu olduğu belirlendi.

AKP’li 5 belediyenin, 2017 yılında İLBANK’a toplam kredi borcu 4 milyar 12 milyon lira olarak kayda girmiş. O dönem AKP yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tek başına toplam borcu ise 4.6 milyar TL!

Sayıştay’dan uyarı

Sayıştay raporlarına göre, 2018, 2019 ve 2020 yıllarında belediyelerden tahsil edilemeyen SGK alacak miktarında ciddi artışlar dikkat çekiyor. 2020 yılında 5.962.888.297,62 TL tutarında prim alacağı tahsil edilememiş. 16.02.2021 tarihi itibari ile SGK’nın belediyelerden alacak miktarı 23.664.776.674,72 TL’ye ulaşmış durumda.

Sosyal Güvenlik Kurumu 2020 Yılı Sayıştay Düzenlilik Denetim Raporu’nun 32. sayfasında belediyelerin SGK borçlarına ilişkin aynen şöyle denilmektedir: Kurumdan alınan veriler incelendiğinde bazı belediyelerin prim ödememe hususunu alışkanlık haline getirdiğini ve Kurumca alacakların tahsil ve takip yöntemlerinin etkin bir şekilde işletilmediğini göstermektedir. Nitekim bir süre sonra alacakların bütçe imkânlarıyla tahsil imkanının ortadan kalkacağı değerlendirilmektedir.

Geliyoruz 2022 yılına… Sosyal Güvenlik Kurumu 2022 Yılı Sayıştay Düzenlilik Denetim Raporu’na göre, belediye ve bağlı şirketlerin SGK’ya olan prim ve prime bağlı borçları 38 milyar TL’yi aşmış. Tam rakam 38.669.506.685,00 TL.

SGK’nın 2022 yılında yaklaşık 1 trilyon 42 milyar TL bütçe geliri olduğu düşünüldüğünde; belediye, bağlı kuruluş ve belediye şirketlerinin borç tutarı SGK’nın 2022 yılı gelirlerinin yaklaşık yüzde 4’üne denk düşmektedir. Kaldı ki, bu kuruluşların idari para cezası ile gecikme zamları ve dolaylı olarak prim borçların tahsil edilememesi nedeniyle mahrum kalınan devlet katkısı da dikkate alındığında bu oranın daha da artacağı açıktır.

Onlarca ilden farklı örnekler gösterilebilir ancak AKP’li Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin durumu ders niteliğinde. Bugün en borçlu belediyeler arasında yer alan Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin meclis üyelerinden aldığımız bilgiye göre belediyenin toplam borcu 14 milyar TL’yi aşmış durumda. Üstelik bu zarar, Sayıştay denetçilerinin ısrarlı uyarılarına rağmen yıldan yıla büyüyerek oluşmuş.

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi 2021 Yılı Sayıştay Düzenlilik Denetim Raporu’nun 31. sayfasında belediyenin nasıl açıktan zarara uğratıldığı çarpıcı bir şekilde şöyle anlatılmaktadır: Büyükşehir iktisadi teşebbüsleri genel itibarıyla her yıl ciddi miktarda zarar etmekte diğer taraftan bu şirketler için muhtelif sebeplerle sermaye artırımına gidilmekte ve şirketlerin personel sayıları her yıl yükselmektedir.

İdarenin iştiraki olan şirketlerin son 6 yıldaki kar/zarar durumu, sermaye ve personel artışlarının incelenmesi neticesinde; ayrıntıları aşağıdaki tabloda görüleceği üzere, İdarenin iştiraklerinde 2016 yılında toplam personel sayısı 1236 iken 2021 yılında 6443 kişiye ulaşmıştır.

Diğer taraftan bu iştiraklere 6 yıllık dönemde sermaye artışı (eski ve yeni kurulan şirketlerin kuruluş sermaye rakamları gözardı edilmiştir) için toplamda 353.605.987,50 TL aktarıldığı, bu iştiraklerin 6 yıllık toplam zararının (kâr rakamları düşüldükten sonra) ise 222.305.906,31 TL olduğu tespit edilmiştir.

Her ne kadar sermaye artış kararlarında iştiraklerin faaliyet alanının genişlemesi gibi nedenlerle artış yapıldığı ifade edilse de zarar edilen dönemler ile artış dönemleri arasındaki ilişki görülebilmektedir. Bu ise iştiraklerin zararlarının İdare kaynaklarından finanse edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu şirketlerin sürekli zarar etmesi ve sermaye artırımı yoluyla bu zararların İdare bütçesinden düzenli olarak karşılanması kamu kaynaklarının verimsiz kullanımına sebep olmaktadır.

Yine aynı raporun 35. sayfasında, borç batağındaki Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin diğer yandan bir vakfa nakti kaynak aktardığı, yani para verdiğini öğreniyoruz. Sayıştay raporunda, 11.11.2021 tarihinde söz konusu vakıfla imzalanan protokolde “ortak hizmet projesi” olmadığı için, para aktarımının hukuksuz olduğu ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun “Bütçelerden yardım yapılması” başlıklı 29’uncu maddesine aykırı olduğu açıkça belirtiliyor.  Bu kadar borca rağmen belediye kaynaklarının belirli vakıflara aktığı bu raporla sabit…

Sayıştay hemen her yıl SGK’ya ilişkin raporlarında, belediye borçlarına dikkat çekmiş. Buna rağmen AKP iktidarı, yıllardır yönettiği belediyelerin hem Hazine’ye hem de SGK’ya olan borçlarının artarak devam etmesini seyretmiş, daha doğrusu teşvik etmiş. Anlaşılan, belediye kaynaklarının borç ödemeye değil, yandaşlara akması tercih edilmiş!

CHP’nin son yerel seçim zaferinin ardından Erdoğan’dan gelen bu hamle dikkat çekicidir. Hayvan katliamı yasasını belediyeler eliyle yürütme hedefi ve yöneticilere hapis cezası zoruyla kararı uygulatma çabası da halkla CHP’li belediyeleri karşı karşıya getirme planının bir ürünüydü. Erdoğan’ın genel seçimlere CHP’yi belediyeler üzerinden kuşatarak girme hazırlığı açık seçik görülmektedir.

Açık bir şekilde belediyelerin devlete olan borçları ödenmemiş. Sayıştay, ezici çoğunluğu AKP’li olan belediyelerin oluşturduğu borçların ödenemez duruma geldiğini raporlarla her yıl iktidarın önüne koymuş. Ancak hiçbir adım atılmamış. Anlaşılan Erdoğan, belediye kaynaklarının borçlar için değil yandaşlar için kullanılmasını uygun görmüş! Şimdi belediyeler CHP’ye geçince hesap kesmeye çalışıyor. ‘Erdoğangiller yer içer hesabı CHP öder…’ Yok öyle dava! Ne partimiz ne de halkımız buna izin vermeyecektir.”

(Kaynak: Cumhuriyet)

Paylaşın

MetroPOLL Anketi: AK Parti En Düşük Oy Oranına Geriledi

MetroPOLL Araştırma Direktörü Özer Sencar, araştırmalarına göre AK Parti’nin en düşük oy oranına gerilediğini ve birinci parti olan CHP’nin yaklaşık 7.5 puan gerisine düştüğünü söyledi.

MetroPOLL Araştırma Direktörü Özer Sencar, kurumunun yaptığı son anketin sonuçlarını açıkladı.

Halk TV’ye konuk olan Sencar, araştırmalarına göre AK Parti’nin en düşük oy oranına gerilediğini ve birinci parti olan CHP’nin yaklaşık 7.5 puan gerisine düştüğünü söyledi.

AK Parti’nin bir ayda 6 puan gerilediğini belirten Sencar, “CHP şu an AK Parti’den 7 puan önde. Temmuz ayında ücretliler beklenti içindeydi hiçbir şey alamadılar. Her 100 kişiden 81’i ‘Ekonomi kötü yönetiliyor’ diyor. Ekonomi böyle giderse AK Parti’yi CHP bile kurtaramaz” dedi.

Ankete göre kararsızlar dağıtılmadan CHP’nin oyu yüzde 23.5, AK Parti’nin oyu ise yüzde 18 olarak ölçüldü. Kararsızlar dağıtıldığında ise CHP’nin oyu yüzde 33.8, AK Parti’nin oyu yüzde 26.1 olarak hesaplandı.

Şirketin haziran ayında yaptığı araştırmada CHP, AK Parti’nin yalnızca 0.4 puan önündeydi. Haziran anketiyle kıyaslandığında CHP oyunu 1 puan artırırken AK Parti ise 6.3 puan kaybetti.

Paylaşın

“İYİ Partili Bazı Milletvekilleri AK Parti’ye Geçecek” İddiası

31 Mart’ta yapılan yerel seçimlere “hür ve müstakil” giren ve seçimlerde büyük bir hezimet yaşayan İYİ Parti’de istifalara yenilerinin ekleneceği ve bazı isimlerin 14 Ağustos’ta AK Parti’ye geçeceği iddia edildi.

Politikyol’dan Altan Sancar‘ın kulislerden aktardığına göre; İYİ Parti’de Meral Akşener’e yakınlığı ile bilinen Metin Ergun, Burak Akburak, Ömer Karakaş ve Hakan Şeref Olgun’un partilerinden istifa edeceği belirtiliyor. Bu isimlerin partiden istifa etmesi halinde AK Parti’ye ye katılabileceği görüşü dillendiriliyor.

Altan Sancar’ın iddiasına benzer iddiaları Gazete Pencere yazarlarından Nuray Babacan‘da köşesine taşıdı. İktidar partisinin güçlü görünmek ve moral üstünlüğü yaratmak için ‘transfer’ kartını oynayabileceğini belirten Babacan, yazısında şu ifadelere yer verdi:

“Dikkatleri artan sorunlardan uzaklaştırmak ve partinin ilgi odağına dönüştüğünü göstermek için İYİ Parti ve Gelecek Partisi milletvekilleri ve bazı belediye başkanlarının AKP’ye geçmeleri konusunda temasların arttığı, geçişlerin AKP’nin kuruluş yıldönümünde veya TBMM’nin yeni yasama döneminde yapılacağı anlatılıyor.

Kulislerde bir süreden beri konuşulan ‘transfer’ çalışmaları, basında da zaman zaman haber konusu yapıldı. Bu konudaki çalışmalar, AKP’li siyasilere ve iş insanlarına yakın olan muhalefet milletvekilleri ve muhalefet belediye başkanlarını ‘yoklamak’ şeklinde gelişiyor.

Farklı yöntemlerle ‘ikna edilen isimler’ daha sonra partinin kurmayları ve saray kadrolarıyla görüştürülüyor. Konunun cumhurbaşkanına iletilmesi ve planlanması ise son aşama olarak hayata geçiriliyor. Bunun tam tersine, iktidar mensuplarını arayarak, zemin yoklayan ve iktidar nimetlerine dahil olmak isteyenler de var.

Son dönemlerde, parçalanma aşamasına gelen İYİ Parti’den istifa eden bazı milletvekilleri ile Gelecek Partisi’nden bazı isimlerle temasın arttığı bilgisi yoğunlaştı. Bazı belediye başkanlarının da ‘iktidar partisi mensubu başkan olmanın avantajlarını kullanmak için’ AKP kurmaylarıyla temasa geçtiği öne sürüldü.

Erdoğan’a iletildi

Konu bizim radarımıza, AKP kurmayları ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu talepleri değerlendirdiğini öğrenince girdi. Bu, transfer çalışmalarının hızlandırıldığının habercisi. Parti kurmayları, bazı belediye başkanlarının ‘iktidar partisine geçtiklerinde yerel yönetimler ile merkezi yönetim arasında daha kolay ilişki kurulacağı’ görüşünü dile getirdiklerini aktarıyor. Tersten okununca, iktidarın muhalefet belediyelerini ne kadar bunalttığının da itirafı oluyor.

Hatta, parti kurmaylarının, “Partinizden istifa edecekseniz hemen AK Parti’ye katılım olmaz. Bir süre bağımsız kalın” telkininde bulundukları da anlatılanlar arasında. Konunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aktarıldığında, “Bir süre bekleyin acele etmeyin. Bu süre içinde gerekli değerlendirmeleri yapalım. Parti programımıza uygun olanları, değerlerimize uygun olanları değerlendirelim” dediği aktarılıyor.

Bunu siyasi bir fırsata dönüştürme planı yapan iktidar partisi temsilcileri, öncelikle partinin 14 Ağustos’taki kuruluş yıldönümü kutlamalarında ‘kısmen’ de olsa katılımlar olabileceğini, ancak asıl planlamanın ekim ayında düşünüldüğünü anlatıyorlar. Parti değiştirenlerin, ilkesiz ve faydacı yaklaşımları nedeniyle ‘Fırıldak Kubilay’ olarak anılmaları büyük olasılık. Siyaseti yakından izleyenler bilir…”

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi’nden “Kürdistan” Yazılı Tişörte Cezaya Hak İhlali Kararı

Anayasa Mahkemesi (AYM), üzerinde “Kürdistan” yazısı ve “Mezopotamya Güneşi” amblemi bulunan tişört giymesi nedeniyle Abdurrahim Kılıç’a verilen cezanın Kılıç’ın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetti.

Anayasa Mahkemesi (AYM), Abdurrahim Kılıç’a 10 bin lira manevi tazminat ödenmesine de karar verdi.

Mardin’in Dargeçit ilçesinde Abdurrahim Kılıç adlı kişi hakkında üzerinde “Kürdistan” yazısı ile kırmızı ve yeşil renk şeritler arasında 21 saçaklı Mezopotamya Güneşi amblemi bulunan tişört giymesi nedeniyle dava açıldı.

Midyat Ağır Ceza Mahkemesi, 2016 yılında Abdurrahim Kılıç’ı terör örgütü propagandası yapmak suçundan 7 bin 300 TL adli para cezasına çarptırdı. Kararın gerekçesinde, “Beyaz renkli üzerinde göğsünün sağ kısmında kırmızı ve yeşil renk şerit ile bu şeritler arasında 21 saçaklı Mezopotamya Güneşi amblemi ve göğsün ön kısmında ‘Kürdistan’ yazılı olan tişörtün giyilmesinin terör örgütü propagandası suçunu oluşturduğu” belirtildi. Bu karar, Yargıtay tarafından da 2021 yılında onandı.

Bireysel başvuruyu 12 Haziran’da değerlendiren Anayasa Mahkemesi (AYM), Kılıç’ın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi. Mahkeme yeniden yargılama kararı verirken Kılıç’a 10 bin TL manevi tazminat ödenmesine de hükmetti.

AYM, yerel mahkemenin başka hiçbir gerekçeye yer vermeksizin bu cezayı verdiğini belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:

“Kararda, söz konusu amblem ve simgelerin ne anlama geldiği, herhangi bir terör örgütüyle bağlantısı olup olmadığı, şiddete yol açma potansiyelinin bulunup bulunmadığı açıklanmamıştır. Ayrıca anılan tişörtün giyilmesinin ne şekilde şiddete teşvik ettiği, şiddet ve tehdit yöntemlerini meşru gösterdiği veya övdüğü hiçbir şekilde irdelenmediği gibi somut koşullar dikkate alınarak belirli oranda tehlikeye neden olduğu veya şiddet kullanımını, silahlı direnişi ya da başkaldırıyı doğrudan veya dolaylı teşvik ettiği yönünde de herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.”

Kararda ayrıca ilk derece mahkemesinin başvurucunun mahkûmiyetinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğini ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koyduğunun kabul edilmesinin mümkün olmadığı ifade edildi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

DEM Partili Bakırhan: Bu Faşizan Zihniyeti Kabul Etmiyoruz

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Caddelerdeki Kürtçe yazılamaların silinmesi ve halay avıyla başlayan Kürt düşmanlığının bir devamı olan bu haksız, hukuksuz girişimler derhal son bulmalıdır. Arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır. Bu faşizan zihniyeti asla kabul etmiyoruz” dedi.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ise, “Van başta olmak üzere birçok ilde Kürt diline, kültürüne, kimliğine yönelik ırkçı pratiklerin sonucu olarak gelişen bu girişimleri asla kabul etmiyoruz” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, partilerinin Van il eşbaşkanlarının da aralarında olduğu çok sayıda kişinin gözaltına alınmasına tepki gösterdiler.

Tuncer Bakırhan, sosyal medya hesabından açıklamada, “Dün Van İl binamıza yapılan saldırı, gece ev baskınları ile devam etti. İl Eşbaşkanlarımız Veysi Dilekçi ve Gülşen Kurt’un da aralarında olduğu çok sayıda arkadaşımız gözaltına alındı. Caddelerdeki Kürtçe yazılamaların silinmesi ve halay avıyla başlayan Kürt düşmanlığının bir devamı olan bu haksız, hukuksuz girişimler derhal son bulmalıdır. Arkadaşlarımız serbest bırakılmalıdır. Bu faşizan zihniyeti asla kabul etmiyoruz” ifadelerini kullandı.

Saldırıların sadece DEM Parti’ye veya bir gruba yönelik olmadığını söyleyen Bakırhan, “Bu saldırılar, demokratik siyasete, farklı düşüncelere ve kimliklere yöneliktir. Bu saldırılar Van halkının iradesine yöneliktir. Bu saldırılar, Kürt düşmanlığına ve toplumsal ayrışmaya hizmet etmektedir. Bu saldırılar, bizi yıldırtamaz, bizi susturamaz! Bizler, haklı davamızdan asla vazgeçmeyeceğiz” dedi.

Gözaltılara tepki gösteren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ise, “Van başta olmak üzere birçok ilde Kürt diline, kültürüne, kimliğine yönelik ırkçı pratiklerin sonucu olarak gelişen bu girişimleri asla kabul etmiyoruz. Arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın” dedi ve ekledi:

“Halay suç değildir, Kürtçe uyarı yazısı suç değildir, basın açıklaması suç değildir. Tüm bunlar asgari demokratik haklardır. Bu akıl tutulmasından vazgeçin. Buradan sağduyulu tüm kamuoyu çevrelerine sesleniyorum: Bu keyfiyet politikaları ve aleni düşman hukukunun karşısında duralım, sesimizi yükseltelim.”

Ne olmuştu?

Van’da, sabah saatlerinde yapılan ev baskınlarında DEM Parti Van İl Eşbaşkanları Veysi Dilekçi ile Gülşen Kurt, DEM Parti Edremit İlçe Eşbaşkanı Cemil Baydar, Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma Dayanışma Birlik ve Kültür Derneği (MEBYA-DER) Eşbaşkanı Hanım Kaya, Özgür Kadın Hareketi (TJA) aktivisti Aynur Sarıca, Barış Anneleri Sarya Süer, Hazal Süer ile Münife Kaçak, Adem Onat, Fazıl Numaş, Tahir Artim ve Selma Cintan gözaltına alınmıştı.

DEM Parti Van İl Örgütü’nden edinilen bilgiye göre, gözaltı sayısı ile ilgili net bir bilgi bulunmuyor. Öte yandan, gözaltında tutulanlara 24 saatlik avukat görüş yasağı da getirildi.

Paylaşın

Erdoğan’ın İsrail Çıkışı Ne Anlama Geliyor?

Erdoğan’ın İsrail çıkışını değerlendiren Emekli Büyükelçi Şafak Göktürk, “Bu son açıklama bana göre aczin üçüncü adımı. Birincisi İsrail’le ticareti kesmek olmuştu. İkincisi Uluslararası Adalet Divanı’ndaki soykırım davasına müdahil olmaktı” dedi ve ekledi:

“Üçüncüsü de İsrail’e karşı bir şey yapabileceği iddiasını ortaya atmak oldu. Türkiye’nin böyle bir şey yapma şansı zaten yok. Bir ülkeye saldırı imasında bulunmanız çok ciddi bir durumdur ve tüm bunlar sizin arazide bir şey yapamıyor olmanızın sonucu.”

Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Karabağ ve Libya gibi İsrail’e de girilebileceği” açıklaması ile bir üst perdeye tırmandı. Uzmanlara göre bu çıkış içerideki sorunları unutturmaya yönelik olabileceği gibi geri planda kalan Türkiye’nin yumuşak gücünün (soft power) yanı sıra sert gücünü (hard power) öne çıkartması anlamı da taşıyabilir.

Erdoğan, Pazar günü AK P Rize İl Teşkilatı’nın düzenlediği toplantıda İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki saldırıları ile ilgili konuşurken “Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok” ifadelerini kullandı.

Bu sert çıkışı Erdoğan’ın iç politik amaçlı yapıp yapmadığı tartışıldığı sırada İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz, sosyal medya platformu X’teki hesabından Erdoğan’ın sözlerine Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin benzetmesiyle yanıt verdi. Katz, Erdoğan ile Saddam’ın fotoğraflarını yan yana koyarak “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in yolundan gidiyor ve İsrail’e saldırı düzenleme tehdidinde bulunuyor. (Erdoğan) Orada (Irak’ta) ne olduğunu ve bunun nasıl bittiğini hatırlamalı” ifadelerini kullandı.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı da Katz’a X hesabından “Soykırımcı Hitler’in sonu nasıl olduysa, soykırımcı Netanyahu’nun sonu da öyle olacak. Soykırımcı Naziler nasıl hesap verdiyse, Filistinlileri yok etmeye çalışanlar da öyle hesap verecek. İnsanlık, Filistinlilerin yanında duracak. Filistinlileri yok edemeyeceksiniz” ifadeleriyle yanıt verdi.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Erdoğan’ın “insanlık vicdanının sesi” olduğunu söyledi.

Erdoğan’ın İsrail çıkışının anlamı ne?

DW Türkçe’den Gülsen Solaker‘e konuşan Emekli Büyükelçi Şafak Göktürk, Erdoğan’ın bu sert çıkışını Türkiye’nin Gazze ile ilgili içine girdiği “aczin” yeni bir göstergesi olarak okuyor:

“Bu son açıklama bana göre aczin üçüncü adımı. Birincisi İsrail’le ticareti kesmek olmuştu. İkincisi Uluslararası Adalet Divanı’ndaki soykırım davasına müdahil olmaktı. Üçüncüsü de İsrail’e karşı bir şey yapabileceği iddiasını ortaya atmak oldu. Türkiye’nin böyle bir şey yapma şansı zaten yok. Bir ülkeye saldırı imasında bulunmanız çok ciddi bir durumdur ve tüm bunlar sizin arazide bir şey yapamıyor olmanızın sonucu.”

Göktürk, İngilizce’deki “strawman fallacy” şeklindeki tabiri anımsatarak Türkçe’ye “korkuluk safsatası” olarak çevrilebilecek bu tanımın bu duruma uygun düştüğünü aktarıyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Korkuluk nedir? Korkuluk sahte bir şeydir. Yani kargalar gelmesin diye koyduğunuz bir şeydir. Esas konudan saptırmak anlamında da kullanılır. İktidar hiçbir şey yapamadığı için iç kamuoyuna kendisinin hala muktedir olduğunu göstermek istiyor.”

“İsrail’e girmek” gibi diplomaside ancak belki tüm çareler tükenince yapılabilecek bir açıklamayı Erdoğan’ın Rize’de Yeniden Refah Partisi’ne karşı tabanını kaybetmemek için iç siyaset saikiyle mi yaptığına dair soru işaretleri bulunsa da uzmanlara göre bu çıkışın arkasında farklı nedenler de yatıyor olabilir.

Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Ceyhun Çiçekçi, açıklamayı doğrudan iç siyasetle alakalı olarak görmediğini çünkü yakında bir seçim bulunmadığını söyleyerek sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Karabağ ve Libya gibi verilen güçlü örneklere bakacak olursak daha ziyade devletler arası ilişkiler açısından bir el yükseltme durumunun söz konusu olduğunu düşünüyorum. Yani Türkiye’nin hem gücünü vurgulama hem belki bir caydırıcılık inşasının parçası olarak düşünülebilir.”

Türkiye ile İsrail yetkilileri ve devlet kurumları arasında bir süredir bazen sosyal medyadan da izlenebilen bir atışma olduğuna işaret eden Çiçekçi, “Kendi kitlesine hatta belki daha ziyade İslam dünyasına, özellikle de Arap dünyasına yönelik bir açıklama olarak da görülebilir. Yani Türkiye burada güçlü bir ülkedir, yaptıklarımız ortadadır gibi bir açıklama. Tabii bir parçası blöf de olabilir” yorumu yapıyor.

Çiçekçi Erdoğan’ın açıklamasının bölgedeki dengeler açısından kritiğini ise şöyle yapıyor: “Gelinen süreçte şu andaki İsrail-Hizbullah çekişmesini de düşünürsek şöyle bir durum oluştu: Türkiye’nin sert güç (hard-power) kısmında biraz geriye itilmesi. İsrail’in Gazze’yi işgal sürecinde daha çok İran ile vekilleri öne çıktı. Devamlı İran’ı ve yaptıklarını konuşuyoruz. Türkiye daha çok yumuşak güç (soft power) eksenli yürütmeye devam etti. Bu son açıklama Türkiye’nin askeri gücünü de vurgulamış oldu.”

Son haftaların Filistin ve Gazze savaşı ile ilgili bir diğer önemli gelişmesi ise El Fetih ile Hamas’ın da aralarında bulunduğu 14 Filistinli grubun Çin tarafından uzlaştırılması oldu. Çin’in arabuluculuk rolü ile gruplar arasında “Pekin Deklarasyonu” belgesine imza atılırken bu diplomatik başarının Türkiye’den değil Çin’den gelmesi de tartışmalara yol açtı.

Çiçekçi, bu tartışmaların aslında doğru bir eksende yapılması gerektiğini belirterek çünkü Çin “hegemonik” bir ligde olduğu için ancak ABD’nin rolü ile kıyaslanmasının daha doğru olduğunu ifade ediyor.

Türkiye, AKP öncesindeki dönemde uzun yıllar hem İsrail hem de Filistin’deki farklı gruplara göreceli olarak eşit mesafede olmaya çalışmış ve böylelikle aralarındaki sorunların çözümünde zaman zaman inisiyatifler alabilmişti. Ancak son dönemde İsrail ile olan kötü ilişkilerinin yanı sıra AKP iktidarı Filistin’de tarafını ağırlıklı olarak Hamas’tan yana koymuş görünüyor.

Filistinli gruplar arasında eskiden Türkiye’nin kolaylaştırıcı rol üstlendiğini hatırlatan Göktürk şöyle konuşuyor: “Bu grupları biz buluştururduk. Ancak AKP bu kantarın topuzunu çoktan kaçırdı. Filistin Ulusal Yönetimi Türkiye’deki AKP hükümetinin Hamas’la kendisi arasında tarafsız bir kolaylaştırıcı olduğunu hiçbir zaman düşünmedi. Her zaman Hamas’ı kollayan taraf olduğunu düşündü.”

Türkiye’nin konumunun eskiden daha farklı olduğunu söyleyen Göktürk, “Ankara uyuşmazlığın, ihtilafın parçası değildi. Ama şimdi hepsinin parçası oldu. Araplar arası meselelerin, Filistinliler arası meselelerin ve İsrail-Filistin uyuşmazlığının parçası haline geldi” dedi.

Mahmud Abbas ile ilişkiler neden kötü?

Erdoğan, Rize’deki konuşmasında Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas’a da tepki gösterdi. Türkiye’ye davet ettikleri Abbas’ın kendilerine olumlu bir cevap vermediğini söyleyen Erdoğan, “Davet ettiğimiz halde gelmeyen Sayın Abbas, kusura bakmasın. Önce bizden ayrıca özür dilemesi lazım. Biz de bundan sonraki süreci ona göre işleteceğiz” dedi.

Uzun yıllar Ortadoğu başkentlerinde çeşitli görevlerde bulunan Göktürk, Filistinlilerin Türkiye’ye özellikle bir mesafede durduğunu belirterek “Rasyonel olarak sağlayabilecekleri desteği almak için yaklaşırlar ama asla angaje olmazlar” diyor.

Bu arada Filistin Yönetimi’nin resmi haber ajansı WAFA’da yer alan habere göre Filistin’in Ankara Büyükelçisi Faed Mustafa, Abbas’ın yakında Türkiye’yi resmi bir ziyarette bulunmasının beklendiğini açıkladı. Ziyaretin takvimi için diplomatik kanallar aracılığıyla görüşmelerin sürdüğünü belirten Mustafa, Abbas’ın TBMM’de konuşma yapması için davet aldığını da söyledi.

Çiçekçi, Erdoğan açıklamasa Abbas’la davetle ilgili yaşanan krizin muhtemelen ortaya çıkmayacağını söyleyerek Abbas’ın bu son süreçte Filistin siyasetinde iyice marjinalize olduğunu ifade ediyor ve şöyle konuşuyor:

“Abbas’la ilgili bu meselenin ardından ‘Hamas lideri İsmail Haniye gelsin Meclis’te konuşsun’ gibi söylemler olmaya başladı. Yani belki de sonuç oraya mı varacak acaba? Çünkü 7 Ekim sonrası Hamas ciddi bir görünürlük ve destek kazandı. Türkiye Hamas’ın öne çıkmasını da hesaba katarak Abbas’ın marjinalize oluşuna bir ek yapmış olabilir.”

Hizbullah ile savaş Türkiye’yi nasıl etkiler?

İsrail’in işgali altındaki Golan Tepeleri’nde Dürzilerin yaşadığı köye yönelik saldırının ardından bölgede gerilim daha da tırmanıyor. İsrail’in Hizbullah’ı sorumlu tuttuğu olayda, köyde futbol oynayan 12 çocuk ve genç hayatını kaybederken şimdi gözler İsrail’in vereceği tepkiye çevrildi.

Çiçekçi, İsrail’in Hizbullah’a topyekun bir savaş başlatmasını ve yeni bir cephe açmasını rasyonel ve olası görmezken ancak siyaseten rasyonel olmayan adımların da atılabildiğini not ediyor. Çiçekçi sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Hizbullah ile Hamas denk değil. Hizbullah’ın elinde çok ciddi bir füze stoğu var. Böyle bir savaş olursa Tel Aviv’in kuzeyinde hayatın durması anlamı taşır. İsrail bunu göze alır mı?”

İsrail’in bundan sonraki hedefinin Lübnan ve Suriye’deki komuta merkezleri olabileceğini belirten Göktürk ise İsrail’in yeni bir cephe açması durumunda Türkiye’nin belki söylem bazında daha sertleşebileceğini ama somut olarak bir şey yapamayacağı görüşünde.

Paylaşın

Bahçeli’den İsrailli Bakan Katz’ın Erdoğan Sözlerine Sert Tepki

MHP Lideri Devlet Bahçeli, İsrail Dışişleri Bakan’ı Israel Katz’ın Erdoğan’la ilgili paylaşımına, “Cumhurbaşkanımızı hedef alan; siyasi, tarihi ve nesnel gerçeklerle asla bağdaşmayan alçak sözlerini nefretle lanetliyorum” sözleriyle sert tepki gösterdi.

Haber Merkezi / Bahçeli, ayrıca, ‘Mavi Vatan’ için ‘masal’ diyen CHP’li Namık Tan’ı hedef aldı. Bahçeli, “Mavi Vatan’a masal diyen kokuşmuş ve emperyalizmin kuklası haline gelmiş devşirme ve DEM’lenmiş siyasi defoların engellemelerine ve kaleyi içten teslim alma girişimlerine rağmen, Türkiye ve Türk milleti milli haklarını ve egemenlik hukukunu cansiperane savunmanın yanında mazlumların da sonuna kadar yanında ve yöresinde sarsılmaz yerini alacaktır. Vatana masal diyenlerin yolu batış ve mahvoluş; buna direnen ve tepki gösterenlerin istikameti de Türk ve Türkiye Yüzyılıdır.” dedi.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, sosyal medya hesabından, İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki sözlerine ve ‘Mavi Vatan’ için ‘masal’ diyen CHP’li Namık Tan hakkında açıklamalarda bulundu. Bahçeli’nin açıklamaları şöyle:

“İsrail Dışişleri Bakanı’nın, Sayın Cumhurbaşkanımızı hedef alan; siyasi, tarihi ve nesnel gerçeklerle asla bağdaşmayan alçak sözlerini nefretle lanetliyorum.

İsrail Başbakanı ile hükümetinin hangi kanlı ve karanlık izleri takip ettiğini esasen tüm dünya açıklıkla görmektedir. Soykırımcı bir yönetimin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na panikle saldırması suçluluk psikolojisinin tezahürüdür. 40 bine yakın masumu katleden İsrail yönetiminin hesap vereceği günler uzak değildir. Bu durum sadece sabır ve zaman meselesidir.

Türk milleti kenetlenmiş ve soykırımcı İsrail’e karşı kilitlenmiştir. Elbette her türlü senaryo gündemde olmalı; siyasi, stratejik ve askeri tüm hazırlıklar tahkim edilerek Türkiye’nin hafife alınacak bir ülke olmadığı isabetle teyit edilmelidir.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ise nerede durduğunu, tarih ve mazlumlar önündeki sorumluluğunu ihmalden süratle kaçınmalıdır. TBMM’ye davet edilmek, muhatabı için bir şereftir. Bu şerefi taşıyıp taşımama konusu ise Sayın Abbas’ın bileceği ve davranışıyla ispat edeceği bir husustur.

Caniyahu’nun ABD Kongresi’nde ayakta alkışlanması gerçek manada soykırımın ibrası, zulmün ifa ve icrasına rezil bir ikramdır.

Mavi Vatan’a masal diyen kokuşmuş ve emperyalizmin kuklası haline gelmiş devşirme ve DEM’lenmiş siyasi defoların engellemelerine ve kaleyi içten teslim alma girişimlerine rağmen, Türkiye ve Türk milleti milli haklarını ve egemenlik hukukunu cansiperane savunmanın yanında mazlumların da sonuna kadar yanında ve yöresinde sarsılmaz yerini alacaktır. Vatana masal diyenlerin yolu batış ve mahvoluş; buna direnen ve tepki gösterenlerin istikameti de Türk ve Türkiye Yüzyılıdır.

Türk düşmanları kaybedecek, zafer meşalesi inanan milli yüreklerin elinde parlayacaktır.”

Ne olmuştu?

AK Parti Rize İl Teşkilatı’nın bir otelde düzenlenen etkinliğinde konuşan Erdoğan, Türkiye’nin savunma sanayisinde geldiği noktaya dikkati çekip “çok güçlü olunması” durumunda İsrail’in Filistin’e yaptıklarını yapamayacağını söylerken “Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok. Sadece biz güçlü olmalıyız ki bu adımları da ne yapalım? Atalım” dedi.

Erdoğan, konuşmasında Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas’a da tepki gösterdi. Erdoğan, Türkiye’ye davet ettikleri Abbas’ın kendilerine olumlu bir cevap vermediğini söyledi. “Davet ettiğimiz halde gelmeyen Sayın Abbas, kusura bakmasın. Önce bizden ayrıca özür dilemesi lazım” diyen Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: Biz de bundan sonraki süreci ona göre işleteceğiz.

İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz, Erdoğan’ın sözlerine Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin benzetmesiyle yanıt verdi.

İsrail Dışişleri Bakanı Katz, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in yolundan gidiyor ve İsrail’e saldırı düzenleme tehdidinde bulunuyor. (Erdoğan) orada (Irak’ta) ne olduğunu ve bunun nasıl bittiğini hatırlamalı” dedi. Israel Katz, mesajında Erdoğan ve Saddam Hüseyin’in yan yana fotoğraflarını da paylaştı.

Namık Tan ne demişti?

CHP Milletvekili ve Dış Politika danışmanı Namık Tan Somali tezkeresinin görüşmeleri sırasında, “Yeri geldi, Osmanlı’yı ihya hayalleri kurdu. Sınır ötesi harekatlarla yetinmedi. Deniz aşırı maceralara yeltendi. Bir ara tutturduğu Mavi Vatan masalından o da koşulların zorlamasıyla yani ekonominin iflası kapıya dayanınca neyse ki oldukça çabuk yüz geri etti” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

AK Partili Galip Ensarioğlu: Milliyetçilik Büyük Tehdit

Milliyetçiliğin büyük tehlike olduğuna dikkat çeken AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, “Farklı etnik grupların olduğu bir ülkede milliyetçilik üzerinden karıştırmak her zaman karşı milliyetçilikleri de kışkırtır ve tahrik eder. Bu da Türkiye toplumunu böler ve üzer” dedi ve ekledi:

“O yüzden daha dikkatli olmak lazım. Hele devlet yetkileri daha ağır başlı, daha hukuk çerçevesinde, her şeyi hukuk içinde yapması lazım. Yoksa herkes istediği dilde halay çeker ama o halaylarda suç sayılan bir takım şeyler, sloganlar varsa devlet müdahale edecekse de hukuk çerçevesinde müdahale edecek.”

AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, Amida Haber’e Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çekenlerin tutuklanması ile Van ve Diyarbakır’da Kürtçe yazılan “Önce Yaya” uyarı yazılarının silinmesine ilişkin konuştu.

Diyarbakır’ın farklı noktalarındaki yazıların silinmesini doğru bulmadığını belirten Ensarioğlu, “Trafikte dikkat çekmek için yazılan yazılar. Burada yasadışı bir durum yok. Yasa dışı olmayan hiçbir uygulamaya kimsenin müdahale etme hakkı yok” ifadelerini kullanan Ensarioplu “Bununla ilgili Diyarbakır Valisi ve Emniyet müdürü ile görüşeceğim. Bakalım nedir, haberleri var mı? Kimdir bunları yapan? Nasıl oluyor? Hepsini görüşeceğim. Bu işleri karıştırmanın, köpürmenin kimseye faydası olmaz. Yani yasal olan her şeye, herkes riayet edecek. İlgili kurumlarla görüşeceğim, bu soruşturulmalı. Bizde kendi açımızdan soruşturuyoruz” dedi.

Türkiye’nin farklı illerinde halay çeken kişilerin gözaltına alınıp tutuklanmasını da değerlendiren Galip Ensarioğlu, “Kürtçe, Zazaca, Türkçe veya başka dilde halay, her neyse bunun hiçbir yasa dışılığı yok. Ancak bazı videolarda halaylar çekilirken yasa dışı sloganlar atılmış. Buna hukuk çerçevesinden müdahale ediliyorsa bir sorun yok. Ancak hukuk çerçevesinde müdahale ederken polis otosunda ‘Ölürüm Türkiyem’ müziği çalıp yeni bir karşı milliyetçilik veya toplumu geren, rahatsız eden birtakım uygulamalardan da yetkililerin, devlet görevlilerin de kaçınması lazım”

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın “Ölürüm Türkiye’m müziğini duyunca yüreğim kıpır kıpır oluyor” sözlerinin hatırlatılması üzerine AK Partili Galip Ensarioğlu, “Bunu bir karşı milliyetçilik, kışkırtma, tarik ve toplumu gerecek, karıştıracak bir şeye sebep olacak şekilde yapmak doğru değil. Yoksa ‘Ölürüm Türkiye’m’ güzel türkü eyvallah, diyecek bir şey yok. Ancak toplumu çatıştıracak, gerecek şeylerden uzak durmak lazım” uyarısında bulundu.

“Milliyetçilik büyük tehdit”

Milliyetçiliğin en büyük tehlike olduğuna dikkat çeken Ensarioğlu, “Farklı etnik grupların olduğu bir ülkede milliyetçilik üzerinden karıştırmak her zaman karşı milliyetçilikleri de kışkırtır ve tahrik eder. Bu da Türkiye toplumunu böler ve üzer. O yüzden daha dikkatli olmak lazım. Hele devlet yetkileri daha ağır başlı, daha hukuk çerçevesinde, her şeyi hukuk içinde yapması lazım. Yoksa herkes istediği dilde halay çeker ama o halaylarda suç sayılan bir takım şeyler, sloganlar varsa devlet müdahale edecekse de hukuk çerçevesinde müdahale edecek” şeklinde konuştu.

Paylaşın

Babacan: Erdoğan, Sorunları Çözmek Yerine Siyasi Oyunlarla Vakit Geçiriyor

Gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “Cumhurbaşkanı bir parti genel başkanı olarak, sürekli günlük siyasi oyunlarla zamanını geçiremez. Sürekli ‘konuşalım, açıklama yapalım, algı yönetelim’ çabasında” dedi ve ekledi:

“Önce kolları sıvayıp sorunları çözmek için oturması lazım. Başarısızlık olursa Bakan’ı at, yerine başka Bakan getir. Hani Bakanlıklar sadece icra birimi miydi? Komisyonlar ne yapıyor? İnsanlar bunu unutuyor. Tamamen algı yönetimi ile iyi bir şey olursa Cumhurbaşkanı yaptı, kötü bir şey olursa başkası yaptı algısı oluşturuluyor.”

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Ekol TV’de Sorgusuz Sualsiz programında Armağan Çağlayan’ın sorularını yanıtladı. Programda devam eden ekonomik krize, Suriye sorununa ve iktidarın dış politikasına değinen Babacan şunları söyledi:

Ekonomi yönetiminde 10 kilit görev vardır. Onları hemen değiştirir, işinin ehli olanları yönetime koyarım. Haftada iki kez, ikişer saatlik toplantılarla ekonomiyi iki yılda düzeltirim. Geri kalan vaktimi yargı reformuna, eğitim sistemine harcarım. Erdoğan’ın günlük siyasi oyunlardan ülkeyi yönetmeye vakti kalmıyor.

Bizim kurduğumuz sistemde Merkez Bankası ayda üç defa enflasyon ölçerdi. Daha erken tedbirler alırdı. TÜİK ile MB arasında büyük farklar çıkarsa arka planda oturur konuşurlardı. Milletvekilimiz Burak Bey, Merkez Bankası Başkanına bu durumu sordu. Başkan, bizim milletvekilimize ‘benim dönemimde fazla fark yok’ demiş. Yani eski dönemlerde bir sorun var.

Rejim ile bir şekilde konuşmak şart. Suriye sorununun çözülmesini istiyorsak Esad ile görüşme sağlanmalıdır. Ancak yetmez. Çünkü Suriye birçok terör örgütünün cirit attığı ülke oldu. Bunun yanında Rusya faktörü dâhil oldu. Suriye topraklarının büyük bölümü ABD teşviği ile PYD-YPG kontrolünde. Ve İran da mutlaka resmin içine koyulmak zorunda. Şii Hilali dediğimiz hat boyunca İran’ın kontrol ettiği farklı silahlı güçler var. Bu gerçekleri görmeden Suriye sorununu çözmek yine mümkün değil.

Türkiye olarak, birinci hedefimiz sınırlarımızın güvende olmasıdır. Terör tehdidi varsa sınırın bir miktar ötesinde olabilmeliyiz. Ama bu askeri varlık komşu topraklarına göz dikmek olarak algılatılmamalıdır. Bu endişeleri tetikleyecek söylem ve aksiyonlardan geri durmak lazım. Öncelikle hudut güvenliği sağlanmalı ve hemen ardından Suriyelileri kendi topraklarında tutmalıyız.

Bir yerden başlamak zorundayız. Katıldığım tüm uluslararası toplantılarda uzmanlar şu anki tabloyu, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı öncesindeki tabloya benzetiyorlar. Dünyada çatışmalı bölgeler çoğalıyor. Hazırlıklı olmalıyız. Dolayısıyla ilk önce komşularla sorunların hızlı şekilde çözülmesi lazım. Yakın kuşağımızın geleceğini teminat altına almalıyız. Bu doğrultuda Türkiye diplomasiyi hızlı şekilde çalıştırmalıdır ve Esad ile anlaşmalıdır.

Aksi halde konuşmaktan kaçarlar. Çünkü dış politikada zikzak yapan bir iktidar var. ‘İlişkimizi bozdun yarın tekrar bozmayacağının garantisi yok’ diyebilirler. Dolayısıyla muhalefetin de sürece dâhil edilmesi lazım. CHP Genel Başkanı Özgür Bey’i buna teşvik ettim; Esad ile görüşme planlarının kıymetli olduğunu söyledim.”

“2008 krizi geldiğinde ekonomimiz sapasağlamdı”

Ekonomik krizlerin uzun vadeli tedbirlerle önleneceğini kaydeden Babacan, ”Ekonomik krizin sebebi çok net bir ifade ile kötü yönetimdir; yanlış kararlar ve zamanında alınmayan tedbirlerdir. Zamanında tedbirler alırsanız kriz yaşamazsanız. 2008 krizi bütün coğrafyayı sardı ama bizi teğet geçti. Çünkü ben ekonominin başında olduğum dönemde, bünyemizi sağlamlaştırdım, tedbirler aldım. Sıfırdan konut kredisi ve bankacılık kanunu çıkarttım. Kamu borcunu tasarrufla milli gelirin yüzde 77’den yüzde 27’sine düşürdüm.

Bunu bütçe açıklarını ve faizi düşürerek yaptık. Ve kriz gelip vurduğunda komşuda bankalar battı bizde ise sapasağlamdı. Dolayısıyla anlık değil zamanında alınan tedbirler krizleri önler. Zamanında yapılan yanlış işler nedeniyle bugün kriz yaşıyoruz. Zamanında Erdoğan ‘Ben ekonomistim, Nass var’ dedi. ‘Bu can bu tende olduğu sürece faiz artmaz; indi daha da inecek’ dedi. Bilime, Allah’ın verdiği akla aykırı işler yaptı ve enflasyon patladı. Kötü yönetimin kötü kararları nedeniyle milyonlarca insan refah kaybı yaşıyor; sabit gelirli herkes leşti.” dedi.

Ekonomiyi yönettiği dönemde TÜİK’i bağımsız hale getirdiğini dile getiren Babacan, şunları kaydetti: “Eski adı Devlet İstatistik Enstitüsüydü. Kanunla TÜİK’i Merkez Bankası gibi bağımsız hale getirdim. Ancak şu an tek imza ile KHK çıkıyor; tüm bağımsız kuruluşların başkanları performans gerekçesi ile Cumhurbaşkanı imzası ile görevden alınacağına yönelik düzenleme yapıldı. Ne TÜİK’in ne Merkez Bankası’nın bağımsızlığı kalmadı. O günden beri TÜİK büyük bir kuşku alanı oldu. Gerçek rakamlarla TÜİK rakamları ile en büyük farklar, damat döneminde başladı.

Ekonomiyi algı yönetimi ile yöneteceklerini sandılar. TÜİK enflasyonu düşük göstermeye başladı. Yalancı bahar oluşturmaya çalıştılar ama kara kışı milletimiz çarşıda ve pazarda gördü. Hiçbir kritere bağlı olmadan vatandaşlık dağıtırsanız, kalanlar gitmez. ‘Belki tombala bize de vurur’ diye ülkesine dönmez. Bu istisnai vatandaşlık uygulamasını kaldıracağız. Parti olarak adım adım bu sorunun nasıl çözüleceğini ortaya koyduk, çok hazırlıklıyız bu konuda.

Kayseri ve Suriye’deki eş zamanlı olaylara dikkat çeken Babacan, “Sekiz sene MGK üyeliği yaptım. Toplumsal olayların doğal akışı nasıl seyreder bilirim. Kayseri ve Suriye’deki eş zamanlı olaylar normal değildir. Toplumda hassasiyet yükseldi ve bu kötüye kullanıldığı zaman iş kötü yerlere gider. Herkes beyanlarında sorumlu davranmalı, ‘Bir laf edeyim: Herkes bana baksın, popülarite kazanayım’ diyerek hareket edilemez. Çoğu parti ‘anketlerde yüksek çıkayım’ diye bu sorunu dile getiriyor. Biz bilinçli muhalefet yapıyoruz. Eğer bir partinin hazırlığı varsa getirsin, iddialıyım bizimki gibi çalışmaları yok. Ama herkes konuşuyor. Oy uğruna cambazlık yapıyor. Hem o insanlara yazık hem bizim insanımıza yazık. Çözüm odaklı çalışmalar yapmalıyız.” değerlendirmesinde bulundu.

Babacan, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Suriye ile iyi ilişkiler geliştirmede çok emeği olduğunu ifade ederek, “Antep’teki vatandaşlarımız Suriye’de öğlen yemeği yeyip gelirlerdi. Şimdi tablo çok farklı” dedi.

Sınırlara mayınlar döşemek yerine ekonomide refah alanı oluşturulması gerektiğini vurgulayan Babacan, şunları söyledi: “Bizim o zamanki bakışımız komşularla iyi ilişkiler kurmak ve sorunların barışçıl yoldan çözülmesiydi. Sınırlara duvarlar ve mayınlar döşemek yerine ‘ekonomide refah alanı oluşturalım ve herkes zenginleşsin’ diye hareket ettik. O zamanki Dışişleri Bakanı Muallim ile her gün cep telefonundan konuşurduk. Antep’teki vatandaşlarımız Suriye’de öğlen yemeği yeyip gelirlerdi. Şimdi tablo çok farklı.

“Cumhurbaşkanı ‘algı yönetelim’ çabasında”

Artık Külliye’de politika kurulları var. Örneğin Erdoğan, 2018’den beri kaç kez sağlık kuruluna başkanlık etti. ‘Arkadaşlar gelin bakalım, ne yapıyoruz sağlıkta’ demiş mi? Ya da eğitimde bunu yapmış mı? Cumhurbaşkanı bir parti genel başkanı olarak, sürekli günlük siyasi oyunlarla zamanını geçiremez. Sürekli ‘konuşalım, açıklama yapalım, algı yönetelim’ çabasında. Önce kolları sıvayıp sorunları çözmek için oturması lazım. Başarısızlık olursa Bakan’ı at, yerine başka Bakan getir. Hani Bakanlıklar sadece icra birimi miydi? Komisyonlar ne yapıyor? İnsanlar bunu unutuyor. Tamamen algı yönetimi ile iyi bir şey olursa Cumhurbaşkanı yaptı, kötü bir şey olursa başkası yaptı algısı oluşturuluyor.”

Paylaşın