Ekrem İmamoğlu’ndan “Suriyeliler” Açıklaması: Dönmek İsteyenlere Desteğe Hazırız

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Bugün 2 milyona yakın Suriye vatandaşına ev sahipliği yapan İstanbul, savaştan çıkan kentlerin sosyal ve ekonomik gelişmesinde Suriye’ye en üst düzeyde destek olmaya kararlıdır” dedi ve ekledi:

“Sevdiklerini, evlerini ve tüm mal varlıklarını bırakacak çevre ülkelere giden Suriyeliler yeni bir bedel ödememeli. Bu yüzden geri dönerek ülkelerini yeniden inşa etmek isteyenlere elimizden gelen her türlü desteğe hazırız.”

Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirlerinin belediye başkanları ve temsilcileri “barış ve işbirliği” başlığıyla İstanbul’da bir araya geldi. Etkinliğe ev sahipliği yapan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Suriye’de yaşanan gelişmelere değindi.

Cumhuriyet’in aktardığına göre; Ekrem İmamoğlu, ODKA açılış konuşmasında şunları söyledi: “Sizleri bugün, İstanbul’da, tarihin mirası ile günümüzün dinamizmini bir araya getiren Feshane’de bulunuyoruz. 19. yüzyılın ilk yarısında fes imâl eden bu sanayi tesisi, bugün kütüphanesi ve sergi alanlarıyla bir kültür merkezi. Feshane de İstanbul gibi, bölgemizin kültürel zenginliğini, direncini ve kendini yenileyebilme gücünü simgeliyor. Bugün, Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirlerinin temsilcileri olarak, barış ve iş birliği vizyonuyla bir araya geldik.

Çünkü yoksulluk, adaletsizlik, savaş ve göç gibi sınır aşan pek çok sorunun birlikte yaşandığı bu dönemde, biz yerel yöneticilere tarihi bir sorumluluk düşüyor. Ukrayna’da, Gazze’de, Lübnan’da ve Suriye’de yaşananlar, bize önemli bir gerçeği bir kez daha hatırlatıyor: Komşumuzda istikrarsızlık ve çatışma varken, biz ne refah ne de güven içinde olabiliriz. Bu nedenle birlikte hareket etmeliyiz. Yalnızca krizleri yönetmekle kalmamalı, şehirlerimizde yaşayanların refahını arttıracak bir gelecek vizyonu ortaya koymalıyız.”

“Bugün karşılaştığımız zorluklar ne olursa olsun, unutmayalım ki, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın tarihsel mirasında barış, refah ve bilimin önemli bir yeri vardır.  Hep var olmuştur. Bu miras, bize, bölgemizin en parlak dönemlerinin yalnızca güçlü liderlere değil, şehirleri, toplumları ve kültürleri birbirine bağlayan ilişkilere dayandığını hatırlatır. Örneğin; İskenderiye’nin ünlü kütüphanesi, farklı medeniyetlerin bilgisine ev sahipliği yaptı. Aynı dönemde, Bergama’da da rakip bir kütüphane kuruldu.

Tarih, bu dönemlerde şehirlerin, orduları ile değil, kütüphaneleriyle yarıştıklarına tanık oldu. Abbasi Halifeliği’nin Bağdat’ı, bilginin ve bilimin merkeziydi. Beyt-ül Hikme’de üretilen bilgi, yalnızca İslam dünyasını değil, Avrupa Rönesansını da besledi. Osmanlı İmparatorluğu ise, merkezi İstanbul olmakla birlikte, gücünü Halep, Şam, Bağdat, Kahire, Tunus gibi çok kültürlü şehirlerin oluşturduğu ağlardan aldı. Bu şehirler, Doğu Akdeniz’den Balkanlar’a, Karadeniz’den Hint Okyanusu’na halkları ve ekonomileri birbirine bağlayan köprüler oldu.”

“Suriye çok ağır bir bedel ödedi”

“Bugün burada, bu iş birliği ve ilişki ağlarını yeniden nasıl canlandırabileceğimizi birlikte konuşacağız. Elbette barışı korumanın kolay olduğunu kimse iddia edemez; özellikle de günümüzde. Güney komşumuz Suriye’de, 61 yıllık Baas rejiminin 10 gün içinde yıkılışını izledik. 13 yıllık iç savaş sürecinde, Suriye çok ağır bir bedel ödedi. 600 bine yakın Suriyeli, ne yazık ki iç savaşta hayatını kaybetti.

Nüfusun yarısından fazlası yerlerinden edildi; ya ülke içinde ya da Türkiye, Lübnan, Ürdün başta olmak üzere, komşu ülkelerde farklı şehirlere sığındılar. Altyapı, yollar, hastaneler, okullar tahrip edildi; ekonomi, eğitim ve sağlık sistemi çöktü. Suriye halkı, bir savaş travması ve belirsizlik içerisinde.”

“Suriye’deki yıkımın sorumlusu, yalnızca halkına baskı yapan ve yıllarca sıkıntı çektiren, halkını yok sayan bir otokratik rejim değildir. Suriye’nin bugünkü durumu, aynı zamanda ülkenin etnik ve dini farklılıklarını çıkarları için kullanan, bir taraftan Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsedip, diğer taraftan ülkeyi parçalamaya uğraşanların eseridir. Büyük bir direnç gösteren, kendi kaderine sahip çıkan Suriye halkı, şimdi ülkelerini ve demokratik kurumlarını yeniden inşa etmek için çalışacak.

Yapmak, yıkmaktan çok daha zordur. Önümüzde çok çetin bir süreç var. Temennimiz ve arzumuz, Türkiye için neyse Suriye için de odur: Özgür, bağımsız, kapsayıcı ve demokratik bir Suriye. Bu noktada, terör örgütlerinin istikrarsızlıktan ya da yoksunluktan faydalanarak Suriye halkını istismar etmelerinin engellenmesi hayati önem taşıyor. Bu konuda biz yerel yöneticilere de çok önemli sorumluluklar düşüyor.”

“Bugün 2 milyona yakın Suriye vatandaşına ev sahipliği yapan İstanbul, savaştan çıkan kentlerin sosyal ve ekonomik gelişmesinde, Suriye’ye en üst seviyede destek olmaya kararlıdır. Sevdiklerini, evlerini ve tüm mal varlıklarını bırakarak, Türkiye ve civar ülkelere giden Suriyeliler, yurtlarına geri döndüklerinde yeni bir bedel ödememeli. Bu yüzden, geri dönerek ülkelerini yeniden inşa etmek isteyenlere, elimizden gelen her türlü desteği vermeye hazırız.

Gönüllü olarak geri dönmek isteyenlere, İBB Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları İSMEK’lerde, belediyecilikten zanaatkarlığa pek çok alanda eğitim verebiliriz. Kardeş şehrimiz Şam’la çatışma sonrası kentlere yönelik bir eylem planını onlarla birlikte hazırlayabiliriz. Bu çerçevede; kapsayıcılık, kalkınma ve refah ilkeleri üzerine oturan ‘İstanbul Modeli’nin birikiminin ve geliştirdiğimiz pek çok ‘dayanışma belediyeciliği’ uygulamasının, bölgedeki büyük şehirlere ilham kaynağı olabileceğini biliyorum ve düşünüyorum. İBB olarak, afet ve acil durum sonrası müdahaleler konusundaki tecrübemizi dahil olmak üzere, her türlü bilgi birikimimizi paylaşmaya hazırız.”

“Suriye’de yeni bir dönem başlarken, Gazze’de savaş ve yıkım ne yazık ki sürüyor. Son 13 ayda hayatını kaybedenlerin sayısı, 45,000’e yaklaştı. Bunlardan yüzde 70’i kadın ve çocuk. Filistin halkı, topraklarına geri dönüş ve bağımsızlık için onlarca yıldır mücadele ediyor. Ancak durumları her geçen gün daha da zorlaşıyor. 5 milyondan fazla Filistinli mülteci, vatansızlık ve en temel haklarından mahrum kalmakla karşı karşıya. Filistin davasının adil ve kalıcı bir şekilde çözülmesi, yalnızca bölgesel istikrar için değil, küresel adalet ve barış için de kritik öneme sahiptir.

Oysa uluslararası toplumun önemli bir kısmı, Filistinlerin yaşamakta olduğu trajediye de İsrail’in bölgedeki fütursuz saldırılarına ve yayılma politikalarına karşı da dilsiz ve sağır. Barış için silahların susması yetmez, insanların güvenlik ve huzur bulması gerekir. Silahların sustuğu durumlarda bile, savaşların ve politik istikrarsızlığın mirası olan göç, yoksulluk, işsizlik ve eşitsizlik devam ediyor.

Yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı, 190 milyonu aştı. Gençlerimizin yaklaşık yüzde 30’u işsiz. Bu oran, dünya ortalamasının iki katı. İklim değişikliği ve su kıtlığı, şehirleri doğrudan etkiliyor. Burada bulunan arkadaşlarımın bölgesindeki iklim değişikliği ve su kıtlığı, şehirleri doğrudan etkiliyor. Hepiniz bunu yaşıyorsunuz. Orta Doğu ve Kuzey Afrika, kişi başına düşen su miktarı açısından dünyanın en fakir bölgesi.

Ekonomik zorluklar ve iklim değişikliğinden kaynaklanan göçler, bölgemizin toplumsal yapısını derinden sarsıyor. Gelir eşitsizliği derinleşirken, halkların yönetimlere olan güveni azalıyor, siyasal istikrarsızlık artıyor. Güvensizlik ve istikrarsızlık, insanları önce köktenci arayışlara sürüklüyor, sonra da iç çatışmalar ve savaşlara itiyor.

Savaş, göç ve yoksulluk, hepimizin ortak insanlık değerlerine meydan okuyor. Bu sorunlarla mücadele, sınırların ötesine uzanan bir dayanışmayı ve çabayı zorunlu kılıyor. Ancak bugün, siyasi engeller ve gerilimler, şehirlerimizi birbirinden koparmış, hatta düşmanlaştırmış durumda. Bu gidişatı hep birlikte değiştirmek zorundayız. Başlattığımız bu girişim, Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirlerinin uluslararası ilişkilerde artan rollerini ön plana daha güçlü bir şekilde çıkarmayı hedefliyor.

Orta Doğu gibi, çatışmaların yoğun yaşandığı bölgelerde, şehirler gerilimleri azaltarak, uzlaşmanın merkezleri haline, güçlü ve güzel yaşamın merkezleri haline, her birimizin çabasıyla gelebilir. Vatandaşlara en yakın, her gün dokunan, onlarla birlikte yaşayan idari yapılar olan kentler, katılımcı politikalarla, büyük çatışmaların temelinde yatan eşitsizliklerin giderilmesine önemli katkılarda bulunabilir.

Bu tarihi toplantıyı açarken, şehirlerin barış, istikrar ve kalkınmayı teşvik etme rolünü güçlendirmek adına bir yol haritası sunuyorum. Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirleri arasında bir barış ve refah ağı kurarak, sürekli diyalog ve bilgi paylaşımı içerisinde ortak projeler geliştirelim. Ortak coğrafyamızın yaşadığı sarsıcı dönüşümler karşısında, özellikle çatışma sonrası toplumlarda kentsel kalkınmayı hızlandıracak kurumsal bir bilgi birikimini oluşturmamız ve bunu birlikte geliştirmemiz gerekiyor. Gelin hep birlikte, savaştan çıkan kentlere, insan ayırımı yapmaksızın bölgesel destek mekanizmaları kuralım.

En başarılı projelerimizi birbirimizle paylaşalım. Sınır ötesi girişimleri teşvik ederek, ortak sanat etkinliklerinden ticaret fuarlarına ve kentsel planlama projelerine kadar, kültürel ve ekonomik değişimleri, güçlü şehirlerimiz öncülüğünde geliştirelim. Birleşmiş Milletler gibi uluslararası aktörlerle çalışarak, şehirlerin barış inşasında kilit aktörler olarak tanınmasını ve desteklenmesini sağlayan girişimleri hep birlikte başlatalım. Uluslararası toplumun, bölgemizdeki çatışmalardan zarar görmüş kentler için bir yeniden güçlü imar fonu oluşturmasına sözcülük ve liderlik yapalım.

Bu fon sayesinde, sadece kentlerin yeniden inşa edilmelerini değil, başka topraklara sığınmak zorunda kalan milyonlarca insanın evlerine onurlu biçimde dönmelerini hep birlikte mümkün kılalım. Bugün, İstanbul’dan, Orta Doğu ve Kuzey Afrika şehirlerinin, yeniliğin ve dayanıklılığın sağlam kaleleri olduğu bir gelecek hayal ettiğimizi bütün dünyaya en güçlü şekilde duyuralım. İstanbullular olarak, bu ilk toplantımıza ev sahipliği yapmaktan büyük onur duymaktayım. Dilerim ki; bugün tohumlarını attığımız bu birliktelik ve dayanışma da tıpkı üç yıl önce aynı hayallerle kurduğumuz B40 Balkan Şehirleri Ağı gibi büyüsün ve güçlensin, birbirimizi birlikte olmaya doğru güzel bir geleceğe kavuştursun.

Bu tarihi toplantıyı, oluşan barış ve iş birliğine yönelik güçlü irademizi, yarın aramıza katılacak yeni belediye başkanlarımızın da okuduğunda ilham alacağı ve davete icabet etmekte kendisini hararetli kılacağı, tüm dünyaya duyuracağımız ortak beyanımızı sizlerle oluşturacak şekiliyle sabırsızlıkla beklediğimi ifade ediyorum. Bu anlamlı buluşmaya katıldığınız ve böylesi bir iradenin kurucusu olma iradesini ortaya koyma duygunuzu kabul ettiğiniz ve buraya geldiğiniz için her birinize teşekkür ediyorum.”

Toplantı, İmamoğlu’nun açılış konuşmasının ardından, gün boyu oturumlarla devam etti. “Barış İnşasında Şehirlerin Rolü: Fırsatlar ve Zorluklar” başlıklı oturumun konuşmacıları; Bağdat Belediye Başkanı Ammar Mousa Kadhim, Ramallah Belediye Başkanı Issa Kassis, İsfahan Belediye Başkan Yardımcısı Kamal Heidari, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ve İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat oldu.

“Demokrasi, çoğunluğun yönettiği bir duyguyu kapsar”

Oturumu yöneten İmamoğlu, yaptığı değerlendirme konuşmasında özetle şu ifadeleri kullandı: “İstanbul, bugün özellikle sığınmacı misafirleriyle birlikte, neredeyse aktif bir biçimde 20 milyona yakın insana hizmet ediyor. Yani aslında baktığımızda, bu masada bulunan halkların kendi yaşadığı bölgedeki en güçlü izleri, İstanbul’da şu an yaşayabilirler. Ve bu, bugüne dair değil. Tereddütsüz ifade ediyorum ki; kuzeyden güneye, en doğudan en batıya burada bulunan dostlarımız, kendi şehirlerinden izleri İstanbul’da bulabilirler. İçinde etnik kökenleri içinde mezhepleri, içinde farklı inançları güçlü bir şekilde hissedebilecekleri bir şehirdeyiz.

Demokrasi, çoğunluğun yönettiği bir duyguyu kapsar. Ama aynı zamanda bütün haklarını savunmak ve onu en güçlü şekilde eşit birey haline getirme duygusunu da korur. Bu kapsamda biz, özellikle tarih boyunca coğrafi merkez olan İstanbul’da, bu duyguyu en üst seviyede tutan, bireysel hak ve özgürlükleri, inançlarıyla ilgili ortamlarını kolaylaştırıcı çalışmaları yapmayı, kendi adımıza, bize binlerce yıllık tarihi sorumluluğun bugünkü sorumluları, muhafızları olarak görüyoruz.

Bu kapsamda böylesi kapsayıcı bir duyguyu, bu kadim kentte ortaya koyma bakış açısıyla olduğunda, inanınız ki Müslümanları, Hristiyanları, Musevileri ya da Türkleri, Kürtleri, Arapları ya da farklı mezhepleri kendi içinde barındıran bütün duygularla, her bireyi mutlu etme ve kendi özel yaşamında kendini güvende hissettiği bir şehir var etme duygusunu, tereddütsüz başımızın tacı ve önümüzdeki en birinci unsur olarak görüyoruz. Bu yönüyle hareket ettiğimizde, biz inanıyoruz ki, İstanbul’umuz, şehrimiz huzurlu olur. İnsanlarımız kendini güvende hisseder.

Ve biz inanıyoruz ki, bu duygu buradan başka şehirlere de dağılır. Sadece ülkemizde değil ve inanıyoruz ki sizin gibi çok yakınımızdaki komşularımıza geçer ve dayanışma içerisinde onlardan bize, bizlerden onlara pozitif duyguyu en güçlü şekilde birbirimize hissettiririz. Ve şu inançla ifade etmek isterim ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, her komşumuzun kendi içindeki bütün hak ve hukukun korunduğu, adaletin önde olduğu, huzurlu bir ülke olabilmesi, güvende bir olabilmesi, bizim için de bir güvencedir. Bizim de huzur içinde olmamız ve güvende olmamız, onlar için de bir güvencedir. İşte bu dayanışmayı, şehirlerden başlayan, ülkelerimize, sonra ülkeler arası diyaloğa taşıyan, iyi örneklerle birbirimize iyi olmayı hissettiren bir süreci var etmek…

O bakımdan gerçekten değerli bir başlığı, ‘Barış İnşasında Şehirlerin Rolü’ başlığını, çok güçlü kavramlarla tartıştık ve paylaştık. Özellikle güçlü bir biçimde İsfahan Belediye Başkan Yardımcımız Kamal Bey’in, bu buluşmanın bir kurumsallığa dönüşmesi noktasında önerisini de çok değerli bulduğumu ifade etmek isterim.

Umarım bu buluşma, bir sonraki buluşmayı, daha sonra da bunu kurumsal buluşmalara dönüştürerek, farklı şehirlerde de ev sahibi olmalarını sağlayıp, dayanışmayı daha üst seviyeye taşıyarak, yine farklı dünya ölçeğindeki kuruluşlara da altlık oluşturan, onlara daha farklı seviyedeki şehirlerin buluşmalarında oluşan duyguyu aktaran ve dünyayı temsil ettiğini düşünen kurumlarda da eşitsizliklerin ya da güven duygusunu ortadan kaldıracak duyguların var olmasını sağlayacak bir zemini oluşturan bir masaya dönüşebilir, diye de ifade etmek isterim. Ben, barışa dair güçlü ifadelerden ötürü bütün başkanları, bütün katılımcıları tebrik ediyorum.”

Paylaşın

ABD’den “SDG” Açıklaması; Ortaklık Vurgusu

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda kontrolü sürdüren Suriye Demokratik Güçleri’nin (SGD) bu ülkede IŞİD’e karşı oynadığı role değinirken, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, ABD’nin SDG ile ortaklığına bağlılığının derin ve kararlı olduğunu vurguladı.

IŞİD’e karşı mücadele misyonu ile ABD öncülüğünde 2015 yılında kurulan SDG, yıllardır Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda IŞİD’in yenilgiye uğratıldığı toprakları yönetiyor. SDG’nin omurgasını Halk Savunma Birlikleri (YPG) oluşturuyor. Türkiye ise terör örgütü saydığı YPG’yi PKK’nın Suriye uzantısı olarak görüyor. Washington, Ankara’nın tepkisine rağmen IŞİD tehdidini gerekçe göstererek SDG ile iş birliğini sürdürüyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanı Blinken, Türkiye ziyareti öncesi Ürdün’de yaptığı açıklamada, Esad rejiminin devrilmesinin ardından yeni bir döneme girilen Suriye’deki gelişmelerle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

“Türkiye’nin özellikle kendine sürekli tehdit oluşturan terör ve PKK” nedeniyle Suriye’de “ciddi ve açık bir menfaati” bulunduğunu kabul eden ABD Dışişleri Bakanı, “Aynı zamanda biz de Suriye’de yeni çatışmaların tetiklenmesinden kaçınmak istiyoruz” ifadesini kullandı.

Son günlerde ABD’nin bölgedeki birçok “ortağıyla” görüştüğünü belirten Blinken, herkesin Suriye’de “ortak çıkarlar doğrultusunda ilerlemeye” yönelik bir konsolidasyon sağlanması gerektiği konusunda mutabık olduğunu söyledi. ABD’li diplomat, “Bu sohbetleri Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı (Hakan) Fidan ile devam ettireceğim” diye ekledi.

Blinken, Suriye’nin kuzeyinde ve doğusunda kontrolü sürdüren Suriye Demokratik Güçleri’nin (SGD) bu ülkede IŞİD’e karşı oynadığı role de değindi. ABD destekli bu Kürt güçlerin Suriye’de IŞİD’in yeniden güçlenmesinin önlenmesi bakımından “kritik” bir rolü olduğunu belirten Blinken, Suriye’de sağlıklı bir geçiş sürecinin arzu edildiği şu dönemde “IŞİD’in o çirkin yüzünü tekrar gösterememesini sağlamak zorunda olduklarını” vurguladı.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı Esenboğa Havalimanı’nda kabul etti. Görüşmede Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bulundu.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan Suriye konusunda Türkiye ile ciddi ve yoğun görüşmeler yaptıklarını söyledi. Sullivan, Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) Erik Kurilla’nın iki gün önce Suriye Demokratik Güçleri’ni ziyaretine atıfta bulundu.

Suriye Demokratik Güçleri ve Türkiye’nin desteklediği isyancı gruplar arasındaki çatışmalarla ilgili soruyu cevaplayan Sullivan, ABD’nin Kürt ortaklarıyla da istişare içinde olduklarını belirtti.

Jake Sullivan, “Türkiye ile beklentilerimiz ve şu anda belirsiz olan durumda ilerlenecek en iyi yolun ne olduğu konusunda Türkiye ile görüşüyoruz. Kırılgan bir durum. Sürekli çalışma ve geliştirme gerektiren ve önümüzdeki süreçte bir numaralı öncelik olarak tedbirli olacağımız bir durum” ifadelerini kullandı.

Ulusal Güvenlik Danışmanı, ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri ile ortaklığına bağlılığının derin ve kararlı olduğunu vurguladı. Jake Sullivan, “Bu taahhüt onlarla (SDG) IŞİD’e savaşmak için ortaklık içinde olduğumuz için var. SDG yalnızca IŞİD’den gelen tehdidin baskılanması konusunda değil aynı zamanda Suriye’nin doğusunda çok sayıda IŞİD teröristinin gözaltı merkezlerinde tutulmasında da son derece yetkin terörle mücadele ortakları oldular” dedi.

ABD’nin haftasonu Suriye’de IŞİD’e ait tesis ve çeşitli hedeflerin B-52 uçaklarıyla vurulduğu harekatını hatırlatan Jake Sullivan, “Bu devam eden çalışmanın sekteye uğramamasını sağlamak istiyoruz. İkinci olarak da IŞİD’in yenilgiye uğratılmasına yönelik devam eden çalışma konusundaki taahüdümüz oldukça güçlü bir şekilde yenilendi” ifadelerini kullandı.

Sullivan, “Bu harekatla, karşı karşıya kaldığımız her yerde IŞİD tehdidini vurmaya devam edeceğimizi ve bunu yapmak için de ortaklarımızla çalışacağımızı söylüyoruz” diye konuştu.

Paylaşın

Özel’den Erdoğan’a “Beşar Esad” Yanıtı: Benim İçin Her Zaman Diktatördü

CHP Lideri Özgür Özel, Beşar Esad’ın düşüşü öncesinde yaptığı çağrıyı eleştiren Erdoğan’a yanıt veren, “Benim için Esad her zaman diktatördü. Her zaman Suriye’nin demokratikleşmesini savundum” dedi ve ekledi:

“Esad rejimi 61 yıl artı 12 günde yıkıldı. Cezaevinizde işkence varsa, siz zenginseniz halk yoksulsa, eninde sonunda rejim yıkılır. Esad babasının yaptıklarını da ödedi. Meseleyi Baas rejiminden demokrasiye evriltme noktasında fırsatı yakaladı, Erdoğan gibi çarçur ettiği gibi 13 yıl var. Ben hiçbir zaman Esad’çı olmadım, Esad’a ‘Esed’ demedim.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Habertürk’te gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Özel’in açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:

“Cumhurbaşkanlığı sitesinde 6’sında ne söylenmiş. ‘Esad’a çağrımız olmuştu, ne yazık ki olumlu cevap alamadık. İdlib zaten tamam ama Humus muhaliflerin elinde. Bu sıkıntılı yürüyüşler arzu ettiğimiz şekilde değil, gönül bunları istemiyor maalesef bölge sıkıntıda’. Ertesi gün zafer. Erdoğan’ın elinde MİT var, sahada Türkiye Cumhuriyeti’nin birçok elemanı var. Biz ana muhalefet partisiyiz. Sağ olsunlar devletin bilgisi, belgesini kendilerine özel gibi tutuyor. Erdoğan ‘durum hiç istemediğimiz gibi ilerlemiyor, muhalifler Şam’a doğru ilerliyor’ diyor.

Bu sözü ben söylemiş olsam, bugünün 10 katı eleştiri alırdım. Ben ne dediğimin çok farkındayım. O gün değil Pazartesi Şam düşseydi, kimse Özgür Özel bunu dedi demezdi. Kilis’teyim o arada. O konuşmayı yaptıktan 16 saat sonra Esad’ın ülkeyi terk ettiğini öğrendik. Şimdi enteresan durum şu; ben o konuşmayı yaparken dünya kadar akrabası Hatay’da yaşayan Arap Aleviler var. Diplerinden geçip Şam’a gittiler. O gidenler kim? HTŞ. İdlib’den geçtiler. Şam’a gittiler. Lazkiye’nin dibinden geçtiler. 8 yıl önce ne görüntüler vardı. o HTŞ içinde unsurlar var. Şam düşünce neler olabilir?

İçinde dünya kadar selefi unsurların olduğu HTŞ’nin yakıp yıkmayacaklarını, Lazkiye’ye gidip, katliam yapmayacaklarını kim garanti edebilir? Bunu ancak Esad’la temas sağlanabilirse uluslararası güvenceler sağlanırdı. TSK bu noktada üstüne düşeni yapabilirdi. O gün olmayacağını birimiz garanti edebilir miydik? Cihatçılar haldır huldur gidiyor. Erdoğan ‘hiç istediğimiz gibi gitmiyor’ diyor.

Şimdi hepimiz açısından korkulanların olmadığı konuya elverince. Benden bir gün önce adam diyecek ki ‘Her an Şam düşebilir, keşke Esad bizle konuşsaydı’ diyecek, buna kimse bir şey demeyecek! Ben dedim ki ‘Esad’a çağrımdır, Erdoğan’la temas kurulmalı’ diyorum. Ben Erdoğan’la yaptığım görüşmede de KKTC Cumhurbaşkanı, sayın Aliyev’le yaptığım telefon görüşmesinde bir yerinde şunu söylerim ‘CHP şu anda ana muhalefet son seçimin galip, Türkiye’nin birinci partisi; ama yurt dışına gittiğinde Türkiye’nin partisi’ derim.

Biz dış politikaya böyle bakarken, Türkiye’nin çıkarlarını korumak için elimize düşen ne varsa yaparken, böyle meselede dönüp de ‘partisinin içindeki karışıklıklar’ diyorsa nezaketsizlik yapıyorsa, Erdoğan buna tenezzül ediyorsa hakikaten işi zor demektir. Erdoğan’ın bir gün önce ettiği lafı açıp da okuyunca kimsenin savunacak hali yok. Şimdi Erdoğan başardı etti deniyor. 13 yıl önce söylediği sözü sanki bugün onu haklı çıkarmış. Geçen 13 yıl boyunca her şey onu haksız çıkardı. 13 yıl boyunca, daha doğrusu 20 yıl boyunca Suriye’de inanılmaz zigzaglar yaşadı.

Ailecek görüştü Şam’da. O zaman da baskılar vardı Suriye’de. Sonra Esad’a Esed diyerek onu düşmanlaştırdı. Sığınmacı sorunu başımıza bela olunca ‘Esad’la diyalog kur’ deyince ‘Ben eli kanlı diktatörle görüşmem’ dedi. Son 1 yıl içinde ‘Ben de Esad’la görüşeceğim’ dedi. ‘Esad’la görüşme istedim Esad kabul etmedi’ dedi. Bunlar tutarsızlık. 13 yılda Türkiye 200 milyar dolar kaybetti. Resmi rakamlara göre 2 milyon 953 bin sığınmacımız var. Aylan bebekler karaya vurdu. Dünya kadar bebek, kadın öldü. 283 asker şehidimiz var.

Sivil şehitlerimiz var. Türkiye’de bu kadar büyük felaketleri yaşadı. Sonunda dediğim oldu. 13 gün değil 13 yıl. Türkiye’de pekçok siyasetçiye, genel başkana, başbakana nasip olmayan bir iktidar süresini aşan sürede başaramamışsınız. Orada asker kaybetmişsiniz, sonra ‘ben haklı çıktım’. Yok öyle şey. Şu anda yaşananlar, söylenenler, korkulanların daha gerisinde uzak bir tabloya işaret ediyor. Umut edelim aklı selim hakim olur. Bunu konuşuruz.

Ben tatile gitmedim ki yasını tutayım. Benim için Esad her zaman diktatördü. Her zaman Suriye’nin demokratikleşmesini savundum. Esad rejimi 61 yıl artı 12 günde yıkıldı. Cezaevinizde işkence varsa, siz zenginseniz halk yoksulsa, eninde sonunda rejim yıkılır. Esad babasının yaptıklarını da ödedi. Meseleyi Baas rejiminden demokrasiye evriltme noktasında fırsatı yakaladı, Erdoğan gibi çarçur ettiği gibi 13 yıl var. Ben hiçbir zaman Esad’çı olmadım, Esad’a ‘Esed’ demedim.

Dış politikada üçlü sacayağı dedik, komşunun iç işlerine karışma, devlet dışı unsurlarını muhatap alma dedik. Ben Şam’a gitseydim, Esad’la konuşsaydım, bu ülkede bu iktidarın sürmeyeceğini sonunun Irak’tan, Libya’dan, Kaddafi’den, Saddam’dan farklı olmayacağını, geçiş hükümetine iktidarını devretmesini, demokratik olarak Arap Alevilerin, Dürzilerin, Sünnilerin, Arapların, Türkmenlerin, Kürtlerin temsil edileceği demokratik meclisten bahsedecektim. Demokrasi varsa ekonomi iyiye gider. Ben Suriye’ye gidip de Esad’a ‘gel tavla oynayalım’ demeyecektim. Erdoğan da demez.

“Biz Suriye’de demokrasi telkin ettik”

Bu işin sonuna geldiği görülüyordu. Bu işin nereye gittiği görülüyordu. Belki 10 gün 20 gün, 50 günde düşecekti. Bir doğru çıkış planı bulunsaydı, Lazkiye’de onlara otonom bölge sağlanıp, Esad’ın da güvenliği sağladığı bölge temin edilerek iktidarı devretmesini. Suriye’de geçiş hükümetine, demokrasiye adım atsaydı bu hale gelmezdi. Biz Suriye’de demokrasi telkin ettik.

İbrahim Kalın bir devlet memuru. AK Parti’nin temsilcisi değil. Fiilen bunu sekteye uğratacak işler yapsa da. AK Parti’ye sunum yaptı, kendisine mektup yazdım. ‘Ne oluyoruz bize de gelmelisiniz’ dedim. Verilecek bir bilgi AK Parti açısından kıymetli, son seçimlerin birinci partisi açısından ne olabilir dedim. Allah’ı var geldi. 29 Ekim törenlerinde. ‘Sayın Başkan mektubunuzu aldım, hak veriyorum’ dedi.

Gününe karar verdik. İbrahim Kalın’a orada da dedim ‘Biz Türkiye’nin menfaatleri neyi gerektiriyorsa orada dururuz’ diye. Eleştireceğimiz zaman eleştiririz. Kurumları devletin kurumları sayarız. Bu kurumun başkanı Cumhurbaşkanı olabilir bir parti genel başkanı olabilir, bu da arizidir. O kurumun başında milli ismi vardır.

Bize eşit mesafede olması gereken bir kurum olarak görürüm MİT’i. Bugünkü gidişini siyasi şov gibi değerlendirmek istemem. 2012 yılında Erdoğan’ın ağzından ‘Çok yakında Emevi camiine gideceğiz’ demişti. 12 yıl önce. Bu namaz o namaz değil. Şimdi kılarsa da o namaz değil. O kadar şehit, dünya kadar sığınmacı var. O namaz o günkü namazdı. Erdoğan’ın namazının kazasını yapmak da MİT başkanına düşmez.”

Paylaşın

Venedik Komisyonu’ndan Türkiye’ye “Yargı Siyasileşiyor” Uyarısı

Venedik Komisyonu’nun, Türkiye’de Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ve üyelerinin seçimine ilişkin raporunda, “hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını” tesis etmekle yükümlü olan HSK’nın, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden ve “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine” geçilmesinden sonra siyasallaştığı vurgusu yer aldı.

Venedik Komisyonu raporunda, yeni anayasa tartışmalarında yargı bağımsızlığının tesis edilmesi ve HSK’nın yapısının bağımsız hale getirilmesi meselesinin ele alınmasının şart olduğunu belirterek bir dizi tavsiyede de bulundu.

Ankara’nın kurucu üyeleri arasında yer aldığı Avrupa Konseyi’nin, üye devletlerin anayasal konulardaki danışma organı olan, üye ülkelerdeki yasal ve kurumsal yapıların hukukun üstünlüğü alanlarındaki uluslararası deneyimle uyumlu hale getirilmesi amacıyla görev yapan Venedik Komisyonu’nun, Türkiye’de Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ve üyelerinin seçimine ilişkin raporu yayımlandı.

Raporda, “hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını” tesis etmekle yükümlü olan HSK’nın, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden ve ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine’ geçilmesinden sonra siyasallaştığı vurgusu yer aldı. HSK üyelerinin seçilme biçimine eleştiriler getirilirken, Adalet Bakanı ile yardımcısının HSK üyeliğinden çıkarılması tavsiyesinin altı çizildi. Komisyon, yeni anayasa tartışmalarında yargı bağımsızlığının tesis edilmesi ve HSK’nın yapısının bağımsız hale getirilmesi meselesinin ele alınmasının şart olduğunu belirterek bir dizi tavsiyede de bulundu.

Venedik Komisyonu raporunda, HSK üyelerinin nasıl atandığı veya seçildiği konusu, Avrupa’daki ve dünyadaki standartlar çerçevesinde mercek altına alındı. Aynı zamanda, Türkiye’de parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş ve bunun, rapordaki ifadeyle, “en güçlü denge denetim mekanizmalarının gerektiren bağımsız yargı ile ve kuvvetler ayrılığı üzerindeki önemli etkisi” incelendi.

Komisyon, Türkiye’de yapılan son yasal değişikliklerle Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı Yardımcısı’nın HSK’ya üye olduğunu, yedi üyenin TBMM Genel Kurulu tarafından, dört üyenin de Cumhurbaşkanı tarafından atandığını hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:

“Venedik Komisyonu şunu hatırlatır ki, Avrupa standartlarına göre yargı konseyi üyelerinin en az yarısının ‘meslektaşları tarafından seçilmiş’ yargıçlar olması gerekiyor. Bu seçim yönteminin nedeni, yargı bileşenini siyasi müdahaleden yalıtmaktır. Yargı konseyinin yargı mensubu üyeleri sadece, yargıçlar ve savcıların bakış açısını temsil etmelidir.”

Raporda, HSK’da ise sekiz üyenin yargıç veya savcı olmakla beraber meslektaşları tarafından seçilmediği değil, yürütme tarafından atandığı veya parlamento tarafından seçildiği vurgulandı; “Gerçekten de, bu kişilerin dördü Cumhurbaşkanı tarafından takdir yetkisiyle atanıyor. Zira ne Anayasa ne de yasalar, belirli bir kategorinin resmi üyeliği dışında herhangi bir uygunluk veya uygunsuzluk kriteri belirlemiyor” denilerek şu eleştiriler getirildi:

“Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı tarafından atanan dört HSK üyesi siyasi atama olarak görülmeli ve uluslararası standartlar anlamında ‘yargı üyesi’ olarak kabul edilmemeli.

Dahası, Meclis tarafından seçilen yedi üyenin çoğunluğunun da, özellikle de parlamento seçimlerinin cumhurbaşkanlığı seçimleriyle eş zamanlı yapılması göz önüne alındığında, Cumhurbaşkanı ile aynı siyasi görüşe sahip olması muhtemeldir.

Son olarak Cumhurbaşkanı’nın iki resen üyeyi [adalet bakanı ve yardımcısı] de ataması nedeniyle yürütme kurumu, HSK’nın 13 üyesinden en az 10’unu fiilen seçebilir ve böylece yargı üzerinde güçlü bir siyasi etki uygulayabilir.”

Venedik Komisyonu, kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünün temel taşı olan yargının bağımsızlığını sadece, “işleyişi yürütme ve yasama organlarının müdahalesinden korunan, bağımsız bir yargı kurulunun” garanti edebileceğini hatırlatarak “Hukukun üstünlüğüne saygı, demokratik bir ülkede vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunması için bir ön koşuldur” vurgusu yaptı.

Hangi tavsiyelerde bulundu?

Venedik Komisyonu’nun 30 sayfalık raporunda, Türkiye’ye şu tavsiyelerde bulunuldu:

HSK üyelerinin en az yarısının, yargı sisteminin farklı seviyeleri tarafından seçilmesi;

Üyeler arasında cinsiyet, azınlık ve coğrafi kapsam açısından uygun düzeyde çeşitliliğin sağlanması;

Cumhurbaşkanı’nın, resmi atama görevini yerine getirmesi dışında HSK üyelerinin belirlenmesi sürecinin dışında tutulması;

Meclis’in yargı kökenli üyeler konusunda seçme sürecinin dışında kalması;

Adalet Bakanı ve Adalet Bakanı Yardımcısı’nın HSK’dan çıkarılması;

HSK üyelerinin ve Meclis tarafından seçilen yargı dışı üyelerin sayısının artırılması;

Yürütme ve yasama organlarının üyeleri ile açık bir siyasi bağlantısı olan adayların dışarıda tutulması;

Barolar Birliği ve üniversiteler gibi diğer kurumların adayların ön seçimini yapmasını sağlayacak bazı yasal değişikliklerin yapılması;

HSK üyelerinin görev süresi güvencesi ve dokunulmazlıktan yararlanması için anayasal ve yasal düzenlemeler yapmak; yaptırım ve işten çıkarma için açık ve sınırlı gerekçeler belirlemek, görevlerinin icrasıyla ilgisi olmayan disiplin ve işten çıkarma gerekçeleri dışında güçlü güvenceler sağlamak;

HSK Başkanı’nın, kurumun üyeleri tarafından seçilen tarafsız bir kişi olması;

HSK Başkanı’nın genel yetkilerinin, bu göreve kimin geleceğinden bağımsız olarak azaltılması; özellikle de hâkim ve savcıların teftiş ve soruşturmalarına onay verme yetkisi ile HSYK üyeleriyle ilgili ceza soruşturmaları, disiplin soruşturmaları ve kovuşturmalarıyla ilgili yetkinin kaldırılması;

HSK’nın tüm kararlarına karşı yargısal inceleme getirilmesi;

Özellikle müfettişlerin hareketliliği açısından HSK’yı Adalet Bakanlığı’ndan açıkça ayırmak;

Anayasa’nın, HSK’ya ilişkin esasları belirleyen 159. maddesindeki bazı ifadelerin, yargı üzerinde “denetim” ve müdahale anlamına gelmeyecek şekilde değiştirilmesi.”

Venedik Komisyonu, raporun sonunda “Komisyon, Türk makamlarını, önümüzdeki aylarda Türkiye’de gerçekleşmesi beklenen ‘anayasa görüşmeleri’ sırasında yukarıda belirtilen önerileri ele almaya davet eder” ifadelerini kullandı; bu konuda daha fazla yardım için yetkililere ve Meclis’e destek olabileceklerini vurguladı.

(Kaynak: Artı Gerçek)

Paylaşın

CHP’li Alp: Kürt Sorunu Vardır

CHP Milletvekili İnan Akgün Alp, AK Parti’nin hala “Kürt sorunu yoktur” çizgisinde olduğunu belirterek, “Kürt vardır, Kürt sorunu da vardır, Kürtlerin hakları da vardır, Kürtçe de vardır” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kars Milletvekili İnan Akgün Alp, Meclis bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşmada Kürt sorununa, Suriye’deki gelişmelere ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına değindi.

Gazete Duvar’ın aktardığına göre; Alp, Suriye’de yaşanan gelişmelere dair, “Esad, ülkesini cihadçılara terk edip gitmek zorunda kalmıştır. Bu hadise bir kez daha bize göstermiştir ki ateş bizi yakmadan Kürt sorununu çözmek lazımdır” dedi. AK Parti’nin hala ‘Kürt sorunu yoktur’ çizgisinde olduğunu ifade eden Alp, “Kürt vardır, Kürt sorunu da vardır, Kürtlerin hakları da vardır, Kürtçe de vardır” dedi.

Kürt sorununun yıllarca uygulanan ret, inkar ve asimilasyon politikalarına dayandığını ifade eden Alp’e AK Parti sıralarından ‘Asimilasyonu bir açıkla, kim kimi asimile ediyor?’ Sorusu gelince Alp, Ehmedê Xanî’nin sözüyle Kürtçe cevap verdi ve “Şunu açıklıyorum asimilasyon politikasında; ‘Mirov li ser zimanê xwe şîn dibe, dar li ser koka xwe,’ Ne demek bu: İnsan diliyle ağaç da köküyle yaşar. Sen bunu 25 yıl anlayamadın” dedi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘İmralı’ çağrısını da değerlendiren Alp, “Devlet Bahçeli’nin uluslararası hukukun gereklerini yerine getirmek suretiyle Kürt sorununun çözümü yolunda bir üst anlaşmazlık noktasının aşılabileceği mesajını da içeren çağrısına ciddiyetle yaklaşmak gerekir. Böyle bir çağrı yapıldıktan sonra çağrının muhatabının da bir cevap vermesine olanak sağlanmalıdır” diye konuştu.

Paylaşın

RSF: Tutuklu Gazeteci Sayısı 550’ye Yükseldi

1 Aralık itibarıyla dünya genelinde 550 gazeteci tutuklu bulunuyor, 2023 yılında yıl bu sayı 513’tü. En fazla tutuklu gazetecinin bulunduğu ülke Çin (124). Çin’i Myanmar (61) ve İsrail takip etti (41).

Türkiye’de de gazetecilik faaliyetlerinden dolayı tutuklanan gazeteci sayısı ise 11 olarak kayıtlara geçti. Türkiye’de geçen yıl 7 gazeteci gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutukluydu.

Paris merkezli Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü 2024 yılına ilişkin basın özgürlüğü raporunu açıkladı. Rapora göre, dünya genelinde tutuklu gazeteci sayısı 550’ye ulaşırken Türkiye’de adli kontrol ve online sansür mekanizmaları antidemokratik bir pratik olarak hızla yaygınlaşıyor.

RSF, geçen yıl dünyada 521, Türkiye’de ise 7 gazetecinin tutuklu olduğunu rapor etmişti. Bu yıl Türkiye’de gazetecilik faaliyetlerinden dolayı tutuklanan gazeteci sayısı ise 11 olarak açıklandı.

RSF’ye göre 2022 sonunda 30 gazetecinin tutuklu bulunduğu Türkiye’de, yolu cezaevinden geçen gazetecilerin sayısı, son iki yıldır kayda değer bir düşüş gösterse de bu durum demokratik anlamda bir iyileşmeye işaret etmiyor.

DW Türkçe’den Pelin Ünker’in aktardığına göre; RSF Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu, bilançoyla ilgili yaptığı değerlendirmede, “Düşüş gösteren tutuklu gazeteci sayısı, Türkiye’de adli kontrolün hızla yaygınlaşması gibi habercilerin hareket özgürlüğü ve zihinlerini teslim almaya dönük antidemokratik başka bir pratiğin varlığını gizlememelidir” uyarısında bulundu.

Önderoğlu, “Nitekim susturma girişimlerinin ve haberlerin etkisiz kılınmasının yolu olarak belki de tutuklamanın yerine geçecek tarzda, neredeyse sistematik endişe verici bir online sansür pratiğini gözlemliyoruz” diye de ekledi.

Türkiye’de “kişilik hakkı ihlali” gerekçesiyle binlerce haber ve sosyal medya içeriğinin erişime engellenmesi ve yayından çıkartılmasına yol açan 5651 sayılı yasanın 9’uncu maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla 10 Ekim itibariyle yürürlükten kaldırıldı.

2024 yılında 54 gazeteci öldürüldü

Sınır Tanımayan Gazeteciler, 1995 yılından bu yana, yayınlandığı yılın 1 Ocak ve 1 Aralık tarihleri arasında derlenen kesin verilerden hareketle, gazetecilere yönelik ihlallere ilişkin yıllık bir rapor hazırlıyor.

2024 basın özgürlüğü bilançosu, dünyada artan çatışma ortamının gazetecilere yönelik hak ihlallerini de artırdığını ortaya koydu. Kuruluş, gazetecilerin ve gazeteciliğin korunması için acilen harekete geçilmesi çağrısında bulundu.

RSF’ye göre 2024’te 54 gazeteci kamuoyunu bilgilendirme çabası içerisindeyken öldürüldü. Bu gazetecilerden 31’inin çatışma bölgelerinde yaşamını yitirdiği raporlandı.

Habercilere yönelik saldırılardaki artışın endişe verici olduğunu vurgulayan RSF, Gazze’nin 2024 yılında dünyanın en tehlikeli bölgesi ve son beş yılda görev başında öldürülen gazeteci sayısının en yüksek olduğu bölge haline geldiğine dikkat çekti.

RSF’nin raporuna göre, 2024 yılında görev başında öldürülen gazetecilerin üçte biri Gazze Şeridi’nde İsrail ordusunca öldürüldü.

Kuruluş, Ekim 2023’ten bu yana İsrail tarafından 145’ten fazla gazetecinin öldürüldüğünü; bunların en az 35’inin görev başında hedef alındığını raporladı. Hedef göstermeyi kınamak için gazetecilerin ölümlerini araştırmaya devam ettiklerini vurgulayan RSF, İsrail’in gazetecilere karşı işlediği savaş suçları için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) dört şikayette bulunduğunu bildirdi.

Rapora göre dünya genelinde, Ortadoğu, Irak, Sudan, Myanmar ve Ukrayna gibi çatışma bölgelerinde haber yaparken öldürülen gazetecilerin sayısı da son beş yılın en yüksek seviyesine ulaştı.

Yedi gazetecinin öldürüldüğü Pakistan’da ve eylemleri izlerken beş habercinin yaşamını yitirdiği Bangladeş’teki durum nedeniyle Asya kıtası, 2024 yılında en fazla medya çalışanının öldürüldüğü ikinci bölge haline geldi.

Aynı dönemde dünya hapishanelerinde tutulan gazetecilerin sayısının da geçen yıla göre yüzde 7 arttığı belirtilen RSF raporunda, “Genellikle hükümetler veya silahlı gruplarca tam bir cezasızlıkla girişilen bu şiddet, acil bir müdahaleyi zorunlu kılıyor” denildi.

Rapora göre tutuklu gazetecilerin sayısındaki artış özellikle Rusya (+8) ve İsrail’deki (+17) yeni tutuklamalardan kaynaklandı. Gazetecilere biçilen toplam ceza ise 250 yıl hapsi buldu.

Dünyanın en büyük dört hapishanesi Çin (11’i Hong Kong’da olmak üzere toplam 124), Myanmar (61), İsrail (41) ve Belarus (40) olarak sıralandı. RSF’ye göre bu dört ülkedeki cezaevleri, dünyada tutuklu bulunan her iki gazeteciden en az birini barındırıyor.

İsrail’in Gazze saldırısından bu yana gazeteci tutuklamalarının en fazla yaşandığı ülke olduğu belirtilen RSF raporunda, bir baskı aracı olarak tutuklamaya, özellikle Rusya’nın Ukrayna’daki, İsrail’in ise Gazze’deki saldırısında gözlemlendiğine işaret edildi. Rusya’nın, hapishanelerini bağımsız Rus (38) ve Ukraynalı sesleri (19) bastırmak için kullandığı ifade edildi.

RSF, 2024 Bilançosu’nda 95 kayıp habercinin tespit edildiğini, rehin tutulan 55 gazetecinin yüzde 70’inin de Suriye’de tutulduğunu duyurdu.

Raporu değerlendiren RSF Genel Direktörü Thibaut Bruttin, söz konusu vahim gidişatın önüne geçilmesi için, mücadele kadar yurttaş duyarlılığının da zorunlu olduğunu belirtti.

“Gazeteciler ölmüyor, öldürülüyorlar; hapiste değiller, rejimler onları içeri atıyor; kaybolmadılar, kaçırıldılar” diyen Bruttin, genellikle hükümetler ya da silahlı gruplarca düzenlenen bu suçların, uluslararası hukuku hiçe saymakla birlikte çoğu zaman cezasız da kaldığını vurguladı.

Bruttin, “Olayların gidişatını değiştirmeli ve vatandaşlar olarak kendimize, gazetecilerin bizim için, bizi bilgilendirmek için öldüğünü hatırlatmalıyız. Saymaya, adını koymaya ve kınamaya, soruşturmaya ve adaletin yerini bulmasını sağlamaya devam etmeliyiz. Kadercilik üstün gelemez. Bizi bilgilendirenleri korumak, gerçeği korumaktır” diye ekledi.

Paylaşın

Özel’den Erdoğan’a: Vatandaş İlk Seçimde Sizi Silkeleyip Atacak

CHP Lideri Özgür Özel, Erdoğan’ın CHP’li belediyelerin SGK borçları için verdiği “silkeleyin” talimatına verdiği yanıtta, Tayyip Bey’in de mutlu olması gerekirken hasetlik, kıskançlık yapıyor. Bu başarının bize yeni seçim başarıları, 31 Mart’lar ve iktidar başarıları getireceğini görüyor” dedi ve ekledi:

“Silkeleyin sözü aslında kapalı kapılar ardında CHP’li belediyelerin imkanını daraltın sözüdür. Bunlara nereden para giderse kesin, tamam efendim. Sonra bakıyor belediyeler çalışmaya devam ediyor. Bakana diyor ki biraz daha silkeleyelim. Siz bunu yapmaya devam ederseniz  vatandaş zaten sizden yaka silkiyordu, ilk seçimde de sizi silkeleyip atacak.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Sancaktepe’de temel atma töreninde konuştu. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’a, belediyelerin SGK borçlarına yönelik verdiği “Kendilerini daha kararlı bir şekilde silkelemende fayda var” talimatına yanıt veren Özel, şunları söyledi:

“Bu ilçe birilerinin 31 Mart seçimlerinde CHP’nin kazanacağına hiç ihtimal vermedikleri bir ilçe. Bu ilçe halka hizmet etmek için değil de adeta kente karşı suç işlemeyi alışkanlık haline getirmiş yönetim nedeniyle halkta endişelerin yaratıldığı bir ilçeydi.  Birbirinden kıymetli pırıl pırıl, her biri Alper Başkan gibi değerli belediye başkanlarımız burada. Onların takım kaptanı, İstanbul’un kaderini değiştiren ve Türkiye’nin geleceğine umutla bakmasını sağlayan isim Ekrem İmamoğlu aramızda. Belediyelerimizin 7-8 aylık çalışmalarını ölçtürdük. Memnuniyet oranı yüzde 58. Yani bir seçim olsa alacağımız oy yüzde 58.

Tayyip Bey’in de mutlu olması gerekirken hasetlik, kıskançlık yapıyor. Bu başarının bize yeni seçim başarıları, 31 Mart’lar ve iktidar başarıları getireceğini görüyor. Silkeleyin sözü aslında kapalı kapılar ardında CHP’li belediyelerin imkanını daraltın sözüdür. Bunlara nereden para giderse kesin, tamam efendim. Sonra bakıyor belediyeler çalışmaya devam ediyor. Bakana diyor ki biraz daha silkeleyelim. Siz bunu yapmaya devam ederseniz  vatandaş zaten sizden yaka silkiyordu, ilk seçimde de sizi silkeleyip atacak.

Sürekli belediyelerinin Sosyal Güvenlik Kurumu’na olan borçlarından bahsediliyor. Bu borçların toplamı 100 lira, bu paranın 10 lirası belediyelere ait. Bu 10 liranın da içinde AK Partilisi var, MHP’lisi var, DEM’lisi var, CHP’lisi var. Hepsi 10 lira. Toplam borç 100 lira. Bu 10 liranın başında kıyamet koparıp, bu 10 lirayla size zulmetmeye, bize zulmetmeye kalkıyor. Önce bir kanun bunu söylüyor, ‘Sosyal Güvenlik Kurumu’na kimin borcu var, yukarıdan aşağıya bir açıkla bakalım.’ Bunu 6 ayda bir açıklamaları lazım, yıllardır açıklamıyorlar.

Nerede yandaş şirketler var, nerede bunların desteklediği bütün ihaleleri verdiği şirketler var, bu şirketler vergi vermiyorlar, sıfır matrah. 43 şirketleri var bunların 36-37’si hiç vergi vermemiş geçen sene. Ve sigortaya da öldür Allah para ödemiyorlar. Bu 10 lira borcu da geçmişte kendi belediyeleri yaptı. ‘Nasılsa Tayyip Bey af çıkarıyor, yatırırsak boşu boşuna öderiz, bu para dursun, af çıkar faizle silinir, taksitlere bölünür’ diye hesap ettiler de yaptılar.

Şimdi yeniden af gelecek, buradan söylüyorum. Tayyip Erdoğan, Ocak ayı içinde şirketlerin SGK borçlarının faizini silecek, eşit taksitlere bölecek, sırf bundan belediye şirketleri yararlanmasın diye şimdi bu işe tevessül ediyorlar, tenezzül ediyorlar. Bunun için biz bu işi en yakından takip ediyoruz, önümüzdeki günlerde bunu yaptığında, bütün Türkiye’de perdeyi açtığında karşısındaki duvarda görecek. Yolda yürürken yolda görecek. Eline verilen afişte görecek, bütün vatandaşlarımız Tayyip Erdoğan’ın nasıl bu hazımsızlıkla bu güzel hizmetleri engellemek için, bu yatırımları engellemek için, Ekrem Başkan’ın yaptığı işleri engellemek için bu işlere kalkıştığını her yerde görecek.

“Asgari ücret talebimiz 30, biz bunun altında yokuz”

Ayrıca asgari ücret belirlenmesi için toplandılar. Diyorlar ki, ‘Asgari ücrete zam yaparsak enflasyon artar.’ Hayatımda bu kadar bir yalan görmedim. Geçen yıl 17 bin liralık asgari ücreti, bir yıl boyunca bir kuruş zam yapmadılar. Seçimden önce diyorlardı ki ‘Üç kere zam yapacağız.’ Bir kere bile zam yapmadılar asgari ücrete. Ne oldu? Enflasyon yüzde 50 oldu. Asgari ücreti artırmamakla enflasyon baskılansa, geçen sene bu enflasyon olmazdı. Asgari ücretin enflasyona katkısı, yüzde 1 asgari ücret artırırsan, binde 0.7 enflasyona katkısı var.

Yani hiç alakası yok. Ama sırf bu emekçinin cebinden çalmak için böyle bir yalan uyduruyorlar. Onun için biz asgari ücret diye TÜİK‘in yani Tayyip Erdoğan’ı üzmeyen istatistik kurumunun verileri ile değil, gerçek asgari ücretlinin enflasyon rakamıyla zam istiyoruz. Geçen seneden bugüne bakıldığında asgari ücretlerin enflasyonu yüzde 76’dır. Kirasına, ekmeğe, suya, telefona, elektriğe, süte ve zorunlu mutfak harcamalarına yapılan artış yüzde 76. O yüzden de asgari ücretin en az yüzde 76 zam alması ve sadece enflasyonu telafi etmek için bile 30 bin lira olması lazımdır. Bugün birtakım yamyamlar ‘21 bin lira, 22 bin lira, Tayyip Bey belki yapar 23 bin 500 lira’ diyorlar.

23 bin 500 lirayla bir yıl geçim olmaz. Biz 30 bin lira yapılmasını ve temmuz ayında yeniden enflasyon ayarlanmasını talep ediyoruz. Ve buradan bir kez daha asgari ücret tespit komisyonuna, hükümete ve Tayyip Erdoğan’a sesleniyoruz: Asgari ücret talebimiz 30, biz bunun altında yokuz. Emeklilere de bir asgari ücret verilmeli. ömrünü, gözünün nurunu bu ülke içine akıtmış, elleri bu ülke için nasır olmuş, bu ülke için dirsekleri çürümüş emeklilerin kıymeti bilinmelidir. Emeklimize bir asgari ücret ve asgari ücretlimize 30, biz bunun altında yokuz arkadaşlar.”

Paylaşın

Almanya’dan Türkiye’ye 231 Milyon Euroluk Silah İhracatı

2024 yılında, Türkiye, Almanya’dan 230,8 milyon euro (242,5 milyon dolar) tutarında silah satın aldı. Bu, 2006 yılı sonrasının en yüksek rakam olarak kayıtlara geçti.

Almanya Başbakan Olaf Scholz da ekim ayında İstanbul’a gerçekleştirdiği ziyarette Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu ve müttefik bir ülkeye savunma ihracatının doğal olduğunu vurgulamıştı.

Almanya’nın Türkiye’ye yönelik silah ihracat kısıtlamalarını kaldırmasının etkileri görülmeye başlandı. Alman hükümetinin bu yıl içinde Türkiye’ye toplam 230 milyon 800 bin euro değerinde savunma ihracatına onay verdiği bildirildi. Böylece ihracat izinlerinde 2006 yılı sonrasının en yüksek rakamına ulaşıldı.

Sol Parti’den kopan Sahra Wagenknecht İttifakı’ndan (BSW) milletvekili Sevim Dağdelen’in soru önergesine Ekonomi Bakanlığından verilen yanıta göre, ihracat izinlerinin 79 milyon 700 bin euroluk bölümü muharebe silahları ve 151 milyon 100 bin euroluk bölümü diğer savunma sanayisi ürünlerinden oluştu.

Türkiye’de 2016’da gerçekleşen darbe girişimi ve ardından Türk ordusunun Suriye’nin kuzeyine gerçekleştirdiği harekatlar sonrasında Almanya’dan Türkiye’ye silah ihracat izinleri durma noktasına gelmişti. Türkiye’ye ihracat izinleri son yıllarda tek haneli ya da düşük iki haneli rakamlarda gerçekleşmişti.

Alman hükümeti Türkiye’ye 2021’de 11 milyon 100 bin, 2022’de 4,5 milyon ve 2023’te Aralık ayına kadarki dönemde 1,2 milyon euroluk savunma ihracatına izin verdi. 2023 yılının tamamına dair rakamlar ise henüz açıklanmadı.

Alman Ekonomi Bakanlığı, Eylül ayı sonunda yaptığı açıklamada Türkiye’ye kapsamlı bir şekilde torpido, füze ve denizaltı parçaları ihracatına yeniden izin verildiğini bildirmişti.

Başbakan Olaf Scholz da Ekim ayında İstanbul’a gerçekleştirdiği ziyarette Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğunu ve müttefik bir ülkeye savunma ihracatının doğal olduğunu vurgulamıştı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

İmamoğlu’ndan Erdoğan’a “Silkeleme” Yanıtı: Hadi Bakalım

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Erdoğan’ın CHP’li belediyelerin SGK borçları için verdiği “silkeleyin” talimatına verdiği yanıtta, “Hadi silkeleyin bakalım” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu Sancaktepe’de temel atma törenine katıldı. İmamoğlu, toplu taşıma töreninde açıklamalarda bulundu.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’a, belediyelerin SGK borçlarına yönelik verdiği “Kendilerini daha kararlı bir şekilde silkelemende fayda var” talimatına yanıt veren Ekrem İmamoğlu, şunları söyledi:

“Bir kısım alanlada 25 yıla bedel işler yaptığımızı iddia ediyoruz. Hemşehirlilerimiz yaptığımız işleri takdir etti, bu hizmetle birlikte İstanbul’da gerçekten vatandaşımızın çok değerli takdirini alarak 5 yıl daha bu kadim kenti yönetme fırsatını bize verdi.

Onun haricinde ilçelerde gösterdiğimiz parti ayrımı yapmaksızın insanlarımıza hizmet götürme tutkusunu da takdirle karşılayan halkımız; İstanbul’un 39 ilçesinin 26’sını tarihinde en üst seviyede bir partiye emanet edilen belediye başkanlığı sayısını bize verdi, güvenini gösterdi. Şimdi sıra halkımıza hizmetle birlikte bunun karşılığını vermekte.

Tabi bu icraatçı ve yatırımcı belediyelicikle ilgili aslında çok özenli bir tarihi yönetiyoruz dedim; en iyisini yapma gayretimiz var. Bakın Sancaktepe’nin çok önemli bir konusu; Çekmeköy – Sancaktepe – Sultanbeyli metro hattı. 2017 yılının başında başlayan bu metro hattı, şantiye kurulumunun olduğu bir hat. Yüzde 2,5-3 seviyesindeyken devraldık. Yani parası yok, ödeneği yok hatta o kurulumlarla oluşan borcu bile var.

Bu metro hatlarının ihalesi yapıldı, 8 ay sonra ihalelerini iptal ettiler. Sonra tekrar çalışmalarına müsaadeyle başladılar. Tam 2 buçuk sene sonra görevi aldığımızda 2 buçuk sene önce sadece şantiyesi kurulu olan Çekmeköy-Sancaktepe-Sultanbeyli metrosunun yoğun bir çalışmasını yaparak, finansmanını sağlayarak Çekmeköy-Sancaktepe arasını sizlerin hizmetine açtık, hayırlı olsun dedik.

İşte bu yönetim disiplininin olmadığı, israfın ve bu disiplinle beraber iş akışının planlanmadığı bir düzenden işi iyi planlayan, finansmanını tasarlayan, ona göre süreç yöneten, erdemli ve ahlaklı anlayışla bu ve buna benzer işleri başararak gerçekten İstanbul’un tarihinde olmayan güçlü bir 5 yılı tam 65 km metro hattını İstanbul’un tamamına hediye etmenin de gururunu yaşıyoruz.

Bir partinin ya da bir avuç insanın değil halkın belediyeleriyiz. Gücümüzü sadece halktan ve haktan alırız. İktidarın da tahammül edemediği gerçek budur. Onun için seçimden sonra soruşturmalar, davalar, kayyumlar, kreşi kapatma, hizmetlerimizi engelleme çabaları, yok efendim ‘silkeleyin bu belediyeleri…’

“Allah akıl versin”

Sayın Genel Başkanım burası güreş meydanı mı birbirimizi silkeleyeceğiz? Allah akıl versin, bir insan ne der, ‘belediyelerden şu SGK borcunu tahsil et kardeşim’ der. Akla bak, silkeleyin belediyeleri, hadi gel de silkele o zaman.

Devletin kurumlarına yöneticilerine böyle bir şey söylenir mi? Ben, bir başka partinin belediye başkanının elini sıktığımda mutlu oluyorum. TBB Başkanı olarak herkese ulaşmanın gayreti içindeyim. Ülkenin kurumlarını da kurallarını da altüst eden bu anlayıştan acilen kurtulmamız lazım. Siyasi rakiplerle güreş tutmak için, bakanlar partinizin değil milletin bakanı.”

Paylaşın

Erdoğan, Suriyeliler Üzerinden CHP’ye Yüklendi

“Dünya İnsan Hakları Günü” programında konuşan Erdoğan, “İnsanlığımızın sorumluluğu neyse zor dönemde bunu yapmaya gayret ettik. Komşularımızı 13 yıl boyunca en güzel şekilde misafir ettik” dedi ve ekledi:

“Elbette bu süreci zehirlemek isteyenler de oldu. Eski CHP genel başkanı nazivari nefret söylemleri ile milleti galeyana getirmeye çalışırken vatanlarını bir gecede terk etmek zorunda kalan mazlumlara insafsızca saldırdılar. Bu garibanları hedef haline getirmekten utanmadılar. Üç beş oy için inancımıza yakışmayan tavırlara tevessül ettiler. Kimisi de menfaatlerini korumak için buna sessiz kaldı. Irkçı söylemler karşısında iki kelam etmediler. Mesele Suriyeli mazlumlar olunca konuşmadılar.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Kongre Merkezi’ndeki Dünya İnsan Hakları Günü Kardeşliğin Yüzü Programı’nda açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın konuşmasından satır başları şöyle:

“Her yıl 10 Aralık’ta kutlanan insan hakları günün mağdur kardeşlerimiz ve tüm insanlık için hayırlar getirmesini diliyorum. Beyanname dünyada en çok referans verilen ama içeriğin uygulanmasında aynı hassasiyetin gösterilmeyen belgedir.

İlan edildiği dönemde insanlık için büyük umut edilen beyanname örselenmiş, gücü elinde tutan devletler tarafından kadük bırakılmıştır. En acı örneği bizim gönül coğrafyamızda yaşandı. İsrail’in terör estirdiği günün de miladı olmuştur bu beyanname. Bu toprakların asıl sahiplerini sürgün etmeye devam ediyor. Srebrenitsa’da 800 bin insanın hayatını kaybettiği soykırıma kadar farklı insan hakları ihlallerine şahitlik ettik.

Suriye’de tarihin en vahşi zulmü yapılırken, lafa gelince demokrasi havarisi kesilenlerden hiçbir ses duyulmadı. Bölücü örgütlerin terör eylemlerinde vatan evlatlarımızı şehit verdik. İşkence ile katledilen nice insanımız oldu. 15 Temmuz gecesi 252 insanımız FETÖ’cü hainler tarafından kalleşçe şehit edildi. Eleştiri okları üzerimize yönelirken caniler batılı ülkeler tarafından kollanıp baş tacı yapıldı.

İnsan hakları günümüzde siyasallaştırılmış bir kavramdır. Çoğu zaman siyaset mühendisliği projelerinde araç olarak kullanılmakta. Sadece dünyanın belli bölgelerinde uygulanan imtiyazlı haklar olarak algılanıyor. İşin özünde renk köken ve inanç üzerinden daraltılmış bir insan hakları tanımı yapılıyor.

İnsan haklarına riayette gerilemenin temel nedeni sınıfsal riyakar politikalardır. Biz insanı yaşat ki devlet yaşasın tasavvur sahibi milletiz. Millet olarak tarih boyunca nerede zulüm varsa kimseden çekinmeden sesimizi yükseltip tavrımızı ortaya koyduk. Musevilere kapısını açıp hayatlarını kurtaran bizdik. İkinci Cihan Harbi’nde Nazi vahşetinden kaçan farklı milletlere kapısını açan biz olduk.

Kuzey Irak’taki Kürt kardeşlerimizi katliam pençesinden kurtaran yine biz olduk. Bir gecede Suriye’den yüz binlerce Kürt’ü ülkemize kabul eden bizim hükümetimizdir. Ülkemiz merhametli bir millettir. Kapımıza gelene Kürt müsün Arap mısın Türk müsün diye sormadık. Dinini sormadık. Türkiye’ye sığınana beyaz mısın siyah mısın diye sormadık. Kimliğine bakmadan sadece ülkemizin kapılarını değil gönül dünyamızın kapılarını da ardına kadar biz açtık.

Nerede biz masum ve mazlum varsa hakkını savunduk. Zulü alkışlayanlardan değil, bedel ödeme pahasına hakkı tutup kaldıranlardan olduk. Hem Gazze mezaliminde hem Suriye krizinde kardeşlerimizi asla yalnız bırakmadık. 86 bin tonluk insani yardımla Filistin’e en fazla destek sağlayan ülkelerdeniz. Lübnanlı kardeşlerimize ulaştırdığımız yardımlarla burada da elimizden geleni yapıyoruz.

Ülke ve millet olarak insanlık sınavını başarı ile verdiğimiz yerlerin başında Suriye geliyor. İlk günden beri bu meselede durduğumuz yer belli, söz ve tutumumuz açıkça ortadadır. Türkiye vicdan odaklı yaklaşmıştır. İnsanlığımızın sorumluluğu neyse zor dönemde bunu yapmaya gayret ettik. Komşularımızı 13 yıl boyunca en güzel şekilde misafir ettik.

Elbette bu süreci zehirlemek isteyenler de oldu. Eski CHP genel başkanı nazivari nefret söylemleri ile milleti galeyana getirmeye çalışırken vatanlarını bir gecede terk etmek zorunda kalan mazlumlara insafsızca saldırdılar. Bu garibanları hedef haline getirmekten utanmadılar. Üç beş oy için inancımıza yakışmayan tavırlara tevessül ettiler. Kimisi de menfaatlerini korumak için buna sessiz kaldı. Irkçı söylemler karşısında iki kelam etmediler. Mesele Suriyeli mazlumlar olunca konuşmadılar. İnsanlık kazandı, merhamet kazandı, dayanışma kazandı, yüce gönüllülük kazandı.

Muhacirleri bile bile ölüme göndermek isteyenler hem seçimlerde hem insanlık sınavında kaybettiler. Suriye hapishanelerindeki işkence ve ölüm merkezlerine bakınca nasıl bir vahametten dönüldüğü daha iyi anlaşılıyor. Eli kanlı Baas rejiminin son bulması ile inşallah Suriye’de huzura ve güvenliğe giden yolun kapıları açılmıştır. İnşallah gönüllü geri gidişlerin sayısı da artacaktır. Faşist çevrelerin bu olumlu iklimi sabote ettiğini görüyoruz.

“Diktatör görmek istiyorlarsa…”

Bunlar yıllarca şahsımıza diktatör iftirası attılar. Sadece bize değil Türk demokrasisine de iftira attılar. Diktatör kime denir görmek istiyorlarsa Suriye’den gelen hapishane görüntülerini seyretsinler. Diktatörün ne olduğunu öğrenmek istiyorlarsa gitsinler yere göğe sığdıramadıkları Baas’ı günah galerisine baksınlar. CHP ne yaparsa yapsın biz gönüllü geri dönüşleri vakarla yürüteceğiz.

Teşekkür mesajlarını izledikçe hepimiz mutlu oluyoruz. Bunun için rabbimize ne kadar hamt etsek azdır. Yetime öksüze kol kanat germek nasip işidir. Biz bu açıdan da nasipli milletiz. Yüce Allah milletimizden razı olsun. Rabbimden Suriye’de açılan yeni sayfayı başarılarla doldurması için dua ediyoruz.

Bölgemizde bu adımları atarken içeride de büyük dönüşüm gerçekleştirdik. Bireysel hak ve özgürlüklerin, düşünce özgürlüğünün tam anlamı ile kullanılmasını biz temin ettik. İnsan hakları beyannamesinde ifade edilen uygulamaların önüne biz geçtik. Kültürel kimliğinden dolayı kimsenin ayrımcılığa uğramayacağı sistemi biz hayata geçirdik. Devletten ve kamusal alandan dışlanan kadınların hak ve hukukunu biz müdafaa ettik. Alev Bektaşi ve Cem Evi Başkanlığı ile alevi kardeşlerimizin haklarını biz ele aldık.

Yargı reformu yasa paketleri ile, insan hakları eylem planları ile yargı sistemimizi tahkim ettik. Güç ve güven tazeledik. Türkiye’de işkenceye biz son verdik. Tek tek saymaya kalksak saatlerimizi alacak uygulamaları hayata geçirdik.

Etrafımızdaki gelişmeler, cumhur ittifakı olarak bir süredir yapılan çağrıların ne kadar isabetli olduğunu gösterdi. İç cepheyi güçlendirmek için yapılan hamlelerin ardından Türkiye’yi tehditlerden uzak tutma arzusu vardır. Farklılıklarımıza değil ortak noktalarımıza odaklanmalıyız. Köken ve mezhep farklılıklarını geri plana yitip değerlerimizin etrafında kenetlenmeliyiz. bir olursak diri olur saldırılar karşısında yıkılmaz bir kale oluruz. Birbirimize düşersek Allah korusun etrafımızda dolaşan çakallara av oluruz. Rabbim kardeşliğimizi daim eylesin.”

Paylaşın