ABD’den Türkiye’ye “Rusya” Uyarısı

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake, ABD’nin Türkiye’den Rusya’ya giden askeri malzemeden hala endişe duyduğunu belirterek, Ankara’yı bu ihracatı önlemek için işbirliğini arttırmaya çağırdı.

Jeff Flake, “Bu bizim için bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor ve bunu sık sık ve tutarlı bir şekilde dile getiriyoruz. Buradaki muhataplarımızla konuştuğumuzda, amacımızın Rusya’nın savaş yürütme kabiliyetinin engellenmesini sağlamak olduğunu vurgulayacağız” dedi ve ekledi:

“Hala Türkiye üzerinden gelen önemli kalemler görüyoruz. Dolayısıyla orada daha iyi bir işbirliği arıyoruz ve pek çok açıdan bunu elde ediyoruz. Rusya’nın şikayetçi olduğunu biliyorum, bu da iyi bir işaret.”

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake, Türkiye’deki görevinin sonuna yaklaşırken İstanbul’da gazetecilere açıklamalarda bulundu. Flake, “İran ile herhangi bir ilişkisi bulunan tüm müttefiklerimizden gerilimin yatışması için çaba göstermelerini istiyoruz. Bu ülkelere Türkiye de dahil” dedi.

“Türk muhataplarımız tansiyonun yükselmemesini sağlamak için ellerinden geleni yapıyorlar” diyen Flake, “Gerilimin tırmanmayacağı konusunda bizden daha emin görünüyorlar” diye ekledi.

Türkiye – ABD ilişkilerinin şu an önceki döneme göre daha iyi durumda olduğunu belirten ABD Büyükelçisi, bu ay başında ABD ile Rusya arasında Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen tutuklu takasına işaret etti. Flake, Türk tarafının müzakerelerde değil, lojistik alanında yer aldığını ve önemli bir rol oynadığını söyledi.

Gazze’ye de değinen Jeff Flake, Gazze’de durumun “çok zor” olduğunu, Cumhurbaşkanı  Erdoğan’ın İsrail’e yönelik söyleminin, Türkiye’nin bu konuda muhatap rolü oynamasını zorlaştırdığını ifade etti.

Büyükelçi, Ankara ile Washington arasında Gazze konusundaki görüş ayrılıklarının, ABD yönetiminin aktif bir şekilde ateşkes çağrısı yapmaya başlamasıyla azaldığını, ancak hala devam ettiğini kaydetti.

Jeff Flake, ABD’nin Türkiye’den Rusya’ya giden askeri malzemeden hala endişe duyduğunu belirterek, Ankara’yı bu ihracatı önlemek için işbirliğini arttırmaya çağırdı.

Jeff Flake, “Bu bizim için bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor ve bunu sık sık ve tutarlı bir şekilde dile getiriyoruz. Buradaki muhataplarımızla konuştuğumuzda, amacımızın Rusya’nın savaş yürütme kabiliyetinin engellenmesini sağlamak olduğunu vurgulayacağız” dedi ve ekledi:

“Hala Türkiye üzerinden gelen önemli kalemler görüyoruz. Dolayısıyla orada daha iyi bir işbirliği arıyoruz ve pek çok açıdan bunu elde ediyoruz. Rusya’nın şikayetçi olduğunu biliyorum, bu da iyi bir işaret.”

Paylaşın

“İzmir Limanı Araplara Satılacak” İddiası

Konteyner hacmi ile yük tonajı bakımından Türkiye’nin en büyük limanları arasında bulunan İzmir Limanı’nın Birleşik Arap Emirlikleri’ne satılacağı iddia edildi. Liman, Türkiye Varlık Fonu (TVF) bünyesinde.

Geçtiğimiz Aralık ayında, Abu Dabi Port (ADP)’nin İzmir Limanı’nda bir pay almayı düşündüğü ve bu yatırımın 500 milyon doları bulabileceği haberleri gündeme gelmişti.

Türkiye Varlık Fonu (TVF) tarafından yapılan açıklamada “Türkiye Varlık Fonu olarak, ülkemiz ve İzmir Limanı için en yüksek katma değeri sağlama ve varlıklarımızın değerini artırma amacımız doğrultusunda çalışmalarımıza devam ediyoruz” denildi.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İzmir Limanı’na yönelik 500 milyon dolarlık hisse alım planı, yerel yatırımcılar ve uzmanlar arasında tartışmalara neden oldu.

Reuters’ın edindiği bilgilere göre, iki taraf arasında gerçekleştirilen görüşmeler, limanın işletme hakları için yapılan anlaşmayı kapsıyor. Bu anlaşmanın değeri yaklaşık 500 milyon dolar olarak değerlendiriliyor.

Geçtiğimiz Aralık ayında, Abu Dabi Port (ADP)’nin İzmir Limanı’nda bir pay almayı düşündüğü ve bu yatırımın 500 milyon doları bulabileceği haberleri gündeme gelmişti. Ancak, bölgesel rekabet ve kapasite koşullarındaki değişiklikler, anlaşmanın kapanışını erteledi. Konuyla ilgili iki kaynak, müzakerelerin halen devam ettiğini belirtti.

Bir kaynak, Türkiye’nin başka potansiyel alıcılarla da görüştüğünü, ancak ADP ile ilerlemeye karar verdiğini söyledi. Değişen rekabet ve kapasite koşullarının anlaşmanın nihai hale gelmesini geciktirdiğini vurguladı.

İkinci kaynak ise İzmir Limanı’nın 1959 yılında faaliyete geçtiğini ve güçlü lojistik bağlantılara sahip olduğunu ancak yatırım ihtiyacı duyduğunu ifade etti.

İzmir Limanı, Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) portföyünde yer almakta ve konteyner hacmi ile yük tonajı bakımından Türkiye’nin en büyük limanları arasında bulunuyor.

TVF, ülke ve limana katma değer yaratmayı hedeflediklerini belirtti. TVF tarafından yapılan açıklamada “Türkiye Varlık Fonu olarak, ülkemiz ve İzmir Limanı için en yüksek katma değeri sağlama ve varlıklarımızın değerini artırma amacımız doğrultusunda çalışmalarımıza devam ediyoruz” denildi.

Paylaşın

“Erdoğan, Dev Şirketlere Yatırım Çağrısında Bulunacak” İddiası

Erdoğan’ın “Yatırım Danışma Konseyi” toplantısında, dünyanın önde gelen şirketlerine, ekonomide kat edilen mesafeyi anlatacağı ve Türkiye’ye yatırım yapmaları çağrısında bulunacağı öne sürüldü.

Yatırım Danışma Konseyi toplantısına, özellikle Türkiye’ye yakın dönemde yatırım yapması beklenen Çin ve Körfez şirketlerinin damga vurmasının beklendiği iddia edildi.

Yatırım Danışma Konseyi sekiz yıl sonra ilk kez toplanacak. Toplantı için uluslararası dev şirketlerin CEO’larına davet gönderildi.

CNBC-e’nin edindiği bilgilere göre toplantıya Elon Musk, Jeff Bezos başta olmak üzere dünyanın önde gelen şirketlerinin CEO’ları ve yönetim kurulu başkanları çağrıldı.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz imzasıyla çok sayıda şirketin ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların üst düzey isimlerine gönderilen davet mektuplarında, 23 Ağustos tarihine kadar katılım konusunda cevapların iletilmesi istendi.

Orta Vadeli Program’a ilişkin güncellemenin ardından gerçekleştirilecek toplantıda AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk ekonomisinde kat edilen mesafeyi anlatacak ve Türkiye’ye yatırım çağrısında bulunacak.

Sekiz yıllık aranın ardından düzenlenecek Yatırım Danışma Konseyi toplantısına, özellikle Türkiye’ye yakın dönemde yatırım yapması beklenen Çin ve Körfez şirketlerinin damga vurması bekleniyor.

Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED) de toplantıya yüksek katılım sağlanması ve Türkiye’deki yatırım iklimindeki değişikliklerin ele alınması için üye şirketlerin toplantıya katılımını önemsiyor. YASED üyelerinin global yöneticilerine de toplantıya katılım davetleri yapıldı.

Paylaşın

TİP’te Toplu İstifa!

Türkiye İşçi Partisi’nin Doğu Anadolu ve Güney Anadolu bölgelerindeki örgütleri toplu şekilde istifa ederken, partinin İstanbul, İzmir gibi güçlü olduğu şehirlerde de istifalar gerçekleşti.

Haber Merkezi / Türkiye İşçi Partisi (TİP) istifalarla çalkanıyor. TİP’in Doğu Anadolu ve Güney Anadolu bölgelerindeki örgütleri toplu şekilde istifa ederken, partinin İstanbul, İzmir gibi güçlü olduğu şehirlerde de istifalar gerçekleşti.

İstifa edenler, sosyal medya üzerinden yaptıkları “Türkiye Sol/Sosyalist Kamuoyuna” başlıklı açıklamaya, “TİP’in kuruluşundan bu yana partiyi büyüten veya süreç içerisinde sosyalist mücadeleye TİP aracılığıyla katılmış yüzlerce üye, partiden ayrılma ve mücadeleyi yeni bir yol açarak sürdürme kararı almıştır” notunu düştüler.

İstifa edenler açıklamada ise, “Parti merkezinin, devrimcileri kapsamak yerine onları tasfiye etmeye yönelik tercihi sonucunda, TİP’in kuruluşundan bu yana partiyi büyüten veya süreç içerisinde sosyalist mücadeleye TİP aracılığıyla katılmış yüzlerce üye, partiden ayrılma ve mücadeleyi yeni bir yol açarak sürdürme kararı almıştır.

Bizler bu deklarasyonda temsili düzeyde imzası bulunan isimler ve yüzlerce yoldaşımız, TİP başta olmak üzere, sosyalist siyasetin devrimci özünden arındırılmaya çalışıldığı ve düzen siyasetinin sınırlarına hapsedilmek istendiği bu dönemde, sosyalist devrim mücadelesini aşağıda belirttiğimiz ilkeler doğrultusunda yeniden filizlendirecek bir mücadeleye ülkemizdeki tüm devrimcileri çağırıyoruz” ifadelerine yer verdiler.

TİP’ten istifa edip ortak bir açıklama yapan imzacılar şu şekilde;

TİP’ten istifa edip ortak bir açıklama yapan imzacılar şöyle:

TİP Ağrı İl Örgütü
TİP Diyarbakır İl Örgütü
TİP Batman İl Yönetimi
TİP Dersim İl Örgütü
TİP Mardin İl Örgütü
TİP Muş İl Örgütü
TİP Siirt İl Yönetimi
TİP Van İl Örgütü

Abdullah Aslı: Iğdır İl Yönetim Kurulu Üyesi
Ahmet Derinsu: Iğdır İl Yönetim Kurulu Üyesi
Ahmet Gire: İstanbul Kadıköy Caferağa Mahalle Temsilcisi
Anıl Eren Pekesen: İstanbul Kartal Yönetim Kurulu Üyesi
Anıl Utku Yıldırım: İstanbul Beylikdüzü Yönetim Kurulu Üyesi
Aylin Doğan Gül: İstanbul Avcılar İlçe Örgütü

Baran Panzeroğulları: Muğla Gençlik Sorumlusu
Beyza Nur Öztürk: İzmir Buca Hukuk Sorumlusu & Adalet İçin Hukukçular İzmir YK Üyeliği
Burak Çetiner: İstanbul Kadıköy Göztepe Mahalle Temsilcisi
Büşra Türer: Bağcılar İlçe Yöneticisi
Can Görtan: İstanbul Kadıköy İlçe Örgütü
Cansu Demir: İstanbul Gaziosmanpaşa İlçe Örgütü
Cansu Yıldız: İstanbul Küçükçekmece Yönetim Kurulu Üyesi

Çiğdem Özdemir: İstanbul Sultangazi İlçe Sekreteri
Ekin Yavuz: Adalet İçin Hukukçular
Enes Kuruçay: İstanbul Bahçelievler Yönetim Kurulu Üyesi
Eren Çağlar Başbağ: İstanbul Kartal İlçe Başkanı
Furkan Kaçmaz: Kars İl Sekreteri
Gaye Bulut: İstanbul Kadıköy Acıbadem Mahalle Temsilcisi

Gün Çağ Aydın: Parti Meclisi Üyesi
Güneş Harputlu: İstanbul Kartal Yönetim Kurulu Üyesi
Hakan Akay: İstanbul Bağcılar ilçe Başkanı
Hamza Mete: Şırnak İl Sorumlusu
Hasan Karadeniz: İstanbul Beyoğlu Yönetim Kurulu Üyesi
Hüseyin Demir: İstanbul Gaziosmanpaşa İlçe Örgütü

İlayda Naz Karataş: İstanbul Bağcılar Kadın Sorumlusu & Adalet İçin Hukukçular
İlke Turaç Dolu: İstanbul Küçükçekmece Yönetim Kurulu Üyesi
İrfan Balık: Kürt Sorununda Barış ve Eşit Yurttaşlık Komisyonu
Kemal Salman: Yurtdışı Örgütü Disiplin Kurulu Üyesi
Metehan Akman: İstanbul Ataşehir İlçe Sekreteri
Müslüm Etleç: Erzincan İl Örgütü

Müslüm Karasu: İstanbul Sultangazi Yönetim Kurulu Üyesi
Nadir Şeran: İstanbul Sultangazi Yönetim Kurulu Üyesi
Nihat Doğangün: Kars İl Başkanı
Nur Sancaktar: İstanbul Güngören İlçe Başkanı
Onur Emre Yağan: Kürt Sorununda Barış ve Eşit Yurttaşlık Komisyonu
Ozan Dolaş: İstanbul Küçükçekmece İlçe Sekreteri

Pervin Eryılmaz: İstanbul Bakırköy İlçe Başkanı
Raife Yılmaz: Kürt Sorununda Barış ve Eşit Yurttaşlık Komisyonu
Rıdvan Çöpürkaya: İstanbul Küçükçekmece İlçe Başkanı
Rıdvan Gül: İstanbul Avcılar İlçe Örgütü
Rıdvan Uzun: İstanbul 3. Bölge Emek Çalışmaları Sorumlusu
Sinan Köksal: İstanbul Sultangazi Yönetim Kurulu Üyesi

Sonat Ergür: İzmir Menemen Yönetim Kurulu Üyesi
Taner Andağ: İstanbul Başakşehir İlçe Başkanı
Tuğrul Uçak: İstanbul Bahçelievler İlçe Başkanı
Umut Taş: İstanbul Başakşehir Yönetim Kurulu Üyesi
Ümit Bayrak: Toplumcu Mimar Mühendis Şehir Plancıları
Zehra Taş: İzmir Çiğli Gençlik Sorumlusu

Zelal Soylu: İstanbul Küçükçekmece Yönetim Kurulu Üyesi
Zeynep Demir: İstanbul Güngören Yönetim Kurulu Üyesi
Zilan Yıldırım: İstanbul Ataşehir İlçe Örgütü
Zülfü Yazar: Elazığ İl Sorumlusu

Türkiye İşçi Partisi (TİP)

Türkiye İşçi Partisi (TİP), 7 Kasım 2017 tarihinde Erkan Baş ve Barış Atay liderliğinde tekrar kuruldu. Erkan Baş, Barış Atay, Tuncay Çelen, Metin Çulhaoğlu’nun da aralarında olduğu geçmiş TİP ve TKP üyesi, çeşitli kitle örgütü ve sendika temsilcisi, işçi, öğrenci ve akademisyenlerin bulunduğu 146 kişi imzasının olduğu çağrı metni kamuoyuna duyuruldu.

Türkiye İşçi Partisi, Türkiye’de kapitalizm yerine, sosyalist bir sistemin kurulmasını önermekte ve neoliberalizm karşıtı bir tutum almaktadır. Programını Marksizm teorisi üzerine inşa eder.

Mehmet Ali Aybar liderliğindeki ilk dönem TİP’in politikalarına yakın olup aynı zamanda Behice Boran döneminin politikalarından da beslenmektedir. Laiklik, cumhuriyetçilik ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konular partinin tutum ve politikalarında önemli yere sahiptir. TİP, tarikat ve cemaatlerin kamu hizmetlerinden alıkonulması ve toplumsal hayatta yer almaması görüşüne sahiptir.

Parti parasız, eşitlikçi, bilimsel ve laik bir eğitim sistemi öngörmekte ve tarikat ve cemaatlere ait yurt, ev ve okulların da kamulaştırılmasını önermektedir. Elektrik, su, doğal gaz ve internet gibi temel hizmetlerin kamulaştırılması ve bu hizmetlerin kâr amacı gütmeden topluma sunulmasını talep etmektedir.

Kamucu ve planlı bir ekonomi anlayışıyla yönetilen bir ülke amacıyla siyasette yer alan parti, Kürt sorununda barış ve kardeşlik temelli çözüm arayışını, bölgede ve dünyadaki savaş ortamlarına karşı barışı savunduklarını belirtmektedirler. Ayrıca parti, NATO’yu “terör örgütü” olarak gördüklerini söylemektedir.

“Eşit yurttaşlık” politikası altında işçilerin yanı sıra kadınların, Alevilerin, Kürtlerin, LGBT’lerin, çocukların, engellilerin ve türcülüğe karşı tüm canlıların yaşam hakkını savunduğunu ifade eden parti, dinselleşme karşısında ilericiliği esas aldığını aktarmıştır.

Paylaşın

Suriye İle Normalleşme: Türkiye’nin Çekilme Koşulları Belli Oldu

Reuters’ın sorularını yazılı olarak yanıtlayan Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, “Türkiye ancak yeni bir anayasanın kabulü, seçimlerin yapılması ve sınır güvenliğinin sağlanması halinde Suriye’den koordineli çekilmeyi tartışır” dedi.

Haber Merkezi / Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Birleşik Krallık merkezli haber ajansı Reuters’ın sorularını yazılı olarak yanıtladı. Güler,  Türkiye ve Suriye arasında normalleşme çabaları kapsamında bakanlar düzeyinde bir görüşme gerçekleştirilebileceğini söyledi. Güler, bunun için “uygun koşulların” yaratılması gerektiğini kaydetti.

Geçen ay Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Bu dargınlığı, kırgınlığı aşmak suretiyle yeni bir süreci başlatalım istiyoruz” sözleriyle Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşme isteğini dile getirmişti. Türkiye’den gelen görüşme taleplerine Şam rejimi şu ana kadar olumlu bir yanıt vermedi. Esad rejimi görüşme için Türk askerinin Suriye topraklarından çekilmesini şart koşuyor. Türkiye Suriye’nin kuzeyinde geniş bir alanı “güvenli koridor” oluşturma hedefiyle kontrolü altında tutuyor.

Bakan Güler, verdiği mülakatta Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu bölgeden çekilmeyi hangi şartta gündeme alabileceğini de açıkladı. Güler, “Türkiye ancak yeni bir anayasanın kabulü, seçimlerin yapılması ve sınır güvenliğinin sağlanması halinde Suriye’den koordineli çekilmeyi tartışır” dedi.

Normalleşmede ilk adım 28 Aralık’ta atıldı

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad, Suriye’de savaşın başladığı 2011 yılından bu yana dışişleri bakanları düzeyinde ilk kez resmi görüşme için Moskova’da bir araya gelmişti.

Toplantıda ilişkilerin normalleştirilmesinin yanı sıra Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan 3,7 milyon Suriyeli mültecinin ülkelerine gönüllü geri dönmeleri konusunun da ele alınacağı kaydedilmişti.

Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde konuyla ilgili yer alan açıklamada “Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi hakkında görüş alışverişinde bulunulması, terörle mücadele, siyasi süreç, sığınmacıların gönüllü, güvenli ve onurlu dönüşleri de dahil olmak üzere insani konuların ele alınması planlanmaktadır” denilmişti.

Ankara ile Şam arasındaki normalleşme sürecinde Rusya’nın da girişimleriyle ilk somut adım bakanlar düzeyinde 28 Aralık’ta atılmıştı.

Moskova’da 28 Aralık 2022’de Türkiye, Rusya ve Suriye savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının katılımıyla yapılan üçlü toplantıda Suriye krizi, mülteci sorunu ve Suriye topraklarında bulunan tüm terör örgütleri ile ortak mücadele çabaları ele alınmıştı.

İlk görüşmede Şam yönetiminin, Türkiye’den, topraklarından çekilmesini ve Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) “terörist” olarak tanınmasını istediği ancak bu taleplerin Türkiye tarafından geri çevrildiği bildirilmişti.

Nisan başında dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılan toplantıya İran da katıldı. Türkiye, Suriye, Rusya ve İran savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının katıldığı 25 Nisan’da yapılan toplantı, Ankara ile Şam arasında başlatılan normalleşme sürecinde yeni bir adım olmuştu.

Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Türkiye “Suriye topraklarında her şekliyle terör örgütleri ve tüm aşırılıkçı gruplarla mücadele, Suriyeli mültecilerin topraklarına dönmelerine yönelik çabaların yoğunlaştırılması”na vurgu yaptı ve tarafların “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını teyit” ettikleri belirtilmişti.

Suriye ise “Türk birliklerinin Suriye’den çekilmesi” talebini yinelemişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Aralık toplantısı öncesinde Suriye’nin kuzeyindeki YPG güçlerine yönelik olası kara operasyonuyla ilgili açıklamada bulunurken, “Biz şu an itibarıyla Suriye, Türkiye, Rusya üçlü olarak bir adım atalım istiyoruz.

Bunun için de önce istihbarat örgütlerimiz bir araya gelsin, ardından savunma bakanlarımız bir araya gelsin, daha sonra dışişleri bakanlarımız bir araya gelsin. Onların yaptığı görüşmelerden sonra da biz liderler olarak bir araya gelelim. Bunu da Sayın Putin’e teklif ettim. O da buna olumlu baktı. Böylece bir dizi görüşmeler zincirini başlatmış olacağız” şeklinde konuşmuştu.

Erdoğan’ın açıklamalarının ardından Rus medyasına yansıyan haberlerde, Moskova’nın Türkiye tarafından önerilen üçlü diplomasi mekanizması fikrine sıcak baktığı belirtilmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Kasım ayında Suriye Devlet Başkanı Esad ile görüşebileceğinin sinyalini vermiş ancak Esad, Türkiye Suriye’nin kuzeyindeki askerlerini çekmeyi kabul etmediği müddetçe Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeyeceğini söylemişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington’da yaptığı basın toplantısında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a Suriye ile normalleşme gündemi kapsamında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşme talimatı verdiğini söylemişti.

Washington dönüşü uçakta gazetecilere açıklamalarda bulunan Erdoğan yol haritasının muhataplarıyla birlikte Fidan’ın oluşturacağını bildirmişti. “Suriye’nin toprak bütünlüğünün bizim de çıkarımıza olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. Suriye’de inşa edilecek hakkaniyetli bir barış, en çok bize fayda sağlayacak” diyen Erdoğan, bu inşa sürecinin en önemli adımı da Suriye ile yeni bir dönem başlatmaktan geçtiğini söylemişti.

Şu ana kadar bu sürecin olumlu istikamette geliştiğini ve yakın zamanda somut adımlar atılmasını beklediklerini ifade eden Erdoğan, ABD ve İran’ın da bu süreci desteklemesi gerektiğine dikkat çekmişti. Bu süreci baltalamak isteyenlere karşı da “hazırlıklı oldukları” mesajını vermişti.

Erdoğan, “Suriye’nin bir ve bütün olarak yeni bir gelecek inşa etmesi için oluşacak iklimden kimsenin rahatsızlık duymaması temel beklentimizdir. Bu süreci terör örgütleri zehirlemek için elinden geleni yapacaklardır. Provokasyonlar tertipleyip oyunlar kuracaklardır. Tüm bunların farkındayız ve hazırlıklıyız” demişti.

16 Temmuz’da yapılan kabine toplantısının ardından açıklamalarda bulunan Erdoğan, Beşar Esad’a isim vermeden çağrıda bulunarak, “Karşılıklı saygı ve müşterek menfaatler temelinde daha önce karşımızda konumlanan ülkelerle dahi ilişkilerimizi güçlendirdik. Tüm bunları malum çevrelerin körüklediği eksen tartışmasına rağmen başardık” demiş ve eklemişti:

“Dostlarımızın sayısını çoğaltmaya büyük önem veriyoruz. Büyük güçler arasındaki paylaşım kavgasının hızlandığı bir dönemde dış siyasette yeni denklemler kurmamız Türkiye için tercihten öte ihtiyaçtır. Bu açılımlara komşularımızla birlikte diğer ülkelerin de muhtaç olduğunu görüyoruz. Bunun için sıkılı yumrukların açılmasında fayda olduğunu görüyoruz.”

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan “Siyasetin Hala İçindeyim” Mesajı

“Tekrar genel başkan adayı olacak mısınız?” sorusuna yanıt veren Kemal Kılıçdaroğlu, “Ben parlamentoya girdiğimde genel başkan olma düşüncem yoktu. Delegeler istediği için oldum” dedi ve ekledi:

“Delegeler derse ki ‘Gelmen lazım arkadaş’, görev verirlerse o zaman düşünürüm. Genel başkanlığın sorumluluğu fazladır, kolay değildir. Genel başkan tartışmalarının dışında kalmak istiyorum. Partinin delegeleri vardır. Parti kendi geleceğini belirleyecektir.”

CHP’nin 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ekol TV’de Armağan Çağlayan’a gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle:

“Özel bir suçlama getirmek istemiyorum. Ama 6 lider beraber yola çıktıysa ve oy birliği ile karar alacağız diye konuştuysak, liderlerin sözlerini tutması gerekiyordu. Ama bu olmadı. Anketler kazanacağımızı söylüyordu. Ama süreç benim de düşünmediğim şekilde ciddi bir sürece uğradı.

Çok büyük saldırılara muhatap oldum. Ama saldırılara karşı “Ne derseniz deyin biz buradayız” mesajı vermek istedim. Benim kişisel kararımdı. Reklamcıların değil.

Biz muhalefetiz. Ne demek normalleşme? Gerekirse masaya elinizi vuracaksınız. Biz gidip Erdoğan’a yalvardık mı? Emekliye ikramiyeyi mücadele ederek aldık. Biz gidip de Erdoğan’a “Beyefendi 3600 ek gösterge verir misiniz?” diye ricada mı bulunduk? EYT’liler için ricada mı bulunduk? STK ayrı ana muhalefet partisi ayrıdır.

Yasalar bizi muhalefet partisi olarak tanımlıyor. Neyin yumuşaması? ülke ateş çemberinde değil mi? Buyrun bakın. Emekliye sorun “Geçinebiliyor mu?” diye. İnsanın hakkını arama mücadelesi bir hak mücadelesidir. Bu mücadeleyi verirseniz siz siyasal olarak görevinizi yapmış olursunuz. Yaptıracaksın, siyaset budur. Rica ederek değil.

Onların evlatları askerlik yapmadı, benim evladım gitti yaptı. Ama ben vatan hainiyim onlara göre. AK Parti’li seçmenlerimize seslenmek istiyorum. Adaletin gelmesini ne zamana kadar bekleyeceksiniz?

Fakirin boğazını sıkarak, işçinin, çiftçinin boğazını sıkarak önlem alıyorsunuz. Bu üreticinin üretmemesi demektir. Bursa’da domates üreticileri eylem yapıyorsa bu ne demektir? Sözleşme olmasına rağmen domates üreticisi malını satamıyor. İktidar kanadından ses çıkıyor mu? Hayır. Mercimekten buğdaya kadar dışardan geliyor. Bunların yatacak yeri var mı?

Doğrudan Erdoğan’dan gelen görüşme talebi yok. Ama olursa kabul etmeyeceğimi söyledim. Bu teklif birisi aracılığı ile geldi. Doğru bulmadım ve görüşmeyeceğimi ifade ettim… Bu süreçte o kadar çok yalan haberle karşılaştım ki. Bu insanlar bu yalan haberleri nasıl bu kadar uydurabiliyor? Çürüme başlayınca toplumun her kesimine yansıyor. Devletteki çürüme Türkiye’nin büyümesinin önündeki en büyük engeldir.

Düşünün 2 milyon dolarlık yolsuzluktan söz ediliyordu. Meclis Genel Kuruluna girerken kahramanlar gibi duruyor. Ya insanda utanma olur. Ar damarı çatlayınca böyle olur.

Yolsuzluk yapanların en üstünde tutulduğu bir sürece girdik. Hatta bir ilahiyatçı devletin yüzde 10 alabileceğini söylüyor. Kim daha çok çalarsa ona “Oh malı götürdü” deniyor. Bunları yaratan iktidardır. Dini alet ederek buraya kadar getirdi. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Yolsuzluk, hırsızlık yaptığınız zaman “Helal olsun malı götürdü” şeklinde yorumlanıyor. Türkiye’nin burdan çıkması lazım. Çıkmazsa önümüzde büyük felaket var demektir.

Alt gelir grubundan toplanan paralar üst gruptaki bir avuç zengine gidiyor. “Nas var, faiz verdirmem” diyen adam şimdi dünyanın en yüksek faizini veriyor. Bunlarda din iman yok. Bunlar bir avuç çeteye çalışıyor. Devleti soyulacak organ gibi görürseniz olmaz. Kemal Tahir “Devlet Ana” der. Devlet, topluma hizmet eden organdır. Bunlar mal varlıklarının tamamını da yurt dışına götürüyor. Bu devleti soyduran zat sarayda oturan adam. Sarayda keyfi yerinde. Açlığı, yoksulluğu unuttu. Orada öyle bir şey yok.

Kemal Kılıçdaroğlu’na hakaret etmek, yazmak çok kolay, ‘Şunun bunun adamı’ demek çok kolay. Kılıçdaroğlu kimden bir kuruş aldı mı? Çoluğu çocuğa ile bu ülkede ne yaptı? Ben hiçbir zaman birilerine güzelleme de yapmadım. Doğruysa doğru deriz. Ben herkesi gayet iyi bilirim.

Dünyanın hangi parlamentosunda rüşvetçileri koruyan yasa çıkar? Bizden çıktı. Yolsuzluğa kol kanat geren bir parlamento vatandaşın hakkını korur mu? Hırsızın hakkını koruyorsunuz, çöp toplayan vatandaşın hakkını korumuyorsunuz. Sonra “Gazi Meclisi” diyorsunuz. Hayır değilsiniz.

Darbe hukukundan arınmayan bir devlet gerçek anlamda bir demokrasiyi yaşatamaz. 15 Temmuz’da da sivil darbe oldu. Her 15 Temmuz’da 10’ar dakika konuşma yapardık. Ama Erdoğan benim konuşmamı istemedi. Çünkü gerçekleri anlatıyordum. 15 Temmuz’un gerçekleri henüz aydınlatılmadı.

Devletin sahte videolar üretmesi ne demektir? Başkaları veya bir parti yapabilir. Ama bunu devlet yaparsa olmaz. Devletin organları bunu yaparsa olmaz. Erdoğan, “Montaj” vs diye geçiştiriyor. “Burada yasa dışılık var” deyip üzerine gitmiyor. Çünkü talimatı veren o.

Ona bir şey diyen olunca herkese talimat veriyor. Savcı, hakim herkes seferber olup insanlar gece evinden alınıyor. Bir kişi sahte videolar yaparak Cumhurbaşkanı olursa ne olur? Ahlaki açıdan meşruiyeti yoksa o konumda da meşruiyeti yoktur… Saray ve şürekasının ahlaki nerede? Beyefendinin görevi ahlakı yozlaştırmak. Bunu biliyoruz. Sahtekarlık yapıldığını kendisi de söylüyor. Allah söyletiyor.

Tekrar aday olacak mı?

Ben parlamentoya girdiğimde genel başkan olma düşüncem yoktu. Delegeler istediği için oldum. Delegeler derse ki ‘Gelmen lazım arkadaş’, görev verirlerse o zaman düşünürüm. Genel başkanlığın sorumluluğu fazladır, kolay değildir. Genel başkan tartışmalarının dışında kalmak istiyorum. Partinin delegeleri vardır. Parti kendi geleceğini belirleyecektir.”

Paylaşın

Tuncer Bakırhan: AKP, Türkiye Halklarının Başına Beladır

Partisinin “Ekmek ve Adalet Buluşmaları”nda konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “AKP gerçekten bu toprakların; Denizlerin, Mahirlerin, Mazlumların yaratmış olduğu direniş mevzisi olan Türkiye halklarının başına beladır. Bunlar gitmeden işçi ve emekçinin belini düzeltme, rahat yaşama şansı yoktur” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Önümüzdeki günlerde bu savaş, sömürü ve sermaye sistemine hep birlikte dur dememiz gerekiyor. Kürtler anadilini konuşmasın, statü sahibi olmasın diye bu ülke 40 yılda 3 trilyon dolar para harcadı. 3 trilyon dolar demek; Türkiye’nin dünya ekonomisi içerisinde ilk 5’e girmesi demektir, işsizliğin ve yoksulluğun ortadan kalkması demektir, geçim sıkıntısının olmaması demektir. Ama onlar işçi ve emekçiyi düşünmüyorlar. Tek dertleri var: Kürtler anadilini konuşmasın, statü elde etmesin, kendi kimliğini ve kültürünü yaşatmasın. Hakkımızı almak istiyorsak savaşa, Saray’a, sermayeye harcanan bu bütçeye karşı çıkmamız, bu savaş düzeni karşısında hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Ekmek ve Adalet Buluşmaları kapsamında Kocaeli’de işçi ve emekçilerle bir araya geldi. Toplantıda bir konuşma yapan Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Tuzla, Gebze, Yalova ve İzmit’in dört bir yanından buraya gelen işçileri, emekçileri, kadınları, gençleri, halklarımızı saygıyla selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz. Sadece Kürt’ü değil aynı zamanda emekçiyi inkar eden, hakkını ve hukukunu yok sayan bu sistem karşısında yılmadan greve giden Mersen işçisi arkadaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Onların direnişlerini selamlıyor, başarılar diliyorum.

İzmit bir işçi ve emekçi havzasıdır. İzmit Türkiye’de emekçilerin aynasıdır. Türkiye’de eğer emeğin gündemi nedir, emek hangi haldedir, emek vermiş olduğu çalışmanın karşılığını alabiliyor mu, emeğin hakkı var mı diye bakacaksanız İzmit’e bakmanız lazım. İzmit’te Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi büyük bir emek sömürüsü var. Emekçiler ve işçiler yok sayılıyor, güvencesiz çalıştırılıyor, sendika kurmaları engelleniyor. İşçileri görmeyen, ne yaşadıklarını bilmeyen, bilse dahi bunun için kılını kıpırdatmayan işçi düşmanı, Kürt düşmanı, halklar düşmanı bir iktidarla karşı karşıyayız. 22 yılda AKP-MHP iktidarı ne yaptı? Ciddi bir ekonomik kriz yarattı; işçileri, emekçileri büyük bir krizle ve kaosla karşı karşıya bıraktı. 22 yıldır emeği sömürdükçe sömürüyor.

Emeğin hakkını sermayedarlara peşkeş çekmeye devam ediyor. Ne oldu 22 yıl içinde? Yoksullaştık, emeğimizin karşılığını alamıyoruz. 17 bin lira asgari ücrete mahkum edildiğimiz, 12 bin lira emekli maaşıyla geçinmek zorunda kaldığımız bir Türkiye’de AKP iktidarı döneminde sermaye karına kar katıyor. İşçiler emeğinin karşılığını almıyor ama AKP iktidarı döneminde sermaye yüzde 500 oranında kar elde ediyor. Onun için diyoruz ki AKP işçi, emekçi düşmanıdır. “AKP nedir?” diye sorarlarsa; AKP’nin sermaye dostu, yandaş dostu, emekçi düşmanı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz.

Sadece geçen Haziran ayında 137 işçi emekçi arkadaşımız güvenli koşullarda çalışmadıkları için iş kazalarında yaşamını yitirdi. Kendileri gitti, aileleri perperişan kaldı. Çocukları ekmeğe muhtaç kaldı. 6 ayda 878 işçi, Haziran ayında 137 işçi yaşamını yitirdi. 22 yıldır AKP iktidardır ve bu 22 yılda 40 bin işçi çalışırken yaşamını yitirdi. 40 bin ancak savaşlarda yaşanabilecek bir kayıptır. Ama bu iktidar işçi dostu olmadığı için, sermayeyi koruyup kolladığı için, yoksul Kürt ve Türk çocukları iş güvenliği tedbirleri alınmadığı için inşaattan düşürüyor, zehirleniyor. Bu 40 bin insanımız yaşamını yitirdi ama tek bir sermayedar hesap vermedi. İktidar iş kazalarında yaşamını yitirenler için fıtrattır diyor. İşte biz DEM Parti olarak işçinin ölümüne fıtrat diyenlerin karşısındayız, biz DEM Parti olarak Mersen işçilerinin yanındayız.

Bu sömürü çarkı ve düzeni karşısında emeğini arayan, demokrasi isteyen, insanca yaşam mücadelesi veren emekçi ve işçilerin yanındayız. DEM Parti olarak başta Meclis olmak üzere tarlalarda, sokaklarda, fabrikalarda nerede bir işçi direnişi varsa oradayız. Nerede işçiler, emekçiler, KHK’liler ve kadınlar emeğinin karşılığını arıyorsa oradayız. Halklarımız nerede direniyorsa DEM Parti oradadır. AKP sermaye dostu ise biz işçilerin, emekçilerin dostuyuz. AKP sermaye ile yol arkadaşlığı yapıyorsa, bizim yol arkadaşlarımız işçilerdir, emekçilerdir, emeklilerdir. Bu böyle olmaya devam edecektir. Bizim partimizin mayasında emek vardır. Emek bizim mücadele gerekçelerimizden biridir. DEM Parti’nin olduğu her yerde emek savunusu vardır.

22 yılda Türkiye’yi sermayeye cennet yaptılar. Ama 22 yılda Türkiye’yi işçi ve emekçiler için cehenneme çevirdiler. İşçiler, emekçiler çocuklarına yiyecek götürmek için bazı geceler uyumuyor. 17 bin liralık asgari ücretle yaşanılan, kiranın en düşüğünün 15-20 bin olduğu bir ülkede işçilerin ve emekçilerin nasıl çabalayıp didindiklerini siz bilirsiniz. Çünkü hep birlikte yaşıyorsunuz. Nazım Hikmet, “Gündüzleri sömürülmeyen, geceleri aç yatağa girilmeyen günler için mücadele ediyoruz” diyordu.

DEM Parti olarak, işçilerin ve emekçilerin sömürülmediği demokratik bir Türkiye mücadelesini daha büyük bir kararlılıkla devam ettireceğiz. Kürt emekçiler ile Türkiye’deki emekçiler bir araya gelmedikçe bu sermaye dostları iktidarlarına devam edecektir. 31 Mart’ta Türkiye’deki emekçiler, yoksullar ilk defa bir araya geldiler, aynı duyguyu taşıdılar. 31 Mart’ta bu sermaye düzeni kaybetti. Birlikte omuz omuza mücadelemizden sonra da AKP-MHP iktidarı önümüzdeki dönem daha büyük kaybetmeye mahkumdur.

“Adalete ve ekmeğe ulaşmak için mücadele etmemiz gerekiyor”

İşçiler uzun çalışma sürelerine mahkum ediliyor. Güvence yok, sigorta yok. Bu havzada çalışan işçilerin yüzde 90’ı taşeron işçisidir. Dünyanın hiçbir yerinde çalışan işçilerin yüzde 90’ı taşeron işçisi değildir. Taşeron düzenini getiren de bu işçi düşmanı iktidardır. Taşeron sistemi demek sermayenin daha fazla kazanması, işçi ve emekçinin daha az ücret alması demektir; sendika hakkının yok sayılması, güvencesiz çalışma demektir. Onun için DEM Parti olarak önümüzdeki günlerde bu taşeron sistemi karşısında da güçlü bir mücadele yürüteceğiz. Adalet yoksa ekmek yok. Adalete ulaşmak için, ekmeğe ulaşmak için mücadele etmemiz gerekiyor. Türkiye’nin yüzde 80’i emekçidir, yoksuldur, ezilendir ama Türkiye’nin kaymağını yiyen yüzde 10 Türkiye’nin 80-90’ını yönetiyor.

Bu tablo karşısında kendimizi sorgulamalıyız. Bu kadar çoğunlukta olmamıza rağmen 17 bin lira asgari ücretle çalışıyorsak, suçun büyüğü iktidarındır ama birazı da bizimdir. Bu sömürü düzenine karşı fabrikalarda, sokaklarda, caddelerde hep birlikte Kürt, Türk, Arap demeden bir araya gelip omuz omuza mücadele edebilirsek; çocuklarımız için daha iyi bir Türkiye, geleceği olan bir Türkiye, umudu olan gençlerin yaşadığı bir Türkiye olabilir. Sermaye vahşidir. Sermayede vicdan yoktur, sermayede ayıp yoktur. Sermaye daha fazla karına kar katmaya çalışır, cebimizde olanı daha fazla almaya çalışır. Onun için bu sermaye düzenine, bu sömürü düzenine, savaş düzenine karşı mücadele boynumuzun borcudur.

Saray’ın bir dakikalık gideri ne kadar? 3 tane emekli maaşı kadar. Saray’ın bir saatlik masrafı 180 tane emeklinin maaşı kadar. 365 günde Saray ne kadar masraf ediyor? Saray’a tasarruf yok, Saray’da bütçeyi kısmak yok ama emekçiye 17 bin lira ila geçinin diyorlar. Çocuklarına şatafat, çocuklarına gelecek ama emekçilere ve yoksullara baskı, zor, zulüm ve taşeron sistemi. İşte Mersen işçilerinin bundan dolayı desteklenmesi gerekiyor. Mersenleri çoğaltabilirsek, bu sömürü düzenine karşı örgütlü ve güçlü mücadeleler ortaya koyabilirsek emeğimizin hakkını alabiliriz, alın terimizin hakkını alabiliriz. 17 bin liraya razı olursak, 12 bin 500 lirayla geçinmek için didinirsek vallahi AKP iktidarı yıllarca devam eder ve bu sömürü düzeni bizi ezdiği gibi çocuklarımızı, torunlarımızı da ezmeye devam eder.

“Hakkımızı TÜİK’e helal etmiyoruz”

Dün Ankara’da bir emekçi tişört giymişti; önünde “AKP’ye hakkımı helal etmiyorum”, arkasında da “TÜİK elini cebimden çek” yazıyordu. İşte o emekçinin tişörtüne yazdığı slogan milyonların sloganıdır. Hakkımızı bu iktidara helal etmiyoruz. Hakkımızı sermayenin dostu olan, sermaye düzenine rant taşıyan bu iktidara helal etmiyoruz. Hakkımızı 3 kuruş daha az maaş alalım diye enflasyon rakamı ile oynayan TÜİK’e helal etmiyoruz, etmeyeceğiz.

12 Eylül Darbesi olduğunda TUSİAD Genel Başkanı Halit Narin şunu söylemişti işçilere: “Şimdiye kadar siz güldünüz, bundan sonra gülme sırası bizde.” Yani ne demek istemişti? Darbe işçileri ezmek için yapıldı. Sermayeyi koruyup kollamak ve zenginleştirmek için yapıldı. Peki, Recep Tayyip Erdoğan ne dedi? “Bizimle birlikte grev denilen olaylar ortadan kalktı”. 12 Eylül mantığı ile 22 yıllık AKP-MHP iktidarının mantığı aynıdır. Grev olmayacak, işçinin ve emekçinin maaşı kısılacak. İşçi ve emekçilere tasarruf tedbirleri uygulanacak ama sermayeye vergi muafiyeti ve teşvikler verilecek. AKP’nin bir milletvekili çıkıp itiraf etti, “Birçok büyük şirketten vergi almıyormuşuz” dedi. Çocuk mamasından vergi almasını biliyorlar, çocuk bezinden vergi almasını biliyorlar ama kaymaklı büyük rant ihaleleri alan sermayeden vergi almıyorlar.

AKP gerçekten bu toprakların; Denizlerin, Mahirlerin, Mazlumların yaratmış olduğu direniş mevzisi olan Türkiye halklarının başına beladır. Bunlar gitmeden işçi ve emekçinin belini düzeltme, rahat yaşama şansı yoktur. Önümüzdeki günlerde bu savaş, sömürü ve sermaye sistemine hep birlikte dur dememiz gerekiyor. Kürtler anadilini konuşmasın, statü sahibi olmasın diye bu ülke 40 yılda 3 trilyon dolar para harcadı. 3 trilyon dolar demek; Türkiye’nin dünya ekonomisi içerisinde ilk 5’e girmesi demektir, işsizliğin ve yoksulluğun ortadan kalkması demektir, geçim sıkıntısının olmaması demektir. Ama onlar işçi ve emekçiyi düşünmüyorlar. Tek dertleri var: Kürtler anadilini konuşmasın, statü elde etmesin, kendi kimliğini ve kültürünü yaşatmasın.

Hakkımızı almak istiyorsak savaşa, Saray’a, sermayeye harcanan bu bütçeye karşı çıkmamız, bu savaş düzeni karşısında hep birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Diyarbakır’da insanların halay çektiği için tutuklanmasına ses çıkarmadığımız müddetçe bizim Mersen işçilerimiz daha çok grev yapmak zorunda kalacak. Demokrasi sadece Gebze’de kurulmaz, demokrasi sadece Tuzla’da, Kocaeli’de kurulmaz. İşçiler sadece haklarını fabrikalarda almaz. Alsa bile Türkiye’deki kanayan yara kanamaya devam edecektir.

O nedenle hakkımız, hukukumuz ve geleceğimiz için savaşa karşı çıkacağız. Kürtler anadilini konuşmasın diye harcanan 3 trilyonluk bütçenin emekçiye, yoksula, Alevi’ye, Kürt’e, Arap’a, gence harcanması için birlikte mücadele etmemiz artık bir zorunluluktur. Birlikte mücadele etmediğimiz sürece 5’li çeteler büyüyecektir. Birlikte mücadele etmediğimiz müddetçe hakkımız, hukukumuz, grev hakkımız, güvenceli çalışma hakkımız gasp edilmeye devam edecektir.

Biz burada durmayacağız. Kızıltepe’den başladık, ekmek ve adalet mücadelesini her yere götürüyoruz. Kızıltepe’deydik, Hatay’daydık, Ankara’daydık. Yarın Karadeniz’de olacağız, İstanbul’da olacağız. Türkiye emekçileri ve yoksullarıyla, tarımla ve hayvancılıkla geçinenlerle buluşmaya devam edeceğiz. Ekmek ve Adalet Kampanyamız kadar hiçbir kampanyamız bu hükümeti korkutmadı. Çünkü ekmek ve adalet sadece Kürtlerin ihtiyaç duyduğu bir şey değil. Karadenizli de Tekirdağlı da ekmeğe ve adalete ihtiyaç duyuyor. Cezaevlerinde yatan KHK’liler de ekmek ve adalete ihtiyaç duyuyor. Onun için Ekmek ve Adalet Kampanyasına nerede olursa olsun sahip çıkmanızı bekliyoruz. Ekmek ve adalet talebini iktidarın duyabileceği şekilde büyütmeye katkı sunmanızı bekliyoruz.

İşçi sağlığı ve güvenliği, taşeron işçilerin durumu, güvencesiz çalıştırılma, iş kazaları, ücretlerin insanca yaşanacak bir seviyeye çekilmesi ve grev ve toplu sözleşme hakkı için bugün olduğu gibi bugünden sonra da bu çalışmayı Türkiye’nin dört bir yanına yayacağız. Bu buluşmalarla Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Meclis’te de iktidarın bu yalan yanlış politikalarını teşhir edeceğiz ve halkların önümüzdeki günlerde daha güçlü bir şekilde bu zulüm ve savaş düzeni karşısında ayakta durması için büyük bir çaba içerisinde olacağız. Sizleri saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

CHP’de Seçimli Kurultay İddiası: Amaç Kılıçdaroğlu’nu Yıpratmak

CHP’nin eylül ayında yapacağı tüzük kurultayının önceki genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve yakınındaki partililer tarafından seçimli kurultaya dönüşmesi için hazırlık yapıldığı iddiaları geçtiğimiz haftanın öne çıkan tartışmalarından biri oldu.

Kılıçdaroğlu’na yakın kaynaklar bu iddiayı reddederken bir partili, “Böyle bir girişim de böyle bir düşünce de yok. Yeni parti yönetiminin bir kredisi vardır. Bu kredi bitmemiştir. Bize düşen bu süreçte eksik, yanlış gördüğümüz konularda uyarmaktır. Bu da partili kimliğin gereğidir. Ancak kimi kanallardan sürekli gerçek dışı iddialar gündeme getiriliyor. Burada amaç ancak Kılıçdaroğlu’nu yıpratmak olabilir. Bu doğru bir tutum değil” dedi.

CHP 6-9 Eylül’de tüzük kurultayına hazırlanıyor. “Değişim” iddiasıyla göreve gelen yeni yönetim, önseçim ve dönem sınırlaması vaadinde bulunmuştu. Parti içi muhalifler yeni yönetimin bu iki konuda “samimiyet testine gireceğini” belirtiyor.

Kulislerde genel başkana verilen merkez yoklaması ile milletvekili belirleme hakkının tamamen kaldırılmayacağı ama biraz daha sınırlanabileceği konuşuluyor. Uzun dönem görev yapan yöneticilerin de 3 dönemle sınırlanabileceği, genel başkan için bunun belki biraz daha fazla olabileceği ifade ediliyor. Muhaliflere göre ise bir dönem MYK ve Parti Meclis’inde görev yapmış isimlerin mutlaka önseçime gireceği bir düzenleme yapılması gerekiyor.

Yine Gölge Kabine’de görev yapanların kesinlikle milletvekili adayı olmaması gerektiği savunuluyor. Tüzük kurultayıyla ilgili parti kulislerinde konuşulan bir başka öneri ise Önder Sav’ın ardından kaldırılan güçlü genel sekreterliğe yeniden geri dönülmesi. Bazı partililer bu konuda bir öneri getirilebileceğini söylüyor.

CHP’nin eylül ayında yapacağı tüzük kurultayının önceki genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve yakınındaki partililer tarafından seçimli kurultaya dönüşmesi için hazırlık yapıldığı iddiaları geçtiğimiz haftanın öne çıkan tartışmalarından biri oldu.

Gazete Duvar’da yer alan habere göre; Kılıçdaroğlu’na yakın kaynaklar bu iddiayı reddederken bir partili, “Böyle bir girişim de böyle bir düşünce de yok. Yeni parti yönetiminin bir kredisi vardır. Bu kredi bitmemiştir. Bize düşen bu süreçte eksik, yanlış gördüğümüz konularda uyarmaktır. Bu da partili kimliğin gereğidir. Ancak kimi kanallardan sürekli gerçek dışı iddialar gündeme getiriliyor. Burada amaç ancak Kılıçdaroğlu’nu yıpratmak olabilir. Bu doğru bir tutum değil” dedi.

Paylaşın

Okur, Gerçeği Ortaya Çıkaran Gazeteciye Güvenmiyor!

Okuyucu bilginin yanlış olduğundan şüphelense bile, gerçeği ortaya çıkaran gazeteciye pek güvenmiyor: Gazetecilerin önündeki zorluk, bilgiyi çürüten biri gibi görünmeden bunu nasıl çürüteceklerini bulmak.

Araştırmacılar, halkın yanlış bilgileri çürüten haberlere nasıl ve neden güvenip güvenmediği üzerine daha fazla araştırma yapılması gerektiğini belirtiyor.

Yanlış bilgileri çürüten gazetecilere daha az güvenildiği ortaya kondu. Hatta okuyucu bilginin yanlış olduğundan şüphelense bile, gerçeği ortaya çıkaran gazeteciye pek güvenmiyor.

Medyaya güven azalırken dezenformasyonun arttığı bir dönemde hatalı bilgileri düzeltmek de zorlaşıyor.

Yayın kuruluşları ve gazetecilerin taraflı olduğu düşüncesiyle insanlar okudukları haberlere temkinli yaklaşıyor. Daha önceki çalışmalarda veri doğrulamanın yarattığı etkiyle ilgili çelişkili sonuçlar çıkmıştı.

Yanlış haberleri çürütmenin ne kadar işe yaradığı ve neden etki yaratmadığını öğrenmek isteyen araştırmacılar bir çalışma yürüttü.

Communication Research adlı hakemli dergide yayımlanan çalışmada 691 katılımcıya siyasi ve ekonomik haberler okutuldu. Bu haberlerde evsizlik oranlarından fentanilin aşırı doz ölümlerindeki etkisine kadar çeşitli iddialar yer alıyordu.

Bunların doğruluğuna ne kadar inandığını belirten katılımcılar daha sonra bu iddiaları onaylayan veya çürüten doğrulamayı okudu. Ardından bu doğrulamayı yapan gazeteciye ne kadar güvendikleri soruldu.

Daha sonra bazı ürünlerle ilgili bilgiler içeren yazılarla aynı çalışma yürütüldü. Bu sefer verilen doğrulamalara “doğruluk kontrolü” işareti konmadı. Araştırmacılar bu sayede duyulan güvenin bu etiketten etkilenip etkilenmediğini anlamaya çalıştı.

İki çalışmanın sonucunda da yanlış bilgileri çürüten gazetecilere duyulan güven kayda değer derecede daha azdı. Katılımcılar inandıkları düşünceyi doğrulayanlara daha çok güvenirken, diğerlerinde daha fazla kanıt talep ediyordu.

Çalışmanın yazarlarından Randy B. Stein, PsyPost’a yaptığı açıklamada “Halk genel olarak gazetecilere güveniyor ve doğrulayıcı makalelere duyulan güven epey yüksek” diyerek ekliyor:

Yani klişe düşüncenin aksine, halkın doğruluk kontrollerine ve gazetecilere hiç güvenmediği doğru değil ancak düzelten/çürüten makalelere yönelik daha fazla şüphe var.

Araştırmacılar buradaki düzeltmenin, yayın kuruluşlarının haberlerindeki hataları düzeltmek için yayımladığı tekzip metinleri olmadığını ekliyor.

Bilim insanları ilginç bir sonuçla da karşılaştı: Katılımcılar bir bilginin doğruluğundan şüphe etse bile bunu çürüten gazetecilere güvenmiyordu.

Araştırmacılar bir haberin çürütülmesinin şaşkınlık yaratması, insanların onaylamaya kıyasla daha çok kanıt araması ve gazetecilerin taraflı davrandığından şüphelenmesinin buna yol açtığını düşünüyor.

Şaşırtıcı bir diğer bulguysa, haberin çürütülmesi katılımcıların iddiayla ilgili düşüncesini değiştirmesine karşın gazeteciye güvenleri yine de sarsılıyordu.

Stein, “Yanlış bilgileri düzeltmeye çalışan gazetecilerin (ya da herhangi birinin) aleyhine bir durum var” diyor.

Araştırmacılar, halkın yanlış bilgileri çürüten haberlere nasıl ve neden güvenip güvenmediği üzerine daha fazla araştırma yapılması gerektiğini belirtiyor.

Makalenin yazarları, Conversation için kaleme aldıkları yazıda şu ifadeleri kullanıyor: Gazetecilerin önündeki zorluk, bilgiyi çürüten biri gibi görünmeden bunu nasıl çürüteceklerini bulmak olabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

RSF’den Türkiye İçin Dikkat Çeken “Basın İhlalleri” Raporu

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), Türkiye için hazırladığı basın ihlalleri raporunda, son 10 yıl için en az 131 gazetecinin tutuklandığını, 40’ının mahkum edildiğini, üçü Suriyeli beş gazetecinin öldürüldüğünü belirtti.

RSF raporunda, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, Twitter ve Wikipedia gibi pek çok sosyal medya platformundan sonra, son olarak da Instagram’ın yasaklandığını da hatırlattı.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 yıllık cumhurbaşkanlığı dönemindeki basın ihlalleri raporunu yayımladı.

Son 10 yılda sadece medya özgürlüğünün değil, çoğulcu haberin yanı sıra hukukun üstünlüğünün de ağır darbe aldığını açıklayan RSF Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu, çözümün ancak “gazeteciyi de koruyan kapsamlı reformlar” ile gelebileceğini düşünüyor:

“Son 10 yıllık baskı dönemi, bağımsız gazeteciliği açıkça yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Yargının ve kamu yayıncılığının araçsallaştırılmasının yanı sıra medya sahipliği ve düzenleyici kurumlar üzerindeki baskılar, hukukun üstünlüğünü de imkansız hale getirecek şekilde bilgi edinme hakkını tehlikeye attı. Türkiye bu kabustan uyanmalı ve yeni bir sayfa açmalıdır. RSF, Cumhurbaşkanı’nı bir an önce harekete geçmeye ve bağımsız gazetecileri korumak ve nihayetinde ülkede bilgi edinme hakkını güvence altına almak için geniş kapsamlı reformları hayata geçirmeye çağırıyor.”

Birgün’de yer alan habere göre; RSF raporunda, son 10 yıl için en az 131 gazetecinin tutuklandığını, 40’ının mahkum edildiğini, üçü Suriyeli beş gazetecinin öldürüldüğünü de aktardı. Kuruluş, Türkiye’deki partner kuruluşu Bianet.org sitesinden de, 77 gazetecinin “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasından mahkum edildiğini aktardı.

Gezi Direnişini haberleştirmeye çalışırken kolluk kuvvetlerinin saldırısına uğrayan 150’yi aşkın medya temsilcisinden sadece üçünün hakkını arayabildiğini hatırlatan RSF, Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde de gözlenen bu baskı için “yeni otoriter iktidar altında görülecek cezasızlığın bir habercisiydi” dedi.

15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası Cumhuriyet, Sözcü, Özgür Gündem, Zaman gibi çok sayıda gazete çevresinde girişilen kitlesel tutuklamalar nedeniyle Türkiye’yi 2018 yılında “dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi” ilan eden RSF, son dönemde yaşanan tahliyeler ve kitlesel tutuklamalara ara verilmesi sonucu tutuklu gazeteci sayısının, on yıllardır görülmediği ölçüde düşük çıktığını ve dörde indiğini bildirdi. Tutuklamada yeni hedefin Tolga Şardan, Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan, Abdurrahman Gök ve Furkan Karabay gibi araştırmacı gazeteciler, televizyon programı sunucuları ve muhabirler olduğunu aktaran örgüt, “Medya çalışanlarına yönelik yargı tacizi ülkede olağan bir durum olmaya devam ediyor” tespitini paylaştı.

İdarenin, sürgündeki gazeteciler üzerinde yıllardır kovuşturma ve idari baskılar üzerinden “sınır tanımayan baskılar” kurduğunu duyuran RSF, Can Dündar, Erk Acarer, Hayko Bağdat ve Fehim Taştekin’in durumlarını örnek olarak verdi.

Cumhuriyet Gazetesi’nde 2015’te çıkan “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar” haberi nedeniyle Erdoğan’ın “Öyle zannediyorum bu özel haberi yapan kişi bunun bedelini çok ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu” sözleriyle tehdit ettiği Dündar, sadece sürgün yaşamaya değil, 27 yıl 6 ay hapse de mahkum edilmişti.

Bildiride; RSF temsilcisi Erol Önderoğlu, hak savunucusu ve TTB’nin bir önceki Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve gazeteci Ahmet Nesin hakkında, “Özgür Gündem” dayanışma davasından verilen beraat kararlarının da, Erdoğan’ın kamuoyu önünde yaptığı müdahaleden sonra Ekim 2020’de iptal edildiğine yer verildi.

RSF, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, Twitter ve Wikipedia gibi pek çok sosyal medya platformundan sonra, son olarak da Instagram’ın yasaklandığını hatırlattı.

Paylaşın