GP Lideri Davutoğlu’ndan Erdoğan’a ‘Çin’ tepkisi

Partisinin Kahramanmaraş İl Danışma Kurulu toplantısında açıklamalarda bulunan GP Lideri Davutoğlu, Çin’in Ankara Büyükelçisi’nin Meral Akşener ve Mansur Yavaş’ı hedef alan paylaşımları üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sert tepki göstererek, ‘Davos’ta one minute’ diyen Erdoğan bugün Çin’e niye ‘one minute’ diyemiyor?” dedi.

Haber Merkezi / Gelecek Partisi (GP) Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, partisinin Kahramanmaraş İl Danışma Kurulu toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Kanal İstanbul’u “vahim bir hata” olarak tanımlayan Davutoğlu, Montrö bildirisine ilişkin “Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açmamak gerekir. Herkes düşünce özgürlüğüne sahiptir ama 104 amiral ültimatom verir gibi bir bildiri yayımlarlarsa bunu makul olarak göremeyiz. Kim hangi maske altında olursa olsun darbe girişimi ya da planlamasında bulunurlarsa böyle bir şeyin karşısında dururuz.” dedi.

Çin Büyükelçiliği’nin İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile ilgili yaptığı açıklamaya tepki gösteren Davutoğlu, söz konusu davranışın diplomatik teammüllere aykırı olduğunu ifade etti.

“Dünyanın her yerinde başkentlerde oturan büyükelçiler o ülkenin egemenliğine saygı duymak zorundadırlar” diyen Davutoğlu, “Egemenliğe saygı duymayan büyükelçiler gerektiğinde “istenmeyen adam” ilan edilir ve ülkelerine geri gönderilirler. Küçük veya büyük, hangi ülke olursa olsun kimsenin büyükelçisi Ankara’da ahkam kesemez ve bu aziz millete ders verir gibi bir tweet atamaz” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sert tepki göstererek, ‘Davos’ta one minute’ diyen Erdoğan bugün Çin’e niye ‘one minute’ diyemiyor?” diyen Davutoğlu, konuşmasında özetle şunları söyledi:

“Dün karşı karşıya kaldığımız tablo beni derinden üzdü. Dün Ankara’da Çin Büyükelçisi bir tweet atarak Doğu Türkistan konusunda haklı kaygılarını dile getiren Mansur Yavaş ve Meral Akşener’e açıktan tehdit savunarak Türkiye’yi yönetenlere bir ayar vermeye çalıştı. Bütün diplomatik taammüllere aykırıdır. Haddinizi bilin, burası Ankara. Erdoğan Çin’e neden ‘one minute’ diyemiyor? Sayın Erdoğan 3-5 menfaat için Çin’in bu zulmüne sessiz kalmayın. Çin büyükelçisinin yaptığına da sessiz kalmayın. Hangi ülke olursa olsun Ankara’da büyükelçisi ahkam kesemez.

Bu devletin onurunu ve Uygur kardeşlerimizin çektiği çilelere karşı bu milletin vicdanını ayağa kaldırma vaktidir. Çin büyükelçisi bu cesareti nereden aldı? Büyükelçiler merkezden talimat almadan böyle şeyler yapmazlar. Cumhurbaşkanı kendisine ‘aptal olma’ diyen ABD başkanına sessiz kalırsa bugün de Çin’den gelen ayara sessiz kalmak zorunda kalır.

Uzun zamandır Erdoğan’dan ‘Dünya beşten büyüktür’ ifadesini duyuyor musunuz? Erdoğan, Çin’in bu haddinizi bilmez tutumuna sessiz kaldı çünkü aşıda Çin’e muhtaç. Nisan ayında yerli ve milli aşı tamamlanacak diyorlardı ama aşı yok.”

Davutoğlu’nun bir diğer gündem maddesi yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşısıydı. Daha 65 yaş üstü kişilerin aşılanmasının bitmediğini belirten Davutoğlu, “Daha 65 yaş üstü aşılanmadan AK Parti MKYK’sını neden aşıladınız? Nedir AK Parti MKYK’sının önceliği? Önce vatandaşlar aşılanır sonra yönetenler aşılanır. Bu sebeple yüzlerinin kızarması lazımken Erdoğan ’84 milyonu aynı görüyoruz’ diyor” dedi.

Kendisine AK Parti’den neden ayrıldığının sorulduğunu belirten Davutoğlu, “Geçmişte beraber olduğumuz bu arkadaşları ben tanıyamıyorum artık. Ben bu riyakarlıklarla, yolsuzluklarla, tutarsızlıklarla yan yana duramazdım da onun için uyardım, dinlemediler, ayrıldım. Biz hakikati dile getirdiğimiz için ihraçla tehdit ettiler” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çin’ karşı çıkamamasının bir başka gerekçesinin ekonomik olduğunu dile getiren Davutoğlu, “Kaçıp giden Hazine ve Maliye Bakanı döneminde 1 milyar dolar SWAP yatırımı var. Çin’e el açmak zorunda kaldılar. Cumhurbaşkanı damadı karşısına çağırıp ‘128 milyar doları ne yaptın?’ diye soramıyor” ifadelerini kullandı.

Davutoğlu, başbakanlığı bıraktığında ülkenin 32 milyar dolar net rezervi olduğu bilgisini paylaşarak, şunları söyledi: “Şimdi eksi 48 milyar dolarda rezerv. Merkez Bankası rezervlerini güçlendirmek için ülke ülke dolaştılar. Çin de sadece 1 milyar dolar verdi. Sırf Türkiye’nin ümüğünden tutabilmek için.”

Her yerde çiftçilerin, işçilerin, esnafın feryat ettiğini belirten Davutoğlu, şöyle konuştu: “Çiftçinin temel şikayeti ürünü para etmiyor. Alıcı olan vatandaş da şikayetçi. O da o paraya onu alamıyor.

Kısa Çalışma Ödeneği’ni de kestiler. Mevduat ve fonların muafiyetlerini 3 ay uzattılar. Bunlar faizcilere, rantçılara, yandaşa çalışıyorlar. Asgari ücret açlık sınırının altında kalacak. Uçan Türkiye, onların Türkiyesi. Siz ekonominin kaynaklarını cahil ve haddini bilmez bir ekibe ve damadınıza teslim ettiniz.

Esnafımız dert yanıyor. Esnaf ‘Neden onların kongrelerinde virüs dolaşmıyor da neden bizim lokantalarımızda dolaşıyor?’ diye soruyor. Esnafımız Ramazan’da da kepenk kapatacak. Esnaf nasıl iftar yapacak?”

Davutoğlu, Merkez Bankası başkanının Cumhurbaşkanı kararıyla değişimi sonrası TL’deki değişimi şöyle anlattı: “TL yüzde 11-12 değer kaybetti. Borsa yüzde 10 değer kaybetti. TL’nin değer kaybı dolayısıyla devletin döviz kaynaklı iç ve dış borçlarının toplamı 115 milyar TL arttı. Hazine garantili yatırımlar 135 milyar TL arttı. Özel sektöre binen yük ise 275 milyar TL. Toplam 525 milyar TL.”

Kanal İstanbul’u “vahim bir hata” olarak tanımlayan Davutoğlu, son olarak Montrö bildirisine ilişkin şunları söyleyerek sözlerini sonlandırdı: “Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açmamak gerekir. Herkes düşünce özgürlüğüne sahiptir ama 104 amiral ültimatom verir gibi bir bildiri yayımlarlarsa bunu makul olarak göremeyiz. Kim hangi maske altında olursa olsun darbe girişimi ya da planlamasında bulunurlarsa böyle bir şeyin karşısında dururuz.”

 

 

Paylaşın

İYİ Parti Lideri Akşener’den ‘Cumhur İttifakı’na sert sözler!

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan İYİ Parti Lideri Akşener, konuşmasında AK Parti ve MHP’yi hedef alarak, “Bu çarpık zihniyet, işler istediği gibi gitmeyince AYM’yi kapatma yeltenecek kadar şımarık, koltuğu tehlikeye girince Cumhuriyet’in kurucu değerlerini tartışmaya açacak kadar şuursuz. İktidarını korumak için milleti birbirine düşürecek kadar zalim bir zihniyet.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

İYİ Parti Akşener, konuşmasında, 104 emekli amiralin Montrö bildirisi üzerine yaptığı “Zevzeklik” yorumu üzerine “Kim ne der kim ne düşünür diye düşünmeden hakkın ve hakikatin yanında durduk” dedi.

Konuşmasında, emekli amirallere seslenen Akşener, “Türkiye’ye dair endişeleri olanların, bu endişeleri, zamanını ve zeminini doğru ayarlayarak dile getirmelidir” diye belirterek, “Vesayetin üniformalısına da cübbelisine de karşıyız” ifadelerini kullandı.

Akşener, konuşmasının devamında iktidarı hedef alarak “Her itiraz edeni hainlikle, teröristlikle, darbecilikle suçlayıp buradan siyaset devşirmeyi alışkanlık haline getirmiş bir zihniyet yönetiyor. Bu çarpık zihniyet, işler istediği gibi gitmeyince AYM’yi kapatma yeltenecek kadar şımarık, koltuğu tehlikeye girince Cumhuriyet’in kurucu değerlerini tartışmaya açacak kadar şuursuz” dedi.

Konuşmasına, “Siyaset olanı bileni okuyabilme, gerçeği görebilme ve gösterebilme sanatıdır. Yaşananları doğru analiz etmek yetmez, akıntıya karşı kürek çekmeyi de gerektirir.” cümleleriyle başlayan Akşener’in açıklamalrından satır başları şöyle;

“Son üç buçuk yılda yaşadıklarımızı hatırladıkça bize koltuk hesabıyla değil millet ve demokrasi hesabıyla siyaset yaptıran Cenabı Allah’a şükürler ediyorum. En büyük gücümüz milletimize asla yalan söylememek, hakikatin izinden asla ayrılmamaktır. Bu bizim için pek seçenektir.

Bugün vesayete kafa tutuyormuş gibi duranlar dün 28 Şubat’ta masaların altında saklananlar dün biz yine aynı yerdeydik. Geçtiğimiz hafta sonu yaşadığımız olaydaki gibi kim ne düşünür ya da kimi kızdırırız diye düşünmeden hakkın ve hakikatin yanında durduk.

Son dönemde bir modadır gidiyor. Gece vakti ortalığı karıştırma modası. İstifa eden bakan mı dersiniz, görevden alan bürokrat mı, fesih edilen anlaşma mı dersiniz…

Uykusu kaçan acaba ne yapsam da ortalığı nasıl karıştırsam diye iş başına geçiyor, bedelini ödemek maalesef milletimize düşüyor. Bu modanın son örneği olarak 104 emekli amiral bir bildiri paylaştılar. İktidar, darbe edebiyatıyla 4 gün daha milletin dertlerini konuşmaktan kurtuldu.

“Millet olarak bazı hassasiyetlerimiz var”

Cumhur İttifakı’nın oyları her ay düşerken kimsenin iktidarın değirmenine su taşımasına müsaade edemeyiz, etmeyeceğiz. Kimse de kusura bakmasın. Bu işler böyle yapılmaz.

Kaygıları olanlar bireysel olarak her platformda, basında, yayında görüş ve önerilerini elbette açıklayabilirler ancak bunu gizemli gece yarısı bildirileri ile yapamazlar.

Yapanlar da karşılarında önce bizi bulurlar. Biz söz de karar da milletindir diyenleriz.

Son 60 yılda 9 darbe, post modern darbe, muhtıra ve e-muhtıra görmüş bir millet olarak bazı hassasiyetlerimiz var. Bu yüzden Türkiye’ye dair endişeleri olanların bu endişeleri usulünce, zamanını ve zeminini doğru ayarlayarak dile getirmeleri çok önemlidir.

Hele ki ülkesine yıllarca hizmet etmiş, çok kritik makam ve mevki bulunmuş olanların bu konuda çok daha sorumlu davranmaları gerekir. Her itiraz edeni hainlikle, teröristlikle, darbecilikle suçlayıp buradan siyaset devşirmeyi alışkanlık haline getirmiş bir zihniyet yönetiyor.

Bu çarpık zihniyet, işler istediği gibi gitmeyince AYM’yi kapatma yeltenecek kadar şımarık, koltuğu tehlikeye girince Cumhuriyet’in kurucu değerlerini tartışmaya açacak kadar şuursuz.

İktidarını korumak için milleti birbirine düşürecek kadar zalim bir zihniyet. Dolayısıyla milletini düşünen herkesin bu durumun bilinci, sorumluluğu ile hareket etmesi gerekir.

Türkiye’nin bunca sorunu varken, milletimiz siyasetçilerden çözüm talep ederken, Cumhur İttifakı’nın oyları her ay düşerken, kimsenin çıkıp da iktidarın değirmenine su taşımasına, milletinden tamamen kopmuş bitik siyasetine can suyu vermesine müsaade edemeyiz, etmeyeceğiz. Kimse de kusura bakmasın. Bu işler böyle yapılmaz.

Ülkeye dair kaygıları olanlar bireysel olarak her platformda ya da STK şemsiyesi altında görüş ve önerilerini açıklayabilirler ancak bunu gizemli gece yarısı bildirileriyle yapamazlar.

“Biz hürriyetin ve istikbalin partisiyiz”

Yapanlar da karşılarında bizi bulurlar. Biz söz de karar da milletindir diyenleriz. Dün 28 Şubat karanlığında da böyleydi, 27 Nisan gecesi de böyleydi, bugün de böyleydi.

Vesayetin cübbelisine de, üniformalısına da lacivert takımlısına da her zaman karşı durduk, durmaya devam edeceğiz. Biz hürriyetin ve istikbalin partisiyiz.

Millet seni oraya sarayda sefa sür diye oturtmadı. Bir kez olsun eşin dostun yandaşın yerine milletimize faydan dokunsun.

Milletimiz geçim derdinde kıvranırken bunlar hala darbe mi darbeci mi konuşturuyorlar, buna sebep olanları da fırsat bilenleri de kınıyorum. Aziz milletimizin çaresizliğini perdeleyen her tavrı reddediyorum.

Kim ne yazarsa yazsın, konuşursa konuşsun biz Hakkarili babalıların feryadını, Konyalı otizmli bir gencin ‘evde ekmek yok’ demesini konuşacağız. O gencin kulağına indim, ‘ne istiyorsun’ dedim. ‘Kuş istiyorum’ dedi. Bunları duyun be, herkes bunları duysun! Yazıktır günahtır!

Hem Konya’da hem Hakkari’de aynı yoksulluk, çaresizlik olamaz! Konya’da da küçücük çocukların hem tableti hem interneti yok, Hakkari’de de… Olamaz bu! Olamamlı…

Sayın Erdoğan, o sarayda gece nasıl uyuyorsun sen? Bunları çözme makamı sizsiniz. İnternet olmadığı için derslere katılamayan evlatlarımızın çaresizliğini konuşmaya devam edeceğiz.

Sabah 8’de açtığı dükkanda, 4’te hâlâ siftah yapamayan esnafı konuşacağız, insanlarımız iş yerlerini kapatmak zorunda bırakılırken, utanmadan yapılan lebalep kongreleri konuşmaya devam edeceğiz.

Nedense bu bildiriyle ilgili duruşumuza AK Parti değil, küçük ortağı daha çok bozulmuş. Sayın Erdoğan teşekkür etti diye olsa gerek, küçük ortak köpürdükçe köpürdü.

AYM’den sonra hızını alamayıp yakında Deniz Kuvvetleri’nin de kapatılmasını isterse şaşırmayın. Allah Sayın Erdoğan’a sabır versin, çok içtenlikle yapıyorum bu duayı.

Dün şerefsiz dediğine bugün mübarek deyip, dün mektup yazıp ‘iktidarı uyarın’ diye yalvardıklarına da bugün şerefsiz diyebilen tutarsız duruş ve söylemleriyle ülkeyi germekten başka fonksiyonu olmayan birinin üstünde gereğinden fazla durmak istemiyorum.

Ama Sayın Erdoğan’ı uyarmak zorundayım: Sakın ola, öfke kontrol problemi olan küçük ortağının dolduruşuna gelip, bildiriyi yazanlara abuk sabuk cezalar verdirmeye kalkma.

Buradaki anahtar kelime verdirme. Sağduyuyla yürüttüğünü zannettiğimiz bu süreci, böyle şaibeli bir yola sokup da milleti huzursuz etme.

Dün küçük ortağın haftalık öfke nöbetinin hemen sonrasında enteresan bir şey oldu. Çin Büyükelçiliği, Twitter’dan beni ve Sayın Mansur Yavaş’ı tehdit etti.

Bu tehditler bize sökmez. Biz, bu mücadeleyi bugün Türkiye’de bu kürsüden veririz. Yarın, gün gelip de iktidar olduğumuzda uluslararası toplumu karşınıza diker, öyle mücadele veririz. Ama bu mücadeleden asla vazgeçmeyiz.

Ve o pis elinizi, Uygur’un sinesinden çekene kadar da mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Bunu böyle bilesiniz.

Çiftçilerimizin durumu nasıl? Bir dokun bin ah işit. Toprağı işleyip karnımızı doyuran çiftçimiz borç batağında. Ne ekim, dikim yapacak parası, ne de hayvanına verecek yemi var. Kendi kaynağı ile işletmesini çevirecek parası yok.

Çiftçimiz borçla boğulurken, iktidar ithalat lobilerine teslim olmuş hatta esir olmuş. Türkiye’de tarım bitsin diye elinden geleni yapıyor. Çiftçimizin ocak ayı itibariyle bankalara borcu 143 milyar lira. Tarım Kredi Kooperatiflerine de 12 milyar borçları var. Çiftçimizin toplam borcu 200 milyar lirayı aşıyor.

Buradan Tarım Bakanı’na sesleniyorum. Çiftçi bu haldeyken ortalıkta bakanım diye gezmeye utanmıyor musun? Tarımla alakalası olmayan vasıfsız yönetim anlayışını hak etmiyor.

Senin bakan olmadan önce yönetim kurulunda yer aldığın şirkette 100 bin Avro huzur hakkı alınıyormuş. Huzura bakar mısınız? Bir an önce git Sayın Erdoğan’dan rica et seni huzura kavuştursun. Çiftçimizin de huzuru daha fazla kaçmasın.

“Varsa yoksa eş, dost, yandaş”

Biz yapacaklarımızı söyleyince, ilk sözleri hep aynı; Kaynak nerede? Türkiye’nin kaynağı var. Sorun şu: AK Parti iktidarı ve Sayın Erdoğan, memlekette üreten, istihdam sağlayan kim varsa hepsine düşman. Varsa yoksa eş, dost, yandaş.

Türkiye’nin kaynakları, o beş müteahhidin ayaklarına seriliyor. Bu kifayetsiz yönetim anlayışının, ve müteahhit aşkının sonucunda, ekonomide oluşan hasar ortada. Pandeminin etkisiyle de, artık her sektör dertli.

Peki, durum böyleyken, “Üreteni, istihdam yaratanı koruyayım, kollayayım.” demesi gereken iktidar ne yapıyor? Kurumlar vergisini artırıyor.

Yani iş dünyasına destek olacağına, sırtına yeni bir yük daha veriyor. Kurumlar vergisini, 2020 yılı için yüzde 23’e,2021 için de yüzde 25’e çıkarmaya hazırlanıyor. İşte size, AK Parti’nin olağanüstü ekonomi vizyonu.

“Özel sektör nasıl küstürülür?” temalı bir kanun çıkarın deseler, ortaya ancak bu çıkar. Allah aşkına, siz bu ülkenin çalışanından, üreteninden ne istiyorsunuz? Hakkıyla, helaliyle kazanmaya çalışana neden gıcık oluyorsunuz? Böyle iş bilmez bir ekonomi yönetimi olabilir mi?

Böyle ahmaklık olabilir mi? Bu akıl dolu adımlar yetmiyormuş gibi, Bir de üstüne, utanmadan kısa çalışma ödeneğini kaldırdılar. Neymiş, İşsizlik Sigortası Fonu’na çok yüklenmişler. O fon, sanki babalarının malı! Şubat 2021’de, 1 milyon 296 bin kişi kısa çalışma ödeneği aldı.

Bu çalışanlarımıza yapılan ödeme ortalama 1588 lira. Bu parayı kesince ne olacak? İşveren o işçileri çıkaracak. Peki o zaman devlet ne yapacak?

Ortalama 1360 lira işsizlik maaşı ödeyecek. Yani o fondan neredeyse aynı para çıkacak. Bir de üstüne, eğer 1 buçuk milyon kardeşimiz, işsiz kalırsa, yani üretimden çıkarsa, en az 45 milyar liralık bir milli gelir kaybıyla karşı karşıya kalacağız.

Sayın Erdoğan; Anladık, devlet yönetmeyi bilmiyorsun. Anladık, ekonomiden de anlamıyorsun. Allah aşkına matematik de mi bilmiyorsun? Böyle bir hesap kitap kabiliyetiyle, ülke mi yönetilir? Allah akıl fikir versin!

Paylaşın

Kılıçdaroğlu: Kendinize Bilim Kurulu demeyin ya, bilime ayıp

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM’de düzenlenen grup toplantısında yaptığı konuşmada, Bilim Kurulu’nu eleştirerek, “Bir de Bilim Kurulu var. Ne dedikleri, söyledikleri belli değil. 4 Nisan itibariyle ABD’yi geçtik vaka sayısında. Dün 193 kişi hayatını kaybetti. Nasıl yönetiliyor bu ülke? Bilim Kurulu hikaye tamamen. Hiçbirisinin bilim ile ilgisi yoktur. Bilim Kurulu dediğin senin dediğin kurallara iktidar uymazsa, izzeti ikbal ile çekileceksin oradan. Tam tersi oluyor. Bilim Kurulu ayrı havada, Sağlık Bakanı ayrı telden çalıyor. Allah aşkına kendinize Bilim Kurulu demeyin ya, bilime ayıp. Saray ise kaç kişi ölürse ölsün diyor” dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) düzenlenen grup toplantısında açıklamalarda bulundu.

Kılıçdaroğlu, konuşmasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’yla (TCMB) ilgili ileri sürülen ‘rezervler azaldı’ iddiasına yer verdi. “Sordum, 128 milyar dolar nereye gitti? Bu sorunun cevabını almış değiliz. Cevabını veremiyorsa sarayın bekçisine söylesin, o cevap versin. Bizim için fark etmez” ifadesini kullanan Kılıçdaroğlu, “Esnafa sordum, ‘Biz almadık’ diyor. Simitçiye soruyorum, ‘Dalga mı geçiyorsun?’ diyor. 128 milyar dolar nereye gitti diye soran Merkez Bankası Başkanı’nı neden görevden aldınız?” dedi.

Konuşmasında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi eleştiren Kılıçdaroğlu, “Onun tek derdi var, sarayın bekçiliğini yapmak. Ülkücü kardeşlerime şunu söylemek isterim. Hiç meraklanmayın, ben milliyetçiliğin ne olduğunu Bahçeli’ye de göstereceğim, dünyaya da göstereceğim. Ben saray beslemelerine asla itibar etmeyeceğim” ifadelerini kullandı.

Konuşmasında, genç işsizlik sorununa da değinerek, “Ya gençlerimiz? İşsizler. Bunların hali ne olacak? Gençlere sözüm var, sizin elinizden alınan bütün hakları size iade edeceğiz ve tamamını telafi edeceğiz” diyen Kılıçdaroğlu’nun Grup Konuşması söyle;

“Evet, hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum. Değerli konuklarımız, bizleri televizyonları başında izleyen, radyolarında dinleyen, sosyal medya hesaplarında takip eden sevgili vatandaşlarım; hepinize Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyorum. Huzurlu bir Türkiye’yi hep beraber istiyoruz.

İzin verirseniz önce bir durum tespiti yapmamız gerekiyor. Çünkü Türkiye farklı bir sürecin içine evrilmeye başladı. Sıkıntılı bir tablo var. Tümüyle yönetim erkini kaybetmiş bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız. Kontrolünü kaybetmiş, Türkiye’yi yönetemiyor, ağır sorunların altında ezilen, çaresizlik üreten, çaresizliğini örtbas etmek için sağa sola saldıran, yapay gündemlerle toplumu meşgul etmek isteyen bir siyasi yönetimle, bir kişinin yönetimiyle, bir tek kişiyi hükümetiyle karşı karşıyayız. Cumhuriyet tarihinde ilk kez böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla önce bir Türkiye tespiti yapmamız gerekiyor. Şu anda pandemi sürecindeyiz. İnsanlar can derdinde. Aşı bekliyorlar. Nerede aşılar? Isparta’ya giden arkadaşlarımız yaşlı bir kadına soruyorlar, kadının söylediği şu: “Bir türlü aşı sırası gelmedi. 70 yaşını aşkınım” diyor. Nerede bu aşılar? Kim bu aşıları bulacak? Kim Türkiye’ye getirecek? Kim halkın can güvenliğini sağlayacak? Bu ülkeyi kim yönetiyor, kim sorumlu bu ülkenin yönetiminden? Bu soruyu herkesin kendisine sorması lazım. Ama özellikle Ak Parti’ye geçmişte oy vermiş, şimdi kafası karışık olan vatandaşlarıma seslenmek istiyorum. Türkiye’nin gidişinden memnunsan, alkışla. “Bu gidiş, gidiş değildir” diyorsan beni dinleyeceksin kardeşim, bu kardeşini dinleyeceksin. Doğruları öğrenmek istiyorsan, bu kardeşini dinleyeceksin. Ben sana her zaman, her yerde, her ortamda doğruları söylemeye devam edeceğim.

Değerli arkadaşlarım; bakın hep beraber sağlık çalışanlarını alkışlıyoruz. Neden? Hiç onları sorguluyor muyuz? Hayır. Günün 24 saatinde çalışıyorlar mı? Evet çalışıyorlar. Çocuklarını bile göremiyorlar. Pandemi ile Covid-19’la mücadele ederken hayatlarını feda ediyorlar. Hayat kurtarmak için hayatını feda eden insanların elleri öpülmez mi değerli arkadaşlarım? Hayat kurtarmak için hayatını feda eden sağlık çalışanlarının elleri öpülmez mi? Bir istekleri vardı. Covid-19 dolayısıyla hayatını kaybedenler için, “meslek hastalığı olsun, bunu kabul edin” dediler. Yapmıyorlar. Niçin yapmıyorsunuz? Vicdan yok mu sizde? Bu insanlar günün 24 saati bizim insanlarımız için çaba harcarken, çalışırken bir taleplerini neden yerine getirmiyorsunuz? Hangi gerekçeyle yerine getirmiyorsunuz? Bunun sorgulanması lazım değerli arkadaşlarım.

Çok sayıda sağlıkçı hayatını kaybetti bu süre içinde değerli arkadaşlarım. Şu soruyu sormak gerekir yine: Bütün bunların sorumlusu kim? Bu ülkeyi yöneten kim? Bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olan kim? Böyle acı bir tabloyu Türkiye’nin önüne koyan kim? Ben soruyorum ama her vatandaşımın da sormasını istiyorum, her vatandaşımın da… Her vatandaşımız yeri geldiği zaman “dur arkadaş” demesi lazım. Dur arkadaş ya, yeter artık. Milleti canından bezdirdiler. Buna bakmak lazım.

Değerli arkadaşlarım; iki örnek vereceğim size, pandemi dolayısıyla nelerin yaşandığına dair sadece iki örnek vereceğim ve vicdan sahibi herkesin de bu iki örneği dikkatle dinlemesini isterim. Aslı Özkısırlar, İzmir’de elleriyle yaptığı takıları satarak geçimini sağlıyor. Bir hastalığı var, yatarak tedavi olması lazım ama bir türlü boş yatak bulamıyor. Yok diyorlar boş yatak ve sonunda şu Tweet’i atmak zorunda kalıyor: “Neredeyse 10 günden fazladır hastaneye yatış için bekliyorum. Yatak yok ama siz yapın kongrenizi. Benim çektiğim ağrının, eziyetin ne önemi var sonuçta? Sürünerek ölürsünüz umarım” diye de beddua da ediyor. 21’inci Yüzyıl’ın Türkiye’sinde Aslı Özkısırlar’a yatak bulunamadı ve hayatını kaybetti. Sorumlusu kim? Kim sorumlusu? Yine söyleyecek biliyorum, “Bay Kemal sorumlusu” diyecek. Beyefendi, bu işin baş sorumlusu sensin, sen! Hâlâ bilmiyor musun, sen yönetiyorsun memleketi!

Sırtı kalın olanlara, dayısı olanlara ambulans uçaklar hazır. Her taraftan hastalar getirilir, yatakları hazır, yataklara konur, tedavisi yapılır. Peki garibanlara, dayısı olmayanlara, fakire fukaraya; telefon açıp da bir türlü yatamayan hastaların sözcüsü kim olacak? Onların dertlerini kim dile getirecek? Ben getireceğim, biz getireceğiz. Diyorum ya, “dostlarımızla beraber.” Soruyorlar: “Dostlarınız kim?” Dostlarımız bu ülkenin garibanlarıdır, bu ülkenin işsizleridir, bu ülkenin esnafıdır, bu ülkenin kamyon şoförleridir, bu ülkenin apartman görevlileridir. Bu ülkenin esnafıdır bizim dostlarımız. Bizim dostlarımız bunlardır. Halktır, halk bizim dostlarımız.

İkinci örnek Kayseri’den: Sidar adında 16 yaşında bir kızımız, 16 yaşında. Evine giderken güvenlik görevlisi çağırıyor, “maskeyi nizami takmadın” diyor ve ceza kesiyor. Maskesi var ama nizami takmadı. O nizami hangi ölçü, bilmiyoruz. Nizami takmadın diye ceza yazıyor. Bu Sidar’ın, gencecik fidan gibi kızımızın babası esnaf. 900 lira ceza kesiyorlar. Nereden ödeyecekler 900 lirayı? Ödeyemiyorlar tabii. 22 Mart tarihinde kendisine bir mektup: “23 Mart’ta vergi dairesinde icra servisine geleceksin” diyorlar. Gidiyor kız ve kendisine bir ödeme emri tebliğ ediliyor. Açıklama şöyle: “Borcunuzun menkul veya gayrimenkul mallarınızla, her türlü hak ve alacaklarınızın haczedilerek paraya çevrilmek suretiyle tahsil edileceğini bilin” diyor. 16 yaşındaki kız maskeyi nizami takmamış, takmadığı için 900 lira ceza. 16 yaşındaki kız bunu ödeyemiyor. “Efendim, sen ödemezsen babandan ev haczi, gayrimenkul, menkul ne varsa haczedeceğiz, parayı alacağız” diyor. Peki, bu bir zulüm değil mi?

“Sözüm sözdür, bu ülkeye mutlaka adaleti, adaleti, adaleti getireceğim”

Bir de şuna bakın: Şu tablo neresi? Ak Parti’nin Kongresi. Ya maskesiz bir sürü adam var. Ceza yazan var mı buraya? Yok. Kim bunların dayıları? Sarayda oturanlar, beşli çeteler; dolarla avroyla oynayanlar bunların dayıları. Bunlara ceza yok ama 16 yaşında Kayseri’deki Sidar’a 900 lira ceza. Bunu vicdan kabul eder mi? Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime sesleniyorum: Bunu vicdan kabul eder mi? Ahlak kabul eder mi bunu? 16 yaşındaki kıza 900 lira, bunlara sadece alkış, sadece alkış. Bunları doğru kabul etmiyoruz. Çifte standart, devlet yönetiminde olmaz. Birisi için farklı, dayısı olan için; dayısı olmayan için zulüm. Birisine ikramiye, birisine zulmedeceksin. Buna da devlet yönetimi diyeceksin. Devlet böyle yönetilmez. Devlet adaletle yönetilir, bilgiyle yönetilir. Farklılık yaratarak devlet yönetilmez. Vatandaşlar arasında ayrım yapılmaz. O zaman bunlara da 900 lira ceza keseceksin her birine, ben de diyeceğim ki: “Seni kutluyorum arkadaş; vatandaşlar arasında ayırım yapmadın.” Bu tabloyu eğer Ak Partili kardeşlerim, Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kardeşlerim içlerine sindiriyorlarsa bir şey demiyorum. İçlerine sindiremiyorlarsa, “burada bir adaletsizlik var” diyorlarsa, beni dinleyin kardeşim. Sözüm sözdür, bu ülkeye mutlaka adaleti, adaleti, adaleti getireceğim.

Bakın değerli arkadaşlar; tuttular ta Karadeniz’den başladılar, kalabalık kongreler… Ya, yanlış bu arkadaş? Kongreler yaptılar, yanlış arkadaş bu. Defalarca söyledik “bunlar yanlıştır” diye. Bakın şu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultayı. Şu da Ak Parti’nin kurultayı. Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayı’nda bütün sosyal mesafeler korunmuştur, Ak Parti Kurultayı’nda yoktur. Cumhuriyet Halk Parti devleti yönetmemektedir. Ak Parti’nin bir kişisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetmektedir. Vatandaşa hangisi örnek? Bu tablodan hangisi örnek vatandaş? Bu mu, bu mu? Bu örnekse bilin ki Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni adalette yönetecektir. Böyle olduğu gibi Hiçbir vatandaşının geleceğini tehlikeye atmayacaktır.

Ayrıca bakın değerli arkadaşlarım; kurultay öncesi- gazeteciler burada, sorsunlar gazetecilere- Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultayı nasıl oldu? Daha önemli bir şey söyleyeyim. Bütün Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime seslenmek isterim: Kurultayı yapmadan önce Sağlık Bakanlığı’na yazı yazdık. Hiçbir partilimizin hayatını tehlikeye atmak istemeyiz. Kongremizi nasıl yapalım? “Kapalı yerde yapmayacaksınız, açık yerde yapacaksınız” dediler. “Sosyal mesafeyi koruyacaksınız.” Biz de yaptık. Hiçbir vatandaşımızın hayatını tehlikeye atmadık. Şimdi söyleyin bakalım, devleti kim daha iyi yönetir, kim adaletle yönetir ve kim vatandaşına değer verir? Diyorlar ya, efendim CHP gelse acaba memleketi yönetir mi? Bal gibi yönetir, adaletle yönetir, güzellikle yönetir. Açlık olmaz, sefalet olmaz.

“Kontrolü tamamen kaybetmişler ve devleti yönetemiyorlar”

Bir de Bilim Kurulu var Sağlık Bakanlığı’nda. Allah aşkına kendinize bilim kurulu demeyin. Bilime ayıptır ya, bilime ayıp. Ne dedikleri belli değil, ne söyledikleri belli değil; oturmuşlar koltuğa memlekete bakın arkadaşlar. 4 Nisan itibariyle vaka sayısında Amerika Birleşik Devletleri’ni geçtik. Dün 193 kişi hayatını kaybetti, bunlar da resmi rakamlar. Nasıl yönetiliyor bu ülke? Bilim Kurulu var; hikaye tamamı, hikaye tamamı… Orada oturanların hiçbirisinin bilimle ilgisi yoktur. Bir daha söyleyeyim: Orada oturanların hiç birisinin bilimle ilgisi yoktur. Bilim Kurulu dediğin, senin koyduğun kurallara siyasi iktidar uymazsa izzeti ikbal ile çekilecektir oradan. “Ben bilim insanıyım, sen siyasetçi değilim. Kuralları koydum, buna uyuyorsa hayhay. Uymuyorsan, kusura bakma; beni sadece burada göstermelik olarak tutamazsın” demesi lazım. “Benim bir kişiliğim var, benim bir onurum var, benim bir bilimsel altyapım var. Ben kendi onurumu ezdirmem” diyeceksin. Ama tam tersi oluyor. Oturmuşlar oraya, Bilim Kurulu ayrı havadan, ne dediğini kimse bilmiyor. Sağlık Bakanı ayrı telden çalıyor. Saray ise zaten, “kaç kişi ölürse ölsün, yeter ki benim koltuğun sağlam olsun” diyor. Bu mudur devleti yönetmek? Bir daha söylüyorum: Bu mudur devleti adaletle yönetmek? Bu mudur vatandaşının can ve mal güvenliğini korumak? Bu mudur vatandaşın sağlığını koruma? Kontrolü tamamen kaybetmişler ve devleti yönetemiyorlar. Sadece tek düşündükleri koltukları, bunu yapıyorlar… Peki bu fatura kime çıkıyor değerli arkadaşlarım? Öyle ya, bunun bir faturası vardır. Kime çıkıyor bu fatura? Saray ve beslemelerinin durumu çok iyi. Bir yerden değil, beş yerden maaş alıyorlar, avro üzerinden maaşlarını alıyorlar. Garantili maaşları; istifa etseler bile, işlerine son verilse bile dünyanın parasını alıyorlar. Vergi de ödemiyorlar bunlar. O da başkaları tarafından, başka kurumlar tarafından ödeniyor. Bir elleri yağda, bir elleri balda. 193 kişi hayatını kaybetmiş. Ya insan gece uyumaz ya, gece uyumaz. Bunların umurunda bile değil; 100 kişi değil, 100 bin kişi de ölse olsa umurlarında değil. Bekledikleri tek şey: “Benim cebim nasıl dolacak? Ben paramı nasıl alacağım? Londra’daki bankalara paramı nasıl yatıracağım?” Bunların derdi o. Bunlar tefecilere çalışıyorlar. Bakın beşli çete de çok memnun hayatından, onların da bir sıkıntısı yok. Garantilerin tamamı dövizle… Peki esnafın durumu, manavın durumu, taksicinin durumu, kamyon şoförünün durumu, apartman görevlisinin durumu, sokak satıcılarının durumu, simitçiler durumu, pastacıların durumu, yeşil saha çalıştıranların durumu? Bunların durumu nedir? Saray biliyor mu? Saray bilmiyor. Sarayın umurunda bile değil. “Bin lira verdim, idare edin.” E sen bin lirayla 1 ay geçin bakalım, nasıl geçiniyorsun? Sen bin liraya para ile demiyorsun. Senin gözünün önünde sadece dolar var, Amerikan Doları var, Avrupa’nın Avrosu var. Sen Türk Lirası’nı zaten çoktan boş vermişsin.

Değerli arkadaşlarım; arkadaşlarımızı illere gönderiyoruz, gidin alana bakın. Vatandaşın hangi sorunu var ve biz bu sorunlarla nasıl ilgileneceğiz, birebir görüşün. Isparta’ya gitti 20 milletvekilimiz ve parti meclisi üyelerimiz; 31 Mart-1 Nisan arası oradalardı. Bakın bir esnaf şunu söylüyor: “Ya Ramazan ayı geldi, en çok iş yapacağımız dönemde dükkanlar kapandı.” Bu esnaf kardeşime soruyorum: En çok para kazandığın dönemde, senin dükkanını kapatan kongreleri kim yaptı? Bak Cumhuriyet Halk Partisi kongre yaptı; bütün illerde yaptı, Ankara’da da yaptı. Bir kişinin burnu kanadı mı, bir kişinin? Bir kişi herhangi bir nedenle sağlık sorunu yaşadı mı? Hayır. Ama bunlar vatandaşın sağlığı hiç önemli değil, bunu yapıyorlar. Yine arkadaşların gözlemi: “Her 100 metrede bir dükkan kapatıldığını görüyoruz.” Tabela var, asmış oraya; ya satılıktır veya kapattık dükkanı… Geçinemiyor adam. Kirayı ödeyemiyor adam. Saraydakiler bunu biliyor mu? Bilse ne olur, bilmese ne olur? Onun gözünde esnaf yok ki zaten. Esnafı şöyle görüyor: Nasılsa vururum ensesine tokadı, alırım oyumu. Ama bu esnaf artık eski esnaf değil. Bu esnaf sana sandıkta hesabını soracak; ben bunu gayet iyi biliyorum.

2 bin nüfuslu Aksu İlçesinde “daha 6 aydır açığım” diyor, “dükkanı açtım. 25 bin lirayı bulan veresiye defterim var.” 2 bin nüfuslu küçücük bir yer. 6 ay, 25 bin lirayı bulan veresiye defteri… Millette para yok. Saray’a sormak lazım ve onların beslemelerine de sormak lazım. Bu vatandaşın yaşadığı travmadan, yaşadığı sorunları siz yeteri kadar biliyor musunuz? Travmalardan haberiniz var mı? İntiharlardan haberiniz var mı? Yoksulluk diz boyu, bundan haberiniz var mı?

Yine Aksu İlçesi’nde bir ayakkabıcı, aynen okuyorum söylediklerini: “30 yıldır ayakkabı satarım. İlk defa gelip bana ikinci el ayakkabı var mı diye soruyorlar. İlk defa… 30 yıldır ayakkabı satıyorum, ilk defa gelip bana ikinci el ayakkabı var mı diye sormaya başladı insanlar.” Halkın yeni ayakkabı alamayıp ikinci el sorduğu bir dönemi geçiriyoruz, bir dönemi yaşıyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nda bile böyle olmamıştı. Diyorum ya, devleti yönetemiyorlar. Diyorum ya, dağılmış vaziyetteler, tamamen kontrolü kaybetmiş vaziyetteler, ne yapacaklarını bilmiyorlar. Sarayda Lale Devri yaşanıyor. Herkesin bir eli yağda, bir eli balda. Ahali felaket vaziyette, Erdoğan çıkıp esnafın önüne, esnafın dükkanına gidebilir mi? Aksu İlçesi’ne gidebilir mi? Isparta’ya gidip esnaflarla birebir konuşabilir mi? Hayatta gidemez. Belki elli bin korumayla gider, elli bin korumayla. Bu mudur devleti yönetmek? Bu mudur halkçı olmak? Bu mudur milliyetçi olmak? Aynı şeyi Bahçeli’ye de soruyorum. Bu tabloya Bahçeli de destek veriyor, ülkücüleri bunun dışında tutuyorum. Ülkücü kardeşlerimin ne yaptığını gayet iyi biliyorum. Çok rahatsız olduklarını da gayet iyi biliyorum. Bahçeli ayrı… Bütün bu yoksulluğun değirmenine su taşıyan kişidir. Bir daha söyleyeyim, bütün bu yoksulluğun değirmenine su taşıyan kişidir.

Emin olun bunlarda vicdan yok; vallahi de yok, billahi de yok. Kayseri’de Sahabiye Medresesi’nde dükkanlar var. Geçen yıl 9 bin 380 lira kira ödeyen bir esnaftan, bu yıl 20 bin 332 lira istiyorlar. 9 bin 380 liradan, 20 bin 332 lira. Yahu ne oldu da bu kadar büyük bir zam yapıyorsunuz? “Vakıflar Genel Müdürlüğü istedi” diyorlar. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bilgisi yok. Büyükşehir Belediye Başkanı istiyor. Ha buradan yine sandık geldiğinde bütün vatandaşlarımın düşünmesini isterim. Bu Ak Partili belediye; Cumhuriyet Halk Partisi belediyesinde böyle garabetler olmaz. Onlar, halka hizmet ederler. Halk için çalışıyorlar. Görevlerini de, işlerini de tıkır tıkır yaparlar. Engel çıkarıyorlar, engelden şikayet etmezler. Engelleri aşmasını bilir, halka giderler. Kayserili kardeşime, bu esnaf kardeşime de. Orada görev yapan, çalışan, alın teri döken esnaf kardeşimize de söylüyorum: Sandık gelecek, bu kardeşine oy vereceksin, Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy vereceksin. O paraların tamamını sana iade edeceğim faizi ile beraber.

“Dünyadaki bütün mezarlıklar vazgeçilmez adamlarla doludur”

Devleti yönetiyorlar, perişan ettiler. Bakın değerli arkadaşlar, 2020 yılında, geçen sene, Esnaf ve Sanatkar Sicil Gazetesi var. 99 bin 588 esnaf, 2020 yılında iflas etti, dükkanını kapattı. Bu 99 bin kişi nasıl yaşıyor acaba? Devleti yöneten iradenin şunu sorması lazım: “Bu 99 bin kişi iflas etti, bunların aileleri, çocukları var. Bir sorun bakayım ya, bunlar geçimlerini neyle sağlıyor?” Saray bunu sorabilir mi? Soramaz, sormaz da saten. 99 bin kişi ölmüş, onun umurunda bile değil. İflas etmiş, umurunda bile değil. Onların çocukları var, umurunda bile değil. Umurunda olan tek şey var: Koltuğumu nasıl korurum. Koltuk insanı büyütmez, insanı büyüten akıldır akıl. İnsanı büyüten adalet duygusudur. Koltuğa oturdun, kendini vazgeçilmez adam görüyorsun. Dünyadaki bütün mezarlıklar vazgeçilmez adamlarla doludur. Yoktur öyle bir şey.

Son 14 ayda en az 124 bin 910 esnafımız iflas etti arkadaşlar. İzledikleri yanlış politikanın getirdiği fatura budur. Sadece esnaf mı? Çiftçiye bakalım, çiftçinin durumuna bakalım. Çiftçi de hayatından memnun mu? Hayır, onun da sıkıntıları var. Defalarca söyledim; Nevşehir’de, Kırşehir’de 400-450 ton patates depolarda duruyor, yeşillendi. Alacak kimse yok… Alacak kimse yok ama banka haciz gönderiyor traktörüne, hayvanına, arabasıyla, evine. Nasıl geçinecek bu adam? Zamanında taksitlendirin dedik, yapmadılar. Şimdi Tarım Kredi Kooperatifleri, “borcu dolayısıyla taksitlendireceğiz” diyorlar. Güzel. Yeniden yapılandıracağız, güzel. Faizi ne yapıyorlar değerli arkadaşlar? 11’den, 18’e çıkarıyorlar. Yahu neyin fiyatı düştü de sen bunu bu kadar yükseltiyorsun? Sen üreticinin elindeki patatesi aldın mı? Üreticinin elinde depolarda bekleyen elmayı aldın mı? Nasıl ödeyecek bu adam? Mal depoda, icra kapıda; banka gelmiş, Tarım Kredi gelmiş, “parayı öde.” “Malı al ki, parayı ödeyeyim. Malım satmadıktan sonra ben nasıl ödeyeceğim?” Çiftçinin de bu saray hükümetinden alacağı var. Saray hükümetinden çiftçinin alacağı var. Ödemiyor parasını. Değerli arkadaşlarım; eskiden yapılandırmada 5 taksitti, şimdi yüzde 30’u peşin 3 taksit. Nasıl ödeyecek bu adam? Çiftçi nasıl ödeyecek bunu? Çiftçi de memnun değil. O da biliyor başına gelenleri. Yaşıyor zaten. Traktöre haciz gelmiş, evine haciz gelmiş, hayvanına haciz gelmiş; nasıl geçinecek bu adam? Tarlasını haciz gelmiş.

Çiftçinin dışında, emekliler; peki, emekliler hayatımdan memnun mu? Soralım emekliye. Eğer emekli kardeşimiz hem Emekli Sandığı’ndan, hem yönetim kurulu üyeliklerinden, bir yerden değil beş yerden maaş alıyorsa hayatımdan memnun. Sarayda bunlardan dolu, lebâleb sarayda dolu, hepsi orada. Ne kadar bir yerden değil, 3 yerden, 5 yerden maaş alanların alayı orada, tamamı orada. Peki aşağıda? Hakkari’deki, Siirt’teki, Rize’deki, Çankırı’daki, Tekirdağ’daki, İzmir’deki emeklinin durumu ne? Perişan vaziyette. Bin lira ikramiye verdiler 2018’de; ya her şeye zam geldi kardeşim, her şeye zam geldi. Buna da zam yap. Enflasyon oranında zam yap. 1680 lira tutuyor olması gerekiyor, 1500 lira yap. “Yapmam” diyor. “Vermem” diyor. Niçin? “Emekli de hayatından memnun” diyor. “Beni görünce beni alkışlıyorlar emekliler. O zaman demek ki durumları çok iyi” diyor. Hepimizin oturup düşünmesi lazım. Emekli kardeşlerimin de oturup düşünmesi lazım. 2 maaş ikramiyeyi alman için verdiğimiz mücadeleyi düşünün. Emekli ikramiyesini en az bin 500 lira yapacağız, en az bin 500 lira. Emekliyi öyle bir hale soktular ki, gramla, gramla et alıyor. Tavuğu dörde bölüyor, bir parçasını alıyor Bursa’da anlattılar.

Değerli arkadaşlarım; 7 milyon 900 bin emekli, 7 milyon 900 bin emekli, asgari ücretin altında aylık alıyor. Bu emeklerin günahı ne? Bu emekliler 30-35 yıl çalıştılar, alın teri döktüler, sigorta primlerini ödediler, gelir vergisi ödediler, emekli oldular. Emekli oldular diye saray iktidarı bunlara zulmetmeye başladı. “Para vermem” diyor size. “Enflasyon yüzde 8 diyor, yüzde 8 vereceğim. Yüzde 7 diyor, yüzde 7 vereceğim.” Peki enflasyon kaç? Margarin; son bir yılda, son bir yılda margarinin fiyatı yüzde 39 arttı, tavuk eti yüzde 44 arttı, mercimek yüzde 50 arttı. Mısırözü yağı yüzde 55, ayçiçeği yağı yüzde 60, yumurta fiyatını yüzde 64 zam geldi. Emekliye yüzde 8, “bununla idare et” diyor. Neden? “Para yok” diyor. E saraya para var, malı götürenlere para var. Her türlü imkanı veriyorsun. Üstelik para var, dolarla para var, avroyla para var. Türk lirası da geçmiyor orada. Bu zulüm değil midir? Bu zulümdür.
Bakın değerli arkadaşlarım; ayrıca dul-yetim aylığı alanlar var, emekliler dışında dul-yetim aylığı alanlar var. 2 milyon 600 bin kişi; bunlar ayda kaç lira alıyor biliyor musunuz? 763 lira. 763 liraya dul ve yetim geçinmeye çalışıyor, 763 lira… Bunlarda vicdan var mı ya, bunlarda ahlak var mı? Bunlarda insan sevgisi var mı? Bunlar sefaleti bilmiyorlar. İstanbul’da Nişantepe’ye gittim. Erdoğan’ın gidip, orayı görmesini isterim. Diyecek: “Burası Türkiye mi, Afrika mı?” Afrika değil beyefendi, orası Türkiye ama senin haberi yok. Altında uçakların var. Hiçbir padişaha nasip olmayacak kadar sarayların var. Görmüyor musun milletin halini? Milletin perişanlığını görmüyor musun? 2002 yılında en düşük emekli aylığı ile yedi çeyrek altın alınıyordu. 2002 yılında, yani bunların iktidar olduğunda en düşük emekli aylığı ile yedi çeyrek altın alınıyordu, şimdi iki çeyrek… Emekliler de böyle. Onları da boş verdiler.
Ya gençlerimiz ve işsizlerimiz; bunların hali ne olacak? 19 yıl devleti yöneteceksin, 19 yıl 10 milyon 287 bin işsiz olacak. 10 milyon 287 bin işsiz yaratacaksın, sonra da çıkıp, “bu memleketi ben güzel yönetiyorum” diyeceksin. 10 milyonu aşkın işsizin olduğu bir yerde hangi güzellikten bahsediyorsun sen? Üniversiteyi bitirmiş pırıl pırıl çocuklar; senin bu çocukları, bu evlatlarımızı umutsuzluğa sevk etmeye hakkın var mı ya? Böyle bir hak sana verildi mi? Senin durumunu iyi, saraydakilerin durumu iyi, çocuklarının durumu iyi, beslemelerin durumu iyi; herkes birden fazla maaş alıyor, birden fazla yerden maaş alıyor. Üniversiteyi bitirmiş, üstelik en iyi okulları bitirmiş olanlar işsiz. İşsizliğin ne olduğunu acaba Erdoğan biliyor mu?

Değerli arkadaşlarım; gençlerle konuştum: “KPSS’den alsınlar bizi, sınavdan başarılıyız ama sözlüde eleniyoruz.” Bunu kesinlikle kaldıracağız. Ne mülakatı? Girmiş, sınavda başarılı olmuş, almış 93 puanı. “Gel kardeşim, çalış” diyeceksin. Dayın yoksa eleniyorlar, akraban yoksa eleniyorlar, siyasi yandaşın mı yoksa sözlüde eliyorlar. Bu haksızlığı gidereceğiz. Sayıştay raporlarına göre, 138 bin 393 öğretmen açığı var. Tamamını dolduracağız, tamamını. Ne demek 20 bin, 40 bin. Kardeşim, 138 bin 393 öğretmen açığı var. Bu öğretmenler ne yapacak? Evlatlarımızı yetiştirecekler. Eğitimden tasarruf edilir mi? Eğitimden tasarruf edilmeyeceğini en iyi anneler-babalar bilir; kendisi yemez çocuğuna yedirir, kendisi giymez, çocuğuna giydirir. Kredi Yurtlar Kurumu’ndan borç almışlar, aile durumu iyi değil üniversiteyi okurken. Şimdi hem faiz, hem işsiz. İş ver, parayı alacaksan ondan sonra al. Hem iş vermiyorsun ve diyorsun, “borcunu öde.” Nasıl ödeyecek, nasıl ödeyecek? “İcra göndereceğim, babanın malvarlığına el koyacağım.” Babanın ne günahı var? Zaten durumu iyi olsa kredi almazdı. Bunları bitireceğiz, tamamını bitireceğiz. Gençlere sözüm var gençlere, gençlere sözüm var: Sizin elinizden alınan bütün hakları size iade edeceğiz ve tamamını telafi edeceğiz.

“Bu tablo, Türkiye’nin kabul edeceği bir tablo değil”

Bakınız, 28 kez Türkiye şampiyonu olan bir kardeşim var, Elazığlı hemşerim, 28 kez… Pazarda yumurta satarak geçiniyor. Bu bir devlet ayıbı değil midir? Bu ayıp değil midir? Niye buna iş yok? Torpili olmadığı için, dayısı olmadığı için. Değerli arkadaşlarım; bir üniversite öğrencisi, işsiz mühendis, inşaat mühendisi, “üniversiteye gidip, diplomamı alırken çok üzüldüm” diyor. “İşsizim” diyor. “Bu diplomanın bir işe yaramadığını gördüm” diyor. Dayın yoksa arkanda, yakının yoksa bir siyasi, ister KPSS’den 100 puan al, yine de bir iş bulamıyorsun. Bunu yaratan kim? Gençlere soruyorum.: Bu tabloyu Türkiye’nin önüne, bu tabloyu gençlerin önüne koyan kim? Saraydakiler… Çok derin ve üzüntülüyüz değerli arkadaşlarım. Bu tablo, Türkiye’nin kabul edeceği bir tablo değil.

Değerli arkadaşlarım; zulüm var. Evet, zulümle yönetiyorlar. Evet, ben bunu gayet iyi biliyorum. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri eylem yapıyor. Silah var mı? Yok. Saldırı var mı? Yok. Saldırıyı yapan kim? Sarayın polisleri. Olmaz arkadaşlar… Boğazını sıkıyorsun, niçin? Birisini mi dövdü? Hayır. Elinde silah mı var? Hayır. Neden peki bunu yapıyorsun? “Talimat geldi.” Talimatı verene iyi dikkat edin. Sevgili gençler; talimatı verene iyi dikkat edin. Sizin nefesinizi kesiyorlar, boğazınıza biniyorlar, hak arama talebinizi kesmek istiyorlar. “Neden gençler haklarını arıyorlar” diye bir korku ve kaygı içindeler. Benim size sözüm var, bütün gençlere, benim size sözüm var. Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda, bizi özgürce eleştirebileceksiniz, bu hakkı vereceğiz size.

Herkesi terörist ilan ediyorlar, herkesi darbeci ilan ediyorlar. En zor koşullarda yaşayanlar da Roman vatandaşlarımız. Değerli arkadaşlarım, 8 Nisan Dünya Romanlar Günü. Allah’ın verdiği bir yetenek var, bunların müzik kulakları çok iyi. Bunlar sokak ekonomisi dediğimiz, günlük yaşayan insanlar ama bunlar yaşamıyorlar şimdi açlık çekiyorlar. Dünya Romanlar Günü’nde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde romanlar en büyük açlığı ve yoksulluğu yaşayan kesim. Onların da haklarına sahip çıkmamız lazım.

Değerli arkadaşlar; tablo böyle. Diyorum ya, tamamen kontrolü kaybetmiş vaziyetteler. İşleri güçleri CHP’ye saldırmak, Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırmak. Geçen bir toplantıda söyledim, hep bize saldırıyorlar. Ya biz ne zaman iktidar olduk tek başımıza, ne zaman olduk? Hani iktidar olalım da bizi eleştirin. Şimdi olacağız ama halkın desteği ile olacağız, milletin desteği ile olacağız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nasıl adaletle yönetilirmiş, bütün dünyaya göstereceğiz.

Ve Ak Parti’ye ve Milliyetçi Hareket Partisi’ne geçmişte oy veren vatandaşlarıma sormak isterim. Sordum, defalarca sordum: 128 Milyar dolar nereye gitti? Merkez Bankası’nın kasasındaki 128 milyar dolar nereye gitti? Bu sorunun cevabını almış değilim. O sormuyorsa, cevabını veremiyorsa, sarayın bekçisine söylesin, o bize cevap versin. Bizim için fark etmez, 128 milyar dolar nereye gitti? Kim aldı 128 milyar doları? Esnafa sordum, “yok biz almadık” diyor. Simitçiye sordum, “dalga mı geçiyorsunuz?” diyor. Manava soruyorsun, yok. Emekliye soruyorsun, “ne doları?” diyor, Türk Lirası bile bulamıyoruz. Kim aldı 128 milyar doları ve “128 milyar dolar nereye gitti?” diye soran Merkez Bankası Başkanı’nı neden görevden aldın? Neden görevden aldın? Gerçekler görülmesin diye mi?

Değerli arkadaşlarım; Bahçeli hiçbir zaman işsizlerin derdini dile getirmedi, esnafın derdini dile getirmedi, çiftçinin derdini dile getirmedi. Onun tek derdi var, sarayın bekçiliğini yapmak, Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırmak. O görevi vermişler, “sen bizim adımıza bunu yap” diye. Bu cevabı, bunu verirken üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum ama ülkücü kardeşlerime şunu seslenmek, şunu söylemek isterim: Sevgili ülkücü kardeşim, hiç meraklanma; ben milliyetçiliğin ne olduğunu Bahçeli’ye de göstereceğim, dünyaya da göstereceğim. Ben saray beslemelerine asla ve asla itibar etmeyeceğim.

Bütün bunlar olurken, “vay efendim Türkiye’de darbeciler var.” Ne darbesi ya, ne darbesi kardeşim? Montrö Sözleşmesi dolayısıyla emekli büyükelçiler açıklama yaptı, tık yok. Emekli amiraller açıklama yaptı, mal bulmuş mağribi gibi “vay efendim yeniden darbe.” Ne darbesi kardeşim, ne darbesi kardeşim? Ne paranoyası kardeşim bu? Bütün bunların üstünü örtmek için. Esnafın derdi dile gelmesin, çiftçinin derdi dile gelmesin, işsizlik sorunu konuşulmasın, çiftçi sorunuyla baş başa kalsın, milletin dikkatini bir yere çekelim; koro halinde… Yahu zaten bunlar daha önce defalarca gazetelerde yazıldı, televizyonlarda söylendi. Sen çıkıp baştan, en baştan: “Ne Montrö Sözleşmesi kardeşim? Ne Lozan’ı kardeşim? Lozan da, Montrö de bizim güvencemizdir, Türkiye’nin güvencesidir” desen, zaten bir şey olmayacak. Sesini çıkarmıyorsun. Kalkıyorsun, ondan sonra da: “Vay efendim, nasıl olur bu? Bunlar darbeci.” Yok kardeşim, geçti onlar. Kimse yemiyor artık bu numaraları, millet de yemiyor artık bu numaraları. “Kardeşim ben açım, aç” diyor. Dükkan kapalı, dükkan; sen neden bahsediyorsun? Adam bir de emekli, emekli amiral. Ya emekliler dünyanın neresinde darbe yaptı? Bunlar akıllarını gerçekten peynir ekmekle yemişler. Bu kadar saçmalığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiç görmedi ve duymadı.

“Bu numaraların hiçbirisini bu millet yemiyor”

Şu gerçeği herkes bilsin: Artık ortada bizim anladığımız anlamda devleti sağlıklı yöneten bir iktidar yoktur. Devleti sağlıklı yöneten bir iktidar yoktur. Ortak da sağlıklı bir ortak değil. Bakanlar, bakan değil. Bürokratlar ise hiç bürokrat değil, tamamı yağcılardan oluşmuş, tamamı ve evet efendimci. Akıllarını kiraya vermişler. Gündemi büyütmek ve halkın gündemini çalmak için telefonla Yargıtay’a: “Siz de bir bildiri yayınlayın.” Hepsi esas duruşta. Ya ben bilirdim, esas duruş askerlikte olurdu. Bu sivil darbeden sonra, sivil hayatta da esas duruş başladı. “Derhal, emredersiniz” onlar bir açıklama. Danıştay’a telefon: “Hayhay.” Şuraya telefon, üniversiteye telefon, “sizler de açıklama yapın.” Ya Allah bunlara akıl fikir versin gerçekten ya. Diyorum ya, artık bunlar devleti yönetemiyorlar. Bu milletin yakasından düşmek zorundadırlar. Bu numaraların hiçbirisini bu millet yemiyor. Millet diyor ki: “Kardeşim bırak bağırmayı, bırak suçlamayı, sandığı getir sandığı” diyor.

Teşekkür ederim. Polis Haftamız var, polis kardeşlerimiz gerçekten de can ve mal güvenliğimizi sağlayan kardeşlerimiz. Onlara minnet borçluyuz. 176. yılını kutluyorlar. 10 Nisan Polis Haftası, Polis Günü, onlara şükran borçluyuz. Polis kardeşlerimiz diyorlar ki: “Biz şehit olmaktan korkmuyoruz ama emekli olmaktan korkuyoruz. Çünkü 3600 ek gösterge çıkmalı.” Bütün polis kardeşlerime sözüm sözdür, sözüm söz: 3600 ek göstergeyi çıkaracağım, hiç endişe etmeyin.

Efendim, bu darbe marbe hikayelerini güçlendirmek için bakıyorlar ki havuz medyasını yeteri kadar kullanamıyorlar, -çünkü itibarı yok- bir parça itibarı olan Hürriyet Gazetesi üzerinden bu sefer Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırmaya başladılar. İnsan üzülüyor, o gazetenin geçmişine üzülüyor insan. Halkın gazetesiydi, Türkiye’nin en çok satan gazetesiydi ve gerçekten medyanın amiral gemisiydi, şimdi kuyrukta sandal bile olamadı, sandal bile olamadı. Efendim: “CHP, bildiri, darbe bildirisi, bilmem neler…”, gündem yaratıyor sözde! O da, CNN Türk de; bu ikisi ne yaparsa yapsın, bildiğimiz yoldan dönmeyeceğiz, dönmeyeceğiz, dönmeyeceğiz!

Bir şey daha, bir şey daha… Teşekkür ederim. Hep Erdoğan’ı eleştiriyoruz, bir de Erdoğan’ı övelim. O kadar da olmaz yani. Açıklama yapmış Erdoğan: “Vatanı satmak, kendi dirayetsizliğiniz, kendi iş bilmezliğiniz yüzünden ülkeyi kriz üzerine krize sokmakla olur” diyor. “Dirayetsizliğiniz, iş bilmezliğiniz yüzünden ülkeyi krizden krize sokuyorsanız, bu vatanı satmaktır” diyor. Vatanı satmak demek, vatana ihanet etmek demektir. Erdoğan’ın bu sözünü tutacağım, Allah’ın izniyle iktidar olduğumuzda, bu vatan hainlerinin hepsinden hesap soracağım.”

Paylaşın

HDP’li Mithat Sancar: 19 yıldır iktidardalar, 19 yıldır mağdurlar

Partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuşan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Emekli amirallerin yayınladığı bir bildiri var. İktidar, yine her zaman yaptığı gibi siyasi kurnazlık ve fırsatçılıkla bu bildiriden darbe tehdidi üretme ve bunu siyaseten kullanma telaşına girdi. Yani yine mağduriyet edebiyatına sarıldı. 19 yıldır iktidardalar, 19 yıldır mağdurlar” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi /Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yaptığı konuşmada, her gün kriz üreten, sorunları büyüten, eşitsizlik ve adaletsizlik yaratan, toplumu kutuplaştıran, sosyal adaleti ortadan kaldıran, lime lime dökülen bir yönetim sisteminin altında yaşadıklarını söyleyen Sancar, “Sistemin kendisi güçlerin tek adamda toplandığı, tekçi bir sistemdir ama ürettiği sorun ve krizler çokludur. Bu sistemde denetim, halk, yurttaş yoktur. Bu sistemde tek adam, tek adamın etrafına çöreklenmiş gruplar vardır” dedi.

Sancar, bazı emekli amirallerin açıklamasına değinerek, “Topluma güven verebilecekleri inandırıcı ve samimi bir politikaları yok. Bu iktidar çözüm gücü değildir; sorun kaynağıdır, kriz üretme merkezidir. Ellerinde hiçbir şey kalmayınca mağduriyet siyasetine sarılıyorlar. İktidar, her zaman yaptığı gibi fırsatları büyük bir kurnazlıkla değerlendiriyor. Emekli amirallerin yayınladığı bir bildiri var. İktidar, yine her zaman yaptığı gibi siyasi kurnazlık ve fırsatçılıkla bu bildiriden darbe tehdidi üretme ve bunu siyaseten kullanma telaşına girdi. Yani yine mağduriyet edebiyatına sarıldı. 19 yıldır iktidardalar, 19 yıldır mağdurlar” ifadelerini kullandı.

Yargının iktidarın siyasi gündemine göre pozisyon aldığını ve karar verdiğini; iktidar işaret verdiğinde harekete geçtiğini, bunun en çarpıcı örneğini Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesine giden süreçte ve sonrasında gördüklerini belirten Sancar’ın grup toplantısında yaptığı açıklamalar şöyle;

“Geçen hafta Mardin’deydik. 31 Mart 2019 seçimlerinin ikinci yıl dönümü vesilesiyle Demokratik Yerel Yönetimler Kurulumuz bir forum düzenledi. “Halkların İradesi İçin Adalet Forumu” idi adı. Buradan Mardin halkının coşkulu, heyecanlı selamlarını iletiyorum size.

O forumu 31 Mart’ta gerçekleştirmemizin sebebini herhalde tahmin edersiniz. Bizi izleyenler de dinleyenler de muhataplarımız da tahmin eder.

2 yıl önce o tarihte siyasal iktidar tarihi bir yenilgi yaşadı. Bu yenilgiyi yaşamasındaki temel faktör de HDP’nin seçim stratejisiydi. Türkiye’nin siyasi dengelerinde hangi ağırlığa sahip olduğumuzu ve nasıl bir rol oynayacağımızı bir kez daha o seçimlerde dünya aleme göstermiştik. İktidarın geri dönülmez bir yönetememezlik krizi içerisine girmesinde bu yenilgi belirleyici olmuştur.

İktidar için hiçbir şey asla eskisi gibi olmadı bundan sonra da olmayacak. İşte bu tarihi anın yıl dönümünde son derece değerli bir forum gerçekleştirdik. Foruma bölgenin çeşitli illerinden çeşitli kurumların temsilcileri, seçilmişlerimiz, üniversite dayanışma koordinasyonu, Boğaziçi Üniversitesi dayanışma öğrencileri, kadın platformları, inanç örgütleri, dernekler, sendikalar ve meslek odaları katıldı. 300’e yakın insanla güzel bir toplantı gerçekleştirdik. Bu buluşmada esas amacımız halka danışarak yolumuza devam etmektir; çeşitli çevrelerle, demokrasi güçleriyle, yöneticilerimizle, halkımızla istişare ederek yolumuza devam etmektir. Nitekim öyle de güzel bir istişare toplantısı oldu.

“Bizler birlikte hareket ettikçe güçleniyoruz, iktidar ise bu güçten korkuyor”

Bu toplantılarımız bundan sonra devam edecek. Bu buluşma da tıpkı Newroz alanlarını dolduran milyonların bir arada olması gibi baskıya ve zulme karşı birlikte mücadele yürütmenin, demokrasi ve özgürlükler için ortak akıl yaratmanın önemini bize göstermiştir. Bizler birlikte hareket ettikçe güçleniyoruz, iktidar ise bu iradeden, kararlılıktan ve toplumsal demokrasi geleneğinden korkuyor. Hep söylüyoruz, korktukça panikliyor, panikledikçe öfkeleniyor, hınç ve intikama yöneliyorlar. Ne yaparlarsa yapsınlar, bizler bir arada olmaya, birlikte mücadele etmeye, toplumla birlikte tartışmalar yürütmeye ve birlikte yürümeye devam edeceğiz. Bu vesile ile bir kez daha Mardin halkımızı, Mardin’de yaşayan tüm insanlarımızı, oraya gelen tüm dostlarımızı yürekten selamlıyorum.

Her gün kriz üreten, her gün sorunları büyüten, eşitsizlik ve adaletsizlik yaratan, toplumu kutuplaştıran, lime lime dökülen bir yönetim sisteminin altında yaşıyoruz. Sistemin kendisi güçlerin tek adamda toplandığı tekçi bir sistemdir ama ürettiği sorun ve krizler çokludur. Bu sistemde denetim yoktur, halk yoktur, yurttaş yoktur. Bu sistemde tek adam vardır, tek adam etrafına çöreklenmiş gruplar ve buradan nemalanan sermaye grupları vardır, yandaşlar vardır. İşte halktan kopuk, halkı hiçe sayan, yurttaşı yok eden böyle bir anlayışla yönetiliyor ülke. Bu ülkenin sorunlarını böyle bir anlayışla çözmenin mümkün olmadığını her seferinde her olayda yeniden yaşıyoruz ve yeniden tecrübe ediyoruz.

Güvenlik Yasası meselesinde bir kez daha Meclis’in iradesine darbe yaptılar

Geçen hafta Güvenlik Yasası maddelerine geçilmesi, muhalefet gruplarının çoğunluk oylarıyla reddedilmişti. Bu sistemin, kurumları en başta parlamentoyu nasıl hiçleştirdiğinin çarpıcı bir örneğini yaşadık o gün. İçtüzüğü zorlayarak, oylamayı yenileyerek, yine kendi çoğunluklarıyla yasanın görüşülmesine geçilmesini kabul ettiler. Böylece parlamentonun iradesine bir kez daha darbe indirmiş oldular. Parlamentoyu değil, Saray’ı esas aldıklarını gösterdiler. Ülkede Saray’ın iradesinin her şeyden üstün olduğunu gösterdiler.

Kaybedince seçim yenileme alışkanlığını biliyoruz. 7 Haziran’da gördük bunun örneğini. 7 haziran sonuçlarını geçersiz kıldılar. 1 Kasım’a darbe seçimle gittiler. Ardından 31 Mart’ta da aynı durumu yaşadık, bunu da hep birlikte gördük. Aynısını o gün de yaptılar. İstanbul seçimlerini yenildiler ama kazanamadılar. Bu kez daha büyük kaybettiler. Yani bu yöntemlerle kazanamayacaklarını her seferinde gösteriyoruz. Göstermeye devam edeceğiz. Bunun da sonuçlarını önümüzde konulacak ilk sandıkta kendilerine yaşatacağımızı bir kez daha hatırlatalım.

“Acı tecrübelerini HDP yaşattığı için HDP’ye saldırıyorlar”

Meclis’teki oylamada yaptıkları şey de bundan farklı değildi. Seçimi kaybedince hemen oyun bozanlık yapmak ve kuralları değiştirip seçimi kazanmak. Ama bunun bir sonucu, bir sınırı var. İlk seçimde bunun en acı tecrübesini hep birlikte kendilerine yaşatacağız. Bu tecrübeyi yaşadıklarında en etkili gücün HDP olduğunu da göstereceğiz. O nedenle HDP’ye saldırıyorlar, HDP’yi denklem dışı bırakmaya çalışıyorlar. Ama biz seçimde ve seçim dışı bütün alanlarda bu ülkenin kilit gücü olduğumuzu kendilerine göstereceğiz. Göstermeye devam edeceğiz. Demokrasi mücadelesi alanında, özgürlükler için mücadelede, kadın hakları için mücadelede, iş aş ekmek için mücadelede göstereceğiz, göstermeye devam edeceğiz. Tanımadıkları iradeyi nasıl tanımak zorunda kalacaklarını bu güçlü demokratik mücadele kendilerine gösterecektir.

O gün oylamasını tekrarladıkları İç Güvenlik Yasası benzeri o düzenleme ne getiriyordu? Bu bir fişleme yasasıydı. Şimdi Meclis’te geçen bir yasa. OHAL’i kalıcı hale getirme çabasıdır o yasa. Bunun gibi başka örnekler var, en son örneği bununla ortaya koydular. Darbeci zihniyetin ürünü bir yasa bu. 28 Şubat’ın devamı bir yasadır o. Toplumla mücadele yasasıdır. İktidarlarını koruma ve kollama adına her yolu mubah saymalarının başka bir adıdır.  Bu ülkenin yurttaşlarını tehlike olarak gören, hemen her alanı güvenlik zinciri ile kuşatmaya çalışan bir zihniyet var karşımızda.

“Korku salan bir iktidar varsa onun karşısında da cesaretin sembolü HDP var”

İşsizliğe yoksulluğa çare aramazlar. Tek bildikleri güvenlikçi yasalarla, polis uygulamalarıyla, yargı operasyonlarıyla halkı tehdit etmek ve sindirmeye çalışmaktır. Yapmaya çalıştıkları şey korku salarak iktidarlarını devam ettirme çabasıdır. Ama biliyorsunuz korkunun ecele faydası yok. Bir yerde korku salan bir iktidar varsa, karşısında cesareti temsil eden güçler olduğu sürece başarılı olması mümkün değil. İşte HDP o cesaretin sembolüdür. HDP o cesaretin adresidir. HDP bu umudun kaynağıdır. O nedenle uğraşıyorlar bizimle.

Evet, yargıyı da ellerine bir aygıt olarak alıyorlar. Bir nevi arka bahçe haline getiriyorlar. Yargıyı kullanarak toplumu dizayn etmeye, muhalefeti sindirmeye çalışıyorlar. Adaleti ülkenin temeli olmaktan çıkarıp saraylarının kolonu haline getirdiler.

“Gergerlioğlu bu halkın vekilidir, halkın vicdanıdır”

Yargı sistemi iktidarın siyasi gündemine, ajandasına göre pozisyon almakta ve karar vermektedir. İktidar işareti verdiğinde yargı harekete geçmektedir. Özellikle bunun son ve çarpıcı örneğini Ömer Faruk Gergerlioğlu vekilimizin vekilliğinin düşürülmesine giden süreçte ve sonrasında hep birlikte gördük. Ömer Faruk Gergerlioğlu arkadaşımız halkın vekilidir, halkın vicdanıdır. HDP’nin mücadelesinin sembollerindendir. Çünkü HDP bu halkın vicdanıdır, vicdan mücadelesinin adresidir. Ömer Faruk Gergerlioğlu da vicdanları harekete geçiren biridir, yılmaz insan hakları mücadelesiyle bu sistemi, bu iktidarı fena halde ürkütmüştür.

O nedenle hakkındaki mahkumiyet kararı hızla onanmış, hızla Meclis’e getirilmiş, okunmuş vekilliği düşürülmüştür. O nedenle Meclis’te adalet nöbeti tutarken sabah namazı için abdeste gitmişken yaka paça götürülmüştür polisler tarafından. Ardından genel merkezimizde devam etti Adalet Nöbeti’ne. Adalet Nöbeti’ni sona erdirdiğinde son günü evinde geçirmek üzere ailesinin yanına gitti. Orada da büyük bir zorbalıkla baskın yaptılar, işkence yaptılar, darp ettiler, zulüm uyguladılar. Ama Sevgili Ömer Faruk Gergerlioğlu hiçbir şekilde boyun eğmedi, sözünü kısmadı, başını dik tuttu. Bu onlara büyük bir dertti. HDP budur. HDP onuru ayakta tutmanın, başı öne eğmemenin adıdır. O nedenle onlara dert olmaya devam edecektir. O nedenle her gün HDP’ye saldırı için buldukları her imkanı pervasızca kullanmaya devam ediyorlar.

“Partimize saldırmanın, hedef göstermenin, AYM’yi tehdit etmenin adı faşizmdir”

Her gün yandaş kanallardan iftira atmaya devam ediyorlar. İktidarın küçük ortağı hedef göstermeyi sürdürüyorlar. Hatta partimizi hedef göstermeyi ve yargıya talimat vermeyi aştı artık, yargıyı açıkça tehdit ediyorlar. AYM’yi çok açık bir şekilde tehdit ediyorlar. AYM Başkanını hedef gösterebiliyorlar. Bu anlayış nedir diye sorarsanız, bunun kitaplarda da siyaset biliminde de adı açıktır. Bu faşist bir zihniyettir. Ülkeye giydirmeye çalıştıkları sistem de tam budur. Faşizm. İşte bu faşizme geçit vermeyen halkların mücadelesidir. HDP’nin kararlı ve cesur yürüyüşüdür. Bunda başarılı olamayacaklar, bunu biliyoruz. Tekrar söylüyoruz, bu ülkede vicdanlı yargıçlar var. Bu ülkenin büyük çoğunluğu o vicdanı bilir ve taşır. Buna bu ülkenin vicdanlı insanları da vicdanlı yargıçları da vicdanlı aydınları da emekçileri de kadınları da gençleri de geçit vermeyecektir. Tekrar söylüyoruz, faşizme geçit yok.

Baştan beri Gergerlioğlu arkadaşımızın mücadelesi, partimizin mücadelesidir. Baştan beri Ömer Faruk arkadaşımızın iradesini esas alarak yürüdük. Kendisi nasıl yürüyecekse parti yönetimi olarak onunla birlikte yürüyeceğimizi söyledik. Baştan beri bunu söyledik, sonuna kadar da öyle yaptık. İşte biz birlikte güç olduğumuzda kendi gücümüzü başka alanlarda başka güçlerle birleştirdiğimizde, bu ülkenin karanlık yolculuğunu bitireceğiz. Bunu buradan ilan edelim ve herkesin de bunu böyle bilmesi gerektiğini tekrar hatırlatalım. Halk çaresiz değildir, bu iktidara mahkum ve mecbur değildir. Her alanda mücadeleyi demokrasi, özgürlük, emek ve barış için, ekmek ve aş için birleştirerek büyütüyoruz.

“Kadınların mücadelesi iktidarın en büyük korkularından biridir”

Kadın Meclisimiz dün “Kadın Yoksulluğuna Hayır” kampanyasını başlattı. Kadınların yaşadığı her yerde kadın yoksulluğuna karşı mücadeleyi kadınlarla birlikte yükseltmenin başlangıcıydı bu. Bu güçlü yolculuğun nasıl yürüyeceğini hep birlikte göreceğiz. Kadınlar yürümeye devam ediyorlar, haklarını gasp eden bu iktidara, emeklerini gasp eden bu sömürü ve talan düzenine karşı güçlü bir şekilde devam ediyorlar. Bu da iktidarın en büyük korkularından biridir.

İktidar sadece adalet ve siyaset zeminini yıkmakla kalmıyor. Esasen buna bağlı bir sonuç da ekonomideki çöküştür. Ekonomik kriz demek bunu biraz fazla basitleştirebilir. Ekonomide bir çöküş yaşanıyor ve bunun altında kalanlar yoksul emekçi halklarımızdır. Bu çöküşün her şart altında nimetini yiyenler de vardır. O nedenle kriz kelimesi herkesi eşit vuruyor gibi bir algı yaratır. Kriz  kelimesi yetersizdir. Bir ekonomik çöküş yaşıyoruz. Bunun faturasını da yoksul halka, emekçilere, işsizlere, kadınlara, gençlere çıkarmak istiyorlar. Ekonomik kriz dediğiniz anda tablonun öbür tarafına bakarsanız, yandaş sermayenin nasıl büyüdüğünü görürsünüz. Oraya akan milyar dolarları görürsünüz.

“İnsanlar ekmeklerinin nasıl ve kimler tarafından gasp edildiğini görüyor”

Merkez Bankası’nın – tırnak içinde söylüyorum – “kaybolan” 128 milyar dolarlık rezervinin nereye aktığını görürsünüz. İşte bu nedenle bu sistem ülke ekonomisini yoksulların, emekçilerin üzerine çökertmeye çalışıyor. Bizim buradaki mücadelemiz emekçi hakları içindir, halkın refahı içindir, sosyal adalet içindir. Rant ve talan düzenine son vermek içindir. Ekonomi ve Sosyal Politikalar Komisyonumuz ve diğer komisyonlarımız bir süredir iş ve aş programlarını yürütüyorlar ve orada gördüklerimizi halk ile paylaşıyoruz. İnsanlar ekmeklerinin gasp edildiğini görüyorlar. Ama sadece bunu görmekle kalmıyorlar. Nasıl ve neden gasp edildiğini de görüyorlar. Bu iktidarın sürekli otoriterleşen, herkesi tehdit eden her yere korku salmaya çalışan anlayışının aynı zamanda ekmeğin gaspı, işin gaspı olduğunu görüyoruz. Kurtuluş; özgürlüğü gasp edilen hakları yok edilmek istenen kadınların, ekmeği elinden alınmak istenen emekçilerin, umutsuzluğa sevk edilen gençlerin ortak mücadelesinden geçiyor. HDP bu ortak mücadelenin en sağlam sütunudur.

Bu sistemde bu kadar yolsuzluk, bu kadar talan nasıl olabiliyor? Çünkü denetim yok, yurttaş kavramını ortadan kaldırdılar. Toplumu tebaa yığını olarak görüyorlar. Hiçbir şekilde şeffaflığa izin vermiyorlar. Neler olup bittiğini, halkın kaynaklarının kimden alınıp kime verildiğini ortaya koyacak hiçbir yolu denemiyorlar. Böyle denetimsiz, şeffaflıktan yoksun bir sistemin sürekli kötülükler ve çürümüşlük yaratması kaçınılmazdır. Bu düzenin adı “Kürşatlar Düzeni”dir. Yetiştirdikleri yeni nesil de “Kürşat Nesli” olmuştur. Bu ülkeye vaat ede ede geldikleri yer “Kürşatlar Düzeni, Kürşatlar Nesli”dir. Bunu reddediyoruz.

“Vatandaş borç içinde boğuluyor, yandaşlar semirtiliyor”

Bugün her 100 kişiden 70’i borçludur bu ülkede. Zengin fakir arasındaki uçurumda Avrupa’daki 33 ülke arasında Türkiye 2. sıradadır. En zengin  yüzde 10, toplam servetinin yüzde 80’den fazlasına sahiptir. Yurttaşa sırtını dönmüş bu rant iktidarı 173 firmanın 35 Milyar TL’lik borcunu ödeyerek kapattı. Ama vatandaşın borcunu katmerleştirerek artırıyor. Vatandaş borç içinde boğuluyor. Yandaş sürekli devlet kaynaklarıyla semiriliyor. Bu adaletsizlik devam edemez. Bunu mutlaka ama mutlaka halkların, emekçilerin ortak mücadelesi ile durdurmak zorundayız. Bu bizim görevimizdir, bu ülkenin halklarına, emekçilerine karşı borcumuzdur.

Böyle bir vicdansızlığı bu halka reva gören bir yönetim anlayışı var. Bakın Ziraat Bankası ne yapıyor; 2000’e yakın çiftçi borcunu ödeyemediği için arazilerini satışa çıkarıyor. Bunların traktörlerine haciz konuyor. Çiftçi malını mülkünü satmak zorunda bırakılıyor. Gerçekten açlığa mahkum ediliyor. Bunların hiçbiri bu iktidarın umurunda değil. Bu iktidarın yandaş medyası bunlar yokmuş gibi davranıyor. Ama bu ülkenin en derin gerçeği, en acı hakikati işte budur. Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik ve sefalettir. Bu düzen değişecektir, bu düzen mutlaka değişecektir.

Açlık sınırı 2517 lira bu ülkede, asgari ücret bunun azıcık üzerinde. Yani yoksulluk sınırının altında. Neredeyse asgari ücret açlık ve sefalet ücreti haline getirilmiş. Asgari ücretliden vergi alınmasın diyoruz, kanun teklifi veriyoruz. Bunu çıkarmak çok kolay ama reddediyorlar. Bunun yerine fişleme yasasını apar topar getirip çıkarıyorlar. Niye eğer açlığı yok edemiyorsanız açları kontrol etmek zorundasınız. Açlıkla mücadele etmiyorsanız, açlarla mücadele etmek zorundasınız.

“Yoksulluk arttıkça yoksulları susturmaya çalışıyorlar”

Yoksulluğu ortadan kaldıramıyorsanız yoksulları susturmak zorunda kalıyorsunuz. İşte bu fişleme yasası ve buna benzer tüm uygulamalar tam da bunun için. Yoksulları susturma ve yoksulların sesini kısmak yoksulları ebedi yoksulluğa mahkum etmektir. Bunun hepimiz farkında olmalıyız. Bunu hepimiz, her an aklımızda tutmalıyız. Bir ülkede demokrasiyi ortadan kaldıran bir iktidar varsa, demokratlarla mücadele eder. Bir ülkede eğer özgürlüğü ortadan kaldıran bir iktidar varsa, elbette özgürlük savunucularını hedef alır. Bir ülkede yoksulluğu sürekli büyüten bir iktidar varsa elbette yoksulları hedef alır, onları susturur. Bizler özgürlük, demokrasi, barış isteyen; onurlu bir yaşam isteyen; işinin, aşının peşinde, ekmeğini onurlu bir şekilde kazanıp onurlu bir yaşam sürmek isteyen insanların partisiyiz, bu mücadelenin partisiyiz. Bu mücadelede bir milim bile sapmayacağız, Yolumuzdan asla şaşmayacağız.

Daha ne kadar veri aktaralım bilmiyorum, dün enflasyon rakamları açıklandı. O da TÜİK verileri tabii. Yüzde 16,19. Ama halkın gerçek enflasyonu en az yüzde 30 belki yüzde 40 belki 50 olabilir. Yoksulluğu bu kadar açık ortaya koyan servet transferi, kaynak transferini bu kadar güçlü yaratan başka bir mekanizma olamaz. Faiz, rant, enflasyon ekonomisi. Bu ne demek? Halkın cebindekini, bir avuç sermayeye sürekli olarak aktarmak demektir. Bu iktidarı ayakta tutan da sürekli rant aktardığı bir grup yandaş sermayedir. Elinde tuttuğu medya araçlarıyla hayatın diğer alanlarını kontrol etmek için beslediği güvenlik aygıtıyla, yeni istihdam ettiği bekçileriyle ve tabii sokağa saldığı başka güçlerle düzeni devam ettirmek istiyor. Bu sadece bir sömürü düzeni değil, aynı zamanda ve zaten bu nedenle bir zorbalık düzenidir. Bir zulüm düzenidir. Bu zulüm düzeni hep birlikte değiştirilmelidir. Değişecektir, mutlaka değişecektir.

Aynı tabloyu pandemide de yaşıyoruz. Her seferinde bunu anlatıyoruz. Sağlık sistemi de bir müşteri sistemine dönüştürülmüştür. Bir rant sisteminin güçlü bir halkası haline getirilmiştir. Pandemi ile mücadeleyi esas alan bir mücadeleyi bu iktidar yürütemez. Çünkü kurulan sistem, halk sağlığını esas almıyor. Sermayeyi kollayan rantı gözeten bir sistem kurulmuştur. O nedenle sürekli olarak tedbirler alıyorlar ama işlerine geldiği gibi kısaltıp uzatıyorlar, sokağa çıkma yasağını keyfi olarak uyguluyorlar. Aşı konusunda hiçbir şeffaflık yok. Bunca zamandır söz veriyorlar. Her seferinde sözlerini tutmadıkları gibi yeni yeni yalanlarla ortaya çıkıyorlar. Bütün bunların faturası halkın sağlığına, halkın hayat hakkına çıkıyor.

İşte geçen gün yaşadığımız o acı olay tüylerimizi ürperten o acı olay… Aslı Özkısırlar kardeşimizin hastane bulamadığı için hayatını kaybetmesi. Bir yandan Aslı gibi insanlar hastane bulamadıkları için, doktora gidemedikleri için hayatlarını kaybediyorlar, bir yandan yandaşa, Londra’ya ambulans helikopter gönderebiliyorlar. Kimin parasıyla kime hizmet ediyorsunuz? Bu, halkın parasıyla yandaşa hizmettir. Bu halkın geliriyle, bu halkın ürettiği kaynaklarla halkın hayatını yok saymak, ama yandaşı el üstünde tutmaktır. Bu her türlü yozlaşmanın zaten temel meselesidir. Kürşatlar Düzeni veya Kürşat tek bir örnek değildir. Bu sistemin şifresidir. Bu şifreyi kurcaladığınızda sistemin gerçek yüzü ortaya çıkacaktır. O nedenle üstünü örtmeye çalışıyorlar. O nedenle Kürşat meselesini geçiştiriyorlar. Ama bu ülkenin vicdanlı insanları, bu ülkenin halkları, bu sistemin şifrelerini ve mekanizmalarını görüyor. Bunu nasıl gördüğünü de ilk seçimde bu iktidara çok güçlü bir şekilde gösterecektir.

“Kadınların mücadele ve inşa hattı bu ülkeyi özgürlüğe götürecek en sağlam yoldur”

Ekonomiyi yönetemeyen, pandemiyi halk sağlığı aleyhine yöneten, ancak kriz üreterek ayakta durmaya çalışan iktidarı en çok korkutan kadınların mücadelesidir. Türkiye’de anayasayı zaten rafa kaldırdı bu iktidar. Toplumu anayasasız yönetmeye çalışıyor. Kötü bir anayasa bile artık mevcut değil. Kuralsız, keyfi bir yönetim kuruyor. Kadınların anayasası olan İstanbul Sözleşmesi’ni de bir gece yarısı operasyonu ile aynı keyfiyetle feshediyor. Böylece kadınları güvencesiz bırakabileceğini sanıyor. Ama biz biliyoruz ki kadınlar binbir emekle elde ettikleri haklarından asla vazgeçmeyeceklerdir. Kadınları erkek şiddetinin hedefi haline getiren, cinsel istismardan tecavüze kadar erkekleri cesaretlendiren, erkeklere “kadınlara istediğiniz şiddeti uygulayın, şiddet uygulayan erkekler cezasız kalacak” mesajları veren AKP MHP iktidarı bilsin ki kadınlar çaresiz ve alternatifsiz değildir. Aksine bu ülkedeki en güçlü kesim kadınlardır. En büyük muhalefet gücü kadınlardır. Kadınların mücadele direniş ve inşa hattı bu ülkeyi özgürlüğe götürecek en sağlam yoldur.

Bu iktidar kaybetmeye başladığını biliyor, kaybetmekte olduğunu görüyor. Aslında siyaset biliminin klasik bir belirlemesidir; kaybeden iktidar eğer toplumun rızasına saygılıysa bunun gereklerini yerine getirir. Rızayı kaybetmiş iktidar kendine güveniyorsa rızayı yenilemek için seçimlere başvurur. Ama halka saygısı olmayan halkın iradesini tanımayan bir iktidar toplumun rızasını kaybettikçe baskı aygıtlarına sarılır. Zulme ve zorbalığa yönelir. Topluma güven verebilecekleri inandırıcı ve samimi politikaları yok bunların.

“İktidar siyasi fırsatçılıkla bildiriden darbe tehdidi üretme telaşına girdi”

Bu iktidar çözüm gücü değildir. Bu iktidar sorun kaynağıdır, kriz üretme merkezidir. Ellerinde hiçbir şey kalmayınca mağduriyet siyasetine sarılıyorlar. İktidar, her zaman yaptığı gibi fırsatları büyük bir kurnazlıkla değerlendiriyor. Emekli amirallerin yayımladığı bir bildiri var.

İktidar her zaman yaptığı gibi siyasi kurnazlık ve fırsatçılıkla bu bildiriden darbe tehdidi üretme ve bunu kullanma telaşına kapıldı. Yani yine mağduriyet edebiyatına sarıldı.

19 yıldır iktidardalar, 19 yıldır mağdurlar. Eğer gerçekten mağduriyetten kurtulmak istiyorlarsa iktidarı bıraksınlar. Çünkü iktidarda kaldıkları sürece mağdur oluyorlar. Bir iktidar bunca zaman nasıl sürekli mağdur oluyor bunu çözmek için büyük dehalar gerekiyor. Ya da durum çok farklı. Halkın rızasını kaybedince yapabilecekleri tek şey bu tür siyasi fırsatçılık ve kurnazlıklardır.

“Milyonlarca oy alan partimize kapatma davası açtırmak demokratik siyasete darbe girişimi değil midir?”

Darbeler bu ülkede büyük yıkımlara ve tahribatlara neden olmuştur. Bunlar bizim çok iyi bildiğimiz gerçeklerdir. Askeri ya da sivil bütün darbelere karşı her zaman en açık tutumu alan ve her türlü darbeci zihniyetle mücadele eden bir siyasi geleneğe sahibiz. Buradan bir kez daha hatırlatalım; tüm sorunların çözüm yolu demokrasidir, siyasettir. Demokratik siyasettir. Bunun dışındaki her yaklaşıma ve uygulamaya karşı bizim tutumumuz nettir. Ama bir bildiriden bir darbe tehdidi üretmeye çalışan iktidara da şunları hatırlatalım. Eş genel başkanlarımızdan belediye eşbaşkanlarımıza kadar binlerce arkadaşımızın haksız, hukuksuz bir şekilde tutuklanmasının adı nedir, darbe değil midir? Bu bir darbeci icraat değil midir? Seçme ve seçilme özgürlüğünü yok saymak, halkımızın belediyelerini kayyımlarla işgal etmek halkın iradesine darbe değil midir? Milyonlarca oy alan partimiz hakkında kapatma davası açtırmak demokratik siyasete darbe girişimi değil midir? Ömer Faruk Gergerlioğlu, Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın vekilliğini haksızca ve hukuksuzca düşürmek halk iradesine bir darbe değil midir? 15 Temmuz sonrası OHAL ilan ederek 100 binlerce kamu çalışanın KHK ile işten atmak, gazete ve TV’leri kapatmak darbeci bir uygulama değil midir? İstanbul Sözleşmesini tek taraflı bir tasarrufla feshetmek kadın kazanımlarına yönelik bir darbe değil midir? Anayasayı, hukuku rafa kaldırmak darbelerin temel özelliğidir. Bu iktidara yönelik en küçük eleştiriye dahi tahammül göstermemek, bir tweet atanı, bir röportaj vereni tutuklatmak yurttaşa karşı darbe değil midir? 28 Şubat’ın ürünü olan Güvenlik Yasasını darbe mantığı ile yürürlüğe sokmak aynı şey değil midir?

“İktidar darbe karşıtlığı konusunda samimi ise kendi icraatları ile yüzleşsin”

Bu iktidarın darbeci anlayışla herhangi bir sorunu yok. Bu iktidarın darbecilerle hesaplaşma konusunda en ufak bir samimiyeti de olamaz. Eğer gerçekten darbeci zihniyetle, darbeci herhangi bir girişimle hesaplaşma konusunda samimi ise bu iktidarın yapacağı ilk şey kendi icraatları ile yüzleşmektir. Eğer cesareti varsa bu iktidar aynaya bakar. O zaman bu ülkede hangi anlayışın darbecilikle nasıl bir içi çelik yaşadığını görür. Bizim duruşumuz ve anlayışımız nettir. Biz siyaset dışı, demokrasi dışı hiçbir arayışa prim vermeyiz. Her türlü siyaset dışı arayışın karşısındayız.

Bugün demokrasiyi rafa kaldıran, siyaseti lağveden iktidarın bizatihi kendisi sürekli bir darbe sarkacının merkezi, kaynağı haline gelmiştir. Bir darbe mekaniği yaratmıştır bu iktidar. Bu sarkaçtan ve kıskaçtan her türlü darbe tartışmasından uzaklaşabilmek, bundan kurtulabilmek için tek çare vardır güçlü demokrasi, gerçek adalet. Bunu kurabildiğimiz oranda hiç kimse, hiçbir şekilde darbe tartışmasına girebilecek zemini bulamaz. Girse de bir karşılık bulamaz. İşte HDP’nin gerçek duruşu budur. Gerçek demokrasi duruşudur bu. Darbeciliğe karşı en etkili mücadele hattıdır. Biz de bu iktidara, bu darbeci zihniyeti nedeniyle, en geniş demokrasi bloğu ile birlikte karşı koyma çağrımızı bu nedenle yapıyoruz. Her türlü karanlık senaryoyu ortadan kaldıracak gerçek demokratik zeminini ve gerçek adalet zeminini hep birlikte kurmak için. İşte buradayız ve bu yolda devam ediyoruz, devam edeceğiz.

“Türkiye’yi askeri ve sivil darbe tartışmalarından kurtaracak olan HDP fikriyatıdır”

Elbette, bizler geçtiğimiz bu karanlık ortamdan dönemden aydınlık bir geleceğe doğru yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Tehditler bizi yıldıramaz. Zorbalıklar bizi yolumuzdan alıkoyamaz. Türkiye’yi askeri ve sivil darbe tartışmalarından kurtaracak olan şey HDP’nin temsil ettiği, mücadelesini verdiği demokratik siyaset, eşit ve özgür yaşam fikriyatıdır. Yani demokratik cumhuriyettir. AKP – MHP demokratik siyasete darbe sürecini devamlı hale getirmek için her gün kürsüden, Saray’dan halkı korkutmaya sindirmeye çalışırken bizler bu anlayışa ve uygulamaya karşı itirazlarımızı ve sesimizi daha fazla yükseltmeye, cesareti örgütlemeye devam edeceğiz.

Hiç kimse sakın karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılmasın. Bildiğimiz yolda, yoldaşlarımızla, demokrasi güçleriyle, kadınlarla, gençlerle, emekçiler hep birlikte inançla, kararlılıkla, önümüze hangi engel çıkarılırsa çıkarılsın yolumuza devam edeceğiz. Bu ülkeyi mutlaka ama mutlaka güçlü demokrasiye, gerçek adalete ve bunların üzerine kurulu bir barışa kavuşturacağız. Yolumuz açık olsun.”

Paylaşın

CHP’li Böke’den ’emekli amiraller bildirisi’ yorumu: Anayasal ifade özgürlüğü

Emekli amirallerin yayınladıkları bildiriye ilişkin sosyal medya hesabından değerlendirmede bulunan CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, “Emekli amirallerin açıklaması anayasal ifade özgürlüğüdür. Bundan anayasal düzeni yıkma girişimi çıkarmak, kumpas davaları dönemini anımsatıyor dedi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, emekli amirallerin bildirisine ilişkin sosyal medya hesabı üzerinden açıklamada bulundu.

“Emekli amirallerin açıklaması anayasal ifade özgürlüğüdür” diyen Böke’nin konuya ilişkin yaptığı açıklama şöyle;

“Emekli amirallerin açıklaması anayasal ifade özgürlüğüdür. Bundan anayasal düzeni yıkma girişimi çıkarmak, kumpas davaları dönemini anımsatıyor. İktidar, gözaltılarla korku yaratmak, sessizlik sağlamak istiyor. Toplumun tüm kesimlerinin ifade özgürlüğünü savunmaya devam edeceğiz”

Emekli amiraller bildirisi;

“Son zamanlarda gerek Kanal İstanbul, gerekse Uluslararası Antlaşmaların iptali yetkisi kapsamında Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır.

Türk Boğazları, dünyanın en önemli suyollarından biri olup, tarih boyunca çok uluslu antlaşmalara göre yönetilmiştir. Bu antlaşmaların sonuncusu ve Türkiye’nin haklarını en iyi şekilde koruyan Montrö; sadece Türk Boğazlarından geçişi düzenleyen bir sözleşme değil, Türkiye’ye İstanbul, Çanakkale, Marmara Denizi ve Boğazlardaki tam egemenlik haklarını geri kazandıran, Lozan Barış Antlaşmasını tamamlayan büyük bir diplomasi zaferidir. Montrö, Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin güvenliğinin temel belgesi olup Karadeniz’i barış denizi yapan sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında tarafsızlığını korumasına imkân yaratmıştır. Bu ve benzeri nedenlerle, Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesinin tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz.

Diğer taraftan; son günlerde basında ve sosyal medyada yer alan kabul edilemez nitelikteki bazı görüntüler, haber ve tartışmalar ömrünü bu mesleğe adamış bizler için çok derin bir üzüntü kaynağı olmuştur. TSK ve özellikle Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda; çok bilinçli bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain kumpaslara kurban vermiştir. Bu kumpaslardan çıkarılacak en önemli ders; TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruretidir.

Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.

Türk Milletinin bağrından çıkan şanlı bir geçmişe sahip, Ana ve Mavi Vatan’ın koruyucusu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir. Ülkemizin her köşesinde denizde, karada, havada, iç güvenlik bölgesinde ve sınır ötesinde fedakârca görev yapan, Mavi Vatandaki hak ve menfaatlerimizin korunması için Atatürk’ün gösterdiği yolda canla başla çalışan cefakâr Türk Denizcilerimizin yanındayız.

Deniz Şehitlerimizi anarak Saygıyla duyururuz.”

Paylaşın

Kılıçdaroğlu: Özgür ve demokratik Türkiye’yi inşa edeceğimizin sözünü veriyorum

‘5 Nisan Avukatlar Günü’ dolayısıyla sosyal medya hesabından bir mesaj yayımlayan CHP lideri Kılıçdaroğlu, mesajında, “Yargının bağımsız ve tarafsız olacağı, özgür ve demokratik Türkiye’yi inşa edeceğimizin sözünü veriyorum” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 5 Nisan Avukatlar Günü dolayısıyla sosyal medya hesabından bir mesaj yayımladı.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, mesajında, “Tüm baskı ve sindirme politikalarına rağmen mesleğini onuruyla omuzlayan değerli Avukatlarımızı selamlıyorum. Hukukun üstünlüğünün yeniden hâkim, yargının bağımsız ve tarafsız olacağı, özgür ve demokratik Türkiye’yi inşa edeceğimizin sözünü veriyorum” ifadelerine yer verdi.

5 Nisan 1958 tarihinde İzmir Ticaret Odası toplantı salonunda yapılan 2 günlük toplantı sonunda Barolar Birliği’nin kuruluş çalışmaları başlamıştır. Yapılan araştırmalar sonucu ilk olarak İstanbul Barosu’nun 80 yıl önce 5 Nisan 1878 de toplanıp genel kurul yapmış olduğu anlaşılmış ve 5 Nisan Avukatlar Günü ilan edilmiştir.

Paylaşın

Akşener’den ’emekli amirallerin bildirisi’ üzerine yeni açıklama

Ankara’da vefatının 24’üncü yılında Alparslan Türkeş anısına düzenlenen “Türk Milliyetçiliğine Adanmış Bir Ömür” konferansına katılan İYİ Parti Lideri Akşener, program sonrası gazetecilere yaptığı açıklamada, emekli amirallerin gözaltına alınmasına tepki göstererek, “Atanmışların zevzekliklerini de gözaltına alarak soruşturun bakalım. Bunun da takipçisi olacağız” dedi.

Haber Merkezi / İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Ankara’da vefatının 24’üncü yılında Alparslan Türkeş anısına düzenlenen “Türk Milliyetçiliğine Adanmış Bir Ömür” konferansına katıldı. İYİ Parti Lideri Akşener, konferansın ardından gazetecilere açıklamada bulundu.

Akşener, 104 emekli amiralin yayınladığı bildiri üzerine yaptığı değerlendirmede, “Emekli general de edebilir, emekli hakim de edebilir; herkes edebilir. Ama gündüz vakti fikrini söylemek başka bir şey, bir araya gelip, adını ‘bildiri’ koyup gece yarısı paylaşmak başka bir şey. Eski hatıraları canlandıran, sonuç itibarıyla iktidarın üzerinde tepineceği bir argüman oluşan bir gerekçe oluştan bu meseleyi, tırnak içi ‘bildiri’ konusunu zevzeklik olarak değerlendirdim” ifadelerini kullandı.

Akşener, bildiri konusunu şekil olarak yanlış bulduklarını ifade ederek, “Bunun üzerine siz bu insanları gözaltına alma yoluna giderseniz, bizim bu defa iktidara şunu sorma söyleme hakkımız doğar; bu zevzekliğin yapıldığı pek çok iktidar partisi bürokratları var. Yani siyasi partilere ayar vermeye çalışan, ‘iktidar partisini öveceğim’ derken hadsizlik ve saygısızlık yapan, tanzim etmeye çalışanlar var. Madem burada bir gözaltı süreci başlattınız, zevzeklik olarak tanımladığım bu bildiri üzerinden bir süreç başlattınız; muhalefet partilerine, ana muhalefet partisi genel başkanına hakaret eden, İYİ Parti’nin Genel Başkanına hakaret eden yargıçlardan tutun, saray şürekasına kadar atanmışların zevzekliklerini de gözaltına alarak soruşturun bakalım. Bunun da takipçisi olacağız” dedi.

Emekli amiraller bildirisi;

“Son zamanlarda gerek Kanal İstanbul, gerekse Uluslararası Antlaşmaların iptali yetkisi kapsamında Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır.

Türk Boğazları, dünyanın en önemli suyollarından biri olup, tarih boyunca çok uluslu antlaşmalara göre yönetilmiştir. Bu antlaşmaların sonuncusu ve Türkiye’nin haklarını en iyi şekilde koruyan Montrö; sadece Türk Boğazlarından geçişi düzenleyen bir sözleşme değil, Türkiye’ye İstanbul, Çanakkale, Marmara Denizi ve Boğazlardaki tam egemenlik haklarını geri kazandıran, Lozan Barış Antlaşmasını tamamlayan büyük bir diplomasi zaferidir. Montrö, Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin güvenliğinin temel belgesi olup Karadeniz’i barış denizi yapan sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir. Montrö, Türkiye’nin II. Dünya Savaşında tarafsızlığını korumasına imkân yaratmıştır. Bu ve benzeri nedenlerle, Türkiye’nin bekasında önemli bir yer tutan Montrö Sözleşmesinin tartışma konusu yapılmasına/masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz.

Diğer taraftan; son günlerde basında ve sosyal medyada yer alan kabul edilemez nitelikteki bazı görüntüler, haber ve tartışmalar ömrünü bu mesleğe adamış bizler için çok derin bir üzüntü kaynağı olmuştur. TSK ve özellikle Deniz Kuvvetlerimiz son yıllarda; çok bilinçli bir FETÖ saldırısı yaşamış ve çok değerli kadrolarını bu hain kumpaslara kurban vermiştir. Bu kumpaslardan çıkarılacak en önemli ders; TSK’nin, anayasanın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruretidir.

Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk’ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.

Türk Milletinin bağrından çıkan şanlı bir geçmişe sahip, Ana ve Mavi Vatan’ın koruyucusu Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personelinin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yetiştirilmesi elzemdir. Ülkemizin her köşesinde denizde, karada, havada, iç güvenlik bölgesinde ve sınır ötesinde fedakârca görev yapan, Mavi Vatandaki hak ve menfaatlerimizin korunması için Atatürk’ün gösterdiği yolda canla başla çalışan cefakâr Türk Denizcilerimizin yanındayız.

Deniz Şehitlerimizi anarak Saygıyla duyururuz.”

Paylaşın

Babacan: Hükümet amirallerin açıklamasını Kanal İstanbul için kullanacak

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, katıldığı bir TV programında emekli amirallerin açıklamalarının kabul edilebilir olmadığını belirterek, “Hükümet önümüzdeki günlerde insanların önüne ‘Kanal İstanbul’u ya destekleyeceksin ya da darbecisin’ gibi bir alternatif koyabilir.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, FOX TV’de İsmail Küçükkaya’nın sunduğu Çalar Saat programında gündeme ilişkin olarak değerlendirmelerde bulundu.

Burada emekli amirallerin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle ilgili yayınladığı bildirinin ardından başlayan ‘darbe’ tartışmalarına değinen Babacan, “21. yüzyılda ne darbesi diyoruz ama daha beş sene önce FETÖ’nün darbe teşebbüsü oldu. Darbenin gündemden çıktığını, Türkiye’de demokrasinin oturduğunu söylemek çok kolay değil. Silahlı Kuvvetler’in kadrosu tamamen liyakat bazlı olmalı. Başka hiçbir faktör, hiçbir kriter söz konusu olmamalı. Silahlı Kuvvetler’e hak edenler girmeli. Her gelen iktidar kendi ideolojisini benimseyen bir insan kaynağının derdinde olursa, başımız problemlerden kurtulmaz” dedi.

Babacan, kamuoyunda tartışılmaya devam eden Kanal İstanbul projesiyle ilgili olarak da “Hükümet, Kanal İstanbul’la ilgili ‘inadına yapacağım’ diye iş tutuyor. Teknik, hukuki ve çevresel değerlendirmeler bir kenara itiliyor. Eskiden kurumlar teknik görüş oluştururdu. ‘Benim istediğim gibi görüş hazırlayın’ denmezdi. Geçenlerde emekli 126 Büyükelçi ortak açıklama yaptı. Niye? Dışişleri Bakanlığı’nın eli ayağı bağlanmış durumda. Konuşamıyorlar, çalışamıyorlar. Bürokrasi adeta kendi içinde kıvranıyor. Endişeleri Cumhurbaşkanı’na söyleyecek cesaret hiç kimsede yok” ifadesini kullandı.

‘Hükümet amirallerin açıklamasını Kanal İstanbul için kullanacak’

Babacan, emekli amirallerin açıklamalarının kabul edilebilir olmadığını belirterek “Emekli olduklarına göre, defalarca darbe teşebbüsü ve darbe görmüşler. Böyle bir açıklamanın ucunun nereye gideceğini hesap etmeleri gerekir. Ciddi bir basiretsizlik var. Zamanı yanlış, mecrası yanlış… Mesele Montrö’yse Montrö… Konuyu genişletip yanlış anlamaya müsait hale getirerek çok büyük bir hata yapmışlar” diye konuştu. Babacan, şunları kaydetti:

“Hükümet önümüzdeki günlerde insanların önüne ‘Kanal İstanbul’u ya destekleyeceksin ya da darbecisin’ gibi bir alternatif koyabilir. Ellerindeki propaganda makinesini böyle çalıştırabilirler. Bu işin ‘Kanal İstanbul’u istiyor musun, istemiyor musun?’ havasına girmesine üzülürüm. Vatandaşlarıma da sesleniyorum. Önümüzdeki haftalarda hükümet şunu söyleyecek. 103 Amiral, adeta altın bir tepsi içinde bu imkânı sundu. Hükümet de bunu sonuna kadar kullanacaktır. Bundan sonra ‘Kanal İstanbul’u istemiyorum’ diyene ‘Ha sen darbeci Amirallerle mi berabersin’ denilebilir. Tipik kutuplaştırma.”

Biz ısrarla doğru bildiğimizi söyleyeceğiz. Teknik, bilimsel veriler ışığında doğruları vatandaşlarımızla paylaşacağız. Birincisi; Kanal İstanbul’la ilgili çevre konusunda ciddi endişeleri olan bilim insanları ve raporları var. İkincisi; İstanbul’un sadece sınırlı sayıda köprüyle bağlı bir ada haline gelmesi güvenlik ve deprem açısından riskleri var. Üçüncüsü; Karadeniz’le alakalı uluslararası hukuk konusunda riskler var. Bunların iyice çalışılması lazım. Hükümet bu işi dönüp dolaşıp Kanal İstanbul’a bağlamak isteyecek, uyanık olmalıyız. Bizim isteğimiz tam demokrasidir, bu tartışmaya açık bir konu değil.”

Babacan, canlı yayında Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan enflasyon verilerini de değerlendirdi. TÜİK’e artık “Rakamları Ayarlama Enstitüsü” dediklerini söyleyen Babacan, çarşının, pazarın enflasyonu ile devletin açıkladığı rakam arasında hiçbir alakanın bulunmadığını savundu.

“Esnafa, alışveriş yapan vatandaşa soruyoruz. Esnafın enflasyonu yüzde 30’dan aşağı değil” diyen Babacan, bu konudaki sözlerini şöyle noktaladı:

“Dövize bağlı bir ürünse, yüzde 80, 90, 100… Geçen cuma günü Mamak’ta, 60 yıldır ev tekstili satan Kayserili bir esnaf ‘Bu kadar hızlı bir fiyat artışını hiçbir dönemde görmedim’ dedi. Hayatın gerçeği buyken, TÜİK’in halen yüzde 15-16 enflasyon açıklaması kredibiliteyi sıfırlıyor. Güven olmazsa ekonomi düzelmez. Açıkladığınız rakama vatandaş ‘Hadi canım’ diyorsa, güveni nasıl oluşturacaksınız?”

Paylaşın

Fazıl Say’dan CHP’ye sert sözler: Kazanmaktan da korkuyorsunuz

Sosyal medya hesabında ‘CHP’ye naçizane bir eleştiri’ notuyla bir paylaşımda bulunan Fazıl Say, paylaşımında, “Siz kazanamazsınız kardeşim. Siz kazanmaktan da korkuyorsunuz. Siz iktidardan korkuyorsunuz. Siz genç nesile ulaşmaktan, 40 yıllık Kürt sorunundan korkuyorsunu… Atatürk’ü hele hiç anlamamışsınız, anlamadığınız Atatürk’ün maalesef tahmini 100 yıl gerisindesiniz” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Piyanist ve besteci Fazıl Say, kişisel Instagram hesabında ‘CHP’ye naçizane bir eleştiri’ notuyla bir paylaşımda bulundu. Say, paylaşımında, “Siz korkunun çağındasınız. Ve maalesef bunu bize yansıtıyorsunuz ve bizi eritiyorsunuz. Bize; bu ülkede, özellikle gençlere ve kadınlara, gerçek anlamda umut vermemenizin nedenidir; bu korku.” dedi.

Paylaşımında, “Siz kazanamazsınız kardeşim. Siz kazanmaktan da korkuyorsunuz. Siz iktidardan korkuyorsunuz. Siz genç nesile ulaşmaktan, 40 yıllık Kürt sorunundan korkuyorsunu… Atatürk’ü hele hiç anlamamışsınız, anlamadığınız Atatürk’ün maalesef tahmini 100 yıl gerisindesiniz” ifadelerini kullanan Say, şunları söyledi;

“Korku, korku… Korku kötü şeydir. Korku kendinde başlar. Ve maalesef sevginin zıttıdır, cesur olmayan sevemez. Cesur olmayan kazanamaz. Siz kazanamazsınız kardeşim! Siz kazanmaktan da korkuyorsunuz! Siz iktidardan korkuyorsunuz! Siz genç nesile ulaşmaktan, 40 yıllık Kürt sorunundan korkuyorsunuz! Siz laiklik savunmayı da bu korkuyla yapamazsınız. Laiklik savunmayan kadın haklarını savunacak? ‘Olanın iyisi’? Bu ama öyle bir konu değil…

Salgını, şu tüm hataları, Türkiye’nin durumunu; her şeyi… Siz Atatürk’ü hele hiç anlamamışsınız, anlamadığınız Atatürk’ün maalesef tahmini 100 yıl gerisindesiniz, korku yılı olarak da 100 ışık yılı gerisindesiniz, Atatürk ‘bugünkü sizin’ çok ilerinizde, sandığınızdan da ilerisinde. Çünkü ‘korkmuyordu’ o. Korku ışık yıllarıyla ölçülür…

Siz korkunun çağındasınız. Ve maalesef bunu bize yansıtıyorsunuz ve bizi eritiyorsunuz. Bize; bu ülkede, özellikle gençlere ve kadınlara, gerçek anlamda umut vermemenizin nedenidir; bu korku. Tek tavsiyem var kardeşim; içinizde korkmayanların sayısını arttırın. Gençler cesur, kadınlar cesur, sayısını arttırın. Bırakın korkuyu. Bize cesur insanlarla gelin. Sıkışıp kalmışlığınızı atın. Dertlerinizi atın. Nefes alın. Nefes! Güven verin.”

Paylaşın

96 eski milletvekili de bildiri yayımladı

126 eski büyükelçinin Kanal İstanbul ve Montrö Sözleşmesi’yle, önceki gün 104 emekli amiralin yine Montrö’yle ilgili açıklama yapmasının ardından bu kez de 96 eski milletvekilli de bir bildiri yayımladı. Bildiride, “Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkeleri ve temel felsefesi ve kurumları vicdansız darbelerle yıkılmaya çalışılırken, düşünce açıklama hak ve özgürlüğünü kullanan kişilerin darbecilikle suçlanmasını, baskı altına alınmasını esefle karşıladığımızı kamuoyuna duyururuz.” ifadeleri yer aldı.

Haber Merkezi / 126 eski büyükelçinin Kanal İstanbul ve Montrö Sözleşmesi’yle, önceki gün 104 emekli amiralin yine Montrö’yle ilgili açıklama yapmasının yankıları sürerken “Cumhuriyetimizin temel nitelikleri tartışılamaz! Kanal İstanbul yapılamaz! Montrö tartışmaya açılamaz!” başlıklı bir bildiri de eski milletvekillerinden geldi.

96 eski vekilin yayınladığı ve “Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkeleri ve temel felsefesi ve kurumları vicdansız darbelerle yıkılmaya çalışılırken, düşünce açıklama hak ve özgürlüğünü kullanan kişilerin darbecilikle suçlanmasını, baskı altına alınmasını esefle karşıladığımızı kamuoyuna duyururuz.” ifadelerinin yer aldığı bildiri şöyle;

“Önce 126 eski büyükelçi Kanal İstanbul ve Montrö Sözleşmesi’yle ilgili önemli bir açıklama yaptı. Ardından 103 emekli Amiral görüşlerini bildirdi. Kişi grup ya da kurumların ülke çıkarları söz konusu olduğunda, görüş açıklamalarından daha doğal ne olabilir? Bu hem haktır hem de yurttaşlık görevidir. İstanbul Sözleşmesinin Anayasaya aykırı biçimde Cumhurbaşkanı tarafından feshedilmesinin verdiği cesaretle hızlandırılan, Kanal İstanbul ve Montrö Sözleşmesi tartışmalarının geldiği nokta, bu açıklamaları zorunlu kıldı.

Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik çeşitli emeller taşıyan devletlerin çıkarına hizmet edecek olan Kanal İstanbul’da ısrar edilmesini, Atatürk Türkiye’sinin Lozan Antlaşması’ndan sonra en büyük diplomasi başarısı olan, İstanbul-Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğimizi sağlayan, Montrö Sözleşmesi’nin tartışılmaya açılmasını, öneminin azaltılmasını biz de doğru bulmuyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk ve ilkelerini, Anayasanın değiştirilemez maddelerini sahiplenmek, ülkemizin geleceğini ilgilendiren konularda kamuoyunu bilgilendirmek, temel bir anayasal haktır. Anayasal hakların güvencesi olması gerekenlerin, toplumu susturmaya, sindirmeye, korkutmaya çalışmaları kabul edilemez.

Çoğulcu demokrasinin gereği olarak en doğal yurttaşlık hakkını kullanıp, Kanal İstanbul ve Montrö konusundaki görüşlerini kamuoyuyla paylaşan kişi ve gruplara yönelik tehdit, suçlama, saldırı korkutma, sindirme ve soruşturma gibi girişimler, yurttaşlık haklarını ipotek altına almaktır. Bu yaklaşımı ve bu girişimleri kınıyor, hala bir hukuk devleti olduğumuzu hatırlatıyoruz.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkeleri ve temel felsefesi ve kurumları vicdansız darbelerle yıkılmaya çalışılırken, düşünce açıklama hak ve özgürlüğünü kullanan kişilerin darbecilikle suçlanmasını, baskı altına alınmasını esefle karşıladığımızı kamuoyuna duyururuz. Saygılarımızla.”

Bildiriye imza atan eski milletvekilleri şöyle:

A.İhsan Köktürk / Zonguldak, A.Kemal Kumkumoğlu / İstanbul, Ali Rıza Öztürk / Mersin, Abdülrezzak Erten / İzmir, Ahmet Güryüz Ketenci / İstanbul, Ahmet Küçük​ / Çanakkale, Ahmet Toptaş ​/ Afyon, Ali Ahmet Ertürk / Edirne, Ali Aslan / Muğla, Ali Haydar Erdoğan / İstanbul, Ali Oksal / Mersin,  Ali Özcan / İstanbul, Ali Özgündüz​/ İstanbul, Ali Rıza Bodur / İzmir, Ali Rıza Ertemur / Denizli, Altan Tuna / Çanakkale, Atilla Kart / Konya, Ahmet Tan / İstanbul, Barış Can / Sinop, Bekir Yurdagül / Kocaeli, Binnaz Toprak / İstanbul, Bülent Baratalı / İzmir, Cevdet Selvi​/ Eskişehir / Kocaeli, Cumhur Yaka / Muğla, Çetin Soysal​/ İstanbul, Dilek Akagün​ / Uşak, Durdu Özpolat / Kahramanmaraş, Enis Tütüncü ​/ Tekirdağ, Erdal Aksünger / İzmir, Erdal Karademir / İzmir, Ergün Aydoğan / Balıkesir, Esfender Korkmaz / İstanbul, Fahrettin Üstün / Muğla, Feramuz Şahin / Tokat, Gökhan Durgun / Hatay, Güldal Mumcu / İzmir, Güldal Okuducu / İstanbul, Hakkı Ülkü / İzmir, Halil Ünlütepe / Afyon, Hasan Ören / Manisa, Haşim Oral / Denizli, Hulusi Güven​/ Adana, Hüsnü Bozkurt / Konya, Hasan Gemici / Zonguldak, İbrahİm Özdiş​ /Adana, İsmail Değerli​ / Ankara, İsmail Özay / Çanakkale, İzzet Çetin / Kocaeli /Ankara, Kemal Anadol​ / İzmir, Kemal Ekinci​ / Bursa, Mehmet Boztaş / Aydın, Mehmet Hilal Kaplan​ / Kocaeli, Mehmet Kesimoğlu​/ Kırklareli, Metin Arifağaoğlu ​/ Artvin, Mustafa Kul / Erzincan, Mustafa Özyürek / İstanbul, Nadir Saraç / Zonguldak, Namık Havutça / Balıkesir, Necati Yılmaz / Ankara, Necla Arat / İstanbul, Nevin Gaye Erbatur​/ Adana, Nur Serter / İstanbul, Oğuz Oyan / İzmir, Orhan Düzgün / Tokat, Orhan Eraslen​ / Niğde, Orhan Sür / Balıkesir, Orhan Ziya Diren / Tokat, Osman Korutürk / İstanbul, Ömer Çiftçi / Ankara, Rasim Çakır​/ Edirne, Sacit Yıldız / İstanbul, Salih Gün / Kocaeli, Sedat Uzunbay / İzmir, Selahattin Karaahmetoğlu / Giresun, Selçuk Ayhan​/ İzmir, Selehattin Öcal / Ankara, Sena Kaleli / Bursa, Süleyman Çelebi / İstanbul, Süleyman Genç / İzmir, Şahin Mengü​/ Manisa, Şevket Arz / Trabzon, Şevki Kulkuloğlu / Kayseri, Şinasi Öktem​/ İstanbul, Şükrü Babacan / Kırklareli, Şükrü Sina Gürel / İstanbul, Tolga Çandar​/ Muğla, Tuncay Ercenk / Antalya, Turgay Develi​ / Adana, Turgut Dibek​/ Kırklareli, Türkan Miçoğulları​ / İzmir, Uluç Gürkan​/ Ankara, Vedat Yücesan / Eskişehir, Vezir Akdemir / İzmir, Yaşar Ağyüz​/ Gaziantep, Yılmaz Kaya​/ İzmir, Yüksel Çorbacıoğlu ​/ Artvin

 

Paylaşın