AK Parti’nin Torpilli Tayfasında “Maaş” Çekişmesi

İstisna kadrolarla hızlı şekilde kamuya geçiş yapan AK Parti’nin torpilli tayfasının, “Bize bu vaat edilmemişti, A kurumuna yerleşenler bizden fazla maaş alıyorlar” diye yakındığı öne sürüldü.

Bu kadroların, daha yüksek maaşla başka bir kamu kurumuna geçme yarışında oldukları da iddia edildi.

Gazete Pencere yazarı Nuray Babacan, son yıllarda kamu sektöründe yaşanan liyakatsizlik ve torpil skandallarının, FETÖ’nün terör örgütü olarak tanınmasının ardından daha da belirginleştiğini yazdı.

Babacan, “FETÖ’nün terör örgütü olduğu geç de olsa görüldükten sonra ortaya çıkan ‘altın nesil’ projesinin, nasıl şekil ve biçim değiştirdiğini gösteren ilginç örnekler anlatılıyor. Liyakatsizlik, torpil ve ayrımcılık kamu atamalarında çok konuşulurken, ‘akademik kadro ilanlarının tek bir kişiyi işaret ederek hazırlanması’ gibi garabetler sıradanlaştı. Siyasi kulislerde gün geçmiyor ki, buna benzer deformasyon örnekleri aktarılmasın…” ifadelerini kullandı.

“Öncelikle işin tuhaflığından başlayalım. Kamu kurumlarında çalışan ve son 20 yıl içerisinde oluşturulan kadrolar arasında acayip bir çekişme var. Bu torpilliler arasında yaşanıyor. Üstelik bunu yıllar önce hakkıyla göreve gelen insanların önünde açıktan yapıyorlar” diye yazan Babacan, şunları kaydetti:

“Aktarılanlara göre, çoğu oluşturulan istisna kadrolarla hızlı şekilde kamuya geçiş yapan bu torpilli tayfası, ‘Bize bu vaat edilmemişti, A kurumuna yerleşenler bizden fazla maaş alıyorlar’ diye yakınabiliyor. Bu AK Partililerin yakını olmakla övünen kadroların, daha yüksek maaşla bir başka kamu kurumuna geçme yarışında olduklarını da aktaralım.

Arkadaş ve akraba kayırma olarak tanımlanan nepotizmin örneklerinin sık sık yaşandığı ve şikayet konusu olarak siyasilere ulaştırıldığı yerler arasında TRT, Anadolu Ajansı, THY, bakanlıklara bağlı kuruluşlar ile üniversiteler çokça konu ediliyor. Bir de yönetim kurulları var ki; taliplisi çok fazla. Tabi, torpil için doğru isme ulaşmak gerekiyor. Her siyasinin elinin uzandığı kurum değişiyor. Son dönemde en etkin isimler sarayda bulunuyor.

Bir de ortaklar arasında paylaşım var. Aktarılanlara göre, özellikle yargı ve emniyeti ilgilendiren atamalarda Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin istekleri görmezden gelinemiyor. Bu AK Partililerin akraba ve çocuklarının kollanmasının ötesinde bir operasyon.”

Sistemin nasıl işlediğini de aktaran Babacan, şunları kaydetti: “Kamuda eleman alımının mülakat aşamasında, AK Partili siyasilerin hemen hepsi üç-beş isimden oluşan listeleri ilgili bürokrata gönderiyor. Mülakatta avantaj yaratmak için müdahale edilmesi isteniyor. İstekler, bazen o kadar ileri gidiyor ki; bırakın yazılı sınavda 80-90 puan almayı baraj olan 65 puanının altında olanlardan isimler geliyor. İncelemelerde halen FETÖ bağlantıları olanların çıktığı aktarılıyor.”

“Başarılı olanların hakkının yenilmesinin organize hali olan bu durum, iktidar partisinin seçimlerdeki oy kaybının en temel nedenlerinden biri olarak ilk üçe girdi” değerlendirmesini yapan Babacan, bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘kamuya işe alımlarda mülakatı kaldıracağız’ sözlerinin seçim kampanyasına girdiğini ancak verilen sözlerin tutulmadığını belirtti.

Paylaşın

İBB Meclisi’nden Dikkat Çeken “Cemevi” Kararı: İbadethane

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi, Cemevlerini ibadethane olarak kabul etti. 2020 yılı ocak ayında Cemevlerinin statüsünün ibadethane olarak değiştirilmesi önerisi, AK Parti ve MHP’nin oylarıyla reddedilmişti.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, yerel seçimlerden 1 ay önce yaptığı açıklamada, “Cemevleri ibadethanedir. Bunu kabul etmeyen, ettirmeyen, etmemeye çalışan hangi anlayış varsa tarihe gömülme vakti gelmiştir” demişti.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisi tarafından kabul edilen Dini Kurum ve Topluluklarla İlişkiler Şube Müdürlüğünün görev ve çalışma yönetmeliği ile müdürlüğün teşkilat yapısı, hukuki statüsü, görev, yetki, çalışma usul ve esasları belirlendi.

Şube müdürlüğünde görevli memur, sözleşmeli personel, işçi statüsünde personel ile diğer personelin tanımı yapıldı. Şube müdürlüğünün sorumluluk alanındaki ibadethaneler arasında Cami ve mescitlerin yanında Cemevleri ve diğer dinlerin ibadethaneleri de sayıldı.

Şube Müdürlüğünün görevleri arasında dini kurum ve topluluklardan gelen teklif, görüş ve talepleri incelemek, değerlendirmek ve ilgili kurum birimlerine iletilmesini sağlamak ve takibini yapmak olarak sayıldı. Kamu hizmetinin tarafsızlığı ve eşitlik ilkesi gözetilerek dini kurum ve topluluklara ait ibadethaneler için bina ve tesis yapılması, bu bina ve tesislerin bakımı ve onarımına yönelik talepleri değerlendirilmesi, yapımı ve gerektiğinde ilgili kurum birimlerine iletilmesi ve takibi de müdürlüğün görevleri arasında tanımlandı.

Dini kurum ve topluluklara ait ibadethaneler için gerekli malzeme desteğinin sağlanması, dini kurum ve toplulukların eğitim ve kültür faaliyetlerinin desteklenmesi ve geliştirilmesi, inanç grupları, sivil toplum kuruluşları ve kamu kurumlarıyla ortak çalışmalar yapılması, etkinlikler düzenlenmesi ve gerektiğinde destek sunulması da şu müdürlüğünün görev tanımı içerisinde yer aldı.

İbadethaneler arasında ayırıma yol açacak karar ve işlemlerden kaçınılması, dini kurum ve toplulukların kamusal hizmet ve olanaklardan eşit bir şekilde yararlanabilmesi için gerekli tedbirlerin alınması İBB Dini Kurum ve Topluluklarla İlişkiler Şube Müdürlüğü’nün, görev ve çalışma yönetmeliğinde özellikle vurgulandı.

Artı Gerçek’in aktardığına göre; Alınan kararı değerlendiren İBB Meclisi CHP Grup Başkanvekili Ülkü Sakalar, şu ifadeleri kullandı: “ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bugüne kadarki Cemevleri kararları ortada. Danıştay’da da pek çok açılmış dava var.

Biz geçmişten beri zaten hep aynı şeyi söylüyoruz. Geçtiğimiz dönemde de bu mecliste, Cemevleri’nin ibadethane statüsünde olmasına ilişkin önerge verdik. Fakat çoğunluk bizde değildi. AK Parti çoğunluğu vardı. O dönemde reddedildi. Büyük tartışmalar çıktı.

Fakat biz, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tüm İbadethanelere yönelik hizmetleri için bunu tek bir müdürlük çatısı altında toplamak için, dini kurum ve topluluklarla ilişkiler müdürlüğünü kurduk Mayıs ayında. Bu müdürlüğün tam olarak hangi ibadethane, hangi topluluklara, nasıl bir hizmet vereceğini açıklamak için mevcut kanunlar çerçevesinde bakış açımızı da ortaya koyarak, ibadethane tanımını getirdik.

Bizim için ibadethane. Bu kanun kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesinin hizmet edeceği ibadethaneler, ‘Cami, Mescit, Cemevi, Kilise, Havradır’ dedik. Ve ismini net koyarak, müdürlüğün tüm bu ibadethanelere eşit hizmet götüreceğini yönetmelikle düzenledik.”

Paylaşın

İmamoğlu’ndan Avrupa Konseyi’nde “İkircikli Yaklaşım” Eleştirisi

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Avrupa Konseyi’nde yaptığı konuşmada, mülteci sorunu ilgili eleştirilerde bulunarak, “Üzülerek söylemem gerekir ki, uluslararası dayanışma hususundaki ikircikli yaklaşımlar, bu kavrama olan inancı derinden sarsmaktadır” dedi ve ekledi:

“Bunun en somut örneklerinden birine, biz, Türkiye olarak yakından şahit olmaktayız. Küresel bir sorun olan mülteci meselesine, özellikle Avrupa’nın yaklaşımı, tarihi bir mücadele sonucunda oluşturulan ve bugün hala hepimizin önem verdiği ve savunduğu demokratik değerleri zedeleyen bir noktaya gelmiştir. Düzensiz göç ve mülteci sorununun AB dışındaki ülkelere aktarılması ve Türkiye gibi, Avrupa sınırı dışındaki ülkelerde tutulmaya çalışılması, kalıcı bir politika haline gelmeye başlamıştır.”

Ekrem İmamoğlu, konuşmasını, “Bu konuda sergilenen tutum, küresel bir sorunu çözme arayışından ziyade, bu yükü belirli ülkelerin sırtına yükleme anlayışına dayanmaktadır. Daha da açık ifade etmem gerekirse, ‘Bu konuda Türkiye duvar olsun. Oradan geçmesin de ne olursa olsun’ politikası hem Türkiye’ye hem de insani açıdan mültecilere büyük bir haksızlıktır” sözleriyle sürdürdü.

Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, bu sene 30’ncı yıldönümünü kutlayan Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde (YBYK) konuştu.

Cumhuriyet’in aktardığına göre; TBB olarak, Avrupa Konseyi ile yeni dönemde daha güçlü iş birlikleri geliştirme konusunda kararlı olduklarını vurgulayan İmamoğlu, “Bu buluşma, yalnızca yerel demokrasimizin gücünü göstermekle kalmıyor, aynı zamanda kıtamızın geleceğini şekillendirecek adımları atmak için bir fırsat sunuyor. Yerel yönetimlerin ve ulusal birliklerin sahip olduğu büyük potansiyelin yanı sıra, karşılaştıkları zorlukların da bilincinde olduğumu belirtmek isterim” dedi.

“Avrupa’nın dört bir yanından gelen siz değerli katılımcılarla ortak paydamız olan demokratik değerler, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çevresel sürdürülebilirlik gibi hayati konularda görüş alışverişinde bulunacak olmaktan mutluluk duyuyorum” diyen İmamoğlu, özetle şunları söyledi:

“Benim ‘İstanbul Modeli’ olarak adlandırdığım, uzlaşma kültürüne ve ortak akla dayanan yenilikçi anlayışımızı yaygınlaştırma amacındayız. İstanbul’da ortaya koyduğumuz katılımcı ve şeffaf yönetim anlayışımız çerçevesinde, akıllı şehircilik imkanlarını da kullanarak ürettiğimiz modelleri, Türkiye geneline yaygınlaştırarak, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın öngördüğü, vatandaşların kamu idaresine aktif ve doğrudan katılımını teşvik edeceğiz. Bu yaklaşımımızın temelleri, 2019 yılından bu yana ortaya koyduğumuz yeni belediyecilik anlayışına dayanmaktadır.

İlk defa İstanbul’un bütçesini, İstanbullularla birlikte yaptığımız ‘Bütçe Senin’ stratejik planımızı oluştururken uyguladığımız internet tabanlı anket yöntemi, İstanbul’a yeniden kazandırdığımız meydanlarda gerçekleştirdiğimiz yarışmalar ve halkoylamalarıyla bu temeli oluşturduk. Keza, İstanbul’u ve İstanbulluları ilgilendiren birçok konuda meslek örgütleri ve odalarla oluşturduğumuz diyalog masaları sayesinde, ortak akla dayanan çözümlere ulaştık.”

“Şimdi, bu temelden aldığımız kuvvetle, yerel demokrasinin ve çok boyutlu iletişimin iyi uygulamalarını TBB aracılığıyla, tüm ülkemize yaygınlaştırmayı önemli hedeflerimizden biri haline getirdik. Bunun yanı sıra, çevre dostu ve sürdürülebilir şehircilik politikalarının yerel yönetimlerimizin gündeminde merkeze oturtulması amacıyla; sürdürülebilir enerji, çevresel sürdürülebilirlik, akıllı ve yeşil altyapı projeleri geliştirmelerini teşvik edeceğiz.

Güçlü yerel demokrasi ve güçlü yerel yönetim hedefimize ulaşmak için, TBB olarak, halen atmamız gereken önemli adımlar var. Birliğimiz üyesi tüm belediyelerimizin bize verdiği bu sorumluluğu en iyi şekilde yerine getireceğiz. Yerel yönetimler olarak; toplumun nabzını tutan, onların beklentilerini en iyi şekilde anlayan ve bu beklentilere yanıt üreten kurumlarız.

Etkin yönetişimin ne kadar önemli olduğunun ortaya çıktığı pandemi sürecinde, yerel yönetimlerimizin hızlı ve esnek karar alma yeteneği, merkezi idare politikalarını tamamlayarak, vatandaşlarımıza etkin hizmet sunulmasını sağlamış ve üzerlerindeki yükü hafifletebilmiştir.”

“Geçtiğimiz yılın başında, Türkiye’de meydana gelen büyük deprem felaketi, tüm Türkiye’yi etkileyen bir trajedi haline geldi. Deprem sonrasında, Türkiye’nin dört bir yanındaki belediyeler, afet bölgesine yardım göndermek, kurtarma çalışmalarını desteklemek ve yaraları sarmak için olağanüstü bir dayanışma sergiledi. Belediyeler, bu dönemde yerel ihtiyaçları hızlıca tespit ederek, kriz yönetiminde etkin bir şekilde görev aldı. Bu da merkezi idare ve yerel yönetimler arasındaki iş birliğinin ve koordinasyonun ne denli önemli olduğunu ortaya koydu.

Biz de İBB olarak, bu süreçte kritik bir rol oynadık. Halen bölgede depremden etkilenen vatandaşlarımızın yaralarını sarmaya devam ediyoruz. Afet bölgelerine hızlı bir şekilde insani yardım malzemeleri, kurtarma ekipleri ve lojistik destek sağlayarak, depremzedelerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için yoğun çaba sarf ettik. TBB olarak da bölgedeki belediyelerimizle koordineli bir şekilde faaliyetlerimizi sürdürerek, deprem bölgesindeki çalışmalarımıza devam ediyoruz.”

“Çok düzeyli yönetişim ve yerel demokrasinin güçlendirilmesi konusundaki tartışmalarımızın bir diğer önemli boyutu da uluslararası dayanışma.  Ancak, üzülerek söylemem gerekir ki, uluslararası dayanışma hususundaki ikircikli yaklaşımlar, bu kavrama olan inancı derinden sarsmaktadır. Bunun en somut örneklerinden birine, biz, Türkiye olarak yakından şahit olmaktayız.

Küresel bir sorun olan mülteci meselesine, özellikle Avrupa’nın yaklaşımı, tarihi bir mücadele sonucunda oluşturulan ve bugün hala hepimizin önem verdiği ve savunduğu demokratik değerleri zedeleyen bir noktaya gelmiştir. Düzensiz göç ve mülteci sorununun AB dışındaki ülkelere aktarılması ve Türkiye gibi, Avrupa sınırı dışındaki ülkelerde tutulmaya çalışılması, kalıcı bir politika haline gelmeye başlamıştır.

Bu konuda sergilenen tutum, küresel bir sorunu çözme arayışından ziyade, bu yükü belirli ülkelerin sırtına yükleme anlayışına dayanmaktadır. Daha da açık ifade etmem gerekirse, ‘Bu konuda Türkiye duvar olsun. Oradan geçmesin de ne olursa olsun’ politikası hem Türkiye’ye hem de insani açıdan mültecilere büyük bir haksızlıktır.”

“Ortaya çıkan bu tablo, kıtanın omuzlarına ahlaki bir yük ve sorumluluk yüklemektedir. Bu yük, sadece kaynakların dağılımında değil, aynı zamanda toplumsal dokunun zedelenmesine de sebep olmaktadır. Artan aşırılıklar, kamu hizmetlerindeki yetersizlikler ve yabancı düşmanlığının yükselişi, bu dengesizliğin yansımaları olarak hepimizin karşısına çıkmaktadır.

“Çözümler aramalıyız”

Oysaki, bu kısır döngüyü kırmanın yolu, göç veren ülkelerde ekonomik ve siyasi istikrarı sağlamaktan geçmektedir. O insanların doğdukları topraklarda onurlu bir yaşam sürebilmeleri, daha adil ve sürdürülebilir bir geleceğin kapısını aralayacaktır. Bu konuda sorumluluk almalıyız. Artık, bu adaletsiz politikadan vazgeçip, çözümün kaynağında aranması ve yükün paylaşılması vakti gelmiştir. Eğer küresel sorunlar karşısında etkin bir uluslararası dayanışma oluşturmak istiyorsak; savaş, çatışma ve iç karışıklıklar karşısında daima birlikte hareket etmeli, çözümler aramalıyız.”

“Avrupa’nın, özellikle Ukrayna Savaşı’na karşı gösterdiği güçlü dayanışma, bu tür krizlerde nasıl birleşebileceğimizi göstermesi açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir. Ancak, üzülerek ifade etmeliyim ki, benzer bir dayanışmayı, Filistin’deki sivil katliamlar karşısında, o duyarlılığı ve kararlılığı göremedik ve gösteremedik. Avrupa’nın ve uluslararası toplumun, her coğrafyada yaşanan insanlık dramlarına aynı ölçüde tepki vermesi, evrensel adalet ve insan hakları ilkelerinin korunması açısından da elzemdir.

Vicdanımızı, her türlü zulme karşı aynı şekilde seferber etmeli ve her insan acısına eşit derecede sahip çıkmalıyız. Bu kriz süreçlerinde, yerel yönetimler olarak, olumlu bir sınav verdiğimizi açıkçası düşünüyorum, ama gerekli olduğu noktalarda da aynı biçimde kriz süreçlerine duyarlılık gösterme konusunda, bazen aksaklıklar yaşandığımızı ifade etmek isterim.”

“Gerek Ukrayna’da gerek Filistin’de, yerel yönetimlerin aldığı inisiyatifler, uluslararası dayanışmanın dönem dönem en güçlü örneklerini hissettirmiştir. Bu da her yerel yönetimin gurur duyacağı bir ortamı yaratmıştır. Türkiye olarak şunu belirtmek isterim; Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunuyoruz ve barışın bu prensip içerisinde inşa edilmesi gerektiğini mutlak düşünüyoruz.

Filistin’de de Filistinlilerin uzun yıllardır devam eden hak mücadelelerini ve iki devletli çözümü savunuyoruz. Şiddetin her türlüsüne karşı olduğumuzu, özellikle ifade ediyorum. Ancak, Filistin halkına yönelik katliamlar ve bunların durdurulmaması, hepimiz için gerçekten büyük bir utanç kaynağıdır. Buradan çatışmaların bir an önce sona ermesi ve kalıcı barışın tesis edilmesi için, dayanışma içerisinde ortak adımlar atmamız gerektiğini de bir kez daha vurgulamak isterim.”

Paylaşın

“Erdoğan, Yatırım İçin Büyük Şirketlerle Görüşecek” İddiası

Erdoğan’ın, Eylül ayının son haftasında, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu ile aynı zamana denk gelen en az dört etkinlikte, yatırım için büyük şirket yöneticileriyle görüşeceği öne sürüldü.

Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar ile Sanayi Bakanı Mehmet Fatih Kacır’ın da Türk Amerikan İs Konseyi (TAİK) ve Citigroup tarafından düzenlenen görüşmelere ev sahipliği yapacağı iddia edildi.

Birleşik Krallık merkezli ekonomi gazetesi Financial Times’ın haberine göre, Erdoğan ve beraberindeki heyet, Eylül ayının son haftasında BM Genel Kurulu ile aynı zamana denk gelen en az dört etkinlikte yatırımcıları ve şirket yöneticilerini etkilemeye çalışacak.

Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK) ve planlar hakkında bilgi sahibi olan diğer bazı kişilere dayandırılan haberde, katılımcı listesinde Wall Street bankaları JPMorgan ve Goldman Sachs’tan üst düzey yöneticiler de yer alıyor.

Goldman, ertesi gün alt Manhattan’daki merkezinde, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın konuşmalarının yer aldığı bir Türk yatırım konferansına ev sahipliği yapacak. İstanbul’da listelenen şirketlerin de etkinliğin yan etkinliklerinde yatırımcı toplantıları düzenlemesi bekleniyor.

Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar ile Sanayi Bakanı Mehmet Fatih Kacır da TAİK ve Citigroup tarafından düzenlenen görüşmelere ev sahipliği yapacak. Habere göre; JPMorgan, Goldman ve Citi konuya ilişkin yorum yapmayı reddetti.

(Kaynak: BloomberHT)

Paylaşın

Pro Asyl’den “Türkiye” Raporu: Siyasi Davalar Maskaralığa Dönüştü

Pro Asyl’in sözcüsü Wiebke Judith, “Siyasi bağlantılı ceza davaları Türkiye’de bir maskaralığa dönüştü” ifadelerini kullanarak keyfi davaların ve cezaların ülkede gündelik bir durum haline geldiğini savundu.

Alman insan hakları örgütü Pro Asyl, Türkiye’deki yargı sürecine ilişkin kapsamlı bir rapor yayımladı. İsimleri “güvenlik nedeniyle” açıklanmayan iki tanınmış hukukçunun yürüttüğü çalışmada, Türk yargısının hükümet karşıtı eleştirileri kısıtlamak için ceza davalarını kullandığı eleştirisinde bulunuluyor.

DW Türkçe’nin aktardığına göre; Pro Asyl’in sözcüsü Wiebke Judith, “Siyasi bağlantılı ceza davaları Türkiye’de bir maskaralığa dönüştü” ifadelerini kullanarak keyfi davaların ve cezaların ülkede gündelik bir durum haline geldiğini savundu.

Pro Asyl’e göre özellikle terörizmle ilgili suçlamalara dayanan davalarda hukukun üstünlüğü mütemadiyen ihlal ediliyor. Örgüt, rapora ilişkin açıklamasında gizli tanıkların oldukça yüzeysel ifadelerinin, kimi zaman yüzlerce kişinin mahkumiyetine neden olduğunu öne sürdü.

Açıklamada, “Savunma içinse bu tür ifadelerle başa çıkmak zor hatta imkansızdır. Avukatların iddiaları çürütmek için tanıkları sorgulama veya ek sorular sorma şansı bulunmamakta” denilerek bu durumun, iddia ve savunma arasındaki “eşitlik” ilkesinin ortadan kalktığını açıkça gösteren birçok örnekten sadece biri olduğuna dikkat çekildi.

Pro Asyl, ülkede yargı bağımsızlığının artık garanti altında olmadığı ve davalıların genel olarak adil yargılanma şanslarının azaldığı eleştirisinde bulundu.

2024’ün ilk yarısında Almanya’daki Federal Göç ve Mülteciler Dairesi’nde (BAMF) Türk vatandaşlarının yaptığı yaklaşık 16 bin iltica başvurusunun kayıtlara geçtiğine dikkat çeken örgüt, önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da özellikle devlet kovuşturmasına hedef olan Kürtlerin bu başvuruların ezici çoğunluğunu oluşturduğunu belirtti.

Örgüt raporda ortaya konan bilgilerin Almanya’daki iltica karar süreçlerinde daha fazla dikkate alınmasını talep ederken sözcü Judith, “Federal Göç ve Mülteciler Dairesi bu gerçekliği kabul etmeli” ifadelerini kullandı.

Pro Asyl’in 140 sayfalık çalışmasının temelini Türk mahkemelerinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarının yanı sıra Avrupa Konseyi ve Avrupa Komisyonu’nun raporları ile avukatlarla yapılan röportajlar oluşturdu.

İsviçre Mülteci Yardımı kuruluşunun da desteklediği ve finansal katkı sunduğu rapora Almanya’daki Amnesty International da mali destek verdi.

Paylaşın

İYİ Parti’de Bir İstifa Daha: Milletvekili Sayısı 30’a Düştü

31 Mart’ta yapılan yerel seçimlere “hür ve müstakil” giren ve seçimlerde büyük bir hezimet yaşayan İYİ Parti’de İzmir Milletvekili Ümit Özlale, partisinden istifa ettiğini açıkladı.

Haber Merkezi / Ümit Özlale’nin istifasının ardından İYİ Parti’nin TBMM’deki vekil sayısı 31’e düşütü.

Suların durulmadığı İYİ Parti’de İzmir Milletvekili Ümit Özlale, sosyal medya hesabı üzerinden, partisinden istifa ettiğini duyurdu. Ümit Özlale, istifa etme gerekçesine ilişkin ise bir açıklama yapmadı.

Ümit Özlale kimdir?

28 Nisan 1972’de Almanya’da dünyaya gelen Ümit Özlale, 1995 yılında ODTÜ İktisat Bölümü’nden mezun oldu, doktorasını Ekonomi alanında 2001 yılında Boston College’de tamamladı.

Çeşitli üniversitelerde çalışan Prof. Dr. Özlale, 2003-2011 yılları arasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nda akademik danışman olarak görev yaptı, 2020 Eylül ayında İYİ Parti Olağan Kurultayı’nda Genel İdare Kurulu üyesi olarak seçildi ve Kalkınma Politikaları Başkanı olarak göreve başladı.

Özlale, 14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri’nde 28. Dönem İzmir Milletvekili seçildi. 2023 Haziran ayında İYİ Parti 3. Olağan Kurultayı’nda yeniden İYİ Parti Genel İdare Kurulu üyesi olarak seçilen Özlale, Kalkınma Politikaları Başkanlığı görevini sürdürdü.

Paylaşın

Erbakan’dan “Erken Seçim” Çağrısı

Ekonomik göstergelerin kötüyü gittiğini belirten YRP Lideri Fatih Erbakan, iktidara erken seçim çağrısı yaparak, “Bu şartlarda Türkiye’nin de milletin de 2028’e kadar dayanacak bir hali kalmamıştır” dedi ve ekledi:

“2025 sonu veya 2026 yılının ilkbaharında bir erken seçimin yapılması ve mutlaka milletin de artık açıkça dile getirdiği, 31 Mart’ta oylarıyla ortaya koyduğu bu değişimin mutlaka gerçekleşmesi gerekiyor.”

Kahramanmaraş Dulkadiroğlu Belediye Başkanı Mehmet Akpınar’ı ziyaret eden Yeniden Refah Partisi (YRP) Genel Başkanı Fatih Erbakan, burada yaptığı açıklamada, iktidara erken seçim çağrısında bulundu.

Fatih Erbakan, ülke ekonomisinin çok kötü durumda olduğunu bu nedenle de iktidarın değişmesinin gerektiğini belirterek, “Bu şartlarda Türkiye’nin de milletin de 2028’e kadar dayanacak bir hali kalmamıştır. 2025 sonu veya 2026 yılının ilkbaharında bir erken seçimin yapılması ve mutlaka milletin de artık açıkça dile getirdiği, 31 Mart’ta oylarıyla ortaya koyduğu bu değişimin mutlaka gerçekleşmesi gerekiyor” dedi.

Fatih Erbakan, İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’nu ziyaret ettikten sonra yaptığı açıklamada ekonomik göstergelerin kötüyü gittiğini söyleyerek, erken seçim çağrısında bulunmuştu:

“Bizler 2025 yılı içinde bir erken seçim yapılmasını tartışabilmeliyiz, konuşabilmeliyiz. Çünkü 2025 Mayıs’ta yeni ekonomi yönetimi 2 yılını, AK Parti iktidarı ise 23 yılını doldurmuş olacak. Rahmetli Erbakan Hocamız, ‘Bir pehlivanın mindere çıkışından durumu belli olur’ derdi, ‘Bir ekonomi yönetiminin, bir iktidarın ilk 100 gününden ne yapıp yapamayacağı belli olur’ diye ifade ederdi.

Haziran 2023 yılı itibarıyla göreve başlamışlar ve 2025 Haziran’ında 2 senesini doldurmuş olacak. O zamana kadar da herhangi bir iyileşme olmazsa ki, göstergeler olmayacağını gösteriyor. Öyleyse 2025 yılı içinde, sonbaharda belki bir erken seçimin olup olmaması konusunun tartışılması gereklidir diye düşünüyorum.”

Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Suat Kılıç da yakın zamanda yaptığı bir açıklamada, “Bu şartlar altında Türkiye’nin uzun süre devam etmesi mümkün değil. Görünen köy kılavuz istemez. Türkiye’nin erken seçime doğru ilerlediğini görüyoruz” demiş ve eklemişti: “2025 yılının sonbaharı olabilir, 2026 yılının ilkbaharı olabilir. Bu erken seçim kapıya dayanacaktır. Teşkilatlarımızı bu erken seçime hazırlıklı olmak için çağırıyoruz.”

Suat Kılıç, açıklamasının devamında, “2025 yılında 23 Kasım Pazar günü erken seçim için makul bir tarih olacaktır. 24 Kasım pazar günü öğretmenler günü. Seçimde okullar kullanıldığı için ve öğretmenler de resmi görevli olduğu için bu şekilde bir seçim planlaması Türkiye’nin gündemine gelebilir” ifadelerini kullanmıştı.

“Seçim zamanında olacak”

Muhalefetin erken seçim çağrılarını değerlendiren AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik ise şu açıklamalarda bulunmuştu: “Önümüzdeki 3,5 yıl milletimize hizmet noktasında etrafımızdaki istikrarsızlıkları çok dikkatli takip ederek, Türkiye’nin istikrarını koruyarak, hizmet ve eser siyasetinde daha ileri adımlar atarak devam edeceğiz. Erken seçim olmayacak. Seçim zamanında olacak.”

Paylaşın

TBMM Başkanı Kurtulmuş’tan “Yeni Anayasa” Çıkışı

12 Eylül 1980 askeri darbesinin yıl dönümü nedeniyle bir mesaj yayımlayan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, “1982 Anayasası’ndan kurtulma vakti gelmiştir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Nasıl ki 12 Eylül’ün toplumsal, siyasi ve ekonomik bedelleri milletimizin kararlılığıyla aşılmışsa, şimdi de darbe anayasasını tarihin çöplüğüne atmak ve milletimizin iradesini tam anlamıyla yansıtan, demokrat, sivil, kapsayıcı ve özgürlükçü bir anayasa yapmak en büyük görevimizdir. Ancak böyle bir anayasa, toplumun her kesimini kucaklayan, kimsenin ötekileştirilmediği, hukukun üstünlüğünün tam anlamıyla sağlandığı bir ortamı temin edebilir.”

Numan Kurtulmuş, mesajının devamında, “Katılımcı demokrasiye dayanan, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, toplumsal uzlaşmayı ve adaleti sağlayan bir anayasa, ülkemizin huzur ve güven içinde geleceğe yürümesinin en büyük güvencesidir. Türkiye’nin güçlü, adil ve demokratik yarınları, darbe anayasaları ile değil, millet iradesinin şekillendirdiği yeni bir anayasayla inşa edilecektir” ifadelerini kullandı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Numan Kurtulmuş, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yıl dönümü nedeniyle sosyal medya hesabından bir mesaj yayımladı. Kurtulmuş, mesajında şu ifadeleri kullandı:

12 Eylül 1980 darbesi, aziz milletimizin hafızasında derin yaralar açarak, demokrasimize karşı en büyük ihanetlerden biri olarak tarihteki yerini almıştır. O kara günlerde, milletimizin iradesi yok sayılmış, vatandaşlarımızın hak ve özgürlükleri gasp edilmiştir. Darbenin ardından yaşanan hukuksuzluklar, haksız yargılamalar, işkenceler ve idamlar toplumsal vicdanımızı derinden etkilemiştir. Bu karanlık dönem, demokrasiden uzaklaşıldığında nelerle karşı karşıya kalınabileceğinin en acı örneklerinden biridir.

12 Eylül darbesi ülkemizin bağımsızlığını da hedef alan bir emperyalist müdahale girişimiydi. Türkiye’yi ekonomik, siyasi ve toplumsal anlamda yıllarca geri götüren bu darbe dönemi, ülkemizin geleceğini karartmak amacıyla gerçekleştirilen iç ve dış müdahalelerin bir sonucuydu. Toplumsal kutuplaşmayı, özgürlüklerin kısıtlanmasını ve askeri vesayetin gölgesini beraberinde getiren bu süreç, hukukun üstünlüğünü hiçe sayarak milletimizin özgüven duygusunu da zedelemiştir.

Darbelerin ülkemize getirdiği zararlar sadece siyasi ve ekonomik kayıplarla sınırlı kalmamış, toplumsal uzlaşmayı ve demokratik olgunlaşmayı da sekteye uğratmıştır. Her darbe, her alanda Türkiye’yi geriye götüren büyük ihanetler olarak hafızalara kazınmıştır. Artık darbelerin izlerini geride bırakarak, darbe dönemlerinden kalan en büyük kalıntılardan biri olan 1982 Anayasası’ndan kurtulma vakti gelmiştir.

Nasıl ki 12 Eylül’ün toplumsal, siyasi ve ekonomik bedelleri milletimizin kararlılığıyla aşılmışsa, şimdi de darbe anayasasını tarihin çöplüğüne atmak ve milletimizin iradesini tam anlamıyla yansıtan, demokrat, sivil, kapsayıcı ve özgürlükçü bir anayasa yapmak en büyük görevimizdir. Ancak böyle bir anayasa, toplumun her kesimini kucaklayan, kimsenin ötekileştirilmediği, hukukun üstünlüğünün tam anlamıyla sağlandığı bir ortamı temin edebilir.

Katılımcı demokrasiye dayanan, insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, toplumsal uzlaşmayı ve adaleti sağlayan bir anayasa, ülkemizin huzur ve güven içinde geleceğe yürümesinin en büyük güvencesidir. Türkiye’nin güçlü, adil ve demokratik yarınları, darbe anayasaları ile değil, millet iradesinin şekillendirdiği yeni bir anayasayla inşa edilecektir. Türkiye, bir daha asla darbelerin yaşanmayacağı bir demokratik ülke olmak zorundadır.

Darbe anayasalarının değil, millet iradesinin şekillendirdiği bir Türkiye inşa etmek, demokrasiye ve gelecek nesillere olan borcumuzdur. Bu vesileyle, 12 Eylül darbesinin acımasız süreçlerinde hayatını kaybeden, haksız yere yargılanan, işkenceye uğrayan ve hakları ellerinden alınan tüm vatandaşlarımızı saygıyla anıyor, bu karanlık dönemin toplumsal hafızamızda açtığı yaraları unutmadan, demokrasi, özgürlükler ve değerlerimiz uğruna mücadelemizi sürdürme sözümüzü bir kez daha yineliyoruz.”

Paylaşın

Türkiye’den ABD’ye “Güney Kıbrıs” Tepkisi

Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile savunma alanında anlaşma imzalayan ABD’ye tepki gösterdi. Türkiye, anlaşma ile Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin tehlikeye atıldığı uyarısında bulundu.

Haber Merkezi / Konuya ilişkin Dışişleri Bakanlığı’ndan yayınlanan açıklamada, “ABD ile GKRY arasında savunma alanında işbirliğinin geliştirilmesi yönünde bir yol haritası imzalanmasını kınıyoruz” denildi.

Hafta başında ABD Savunma Bakanlığı Uluslararası Güvenlikten Sorumlu Müsteşarı Celeste Wallander ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Savunma Bakanı Vasilis Palmas ilişkilerde öncelikleri düzenleyen beş yıllık yol haritasına imza atmıştı.

Türkiye, Yunanistan ile birleşmeyi isteyen milliyetçilerin dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a darbe yapmasından beş gün sonra, 20 Temmuz 1974’te Ada’ya asker çıkardı.

Müdahale sonucu Ada 180 kilometre boyunca uzanan, genişliği beş metreden yedi kilometreye kadar değişen bir ara bölge ile birbirinden ayrıldı. O tarihten beri taraflar arasında bir başlayıp bir duraksayan uzlaşı görüşmelerinden sonuç alınamadı.

Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile ABD arasında yapılan savunma anlaşmasına tepki gösterdi. Anlaşmanın “kınandığı” belirtilen Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, “KKTC makamlarının ortaya koyduğu haklı tepkiyi tümüyle destekliyoruz” denildi.

Bakanlığın internet sitesinden paylaşılan yazılı açıklamada Ankara ABD’yi “Kıbrıs Türk tarafının güvenliği hilafına adım atmakla” suçladı, anlaşmanın “Kıbrıs meselesine adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm bulunmasını güçleştirdiği” kaydedildi.

Milli Savunma Bakanlığı Basın Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk, konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı: “ABD ile GKRY arasında yapılan ‘Savunma İş Birliğine İlişkin Yol Haritası’ anlaşmasını şiddetle kınıyoruz.

Dışişleri Bakanlığımızın da ifade ettiği gibi; Kıbrıs Türk tarafının güvenliği hilafına atılan bu adımlar, ABD’nin Kıbrıs Adası’na yönelik tarafsız tutumuna zarar vermektedir. Bu kapsamda KKTC’yi yok sayan ve GKRY’yi adanın tek temsilcisi olarak gören yaklaşım gözden geçirilmelidir.

Ayrıca her fırsatta Ada’da adil ve kalıcı barıştan söz eden ABD’nin bu tutumunu, sergileyeceği tarafsız yaklaşım ile de ortaya koymasını bekliyoruz. Ada’da sürdürülebilir bir çözüm için tek gerçekçi yol ‘egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü’ temelinde işbirliğine dayalı bir ilişkiyle mümkündür.”

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden (KKTC) yapılan yazılı açıklamada ise “ABD savaş gemilerinin Ada’ya gerçekleştirdiği ziyaretler ile Rum kesimine silah ambargosunun kaldırılmasının Doğu Akdeniz’de tehlikeli sonuçları olabileceği” uyarısı yapıldı.

Açıklamada ayrıca, “Kıbrıs Türk halkı aleyhinde oluşabilecek bir tehdit unsuruna karşı her daim hazırlıklı olduğumuzu ve Anavatan Türkiye ile birlikte gerekli görülebilecek adımları atma hakkımızı saklı tuttuğumuzu da ifade etmek isteriz” ifadeleri yer aldı.

Hafta başında ABD Savunma Bakanlığı Uluslararası Güvenlikten Sorumlu Müsteşarı Celeste Wallander ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Savunma Bakanı Vasilis Palmas ilişkilerde öncelikleri düzenleyen beş yıllık yol haritasına imza atmıştı.

Türkiye, Yunanistan ile birleşmeyi isteyen milliyetçilerin dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a darbe yapmasından beş gün sonra, 20 Temmuz 1974’te Ada’ya asker çıkardı.

Müdahale sonucu Ada 180 kilometre boyunca uzanan, genişliği beş metreden yedi kilometreye kadar değişen bir ara bölge ile birbirinden ayrıldı. O tarihten beri taraflar arasında bir başlayıp bir duraksayan uzlaşı görüşmelerinden sonuç alınamadı.

Anlaşma neleri kapsıyor?

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Savunma Bakanı Vassilis Palmas ve ABD’nin Uluslararası Güvenlik İşlerinden Sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı Celeste Wallander Pazartesi günü imzaladıkları anlaşmayı, yıllardır uygulanan ABD silah ambargosunun 2022 yılında kaldırılmasının ardından “son yıllarda gelişen GKRY – ABD ilişkilerinde bir başka dönüm noktası” olarak niteledi.

Wallander ve Palmas görüşmenin ardından, “GKRY, Avrupa ve Doğu Akdeniz’de ABD’nin güçlü bir ortağıdır ve Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun kesişme noktasında önemli bir rol oynuyor” dedi.

ABD Savunma Bakanlığı’ndan 10 Eylül’de yapılan açıklamada, “Avrupa ve Doğu Akdeniz’in genel istikrarı ve güvenliği, Amerika ve GKRY için hayati önem taşımaktadır. Bu bölgedeki güvenlik zorluklarının karmaşıklığı ve gelişen doğası, barış, istikrar, demokratik ilkeler ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için benzer düşünen ortaklar arasında savunma ve güvenlik konularında dikkatlilik, katılım ve yakın işbirliğini zorunlu kılmaktadır” denildi.

Wallander, “GKRY’nin Batı ile uyumlu olduğu açık” dedi. Palmas da, ülkesinin “ABD ile daha yakın, daha güçlü ve faydalı ikili savunma işbirliğine” doğru ilerlemeye devam edeceğini söyledi.

Yapılan ortak açıklamaya göre, anlaşma aynı zamanda “kötü niyetli eylemlerle” başa çıkma ve Rum ordusunun ABD güçleriyle daha sorunsuz çalışmasının yollarının güçlendirilmesi konularında birlikte çalışmayı öngörüyor.

ABD Savunma Bakanlığı, “İkili savunma işbirliği çabalarının bir yol haritası, insani krizlere müdahaleyi arttırmak ve iklim değişikliğinin ulusal güvenlik üzerindeki etkileri, kötü niyetli etkilere karşı koyma ve askeri kuvvetler arasında birlikte çalışabilirliği arttırma gibi temel güvenlik endişelerini daha iyi anlamak ve ele almak için bir çerçeve oluşturduğunu” açıkladı. Tüm çabanın bölgede istikrar, güvenlik ve refahın teşvik edilmesine yönelik olduğu belirtildi.

Paylaşın

AK Partili Taşkesenlioğlu, Naylon Faturayla Vergi Kaçırmış

Eski AK Parti Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun naylon faturalarla vergi kaçırdığı tespit edildi. Taşkesenlioğlu’nun ismi organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in “rüşvet ağı” iddialarıyla gündeme gelmişti.

Sedat Peker, eski Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve kardeşi Zehra Taşkesenlioğlu’nun Marka Yatırım Holding’in sahibi Mine Tozlu Sineren’den sermaye artırımı için 12 milyon TL rüşvet istediğini iddia etmişti.

Suç örgütü lideri Sedat Peker’in “rüşvet ağı” iddiaları ile gündem olan eski AK Parti Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun vergi kaçırdığı ortaya çıktı. AK Partili Taşkesenlioğlu, 2005 yılında Maya Araştırma Danışmanlık Eğitim Organizasyon Ticaret Limited Şirketi’ni kurdu. Taşkesenlioğlu, 29 Ekim 2019’da da bu şirketteki hisselerini devretti.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı vergi müfettişleri 2022 yılında şirketi denetledi. 28 Haziran 2022 tarihli Vergi İnceleme Raporu’nda, Taşkesenlioğlu’nun şirket ortağı olduğu dönemde “Aztekin İnşaat Şirketi’nden sahte fatura kullandığı” belirtildi.

Raporda, “Aztekin İnşaat Şirketi’nden KDV hariç 100 bin TL, KDV dahil 118 bin TL tutarında sahte fatura kullanmıştır. Kullanılan sahte faturalara ait KDV’lerin indirim KDV’ler içindeki payı yüzde 30 dolayındadır. Bu da 18 bin TL’ye denk gelmektedir” denildi.

Müfettişler, Taşkesenlioğlu’nun şirketinin 2017 yılında da “Sahte fatura kullanarak” vergi kaçırdığını belirledi. Hazırlanan bir başka raporda da şu ifadelere yer verildi:

“Petek Temizlik Reklam Şirketi’nden sahte fatura kullandığı tespit edilmiştir. Petek Temizlik Şirketi’nin gerçek faaliyetinin komisyon karşılığı sahte belge düzenlemek olduğu, bu nedenle 2017, 2018 ve 2019 yıllarında düzenlediği tüm belgelerin gerçek bir mal teslimi veya hizmet ifasına dayanmayan komisyon karşılığı düzenlenmiş sahte belgeler olduğu anlaşılmıştır. Sahte faturalarda yer alan 18 bin TL’lik KDV için bir kat vergi cezasının kesilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.”

Öte yandan Taşkesenlioğlı’nun sahte fatura kullandığı tespit edilen 2017 yılında asgari ücret bin 404 TL, 2018 yılında ise bin 603 TL’ydi.

BirGün’den İsmail Arı‘nın ulaştığı Zehra Taşkesenlioğlu da vergi müfettişleri tarafından daha önce sahini olduğu şirkete ceza kesildiğini doğrulayarak itiraf niteliğinde açıklamalar yaptı. Taşkesenlioğlu, “Evet iki, üç faturada bir takım hatalar buldular. Ben şirketi 2019’da boşandığım Ünsal Ban’ın şoförüne devrettim. Sonra da bu şirket bir başkasına devredildi. Sonra 80 bin TL gibi ceza geldi dediler gidip cezamı ödedim. Üç kuruş para için bana yine günlerce sövdüreceksiniz” dedi.

Öte yandan Taşkesenlioğlu’nun sahte fatura kullandığı ortaya çıkan şirketi ile milletvekili olduğu dönemde kamudan ihale aldığı da anlaşıldı. AKP döneminde İBB’den ve Eti Maden’den ihaleler aldığı öğrenildi. Şirketin, toplam 1 milyon 471 bin TL’lik 8 ayrı ihale kaydı bulunuyor.

Rüşvet iddiası

Taşkesenlioğlu’nun ismi organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in “rüşvet ağı” iddialarıyla gündeme gelmişti. Peker, eski Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve kardeşi Zehra Taşkesenlioğlu’nun Marka Yatırım Holding’in sahibi Mine Tozlu Sineren’den sermaye artırımı için 12 milyon TL rüşvet istediğini iddia etmişti.

Rüşvet tartışmaları yargı gündemine taşınırken Taşkesenlioğlu soyadını taşıyan çok sayıda kişinin Erzurum’da kamu kurumlarında görev yapması dikkat çekmişti.

Paylaşın