Bakırhan: Tek Çözüm Bu İktidardan Kurtulmak

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Balıkesir’de düzenlenen “Balıkesir Ekoloji Konferansı”nda yaptığı konuşmada, “Balıkesir’i tamamen madene ve sermayeye açmaya çalışıyorlar. Bakın 155 şirket Balıkesir bölgesinde 279 ruhsat almış, 279 ruhsat. Bazı şirketler LİMAK gibi Siirt’te olduğu gibi Kürt coğrafyasını da tahrip ediyor. 155 şirket 279 ruhsat almış. 279 ruhsat 279 alanın videoda da gösterildiği tahrip edilmesi, yok edilmesidir, canlılardan arındırılmasıdır, köylülerin ve çiftçilerin aşına, ekmeğine el konulması demektir” dedi ve ekledi:

“Bir kadın arkadaş ne güzel söyledi ‘yahu biz hayvancılık yaparız, tarım yaparız, biz başka bir şey bilmeyiz, buraları enkaz haline getiriyorsunuz, insansızlaştırmaya çalışıyorsunuz, biz çöp mü karıştıralım, ne yapalım’ dedi. Ne yapsın gerçekten? Hayvancılık, tarım, meyve, sebze ile uğraşan bir ailemiz nereye gitsin, ne yapsın? Bu kimsenin umrunda değil, iktidarın hiç umrunda değil. O zaman bu iktidarın da bizim umurumuzda olmaması lazım. Umurumuzda olmayan, bizi uçuruma sürükleyen, Türkiye’yi yıkımın eşiğine getiren bu iktidardan kurtulalım.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Balıkesir’de düzenlenen “Balıkesir Ekoloji Konferansı”nda konuştu. Bakırhan şunları söyledi:

Merhaba hûn bi xêr hatin, ez we hemûyan bi rêzdarî silav dikim. Çok değerli arkadaşlar hepiniz hoş geldiniz. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bir pazar sabahı bize zaman ayırdığınız için mutlu ve gururluyum. 24 yıl önce yine Burhaniye’ye bir çalışma için gelmiştim. Emin olun o zamanki sıcaklığın aynısı devam ediyor, çok yaşayın, varolun. Bu dayanışma, bir arada ve birlikte olma halimiz bir çok kötülüğü yenecektir. Buna emin olabilirsiniz. 31 Mart’ta Türkiye halkları, kadını ve genciyle ekokırıma karşı direnen, doğa ve yaşam savunucularıyla birlikte bir araya gelmenin sonuçlarını ortaya koydu. Bu bir araya gelme durumunu ekokırıma karşı mücadelede olduğu gibi il eş başkanımız Songül başkanın da dediği gibi diğer sorun alanlarının muhataplarıyla bir araya gelerek sorunların çözümünde bir noktaya taşıyacağımıza inanıyorum.

Başlarken Reşit Kibar arkadaşımızı saygı ve minnetle anıyorum. Artvin Hopa’da biraz önce buradaki kadın arkadaşlarımızın Balıkesir ve Ege bölgesindeki halklarımızın dile getirdiği taleplere sahip çıktığı için, toprağına, suyuna, ormanına, ağacına, orada yaşayan canlara sahip çıktığı için katledildi. Katledenler çok yabancı değil. Sermaye ve onun işbirlikçileri daha fazla rant elde etmek için, doğayı tahrip etmek için, elde ettiği rant sonrasında enkazda bizim yaşadığımızı, ne yaşayacağımızı bilmesine rağmen bu kadar ısrarlı olması ve onu destekleyenler, onun gibi düşünen, doğa düşmanı, halklar düşmanı, inançlar düşmanı, emekçi düşmanı bir iktidarla ittifak halinde olmak için Reşit’i katlettirdi. Reşit’i unutmayacağız, bir demokrasi şehididir. Ekokırım mücadelesinin artık bundan sonra unutulmaz ve sürekli anacağımız çok değerli bir birikimidir.

Mevzu rant olunca sermaye iktidardan farklı değil. İktidar nasıl ki yeri geldiği zaman zor kullanıyorsa, tankını, topunu, copunu kullanıyorsa ona bağlı, onunla aynı zihniyete sahip sermaye de rantının önüne geçen birey, kişi, kurum kim olursa olsun vahşice saldırıyor, katletmeye kadar götürüyor. Bir gün bu günler geçecek, doğamızın, ormanımızın, canlıların, bulunduğumuz atmosfer ve coğrafyada tertemiz soluduğumuz havada yaşayacağı, çocuklarımızın, gençlerimizin güven içinde yaşadıkları, her şeyin sermayeye, neoliberal politikaların, hegemonik güçlerin rantına peşkeş çekilmediği bir ülke yaratma sözümüzü yeniliyoruz. Bir kaç aydır Türkiye’nin birçok bölgesinde buluşmalar yapıyoruz, Ekmek ve Adalet Buluşmaları. Biraz önce izlediğim video beni çok etkiledi. Hakan hocam hazırlamış çok teşekkür ediyorum. Bu 10-15 dakikalık videoyu bence Türkiye’nin her yerinde gösterime sokmak gerekiyor. Sadece ekokırım karşısında halkımız böyle değil.

Mardin Nusaybin’deki buğday üreticileri, Tekirdağ’daki ayçiçek üreticileri, esnafımız, balıkçılar, kadınlar, gençler, KHK’liler, adalet ve hukuk arayanların tamamı biraz önce buradaki halklarımızın dile getirdiği iktidar gerçekliğini her yerde ortaya koyuyorlar. Çok önemli. Demokrasi arayışı konusunda Kürtlerin ve dostlarının verdiği mücadele ayrı bir şey ama bu ekokırım karşısında bence Ege’nin, Balıkesir’in, Kaz Dağları’ndaki direnişçilerin ortaya koyduğu mücadele çok önemli ve değerlidir. Sadece demokrasi mücadelesinde değil bu alanda da en az onun kadar kıymetli bir mücadele ortaya koyduklarını, örnek olduklarını, buradaki mücadelelerin aynı zamanda başta Kürt illeri olmak üzere de yakının takip edildiğini belirtmek isterim. Bu mücadeleyi veren bütün arkadaşlara emeklerinden dolayı teşekkür ediyorum.

Evet toplum, halklarımız, emekçiler mutsuz ama bu ülkedeki büyük mutsuzluk içerisinde mutlu olanlar da var. Sermayedir, yandaş sermayedir. AKP sermayeyi bu mutsuzluktan azade tutmuş, onları muaf tutmuş. Sermaye dostu bir iktidar olduklarını zaten söylüyorduk. Herkes krizde, herkes geçim derdinde, öğrenciler okula aç gidip aç geliyorlar. Sabahları beslenme çantalarına ne koyacağını binlerce ailemiz düşünüyor. Emekliler kara kara günün ve ayın sonunu nasıl getireceğini tartıyorlar. Asgari ücretliler nasıl geçineceklerinin derdinde. Ekolojinin hali ortada. Memleket kriz içerisinde, mutsuzluk içerisinde ama maden şirketlerinin sahipleri çok mutlu.

Çünkü onlar gibi düşünen bir iktidar var. Biz de meclisteyiz, sürekli torba yasalar getiriliyor. Bu ekokırımı daha da kolaylaştırmak için sürekli o torba yasaların içerisinde birkaç madde geçiyor. İktidar sayısal çoğunluğuna güveniyor, kendisi gibi düşünen ortaklarına güveniyor. Güçlü ve ciddi olmayan muhalefete güveniyor. Onların işini kolaylaştıran bir muhalefetle karşı karşıya oldukları için herşeyi daha rahat yapabiliyorlar. Çok kibar bir muhalefetimiz olduğu için ekokırım da, demokrasi kırımı da, adalet kırımı da çok pervasızca devam ediyor. Bu aynı zamanda bizim de size bir özeleştirimiz olsun.

“AKP 22 yılda 32 kez orman yasasında değişiklik yaptı”

Yasaları değiştiriyolar, her gördükleri dağı maden sahası olarak kullanıyorlar. AKP dağı gördüğü zaman kime peşkeş çekeceğini, kime maden sahası olarak vereceğini düşünüyor. Nerede bir çay, dere, su görüyorlarsa bir baraj, nerede bir orman görüyorsa kesilmesi gereken, sermayeye dönüştürülmesi gereken bir rant aracı olarak görüyorlar. 22 yılda AKP 32 defa orman yasasında değişiklik yapmış. Neredeyse orman yasası yılda birkaç defa değişir hale gelmiş. Bu soruyu sormak gerekmiyor. Neden orman kanununda bu kadar sık sık değişiklik yapılıyor? Ormanlar yakılıyor -ki bazen doğal olarak da yanıyor ama o yakılan ormanların birilerine peşkeş çekilmesi gerekiyor.

Haydi o zaman meclisten bir yasa geçirelim, haydi meşrulaştıralım, ruhsatını da verelim, orayı da ranta açalım! Orman düşmanı, yeşil düşmanı, akarsu, nehir, dağ düşmanı, direnenin, Kürdün, kadının, Alevinin, kültürün düşmanı. İnsanlar iki kelime anadilinde konuşunca ona düşman bir iktidarla ve onun gibi düşünen pervasız, dünyanın hiçbir yerinde sermayeye benzemeyen bir sermaye ile mücadele ediyoruz. İşimiz zor ama Türkiye’nin yüzde 80’i biraz önce söylediğimiz konularda bizim gibi düşünüyor. Tek bir eksikliğimiz var. Onları örgütlemek, bir araya gelmek, bu vahşi sermayeye, saraya, savaşa çalışan ekokırımcı iktidar karşısında güçlü bir zemin örme gibi temel bir sorunumuz var. Bu sorunumuzu aşabilirsek bahsettiğimiz sorunları da ortadan kaldırabiliriz.

Bunu da ilk defa söylüyorum, bir kulis bilgi. Maden şirketleri için yeni bir yasa teklifi hazırlığı içindedirler. Maden şirketlerine bu yetmiyor, daha kolay ulaşmak, daha kolay ruhsat almak, daha fazla rant elde etmek için iktidara sürekli yasa teklifi vermeye çalışıyorlar. İstiyorlar ki önlerinde hiçbir idari engel kalmasın. Zaten kalanları bir biçimiyle aşıyorlar, engel yok ama onu da ortadan kaldırmak istiyorlar. Şimdiden hükümete sesleniyoruz. Daha bunca yaptıklarınızın hesabını vermediniz. Bunların hesabını vereceksiniz. Yerinizde durun. Bundan sonrasında da daha fazla doğamızı, nehirlerimizi katledecek, yok edecek, rantın ve sermayenin geleceğini düşünen yasa tasarılarını getirmeyin. İktidar madenciliğe kamu yararı kılıfını giydirmek istiyor.

Kamu yararı AKP ikitdarı ile birlikte değişti. Geçmişte toplumun yararına olarak kamu yararı deniliyordu. Hepiniz bizden daha iyi biliyorsunuz. Toplumun geleceğine, çocuklarımızın geleceğine katkı sunacak şeylere kamu yararı deniliyordu. Şimdi maden şirketlerinin çıkarına kamu yararı kılıfını uydurmaya çalışıyorlar. Buna uyanık olmak lazım. Buna karşı çıkmak lazım. Ruhsat vermeyi kolaylaştıracak bir yol ve yöntem bulmak istiyorlar. Buradan Erdoğan’a sesleniyorum. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan bari Murat Kurum’u da al, zaten bir şey yaptığını görmedik, duymadık. Onu al Bakanlığı Mehmet Cengiz’e ver, aradaki aracılar da kalksın, kendi kendine ruhsat alsın ruhsatını imzalasın. Biz de siz de kurtulalım, bu bürokrasi ortadan kalksın.

Biraz önce halkımızın feryat figanını duyduk. Diyorlar ki ÇED raporu alıyoruz, ÇED raporları da aynen TÜİK raporları gibidir, TÜİK sonuçları ne ise ÇED raporları da odur. ÇED raporlarını hazırlayanlar siz daha iyi biliyorsunuz bağımsız kurum ve kuruluşlar değildir. Bu ruhsatı alacak firmalarla ortak çalışan, onlardan biraz rant elde edecek özel şirketlerin aldığı raporlara ÇED raporları diyorlar. Hatta bazen öyle pervasız olabiliyorlar ki kimi yerlerde ÇED raporlarına da gerek yok diyorlar. Sadece geleceğimize, demokrasimize değil dilimize, kültürümüze, inancımıza değil aynı zamanda doğamıza da müthiş bir el koyma, göz koyma, orayı ranta peşkeş çekme gibi bir durum var. Asıl trajikomik olan TOBB’un madencilik meclisi başkanı varmış. Bakın nasıl örgütleniyorlar. İbrahim Halil Kırşan ne diyor biliyor musunuz? “ÇED raporları sürecinde birçok kurumdan görüş alınıyor ve süre uzuyor, tek elden bir sistem geliştirilmeli” diyor.

Yani “Mehmet Cengiz’i Çevre ve Şehircilik Bakanı yapın, onun önündeki idari engelleri kaldırın, Mehmet Cengiz’e gidip ruhsatımızı alalım, askeri ve polisi getirip köylüler ve emekçilerle, çiftçilerle aramıza koyun, güzel güzel rantımızı alalım, daha sonra onlara büyük bir enkaz bırakıp işimize gücümüze bakalım” diyor. Sadece bununla da yetinmiyor Kırşan. “Maden arama faaliyetlerini de kamu yararına yapılan bir faaliyet olarak değerlendirelim” diyor. Sermaye rant elde edecek, doğayı tahrip edecek, enkaz bırakacak, adına da kamu yararı diyeceğiz. Bir de “onları dokunulmaz kılalım. Sermayeyi koruyacak yasalar çıkaralım” diyor. Nerede bireylerin rantı kamu yararı olmuş? İşte böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. İktidar böyle olursa TOBB Madencilik Meclisi Başkanı’nın söylemi de böyle olur. Zor bir süreçle karşı karşıyayız. Yani bunlar diyorlar ki “işimizi uzatmayın, kısa yoldan kısa sürede halledin, biz rantımıza bakalım”.

Balıkesir’e gelince anlatmaya gerek yok Madra Dağı bölgesi, Kaz Dağları, bütün ilçeler ve köyleri aynı durumdadır. Biraz önce Süheyla Doğan hocamızın burada dile getirdiği çok kıymetli düşünceleri vardı, ayrıca toplumu örgütlemek için böylesine fedakarca kendisini ortaya koyan, direnen, bu büyük büyük şirketlere ve onların hukuk kurumlarına karşı, bu iktidarın ekokırımcı anlayışına karşı bu bölgede insanları örgütleyen Süheyla Doğan hocamızı, buradaki aktivistleri selamlıyorum, başarılar diliyorum. Birlikte olacağız. Burayı gözlerine kestirmişler İzmir’i dünyanın çöp merkezi haline getirdiler. Aliağa nükleer atıkların merkezi haline getirildi. Dünyada hiçbir yerde parçalanmayan gemiler Bangladeş, Pakistan, Hindistan’dan Türkiye’ye geliyor. Orası nükleer atık çöplerin ayrıştırıldığı, çevrenin kirletildiği bir alan haline geldi.

O yetmiyor şimdi sıra Balıkesir’de. Balıkesir’i tamamen madene ve sermayeye açmaya çalışıyorlar. Bakın 155 şirket Balıkesir bölgesinde 279 ruhsat almış, 279 ruhsat. Bazı şirketler LİMAK gibi Siirt’te olduğu gibi Kürt coğrafyasını da tahrip ediyor. 155 şirket 279 ruhsat almış. 279 ruhsat 279 alanın videoda da gösterildiği tahrip edilmesi, yok edilmesidir, canlılardan arındırılmasıdır, köylülerin ve çiftçilerin aşına, ekmeğine el konulması demektir. Bir kadın arkadaş ne güzel söyledi ”yahu biz hayvancılık yaparız, tarım yaparız, biz başka bir şey bilmeyiz, buraları enkaz haline getiriyorsunuz, insansızlaştırmaya çalışıyorsunuz, biz çöp mü karıştıralım, ne yapalım” dedi. Ne yapsın gerçekten? Hayvancılık, tarım, meyve, sebze ile uğraşan bir ailemiz nereye gitsin, ne yapsın? Bu kimsenin umrunda değil, iktidarın hiç umrunda değil.

O zaman bu iktidarın da bizim umurumuzda olmaması lazım. Umurumuzda olmayan, bizi uçuruma sürükleyen, Türkiye’yi yıkımın eşiğine getiren bu iktidardan kurtulalım. İl eş başkanımız Songül başkan söyledi ekoloji mücadelesini demokrasi mücadelesinden, özgürlük mücadelesini adalet mücadelesinden bağımsız göremeyiz. Biz kendi cephemizde çok önemli örgütlenmeler, çabalar içerisinde olabiliriz ama tek başımıza, bir arada ve birlikte bir mücadele vermediğimiz müddetçe bir anlamı kalmıyor. Usta, gerçekten yol ve yöntemleriyle dünyayı şaşırtacak baskı politikalarıyla, Mussolini ve bilmem kimlere taş çıkaracak bir sistemle karşı karşıyayız.

Dolayısıyla bütün Balıkesir’in bütün ilçeleri aynı durumda, Kaz Dağları altın madenciliğin adeta merkezi haline getirildi. Birkaç yabancı ve yerli firma var. Yabancı yerli farketmez buradaki amaç ranttır. Bu firmalar o kadar pervasız ki, kapitalist sistemi tanımlarken söylüyorduk ya en az maliyetle, en düşük maliyetle en yüksek rantı elde etme, suyunu çıkarma diyorlar ya öyle çalışıyor. Kaz Dağları’ndaki altın madenciliği kesinlikle orta vadede burada doğayı ve yaşamı bitirecek, nefes almasını engelleyecek, bizim sağlığımızı etkileyecek bir noktada duruyor. Tahrip ediyorlar, zehir saçıyorlar, yüksek kar elde etmek için büyük enkazlar bırakıyorlar sonra çekip gidiyorlar.

Bakın bir maden ocağındaki bir işçi bir ara şöyle diyordu, yerin altında çalışan ve üreten biz, emek veren biz, sefasını süren sermaye. Şimdi doğa bizim, tarla bizim. Atalarımız yüzyıllardır o topraklarda yaşıyor, geçimini sağlıyor. Bir anda Ankara’da bir merkezden hiç tanımadığımız bir rantçı firmaya ruhsat veriliyor, geliyor burada suyun önünü kesip bilmem HES yapacam, JES yapacam, maden arayacağım diyor. Devlet zoruyla birlikte yapıyor da kimi yerlerde engelledik ama değerli arkadaşlar bizim olan, geleceğimiz olan, geçimimiz olan nefes aldığımız bu coğrafyayı bunlardan korumak gibi sorumluluğumuz var. Duyarlı olmamız, birikimli olmamız tek başına yetmiyor.

Cudi’de yanan ağaçla Kaz Dağları’nda maden için kesilen ağacı eşit gören, Gabar’da kesilen ormanlarla Madra Dağları’nda kesilen ormanı ya da ağacı kardeş gören, oraya da buraya da itiraz eden, itirazını sermaye ve sisteme karşı güçlü bir şekilde söyleyen bir mantıkla bunları önleyebiliriz. Kaz Dağları ve Madra bölgesinde bir direniş de var, biz de takip ediyoruz. Emin olun gıptayla sizlere bakıyoruz. Bu direniş büyümelidir. Bu direniş için bize düşen görev ve sorumlulukları yerine getireceğimizi belirtmek istiyorum. Bu kıymetli mücadeleyi veren arkadaşları selamlıyorum. Çok kolay değil buralarda direnmek, bu politikalara durmak.

Bu büyük firmalar karşısında ruhsatlarını iptal ettirmeye çalışmak ya da daha uygun koşullarda eğer önlenemiyorsa rant elde etmesi için mücadele etmek kıymetlidir. Emin olun sizin vermiş olduğunuz direniş olmasaydı Erzincan İliç’de yaşanan felaketlerin çoğu burada fazlasıyla yaşanabilirdi. Onun için kıymetli ve değerli bir mücadele yürütüyorsunuz. İzliyoruz, birlikteyiz. Yaptığınız her şeyi yakından takip ediyoruz. Elimizden geldikçe katkı sunuyoruz. Önümüzdeki günlerde de Ekmek ve Adalet Buluşmaları çerçevesinde sizlerle birlikte olacağız, birlikte mücadele edeceğiz. Şırnak’taki, Siirt’teki ormanla, ağaçla Kaz Dağları’ndaki, Hopa’daki nehri kardeşleştirmek, birlikte bir duyarlılık ortaya çıkarmak gibi siyasetin bir sorumluluğu var.

Siyaset, emekliler mitingi yapıp hadi eyvallah deyip New York’a  gidip rüşvetle yapılan bir konuk evinde konaklamak değildir. Siyaset başka bir şeydir. Siyasetin ilkeleri var. Siyasetin ilkesinde sermayenin sınırsız rantına karşı durmak var. New York’a binayı yapan iktidarla burada Limak’a, sermayeye, holdinglere alan açan akıl aynıdır, değişmiyor. Yurtdışına çıkınca bu iktidar gerçeği değişmiyor, aynı iktidardır. Yurtdışında övdüğümüz, lehine konuştuğumuz iktidarı burada eleştirirsek kimse bize inanmaz. İnsanların umutlarını boşa çıkarmış oluruz. Yerel seçimlerde kazanmış olduğumuz o havayı kaybederiz. İktidar iktidardır. Moskova’da da, Berlin’de de, Hewlêr’de de, Süleymaniye’de de olsak bu iktidar gerçekliği değişmez.

Onun için buna karşı durmak gibi bir sorumluluğumuz var.  Bu salon bu işleri benden çok daha iyi biliyor. Kirli bir oyun sahneleniyor ve bu kirliliğin farkındayız. Bize düşen yakınmak değil, mücadeleyi büyütmektir. Yakınırsak bir biçimiyle hallediyorlar. Birlikte durmak gerekiyor. Bizler bunları geçmişten beri yaşadık. Önce canımıza kıydılar ki hala kıymaya devam ediyorlar. Şimdi buralardaki doğa kıyımını artık sürekli hale getirdiler. Eskiden Kürt illerinden buraya her şey ihraç edilirdi. Şimdi bu doğa kırım buradan oraya ihraç ediliyor. Bu sefer tersten başladılar. Doğamıza kast edenlere karşı daha güçlü olmalıyız. Bu işi bilenler susmamalı, durmamalı. Bu kirliliğin farkında olanlar örgütlemeli, anlatmalıdır.

Biraz önce Burhaniye’de kaldığımız yerdeki sahili gördüm. İnsanlar girmekten çekiniyor. Bütün atıklar oraya akıyor. Bilenler büyük bir sorumluluk altındadır. Ya bilmeyecektik ya da öğrendiysek bunun gereklerini yerine getirmek lazım. En büyük acıyı, en büyük yükü, en büyük bedeli bilenler veriyor. Onun için bu salon bilenlerle dolu. Bu kırım karşısında sadece durmak değil, bunun farkında olmayanları uyarmak, karşı zemine çekmek, karşı zemini büyütmek gibi bir sorumluluğumuz var. Savaş sadece top ve tüfek değildir. Ağaç kırımı da bir kıyım değil mi?

Kaz Dağları’nın madenciliğe açılması, oksijen aldığımız havanın, nefes borularımızın madenciliğe açılması bir savaş değil mi? Buradaki çiftçi arkadaşlarımızın, kadın yoldaşlarımızın dile getirdiği sorunlar bir savaş değil mi? Dolayısıyla bize bir savaş açmışlar, bu savaşa karşı güçlü durmak lazım. En son Reşit yoldaşımıza yapılan saldırının bir benzeri yakın zamanda Diyarbakır’da yapıldı. Kulp’un Alpçetin köyü var, kollukla beraber oraya gittiler, bir maden şirketine verdiler, maden şirketi geldi. Başka yerlerde kolluk bulamıyorlar, kadınlar katledilirken kolluk yok, güvenlik yok, Narin cinayeti bir ayı geçti hakikat ortada yok, devletin örgütlü olduğu küçük bir yer ama Kulp Alpçetin köyüne bakıyoruz maşallah kolluk jandarma herkes orada.

Mesele sermayenin rantı olunca devletin bütün kolluk gücü, yer yer yargısı ordadır. Ama mesele kadınlar, çocuklar, istismar, ölüm, yolsuzluk, hırsızlık olunca maalesef kolluğunu, yargısını bulamıyoruz. Bu iktidarın aslında ne olduğu bu fotoğraflarla çok net bir şekilde ortaya çıkar. Reşit’i katledenler gibi Kulp’takilere de silah çektiler. Orada yapınca burada niye yapmasın, arkasında bir iktidar gücü var. Kim bilir belki Reşit yoldaşımız suçlu gösterilecek. Ekili alan olan her yerde şimdi GES yapıyorlar, GES verimli topraklara yapılmaz. Uygun bir mekan varsa yapılır ama bunlar hiçbir şeyin öncesini, arkasını, önünü düşünmezler o an orada elde edecekleri rantı düşünüyorlar.

Kusura bakmayın aslında sonuna kadar burada kalmayı düşünüyordum. O kadar hızlı gelişiyor ki her şey. Ortadoğu’daki gelişmelerden kaynaklı hem DEM Parti hem de DBP milletvekili grubunu topladık. Meclis de açılıyor, yeni bir dönem başlıyor. Daha güçlü bir direniş ve mücadele ortaya koymanın hattını birlikte tartışacağız. Yoksa akşam buradan karayoluyla ayrılacaktım. Ama milletvekili toplantımız devam ettiği için belki bir bölümüne yetişirim diye biraz öne almak zorunda kaldım.

Ama sizinle aynı duyguları taşıyorum, hissettiğiniz her şeyi hissediyorum. Burada konuşan arkadaşların söylediği her şeye katılıyorum, çok değerli ve kıymetli bir görüş birliği içerisindeyiz. Başörtülü annelerin, kadın yoldaşlarımızın böylesine direnişçi, toprağına, doğasına sahip çıkması bunca kötülük karşısında bizlere umut veriyor. Bu çok önemlidir. Direniş en kırsalda, işin en kenarında durduğunu düşündüğünüz yerlerden geliyor. Demek ki artık mızrak çuvala sığmıyor, halklarımız uyandı, emekçiler uyandı. Tek bir eksikliğimiz var, o da bütün bunları bir araya getirip ortak bir mücadele yürütmektir. DEM Parti bunun için var. Ekmek ve Adalet Buluşmaları bunun için var.

Kürdün çığlığı ile Kaz Dağları’ndaki kardeşlerimizin çığlığını bir araya getirebilirsek daha yüksek bir ses çıkaracağımıza inanıyorum. Bu sesin de birçok kötülüğü değiştireceğine inanıyorum. Onlar doğanın nefesini kesmeye çalışıyorlar, Kürdün, Alevinin, emekçinin, direnen kadının nefesini kesmek istiyorlar. Mücadelemizle bu iktidarın zulüm politikalarının, rantın, sermayenin nefesini keseceğimize olan inançla tek tek hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Emeği geçen Balıkesir il örgütümüze, Burhaniye ilçe örgütümüze, komisyonda yer alan bütün arkadaşlarımıza bir kez daha huzurunuzda teşekkür ediyorum. Hepimize kolay gelsin, başaracağımıza olan inancımı koruyorum.

Paylaşın

Mokova’dan Ankara’ya S-400 Uyarısı

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye’nin S-400 sistemlerini başka ülkelere, özellikle Amerikan F-35 uçakları karşılığında satma ihtimalinin bulunduğunu, bu tür bir satışın “Rusya’nın rızası olmadan mümkün olmayacağını” ifade etti.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye’nin, Rusya’dan tedarik ettiği S-400 hava savunma sistemlerine ilişkin açıklamalarda bulundu.

Cumhuriyet’in aktardığına göre; Lavrov, silah tedarik sözleşmesinin bir parçası olan son kullanıcı sertifikasının varlığının, Türkiye’nin, Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemlerini Moskova’nın rızası olmadan başka ülkelere satmasına veya devretmesine imkân bırakmadığını söyledi.

Sergey Lavrov, “Silah sözleşmeleri son kullanıcı sertifikası paragrafını içeriyor. Son kullanıcı olarak bu silahları alan ülkeden bahseden böyle bir sertifika kapsamında teslim edilen ürünlerle başka bir şey yapmak için, bu silahları satan ülkenin rızasına ihtiyaç vardır” dedi.

Diğer tüm açılardan Ankara’nın Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri satın almasıyla ilgili olarak “yorum yapacak bir şey olmadığını” belirten Lavrov, şunları kaydetti:

“Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan deneyimli bir devlet adamı. Her konuda halkının ve ülkesinin çıkarları doğrultusunda karar verir.”

Ne olmuştu?

Yunan Kathimerini Gazetesi’nin iddiasına göre, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemlerini devre dışı bırakması karşılığında, ABD’nin Türkiye’yi F-35 savaş uçakları programına geri alabileceği öne sürüldü.

MSB yetkilileri, bu tür haberlerin üçüncü ülkeler tarafından yapıldığını ve algı oluşturmayı amaçladığını belirterek, “Gerek S-400 gerekse F-35 konusunda Türkiye’nin ve ABD’nin tutumunda herhangi bir değişiklik söz konusu değildir” ifadelerini kullandı.

2019’da Rusya’dan alınan S-400 füze savunma sistemi nedeniyle ABD, Türkiye’yi F-35 programından çıkarmıştı ve CAATSA yaptırımlarını uygulamaya başlamıştı.

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan “Erken Seçim” Açıklaması: Hazırız

Erken seçim tartışmalarına ilişkin değerlendirmede bulunan Tülay Hatimoğulları, “DEM Parti olası bir erken seçime en hazır olan partilerinden biridir. Çünkü bizim açımızdan siyaset seçimden seçime olan bir şey değil. Biz seçimler bittikten sonra eşbaşkanlarımız, merkez yönetim kurulumuz, parti meclisimiz, partimiz sürekli alanlardaydık.” dedi ve ekledi:

“‘Seçim bitti biraz da evimizde oturalım’ demedik. DEM Parti’nin temsil ettiği siyasal gelenek sürekli halkın içinde, işçilerle, emekçilerle, kadınlarla, Türkiye’de nerede sorun yaşanıyorsa orada her daim orada olan bir parti. Biz dolayısıyla seçimler konusunda idmanlı olduğumuzu söyleyebilirim. Yaz boyunca da ‘Ekmek ve Adalet’ kampanyası kapsamında sürekli halkımızla birlikteydik. Dolayısıyla biz gerek örgüt olarak, gerekse yerellerimiz, il-ilçe örgütlerimiz, genel merkezimizle birlikte bu konuda en hazırlıklı partiyiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Artı Gerçek’ten Sinan Şahin‘e gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Tülay Hatimoğulları, Emek ve Özgürlük İttifakı’na ilişkin yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı: “Seçimlerde biz çok önemli bir adım attık ve bir ittifak oluşumu sürecine girmiştik. Bu ittifaklardaki temel amacımız bir seçim ittifakı kurmak değildi. Tesadüfen seçimlerin öncesine denk geldi. Bizim amacımız bir mücadele ittifakı kurmak. Nerden kaynaklandı bu ihtiyaç? Türkiye’nin içinden geçtiği süreç, Türkiye’de özgürlüklere dönük saldırılar katlanarak arttı.

Şunu belirtmeliyim, AKP öncesi dönem güllük gülistanlık değildi. O dönem de çok büyük baskılar söz konusuydu. Ancak AKP iktidarı döneminde gerçekleşen rejimle birlikte rejim daha da otoriterleşti ve daha da faşistleşti. Bu rejime karşı bütün dünya deneyimlerine baktığımız zaman faşizme ve otoriter rejimlere karşı birleşik demokratik mücadelelerin kazandığını gördük. Toplum birleşik ve demokratik bir zeminde örgütlenirse bir başarı elde edebileceğini dünya deneyimlerine bakarak gördük. Bu nedenle bu ülkede artan bu otoriterleşen ve faşistleşen bu rejime karşı biz birleşik demokratik bir cephenin Türkiye’de kurulması gerektiğine canı gönülden inanan, bunun içinde çok emek veren bir partiyiz.”

“Erken seçim acildir, ihtiyaçtır, elzemdir”

Erken seçim tartışmalarına ilişkin de değinen Hatimoğulları, “DEM Parti olası bir erken seçime en hazır olan partilerinden biridir. Çünkü bizim açımızdan siyaset seçimden seçime olan bir şey değil. Biz seçimler bittikten sonra eşbaşkanlarımız, merkez yönetim kurulumuz, parti meclisimiz, partimiz sürekli alanlardaydık.” dedi ve ekledi:

“‘Seçim bitti biraz da evimizde oturalım’ demedik. DEM Parti’nin temsil ettiği siyasal gelenek sürekli halkın içinde, işçilerle, emekçilerle, kadınlarla, Türkiye’de nerede sorun yaşanıyorsa orada her daim orada olan bir parti. Biz dolayısıyla seçimler konusunda idmanlı olduğumuzu söyleyebilirim. Yaz boyunca da ‘Ekmek ve Adalet’ kampanyası kapsamında sürekli halkımızla birlikteydik. Dolayısıyla biz gerek örgüt olarak, gerekse yerellerimiz, il-ilçe örgütlerimiz, genel merkezimizle birlikte bu konuda en hazırlıklı partiyiz.

Erken seçim olmalıdır bu ülkede. Erken seçim acildir, ihtiyaçtır, elzemdir. Erken seçim talebinde bulunurken, detay gibi gözüken ama çok önemli olan şu noktaya dikkat çekmek istiyorum; 2023’te muhalefet, toplumsal isyanı ve demokratik zemindeki haykırışları, bir bakıma bastıran bir yöntem izledi. Neydi bu yöntem; ‘bütün çözüm sandıktadır’ gibi bir umut oluşturdu. Şunu söylemiş oldu işçiye, emekçiye, domatesini döken domates üreticisine, biber üreticisine, çay üreticisinin yaptığı eylemlere, itirazlara şöyle yanıt vermiş oldu: ‘Hele siz bir oturun evinizde. Biz bu iktidarı gönderelim ve her şey güzel olacak.’

Ama 2023 seçimleri bize bir kez daha böyle olmadığını gösterdi. Biz o zaman da söylüyorduk; bütün umutları sadece sandığa bağlamak bu ülkede bu ülkede bir değişim ve dönüşümü sağlamaz. O nedenle biz erken seçim talep ederken az önce söylediğim birleşik demokratik zeminlerin aynı anda güçlendirilmesi gerekiyor ve bu işlerin paralel yürütülmesi gerekiyor. Bütün umudu sandığa bağlarsak o sandıktan muhalefet başarılı çıkamaz.”

Tülay Hatimoğulları’nın açıklamalarının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

“Osman Kavala Dosyası”nda Yeni Gelişme: Adalet Bakanlığı’na Gidecek

“Gezi Parkı Davası” kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan iş insanı Osman Kavala’nın dosyasında yeni gelişme yaşandı. Kavala için yapılan ‘kanun yararına bozma’ başvurusunu reddeden mahkeme dosyanın Adalet Bakanlığı’na gönderilmesine karar verdi.

Gezi Davası hükümlüsü, iş insanı Osman Kavala avukatlarından Hilal Zengin, Kavala’nın yeniden yargılanma kararının reddedilmesine dair Adalet Bakanlığı’nın incelemesi amacıyla yaptığı ‘kanun yararına bozma’ talebi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ‘karar verilmesine yer olmadığı’ gerekçesiyle reddedildi.

Avukat Zengin, kanun yararına bozma yetkisinin Adalet Bakanlığı’na ait olduğunu belirterek 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını 15 Eylül’de İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne taşıdı. İtiraz başvurusunu inceleyen üst mahkeme 25 Eylül’de kararını açıkladı. Başvuruyu haklı bulan 14. Ağır Ceza Mahkemesi son kararı Adalet Bakanlığı’nın vermesi gerektiğine işaret ederek söz konusu dosyanın, bakanlığa gönderilmesi talebiyle yeniden 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne iletilmesine karar verdi.

Mahkemenin kararında şöyle denildi: “İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/08/2024 tarihli, karar verilmesine yer olmadığına dair kararıyla ilgili hükümlü müdafii tarafından yapılan 15/09/2024 tarihli itirazla ilgili karar verilmesine yer olmadığına, gereğinin takdir ve ifası için hükümlü müdafi tarafından verilen dilekçenin Adalet Bakanlığı’na gönderilmesi yönünde usulü işlem yapılmak üzere dosyanın ve kararın gereği için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine…”

Ne olmuştu?

Gezi Parkı Davası kapsamında tutuklu yargılanan iş insanı Osman Kavala 25 Nisan 2022 yılında “Türkiye Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. Kavala’nın cezası 28 Eylül 2023’te Yargıtay 3. Ceza Dairesi, tarafından onandı.

Osman Kavala’nın avukatı Hilal Zengin, ‘olağanüstü temyiz’ olarak bilinen kanun yararına bozma talebinde bulundu. Bu talep, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilerek 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne itirazda bulunuldu. Avukat Zengin’in son olarak 30 Nisan’da mahkemeye sunduğu dilekçe kabul edilmiş ve dosyalar Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne gönderildi. Bakanlık, yeniden yargılama yapılması için kanun yararına bozma yoluna gidilmediğine karar vererek, Osman Kavala’nın olağanüstü temyiz talebini reddetmişti.

Hilal Zengin, müvekkili için temmuz ayında üçüncü kez yeniden yargılama talebinde bulunarak Gezi yargılamasının karar heyetinde yer alan başkan ve üyelerin yeniden yargılama talebine bakacak mahkeme heyetinde yer almaması talebinde bulundu. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 9 Mayıs’ta bu talebi kabul etti ve yeni bir heyet oluşturulmasına karar verdi.

Bu karara göre ilk yargılamayı yapan ve ceza kararlarının altında imzası bulunan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üyelerinden Mesut Özdemir ile daha önce AK Parti’den Samsun’dan milletvekili aday adayı olduğu ortaya çıkan Murat Bircan, yeni başvuruyu inceleyecek olan heyetten çıkartıldı. 24. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Şenol Kartal, başkan olarak görevlendirildi. Başvuruyu değerlendiren yeni heyet de ret kararı verdi.

Kavala’nın avukatı Adalet Bakanlığı’na gönderilmek üzere bir kez daha 8 Temmuz’da 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne ‘kanun yararına bozma’ için başvuru yaptı. Ağustos ayında başvuruya yanıt veren mahkeme, itirazı reddederek kanun yararına bozma yoluna gidilmesine yer olmadığına karar verdi ve talebi Adalet Bakanlığı’na iletmedi.

Yılmaz Tunç ne dedi?

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Delegasyonu Başkanı ve AK Parti Ankara Milletvekili Tuğrul Türkeş’in, cezaevindeki Osman Kavala’yı ziyaret etmek istediği yönündeki Gazete Duvar’a yaptığı açıklamayla ilgili konuşmuştu.

Tunç, Osman Kavala’nın ‘yeniden yargılanma’ başvurusu sürecine dair, “Yeniden yargılamayla ilgili 13. Ağır Ceza Mahkemesi yeniden yargılama talebini reddetmişti. 14. Ağır Ceza Mahkemesi de itirazı reddetti. Sonrasında kanun yararına bozma dilekçesiyle Adalet Bakanlığı’na başvuruldu. Tabii burada yeniden yargılamayla ilgili sebep olarak ‘hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs’ suçu bakımından, parlamenter sistem hükümet döneminde işlenen bir suç. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiştir. O nedenle suçun mağduru değişmiştir gibi bir gerekçe sunuldu” dedi.

Paylaşın

“Almanya Binlerce Türkiye Vatandaşını Sınır Dışı Edecek” İddiası

Almanya ile Türkiye arasında aylardır süren müzakerelerin ardından, Almanya’da kalma hakkı bulunmayan yüzlerce Türkiye vatandaşının kademeli olarak Türkiye’ye geri gönderilmesinde mutabık kalındığı iddia edildi.

Almanya ile Türkiye arasındaki anlaşmaya göre, Türkiye Almanya’dan her hafta 500 Türk vatandaşını geri kabul edecek.

Alman basınında, Almanya’daki yüzlerce Türk vatandaşının Türkiye’ye geri gönderilmesi konusunda Berlin ile Ankara arasında anlaşmaya varıldığı iddia edildi.

Frankfurter Allgemeine Zeitung’da (FAZ) yer alan habere göre, iki ülke arasında aylardır süren müzakerelerin ardından, Almanya’da kalma hakkı bulunmayan yüzlerce Türk vatandaşının kademeli olarak Türkiye’ye geri gönderilmesinde mutabık kalındı. Varıldığı belirtilen anlaşmaya göre, Türkiye Almanya’dan her hafta 500 Türk vatandaşını geri kabul edecek.

Gazetenin Alman hükümet çevrelerinden edindiği bilgilere dayandırdığı haberine göre, ilk etapta 200 Türk vatandaşı, Almanya’nın çeşitli havalimanlarından tarifeli uçuşlarla Türkiye’ye gönderilecek. Gazeteye konuşan kaynaklar, bunun Almanya’da iltica başvurusu yapmış ve başvurusu reddedilmiş olan Türklerin sınır dışı edilmesi sürecinin başlangıcı olduğunu söyledi.

Hükümetler arasında geçen aylarda yapılan görüşmelerde Türkiye’nin, söz konuşu kişileri, özel bir uçağın kiralanıp işletilmesi anlamına gelen, tarifesiz “charter” uçuşlar ile geri kabul etmeyi reddettiği, ancak varılan anlaşmayla bu konuda bir formül üzerinde uzlaşıldığı belirtildi. Türkiye’nin, bir uçak dolusu sığınmacının geri gönderilmesini mümkün kılacak bu yöntemle olası bir imaj zedelenmesinden kaçınmak istediğini aktaran FAZ, Ankara’nın, söz konusu uçuşlara “charter” yerine “özel uçuş” adı verildiği takdirde gelecekte bu yöntemle de Türk vatandaşlarını kabul edebileceğini yazdı.

Resmi verilere göre, 2023 yılı sonu itibarıyla, Almanya’da oturma izni olmayan 13 bin 500’ü aşkın Türk vatandaşının ülkeyi terk etmesi gerekiyordu. Bunun karşısında 2023 yılında toplam 871 Türk vatandaşı sınır dışı edilmişti. 13 bin 500 kişinin yaklaşık 10 bin kişilik kısmının, “Müsamaha Belgesi” denilen, başvurusu reddedilen kişinin geçici olarak ülkede kalmasına olanak sağlayan belgeye sahip olduğu belirtiliyor. Bu kişilerin yüzde 25’lik kısmına Müsamaha Belgesi verilmesinin nedeni ise, kimlik ve seyahat belgesi eksikliğiydi.

FAZ’ın haberine göre, şimdi bu durum değişiyor. Almanya’nın kısa süre önce Türkiye’ye 200 isimden oluşan bir liste gönderdiğini yazan gazete, Türkiye’nin de bu kişileri geri kabul edeceğini teyit ettiğini iddia etti. Bunun ardından söz konusu listede adı geçen isimlerin belgelerinin, Almanya’nın çeşitli yerlerindeki yabancılar büroları ve Türk konsolosluklarının iş birliği içerisinde tamamlandığı veya yenilendiği belirtildi. Türkiye’nin Almanya’ya, konsolosluklarla Alman makamları arasındaki iş birliğinin “tamamen sorunsuz” biçimde sürdürüleceğini taahhüt ettiği öne sürüldü.

FAZ’ın haberinde, Türkiye’nin söz konusu kişileri geri kabul etmesi karşılığında, resmiyette “şaşırtıcı biçimde az” kazanım elde ettiği ifade edildi. Türk temsilcilerin, Alman temsilciler ile müzakerelerinde, nihai hedeflerinin vize serbestisi olduğunu ifade ettikleri belirtildi. Ancak Almanya, vize başvurularını değerlendirme sürecini hızlandırma konusunda çaba sarf edeceğini taahhüt etmekle yetindi.

Almanya’da iltica başvurusu yapan Türk vatandaşlarının sayısı, son yıllarda yükselişte. 2023 yılında başvuru yapanların sayısı, 2022 yılına göre yüzde 150 arttı. Türkiye, vatandaşları Almanya’da iltica başvurusu yapan ülkeler arasında Suriye’nin ardından ikinci sıraya yükselmişti. Son dönemde başvuru yapanların sayısının düşüşe geçmesiyle birlikte, Türkiye Afganistan’ın ardından üçüncü sıraya geriledi.

Ağustos ayı sonunda Solingen’de düzenlenen terör saldırısı ve aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) ay başında Thüringen ve Saksonya ve geçen hafta sonunda Brandenburg eyalet seçimlerinde elde ettiği başarılarla birlikte, son dönemde Almanya’da göç tartışması kızışmış bulunuyor. Hükümet üzerindeki baskının artmasıyla, Almanya, 16 Eylül tarihinde sınır kontrollerine başlamıştı. İçişleri Bakanlığı, söz konusu tartışmalı uygulamayı, “düzensiz göçü sınırlandırmak” ve “iç güvenliği korumak” hedefleriyle gerekçelendiriyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Erdoğan’dan BM Mesajı: Daimi Üye Olmanın Gayretindeyiz

Cuma namazının ardından açıklamalarda bulunan Erdoğan, “(BM) Türkiye olarak daimi üye olmanın gayretindeyiz ama şu ana kadar aldığımız bir netice yok. Daimi üyelerin de bizleri daimi üye yapma gibi hesapları yok” dedi.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Üsküdar’daki Hz. Ali Camisi’nde kıldığı cuma namazı sonrası açıklamalarda bulundu.

Erdoğan, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’e daimi üye olma gayreti içinde olduğunu söyleyerek, “Ama şu ana kadar aldığımız bir netice yok ve daimi üyelerin de bizleri daimi üye yapma gibi bir hesapları yok” dedi.

BM Genel Kurulu’na katıldığı ABD temaslarını tamamlayarak dün Türkiye’ye dönen Erdoğan, İstanbul’da Cuma namazı sonrası yaptığı açıklamada Birleşmiş Milletler’in yapısını eleştirdi.

BM’ye üye 15 geçici üyenin karar alma mekanizmasının bir etkisinin olmadığını belirten Erdoğan şöyle konuştu:

“Beş daimi üye dünyayı adeta yöneten, idare eden ülkeler konumunda. Dolayısıyla şu anda Japonya, Türkiye, Almanya gibi üyeler her ne kadar daimi üye olma teşebbüsü varsa da şu an itibariyle daimi üye olamadıkları için herhangi bir tesirleri de söz konusu değil. Şu anda Türkiye olarak daimi üye olma gayreti içindeyiz. Ama şu ana kadar aldığımız bir netice yok ve daimi üyelerin de bizleri daimi üye yapma gibi bir hesapları yok.”

Erdoğan konuşmalarında, sıklıkla BM’nin yapısını eleştiriyor. Cumhurbaşkanı son olarak önceki gün New York’ta gazetecilere yaptığı açıklamada, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’na katılmasını “utanç vesilesi” olarak tanımlamıştı. Erdoğan daha önce de BM’nin beş daimi üyesine göndermede bulunarak “dünya beşten büyüktür” diye seslenmişti.

BM’nin beş daimi üyesi arasında Çin, Fransa, Rusya, İngiltere ve ABD bulunuyor.

Erdoğan’a New York’ta Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’le görüşmesi ve iki ülke arasındaki Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey toplantısının ne zaman yapılacağı soruldu.

Toplantının gelecek yılın başında yapılmasının planlandığını ifade eden Erdoğan, hem toplantıyı hem de Ege’de son dönemde yaşanan sıkıntıları görüşmede ele aldıklarını kaydetti. Erdoğan, “Bu konuları Sayın Başbakan masaya yatıracağını, bu sorunu da çözeceğini bizlere ifade etti” dedi.

Yunan sahil güvenlik botlarının 20 Eylül’de Bodrum ve 23 Eylül’de Datça’da Türk karasularını ihlal ettiğine dair görüntüler kamuoyuna yansımıştı. Erdoğan ile Miçotakis’in bu haftaki görüşmesi öncesinde “karasularının ihlali” konusunda görüş beyan eden CHP’liler, gerek AK Parti hükümetinin gerekse İçişleri Bakanlığı’nın gereken tepkiyi vermediğini savunmuştu.

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’la görüşmesine ilişkin soru üzerine de Cumhurbaşkanı, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sıkıntıları görüştüklerini ifade etti. “Bu konularda Paşinyan’ın olumlu yaklaşım içerisinde olduğunu gördüm” diyen Erdoğan, benzer yaklaşımlarla Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunların çözülmesini umduğunu dile getirdi.

Paylaşın

AK Parti’de “Ekrem İmamoğlu” Çatlağı

Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak verilmesinin yolunu açacak olan “Ahmak Davası”, AK Parti’de iki farklı görüşe neden oldu. Bir grup “siyasi yasak gerek” derken diğer taraf ceza almasının kendisini daha da güçlendireceği yorumunu yapıyor.

Dava, son iki yıldır Türkiye’de “Temyiz Mahkemesi” olarak da kabul edilen Yargıtay’ın bir alt basamağı İstinaf Mahkemesi’nde görülmeye devam ediyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem imamoğlu, 2019 yılında yenilenen belediye seçimlerinde dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır” karşılığını verince yargı kıskacı altına girdi. İmamoğlu ile ilgili karar ise istinaf mahkemesi aşamasında. İmamoğlu’na siyasi yasak getirileceğine yönelik tartışmalar son dönemde AK Parti’de iki farklı görüşü ortaya koydu.

Cumhuriyet’ten Selda Güneysu’nun haberine göre; AK Parti’de bazı kurmaylar, “istinaf mahkemesinin İmamoğlu ile ilgili kararı onaması durumunda, İmamoğlu’nun siyasi aktör olarak daha da güçleneceği” değerlendirmelerini yapıyor.

Ayrıca partiden “Halk arasında ‘mağdur’ ve ‘İktidar tarafından engelleniyor’ algısı oluşabilir. Bu durumdan parti sorumlu tutulabilir. Ülke üzerinde yargının ‘bağımsız olmadığı’ değerlendirmeleri de kamuoyu önünde muhalefet cephesince tartıştırılır. Ülkenin bu tartışmaların içine çekilmemesi gerek. Bu nedenle İmamoğlu’na siyasi yasak gelmemeli” yorumları da geliyor.

AK Parti’de bazı kurmaylar ise bu görüşün tam tersini savunuyor. İmamoğlu’nun 2019 yılından bu yana “bir belediye başkanı gibi değil, ülkenin cumhurbaşkanı gibi davrandığı” da ileri sürülüyor. İmamoğlu’nun asıl hedefinin “2028 yılındaki cumhurbaşkanı seçimleri olduğu” ifade edilerek şu görüşler dillendiriliyor:

“İmamoğlu cumhurbaşkanı seçilmeyi hedefliyor. Yaptığı ziyaretlerde vatandaşları yanına topluyor. Vatandaşa üstü kapalı ‘Ben de buradayım’ mesajı veriyor. Yerel yönetimden çok iktidara yönelik ‘partisinin genel başkanı gibi yanıt veriyor.’ 2019 yılında da kamu görevlilerine hakaret ediyor. İstanbul’da pek çok sorun olmasına karşın ekranlarda iktidar üzerinden politika yürütüyor.

Bu yönüyle vatandaşların bir kısmından destek görüyor. Ancak bu durum söz konusu hakareti masum kılamaz. Bunun bir cezası olmalı. Kimse kamu görevlisine haraket etmemeli. Bununla birlikte İmamoğlu, 2028 yılındaki seçimlerde partisi tarafından aday gösterilebilir. Aday gösterilmese bile kendisi aday olmak isteyebilir. İmamoğlu’nun en başından beri hedefi bu.”

Siyasi yasak davası nedir?

Ekrem İmamoğlu, ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığına seçildiği 2019 yılının kasım ayında Fransa’nın Strazburg kentinde düzenlenen Avrupa Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’ne davetli olarak katılmış ve bir konuşma yapmıştı.

O dönem Türkiye İçişleri Bakanı olarak görev yapan AK Parti İstanbul Milletvekili Süleyman Soylu, İmamoğlu için “Avrupa Parlamentosu’na gidip, Türkiye’yi şikayet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek” demişti.

İmamoğlu ise Soylu’ya “31 Mart’ta seçimi iptal edenler ve dünyada, Avrupa’da, onların gözünde nereye düştüğümüz noktasında, o olan şeylere, biten şeylere baktığımızda, tam da işte 31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır. Önce ona bir odaklansın” cevabını vermişti.

Bunun üzerine Türkiye’deki seçimleri organize eden Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) üyeleri hakarete uğradıklarını ve mağdur olduklarını belirterek İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılı suç duyurusunda bulunmuştu.

Başsavcılığın hazırladığı iddianamede “kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı alenen hakaret” suçundan İmamoğlu’nun 1 yıl 3 ay 15 günden 4 yıl 1 aya kadar hapis cezasına çarptırılması istenmişti.

İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ilk ayağında Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve siyasi yasak cezası verilmişti. Dava, son iki yıldır Türkiye’de “Temyiz Mahkemesi” olarak da kabul edilen Yargıtay’ın bir alt basamağı İstinaf Mahkemesi’nde görülmeye devam ediyor.

Paylaşın

Erdoğan’dan “Yeni Anayasa” Açıklaması: İhtiyacımız Var

Yeni Anayasa tartışmalarına ilişkin değerlendirmede bulunan Erdoğan, “Bizim çok diri, yeni bir anayasa ile geleceğe yürümemiz lazım. Konuyu ilk 4 maddeye sıkıştırmadan, ‘Biz nasıl bir anayasa yapmalıyız?’ sorusuna odaklanmalıyız. Bizim Anayasa’nın ilk 4 maddesiyle herhangi bir sorunumuz söz konusu değil” dedi ve ekledi:

“Bütün bunlarla beraber Anayasa’nın satırları arasında dolaşan darbeci zihniyetle bizim problemimiz var. Ülkemizin gençlerinin geleceğini inşa edecek, onları dünya ile rekabete hazırlayacak vizyoner bir anayasaya bizim ihtiyacımız var. Biz bunu yapacağız. Zaten Cumhur İttifakı olarak Milliyetçi Hareket Partisi hazırlıklarını yaptı. Biz aynı şekilde hazırlıklarımızı yaptık. Bu hazırlıkları birbiriyle bütünleştirerek yolumuza inşallah devam edeceğiz. Güçlü bir anayasayı inşallah oluşturacağımıza inanıyorum.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD ziyareti sırasında Türkevi’nde, açıklamalarda bulunduğu gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Erdoğan, “7 Ekim’in yıl dönümüne çok az zaman kalmışken BM nezdinde İsrail’i engelleyecek somut bir adımın atılamamış olmasını, liderler düzeyinde ortak bir itirazın yükselmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? İsrail Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanırken Netanyahu buraya geliyor. Genel Kurul’a katılması, konuşma yapması bekleniyor. Bu çelişkiye yorumunuz ne olur?” sorusu üzerine, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Filistin’de soykırım yapmış bir suçlunun BM çatısı altında yer alabilmesi gerçekten bir utanç vesilesidir. Bu, vahşice katledilen bebeklerin, çocukların, annelerin, babaların BM görevlilerinin, gazetecilerin ve daha nicelerinin hatıralarına ihanettir. Dün, bizim BM Genel Kurulu konuşmamızın akabinde İsrail delegasyonunun tavırlarına dikkat ettiyseniz, çok garip bir tavır içindeydiler. Çünkü kendilerini savunacak hâlleri yok.

Duruşları zaten bunu gösteriyor. Bu nedenle biz herkesi tarihin doğru tarafında durmaya çağırdık ve çağırıyoruz. Mazlumla zalimi, katille maktulü ayıramayan ve her birine hak ettiği muameleyi yapamayan bir düzen, çürümeye yüz tutmuş demektir. BM Genel Kurulu ya o katile hak ettiği gibi davranır ya da bu utanç verici durum BM tarihine bir kara leke olarak geçer. Maalesef olacak olan da budur. İsrail, BM kararlarına zerre saygısı olmayan, BM’nin ilkelerini defalarca çiğnemiş bir devlettir. Böyle bir devlete gereken dersi yazılı ve görsel materyallerle vermek, inanıyorum ki en önemli görevdir.”

Erdoğan, “BM’nin reform yapması, yapısını değiştirmesi gerektiğini vurgulamıştınız. Aradan geçen 20 yılda Birleşmiş Milletlerin dünyanın adaletini ve barışını tesis edemediği bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Gelinen bu noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu üzerine, “BM, savaşları önleme misyonunu yerine getiremeyen, kimseye söz dinletemeyen, kendi görevlilerini dahi koruyamayan ve onları öldüren İsrail’den hesap soramayan bir pozisyondadır.” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile yaptığı görüşmede, kendisine kayıp rakamı verilince çok şaşırdığını, ciddi sayıda BM görevlisinin şu anda İsrail’in katliamlarına kurban gittiğini ifade etti.

Erdoğan, şöyle devam etti: “BM güçlünün haklı olduğu bir düzene bekçilik yapan bir yapıya dönüşmüş ve işlevselliğini yitirmiş durumdadır. Mevcut düzende BM Güvenlik Konseyinin dokunulmaz beş üyesi, istediğini acımasızca yapabiliyor. Zaten geçici üyelerin herhangi bir fonksiyonu yok. Konseye geçici üye olarak alınan devletler orada idare ediliyorlar. Peki, bu daimi üyeler nerelerden? Asya, Avrupa, Amerika… Dini noktada da dünyada Müslüman ülkelerin sayısı belli ama Müslüman ülkelerden hiçbiri daimi üyeler arasında yer almıyor.

Şimdi Afrika daimi üyelik istiyor. Peki, BM Güvenlik Konseyinde Afrikalıya yer var mı, yok. Japonya üyelik istiyor mu, istiyor. Peki, yer var mı, yok. Avrupa’dan Almanya istiyor. Almanya’ya da yer yok. Türkiye olarak biz de istiyoruz. Bize de yer yok. Niye? Türkiye olarak biz, Almanya, Japonya burada istediğini alamayan ülkeler konumunda. Biz haklı talebimize devam edeceğiz. Sayın Guterres de yaptığımız görüşmede bize hak verdi ama bu hakkı teslim etmek gibi bir güçleri, imkânları da yok.”

Erdoğan, “İsrail, Gazze’den sonra Lübnan’a da saldırmaya başladı. Bunu, İsrail’in aslında savaşı bölgeye yaymaya çalıştığına bir delalet olarak değerlendirdiniz. Bir de İran’ın İsrail’e vermek istediği cevap hakkının mahfuz olduğuna dair yaklaşımı var. Bunu da katarak olası bölgesel bir savaş durumunda Türkiye’nin pozisyonu nasıl olur, nasıl bir aksiyon alır ya da almaz?” sorusu üzerine, çok ciddi bir travma yaşandığını, bu travmada acıyı çeken maalesef Lübnan halkı olduğunu söyledi.

Lübnan’ın güneyindeki tahliyeleri izlediğini anlatan Erdoğan, şunları kaydetti: “Çok acımasız bir tablo var. Herkes at arabalarında ve çoluk çocuk bölgeyi boşaltıyorlar. Hakikaten canımız yanıyor. Bu kadar acımasız, bu kadar korkunç bir tabloyla bölgemiz karşı karşıya. Altı milyon nüfusu olan Lübnan’dan söz ediyoruz. Bu insanlar nereye, nasıl kaçacaklar? Oralarda nasıl yaşam sürdürecekler? Bunlar aç, açıkta, giyim kuşam yok araçlarında.

Battaniyeleri, neleri buldularsa onları, yanlarına alıp bölgeyi terk ediyorlar. Bu Lübnan, rahmetli Refik Hariri’nin döneminde bir başka Lübnan’dı. Çok daha zengindi, güçlüydü. Ama şu anda artık o Lübnan kalmadı. Lübnan’ın yeniden kendine gelmesi için onlara imkânlar sağlayacağız, bu durumu yeniden nasıl aslına dönüştüreceğiz onu düşüneceğiz. Temennimiz odur ki Lübnan bir an önce bu travmayı atlatsın. Televizyon yayınlarında izlediğim kadarıyla Lübnan’ın durumu çok kötü. Rabbim yâr ve yardımcıları olsun.

Diğer taraftan İsrail bir rüya görüyor, o rüyasını gerçekleştirmek için bölgemizdeki halkların yaşamlarını kâbusa çevirmeyi de göze almış gibi görünüyor. Zamanında Hitler de bir rüya görmüştü ve o da çeşitli milletlere mensup halklara kâbus yaşatmıştı. Neticede gördüklerinin bir rüya olduğunu net bir şekilde anladı. Er ya da geç günümüzün Hitleri Netanyahu da bu gerçekle yüz yüze gelecek. Herkesin bir planı var ama biz inanıyoruz ki Allah’ın da bir hesabı var.”

Temasları kapsamında Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile görüşmesi anımsatılarak, “Zelensky’nin daha önce olası bir barış konferansında aralarında Türkiye’nin de olduğu ülkelerle istişareler yapıldığını söylediğini biliyoruz. Ukrayna Barış Konferansı ile ilgili konu gündeme geldi mi? Eğer böyle bir durum olursa, olası bir barış konferansı Türkiye’de mi yapılacak?” sorusunu Erdoğan, şöyle yanıtladı:

“Biz bu konferansın içinde yer almaya hazır olduğumuzu söyledik. Bu konuda yine aynı şekilde gerek Dışişleri Bakanı Hakan Fidan gerek istihbarat teşkilatımız onlarla irtibat hâlinde olacaklar. Temennimiz odur ki bölgeye bu barışı getirebilme noktasında, Türkiye olarak biz bu işin bir yerinde yer alırız. Biz Ukrayna-Rusya savaşında adil bir barışı belki de en çok arzulayan ülkeyiz. Elimizi taşın altına koymaktan çekinmedik ve barış için çabalıyoruz. Bu savaşın diplomasi ve diyalog yoluyla sona ermesi mümkündür. Yeter ki sorunları bu yolla çözebileceğimize hem savaşan taraflar hem de diğer aktörler inansın. Şu anda maalesef buna yakın değiliz.”

Türkiye’nin hem Ukrayna hem Rusya tarafıyla görüşebiliyor olmasını, barışa giden yolda bir avantaj olarak gördüklerini vurgulayan Erdoğan, “Bu zorlu yolu yürüyebilir ve hedefe ulaşabilirsek insanlığa büyük hizmet etmiş olacağız. Taraflar kışkırtmaları, silahlanma yarışını, insanların değil silahların konuştuğu bir düzeni terk etmeden, barış umudu somut bir biçimde doğmayacak. Fakat biz yılmadan o umudu aramayı sürdüreceğiz. Gayretleri artıracak ve daha çok çalışacağız.” değerlendirmesinde bulundu.

“Türkiye, NATO içerisinde güvenilir bir müttefiktir”

Erdoğan, “Görevden ayrılan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg veda konuşmasında ‘Güneyde Türkiye olmadan Avrupa Kıtası’nın güvenliği öngörülemez, imkânsız’ diye bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı nasıl değerlendirdiniz? Avrupa, Türkiye’nin yeterince kıymetini biliyor mu? Oranın bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?” şeklindeki soru üzerine, Stoltenberg’in NATO Genel Sekreterliği boyunca Türkiye ile olan münasebetlerini en ideal şekilde sürdürdüğünü, Türkiye ile münasebetlerinde hiçbir zaman olumsuz bir çizgi çizmediğini ifade etti.

“Sayın Rutte ile bakalım bu durum nasıl devam edecek? Yeni Genel Sekreter Mark Rutte ile de Hollanda Başbakanlığı süresi içerisindeki dostluğumuz iyiydi. İnşallah NATO Genel Sekreterliği’nde de bu dayanışmayı, bu birlikteliği yine devam ettiririz.” diyen Erdoğan, kurucu değerlerinden uzaklaşan, onlara sahip çıkamayan uluslararası kuruluşların ve ittifakların yozlaşacağına, bu temel arızayı gideremezlerse artık ana görevlerini dahi yapamaz hâle geleceklerine dikkati çekti.

Erdoğan, “NATO eğer ‘Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’ ilkesini ‘Hepimiz bazılarımız için, bazılarımız hepimiz için’ gibi bir forma dönüştürme tehlikesiyle yüz yüze gelirse o yozlaşma başlar. Bunun için tedbirler almak ve vakit geçirmeden uygulamak gerekir. Hele konu güvenlik gibi hayati bir husus ise ilkelerden milim sapma olmamalıdır. Türkiye, NATO içerisinde yükümlülüklerinin de sorumluluklarının da farkında olan ve bunları eksiksiz yerine getiren güvenilir bir müttefiktir. Türkiye’nin NATO için ne kadar kıymetli olduğunu Avrupa’nın bildiğini ancak zaman zaman bunu göz ardı ettiğini görüyoruz.” diye konuştu.

ABD’de kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerine ilişkin, “Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerde malum, sorunlar bulunuyor. Özellikle terör örgütüne verdiği destek aralıksız sürüyor. Bu noktada başkanlar değişiyor ama bu müttefikliğe yakışmayacak tavırlar değişmiyor. Seçim sonu beklentiniz nedir? Yani Donald Trump veya Kamala Harris, yeni başkanla beraber nasıl bir değişim yaratabilir, böyle bir değişim olur bu? Örneğin F-35 programına yeniden dönüş olabilir mi?” sorusuna karşılık Erdoğan, şöyle konuştu:

“Temennim odur ki gelen gideni aratmasın. Çünkü Amerika’da F-35 konusunu bizler yalnız Sayın Donald Trump döneminde yaşamadık, sonrasında da devam etti. Hepsi de bize bu hayal kırıklığını yaşattı. Cumhuriyetçiler de yaşattı, demokratlar da… Şimdi yeni süreçte bunun sürüp sürmeyeceğini göreceğiz. 1 milyar 450 milyon dolar alacağımız var. Bu öyle böyle bir rakam değil. Şimdi bu alacağımızı tahsil etme noktasında da adımlarımızı atmaya devam edeceğiz.

Bütün bunlarla beraber kasım seçiminin neticesi ne getirecek ne götürecek, bunu da görmemiz lazım. Bu işin sonucunda temennim odur ki Türkiye-ABD arasındaki ilişkileri de buna göre tekrar teraziye koyacağız. Adımlarımızı da ona göre atacağız. Umarız netice hayırlı olur.”

Erdoğan, Türkevi’nde Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ı kabul ettiği anımsatılarak, “Paşinyan bugüne kadar verdiği mesajlarda hem Türkiye ile hem Azerbaycan ile ilişkileri daha ileri bir seviyeye çıkarma noktasında arzulu olduğunu ifade ediyor. Dünkü görüşmenizde özellikle Zengezur Koridoru’nu dikkate alarak Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve Türkiye-Azerbaycan ilişkileriyle daha ileri bir noktaya geçirebilecek kararlar alınabilir mi?” diye sorulması üzerine de şu değerlendirmeleri yaptı:

“Sayın Paşinyan’ın yaklaşımına baktığımız zaman olumsuz bir havada görünmüyor. Türkiye olarak bizden Ermenistan-Azerbaycan arasındaki barış anlaşmasını, huzur içinde komşular olarak yaşamalarını bir an önce sağlamamızı istiyorlar. Biz de zaten bunun peşindeyiz, bunun gayreti içerisindeyiz.

Temennim odur ki Azerbaycan-Ermenistan arasındaki bu gelişmeleri inşallah peyderpey halledelim, çözelim ve Azerbaycan-Ermenistan arasındaki bu sıkıntıları aşmak suretiyle artık yola revan olalım. Çünkü her iki taraf aslında barıştan yana. Şu anda Azerbaycan böyle bir beklentinin, gayretin içerisinde. Ermenistan’da da bunu gördük. Bizler oluşacak huzur ve barış ikliminin herkes için en iyisi olacağını düşünüyoruz. Ermenistan ile Azerbaycan barışı, iki ülke için de yeni fırsatlar ve kazançların kapısını aralayacaktır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme süreci de bu barış sürecinin olumlu neticelenmesiyle müspet istikamette etkilenecektir.”

Türkiye’nin, BRICS ve ASEAN üyesi olup olmayacağına dair soruyu yanıtlayan Erdoğan, “Her şeyden önce bizim BRICS ve ASEAN’da yer almamız, buralarda görünmemiz, inanıyorum ki bölgelerin aritmetiğini de değiştirecek. Çok daha farklı bir yapının inşasına vesile olacak. Orta Asya, Rusya, Baltık bölgesi ya da Uzak Doğu ile ilişkilerimiz kadar Kıta Avrupası ve Amerika ile de bağlarımızın bulunduğunu bir kenara koyamayız. Aynı şekilde Arap coğrafyası ve Körfez ülkeleriyle köklü bir geçmişimiz bulunurken Afrika ile de yakın ilişkilerimiz mevcut.” şeklinde konuştu.

Erdoğan, Türkiye’nin, bulunduğu coğrafya ve sahip olduğu binlerce yıllık geçmişi nedeniyle çeşitli bir ortaklık mimarisi oluşturmasının teşvik edildiğini belirterek, şöyle konuştu: “Biz bir NATO ülkesiyiz diye Türk dünyası ve İslam dünyası ile bağlantımızı kopartamayız. BRICS ve ASEAN bizim için özellikle ekonomik iş birliklerimizi geliştirmek için fırsatlar barındıran yapılar.

Bu yapıların içinde yer almak NATO’dan vazgeçmek anlamına da gelmiyor. Bu ittifak ve iş birliklerinin, özellikle birbirinin alternatifi olduğunu düşünmüyoruz. Bugünün dünyasında bazı uluslararası gerilimler olsa da soğuk savaş dönemi çok geride kaldı. Bize ‘BRICS’e ya da başka bir yapıya girmeyin’ diyenlere baktığınızda yıllardır parçası olmak için çalıştığımız Avrupa Birliği’nin kapısında bizi yıllarca bekletenlerle aynı kişiler. Biz bunlara bakarak asla geleceğimizi belirleyemeyiz.”

“Türkiye’yi geleceğe yeni bir anayasa ortaya koymadan hazırlayamayız”

Bir gazetecinin, “Yeni Anayasa’nın zorunluluk olduğunu her fırsatta ifade ediyorsunuz. İlk 4 maddenin de Cumhur İttifakı’nın kırmızıçizgisi olduğunu söylediniz. Ancak muhalefetin çeşitli gerekçelerle sürece katılmama gibi bir direnci var. Muhalefetin bu ısrarlı uzlaşma arayışınızda samimi davranacağını düşünüyor musunuz?” sorusu üzerine Erdoğan, şunları kaydetti:

“Muhalefetin bir defa başta bu ilk 4 madde olmak üzere, bu konularda zaten herhangi bir ciddiyeti söz konusu değil. Onlar bunu sadece söylerler. Ama bu noktada ‘iktidar ne söyler, ne düşünür’ böyle bir düşünceleri yok. Biz Cumhur İttifakı olarak bu konuda durduğumuz yerdeyiz, kararlıyız ve aynı kararlılıkla yolumuza devam ediyoruz. Türkiye’yi geleceğe, çağın gereklerine uygun, sivil, kapsayıcı, özgürlükçü yeni bir anayasa ortaya koymadan hazırlayamayız. Hiç de çekinmemeliyiz. Bakın dünya hızla değişiyor. 45-50 yıl öncesinin bakış açısıyla, üstelik darbeciler tarafından kaleme alınmış, yamalı bohçaya dönmüş bir anayasa ile bu değişime ayak uydurmak mümkün değil.

Bizim çok diri, yeni bir anayasa ile geleceğe yürümemiz lazım. Konuyu ilk 4 maddeye sıkıştırmadan, ‘Biz nasıl bir anayasa yapmalıyız?’ sorusuna odaklanmalıyız. Bizim Anayasa’nın ilk 4 maddesiyle herhangi bir sorunumuz söz konusu değil. Bütün bunlarla beraber Anayasa’nın satırları arasında dolaşan darbeci zihniyetle bizim problemimiz var. Ülkemizin gençlerinin geleceğini inşa edecek, onları dünya ile rekabete hazırlayacak vizyoner bir anayasaya bizim ihtiyacımız var. Biz bunu yapacağız. Zaten Cumhur İttifakı olarak Milliyetçi Hareket Partisi hazırlıklarını yaptı. Biz aynı şekilde hazırlıklarımızı yaptık. Bu hazırlıkları birbiriyle bütünleştirerek yolumuza inşallah devam edeceğiz. Güçlü bir anayasayı inşallah oluşturacağımıza inanıyorum.”

“30 Ağustos Zafer Bayramı Özel Konseri” programında yaptığı konuşmasında dile getirdiği, “Bugün yaşadığımız hadiselere baktığımızda bir millet için iç cephenin ne kadar mühim olduğunu çok daha net görebiliyoruz. Milletimizi esir alma, bizi hedeflerimizden koparma, kendi iç sorunlarımızda oyalama planlarının en kritik safhasını daima iç kalemizi çökertmeye yönelik hamleler oluşturmuştur.” ifadeler sorulan Erdoğan, şunları aktardı:

“İç cephe bizi biz yapan değerlerdir. Biz aynı şeye sevinme, bunun yanında aynı şeye üzülme, aynı şiirde duygulanma, aynı marşta göğsümüzün kabarabilmesi hâlini hep birlikte yaşamalıyız. Bütün bunlarla beraber iç cephe hedeflerimiz, bizim kızıl elmamızdır. 30 Ağustos konuşmamda ağırlıklı olarak bunun üzerinde durdum. Bizi o hedeflerden vazgeçirmeye, bizi yılgınlığa düşürmeye, bizi usandırıp umutsuzluk girdabına sürüklemeye çalışanlar, işte o iç cepheyi hedef alıyor. Biz o iç cepheyi çökerttirmeyiz.

Orada çok kararlıyız. Bütün bunlarla beraber şunu bir defa demeliyiz. Zorluk mu var, aşarız. Sorun mu var, çözeriz. Sıkıntı mı var, birlikte üstesinden geliriz. Düştük mü, birbirimize tutunur yeniden kalkarız. Renklerimiz, şeklimiz farklı olabilir ama bir araya gelir en eşsiz motifi oluştururuz. İşte iç cephemizi çökertmeyi amaçlayanların odaklandığı yer bu ruh. Bu ruhu paramparça etmeye çalışıyorlar. Bir daha birbirimize tutunmayalım. Kendi kapsüllerimizde herkesten ayrı köşelerde ömür tüketip, yok olalım istiyorlar. Biz bunlara bu fırsatı da kesinlikle vermeyeceğiz. Kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz.”

Erdoğan, Türkiye’nin, Haziran 2023’ten bu yana uyguladığı ekonomi programına ve kredi derecelendirme kuruluşlarının not artışlarına ilişkin soru üzerine, şu ifadeleri kullandı: “Ekonomide artık zor dönemleri geride bırakıyoruz. Uyguladığımız programın başarısını artık bizden çok uluslararası kuruluşlar ortaya koyuyor. Bizim şu an odaklandığımız konu, milletimizi zorlayan enflasyon meselesidir. Enflasyonu dizginlemeye başladık ve kalıcı dezenflasyon sürecini başlattık.

Enflasyonda anlık değil, ayakları yere sağlam basan bir gerileme görüyoruz ve bu hızlanarak devam edecek. Vatandaşımız enflasyondaki bu gerilemeyi hissetmeye başladı ve önümüzdeki dönemde daha hızlı bir şekilde bunu görecekler. Fırsatçılarla mücadelemizi de kararlı bir şekilde sürdüreceğiz. Onlara göz açtırmayacağız. Hedeflerimizi tutturduk ve yolumuza disiplinli bir şekilde devam ediyoruz. Üstelik bunları çevremizdeki karışıklıklara ve istikrarsızlık kaynaklarına rağmen başardık. Yola da bu şekilde devam ediyoruz.”

Bir gazetecinin, AK Parti 8. Büyük Olağan Kongre sürecine ilişkin, “Çok güçlü bir değişim sinyali veriyorsunuz. Neyi ve neleri değiştirmeyi düşünüyorsunuz?” sorusu üzerine Erdoğan, şunları söyledi:

“Biz Türkiye’ye 23 yıldır yeniyi anlatıyor ve yeniyi sunuyoruz. O yeninin içinde bizi biz yapan değerlerimiz en taze biçimde yer alıyor. Hazreti Mevlana’nın dediği gibi pergelimizin bir bacağı işte o değerlerde sabit, diğer bacağımız âlemi dolaşıyor. Biz, milletin mesajını en doğru biçimde okuduk, o mesajı, gereğini yerine getirmek için değişim diyoruz. Sözünü ettiğimiz değişim bir yeniden doğuş hamlesidir. Yunus’un dediği gibi ‘Her dem yeniden doğarız. Bizden kim usanası’ Biz şimdi bunun gereğini yerine getiriyoruz.”

“15 Temmuz’dan sonra sivil asker ilişkileri özellikle de silahlı kuvvetlerin demokratik dönüşümü konusunda çok önemli adımlar attınız ama belli ki bir ikinci kademe reform bir ihtiyaçta Ankara’daki son kılıç çatma hadisesinden sonra ortada duruyor gibi. Bu noktada da birtakım tedbirler alacak mısınız?” sorusunu da yanıtlayan Erdoğan, şunları kaydetti:

“Kılıç meselesine gelince, bu mesele birkaç kendini bilmezin ne yazık ki ortaya koyduğu bir karmaşaydı. Şu anda gerek Millî Savunma Üniversitesi, gerek Kara Kuvvetleri Komutanlığı, gerekse Millî Savunma Bakanımız, müşterek çalışmalarını sürdürüyorlar ve bu işin içerisindekiler kimlerse bunların hak ettikleri cezayı almasını temin edeceğiz. Burası kendini bilmezlerin at oynattığı bir meydan değil. Biz bu kendini bilmezlerin at oynattığı meydana ülkemizi kesinlikle bırakamayız. Buna göre de adımımızı atacağız. Savunma Bakanımız ve Savunma Üniversitemizin başındaki hocamızla bir araya geldik, görüşmelerimizi yaptık ve inşallah en kısa zamanda bu işi neticeye ulaştıracağız.”

Paylaşın

Suriye İle Normalleşme: Şam’dan “Kürtlere Saldırmak İstiyorlar” Açıklaması

Ankara – Şam hattındaki normalleşme sürecine ilişkin konuşan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın üst düzey danışmanlarından Buseyna Şaban, müzakerelerin, Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilme ilkesini uygulanmasına bağlı olduğunu belirtti.

Şaban, Ankara’nın ‘normalleşme’ sürecinden bahsederken ‘yanıltıcı davrandığını’ dile getirerek, şu ifadeleri kullandı:

“Erdoğan, Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Suriye ile yakınlaşma arzusundan bahsettiği açıklamalarda bulunduğunda bu seçimi kazanma amaçlıydı, ancak sundukları hiçbir şey yoktu. Sahada yaptıklarını sürdürmek, topraklarımızı işgal etmek, ortalığı kasıp kavurmak, Kürtlere saldırmak istiyorlar.”

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın üst düzey danışmanlarından Buseyna Şaban, Ankara-Şam ilişkilerine yönelik açıklamalarda bulundu. Şaban’ın açıklamaları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 21 Eylül’de yaptığı konuşmanın ardından geldi.

Türkiye’deki yetkililerin, ‘Suriye ile yakınlaşma’ konusunu kendi çıkarları için kullanmaya çalıştığını dile getiren Şaban, “Bugün Türkiye, Suriye’nin kuzeybatısının kıymetli, değerli ve zengin bir parçası olan topraklarımızın bir kısmını işgal ediyor ve tehlikeli bir Türkleştirme süreci yürütüyor” dedi.

Türkiye ile müzakerelerin, Suriye topraklarından çekilme ilkesinin uygulanmasına bağlı olduğunu belirten Şaban, Ankara’nın ‘normalleşme’ sürecinden bahsederken ‘yanıltıcı davrandığını’ dile getirdi. El Arab’ın aktardığına göre Şaban, şu ifadeleri kullandı:

“Erdoğan, Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Suriye ile yakınlaşma arzusundan bahsettiği açıklamalarda bulunduğunda bu seçimi kazanma amaçlıydı, ancak sundukları hiçbir şey yoktu. Sahada yaptıklarını sürdürmek, topraklarımızı işgal etmek, ortalığı kasıp kavurmak, Kürtlere saldırmak istiyorlar.”

Suriye Devlet Başkanı Esad’ın sözlerini de hatırlatan Şaban, şöyle devam etti: “Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilme şartını kabul etmesi gerektiğini bildirdik. Hemen çekilmeleri gerektiğini söylemedik ancak bu ilkeyi kabul etmek istemiyorlarsa masaya oturmayacağız.”

Suriye Devrim ve Muhalefet Güçleri Ulusal Koalisyonu Başkanı Hadi el Bahra ise, “Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Suriyeli mevkidaşı ise görüşme çağrıları abartılı” dedi.

Erdoğan ne demişti?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’ye gitmeden önce yaptığı açıklamada, şu ifadeleri kullanmıştı: “Suriye’deki gerilimin artık sona ermesi gerektiğini, oradaki istikrarsızlığın başta terör örgütleri olmak üzere tabii İsrail’in bir devlet terörü estirdiğini çok açık, net ortaya koyacağız. Bu artık sıradan bir basit terör değil, devlet terörü. Bunu bugüne kadar çok kez tekrar ettik, söyledik.

Ama bazıları hala özellikle batılı ülkeler bunu anlamamakta ısrar ediyor. Biz de söylemekte ısrar edeceğiz ve bunu özellikle de inşallah Birleşmiş Milletlerdeki konuşmamda ifade edeceğim. Bu gerginliğin sona ermesi, Suriye topraklarının tamamında huzur ve istikrarın sağlanması için Türkiye ve Suriye’nin birlikte atabileceği adımlar Şam yönetimini, muhaliflerin bir süredir Suriye’de çatışmasızlığın sağladığını görüyoruz. Bu durum kalıcı çözüm için etkin bir kapı aralamak adına elverişli bir ortam sağlıyor.

Suriye dışında milyonlarca insan vatanlarına dönmek için bekliyor. Biz bu konuda çağrımızı yaptık ve Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi için Beşar Esad ile görüşme irademizi de ortaya koyduk. Biz şimdi karşı taraftan cevap bekliyoruz. Biz buna hazırız. Halkı Müslüman iki ülke olarak artık bu birlikteliği, bu beraberliği bir an önce gerçekleştirelim istiyoruz. İki ülke ilişkilerinde yeni bir dönemde böylesi bir görüşme neticesinde inşallah başlar diye inanıyorum.”

Normalleşmede ilk adım 28 Aralık’ta atıldı

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad, Suriye’de savaşın başladığı 2011 yılından bu yana dışişleri bakanları düzeyinde ilk kez resmi görüşme için Moskova’da bir araya gelmişti.

Toplantıda ilişkilerin normalleştirilmesinin yanı sıra Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan 3,7 milyon Suriyeli mültecinin ülkelerine gönüllü geri dönmeleri konusunun da ele alınacağı kaydedilmişti.

Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde konuyla ilgili yer alan açıklamada “Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi hakkında görüş alışverişinde bulunulması, terörle mücadele, siyasi süreç, sığınmacıların gönüllü, güvenli ve onurlu dönüşleri de dahil olmak üzere insani konuların ele alınması planlanmaktadır” denilmişti.

Ankara ile Şam arasındaki normalleşme sürecinde Rusya’nın da girişimleriyle ilk somut adım bakanlar düzeyinde 28 Aralık’ta atılmıştı.

Moskova’da 28 Aralık 2022’de Türkiye, Rusya ve Suriye savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının katılımıyla yapılan üçlü toplantıda Suriye krizi, mülteci sorunu ve Suriye topraklarında bulunan tüm terör örgütleri ile ortak mücadele çabaları ele alınmıştı.

İlk görüşmede Şam yönetiminin, Türkiye’den, topraklarından çekilmesini ve Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) “terörist” olarak tanınmasını istediği ancak bu taleplerin Türkiye tarafından geri çevrildiği bildirilmişti.

Nisan başında dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılan toplantıya İran da katıldı. Türkiye, Suriye, Rusya ve İran savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının katıldığı 25 Nisan’da yapılan toplantı, Ankara ile Şam arasında başlatılan normalleşme sürecinde yeni bir adım olmuştu.

Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Türkiye “Suriye topraklarında her şekliyle terör örgütleri ve tüm aşırılıkçı gruplarla mücadele, Suriyeli mültecilerin topraklarına dönmelerine yönelik çabaların yoğunlaştırılması”na vurgu yaptı ve tarafların “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını teyit” ettikleri belirtilmişti.

Suriye ise “Türk birliklerinin Suriye’den çekilmesi” talebini yinelemişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Aralık toplantısı öncesinde Suriye’nin kuzeyindeki YPG güçlerine yönelik olası kara operasyonuyla ilgili açıklamada bulunurken, “Biz şu an itibarıyla Suriye, Türkiye, Rusya üçlü olarak bir adım atalım istiyoruz.

Bunun için de önce istihbarat örgütlerimiz bir araya gelsin, ardından savunma bakanlarımız bir araya gelsin, daha sonra dışişleri bakanlarımız bir araya gelsin. Onların yaptığı görüşmelerden sonra da biz liderler olarak bir araya gelelim. Bunu da Sayın Putin’e teklif ettim. O da buna olumlu baktı. Böylece bir dizi görüşmeler zincirini başlatmış olacağız” şeklinde konuşmuştu.

Erdoğan’ın açıklamalarının ardından Rus medyasına yansıyan haberlerde, Moskova’nın Türkiye tarafından önerilen üçlü diplomasi mekanizması fikrine sıcak baktığı belirtilmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Kasım ayında Suriye Devlet Başkanı Esad ile görüşebileceğinin sinyalini vermiş ancak Esad, Türkiye Suriye’nin kuzeyindeki askerlerini çekmeyi kabul etmediği müddetçe Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeyeceğini söylemişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington’da yaptığı basın toplantısında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a Suriye ile normalleşme gündemi kapsamında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşme talimatı verdiğini söylemişti.

Washington dönüşü uçakta gazetecilere açıklamalarda bulunan Erdoğan yol haritasının muhataplarıyla birlikte Fidan’ın oluşturacağını bildirmişti. “Suriye’nin toprak bütünlüğünün bizim de çıkarımıza olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. Suriye’de inşa edilecek hakkaniyetli bir barış, en çok bize fayda sağlayacak” diyen Erdoğan, bu inşa sürecinin en önemli adımı da Suriye ile yeni bir dönem başlatmaktan geçtiğini söylemişti.

Şu ana kadar bu sürecin olumlu istikamette geliştiğini ve yakın zamanda somut adımlar atılmasını beklediklerini ifade eden Erdoğan, ABD ve İran’ın da bu süreci desteklemesi gerektiğine dikkat çekmişti. Bu süreci baltalamak isteyenlere karşı da “hazırlıklı oldukları” mesajını vermişti.

Erdoğan, “Suriye’nin bir ve bütün olarak yeni bir gelecek inşa etmesi için oluşacak iklimden kimsenin rahatsızlık duymaması temel beklentimizdir. Bu süreci terör örgütleri zehirlemek için elinden geleni yapacaklardır. Provokasyonlar tertipleyip oyunlar kuracaklardır. Tüm bunların farkındayız ve hazırlıklıyız” demişti.

16 Temmuz’da yapılan kabine toplantısının ardından açıklamalarda bulunan Erdoğan, Beşar Esad’a isim vermeden çağrıda bulunarak, “Karşılıklı saygı ve müşterek menfaatler temelinde daha önce karşımızda konumlanan ülkelerle dahi ilişkilerimizi güçlendirdik. Tüm bunları malum çevrelerin körüklediği eksen tartışmasına rağmen başardık” demiş ve eklemişti:

“Dostlarımızın sayısını çoğaltmaya büyük önem veriyoruz. Büyük güçler arasındaki paylaşım kavgasının hızlandığı bir dönemde dış siyasette yeni denklemler kurmamız Türkiye için tercihten öte ihtiyaçtır. Bu açılımlara komşularımızla birlikte diğer ülkelerin de muhtaç olduğunu görüyoruz. Bunun için sıkılı yumrukların açılmasında fayda olduğunu görüyoruz.”

Suriye Halk Meclisi’nde konuşan Devlet Başkanı Beşar Esad, “Egemenlik ve uluslararası hukuk, ilişkilerin onarılması konusunda ciddi olan tüm tarafların ilkeleriyle tutarlıdır ve terörle mücadele her iki tarafın da ortak çıkarıdır” demiş ve eklemişti:

“Komşu ülkenin topraklarını oradan çekilmek için işgal etmedik, teröre desteğimizi durdurmak için de destek vermedik … Çözüm açık sözlü olmak ve kibri değil hatayı tespit etmektir… Gerçek nedenlerini göremediğimiz bir sorunu nasıl çözebiliriz? İlişkiyi yeniden tesis etmek için öncelikle bu ilişkinin bozulmasına neden olan sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir ve biz hiçbir hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz.”

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Türkiye’de 36 Milyon “Ruhsatsız” Silah Var

Umut Vakfı’nın hazırladığı ‘Türkiye Silahlı Şiddet Haritası Raporu’na göre; Türkiye’de yaklaşık 4 milyon ruhsatlı, 36 milyon ruhsatsız silah var. Ruhsatsız silah oranı, ruhsatlı silah oranının 9 katı.

Umut Vakfı, 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü öncesi ‘Türkiye Silahlı Şiddet Haritası Raporu’nu yayınladı. Umut Vakfı Yönetim Kurulu üyesi psikiyatrist Dr. Ayhan Akcan, rapora ilişkin Sputnik Türkçe’ye açıklamalarda bulundu.

Özellikle ‘ruhsatsız’ silah sayısındaki tehlikeli artışa dikkat çeken Dr. Ayhan Akcan şu bilgileri paylaştı: “Türkiye’de yaklaşık 4 milyon ruhsatlı, 36 milyon ruhsatsız silah var. Ruhsatsız silah oranına baktığımızda 1’e 9. Yaklaşık 85 milyon olan Türkiye’nin nüfusunun üçte birinden fazlası hatta neredeyse yarısı bireysel silahlı olarak görünüyor. Bazı evlerde ise birden fazla silah bulunuyor. Silah edinim sayısı da her yıl yüzde 3.5 oranında artıyor.”

2014 yılından bu yana medyaya yansıyan silahlı şiddet haberlerinin günü gününe çetelesini tutarak her yıl ‘Türkiye’nin Silahlı Şiddet Haritası’nda raporlaştırdıklarını söyleyen Dr. Akcan şu bilgileri paylaştı: “Bu istatistiklere bakıldığında, 2014 yılından bugüne geçen 10 yılda; toplam 34 bin 197 silahlı şiddet olayı yaşandı, daha doğrusu medyaya yansıdı.10 yılda meydana gelen 34 bin 197 silahlı şiddet olayında toplam 21 bin 434 kişi öldü, bazıları ağır 31 bin 207 kişi de yaralandı.

Yani her üç vakada ikisi cinayetle sonuçlandı. Ağır yaralanan ve hastaneye kaldırılanların ne kadarının daha sonra öldüğünü ya da iyileştiği yine bu rakamlara yansımadı. 2023 yılında; 3 bin 773 silahlı şiddet olayı basına yansıdı. Basına yansıyan bu olaylarda 2 bin 318 kişi öldü, 3 bin 820 kişi de yaralandı. Yaşanan silahlı şiddet olaylarının 3 bin 212’sinde yani yüzde 85’inde ateşli silahlar kullanıldı.”

Akcan’ın dikkat çektiği başka bir nokta ise ‘kazayla ya da şakalaşırken’ meydana gelen ölümler. “Her 22 silahlı vakadan biri ‘aptalca kaza’ nedeniyle meydana geliyor ve maalesef yarısı ölümle sonuçlanıyor’ diyen Dr. Akcan sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kazayla veya şakalaşırken olan olaylara evde, işte, avda, arabada, askerlik sırasında olmak üzere kısacası her yerde rastlanıyor. Kaza veya şakalaşırken vurma olaylarında 5-6 yaşındaki çocukların bile katil olabiliyor. Çünkü özellikle köy gibi kırsal yerler olmak üzere bazı evlerde ortalıkta gelişigüzel bırakılan silahları merakla alıp kurcalayan çocuklar, gençler ya kendilerinin ya anneleri dahil akrabalarını, arkadaşlarını vuruyorlar. Yine özellikle kutlama veya başka nedenlerle havaya ateş açma sonucu yaralanmaya sebebiyet verme olayları da bu gruba dahil edilince neredeyse yüzde 10’unu buluyor. Bu da demek oluyor ki bir yıl içinde bin cinayet işleniyorsa en az 100’ü bu şekilde ölenlerden oluşuyor. ”

Dr. Akcan, basına yansımayan tespit edilemeyen vakaların sayısına da dikkat çekerken, “Bunları da hesaba katarsak belki de bu rakamların 3-4 katı sonuçlara ulaşacağız. Çünkü kimi zaman aileler saklamayı tercih ediyorlar ya da yerel basın bu haberleri vermiyor. O zaman da tam anlamıyla bir veri elde edilemiyor” dedi.

Silahlanmayı engellemek için ne yapmak gerekiyor?

Asıl soru ise bireysel silahlanmayı engellemek için ne yapmak gerekiyor? Bunun yanıtı ise Dr. Akcan şöyle yanıtlıyor:
En önemlisi bireysel silahlanmanın sosyal bir güvenlik konusu olduğunu Kabullenmek şart. Çözüm otorite olarak TBMM’de ya da kanun koyucularda. Ruhsatlandırmak ya da cezayı artırmak da çözüm değil. En az 30 yıllık bir kararlılık gerekiyor. Toplumun tüm alanlarında şiddeti azaltmanı sınırlamanın ilk adımı; sivil silahlanmayı önce zorlaştırmak denetim altına almak. En uçta yasaklamak. Silah edinmeyi bir hak ve kayıt altına alarak vergi geliri olarak görmek halen taraf buluyor. Toplumun huzurunu kaçırıyor; hukuk işlemez oluyor, korkuyu artırıyor,insanların devlete inancında hasar oluşturuyor. Bu gerçeği kabullenmek, bu yanlışlar üzerinden çözüm aramamak gerekiyor.

Bunları maddeler halinde sıralamak gerekirse; “Yeni silah yasası tekrar tartışmaya açılmalı, ruhsatsız silahlarla ilgili caydırıcı çezalar getirilmeli, ruhsat süresi iki yıla indirilmeli, evde silah bulundurma ruhsatında eş rızası alınmalı, silah ruhsatı başvurusunda en az 14 gün bekleme süresinin getirilmeli., ruhsat öncesi eğitim, ruhsat sonras denitim yapılmalı. Yine ciddi sağlık muayenesi uygulanmalı. Özellikle kişilik bozukluğu, bağımlılık düzeyi, öfke kontrol problemi ve psikopatolojik testlerin uygulanması zorunlu hale getirilmeli. Kamu spotu ile bilgilendirmeler yapılmalı, silah reklamları yasaklanmalı, internetten satış kargo ile teslim, teşhir, tanıtım yasaklanmalı. “

Umut Vakfı, her yıl bireysel silahlanma nedeniyle hayatını kaybedenleri anmak için ‘Sessiz Ayakkabılar Yürüyüşü’ etkinliği düzenliyor. Bu yıl da 28 Eylül’de Levent Meydanı’nda saat 13.00’de düzenlenecek etkinlikte yakınlarını kaybedenler bir araya gelecek.

Paylaşın