Özgür Özel, “Yeni Anayasa” Şartını Açıkladı

“Yeni Anayasa” tartışmalarına ilişkin konuşan CHP Lideri Özgür Özel, “Zehrin üzerine şeker kaplatmaya hiç niyetimiz yok. Erdoğan’la Anayasa yapmanın tek şartı var. A’dan Z’ye Anayasaya aykırılıklar ortadan kaldırılsın, oturalım konuşalım” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, asgari ücret, erken seçim  ve yeni Anayasa tartışmalarına ilişkin Nefes Gazetesi‘ne açıklamalarda bulundu.

CHP Lideri Özel, asgari ücretle ilgili beklentinin 30-35 bin lira civarında olduğunu gördüğünü belirterek, “İktidar bir ara hedef enflasyon üzerinden vermeyi denedi. O zaman 20 bin liralar konuşuldu. Şimdi gerçekleşen enflasyonla beklenti enflasyonu arasında bir rakam düşünüyorlar o da 23 bin 500 lira civarında. Biz 30’un altında olan her noktada buna sesimizi yükselteceğiz” dedi.

Asgari ücretin taleplerinin altında belirlenmesi durumunda eylem planlarını da açıklayan Özel,  “Geçmiş dönemde 105 miting yaptık. Yerel seçimler olmasına rağmen hepsi düşük ücret karşıtı mitinglere dönüştü. Eğer en düşük emekli maaşı da beklediğimizden düşükse asgari ücretli emekçilerle birlikte yeri göğü inleteceğiz. Ancak bu toplumsal katılımla mümkün. Emekli mitingi emeklilerin katılımıyla çok ses getirmişti. Toplumun sahiplenmesi önemli. Sadece Mecliste değil meydanlarda da ses yükselteceğiz. Emekli ve emekçi mitingleri erken seçimi çağıran protesto mitingleri olabilir. Tekrar söylüyorum, bu vatandaşın katılımıyla mümkün” diye konuştu.

Erken seçim ve Erdoğan’a üçüncü kez adaylık yolu açılmasına ilişkin konuşan Özel, “Kendileri seçim zamanında olacak diyor. Bu da Erdoğan’ın aday olamayacağı anlamına geliyor. Zaten Erdoğan AK Parti’nin adayı değil, MHP’nin adayı. Sürekli ‘Apo’yu da salalım, yeni bir Anayasa yapalım’ diyor. ‘Bu ara da Erdoğan’ı yeniden seçelim.’ Son bir yıl içinde erken seçim derse CHP bir erken seçim kararına imza atmaz. Atan atar, biz atmayız” dedi.

“Erdoğan’la Anayasa yapmanın tek şartı var”

Özel parlamenter sisteme geçiş ile ilgili ise, “Hemen getirsin koysun sandığı. Yeni Meclis’i oluşturalım, o Meclis’te parlamenter sistemi konuşalım. Öyle Anayasa masasına oturalım demekle olmaz. Ben otururum bana oy veren milyonlar oturmaz. Zehrin üzerine şeker kaplatmaya hiç niyetimiz yok. Erdoğan’la Anayasa yapmanın tek şartı var. A’dan Z’ye Anayasaya aykırılıklar ortadan kaldırılsın, oturalım konuşalım” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Erdoğan’dan Muhalefete “Suriye” Eleştirileri

Suriye’deki gelişmelere ilişkin konuşan Erdoğan, “Ülkemizdeki bazı siyasi partiler, Suriye ile ilişkiler noktasında yakın bir zamana kadar farklı açıklamalar yapıyorlardı. Şu anda onlar herhalde aynı şeyleri söyleme durumunda değiller. Onların da bütün umutları suya düştü” dedi ve ekledi:

“Suriye, bu yeni oluşumla hakikaten istikrarlı bir yapı kurduğu takdirde, İslam dünyasında bana göre çok güçlü bir yer alacaktır. Bugün 30 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip bir Suriye, göz ardı edilemez.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, D-8 Zirvesi’ne katılmak için gittiği Kahire’de gazetecilerin sorularını yanıtladı. Erdoğan’ın sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

Bundan yaklaşık 2 ay önce Tataristan ziyaretinizden dönerken terör örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD ve YPG’nin özellikle terk edilmeye ve yalnız bırakılmaya mahkum olduğunu vurgulamıştınız. “Amerika terör örgütünü bir süre kucağında taşır ama bu süre dolunca da bunları kendi başına bırakmak zorunda kalacak” ifadelerini kullanmıştınız. Bugün Suriye’de gelinen nokta bu sürenin dolmuş olduğunu gösteriyor diyebilir miyiz? Buna ek olarak “Biz sırtımızı PYD’ye, YPG’ye dayadık” diyenler vardı. Terör örgütünün tasfiye olmaya yakın olduğunu görüyoruz şu an için, o örgüte sırt yaslayanlara neler söyleyeceksiniz?

PKK/YPG’nin umutları boşa çıktı. Esed’in beklentileri farklıydı ama bunlar tecelli etmedi. Yeni bir tablo ortaya çıktı. Esed’in şu anda Rusya’da olması, olayın ne kadar manidar geliştiğinin bir ispatı. Bundan sonraki süreçte Suriye’deki kardeşlerimiz, gelecekleri ile ilgili kararları kendileri verecek. Bizler de onlara devlet yapılanmasının nasıl olması gerektiği hususunda yardımcı olmaya çalışacağız. Bizim tecrübelerimiz oraya nasıl aktarılabilir, yeni bir toplumsal sözleşme çerçevesinde bir devlet nasıl ayağa kaldırılabilir, bu konularda Suriye yönetimine yardım edeceğiz.

Bir devleti ayağa kaldırırken en önemli adımlardan bir tanesi anayasanın inşasıdır. Bu konuda biz, başta Sayın Golani olmak üzere yeni Suriye yönetiminde yer alan isimlerle iletişimi başlatmış durumdayız. Bildiğiniz gibi Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanımızı gönderdik. Dışişleri Bakanımız konunun bütün muhataplarıyla başından itibaren zaten diyalog halinde. Biz Suriye’de mevcut terör örgütlerinin etkisiz hale getirilme zamanının geldiğini de göstereceğiz. Bize sınırlarımızın güneyinden herhangi bir tehdidin bundan sonra gelmemesi için bunu yapacağız. Çünkü böyle bir riski kabullenmemiz mümkün değil. Terör örgütünün tek amacı hizmet ettikleri odaklara yaranmak olduğu için, yalnız kalmaya mahkumlar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle… Ancak yarınları olmayacak. Terör örgütü için yolun sonu görünüyor. Yıllarca bölgemizdeki halklara kan kusturdular. Başta Kürt kardeşlerimiz olmak üzere, Türklere, Araplara, Ezidilere ve nicelerine hayatı zehrettiler. Bölgenin geleceğinde teröristlere yer yok.

Özellikle PKK terör örgütü ve uzantılarının raf ömrü tükenmiştir. Suriye’de sağlanacak güven ortamı, terör örgütlerinin militan teminini de engelleyecektir. Bundan sonra bölgemizde barış ve huzurun tesisi için yollar açıktır. Ülkemizdeki bazı siyasi partiler, Suriye ile ilişkiler noktasında yakın bir zamana kadar farklı açıklamalar yapıyorlardı. Şu anda onlar herhalde aynı şeyleri söyleme durumunda değiller. Onların da bütün umutları suya düştü. Suriye, bu yeni oluşumla hakikaten istikrarlı bir yapı kurduğu takdirde, İslam dünyasında bana göre çok güçlü bir yer alacaktır. Bugün 30 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip bir Suriye, göz ardı edilemez.

Amerika Birleşik Devletleri ile Sayın Donald Trump’ın görevi devralmasıyla birlikte yapacağımız görüşmeler çok önemli. Ruslar Suriye’deki büyükelçilik ve başkonsolosluklarını kapatmayı düşünmediklerini söylüyorlar. Bu da Suriye için bana göre bir zenginliktir. Diplomatik misyonların devamında fayda var. Beni en çok sevindiren şeylerden bir tanesi de gerek İslam Dünyası gerekse Batıdan birçok ülkenin artık Sayın Colani ile irtibatlarını geliştiriyor olmasıdır. Bunlar da bir yerde yeni yönetime güvenin işaretidir. Yeni dönemde Suriye, inşallah çok daha farklı bir şekilde ayağa kalkacaktır.

Yeni Suriye yönetiminin bir başka problemi de güneyde İsrail’in işgal alanını bu fırsattan istifade ederek genişletiyor olması. Burada da Gazze’de olduğu gibi uluslararası hukukun işletilmesi konusunda Türkiye’nin de katkı vereceği hazırlıklar var mıdır?

İsrail uluslararası hukuku çiğnemeyi adet haline getirdi. Gazze’de uluslararası hukuku ayaklar altına aldılar, dünya sessiz kaldı. Lübnan’da egemen bir devletin toprağını işgal edip kan döktüler, dünya yine sessiz kaldı. İsrail’in pervasızlıklarına bugün Suriye maruz kalıyor. İsrail’in Golan Tepelerini işgaline yönelik BM Güvenlik Konseyinin 1967’deki 242 numaralı kararı mevcut. Bu kararla İsrail’in Golan Tepelerini işgal etmesi kınanmakla birlikte bölgeden çekilmesi talep ediliyor. Bu kararın yeniden hatırlatılması ve uygulanması için uluslararası toplumun harekete geçmesi önemli. Batılı ülkelerden İsrail işgaline karşı cılız da olsa ses yükselmeye başladı. Halbuki İsrail, sivillerin üzerine ilk bombayı attığında dünya ayağa kalksaydı, İsrail bugün bu işgal adımını atacak cesareti bulamazdı.

Biz o gün sessiz kalmadığımız gibi, bugün de Suriye’nin topraklarını işgale kalkışan İsrail’e karşı sessiz kalmadık, kalmayız. İsrail, uluslararası hukukun kendilerini de bağladığını er ya da geç öğrenecek. Biz her zeminde İsrail’i köşeye sıkıştırmaya, hukuka uygun hareket etmeye zorlamaya devam edeceğiz. Ancak Suriye’deki durumdan kendisine fayda sağlamasının da önüne geçmek için uluslararası tüm mekanizmalar etkin bir şekilde kullanılmalı. Burada İsrail’in durdurulması için ABD başta olmak üzere Batılı ülkelere büyük görevler düşüyor. İsrail’in Suriye’nin topraklarını işgalinin kabul edilemeyeceği en gür şekilde ifade edilmelidir.

Yarın çok geç olmadan bölgemizdeki huzuru ve istikrarı sürekli tehdit eden İsrail saldırganlığına “dur” denilmelidir. Yoksa İsrail bumerangı yarın onları her şartta destekleyenleri de hedef alır. Dün yaptığımız uyarılara kulak tıkayanlar, doğruları söylediğimizi bugün gördüler. Yarın, pişman olmamak için, bugün yaptığımız uyarıları dikkate alıp gerekli adımları atmalarını tavsiye ediyorum.

Lübnan Başbakanı Necip Mikati ile bir görüşme yaptınız ve basın toplantısında Sayın Mikati’nin dikkat çekici bir ifadesi oldu. Mikati ‘Lübnan bir kriz yaşadı ancak şunu öğrendik, önce Allah’a daha sonra da Türkiye’ye güvenmemiz gerektiğini öğrendik.’ dedi. Bu sözleri değerlendirmenizi rica edeceğiz.

Sayın Mikati ile D-8 Zirvesinde beraberdik, kendisine “Önce Allah’a sonra Türkiye’ye güveniyoruz ifaden halkımızın arasında çok ciddi olumlu bir tepki meydana getirdi.” dedim. Sayın Mikati’nin Türkiye’ye güven duyduğunu dile getirmesi de çabalarımızın takdir edildiğinin göstergesidir. Biz, dostlarımız ve kardeşlerimiz için güvenli liman olduğumuzu tarih boyunca defalarca kanıtladık. Biz, yaptığımız uyarılarda da, aldığımız tedbirlerde de, gizli ajandalarda kayıtlı gündemlerle hareket etmeyiz. Mertçe konuşur, mertçe davranırız. Bize güvenen, bizimle yol yürüyen kimseyi de yarı yolda bırakmaz, arkasından kuyu kazmayız.

Anadolu irfanında bu anlayış “Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü” şeklinde özetlenir. Bizim yürüdüğümüz yol da, hedeflerimiz de bu istikamet üzerinedir. Ayrımcılık, tefrika bizim kitabımızda yer bulmaz. Hazreti Ali “Gönülleriniz bir olmadıktan sonra sayıca çok olmanın bir anlamı yoktur.” der. Bizim amacımız o gönül birlikteliğini sağlamaktır. Hele hele tarihi, kültürel bağlarımızın bulunduğunu ülkeler ve milletlerle bu birlikteliği oluşturmak için yoğun çaba sarf ederiz. Temenni ediyorum ki Türkiye-Lübnan ilişkilerini güçlendirerek Lübnan’ı kısa zamanda bu bölgede ayağa kaldırırız. Ama önce bu İsrail saldırganlığı meselesini çözmemiz gerekiyor. İsrail bütün bu zulmün, attığı bombaların bedelini ödemesi lazım.

Suriye topraklarında 8 Aralık’ta başlayan devrim süreci devam ederken diplomasi ayağında birçok görüşme gerçekleştirdiniz. Özellikle bu hafta hem yüz yüze hem telefonda yoğun bir trafik vardı. Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda Türkiye’nin söylemlerine destek verildiği ve hakkının teslim edildiğine tanıklık ettik. Muhataplarınızla görüşmede itiraz eden bir görüşle karşılaştınız mı?

Ben doğrusu bu konuda olumsuz bir yaklaşım görmedim. Bölgesel ve küresel her kriz ve gelişme diplomasi trafiğimizi artırıyor. Görüşmelerimiz, Suriye’nin geleceği, barış süreçleri ve uluslararası iş birliği açısından önemli bir dönüm noktası olabilir. Suriye diplomasimiz kapsamında görüştüğümüz liderlere Türkiye’nin, Suriye’nin egemenliği, toprak bütünlüğü için gayret gösterdiğini anlattım. Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumanın yolu öncelikle terör örgütleri ile mücadeleden geçiyor. DAEŞ bahanesi ile PKK ve uzantılarına sahip çıkma anlayışında olanlar var. Bu yaklaşım yakın geçmişte Suriye’yi bölünmenin eşiğine getirdi. Biz en başından beri PKK ve uzantılarıyla da, DAEŞ unsurlarıyla da mücadele ettik, ediyoruz. Batılı ülkelerin caddelerinde, meydanlarında nasıl DAEŞ gösteri yapamıyorsa PKK ve uzantıları da yapamamalı.

Sadece caddeler meydanlar değil, sosyal alanlardan kültürel mecralara kadar her yerde terör yapılanmaları ile mücadele şart. Bizim Suriye ile 900 kilometreyi aşkın bir sınırımız var. Bütün bu sınır hattında Esed’e karşı duvarlardan tutun gidiş-gelişlere kadar ciddi manada engelleme adımları attık. Şu an itibarıyla yeni yönetimin oluşmasıyla inşallah Suriye-Türkiye ilişkilerini biz çok daha farklı bir yere taşıyacağız. Dikkatinizi çeken bir şey herhalde vardır. Halep’teki çarşılar, Halep’teki alışveriş yerleri bir anda hareketlendi. Savaştan önce Esed zamanında oraya yaptığım ziyarette, oradaki kapalı çarşının aynen bizim kapalı çarşılar gibi hareketli bir yer olduğunu görmüştüm. Yani orada tarih var, ticaret var. Şu anda da hareket var. İnşallah bu hareket oraya bereketi getirecektir diye düşünüyorum.

Amerika’nın seçilmiş Başkanı Donald Trump geçtiğimiz günlerde Suriye ve Türkiye ve sizinle ilgili önemli açıklamalar yaptı. Sizinle ilgili övgü dolu sözleri var. Sizin için ‘Çok akıllı bir adam, çok güçlü, çok çetin, iyi anlaştığım biri’ diyor. Bu konularda, bu söyledikleriyle ilgili ne diyeceksiniz? Suriye ile ilgili de ‘Suriye’de olacakların anahtarı Türkiye’dir’ diyor. ‘Suriye’de ilerleyen güçlerin arkasında Türkiye var’ diyor. ‘Ve ben bundan rahatsız değilim’ diyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Sayın Trump’ın sözleri kendisinin ve önümüzdeki aylarda oluşturacağı yönetiminin Türkiye’ye bakışını özetliyor. Türkiye’nin gücünün ve etkinliğinin bizdeki muhalefet dışında herkes farkında. Aslında onlar da bazı şeylerin farkındalar ancak gerçekleri konuşmaya dilleri alışkın olmadığı için çarpıtıyorlar. Türkiye’nin diplomaside artan gücünü uluslararası düşünce kuruluşlarından medyaya varıncaya kadar herkes yazıp çiziyor. Biz de gücümüzün ve etkinliğimizin farkındayız. Bu gücün kaynağı olan milletimize yaraşır biçimde hizmet etmenin derdindeyiz. Geçenlerde de söylediğim gibi Türkiye, Türkiye’den büyüktür.

Bizim topraklarımızı korumak, ülkemizi kalkındırmak, köklerimize tutunarak ileriye adımlar atmak gibi bir gayemiz var. Bunun yanında dostlarımızın, kardeşlerimizin yanında durma sorumluluğunu omuzlarımızda hissediyoruz. Şam’da büyükelçiliğimizi yeniden faaliyete geçirdik, orada adımızı gören Suriyeli kardeşlerimizin hissiyatlarına bir bakın. Türk beklenendir, sözü öylesine kurulmuş bir cümle değildir. Türkiye’nin gönül sınırları fiziki sınırlarının çok ötesindedir. Gittiğimiz her ülkede, ayak bastığımız her coğrafyada, bunu gördük. Sayın Trump da aslında bir durum tespiti yaparak ülkemizin gücü ve etkinliğinin altını çiziyor.

Doğru söze ne denir? Tespitler yerinde. Aramızda herhangi bir sıkıntı gerçekten yok. Şu an itibarıyla kendisi seçildiği andan itibaren görüşmelerimizi yaptık. Sayın Trump pragmatik bir siyasetçi. Kendi ülkesine ve müttefiklerine maliyet üreten politikaları değiştirme vizyonuna sahip. Devir-tesliminden sonra yine herhalde biz de ilk tebriğimizi yapar, gündemimizde bulunan konuları samimiyetle ele almaya başlarız.

AFAD’ın Esad rejiminin işkence üssü olarak bilinen Sednaya’daki çalışmalarını soracaktım. Orada kayıp Türk vatandaşları var mı?

Yok, öyle bir bilgi getirmediler bize. Bu 6 kat yerin dibindeki cezaevinin nasıl olduğunu ve burada insanların ne hallere sokulduğunu gördünüz. Biz Türkiye olarak bu işi seyretmedik, tribünde kalmadık. AFAD’ımızı tüm teçhizatıyla ekipmanlarıyla birlikte Suriye’ye gönderdik. Orada o çalışmaları yapmaları, o çalışmalarla ilgili raporların oluşturulması, hem bölgeye hem İslam dünyasına güzel bir mesaj vermiştir. AFAD’ımız orada görevini yaptı ve döndü. Oradaki acı tabloları, o tünelleri gördünüz. Tünellerin uzunlukları, oraların içler acısı hali, hepsi birer felaket. Dünya Suriye’nin bu halini görüp, gereken notu gerekli yerlere vermiştir diye düşünüyorum. Bizler de özellikle AFAD’ımızla orada başarılı bir operasyon yaptık, neticesini aldık. Bütün bunlar tarihe çok önemli bir kayıt olarak düşülecektir diye düşünüyorum.

Sednaya Hapishanesi bizim yıllardır söylediklerimizi doğruladı. Oradaki zulümler, işkenceler, yargısız infazlar, Baas Rejimi gerçeğinin en acı fotoğraflarından biridir. Her zulüm gören coğrafyada olduğu gibi, Suriye’de de toplu mezarlara rastlanıyor. Anlaşılan Suriye’de henüz, zulüm ve işkence fotoğrafının tamamını görebilmiş değiliz. Bunun için biraz daha zamana ihtiyaç olacak. Kendi halkına böylesi zulmeden Esed yönetiminin bunların hesabını uluslararası hukuk zemininde vermesi için elimizden geleni yapacağız. Umarım Sednaya fotoğrafı “Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?” diyenleri, “Suriyelilere kapılarımızı neden açtık?” diye yabancı düşmanlığını körükleyenleri, “Esed af ilan etti Suriyelileri ülkelerine gönderin” diyerek bizlere akıl verenleri bir nebze olsun utandırmıştır. Hala aynı cümleleri kuranların insani değerlerini Esed’in ölüm preslerinde ezdiğini, vicdanlarını yerin yedi kat altındaki zifiri karanlık hücrelere kapattıklarını düşünmemek elde değil. Suriye’de kayıpların acıları dinmeyecek, ancak Suriye düştüğü yerden kalkacak. Bu zulümler unutulmayacak. Unutulan zulmün tekrarlanacağını biliyoruz. Kardeş Suriye halkı, bugün kanayan bu yaralarını sarıp, yeniden hür ve müreffeh bir gelecek inşa etmek için bir ve bütün olacak. Yanlarında ise hep kardeşleri Türkiye’yi bulacaklar.

Suriyeliler konusunda siz çok ağır eleştirilere tabi oldunuz, her türlü sorunun kaynağı olarak Suriyeliler gösterildi. Seçimlerde de aleyhinizde konuşuldu. Bugün şöyle geri dönüp baktığınız zaman, ‘İyi ki Suriyelilere sahip çıktık, vicdani görevimizi yaptık’ diyor musunuz? Bir de Türkiye’nin bölgedeki gücü arttı. AGİT Genel Sekreterliğine Feridun Sinirlioğlu Bey geldi. Öte yandan Somali ve Etiyopya arasındaki sorunları çözdünüz. Bu konuyla ilgili görüşünüz nedir?

Bölgedeki bütün bu gelişmelerde adımımızı inanarak attık. “Biz Ensar’ız, onlar Muhacir…” derken bizim değişmez kaynaklarımıza, kutsal değerlerimize dayanarak bunları söyledim. Ama muhalefet böyle bakmıyordu. Ensar kavramı ne anlama gelir, Muhacir ne anlama gelir bunları anlamak gibi bir dertleri yoktu. Peki ne oldu şimdi? CHP kendi içinde bölük pörçük, paramparça. Öbür tarafta Dem, onu zaten söylemeye gerek yok. Biz bu süreçte terörle mücadeleyi de çok kararlı bir şekilde yaptık. Elhamdülillah neticeyi de aldık ve alıyoruz. Sınır boylarında bu kadar duvar örüyoruz. Bu duvarları kendi ülkemizi terör tehdidinden koruyalım diye inşa ettik, ediyoruz. Bunun yanında yeni bir adım daha atacağız. Irak’la, Suriye’yle ticari ilişkilerimizi yoğunlaştıracağız. Bu, gerek Suriye için gerek Türkiye için yeni bir hareketlenmeyi her bakımdan getirecek. Bununla birlikte de bölgeye farklı bir hava gelecek. Gaziantep şu anda hareketlendi. Kilis aynı şekilde hareketleniyor ve daha da hareketlenecek.

Biz ülkemize sığınan bu insanları kovmuyoruz. Biz bu insanlara “Evine gidersen git ama gönüllülük esasına göre git. Siz bizim başımızın üstündesiniz. ‘Ben evime gideceğim’ diyorsanız evinize gidebilirsiniz.” diyoruz. Şu anda zaten Suriyeli çocukların okulları devam ediyor. Okullarını bu sene burada bitirecekler. Ondan sonra Suriye’de, Dara’da, Deyrizor’da, Suriye’nin diğer bölgelerinde evleri varsa oraya rahatlıkla gidebilirler. Savunmadan tutun, eğitime, enerjiye kadar birçok alanda iş birliği yapacağız. Suriye’nin şu anda enerjide ciddi sıkıntıları var. Ama biz onların enerjideki bu bütün sorunlarını da inşallah süratle gidereceğiz. Bu konuda da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımız oraya her türlü imkanı inşallah sağlayacak.

Etiyopya Somali konusu da önemli. Etiyopya ile Somali arasındaki o barışın adımlarını hakikaten farklı ve kararlı bir şekilde attık. Gerek Etiyopya Başbakanı gerek Somali Cumhurbaşkanı sağ olsunlar bizim bu arabuluculuğumuza olumlu yaklaştılar. Yaptığımız basın toplantısında da bunu ortaya koydular. Zor da olsa anlaşma bir yıllık sürecin ardından sağlanmış oldu. Etiyopya’nın burada bir önemli sıkıntısı var. Etiyopya, topraklarından denize ulaşamıyor. Bunun için Somali’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü temellinde bir adım atıldı, Etiyopya’ya denize erişim imkanı tanındı. Etiyopya çok büyük bir ülke. Böyle büyüklükte bir ülkenin böyle bir imkanı yakalaması gerekir. Biz Somalili kardeşlerimize, özellikle Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh’e bunu da söyledik. “Artık burada Etiyopya’ya destek vereceksiniz.

Bir adım atalım ve bu buluşmamızın en önemli neticesi de bu olsun, Etiyopya denize açılsın.” dedik. 7 saat sadece üçümüz değil, heyetler de aralarında görüştü. Bazen görüşmeler çıkmaza da girdi. Böylesi anlarda devreye girdik, meseleyi çözdük. AGİT konusuna gelirsek; Türkiye’nin etkinliğini ve sorun çözme kapasitesini bilen AGİT üyesi ülkeler oy birliği ile Sayın Feridun Sinirlioğlu’nu Genel Sekreterlik gibi önemli bir göreve layık gördü. Türkiye hem bölgesinde hem de küresel sorunlara yaklaşım tarzı ile öne çıkıyor. AGİT tüm bu özelliklerimiz nedeniyle ülkemize duyduğu güveni ortaya koymuştur.

Türkiye, Suriye’nin iç savaşı başladığı 2011 yılından beri Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve birliğine vurgu yaptı. Bu bağlamda oldukça tutarlı ve yapıcı bir politika izledi. Bugün yeni bir dönem başladı. Aslında kısmen de değindiniz. Bu yeni dönemde geçmişte olduğu gibi Türkiye herhalde Suriye halkının yanında olacak, bunu vurguladınız. Yeni dönemde Türkiye’nin Suriye politikasının çerçevesini ne şekilde çizersiniz?

Yıllardır Esed zulmüne maruz kalan Suriye halkı birliğini ve kardeşliğini yeniden tesis etmeye çok yaklaştı. Önümüzdeki süreçte hiçbir gücün terör örgütleriyle iş tutmaya devam edeceğini düşünmüyoruz. Ülkenin diğer bölgelerinde bulunan DAEŞ, PKK-YPG gibi terör örgütlerinin başı en kısa sürede ezilecektir. Terörden arındırılmış ve halkı tarafından yönetilen bir Suriye’nin inşası için dün olduğu gibi bugün de elimizden geleni yapacağız. Bölge terör örgütlerinden temizlendikten sonra da Suriye’yi ayağa kaldıracak adımlar hızlanacaktır. Suriye’nin kaynaklarının Suriye halkının huzur ve refahı için kullanılması konusu da mühim.

Bugüne kadar Suriye’nin kaynakları terör örgütleri başta olmak üzere bölgede faaliyet gösteren gruplara aktı. Bu musluklar Suriye devrimi ile kapatıldı. Şimdi ülke bütün enerjisini ayağa kalkmak için kullanacak. Türkiye Suriye’nin yeniden imarı ve kurumlarının ihyası için destek olmayı sürdürecektir. Uluslararası toplumun da buna katkı sunması için çalışıyoruz. Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmesiyle Suriye yeniden zenginleşecek, üretime odaklanacak ve kalkınacaktır.

Suriye’de devlet kurumları yeniden ayağa kaldırılacak, anladığımız kadarıyla bunun teknik çalışmaları yapılıyor. Bunun yanı sıra Suriye’nin inşa aşaması da olacak. Suriye’deki yeniden yapılanma sürecinde öncelik verilen sektörleri sormak istiyorum. Türkiye’nin buradaki ekonomik katkıları ne olacak? Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması için uluslararası aktörlerden hangi somut adımları bekliyorsunuz? Türkiye’nin İdlib’deki insani yardım faaliyetleri konusunda uluslararası toplum yeterince katkı veriyor mu?

Suriye’de çatışmalar ve yıllarca süren savaş, şehirlerin ve devletin altyapısını çökertti. Yaraları sarmak için kentlerin yeniden imarı önemli. Suriyeli mültecilerin ülkelerine gönüllü dönüşü ve sürdürülebilir bir yaşam kurmaları için barınma meselesini halletmek gerekiyor. Yeni evler, iş alanları, üretim ve enerji tesisleri, tarım ve hayvancılığa yönelik tesisler hızla oluşturulmalı. Suriye ekonomisi de çökmüş durumda. Suriye’ye yönelik Esed rejimi nedeniyle konulan ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması ülkenin yeniden toparlanması için fayda sağlar. Suriye’nin yeniden uluslararası topluma entegre edilmesi bir başka konu.

Suriye’nin geleceğini temellendirecek, kapsayıcı bir anayasa yapmak ve siyasi sistem inşa etmek de bu adımlar kadar gerekli. Suriye’nin geleceğine Suriye halkının karar vereceği gerçeğini kimsenin aklından çıkartmaması gerekir. İnsani yardımlar konusunda yeterlilik söz konusu değil. Suriye’ye şu anda o beklenen insani yardımın geldiği de yok. Biz Türkiye olarak bugüne kadar Suriye’ye yeni dönem için insani yardım bazında birçok katkılar yaptık. Şimdi de bu devrimden sonra bu insani yardımlarımız devam ediyor, devam edecek. Bu yeni yönetimin özellikle ihtiyacı olan birçok unsur bulunuyor. Bu unsurlar konusunda da onları yalnız bırakmayacağız. Özellikle DAEŞ, PKK/YPG bunlarla mücadelede onların hiç yalnız kalmaması lazım. Gereken neyse bunları yapacağız. Yakında Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan da inşallah oraya gidecek. Yeni yapılanmayı birlikte yapacaklar.

Paylaşın

Bakırhan’dan İktidara “Müzakere” Çağrısı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye’de hiçbir dönem olmadığı kadar demokratik zemin müsaittir. Türkiye halkları, emekçileri barış istiyor. Türkiye’nin aydınları, Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi için grup kurup onlarca, yüzlerce isimle açıklamalar yapıyorlar” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu meseleyi duymayan, bu meseleye gözünü kulağını kapatan artık sadece bu iktidarıdır. Buradan iktidara çağrı yapıyoruz: Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürt sorununun demokratik yollarla çözüldüğü bir zemin için tecridi kaldırın. Bu meseleyi diyalog ve müzakere ile çözün.”

Aydınların İstanbul’da yaptığı barış çağrısının ardından Diyarbakır’dan başlayan Demokratik Çözüm ve Özgürlük Yürüyüşü, bugün Ankara’ya ulaştı. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, DEM Parti Meclis Grubu, DEM Parti yöneticileri ve STK temsilcileri yürüyüşçüleri karşıladı. DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, HDK Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş ve DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan açıklamada bulundu.

Tuncer Bakırhan’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle: “Değerli basın mensupları; bugün sizin gibi Suriye’de, Rojava’da kamerasıyla ve fotoğraf makinasıyla haber kovalayan, gerçekleri yazan iki gazeteci arkadaşımız Nazım Daştan ve Cihan Bilgin katledildi. Bu katliamı kınıyoruz. Gazetecileri katleden bir anlayış 21’inci yüzyılda nerede duruyor? Bunu da Türkiye kamuoyunun vicdanına bırakıyoruz. İstanbul’da, Türkiyeli aydınların Kürt sorununa demokratik çözüm için yaptıkları açıklama ve başlattıkları kampanya sonrasında, bölgede bulunan siyasetçiler, emek-meslek örgütleri, tutsak aileleri ve halklarımız Amed’den yola çıkarak bugün Ankara’ya geldi.

Kar kış demeden demokratik çözüm için yollara düşen ve bugün temsili olarak bizimle burada bir arada bulunan yürüyüşçü arkadaşlarımı tebrik ediyorum. Türkiye barışına ve demokratik çözüme kararlı bir şekilde sahip çıkıyorlar. Umarım ki önümüzdeki günlerde Türkiye halkları ve emekçileri de buna sahip çıkar. Barışın, demokrasinin ve özgürlüklerin hakim olduğu bir ülke yaratma mücadelesine katılacaklarına eminim.

Kürt meselesi yüz yıldır bilindik klasik yöntemlerle bitirilmeye çalışıldı. “Kart-Kurt” denildi, “Güneş Dil Teorisi” denildi. Gazeteciler faili meçhule gitti. “Kürt’üz, demokratik çözüm istiyoruz” diyen siyasetçiler katledildi. Onlarca ayaklanma oldu. Bunlara karşı da bastırmalar, yok saymalar oldu. Yüz yıldır Türkiye’de denenmeyen yol ve yöntem kalmadı. Köyler boşaltıldı, yaylalar yasaklandı.

Geçen yüzyılda devlet ve iktidar birçok yol yöntem denedi ama başaramadı. Geldiğimiz aşamada, 25-30 milyon Kürt’ün, “Biz Kürt’üz, Kürt olmaktan kaynaklanan demokratik haklarımızı kullanmak istiyoruz. Bu ülkede eşit yurttaş olmak istiyoruz” demesini bir türlü bitiremediler. 100 yıldır devam eden bu yok sayma ve inkar politikalarının yerine Kürt’ü kabul eden, Kürtlerin demokratik bir zeminde eşit yurttaş olarak yaşamalarını sağlayan bir sürecin kapısını hep beraber aralayabiliriz.

“Rojava’ya SİHA-İHA göndererek bu mesele çözülmez”

Milletvekilimiz Ömer Öcalan’ın İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan’ı ziyaret ettikten sonra yaptığı açıklamalar, aydınları ve bölgeden buraya yürüyen demokrasi ve özgürlük yürüyüşçülerini olduğu gibi bizi de heyecanlandırmıştı. Sayın Öcalan, “Siyasal zemin oluşursa, Kürt sorununun demokratik çözümü için ben buradayım, irade sahibiyim” demişti. Biz de 100 yıldır yok sayma politikaları uygulayan iktidara ve sisteme buradan sormak istiyoruz: Sayın Öcalan ben hazırım diyor, siz ne yapıyorsunuz? Rojava’ya SİHA-İHA göndererek bu mesele çözülmez.

Rojava halklarının emeği ve canıyla oluşturduğu statüyü yok saymakla, ortadan kaldırmakla bu sorun çözülmez. Bu sorun, diyalog ve müzakereyle çözülür. Dünyada bu sorunlar benzeri yol ve yöntemlerle çözüldü. Bunu en iyi bu iktidar ve devleti yönetenler biliyor. Şimdi bu sorunu çözmenin zamanıdır. İmralı’daki kilidi açın. İmralı’nın demokratik çözüm konusunda söylemiş olduğu sözleri ve yol haritasını Türkiye halkları duysun, konuşsun, tartışsın. Ülkenin enerjisini, ekonomisini ve gençlerini bu sonsuz ve sonuç almayacak çatışmaya ve gerginliğe, savaşa artık harcamayın.

Bu ülkede Kürtler vardır. Yok demekle yok olmuyor, cezaevine koymakla yok olmuyor, İHA-SİHA’larla yok olmuyor. “Kürt yok” demekle Kürt bitmiyor, tükenmiyor. Bunu artık kabullenmek gerekiyor. Biz de Demokratik Çözüm ve Özgürlük Yürüyüşçüleri gibi Sayın Öcalan’ın bu süreçte önemli bir rol oynayacağını söylüyoruz. Türkiye’de hiçbir dönem olmadığı kadar demokratik zemin müsaittir. Türkiye halkları, emekçileri barış istiyor. Türkiye’nin aydınları, Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi için grup kurup onlarca, yüzlerce isimle açıklamalar yapıyorlar.

“Kürtlerin Suriye’deki statüsüne de müdahale etmeyin”

Bu meseleyi duymayan, bu meseleye gözünü kulağını kapatan artık sadece bu iktidarıdır. Buradan iktidara çağrı yapıyoruz: Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürt sorununun demokratik yollarla çözüldüğü bir zemin için tecridi kaldırın. Bu meseleyi diyalog ve müzakere ile çözün. Rojava’da Rojava halklarının emeğiyle, kanıyla ve canıyla savunup ortak özgür bir yaşam sürdürdüğü Kürtlerin Suriye’deki statüsüne de müdahale etmeyin. Oradaki Kürtler buradaki 25 milyon Kürt’ün kardeşidir, soydaşıdır, canıdır. Suni sınırlarla araya çizgi çekilince akrabalık bağı, duygusal bağ bitmiyor.

Biz de arkadaşlarımız gibi, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için, Türkiye halklarıyla ve emekçileriyle konuşarak ve yok sayan iktidar üzerinde demokratik bir basınç oluşturarak Cumhuriyetin ikinci yüzyılında artık bu sorunun çözülmesi için bütün gücümüzü ortaya koyacağız. Bu konuda karar ve inançlıyız. Türkiye halkları savaşa, kana, şiddete ve zulme doydu. Şimdi artık demokratik bir zemin inşa etmenin zamanıdır. Bunun için de Sayın Öcalan’ın rolünü oynaması için İmralı’nın kapılarının açılmasını bekliyoruz, istiyoruz.”

Paylaşın

ABD’den Dikkat Çeken “Suriye” Açıklaması: Çekilme Planımız Yok

Suriye’nin kuzeyindeki durum yakından takip edilirken, ABD’den “Suriye’de bulunan asker sayımız 900 değil 2 bin ve Suriye’den çekilme planımız yok” açıklaması geldi.

Haber Merkezi / ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Tuğgeneral Patrick S. Ryder, günlük basın toplantısında, Suriye’ye ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu.

Patrick S. Ryder, ABD’nin Suriye’de şu anda “yaklaşık 2 bin” askeri bulunduğunu, bunun daha önce açıklanan 9 yüz askerin iki katından fazla olduğunu söyledi. “Suriye’den çekilme planımız yok” diyen Ryder, 2 bin askerin tamamının IŞİD’le savaşmak için Suriye’de olduğunu belirtti.

Milli Savunma Bakanlığı (ABD) yalanlamasına rağmen, ABD Dışişleri Bakanlığı, “Menbiç’teki ateşkesin uzatıldığı ve devam ettiği yönündeki değerlendirmemiz hala aynı” açıklamasını yaptı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, salı günü yaptığı açıklamada, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerle ilgili olarak Türkiye ile temasta olmaya devam ettiklerini belirtmişti. ABD’nin girişimiyle geçen hafta Menbiç çevresindeki bölgede bir ateşkesin sağlandığını ve taraflarca bu ateşkese uyulduğunu ifade eden Miller, “Ateşkesin süresi dolmuştu, bu haftanın sonuna kadar uzatıldı” demişti.

Beşar Esad yönetiminin Heyet Tahrir Şam (HTŞ) tarafından yıkılması ile birlikte Suriye Milli Ordusu (SMO) güçleri de Tel Rıfat ve ardından Münbiç’i Kürtlerin ağırlıklı olduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) elinden almış ve ardından iki oluşum arasında kısa süreli bir ateşkese gidilmişti.

Bölgedeki gelişmeler ve kırılgan durumdaki ateşkesin kalıcı olup olmayacağı yakından takip edilirken, SDG, Türkiye ve Türkiye destekli grupların Münbiç ve kuzeyinde ateşkese uymadığını iddia etti ve Kobani için savaşmaya hazır olduğunu duyurdu. SDG bu açıklaması öncesinde ise “silahsızlandırılmış bölge” önerisinde bulunmuştu.

SDG’nin omurgasını Kürt Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) askeri kanadı olan Halk Koruma Birlikleri (YPG) oluşturuyor ve YPG/PYD Ankara tarafından “PKK’nın Suriye kolu” olarak görülerek “terör örgütü” olarak tanımlanıyor. Ankara ayrıca YPG içinde Suriyeli olmayan Kürtlerin de bulunduğunu belirterek ülkeden ayrılmalarını istiyor.

Florida’daki evinde geçtiğimiz günlerde gazetecilerin sorularını yanıtlayan ABD’nin seçilmiş devlet başkanı Donald Trump da SDG’ye açık bir destek belirtmeyerek, Suriye’de kalan az sayıdaki Amerikan askerini çekme niyetini tekrarlamış ve Esad’ın devrilmesinin arkasında Türkiye’nin olduğuna inandığını söylemişti.

ABD’li senatörler Chris Van Hollen ve Lindsey Graham SDG ile ateşkesi yenilememesi durumunda Türkiye için iki partili yaptırım tasarısı sunacaklarını duyurmuştu.

ABD’li Cumhuriyetçi Senatör John Kennedy de Senato’daki son konuşmasında istihbaratlarının “Erdoğan’ın Suriye’yi işgal etmeye çalıştığını” söylediğini belirterek, Erdoğan’a yönelik olarak “Bunu sakın yapma… Kürtler Kuzeydoğu Suriye’de barışçıl bir halk ve onları rahat bırak. Kürtlerin kılına zarar gelirse bu Kongre’den adım atmasını isteyeceğim ki bu yaptırımların size faydası olmayacak” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Suriye’nin Kuzeyinde “Ateşkes” Muamması

Menbiç çevresindeki bölgede ateşkesin hafta sonuna kadar uzatıldığı ABD tarafından açıklanırken, Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ise bu açıklamayı “dil sürçmesi” olarak değerlendirdi.

Bölgedeki gelişmeler ve kırılgan durumdaki ateşkesin kalıcı olup olmayacağı yakından takip edilirken, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vedant Patel, konuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

““Menbiç’teki ateşkesin uzatıldığı ve devam ettiği yönündeki değerlendirmemiz hala aynı. Dün de bahsettiğimiz gibi Kobani çevresindeki durumu yakından takip ediyoruz, bu durum değişken olmaya devam ediyor, ancak daha büyük ölçekli çatışmalar gördüğümüz sonucuna varmadık.”

Suriye’nin kuzeyinde gerilimden kaçınmak için çok çalıştıklarını kaydeden Patel, “Bu bizim için kesinlikle endişe verici olacaktır çünkü yerel ortaklarımızın, SDG’nin, ABD’nin Suriye’deki en önemli politika önceliği olan ortak IŞİD’le mücadele misyonumuzu sürdürme kabiliyetini sınırlayacaktır” diye konuştu. Patel, “Türkiye’nin Kürt savaşçıların silahsızlanmasını istemesini ABD’nin kabul edip etmediği ve Ankara-Washington hattında bu konudaki görüşmelerin içeriği” ile ilgili bir soruya ise doğrudan yanıt vermedi.

Sözcü Yardımcısı, “Bizim odak noktamız Suriye liderliğindeki siyasi süreci desteklemek ve aynı zamanda bizim için en önemli öncelik olan IŞİD’in ve Suriye’de ortaya çıkan terörizmin kalıcı bir şekilde yenilgiye uğratılmasını sağlamak. IŞİD’in istikrarsızlığı istismar ettiğini bildiğimizden, elbette Türkiye dahil sahada etkisi olan tüm ülkelere düşen görev istikrar, diyalog ve itidali teşvik etmek ve nihayetinde günün sonunda Suriye’nin toprak bütünlüğünü desteklemek” ifadelerini kullandı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Salı günü basın brifinginde yaptığı açıklamada, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerle ilgili olarak Türkiye ile temasta olmaya devam ettiklerini belirtmişti. ABD’nin girişimiyle geçen hafta Menbiç çevresindeki bölgede bir ateşkesin sağlandığını ve taraflarca bu ateşkese uyulduğunu ifade eden Miller, “Ateşkesin süresi dolmuştu, bu haftanın sonuna kadar uzatıldı” demişti.

Milli Savunma Bakanlığı kaynakları ise, “Türkiye olarak herhangi bir terör örgütü ile görüşmemiz sözkonusu değildir. Yapılan açıklamayla ilgili bir dil sürçmesi olduğunu düşünüyoruz” demişti.

Bakanlık kaynakları, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) veya Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) Fırat’ın doğusundaki YPG’ye operasyon hazırlığı içerisinde olduğuna dair haberle ilgili ise “PKK/YPG terör örgütü silah bırakana, içindeki yabancı savaşçılar Suriye’yi terk edene kadar terörle mücadele kapsamında hazırlıklarımız ve tedbirlerimiz devam edecektir. Suriye’deki yeni yönetim ve onun ordusu olan Suriye Milli Ordusu’nun Suriye halkı ile birlikte terör örgütü PKK/YPG tarafından işgal edilen bölgeleri kurtaracağına inanıyoruz” açıklaması yapmıştı.

ABD’nin IŞİD’e karşı savaşta desteklediği SDG’nin omurgasını YPG oluşturuyor. Türkiye, YPG’yi, ABD ve AB’nin de terör listesindeki PKK’nın uzantısı olan bir terör örgütü olarak görüyor. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) ile SDG arasında Suriye’nin kuzeyinde çatışmalar yaşanıyordu.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

CHP Lideri Özel’den İktidara “Yeni Anayasa” Resti

Silivri Cezaevi önünde açıklama yapan CHP Lideri Özgür Özel, “Yeni Anayasa” tartışmalarına ilişkin, “AYM kararına uymayanlar sonra gelip ‘Anayasa yapacağız’ diye kapımızı çalmasın” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Gezi tutukluları Can Atalay, Osman Kavala, Tayfun Kahraman ile eski ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve yerine kayyım atanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i ziyaret etti.

Özgür Özel, Silivri Cezaevi önünde açıklama yaptı. Artı Gerçek’in aktardığına göre; Özel’in açıklamalarından başlıklar şöyle: “”Silivri Cezaevi’nde, Esenyurt Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Özer’i, ayrıca Gezi Davası’ndan tutuklu parti üyemiz Sayın Tayfun Kahraman’ı, Gezi Davası’ndan tutuklu Hatay Milletvekilimiz Sayın Can Atalay’ı ve Sayın Osman Kavala’yı, ayrıca Soma Davası’nın avukatı Selçuk Kozağaçlı’yı ayrı ayrı ziyaret ettim.

Ahmet Özer’le olan görüşmelerimize İstanbul İl Başkanımız Özgür Başkan da, Özgür Çelik de katıldı ve görüşmeyi birlikte gerçekleştirdik. Esenyurt’un, Türkiye’nin en büyük belediyesinin, 1 milyonun üzerinde nüfusu olan belediyemiz Esenyurt’un, yüzde 50’nin üzerinde bir oyla, iki kişiden birinin oyunu alarak seçilmiş Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutukluluğunun 51. gününde ziyaret etmenin büyük üzüntüsü içindeyim.

Kısaca hatırlayalım. Kendisi bir akademisyen. Kendisi bu ülkenin Cumhurbaşkanından, Cumhurbaşkanı Yardımcısından, bakanlarından, meclis başkanlarından aldığı davetlerle defalarca Kürt sorununun barışçıl yollardan çözümü ve demokratik yollardan çözümü noktasında görüş bildirmiş.

Ömrü boyunca silahlı mücadeleye hep karşı olmuş. Hep demokratik açılımları, hep barışı savunmuş. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 11 yıldır üyesi. Birkaç kez milletvekili adayı olmuş. Son belediye başkan adaylığı da Esenyurt’ta parti tarafından yapılan kamuoyu araştırmalarında aldığı yüksek destek sonucunda aday gösterilmiş birisinden bahsediyoruz. Ve kendileri sandıktan çıkıp da, ki şu anda 17-25 Aralık haftasındayız.

Hatırlarsanız Sayın Devlet Bahçeli bu haftayı yolsuzlukla mücadele haftası olarak nitelendirmiş ve Sayın Erdoğan’ı, ailesini, siyaset arkadaşlarını yolsuzluğun üstünü örtmeye çalışmakla her zaman suçlamış ve odasındaki saati 17.25’e ayarlamış. Erdoğan’dan hesap sormazsa namert olduğunu da bütün kamuoyuna açıkça söylediği bir süreç, 17-25 Aralık haftası. Haftaya ismini veren, isim babası Devlet Bahçeli.

O haftanın içindeyiz ve bu haftanın içinde şimdi, o hafta yaşananlar “FETÖ’nün kumpasıydı” diyen bir iktidar yönetiyor. O haftaya da ‘yolsuzlukların en üst noktaya çıkmıştı’ diyen Devlet Bahçeli’nin desteğiyle yönetiyor bu ülkeyi. Ve biz bu süreçte o dönemlerde ne yaşandıysa aynı şeyleri yaşıyoruz.

Her bir ziyaret o açıdan anlamlı ve Ahmet Özer’in evine ve iş yerine FETÖ’nün ilk dönemlerindeki gözü dönmüşlüğüyle kapılar koçbaşlarıyla kırılarak, kapıyı açan eş itilerek, yukarıya yatak odasına gidilip uyandırılmasına bile izin vermeyip ekiplerin uyandırdığı, utanç verici, itibarsızlaştırıcı bir sürecin sonunda ve evde ve belediyede yapılan aramalarda avukat bulundurulmadan deliller toplandı.

Bu toplanan delillerle bir tutuklama yapılmaya çalışıldı. Tutuklamaya yapılan itirazda itiraz mahkemesi bile ‘Her ne kadar bu deliller tek başına tutuklama gerekçesi olması tartışmalı olsa da’ diyerek karar koydu ve dedi ki: ‘Bir gizli tanık var.’ Ama gizli tanık da tek başına tutuklama gerekçesi olamayacak olsa da ‘tutukluluğunun devamına’ dedi.

50 gündür o gizli tanığın ağzından bir şeyler yazmaya çalışıyorlar ama iş öyle bir noktaya geldi ki bu gizli tanığın ne kadar boş ve söyleyebileceklerinin ne kadar havada olduğu ortaya çıktı. 50 gündür iddianame yazamıyorlar. Bugün iddianame yazması beklenen savcı, kendisine işte İngilizce takma isimlerle “hızlı savcı” falan söylenen ve 200 kişilik davaya 4 günde iddianame yazmakla övünen bir savcı.

Bir kişilik davaya 50 gündür iddianame yazamadı arkadaş. Yazamaz çünkü olmayan şeyi yazmasını istiyorlar. Ona bu talimatı veren kişi ona diyor ki: Ahmet Özer’i suçlu ilan etmelisin. Neyle? Sabahın köründe toplayıp da boş çıkan delillerle olmuyor. Abuk subuk bir gizli tanıkla olmuyor.

Şöyle bir iş yaptılar, buradan bütün Türkiye’ye ibret-i alem olsun diye açıklıyorum ki: Ahmet Özer’in tam 12 yıl boyunca geriye gitmişler. Tarihi belli, 1.1.2012’den bugüne yaptığı bütün telefon görüşmelerine bakmışlar. Hepsini çıkarmışlar. İçlerinde geçmişte suç işlemiş, herhangi bir örgütle irtibatlı olabilecek 12 kişiyi seçmişler ve o 12 kişiden suç icat etmeye çalışıyorlar Ahmet Özer’e.

O 12 kişiden bir tanesi öğrenci velisi, ‘Kayıt için yardım istedim Ahmet Özer’den.’ diyor. ‘7 yıldır da bir daha görüşmedim.’ diyor. Bir tanesi Ahmet Özer’in yazdığı, resmi, denetimden geçmiş, ISBN numarası olan, savcılıkça hakkında bir işlem başlatılmamış bir kitabın, kitabını tasarlıyor.

‘Ahmet Bey’le iki ay gibi bir sürede 7 kere telefonda görüşmüş.’ Bununla suçlanıyor. Ya sen, örneğin o savcı, sen bir kitap yaz, anılarını falan. Kapak tasarımcısıyla kaç kere telefonda görüşüyorsun, bir bak bakalım. İki aylık sürede, kitabın kapağının tasarlandığı iki ayda 7 telefon görüşmesiyle suçlanıyor.

Birisi var, belli günlerde 8-9 kere telefonla görüşmüş. Yazı yazdığı internet sitesinin genç bir editörü. Yazıyı koyuyor, ‘Orası böyle olsun, buraya resim olsun, başlığı büyük mü yapsanız?’ Bu görüşmeyle suçlanıyor. Bir tanesi kızının, meşhur, evinin kiracısı, kira yatıran kişi.

Öbür taraftan da bir diğeri ise Şanlıurfa’dan, Şanlıurfa’dan gelip de biber salçası satan kişi. Hep ayın aynı günlerinde kendisini aramış. Niye? Üniversiteye geliyor, diyor ki: Ahmet Bey, ben geldim, biber salçalarını getirdim. Ahmet Bey de biber salçalarını kendi alıyor, hatta bazı öğretim görevlilerine de yönlendiriyor.

Bu kişiyle yaptığı telefon görüşmelerini şüpheli telefon görüşmeleri olarak sayıyorlar. O biber salçasını satan oradan çıkıyor, adliyeye gidiyor, adliyede savcılara da satıyor. Böyle bir şeyden terör soruşturmasına salça olunur mu ya? İnsan da biraz utanmak olur, utanmak olur. Bütün HTS kayıtlarını 12 yıllık çıkarmışlar. Yazıyor, ‘1.1.2012’den bugüne yaptığı görüşmeler içinde’ bu kişilerle.

Kişilerin ortak özelliği Kürt olmaları, DEM Parti’ye yakın isimler olmaları ya da hiç alakası işte kiracılar, salçacılar falan. İki tanesi de Van ve Mersin’in DEM il başkanları. Bir tanesi DEM milletvekili adaylığına destek istemiş. Önce 20 yıl önce, daha partinin adını, notlarda yazıyor, partinin adını, ben yanlış hatırladım, arkadaşlar yanlış hatırladı, o tarihteki ismi yazdıkları arada mı?

DEHAP. DEHAP’ta yöneticiyken milletvekilliğine destek istemiş. Bir görüşmede, 12 yıl önce, ‘Aday olsam milletvekili olur muyum?’ diye düşünmüş, bakmış ışık alamamış, CHP’ye başvurmuş, CHP’den de olamamış. Ama 12 yıldır da CHP üyesi. Ahmet Özer böyle, DEM Parti’yle de ilişkisi olan ama meşru siyaset zemininden hiç sapmamış. Baktı DEM’den olamıyor, DEM’e, tırnak içinde söylüyorum, kendini beğendirememiş, gelmiş CHP’den aday olmuş birisi.

Bu kişi Esenyurt’u kazanınca, ‘Efendim, siz DEM’le işbirliği yaptınız.’ E Ahmet Özer zaten biz bir aday belirlerken Esenyurt gibi bir yerde Kürtlerden de oy alabilecek bir aday belirlemeye çalışıyoruz. DEM seçmenine de sempatik gelecek bir aday belirlemeye çalışıyoruz. DEHAP’tan milletvekili adaylığı var. HEP’te milletvekilliği adaylığı var. Bizde de üç dönemdir var. İyi bir akademisyen, konuyu biliyor, saygın birisi.

12 yıldır üyemiz, şimdi kendisini terörle ilişkilendiriyorlar. Neyden? 10 yıl önce yaptığı telefon görüşmeleriyle. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Eğri oturup doğru konuşalım. 10 yıl önce yapılan telefon görüşmelerinden sorumlu tutulacaksak, bugün bir AK Parti milletvekili kalır mı, bugün terörist olduğu anlaşılan biriyle 10 yıl önce görüşmemiş?

Bir AK Parti belediye başkanı kalır mı? Kardeşim, bugün FETÖ’cü dediklerinizin hepsi o dönem canciğer kuzma siyaset arkadaşlarınızdı. Yaptığınız telefon görüşmeleri suç olabiliyorsa 10 yıl öncekiler, hepinizi FETÖ’den içeri toplarlar. Şimdi bu savcılar, bu savcıya bunu söyleyenler aslında AK Parti’deki bütün siyasetçilere Silivri’nin kapısını aralıyorlar. Aynı muameleyi ona yapsan hepsini atarsın.

Hani biz gözümüz dönse, yapmayız da, iktidar olacağız ya seçimlerde, zaten bütün sıkıntı o ya, belediyelere saldırmak ondan. Önde gidiyoruz ya anketlerde. Her şey AK Parti’nin gidişini gösteriyor ya. Bu yaptığınızla bir tane AK Partili dışarıda bırakmaz, bu Silivri’ye doldururuz. Bak, yapmayacağız. Vallahi de billahi de 10 yıl önceki telefon görüşmenizden suç icat etmeyeceğiz. Ama tut ki gözümüz döndü, hepinizi atarız içeri bu yöntemle. İş mi, akıl mı? Bir bunu bir düşünün. Bunu bir düşünün.

O yüzden bir an önce şu iddianamenin yazılması, Ahmet Özer’in hiç beklemeden tutukluluk halinin ortadan kaldırılması, tutuksuz yargılanması ve çok eminiz ki yargı sonunda artık asla ve asla yargılamanın sonunda suçlu olmadığının ortaya çıkmasını bir an önce istiyoruz.

Şimdi bugün görüştüğüm arkadaşlarımla ilgili öncelikle şunu söyleyeyim: Numan Bey yine diyor ki: Gelecek ay geleceğiz, anayasa görüşmeleri için bir tur daha gideceğiz. Tabii çayımız, kahvemiz mevcut, hiç sorun yok, her zaman başımız gözümüz üstüne bekleriz de anayasanın asını ağzınıza alıp da nasıl konuşacaksınız bizimle? Anayasa diyor ki: “Uluslararası anlaşmalar her şeyin üstündedir.

Bir kere AİHM kararı var Kavala’yla ilgili. 7,5 yıldır Kavala’yı burada tutuyorsunuz. Anayasa Mahkemesi kararı var Can Atalay’la ilgili. Seçilmiş milletvekilini burada tutuyorsunuz. Gezi Davası ki hepsinin ortak paydası, Tayfun Kahraman kardeşimi burada tutuyorsunuz. Diğer taraftan Mine Özerdem ve Çiğdem Mater’i Bakırköy Cezaevi’nde tutuyorsunuz. Önümüzdeki haftalarda onları da ziyarete gideceğim ve anayasanın asına uysanız, bir kere bu mahkeme, üç kere beraat aldı bu insanlar.

Bu mahkeme, FETÖ’nün kurduğu bir iddianameyi “kıymetlendirdik” diyor, ‘delilleri kıymetlendirdik, biz de kullanıyoruz’ diyor. Bu salonda, ben buradaydım, bu arkamdaki salonda, Gezi Davası’nda ‘Türk milleti adına’ dediler, hep birlikte ayağa kalktık.

O hakimler, ‘Her ne kadar iddianamede bu bu bu bu varsa’ diye FETÖ’cülerin iddialarını hakim sayıp, bunların hiçbir delili bulunamadığından hepsinin beraatine demişti. Bu mahkemedeki beraat birisinin vicdanına ters geldiği için, aklına ters geldiği için salmadılar, bir dava daha açtılar. Bu davada kimi iki kere kimi üç kere beraat eden arkadaşlarımıza, hepiniz de biliyorsunuz ki, hepimiz biliyoruz ki, olmayan bir suçu yüklediler, içeride tutuyorlar. Şimdi Tayfun Kahraman’ın Anayasa Mahkemesi süreci var.

Çok eminiz ki bir yandan da sağlık durumu, kronik hastalığı fevkalade sorunlu ve içeride durduğu her gün kendine ızdırap, evladı Vera’ya ızdırap, bütün aileye ızdırap. Ama Anayasa Mahkemesi onun için de hak ihlali kararı verecek. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymayanlar, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlara uymayanlar sonra gelip kapımızı çalmasınlar, ‘anayasa konuşalım’ diye.

A’dan Z’ye anayasaya tam uyulduktan sonra ancak anayasa konulu kahve içilebilir. Yoksa vallahi Manisa’daki üzüm rekoltesinden bahsedeceğim Numan Bey’e. O kadar net söylüyorum. Bu kadar anayasa iptal ihlaline sessiz kalıp kendi milletvekilini burada tutup, bu insanların bu kadar hakkını yedirtip, ondan sonra gelip de ‘anayasa manayasa’ diye hiçbir şey söylemesinler.

Gezi’de yatan herkes hepimiz yerine yatıyor. Benim yerime yatıyorlar, benim yerime. Biz hepimiz oradaydık ve Tayfun Kahraman çıktı, açıklama yaptı: ‘Başbakan Erdoğan’la görüştüm. Mahkeme kararı beklenene kadar ağaçlar kesilmeyecek. Karar, Gezi lehineyse oraya inşaat yapılmayacak, aleyhineyse bile referandum yapılacak, İstanbullular karar verecek. Bu şartlarda evlerimize dönmeyi, Gezi sakinlerinin değerlendirmesine sunuyorum.’ dedi.

Yüzde 99 o açıklamadan sonra zaten ayrıldı oradan. Erdoğan da bu açıklamayı övdü ama şimdi suç icat ettiler ve hepimiz yerine orada olan ve sonuç alan, parkı kurtaran, AKM’nin yıkılıp da yerine AVM yapılmasına engel olan arkadaşlarımızı cezalandırmaya çalışıyorlar. Bunu net bir şekilde reddettiğimizi ifade etmek isterim.

“45 kişiyi öldürenleri saldılar…”

Açıklamasında Atatürk Havaalanı saldırısını gerçekleştiren IŞİD’lilerin serbest bırakılmasına da tepki gösteren Özel şöyle konuştu: “Şimdi gelelim meseleyle doğrudan ilişkili çok sıcak bir gündeme. Nedir? Terör örgütü IŞİD, yani hiçbirimizi Müslüman kabul etmeyen, Türkiye’de kendini Müslüman kabul eden, Müslüman olduğunu söyleyen hiç kimseyi Müslüman kabul etmeyen, selefi gruplar Suriye’deki. Türkiye’ye sınırdan geçip, gelip Atatürk Havalimanı’nda, suçu günahı olmayan 45 kişiyi tarayarak öldürdüler.

45 kişiyi. Bunlardan üçü orada öldürüldü, yedi tanesi takip eden operasyonlarda orada ve sonra kaçtıkları yerlerde tutuklandılar, cezaevine konular. Yargılandılar ve bunlardan bu yedi kişiden altı tanesi 46 kere ağırlaştırılmış müebbet aldı. O insanları öldürme suçunu işlemek ya da o suça iştirak etmek. Alıp götürüyor, silahını oradan geçiriyor, kullanacağı mermiyi orada tutuyor, onu evinde saklıyor. 46 kez ağırlaştırılmış müebbet, 45’i ölümler bir tanesi de anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs suçu. Tabii olduğu örgüt, öyle bir örgüt ya IŞİD. Bunlar burada sekiz yıldır yatıyorlardı, sekiz yıldır. Birinci kademe cezayı verdi, istinaf onayladı, Yargıtay’da bekliyor.

Yargıtay ne olduysa 12 Aralık günü bu altı kişiye verilen cezaları ağır bulmuş, ‘Bunları bir daha yargılayın’ demiş. Ve ‘Yattığı süre alacağı cezaya yeter’ deyip salmış hepsini. Bakın o gün orada her birimiz olabilirdik. Her birimizin eşi, dostu, akrabası, evladı, anası, babası o havaalanında olabilirdi. Göz kırpmadan vurdular. Onlar selefiymiş, İslam onların istediği gibi yaşanacakmış, Türkiye’deki kimse onların gözünde Müslüman değilmiş. Taradılar. Bu kadar cani bir örgüt, bunlara verilen ceza çok, bu cezayı düşür, bu sırada da ‘saldım’ diyor. Nereye salıyor? Suriye’ye salıyor. Kim salıyor? Salan Yargıtay 3’üncü dairesi.

Kim bu daire? Can Atalay seçildiği halde salmayan daire. Kim bu daire? Somalı madencileri öldürenlerin cezalarını affeden, aldıkları cezaları bozan, alanları salan daire. Bugün ziyaret ettiğim Selçuk Kozağaçlı’yı burada tutan daire. Bu daire şöyle bir daire, ne söylenirse onu yapan bir daire. Bu daireye demişler ki, ‘Suriye’de işler değişti. O selefiler artık oldu iktidar. O selefiler artık kahraman ve devrimci. O selefilerin arkadaşlarını salıverin gari.’ O selefilerin arkadaşlarını Suriye’deki bu konjonktürden dolayı tıpış tıpış saldılar

Bakın ülkeyi yönetenlerin verdikleri talimatlar ve talimatları uygulayanların gözü nasıl dönmüş onu görün. Atatürk Havalimanı’nda 45 kişiyi öldürenleri bu konjonktür gereği salıyorlar. Ama bir yandan Osman Kavala’yı yedi yıldır burada tutuyorlar. Sekiz yıldır yatan IŞİD’çı, 45 kişi öldürmüş ya da öldürecek mermiyi temin etmiş, parayı vermiş, evinde yatırmış ya da öldürmüş.

Türkiye mahkemeleri ağırlaştırılmış 46 müebbet vermiş, onu salıyor. Osman Kavala kimsenin burnunu kanatmamış, yedi yıldır burada yatıyor. Selçuk Kozağaçlı yedi yıldır burada yatıyor. Can Atalay, Tayfun Kahraman 36 aydır burada yatıyorlar. Mine Özerden Bakırköy Kadın Cezaevinde yatıyor. Çiğdem Mater Bakırköy Kadın Cezaevinde yatıyor. Nasıl olacak bu iş? Vicdan mı bu? İnsaf mı bu? Kim ölmüş? Gezi’de hayatını kaybedenler, tamamı polisin elindeki caydırıcı gaz bombasını silah gibi kullanması yüzünden hayatını kaybedenler ya da yukarıdan düşenler.

Bunların elinde şu kadarcık kan var mı? Yok. Ama onlar yedi yıl yatsın, yatmaya devam etsin, ne eline silah almış ne mermiye dokunmuş, ne bir şey yapmış. Sadece ve sadece Tayyip Erdoğan’ın bunlara kafası atmış. Tek sorun bu. Ve bu mesele üzerinden onlar yatacak ama Suriye’de işler değişti, 45 kişiyi katletmiş adamlar gidecek. Hadi bakalım bir dahaki mahkeme bul onları. Suriye sınırı bu haldeyken, o selefi terör örgütü birinci kademe mahkemesindeki yargılamaya mı gidecek?

Necip Hablemitoğlu, dün oradaydık. Necip Hablemitoğlu cinayetinden şüpheli yargılanan Levent Göktaş kaçtı Bulgaristan’a. Bulgaristan’da yakalandı, kırmızı bültenle Türkiye’ye iade edildi. Tutuklandı. Sonra serbest bıraktılar. Gerekçe, kaçma şüphesi yok. Kaçıyor adam. Bir öncesinde kaçmış nasıl kaçma şüphesi yok? Bakın, Bulgaristan’a kaçan adamı, kaçma şüphesi yok diye bırakacaksın.

Her sabah sekizde evinden belediyeye giden adamı, kaçma şüphesi var diye burada tutacaksın. Evladını bir kere kreşe götürmekten başka bir talebi kalmamış Tayfun Kahraman’ı burada tutacaksın. Yedi yıldır bırak eline kan, bir tane sineğe dokunmamış olan Osman Kavala’yı burada tutacaksın. İş mi bu? Bu sesimizi duyan herkese şunu söylüyorum; bu vicdansızlığı eşinize dostunuza, akrabanıza, komşunuza özellikle AK Partili ve MHP’li olanlara anlatın.

45 kişiyi öldürenleri Suriye’de iktidar oldular diye, güya yönetimi ele geçirdiler diye sallıyorlar, hiçbir gücü suçu günahı olmayanları aynı koridorda tutuyorlar. Osman Kavala’nın karşı odasından çıktı gitti o IŞİD’çi. Onun arkasında HTŞ var, onun arkasında Suriye var çünkü.

Hatırlayın seçimlere gidiyorduk, 10 ay kala tuhaf bir hareketlilik oldu. Yargıtay’daki dosyalar Adalet Bakanlığı’na çekildi. Kimin? Hizbullah terör örgütünün. Bütün domuz bağcıların dosyalarını kanun yararına bozma yaptılar. Burayı boşalttılar. Firariler normal oldu, kimi milletvekili oldu kiminin avukatları milletvekili oldu. Neden? Tayyip Bey, Hizbullah’la el sıkıştı diye. Domuz bağcılar, Gonca Kuriş’i katledenler, bilmem neler Tayyip Bey’le el sıkıştılar diye geldiler.

Bugün de Tayyip Bey’le el sıkıştı diye Tayyip Bey’e ‘O Suriye’de yaşananlara mutabık olacaksın’ dedi diye Amerika ve İsrail, burada suçsuz insanların karşı odasından 45 kişinin katilleri çıktı gitti. Adaletse bu, bunun adına ‘adalet’ diyorsunuz olmaz olsun adaletiniz, yere batsın adaletiniz. Biz de bu adaletsizlikle mücadele edip de sizin haksız yere burada tuttuğunuz herkes özgürlüğüne kavuşana kadar mücadele etmezsek bize de yazıklar olsun. Sonuna kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Bu olmaz, o 45 kişinin ailelerinden, her birisi şimdi ne hissediyor acaba?”

Paylaşın

DEM Parti: Ortadoğu’da Kürtler Denklem Dışı Bırakılamaz

Partisinin genel merkezinde gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Bu yüzyılda ne Türkiye’de ne de Ortadoğu’da hiçbir denklem bu halk gerçekliğini görmeden, yani Kürtleri denklem dışı bırakmaya çalışarak sağlanamaz. Bu hakikati görmeye, DEM Parti olarak, tekrar iktidarından muhalefetine tüm Türkiye’yi davet ediyoruz ki en başta da iktidarı davet ediyoruz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Artık Suriye’de yaşayanların iradesinin tecelli edeceği bir yöntem oluşmalı ve kendi geleceklerine Suriyeliler karar vermelidir. Madem Suriye, Suriyelilerindir -ki bu konuda hem fikiriz- o halde orada yaşayan insanlar nasıl yaşayacaklarına, hangi modelle yaşayacaklarına kendileri karar vermelidir. Bu yapılırken de orada yaşayan tüm halkların, farklı kimliklerin ve inançların iradesine saygı duymak gerekir. Yani Suriye halklarının çok bekledikleri anı gölgeleyecek hiçbir şey olmamalı.

Bu tespiti yapmak, ‘Suriye, Suriyelilerindir’ demek, bunu ifade etmek, bu konuda hemfikir olmak önemli ancak yetersizdir. Bunu pekiştirmenin, bunu göstermenin şimdi zamanı. Kürtler; Türkiye, Suriye, Irak ya da İran nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar, yaşadıkları yer tarihsel bir gerçeklik içerisinde değerlendirilmelidir. Bugün bu dört ülkede yaşayan Kürtler, tarihsel bir parçalanmışlığın neticesinde bu şekilde yaşıyorlar. Ama önümüzdeki yüzyıl Kürtleri bu denklemin dışında tutmaya çalışan, yani kazanımları tehdit olarak gören herkesin kaybedeceği bir yüzyıl olacak. Bunu da buradan söylemek isterim.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Ayşegül Doğan’ın açıklamaları şöyle:

“Bugün 19 Aralık. Ne yazık ki Türkiye siyasetine baktığımızda bir acı ve katliam tarihidir. Maraş Katliamından başlayalım. Tıpkı diğer Kürt ve Alevi katliamları gibi bu da devletin gözetiminde gerçekleştirildi. Katliamın üzerinden tam 46 yıl geçti. Devlet içinde örgütlü yapılar eliyle 7 günde gerçekleşen, yüzlerce kişinin en vahşi yöntemlerle katledilişine neden olan, 1000’in üzerinde insanın yaralandığı, pek çok evin yakıldığı, iş yerlerinin yağmalandığı ve tahrip edildiği bir katliamdan bahsediyoruz. Üzerinden geçen 46 yılda sorumlular hala bulunamadı. O gün orada bulunan kolluk güçleri de herhangi bir müdahalede bulunmadı. Sene 1978.

19 Aralık 2000’de Türkiye genelinde 20 cezaevine eş zamanlı olarak ‘Hayata Dönüş’ adı altında hayatları söndüren bir operasyon gerçekleştirildi. Bir insanlık suçu daha işlendi. İnsanların katledildiği, hayatlarının söndürüldüğü bu operasyona ‘Hayata Dönüş’ adı verildi. Bu operasyonda 30 mahpus ve 2 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti ve 300’e yakın mahpus yaralandı. Yine sorumlular yargılanmadı, failler cezasızlık politikasıyla günümüze kadar korundu, hala daha korunuyor. Üzerinden 24 yıl geçti.

Bugün Taybet Ana’nın katledilişinin dokuzuncu yılı. Taybet Ana hepimizin kalbinde bir yara, belleğinde çok derin bir iz. Ne bu yara kolay iyileşir ne bu iz kolay ortadan kalkar. Cenazesi 7 gün sokak ortasında ailesinin, tüm Türkiye ve dünya kamuoyunun gözü önünde bekletilen Taybet Ana’dan bahsediyoruz. Üzerinden 9 yıl geçmesine rağmen Taybet İnan’ın failleri de hala yargılanmadı. Sorumlular belli olmasına rağmen, bununla yüzleşmek bir yana dursun, yüzleşebileceklerine dair herhangi bir emare dahi vermiyorlar. Taybet Ana’nın kızı Azime, ‘Annemi katledenler halen aramızda, adalet bize hiç uğramadı’ diyor.

Tüm bu olayları hatırlatarak buradan biz de bir kez daha soralım: Adalet bu topraklara ne zaman uğrayacak? Hatırlattığım katliamların failleri cezalandırılmadığı gibi, azmettirenler de hala aramızda. Tıpkı Yargıtay’ın 45 kişinin öldüğü İstanbul Havaalanı katliamının davasında 46 kez ağırlaştırılmış müebbete, yani 2604 yıl hapis cezasına çarptırılan 6 sanığın cezalarını bozarak tahliye etmesi gibi bir adaletsizlikten ve hukuksuzluktan bahsediyoruz; tam anlamıyla ülkeyi ve hukuk sistemini kuşatmış bir cezasızlıktan bahsediyoruz. Bu kararı Yargıtay 3. Ceza Dairesi verdi. Can Atalay’ı, Anayasayı çiğneyerek hapiste tutan ve milletvekilliğini düşüren Yargıtay 3. Ceza Dairesinden bahsediyoruz.

“Türkiye, iç ve dış siyasetinde nasıl bir politika izleyecek?”

Sevgili Türkiye halkları, bu hatırlatmalar bugün için de önemli. Çünkü yine tarihin çok hızlandırılmış bir anından geçiyoruz. Yalnızca Suriye’ye bakarak bu hızı görmek mümkün. Bu hızlandırılmış anı gören, çözüm önerilerini sunan ve neler yapılmasını gerektiğini hatırlatmaktan usanmayan bir siyasi parti olarak, bugün yaptığımız çağrıların ve eylemlerin dikkatle izlenmesi ve dikkate alınması gerektiğini yinelemek isterim. Yeni bir Ortadoğu kuruluyor. Demokratik dönüşüme ve değişime direnenlerin bir bir aşıldığını görüyoruz. Ya hatalarıyla yüzleşiyorlar ya da yüzleşmek durumunda kalıyorlar veya halkların mücadelesi karşısında tarihin bambaşka yerinde yer alıyorlar. İşte Suriye’de böyle bir tablo yaşandı. Bu gelişmeler karşısında Türkiye, iç ve dış siyasetinde nasıl bir politika izleyecek? Bu en çok konuşulan ve merak edilen soruların başında geliyor.

Türkiye, tarihsel tecrübeler ışığında bir yaklaşım sergileyerek, bir politik tutarlılıkla mı cevap verecek komşu ülkede yaşananlara, yoksa bugüne kadar sürdürdüğü politikalarda ısrar mı edecek? İşte temel soru bu. DEM Parti olarak sıklıkla yaptığımız bir çağrıyı yineleyelim: Başta Türkiye olmak üzere, hiçbir ülke Suriye savaşı üzerinden güç tahkim etmemeli. Suriye’de tüm farklılıklar, kimlikler ve inançlar eşit ve özgür bir şekilde yaşamalı. Özgür birlikteliği esas alan bu model teminat altına alınmalı. Bunun için de çatışma değil çatışmasızlık sağlanmalı. Öncelikli hedef çatışmasızlığın sağlanması olmalı. Barışın, demokratik değişim ve dönüşümün önceliği ancak böyle sağlanabilir. Tüm kesimlerin iradesini yansıtan bir siyasi çözüm ortaya çıkmalı. Türkiye de bu konuda engelleyici değil destekleyici bir rol oynamalıdır.

Siyasi çözüm, Suriye’de yaşayan insanların siyasi iradelerine ve tercihlerine saygı duyularak gerçekleşebilir. Aksi takdirde Kürtleri iterek, masa başında tutmaya çalışarak bir siyasi çözüm bulmak ne yazık ki mümkün olmaz. Çünkü bu kaotik durumun aşılmasında en gerçekçi modeli, özgür birlikteliği esas alarak ortaya koyan bir güçten bahsediyoruz. Oradaki en örgütlü güçten bahsediyoruz. Bir halk gerçekliğinden bahsediyoruz.

Bu halk gerçekliğinin tanınmasından bahsediyoruz. Bu halk gerçekliğinin ortaya koyduğu iradenin kabulünden bahsediyoruz. DEM Parti olarak ülkeyi yönetenlere diyoruz ki Kürtlerle açık, demokratik, eşit diyalog kanallarını açın artık. Sizleri bunu açmaya davet ediyoruz. Bu çerçevede atılacak her adımı desteklemeye de biz hazırız. Bu konuda çeşitli önerileri olan bir siyasi parti olarak, geçmiş tecrübeler olan bir siyasi parti olarak yapıyoruz bu çağrıyı.

Kürtler, yani Kuzey ve Doğu Suriye, Rojava hakikati nasıl algılanıyor ve nasıl tartışılıyor burada? Deniyor ki DEM Parti Suriye deyince aklına bir tek Kürtlerin geldiği siyasi partidir. Hayır! Tam tersine Kürtlerin ortaya koyduğu modelin, Suriye’de nasıl bir siyasi çözüme kapı aralayabileceğini yıllar önce söylediğimiz gibi bugün de tekrar hatırlatıyoruz. Tüm farklılıkların, inançların ve kimliklerin bir arada eşit ve özgür bir şekilde nasıl yaşayabileceklerini ortaya koyan bir model olduğu için bu modele bu kadar çok dikkat çekiyoruz. Bunun Türkiye’yi de rahatlatabilecek, içine girmiş olduğu bu kaotik durumdan çıkmasını sağlayabilecek bir yöntem olduğunu bildiğimiz için böyle bir uyarıda bulunuyoruz.

Kuzey ve Doğu Suriye, Türkiye kamuoyuna anlatıldığı gibi, Türkiye’nin milli güvenliği, birliği ve bütünlüğü için ya da sınır güvenliği için herhangi bir şekilde tehdit unsuru değildir. Hiçbir tehdit içermiyor Rojava. Bu gayet iyi biliniyor. Diyalog sağlandı yıllar önce. İşte oraya geri dönmek gerekiyor. O ruha yeniden sahip çıkmak gerekiyor. Nasıl bir tehdit teşkil edebilir Suriye’de yaşayan Kürtler Türkiye halkları için? Orada halkların eşit ve özgür bir şekilde yaşayabilmeleri için bu kadar güçlü şekilde mücadele etmiş bir halk gerçekliği, örgütlü bir halk gerçekliği var. Bu da ancak ve ancak bir arada yaşamın teminatı olabilir.

“Tarihsel olarak bir aldatmacadır”

Ben size adı son günlerde sıkça duyulan Mazlum Abdi’nin son yaptığı çağrıyı alıntılamak istiyorum. ‘Suriye’nin genelinde kapsamlı bir ateşkese yönelik bağlılığımızı teyit etmek için Kobanî’de silahsızlandırılmış bir bölge oluşturulmasına hazır olduğumuzu duyuruyoruz. Bu inisayitif Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermek ve bölgedeki kalıcı istikrarı sağlamak için önemli’ diyor. Bunun için bir çağrıda bulunuyor. Bu çağrıya yanıt vermek yerine, bu çağrıyı yapanları Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden kişiler ve hareketler olarak göstermeye çalışmak, yalnızca Türkiye kamuoyunu aldatmak değildir. Aynı zamanda tarihsel olarak da bir aldatmacadır.

Gerçek değil çünkü söylenenler. Yıllardır oradan buraya çağrılar yapılıyor ve diyalog dışında herhangi bir talep yok. Peki, buna karşı ne yapılıyor? Türkiye halkları aldatılmaya çalışılıyor. ‘Oradaki güçler Türkiye için bir milli güvenlik sorunu’ deniyor. Şimdi bütçe tartışılıyor. Halkın bütçesi olması gereken bu bütçeyi yıllardır ‘milli güvenlik’, ‘milli savunma’, ‘milli tehdit unsurlarını ortadan kaldırmak’ için diye diye işte Türkiye bu kadar yoksullaştı. Bu yoksullaşma, tüm bu hukuksuzluklar, girişte hatırlattığım katliamlar ve cezasızlık işte bir arada özgür ve eşit yaşam tercihi yapılabilecekken, güvenlikçi ve geleneksel devlet politikalarını esas alan seçeneklerde ısrar edildiği için ortaya çıktı. O yüzden bir tarihsel kırılma anı bu.

Bir halk gerçekliğinden ve bu gerçekliğin kabulünden bahsediyoruz. Bu yüzyılda ne Türkiye’de ne de Ortadoğu’da hiçbir denklem bu halk gerçekliğini görmeden, yani Kürtleri denklem dışı bırakmaya çalışarak sağlanamaz. Bu hakikati görmeye, DEM Parti olarak, tekrar iktidarından muhalefetine tüm Türkiye’yi davet ediyoruz ki en başta da iktidarı davet ediyoruz. Artık Suriye’de yaşayanların iradesinin tecelli edeceği bir yöntem oluşmalı ve kendi geleceklerine Suriyeliler karar vermelidir. Madem Suriye, Suriyelilerindir -ki bu konuda hem fikiriz- o halde orada yaşayan insanlar nasıl yaşayacaklarına, hangi modelle yaşayacaklarına kendileri karar vermelidir. Bu yapılırken de orada yaşayan tüm halkların, farklı kimliklerin ve inançların iradesine saygı duymak gerekir.

Yani Suriye halklarının çok bekledikleri anı gölgeleyecek hiçbir şey olmamalı. Bu tespiti yapmak, ‘Suriye, Suriyelilerindir’ demek, bunu ifade etmek, bu konuda hemfikir olmak önemli ancak yetersizdir. Bunu pekiştirmenin, bunu göstermenin şimdi zamanı. Kürtler; Türkiye, Suriye, Irak ya da İran nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar, yaşadıkları yer tarihsel bir gerçeklik içerisinde değerlendirilmelidir. Bugün bu dört ülkede yaşayan Kürtler, tarihsel bir parçalanmışlığın neticesinde bu şekilde yaşıyorlar. Ama önümüzdeki yüzyıl Kürtleri bu denklemin dışında tutmaya çalışan, yani kazanımları tehdit olarak gören herkesin kaybedeceği bir yüzyıl olacak. Bunu da buradan söylemek isterim.

Türkiye’de bir yandan bir diyalog mu oluyor, Kürt meselesinde bir çözüm seçeneği mi masada var tartışmaları sürüyor. Öte yandan siz Rojava hakikatini hem yok saymaya çalışacaksınız hem de oraya dönük acaba bir saldırı hazırlığı mı var sorularını sorduracaksınız insanlara. İkisi bir arada olmuyor. Bu durum, samimiyeti ve sahiciliği sorgulatıyor. Zaten kırılmış olan güven duygusunu ortadan kaldırıyor. Bu sadece DEM Parti’nin samimiyet sorgulaması değil. Kamuoyunun da sıkça tartıştığı konuların başında geliyor. Biliyorsunuz daha önce de başlatılmış pek çok eylem oldu, ‘özgürlük’ adı altında yürüyüşler oldu. Tecridin kaldırılması için, Kürt meselesinde demokratik ve barışçıl bir çözüm bulunması için. Yıllar geçti hala aynı noktada, aynı konuları konuşuyoruz. Sayısız imza kampanyası ve basın toplantısı düzenlendi, sayısız halk buluşması ve miting yapıldı ama bütün engellemelere rağmen bunlardan vazgeçilmedi.

Bugün gelinen noktada hala süren bir tecrit gerçekliği var. Üstelik Adalet Bakanı sorulan sorulara, ‘Müsait bir zamanda, bütçe bittikten sonra’ diye cevap veriyor. İmralı-DEM temasının nasıl olacağına ve ne zaman olacağına karar vereceğini söylüyor. Buradan Adalet Bakanına da çağrı yapıyoruz: Tecridi sürdürerek bir hukuksuzlukta ısrarın fotoğrafı var ayan beyan. Bir işkence yönteminde, bir insan hakları ihlalinde ısrar var. Bu ısrardan vazgeçin artık. ‘Müsait bir zaman’ demek bir keyfilik göstergesidir. İnsan haklarına, temel haklara böyle yaklaşmak mümkün değil. Bu hukuksuzluğu daha fazla sürdürmemelerini tavsiye ediyoruz.

Türkiye’den bugün hemen herkes, bölgesel ve uluslararası güçler, kilit bir ülke olarak bahsediyor. Bu kilit olma rolü vereceği kararla ilgili. Demokratik standartları tercih ederek bir kilit rolü mü oynayacak içerde ve dışarda? Yoksa uzaklaştığı demokratik standartlardan daha da uzaklaşarak farklı bir yaklaşım ve yönelim içine mi girecek? Bizim önerimiz ve tavsiyemiz, Türkiye’nin içeride ve dışarıda tutarlı bir politika izleyerek tecridi kaldırması ve Sayın Öcalan’a giden yolu açması, Kürt meselesinde demokratik ve barışçıl bir çözüme yönelmesi ve Türkiye’nin komşusu olan Kürtlere sahici, eşitlikçi ve adil bir şekilde diyalog kurarak yaklaşmasıdır. Bunları birbirinden ayırmak mümkün değil. Geçenlerde İstanbul’da ‘Barış ve Demokrasi Hepimiz İçin’ başlığıyla bir açıklama yapıldı. Aydınlar, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler ve hak savunucuları tüm Türkiye kamuoyuna bir çağrıda bulundular.

“Türkiye çok güç bir dönemden geçiyor”

Bu çağrıdan bazı bölümleri sizinle paylaşmak istiyorum. Yüzlerce insanın imzaladığı bir imza kampanyasından bahsediyoruz ve hala süren bir kampanya. Bugüne kadar yaptığımız tespitleri paylaşan, bunların daha ötesinde ihtiyaçlarımıza ilişkin birtakım önerilerde bulunan bir açıklama bu. Niye barış ve demokrasi hepimiz için ve yalnızca DEM Parti’nin meselesi olmamalı diyoruz burada yıllardır? Çünkü onların da açıklamalarında ifade ettikleri gibi Türkiye çok güç bir dönemden geçiyor. ‘Artan yoksulluk ve hukuksuzlukla birlikte halktan gördüğü destek zayıfladıkça sorunlarını şiddete başvurarak çözmeye çalışan bir iktidar var’ diyorlar.

‘Türkiye’yi bu şiddet ortamından çıkaracak bir barış hareketine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Barış sadece silahlı çatışmaların sona erdirilmesi değil. Aynı zamanda savaşa yol açan uyuşmazlıklara çözüm bularak çatışma nedeninin ortadan kaldırılması da demektir. Kürt sorununun barışçıl yollarla çözümü toplumsal ve siyasal bir barışın vazgeçilmez bir öğesidir. Barışın silahla sağlanamayacağına inanıyoruz’. Ben uzun bir açıklamadan bölümler paylaşıyorum sizlerle ve devam ediyorum.

‘Öte yandan Kürt sorununu sadece Türkiye’nin sınırları içindeki bir sorun olarak görmek yanıltıcı olur. Suriye’de yeniden başlatılan savaş ve çatışma ortamıyla Kürt sorunu konusunda Türkiye, bölgedeki bütün halkların yararına olacak barışçı bir siyaset izlemediği sürece, Türkiye’de Kürt sorunuyla ilgili gerçek bir barışın sağlanması da güçtür.’ İşte samimiyetiniz ve sahiciliğiniz sorgulanır, güven ve güvence meselesi yeniden tartışmaya açılır. Bu güveni tesis etmek için güvenceye ihtiyaç var. Tespitlerimizin karşılık bulduğu yer. O yüzden bu açıklama çok önemli.

Devam ediyorum. ‘Barış savaşın bitmesiyle gerçekleşmez. Barışın inşa edilmesi, üzerinde duracağı yapıların oluşturulması gerekir. Kalıcı ve dayanıklı bir hale gelmesi için, toplumsallaşabilmesi için bu yapılara ihtiyaç vardır. Bu bağlamda barışı her şeyden önce hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası hukuk standartları eksenine oturtmanın önem taşıdığı düşüncesindeyiz. Bu düşüncelerden hareketle aşağıda imzası olan bizler barış içinde yaşama hakkımızı kullanır, Kürt sorunu ile ilgili olarak silahların susması ve bir barış sürecinin başlaması için gereken adımların acilen atılması çağrısında bulunuruz’ diyorlar. 14 Aralık’ta yapıldı bu açıklama ve bu açıklamadan sonra Diyarbakır’da bir açıklama daha yapıldı.

Demokratik Kurumlar Platformunun yaptığı bir açıklama ve o günden bugüne kadar Diyarbakır’dan Ankara’ya kadar süren bir yürüyüş var. Bu yürüyüş, barış ve demokrasi hakkı için; bu hakkın, hepimizin hakkı olduğunu bir daha hatırlatmak için, İstanbul’da yapılan o açıklamaya destek olmak ve güç katmak için yapılmaktadır. İstanbul’dan Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan İstanbul’a yankılanan bu ses yarın Ankara’da buluşacak. Ankara’daki buluşma esnasında biz de DEM Parti olarak orada olacağız, yürüyüşçüleri karşılayacağız. Bu konudaki ortak taleplerimizi ve sesimizi yükselterek tüm Türkiye halklarına ve bu ülkeyi yönetenlere ulaştırmaya çalışacağız. Barış ve barış içinde yaşama hakkı, hepimizin hakkıdır; bütün Türkiye halklarının hakkıdır.

“Türkiye’nin demokratikleşmesi için…”

Meclis’te bütçe süreci bitiyor. Bu bütçe de alın terinin ve emekçinin bütçesi değil. Emeğe değer veren bir bütçe değil. Kadınların değil, gençlerin değil. Çocukların geleceğini garantileyen bir bütçe değil. Halkın bütçesi olmadığı için de buna muhalefetimizi ve itirazımızı her yıl olduğu gibi en yüksek sesle yapıyoruz. Bir noktayı, bir virgülü değiştirme ihtimalinin ne kadar kıymetli olduğunu bilerek bu konuda muhalefetimizi sürdürüyoruz. Ancak asıl muhalefetin, toplumsal muhalefetin ortaklaşmasına ihtiyaç var. Bu itiraz ve talepler için yan yana gelerek demokratik yol ve yöntemlerle öncelikle Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir ses çıkarmasına ihtiyaç var. İşte herkesi bu sesi birlikte yükseltmeye davet ediyoruz. Bugün Suriye’de yaşananlar, bu kaotik durum çok kolay bir şekilde siyasi çözüm ve diyalogla, tutarlı ve istikrarlı bir politikayla, çatışmasızlıkla, konuşarak ve temas kurarak aşılabilir. Bunu mümkün kılmaya tüm Türkiye halklarını davet ediyoruz.

Önümüzdeki günlerde Parti Meclisimiz ve ardından da MYK’mız toplanacak. Bu kritik gelişmeleri tekrar birlikte değerlendireceğiz. Sizin de gözünüz kulağınız bizde ve bir yandan da Kobanî’de. Hep birlikte göreceğiz bunu. Bir tarihsel gerçeklik var. Bu tarihsel gerçekliği bu bağlam içinde değerlendirip, bir halk gerçeği olarak görüp böyle kabul etmek gerekir. Kobanî aynı zamanda insanlık değerleri için bir sembole dönüştü. O yüzden buradan Kobanî için mücadele eden; gözü, gönlü, kulağı, yüreği orada olan ve Kobanî’nin mücadelesinin insanlık için ne anlama geldiğini bilen herkesi DEM Parti adına selamlıyorum.”

Paylaşın

Almanya’dan Türkiye’ye “Suriye” Mesaj: Kürtleri Sürece Dahil Edin

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Suriye’de yeni oluşan süreçte, “hükümete giden yola tüm etnik grupların dahil edilmesi” gerektiğini söyledi. Baerbock, bölgedeki Kürtler‘in Almanya gibi IŞİD’e karşı oluşturulan koalisyonun bir parçası olduğunu söyledi.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Suriye’deki gelişmeler hakkında bir telefon görüşmesi yapmış, ardından Berlin’den yapılan açıklamada, “Her iki lider, diktatör Esat rejiminin düşüşünün çok olumlu bir gelişme olduğu konusunda hemfikir” denilmişti.

Scholz’un sözcüsü, Erdoğan ve Scholz’un, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin korunması gerektiği konusunda hemfikir olduklarını ve bu hedeflere Avrupa Birliği’ndeki ortaklarla ve bölgedeki ülkelerle birlikte çalışarak ulaşılmasının planlandıklarını kaydetti.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Türkiye ziyareti öncesinde Ankara’ya Kürtlerin Suriye’deki kalıcı barış sürecinden dışlanmaması çağrısı yaptı. Yeşiller partili Baerbock, Federal Meclis’te yaptığı konuşmada, Türkiye’ye gerçekleştireceği ziyarette bu konuyu “çok, çok açık bir şekilde” gündeme getireceğini belirtti.

Kürtlerin Almanya gibi Suriye’de IŞİD’le mücadele için kurulan uluslararası koalisyonun parçası olduğunu ifade eden Baerbock, “Bu nedenle Suriye’deki tüm grupların sürece dahil edilmesi kendi ulusal güvenlik çıkarlarımız gereğidir” dedi. Baerbock, barışçıl bir geçiş için tüm etnik ve dinî toplulukların haklarının dikkate alınması gerektiğini vurguladı.

Barış yolunda farklı partnerlerle aynı hedefte birleşmek gerektiğini belirten Baerbock, “Farklı yönlere gidersek barışa giden yola çıkamayız” diye konuştu.

Baerbock dün sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada da “Kobani, Kürtlerin IŞİD’e karşı cesur savaşlarının sembolüdür. Kan dökülmeye devam edilmesi, insanların 14 yıl sonra yaşaması gereken son şeydir. Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve barış umudunun korunmasında Türkiye’nin de sorumluluğu bulunmaktadır” ifadelerini paylaşmıştı.

Alman hükümeti, Suriye’de Beşar Esad rejimini devirerek yönetimi ele geçiren Heyet Tahrir Şam (HTŞ) örgütü önderliğindeki geçici hükümetle Salı günü Şam’da ilk görüşmesini gerçekleştirmişti. Alman Dışişleri Bakanlığı’ndan ilk temasla ilgili olarak, “Görüşmelerin merkezinde, ülkedeki siyasî geçiş süreci ile azınlıklar ve kadın haklarının korunması konusundaki beklentilerimiz yer almıştır” açıklaması yapılmıştı.

Almanya Dışişleri Bakanı Baerbock, Federal Meclis’teki konuşmasında Suriye’deki diyalog sürecinin “dışarıdan sabote edilmemesi” uyarısında da bulundu. “Bölgede barış istiyorsak Suriye’nin toprak bütünlüğü sorgulanmamalıdır” vurgusu yapan Baerbock, “Golan’da uzun vadeli bir işgal, devletler hukukuna aykırıdır” dedi.

İsrail ordusu, Esad rejiminin devrilmesinin hemen ardından işgal altında bulundurduğu Golan Tepeleri ile Suriye toprakları arasındaki tampon bölgeye girmiş ve tampon bölge ötesindeki bazı stratejik noktaları da kontrolü altına almıştı. Başbakan Benyamin Netanyahu, İsrail’in güvenliğini garanti edebilecek bir güç oluşuncaya kadar bölgeden çıkmayacaklarını belirterek Golan Tepeleri’ndeki işgali uzun vadeli olarak sürdürmeye hazırlandıkları mesajını vermişti.

İsrail, 1967 savaşıyla işgal ettiği Golan Tepeleri’ni 1981’de ilhak etmiş, ancak bu adım ABD dışında uluslararası toplum tarafından tanınmamıştı. Devletler hukukunda Golan Tepeleri işgal altındaki Suriye toprağı olarak kabul ediliyor.

Muhalefetteki Hristiyan Birlik Partisi CDU’nun dış politika sözcüsü Jürgen Hardt da, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki askeri faaliyetlerinin bölgesel istikrara zarar verdiğini öne sürdü. Hardt, “Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını savunma hakkı vardır, ancak bu hakkın, diğer halkların güvenliğini riske atmadan gerçekleştirilmesi gerekmektedir” dedi.

CDU’lu bir diğer siyasetçi Roderich Kiesewetter da, Almanya’nın Türkiye ile diplomatik ilişkilerini sürdürürken, Türkiye’yi Suriye’de Kürtler‘in de dahil olduğu bir siyasi çözüm sürecine saygı göstermeye teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Suriye’deki gelişmeler hakkında bir telefon görüşmesi yapmış, ardından Berlin’den yapılan açıklamada, “Her iki lider, diktatör Esat rejiminin düşüşünün çok olumlu bir gelişme olduğu konusunda hemfikir” denilmişti.

Scholz’un sözcüsü, Erdoğan ve Scholz’un, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin korunması gerektiği konusunda hemfikir olduklarını ve bu hedeflere Avrupa Birliği’ndeki ortaklarla ve bölgedeki ülkelerle birlikte çalışarak ulaşılmasının planlandıklarını kaydetti.

(Kaynaklar: VOA Türkçe DW Türkçe)

Paylaşın

Erdoğan: Ufkumuzu 782 Bin Kilometrekareye Sıkıştıramayız

TÜBİTAK ve TÜBA Ödülleri Töreni’nde konuşan Erdoğan, “Suriye başta olmak üzere bölgemizde yaşananlar bize şunu hep gösteriyor; Türkiye Türkiye’den daha büyüktür. Ufkumuzu 782 bin kilometrekareye sıkıştıramayız” dedi ve ekledi:

“İnsan nasıl kaderinden kurtulamazsa, Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz. Tarihin bize yüklediği misyonu görmek ve kabul etmek zorundayız. ‘Türkiye’nin Libya’da, Somali’de ne işi var’ diyenler burnunun dibini göremeyenlerdir.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde TÜBİTAK ve TÜBA Ödülleri Töreni’nde açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın açıklamalarından satır başları şöyle:

“TOGG’a ‘fabrikası yok’ dediler, KAAN’ı kalorifer peteğine benzettiler, Türk astronot ve bilim misyonunu ‘turistik gezi’ diye küçümsediler, İHA ve SİHA’ların her başarısında zaten sinir nöbeti geçirdiler. Başarıyı takdir etmek yerine kulp takarak engellemeye çalıştılar. Kuantum bilgisayar teknolojisinde attığımız kritik adımla Türkiye’yi küresel rekabette çok stratejik bir noktaya taşımayı hedefliyoruz.

Önümüzdeki dönemde kuracağımız ‘süper iletken çip üretim eviyle’ çok daha yüksek kapasiteli kuantum bilgisayarlarına giden yolu da aşacağız. Çağın gerisinde kalan değil, çağa liderlik eden bir büyük ve güçlü Türkiye hedefine emin adımlarla ilerliyoruz.

2002’ye göre bugün çok iyi bir noktadayız. Sadece kendimiz için değil, umudunu bize bağlamış olanlar için de bunu başaracağız. Suriye başta olmak üzere bölgemizde yaşananlar bize şunu hep gösteriyor; Türkiye Türkiye’den daha büyüktür.

Ufkumuzu 782 bin kilometrekareye sıkıştıramayız. İnsan nasıl kaderinden kurtulamazsa, Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz. Tarihin bize yüklediği misyonu görmek ve kabul etmek zorundayız. ‘Türkiye’nin Libya’da, Somali’de ne işi var’ diyenler burnunun dibini göremeyenlerdir.”

Erdoğan Mısır’a gidiyor

Erdoğan, 19 Aralık’ta D-8 Teşkilatı 11’inci Zirve Toplantısına katılmak üzere Mısır’a gidecek.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun tarafından yapılan açıklamada, “Sayın Cumhurbaşkanımız “Gençlere Yatırım ve KOBİ’lere Destek: Yarının Ekonomisini Şekillendirmek” temasıyla düzenlenecek Zirve’ye hitapta bulunacak, Filistin ve Lübnan’daki duruma ilişkin Özel Oturum’a katılacaktır.” denildi.

Altun ayrıca, “Zirve’ye katılan mevkidaşlarıyla ikili görüşmeler de gerçekleştirecek olan Sayın Cumhurbaşkanımız, Suriye ve Filistin başta olmak üzere güncel küresel ve bölgesel meseleler hakkında devlet ve hükümet başkanlarıyla fikir teatisinde bulunacaktır.” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Özel’den “Haciz” Tepkisi: Direneceğiz

CHP Lideri Özgür Özel, Erdoğan’ın “Belediyeleri silkeleyin” talimatıyla CHP’li belediyelere yönelik başlatılan haciz işlemlerine ilişkin, “Zenginlere af üstüne af çıkaranlar, belediyelerimize haciz uygulayarak iş yapamaz hale getirmek istiyorlar. Ama biz tedbirlerimizi aldık ve direneceğiz” dedi.

ABB Başkanı Mansur Yavaş da, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Amaçları borç tahsil etmek mi bağcıyı dövmek mi kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Biz bu kış yine insanları üşütmemeye, protein yardımına devam edeceğiz. 22 yıldır ülkeyi yönetip hala Ankara’da 200 bin aile destek alacak durumdaysa bu herhalde bizim kusurumuz değil” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Ankara’da Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş’la birlikte gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Cumhuriyet’in aktardığına göre; Özel, bir gazetecinin AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugünkü konuşmasında dile getirdiği “Son dönemde bölgemizde yaşanan her hadise hatırlatıyor ki, Türkiye Türkiye’den daha büyüktür. İnsan nasıl kaderinden kaçarak kurtulamazsa Türkiye de mukadderatından kaçamaz” şeklindeki sözlerini nasıl değerlendirdiği yönündeki soru üzerine şunları söyledi:

“Trump’ın geçmiş dönemlerde Erdoğan’a ‘Akıllı ol, aptal olma’ diye başlayan, tehditler içeren, sonra istediğini yaptığı süreci hep beraber yaşadık. Bu utanç mektubu bu ülkenin cumhurbaşkanını, onu çok estekleyen, yerlere göklere sığdırılamayanlar tarafından o zamanlar sindirilmişti. Şimdi de Trump’ın bir övgü dizgesi var ama üstten bakıyor, sırt sıvazlıyor. Hem övüyor ama hem de aba altından sopa gösteriyor. İlk mektuptan da utanç duymuştuk, bundan da utanç duyuyoruz.

Erdoğan’ın sessizliği manidar, umarım o da etrafındaki dalkavuklar gibi bu açıklamadan memnuniyet duyacak kadar şuurunu kaybetmemiştir. Bu açıklama gurur duyulacak değil ulusal onurumuzu zedeleyecek ifadeler içeriyor.”

Özgür Özel, CHP’li belediyeleri Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aracılığıyla hedef alan “hesaplara bloke” sürecine ilişkin de, zenginlere sürekli af çıkarıldığını hatırlatıp “Zenginlere af üstüne af çıkaranlar, belediyelerimize haciz uygulayarak iş yapamaz hale getirmek istiyorlar. Ama biz tedbirlerimizi aldık ve direneceğiz” dedi.

Özel şunları söyledi: “Kanun var. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bunu 6 ayda bir açıklaması lazım. Açıklamaya kalktıklarında bizim açımızdan belediyelerimizin isimleri öyle ilk 100’de falan olmaz ama olsa olsa CHP’li, AK Partili, DEM Partili, İYİ Partili, MHP’li belediye isimleri olabilir listenin sonlarına doğru.

Bizim tanıdıklarımız burada var ama AK Parti’nin tanıdıkları listenin başında. O yüzden listeyi açıklamıyorlar. Ne kadar kayırdıkları müteahhit varsa, ne kadar yandaş müteahhit varsa, ne kadar vergi vermeyen, yani o 44 büyük kamu müteahhidinin 37’si 0 lira vergi vermiş. Bugün bu ülkede en yoksul, en gariban insanlar vergi veriyor, en zenginler vermiyor. 40 haramiler vergi vermiyorlar. 40 milyon onlara bakmaya uğraşıyoruz. O yüzden liste açıklansın, 40 haramilerle dolu olacak.

O yüzden gizliyorlar. Şunu bir kez daha ifade edelim: SGK’nın toplam 100 lira alacağı var. Bu alacağın 10 lirası her partiden, bütün belediyelere ait. Türkiye’de 1000’in üzerindeki belediyeye ait, 1300’ün üzerindeki belediyeye ait borç, SGK borcunun yüzde 10’u. Yüzde 90’ı AK Parti’nin çok sevdiği ve semirdiği müteahhitlerine, iş adamlarına, kamu müteahhitlerine ait. Bunları, bu şirketleri açıklamadan belediyelerin üstüne gitmek demek şu demek: ‘Ben hazımsızım. Mansur Yavaş’ın yaptığı hizmetlerden, Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin yaptığı hizmetlerle rekabet edemiyorum. Bizim yapmadıklarımızı yaptılar. Şimdi Türkiye’nin yüzde 65’ine ulaştılar. Ekonominin yüzde 80’ine… Ellerini kollarını bağlayalım’ diyorlar.”

“Kendi adamlarının ya 600 dairesi var ya 600 milyonluk villası var”

Özel’in ardından konuşan Mansur Yavaş da şöyle dedi: “Kendilerine teklifler sunduk ama hepsini geri çevirdiler. Tekrar tekrar gönderdik kabul etmediler. Bugün 80-90 civarında gayrimenkul gönderdik, 2 milyar liralık bir gayrimenkul. Şimdi haczin hemen kaldırılması lazım ama kaldıracaklar mı bilmiyorum. Dahası 1 milyar liraya yakın Çevre Bakanlığı’ndan alacağımız var, onu devredelim diyoruz onu da kabul etmiyorlar.

Amaçları borç tahsil etmek mi bağcıyı dövmek mi kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Biz bu kış yine insanları üşütmemeye, protein yardımına devam edeceğiz. 22 yıldır ülkeyi yönetip hala Ankara’da 200 bin aile destek alacak durumdaysa bu herhalde bizim kusurumuz değil. Yol yapmayı erteleriz belki ama yardımların hiçbirini durdurmayız. Yardımı da yaparız konseri de yaparız çünkü bizim konsere harcadığımız para bütçemizin binde 6’sı. Kendi adamlarına bakınca kendi adamlarının ya 600 dairesi var ya 600 milyonluk villası var.”

Paylaşın