Özel’den Erdoğan’a “Sığınmacılar” Tepkisi: Çıldırmamak Elde Değil

Erdoğan’ın Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile düzenlediği ortak basın toplantısında “Lübnan’dan da ülkemize gelenler olursa biz onlara da kapımızı açık tuttuk” ifadelerine tepki gösteren CHP Lideri Özgür Özel, “Çıldırmamak elde değil” dedi ve ekledi:

“Almanya’dan her gün 1 uçak sığınmacı gelecek. Onu anlaşmış. Almanla; Erdoğan Almanya’daki sığınmacıları da alıyor diyorlar, çok mutlular. Lübnan’da gelenleri de Türkiye’de tutacak… Eurofighter almak için Almanya’dan sığınmacı alıyor. Daha önce F-35’ten çıkartıldığında yeterli tepkiyi veremedi, ayrıca Lübnan’dan gelene de kapımız açık diyor.

Ben kendisinin Scholz ile oturup yeni sığınmacılar getirmek üzere anlaşmasını değil Esad’la oturup mevcut sığınmacıları ülkesine yollamasını bekliyorum. Kendisine oy veren tüm seçmene şikayet ediyorum.”

Manisa programı kapsamında 3. Uluslararası Vestel Manisa Yarı Maratonu’na katılan CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Hükümet Konağı önünde Vali Vahdettin Özkan, Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek ve CHP Manisa İl Başkanı İlksen Özalper ile 21, 10 ve 5 kilometre koşularının başlama işaretini verdi.

Özel, eşi Didem Özel ile 5 kilometrelik etaba katılarak yürüyüş yaptı. Cumhuriyet’in aktardığına göre; Yürüyüş öncesi gazetecilere açıklamada bulunan Özel, şu ifadeleri kullandı:

“Son zamanlarda Yenidoğanlar’a yönelik olarak yaşanan utanç verici ve hiçbirimizin artık tahammül edemediği bir çeteyle karşı karşıyayız. Bugün bir kez daha memleketim Manisa’dan çağrı yapıyorum. Bu rezalete bulaşanları görevleri icabı, görev suçundan yargılamak değil; bilerek kasten ölüme sebebiyetten yargılamak ve gün ışığına çıkarmamak lazım. Ne kadar hastane varsa bu hastanelerin hepsinin kamulaştırılması ve varlıklarıyla binalarına el konulup Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi lazım.

‘Olağanüstü Hal’ ilan edip, Meclis’in yetkilerini kullanarak 15 Temmuz darbesine karışan cemaatin tüm varlıklarına el konuldu… Bugün KHK’ye gerek yok. Ben ana muhalefet olarak teklifte bulunuyorum. Gelsinler bütün varlıklarına kamu adına el koyalım, ibreti alem olsun. En ağır tedbiri almamız gerekiyor.

Mevcut Bakan o dönemde İl Sağlık Müdürü’ydü. Haberdar oldukları konudan biz 19 ay sonra haberdar olduk. Burada çok ciddi bir ihmal var ama o günlerin Sağlık Bakanı da üzerine gitmediyse sorumlu. Asıl sorumlu benim ben diyen kalemin sahibi Recep Tayyip Erdoğan. Onlar tali sorumlular. Bu ülkede sağlığı bu kadar metalaştıran ve ticarileştiren, bu çocukların sevk edilip kaldığı özel hastanelerde yoğun bakımın çok olup devlet hastanelerinde az olmasının sebebi bu sistemin kurucusu ve övüne övüne bu sistemi kuran Recep Tayyip Erdoğan.

Dün Erdoğan’ın Scholz’u yolcu ederken; Lübnan’dan yeni sığınmacılar gelirse kapımız açık diyor. Soralım bakalım bu ülkede Erdoğan dışında kim böyle düşünüyor. AKP’ye oy verenler bunun için mi verdi? Suriye’den Lübnan’dan gelirse kapımız açık diyor. Esad genel af çıkardı. O genel afa göre ülkelerine dönüyorlar.

Hızla dönmelerini beklerken; Esad’la konuşması gerekirken yeni sığınmacılardan bahsediyor. Çıldırmamak elde değil… Almanya’dan her gün 1 uçak sığınmacı gelecek. Onu anlaşmış. Almanla; Erdoğan Almanya’daki sığınmacıları da alıyor diyorlar, çok mutlular. Lübnan’da gelenleri de Türkiye’de tutacak.

Eurofighter almak için Almanya’dan sığınmacı alıyor. Daha önce F-35’ten çıkartıldığında yeterli tepkiyi veremedi, ayrıca Lübnan’dan gelene de kapımız açık diyor… Ben kendisinin Scholz ile oturup yeni sığınmacılar getirmek üzere anlaşmasını değil Esad’la oturup mevcut sığınmacıları ülkesine yollamasını bekliyorum. Kendisine oy veren tüm seçmene şikayet ediyorum.”

Paylaşın

Çözüm Süreci Tartışmaları: DEM Parti’den “İnisiyatif Almaya Hazırız” Açıklaması

Yeni çözüm süreci tartışmalarına ilişkin açıklamada bulunan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Kürt meselesi çoklu aktörlü bir mesele olduğu için çözümü yalnızca DEM Parti ile mümkün değil. Kürt meselesinin çözülmesi için tek özne olmasak da en aktif özneyiz, bu konuda sorumluluğa da inisiyatif almaya da hazırız” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısına dair partinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Doğan, şunları söyledi:

“Hepinizi DEM Parti adına sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum. Önce devam eden MYK toplantımızın gündemlerini paylaşmak istiyorum. Son gelişmeleri değerlendiriyoruz ama gözümüz kulağımız bir yandan da maalesef çürüme ve çürütmenin fotoğrafı olarak bir kez daha karşımıza çıkan olayda. Ülke, malumunuz, adeta bir şirket gibi bitimsiz bir kar hırsıyla yönetiliyor. Yıllardır bunun her alana nasıl sirayet ettiğini, sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarıyla birlikte belki de en çok iade edenlerdendir DEM Parti. Yazık ki bu defa bunu “Yenidoğan Çetesi” adıyla gördük.

Bu bir skandal değil, adını doğru koymak gerek. Adeta bir seri cinayetten bahsediyoruz. Söz konusu durum ne yazık ki tam olarak böyle. Kamuoyuna yansıyanlar korkunç. Korkunç kelimesi bunu ifade etmeye yetmiyor. Bu dehşet yaratan, tüyler ürperten durum karşısında ne öğreniyoruz? Mayıs 2023’te başlaması gereken bir soruşturmanın bugüne kadar, yani 2024 yılının Ekim ayına kadar savsaklandığına dair iddialarla birlikte konuşuluyor. Bu olayı yakından takip ediyoruz. Buna skandal demek yetmiyor. Yine bir çürüme fotoğrafıyla karşı karşıyayız.

Bakın, daha kaç gün geçti Narin Güran cinayeti üzerinden? Aydınlatıldı mı, hayır. Rojin Kabaiş’e ne oldu, ya Şeyma’ya? Bu sorular arttıkça, bu sorular aydınlatılmadıkça ve bunların aydınlatılması için gerekenler yapılmadıkça; ilgililer, birinci derecede sorumluluk hissetmesi gerekenler bu olaylara dair sorumluluk hissetmedikçe; hem tanığı hem de doğrudan mağduru olduğumuz üzere hiçbirimiz hiçbir yerde kendimizi güvende hissetmiyoruz. Ne sokakta ne evde ne de henüz yeni doğarken canlı ve daha sağlıklı olmamız gereken yeni doğan ünitelerinde.

Biz bu gelişmeleri büyük bir titizlikle takip ediyoruz. Tekrar ifade etmek isteriz ki Sağlıkta Dönüşüm Programının bir sonucu olarak bu olaylar bugün karşımıza çıkıyor. Böyle olmayabilirdi. Ayrıca şu iddialara da yanıt verilmesi gerekiyor: Bugünkü Sağlık Bakanının il sağlık müdürü olduğu dönemde bu iddialara ciddiyetle yaklaşmadığına, soruşturmaya ilişkin yapılan başvuruları titizlikle ele almadığına dair ne diyor? Bilsinler ki biz bu konunun unutturulmasına izin vermeyeceğiz ve takipçisi olmaktan vazgeçmeyeceğiz. Kamusal sağlık hakkı için mücadele eden herkesin de sesini duyurmaya devam edeceğiz.

“Kürt sorununun çözümü ancak tarihi ve derinlikli bir yaklaşımla mümkün olabilir”

1 Ekim gelişmelerinden bu yana ilk kez MYK toplantısı sonrası karşınızdayız. Partimizin tutumuna ilişkin şu ana kadar Eş Genel Başkanlarımızın ve ilgili kurullarımızın yaptığı açıklamaların toplamını bir şekilde sizlere özetlemeye çalışacağım. Bugün gündemimize aldığımız konulardan biri de buydu. Günlerdir, yıllardır böyleydi, bunun için mücadele ediyoruz. Ne için mücadele ediyoruz? Gerçekçi ve kalıcı bir barış ihtimali için, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümü için mücadele ediyoruz. Dolayısıyla bizim gündemimize bu meselenin çözümü aslında 1 Ekim gelişmeleriyle gelmedi.

Parti ajandamızın, programımızın, paradigmamızın varlık nedeni olarak her defasında anımsattığımız en önemli konulardan biri. Peki, 1 Ekim’de ne oldu? Malum olduğu üzere Meclis açılışında bir el sıkışması sonrasında başlayan birtakım tartışmalar. Evet, doğru tanımlamak için tartışmalar demek gerekiyor. Şunu tekrar ifade edelim: Kürt sorunu Türkiye’nin en büyük en temel sorunu. Sadece Türkiye’nin de değil, bölgesel uluslararası bir sorundan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu kadar tarihsel ve köklü bir sorunun çözümü de tarihi ve derinlikli bir yaklaşımla ancak mümkün olabilir.

Çözüm için de iyi niyet, sahicilik çok önemli fakat yetmiyor. Sadece iyi niyet ve sahicilikle Kürt meselesini çözmemiz mümkün değil. Ciddiyet gerektiriyor, derinlikli ve tarihi bir yaklaşım gerektiriyor. Geçmiş tecrübelerden ders çıkararak yeni şeyler söylemek gerekiyor Kürt meselesinin demokratik çözümüne dair. Kürt meselesinin demokratik çözümü gerçekleşmezse Türkiye’de ne yazık ki ne ekonomik anlamda ne de demokratikleşmede bir ilerleme sağlanabilir.

Bakın, Türkiye yoksul bir ülke haline geldi. Zenginleşme potansiyeli çok yüksek bir ülke Türkiye ancak yoksul. Niye yoksul? Çünkü yoksun bir ülke. Peki, nelerden yoksun? Özgürlükten, eşitlikten, adaletten, demokrasiden, haklardan yoksun. Tüm bunlardan yoksun bir ülke ancak daha da yoksullaşabilir. Bu yoksunlukları ortadan kaldırmak ve içinde bulunduğumuz hale bir çare bulabilmek için Kürt meselesini çözmekten başlayabiliriz. Bu tespitimiz yeni değil. Kürt meselesi bir güvenlik sorunu değildir; bir demokrasi ve kimlik sorunudur.

Kürt meselesini çözmeden demokrasi sorununu çözmek mümkün değil. Bizler parti olarak bunu her zaman savunduk. Ortadoğu’da savaş büyürken de Kürt sorununun demokratik yol ve müzakereyle çözülmesinden başka bir seçenek yok. Bu savaş büyümeden önce de bu uyarıları yaptık. Bundan dolayı da farklı yol ve yöntemlerle saldırılara maruz kaldık. Ne için? Kürt meselesinde demokratik çözümü savunduğumuz, bunu istediğimiz için.

Şimdi gelelim kısa ve net bir şekilde merakları gidermeye. Peki, bir çözüm süreci var mı, yok mu? Yeni bir çözüm süreci başlayacak mı, başlamayacak mı? DEM Parti ile görüşmeler yapılıyor mu, yapılmıyor mu? Şimdi niye böyle adımlar atıldı? Ne oldu da el sıkışıldı? Bu elin ardında ne var? Öncelikle 1 Ekim sonrasının adını koyalım. Evet, siyasi iklimin yumuşatılmasına yönelik bazı söylem ve tutumlarla karşılaşıyoruz. Bunu hep birlikte izliyoruz. Bunu bir çözüm süreci olarak tarif edemiyoruz.

Birtakım tartışmalar var. Biz bunu böyle tanımlıyoruz. Tekrar ediyorum: İki haftadır süren bu gelişmeleri, DEM Parti MYK olarak başlamış birtakım tartışmalar olarak tanımlıyoruz. Neyle ilgili? Kürt meselesiyle ilgili. Bunun neye evrileceğine toplumsal ve siyasal muhalefet karar verecek bir yandan. Demokratik bir çözüme evrilmesini isteyen, bunun için bedel ödeyen ve bunu talep eden, mevcut halden rahatsızlık duyan herkesin sorumluluk üstlenmesiyle bu mümkün. Bunu hiçbir iktidarın insafına bırakmamış bir parti geleneğinden bahsediyoruz.

Dolayısıyla çözüme dair bir sürece evrilmesi için biz zaten her zaman elimizden geleni yapmaya hazır olduğumuzu söyledik. Müzakere ve diyalog kanalları açık bir partiyiz, bunun için varız. Bunu her fırsatta ifade ettik ve etmeye de devam edeceğiz. Cumhur İttifakından farklı sesler çıkıyor. Bir yandan iç barış ve demokratik siyaset vurgusu yapılıyor ama öte yandan bazıları parmak sallama cüretini göstermeye çalışıyor. Bunu da bir yere not etmek gerekir. İktidar kanadının niyetinin böyle bakınca ne olduğuna dair bir yorumda bulunmak, sizler açısından baktığımızda da bizler açısından da baktığımızda güç.

Her şey kamuoyunun gözleri önünde cereyan ediyor. Bunun dışında bir gelişme olmadığını da DEM Parti olarak size ifade etmek bizim için bir sorumluluk. Bunu açık biçimde sizlerle paylaşıyoruz. Biz de izliyoruz, kurullarımız değerlendiriyor, kurullarımız yorumluyor. Eş Genel Başkanlarımız konuya ve gelişmelere ilişkin her fırsatta partimizin görüş ve düşüncelerini kamuoyuyla paylaşıyor. Tekrar ifade etmek gerekirse gelinen aşamada karşılaştığımız bu durumu bir çözüm süreci olarak tarif edemiyoruz, birtakım tartışmalar var diyoruz.

“DEM Parti’nin kendini ispatlamaya ihtiyacı yok; herkes bizim çözüm ve barış konusunda nerede durduğumuzu biliyor”

Gelelim senelerdir bir şekilde tekrar tekrar ısıtılıp önümüze getirilen bir konuya. DEM Parti ve özne olma hali. Ne deniyor mesela? “DEM Parti Öcalan’ı adres gösteriyor, sorumluluktan kaçıyor, inisiyatif almak istemiyor, bu işin öznesi olmaktan kaçınıyor, geçmişten dersler çıkarmıyor” gibi. Ancak bu tartışmalara açıklık getirmek istiyoruz. Bu tartışmaları başlatanlar daha açık bir şekilde konuşmadıkları için, niyetlerini ve varsa bir yol haritalarını kamuoyuyla paylaşmadıkları için, bu tartışmalara nasıl yaklaştığımızı sizlerle paylaşmakla kendimizi mükellef hissediyoruz.

O yüzden bu dili bazen yeniden üretecek cümleleri sarf etmek zorunda kalacağım için tekrar özür dilerim. DEM Parti ve özne olma meselesi dedik. DEM Parti’nin bu konuya dair kendini ispatlamaya ihtiyacı yok, yaşananlar ortada. Dünden bugüne ve hatta yarına DEM Parti’nin ne yaptığı, ne yapmak istediği ve neyi hedeflediği son derece açık, son derece net, hiçbir şüpheye ve kuşkuya yer bırakmayacak berraklıkta. Herkes bizim çözüm ve barış konusunda nerede durduğumuzu biliyor. Bilmeyenlere de hatırlatıyoruz. Hemen her açıklamamızda çözümün ve barışın Türkiye için neden gerekli olduğunu, Ortadoğu halkları için neden önemli olduğunu, bu konuda izlenmesi gereken yolların neden ve nasıl hayati olduğunu anlattık. Anlatmaktan da usanmayacağız.

Çünkü biz savaşın ne demek olduğunu biliyoruz, bunu yaşadık, yaşıyoruz. Çatışmanın ne demek olduğunu biliyoruz, yarattığı ağır tahribatların neler olduğunu biliyoruz. Can kaybının ne demek olduğunu biliyoruz. Faili belli olmasına rağmen meçhul bıraktırılan cinayetlerin ne demek olduğunu biliyoruz. Barışın zorla sağlanamayacağını da biliyoruz. Barışa ancak anlayarak ulaşabileceğimizi de biliyoruz. Tüm bunları tecrübe etmiş bir parti olarak biliyoruz, acı bir şekilde deneyimlemiş bir ülke olarak biliyoruz.

Bu kadar büyük bedellere ve böylesi bir deneyime rağmen nerede durduğumuzu tartıştırmak ancak maksatlı bir tartışma olabilir. Ancak iyi olmayan bir niyetle yapılıyordur. Spekülasyon, manipülasyon, dezenformasyon ve başka çeşitli algılar yaratmak üzere canlandırılıyor olabilir. Toplumsal belleğin kötü referanslara ihtiyacı yok, toplumsal belleğimizin hep birlikte iyiliğe ihtiyacı var. Ülkenin her yerinden kötülük bu çürüme ve çürütme hali dolayısıyla sapır sapır dökülüyor ve hiçbirimiz bunu hak etmiyoruz. Bu ülkede yaşayan hiç kimse bunu hak etmiyor. Ayrıca ne deneyimledik hep birlikte?

Bu ülkede insanların ölmediği zamanları da deneyimledik. Çatışmasızlık halinin kazandırdıklarını da biliyoruz. Demokratik yol, yöntem, diyalog ve uzlaşı kanallarının ne kadar kıymetli olduğunu biliyoruz. Bu demokratikleşme havasını ve ülkenin genel atmosferini hem siyasal hem toplumsal olarak nasıl etkilediğini biliyoruz. Birlikte yaşadık, birlikte gördük, birlikte deneyimledik. Sonrasında da neler olduğunu ne yazık ki birlikte gördük. Üstelik yalnızca bir dönemde değil çeşitli dönemlerde buna tanıklık ettik. Biliyoruz ki bu hava değişirse sözümüzü, fikrimizi, yapmak istediklerimizi çok daha rahat ulaştırabileceğiz.

Bunlar çok daha kolay yankılanabilecek. Hal böyleyken, bizi sanki savaşın, çatışmanın, ötekileştirmenin, kutuplaştırmanın, ayrımcılığın ve adaletsizliğin bir tarafı gibi göstermeye çalışmak ironik bile olamaz; başka niyetle yapılıyor olabilir. O nedenle bir kez daha hatırlatalım. Kürt meselesi çoklu aktörlü bir mesele olduğu için çözümü yalnızca DEM Parti ile mümkün değil. Kürt meselesinin çözülmesi için tek özne olmasak da en aktif özneyiz, bu konuda sorumluluğa da inisiyatif almaya da hazırız. Yalnız şu anda tartışmaların ötesine geçen herhangi bir şey olmadığını da kamuoyuyla paylaşmak isteriz.

Niye tek ve bir özne değiliz? Çünkü çatışan taraflar var ve çatışan taraflar öznedir. Bakın, paradoksal bir durum yaşanıyor. Biz aylardır, hatta yıllardır İmralı’daki tecrit sistemine ilişkin açıklamalar yapıyoruz, etkinlikler ve eylemler düzenliyoruz. Niye? Bir insan hakkı ihlali yaşanıyor gözler önünde. Tecrit bir işkence yöntemidir, kime yapılırsa yapılsın kabul edilmez. Bunun karşısında durulmalıdır. Sayın Öcalan ve arkadaşlarına uygulanan total bir iletişimsizlik var, hiçbir haklarından yararlanamıyorlar.

Ailesi ile görüştürülmüyor, avukatları ile görüştürülmüyor, telefon hakkını kullanamıyor, mektuplaşamıyor. Ne olup bittiğini bilmiyoruz. Milletvekilleri olarak topluca başvuru yapıp başka cezaevlerine gidebiliyoruz ama İmralı Ada Hapishanesine ilişkin hiçbir dönüş alamıyoruz. Bütün kapılar kapalı ama ne oluyor? MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli çıkıyor, Sayın Öcalan’a bir çağrı yapıyor. Eş Genel Başkanımız da söyledi, buradan bir kez daha tekrar edelim: Hakikaten biz de merak ediyoruz; açın Sayın Öcalan’ın yollarını kamuoyu da duysun, biz de duyalım çağrınıza nasıl karşılık vereceğini.

Biz bunu hatırlatırken, aslında ne yapıyoruz sevgili Türkiye halkları? Sorumluluk almaktan kaçmıyoruz; bir siyasi parti olarak kimsenin Türkiye’de almadığı sorumluluğu alıyoruz, cesaret gösteriyoruz, Kürt meselesinin hakiki bir şekilde nasıl çözüleceğini ifade ediyoruz. Sahici bir biçimde nasıl çözüleceğini anlatıyoruz. Çoklu aktörlü bir meselede aktörleri devre dışı bırakarak, kendinize aktör yaratmaya çalışarak meseleyi çözemezsiniz. O sebeple Sayın Öcalan’dan bahsederken yalnızca Türkiye’deki Kürt meselesiyle ilgili değil Ortadoğu’daki gelişmeler başta olmak üzere dünyadaki birçok soruna dair çözüm önerileri ve fikirleri olan bir insandan bahsediyoruz.

Rolünün hayati öneminden bahsediyoruz. Siz bir yandan tecridi sürdüreceksiniz, öte yandan Sayın Öcalan’a çağrı yapacaksınız. Biz de buradan bir kez daha çağrı yapıyor ve diyoruz ki örneği olmayan bu hukuksuzluğa artık son verilsin, bu muhataplığın yolu açılsın. İmralı’nın kapısını açmazsanız, tecridi ortadan kaldırmazsanız, bu tartışmalara Öcalan’ı dahil etmezseniz, bunlar böyle tartışmalar olarak kalır, ilerlemez. Çağrımızı yineliyoruz: Bu tecrit kaldırılmalı, İmralı’nın kapıları, Öcalan’ın yolları açılmalı. Sayın Öcalan bu tartışmalara dahil edilmeli. Bunun koşulları bir şekilde sağlanmalı.

Biz bunları söyleyince sorunu tartışmaktan da sorunu çözmek konusunda inisiyatif ve sorumluluk almaktan da geri kalmıyoruz. Bilakis, sorunun nasıl çözüleceğine ilişkin katkıda bulunuyoruz. Dün de vardık, bugün de varız, yarın da var olacağız bu konuya ilişkin. Çünkü biz Kürt melesinin demokratik yol ve yöntemlerle çözülmesini benimsiyor, bunun için mücadele ediyor ve bunu savunuyoruz. O yüzden de her zaman hakiki, onurlu, eşit, adil ve kalıcı bir barıştan yana söz kurduk, bundan sonra da kurmaya devam edeceğiz.”

Paylaşın

Erdoğan’dan Muhalefete Mesaj: Kuru Hamasetin Kimseye Faydası Yok

İstanbul Muhtarlar Buluşması’nda konuşan Erdoğan, “Bekamızı sağlamak için yalnız savunma sanayimizi değil milletimiz ve millet bağımızı daha da güçlendirmenin çabasındayız. Biz hiçbir zaman farklı etnik kimlikleri, inançları, siyasi görüşleri, kültürel aidiyetleri, çatışma veya ayrılık unsuru olarak görmedik” dedi ve ekledi:

“Tam tersine 85 milyonun tamamını Türk milletinin ayrılmaz parçası olarak gördük. Milletimizin tüm fertlerini ortak idealler etrafında kenetlendirmek için 22 yıldır mücadele halindeyiz. Ayrılıklarımızı değil müşterekleri büyütelim istiyoruz. Tüm siyasi partilerimizi kutuplaştırmayı körüklemek yerine kardeşlik seferberliğimize katkı sunmaya davet ediyoruz.”

Erdoğan, konuşmasının devamında, “Mesele karanlığa yumruk sallamak değil Türkiye’nin aydınlık geleceği bir için fener olabilmektir. Ülkemizim sorunları, çözüm önerileri noktasında hepimiz aynı düşünmek zorunda değiliz ama meseleleri konuşmak için aynı zeminde buluşmak durumundayız. Kuru hamaset yapmanın da öfke diline sarılmanın da doğmamış çocuğa don biçmenin muhalefet dahil kimseye faydası dokunmaz. İç cephemizin güçlendirilmesine dönük attığımız adımlarda muhalefet de bizim kadar Cumhur İttifakı kadar istekli olmalı, takoz koymak yerine bu çabalara samimiyetle sahip çıkmalı, yapıcı katkılarda bulunmalıdır. Siz muhtarlardan da Türkiye Yüzyılı mücadelemize güçlü destek vermenizi bekliyoruz” ifadelerini kullandı.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Muhtarlar Buluşması’nda açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın konuşmasından başlıklar şu şekilde:

“Sizinle yakın muhabbetimizin elbette başka sonuçları da oldu. Daha önce muhtar deyince burun kıvıranlar, toplantılarımız sayesinde geç de olsa mecburiyetten ve mahcubiyetten dolayı da olsa yaptığınız işlerin gerçeğini anlamaya başladı. İşin samimiyeti bir tarafa bizim için aslolan sonuçtur. Elitist zihniyetin muhtarlarımızla vücut bulan halk iradesi karşısında diz çökmesi şüphesiz önemli kazanımdır. Çünkü muhtar demek millet demektir. Sandık yani demokrasi demektir. Muhtarlar aynı zamanda demokrasi binamızın temel yapı taşlarındandır. Sizler yerel düzeyde vatandaşın gündelik hayatına dokunan mesainiz ile huzurun, barışın, sosyal dayanışmanın, milli birlik ve bütünlüğün teminatısınız.

Ülkemizde birileri halen anlamasa da milletin teveccühüne mazhar olmak, dünyada ulaşabilecek en şerefli payelerden biridir. İster muhtar, ister meclis üyesi, ister belediye başkanı, ister milletvekili isterse Türkiye Cumhurbaşkanı olsun bu durum değişmez. Demokrasinin halka dönük yüzü muhtarla başlar, devlerin başı olan Reis-i Cumhur’la sona erer. Muhtarlarımız bu yönleriyle demokrasinin de nüvesini teşkil etmektedir. Bizim sizinle yakın diyaloğumuzu eleştirenlerin anlayamadığı işte budur. Onlar seçilmenin, halktan oy almanın, milletin emanetini taşımanın ve bu aziz millete hizmet etmenin ne manaya geldiğini idrak edemiyorlar. Biz ise bunun önemini, zorluğunu ve değerini çok çok iyi biliyoruz. Bunun için de muhtarlarımızın ve muhtarlık kurumunun üzerine titriyoruz.

Şu hususunda altını çizmek zorundayım: Bulunduğu yere atamayla gelen tüm kamu görevlileri, devletin imkanlarını millete hizmet için kullanmakla mesul ve mükelleftir. Dolayısıyla hangi konumda olursa olsun makamının gücünü kullanarak hiç kimse benim muhtar kardeşlerimi ezemez, hor ve hakir göremez. Köyünün ve mahallesinin sorunlarına çözüm arayışında, yerel yönetimler dahil bütün kurumlarımızın kapısı muhtarlarımıza açıktır ve öyle olmalıdır.

Ne dediler benim için ‘Muhtar bile olamaz’… Bu manşetleri attılar. E ne oldu? Eski Türkiye’nin tekrar hortlatılmasına izin veremeyiz. Bakınız bu fakir eski Türkiye’yi iliklerine kadar yaşamış, adaletsizliği, hukuksuzluğu, ayrımcılığı bizzat tecrübe etmiş bir kardeşinizdir. Yarım asrı geçen siyaset yolculuğumuzda pek çok zorluklarla karşılaştık. Halkın seçtiklerine tepeden bakan, bürokratik oligarşiyi gördüm. Elitist, seçkinci, halka rağmen halkçılık yapan jakoben zihniyeti gördüm. Millete hizmetkarlık yerine efendilik taslayanların ülkemize nasıl büyük zararlar verdiğini gördüm. ‘Neme lazımcılığın’, ‘Aman konforum bozulmasın’, ‘Aman başım ağrımasın’… Bu yaklaşımların kalkınma ve refah hamlelerimizi nasıl tökezlettiğini gördüm.

Siyasi hayatım boyunca Türkiye’yi ve Türk demokrasisini paçasından aşağı çeken bütün bu marazlarla mücadele ettim. Önümüze çıkan engellere aldırmadık. Baskılar ve yasaklar karşısında geri adım atmadan çalıştık, ter döktük. İnşallah bundan sonra da mücadelemizi sizlerle birlikte kararlılıkla devam ettireceğiz. Savrulmadan ve sarsılmadan Türkiye’yi bugüne kadar olduğu gibi yine demokrasiyle, kardeşlikle, adaletle ve özgürlükler temelinde büyüteceğiz. Bunu da siz muhtar kardeşlerimin desteği ile yapacağız.

Son 22 yılda muhtarlarımızın güçlendirilmesi noktasında sayısız adım attık. İçişleri Bakanlığımız bünyesinde Muhtarlar Daire Başkanlığı kurduk. Büyükşehir belediyelerinde Muhtarlık İşleri Dairesi Başkanlıkları, diğer belediyelerde de Muhtarlık İşleri Müdürlükleri ihdas ettik. 19 Ekim’i tüm Türkiye’de Muhtarlar Günü olarak biz ilan ettik. Muhtarlarımızın maaşlarını, sigorta primlerini ve diğer özlük haklarını yaptıkları görevin seviyesine uygun hale getirdik. 2002 yılında muhtar aylığı 97 liraydı, bugün 20 bin 285 lira oldu. Nereden nereye?

Muhtarların ödemekle yükümlüğü oldukları 8 bin 233 liralık Sosyal Güvenlik Kurumu primlerini şimdi devlet olarak biz karşılıyoruz. En az bir dönem muhtarlık yapan kardeşlerimizi 55 bin lirayı bulan silah ruhsatı harcından muaf tutuyoruz. 30 büyükşehirde yöreye özgü 100 muhtar hizmet binasının yapımını tamamladık. 51 ilimizde 2024 yılı için planladığımız 179 hizmet binasından 98’i hizmete girdi, kalan 81 tanesinin inşaatı ise hızla devam ediyor. Ankara Muhtar Evi ile Ankara’yı ziyaretlerinde muhtarlarımızın üzerinden büyük bir yükü aldık.

“Gazze’de 2 milyon, Lübnan’da 1 milyondan fazla insan…”

Bölgemizdeki gelişmeleri bizimle birlikte sizler de yakından takip ediyoruz. Komşumuz Suriye’de, 13 yıl önce başlayan ve 1 milyon insanın hayatına malolan ihtilafa henüz çözüm bulunmadı. Ukrayna ve Rusya arasındaki kanlı savaş kasım ayında 4. yılına ulaşacak. Bir diğer komşumuz Irak halen terör belasıyla mücadele ediyor. Avrupa ülkelerinde Müslüman düşmanı ve ırkçı partiler ya iktidara yürüyor ya da iktidar ortağı oluyor. Son 1 yıldır Gazze’de süren, geçen ay Lübnan’a sıçrayan katliamları anlatmakla artık kelimeler çaresiz kalıyor. Çoğu çocuk ve kadın 50 bin masum insan tüm dünyanın gözleri önünde katledildi. 100 bini aşkın yaralı var. Gazze’de 2 milyon, Lübnan’da 1 milyondan fazla insan evini, yıllardır yaşadığı toprakları terk etmek zorunda bırakıldı.

Netanyahu denilen gözü dönmüş bir caninin elinde Avrupa’yı, ABD’yi, BMGK adeta oyuncak olmuş durumda. 20 bin çocuk öldü, bir tanesi çıkıp ‘Bu alçaklıktır’ diyemedi. On binlerce kadın öldü, kadın hakları kuruluşların gıkı dahi çıkmadı. 175 gazeteci öldü, uluslararası medyanın umurunda olmadı. Gezi olaylarında 1 ay boyunca Taksim’de kamp kuranların hiçbirini Filistin’de ve Lübnan’da göremedik, göremiyoruz. Sustular, sindiler, korktular, İsrail’i desteklemek üzere savunageldikleri tüm değerlerini ayaklarının altında ezdiler. İsrail hükümetini alkışlamak dışında hiçbir şey yapmadılar.

50 bin masumun katilinin sorumlusu elbette İsrail’in hukuk tanımaz işgal güçleridir. Ama son 1 senedir İsrail hükümetine koşulsuz destek verenler, silah ve mühimmat gönderenler de bu katliama alenen ortaktır. Gazzeli, Batı Şerialı, Lübnanlı çocukların ahı siyonistler kadar onlara kol kanat gerenlerin de peşini bırakmayacaktır. Bu gerçeği korkusuzca tüm dünyada haykıran tek ülke Türkiye’dir. Bu asil milletin şerefli bir evladı ve Türkiye Cumhurbaşkanı olarak şunu büyük bir gururla ifade etmek isterim, zulmü alkışlamadık, zalime asla boyun eğmedik. Birilerinin keyfi için kardeşlerimize sırtımızı dönmedik. Hakkı tutup kaldırmak için İslam aleminde ve tüm dünyada öne atılan daima biz olduk. Herkes bilsin, Türkiye olarak zalimin hasmıyız, mazlumun hamisiyiz.

Soykırım şebekesine karşı yürüttükleri haysiyet ve özgürlük mücadelesinde Filistin halkının tüm imkanlarımızla yanındayız. Sadece mücadeleleriyle değil şehadetleriyle de destanlaşan Filistin direnişinin önderlerini, mensuplarını, Gazze topraklarını mübarek kanlarıyla sulayan tüm kahramanları bugün bir kez daha tazimle selamlıyorum. Filistin’in seçilmiş son başbakanı İsmail Haniye kardeşimden sonra geçtiğimiz günlerde şehit düşen Hamas lideri Yahya Sinvar’a da Allah’tan rahmet diliyorum.

Bizim temel politikamız ülkemizin bekasını korumak, 85 milyonun huzur ve güvenliğini en üst düzeyde temin etmektir. Vatanımıza kasteden kim olursa olsun gözünün yaşına bakmayız. Ne 782 bin kilometrekare vatan toprakları üzerinde ne de Misak-ı Milli coğrafyasında ameliyat yapılmasına müsaade etmeyiz. Biz İsrail yayılmacılığına dikkat çektikçe, önlerine konulan onca delile rağmen ana muhalefetin başını çektiği kimi çevreler bizi olayları abartmakla itham ediyor. Siyonizm tehlikesini her dile getirdiğimizde İsrailli yöneticilerin gösterdiği haritalara bakmak yerine bunun iç politikayla ilgili olduğunu söylemekten utanmıyorlar.

İsrail’den daha fazla İsrailcilik yapan, İsrailli yetkililer susarken onlar adına konuşan, canhıraş şekilde İsrail’i savunan mankurtlaşmış bir zihniyetle karşı karşıyayız. Mesele Türkiye olunca, Türkiye’nin menfaatleri olunca iç politika, dış politika diye bir ayrım söz konusu değildir. Muhalefetin gevşekliği, rahatlığı, umursamazlığı bizi alakadar etmez. Onlar affınıza sığınarak söylüyorum rakı masalarında geyik muhabbeti çevirirken biz bölgemizdeki ateşi söndürmenin mücadelesini veriyoruz. Onlar belediyeleri arpalığa dönüştürmenin kavgasına tutuşmuşken biz bölgedeki tehlikelerde ülkemizi nasıl uzakta tutarız, bunun hesabını yapıyoruz.

Muhalefete çağrı

Bekamızı sağlamak için yalnız savunma sanayimizi değil milletimiz ve millet bağımızı daha da güçlendirmenin çabasındayız. Biz hiçbir zaman farklı etnik kimlikleri, inançları, siyasi görüşleri, kültürel aidiyetleri, çatışma veya ayrılık unsuru olarak görmedik. Tam tersine 85 milyonun tamamını Türk milletinin ayrılmaz parçası olarak gördük. Milletimizin tüm fertlerini ortak idealler etrafında kenetlendirmek için 22 yıldır mücadele halindeyiz. Ayrılıklarımızı değil müşterekleri büyütelim istiyoruz. Tüm siyasi partilerimizi kutuplaştırmayı körüklemek yerine kardeşlik seferberliğimize katkı sunmaya davet ediyoruz.

Mesele karanlığa yumruk sallamak değil Türkiye’nin aydınlık geleceği bir için fener olabilmektir. Ülkemizim sorunları, çözüm önerileri noktasında hepimiz aynı düşünmek zorunda değiliz ama meseleleri konuşmak için aynı zeminde buluşmak durumundayız. Kuru hamaset yapmanın da öfke diline sarılmanın da doğmamış çocuğa don biçmenin muhalefet dahil kimseye faydası dokunmaz. İç cephemizin güçlendirilmesine dönük attığımız adımlarda muhalefet de bizim kadar Cumhur İttifakı kadar istekli olmalı, takoz koymak yerine bu çabalara samimiyetle sahip çıkmalı, yapıcı katkılarda bulunmalıdır. Siz muhtarlardan da Türkiye Yüzyılı mücadelemize güçlü destek vermenizi bekliyoruz.”

Paylaşın

“Yenidoğan Çetesi” Soruşturması: 10 Hastaneye Ruhsat İptali

İstanbul’da yenidoğan bebeklerin bulunduğu yoğun bakım ünitelerini ticarethane haline getiren suç örgütü “Yenidoğan Çetesi” soruşturmasında adı geçen 10 hastanenin ruhsatı kamuoyundaki tepkilerin ardından iptal edildi.

Hastanelerden birinin eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na ait olduğu öğrenildi. Soruşturmaya adı karışan ve ruhsatı iptal edilen 10 hastane:

Özel Avcılar Hospital Hastanesi
Özel TRG Hospitalist Hastanesi
Özel Birinci Hastanesi
Özel Güney Hastanesi
Özel Bağcılar Medilife Hastanesi
Özel Beylikdüzü Medilife Hastanesi
Özel Reyap İstanbul Hastanesi
Özel Şafak Hastanesi Bağcılar
Özel Silivri Kolan Hospital Hastanesi
Özel Reyap Çorlu Hastanesi

Sağlık Bakanlığı’nın ruhsat iptaline ilişkin kararı, hastanelere İl Sağlık Müdürlüğü ekipleri tarafından tebliğ edildi. Hastanelerde tedavi gören hastaların başka hastanelere nakilleri sürüyor.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve 22’si tutuklu 47 şüphelinin bulunduğu “yenidoğan çetesi” hakkındaki iddianamede, “malen sorumlu” sıfatıyla yer alan 19 hastane ve sağlık şirketi içerisinde bulunan İstanbul’daki Bağcılar Özel Şafak Hastanesi ile Medilife Sağlık Hizmetleri Hastanesinin de faaliyetleri askıya alınmıştı.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) soruşturmada adı geçen hastanelerden SGK ile sözleşmesi bulunanlara yönelik incelemenin üç başmüfettiş ve üç müfettişle yürütüldüğünü duyurdu.

SGK’nın açıklamasında “Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 24.11.2023 tarihindeki talebi üzerine kamuoyunda ‘yenidoğan çetesi’ olarak gündeme gelen konuyla ilgili 29.11.2023 tarihinde inceleme kurumumuzca başlatılmıştır. Savcılığın soruşturma yaptığı hastanelerden SGK sözleşmesi bulunan hastanelere yönelik gerekli incelemeler 3 başmüfettiş ile 3 müfettişimiz tarafından titizlikle yürütülmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumu olarak mevzuatımız çerçevesinde anlaşmamız olan hastaneleri yalnızca fatura ve mali yönden denetlemekteyiz” denildi.

Ne olmuştu?

Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı Örgütlü Suçlar ve Terör Suçları Soruşturma Bürosu’nun yürüttüğü, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı 494 sayfalık iddianamede, şüphelilerin, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) fazla para kazanabilmek için bebek hastaların yatış süresini uzattığı, bazılarının sağlık durumunun normalden daha kötü gösterildiği, bazı hasta yakınlarından para alındığı, gelirlerin sağlık çalışanı olan örgüt üyeleriyle paylaşıldığı iddia edildi.

Anadolu Ajansı’nın (AA) ulaştığı iddianamede, “şüphelilerin yaptıkları bu işlemlerle yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde elde edilen kazancı 3-4 katı artırdıkları” belirtildi.

Bebekler, uygun sağlık hizmeti alacakları hastanelere değil, 112 Acil Servisi ile ortak çalışan şüphelilerin seçtiği ve “örgüt adına kârlı görünen” hastanelere gönderiliyordu. İddianameye göre, çetenin asıl amacı bebeklerin iyileştirilmesinden ziyade daha çok para kazanmaktı.

Fakat enfeksiyona açık bir ortam olan yenidoğan ünitelerine yatırılan bebeklerden bazıları, normalden daha uzun süre yatılı kaldıkları veya hiç gereksinim yokken bu bölüme yönlendirildikleri için hayatını kaybetti. Şüpheliler ayrıca, usulsüz bir şekilde hastanedeki ilaçları satarak maddi kazanç elde ediyordu.

Milliyet gazetesinden Damla Güler, soruşturma kapsamında ifadesi alınmış, yenidoğan ünitesinde hayatını kaybeden bir bebeğin annesi olan B.N.’nin sözlerini aktardı:

“Kızım yoğun bakımda 3 gece kaldı. Sonrasında doktor bana, ‘Burası 1 aylık bebekler için bir yer. Sizin bebeğiniz burada kalırsa ölür. Başka hastaneye gidin’ dedi. Biz hastane bulamadık. Yoğun bakımdan sorumlu doktor bize bir hastane söyledi. Yoğun bakım ücretinin gecelik 7.000 lira olduğunu, kızımın 2 hafta tedavi görmesi gerektiğini anlattı. Kabul ettik.”

İfadesinde “35.000 lira ödeme yaptığını” söyleyen B.N., “Bana medikal bir çok şey aldırdılar. Sonrasında hastaneden çıktım. Ertesi gün beni arayarak hastaneye gitmem gerektiğini söylediler. Hastaneye gittiğimde doktor kızımın sabaha karşı öldüğünü söyledi. Bebeğim diğer hastanede 4 gün kaldı. Bu hastanede 1 gece kaldı. Sabah saatlerinde ölüsünü aldım” diyor.

Acil durumdaki hasta bebekler, anlaşmalı hastanelere, yeterli kapasite ve donanıma sahip olup olmadığına bakılmaksızın yönlendiriliyordu. Kayıtlarda Medisense Sağlık Hizmetleri Şirketi’nin sahibi olarak görülen F.S., İstanbul’daki bazı özel hastanelerin yenidoğan ünitelerini bu yapıyı daha da genişletebilmek için kiralamış, bu ünitelerde kendisini “doktor” olarak tanıtan hemşirelere görev vermişti.

İddianamede bahsi geçen hastaneler şu şekilde sıralanıyor: “Akabe Sağlık Tesisleri AŞ’ye ait özel Avcılar Hospital Hastanesi, Özel İstanbul Şafak Sağlık Hizmetleri AŞ’ye ait Özel Avrupa Şafak Hastanesi ve Özel İstanbul Şafak Hastanesi, Medilife Sağlık Hizmetleri ve Yonca Sağlık Hizmetlerine bağlı Özel Bağcılar Medilife Hastanesi ve Özel Beylikdüzü Medilife Hastanesi, Refik Arslan AŞ’ye bağlı Özel Bağcılar Şafak Hastanesi, Beymed AŞ’ye ait Özel Birinci Hastanesi, Doğamed AŞ’ye ait Özel Doğa Hospital Hastanesi, Reyap AŞ’ye ait Özel Reyap İstanbul Hastanesi ve Çorlu Reyap Hastanesi, Ekip Sağlık AŞ’ye ait Özel TRG Hospitalist Hastanesi, Esenler Güney Hastanesi ve Silivri Kolan Hastanesi’nin yenidoğan yoğun bakım ünitesi.”

Bu hastanelerden biri (Özel Avcılar Hospital), 2013-2016 yıllarında Sağlık Bakanlığı yapmış olan Mehmet Müezzinoğlu’na aitti.

Euronews Türkçe’nin konuyla ilgili olarak ulaştığı Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu üyesi milletvekilleri, soruları cevapsız bıraktı.

Gerçek Gündem’de yer alan haberde gazeteci Seyhan Avşar, Müezzinoğlu’na ait hastaneyi aradıklarını, telefona eski bakanın korumasının çıktığını, başhekimlik tarafından bilgilendirme yapılacağını aktardı.

İddianameye yansıyan telefon görüşmelerinde, şüpheli doktor F.S. ile İ.Ö. arasında, Özel Avcılar Hastanesi şu şekilde geçiyor:

F.S.:Alo
İ.Ö.:Abi şimdi ben Avcılar Hospital’dayım. Tamam mı?
F.S.:Hıhı
İ.Ö.:Ya burada adam şöyle demiş: ‘Taburcu olanların dosyaları dahil arşivden gelsin. 110 hastanın fotokopisini çekeceğiz.’
F.S.:Hımm
İ.Ö.:Ee hemşire, gözlem dosyası, epikriz her şey… Yani buna ne yapabiliriz?
F.S.:Bu ay temmuzdan itibaren hepsini istiyor değil mi?
İ.S.:Evet 110 hastayı yani… Fethin Hoca sana arşivden vermeyebilirim gibi bir şey dedi mi?
F.S.:Dedi dedi. ‘Ben bir uğraşacağım’ dedi.

Savcılığın hazırladığı metinde ölen 10 bebekten “maktul”, beş kişiden “müşteki”, SGK İstanbul İl Müdürlüğü’nden “suçtan zarar gören”, 19 hastane ve şirketten “malen sorumlu”, 47 kişiden de “şüpheli” olarak bahsediliyor.

Şüpheli doktor F.S.’nin kurduğu ve kendi dahil 47 kişinin yer aldığı yapıda, kendi firması olan Medisense Sağlık Hizmetleri Şirketi’nin bir çalışanı olan İ.Ö. ile hareket ediyordu.

112 Acil Servisi’nden bir ambulans şoförü bebekleri hastanelere taşıyor, F.A. ve S.Y. adındaki diğer şüpheliler, İstanbul içi ve il dışındaki sevkleri yönetiyordu.

Hastanelerdeki yoğunluktan ötürü başka sağlık kuruluşlarına gönderilmesine onay verilen bebeklerin tespitini ise, İstanbul Esenyurt Belediye Başkanlığı Sağlık Hizmetleri biriminin eski çalışanı R.K. yürütüyordu.

Yine G.M.Ö. adlı bir başka şüpheli, şehir hastanesinde kabulünü yaptığı bebekleri “maddi menfaat” karşılığında F.S. ile İ.Ö.’nün idaresindeki hastanelere yolluyordu.

Şüpheliler, iddianamede yer aldığı şekliyle, hastanenin donanımına bakılmaksızın sevkleri gerçekleştiriyor, bazı durumlarda “hayatın olağan akışına aykırı olacak düzeyde” hastanelerde bekletiyor uygun olmayan tedavi yöntemleriyle bebeklerin ölümüne sebebiyet veriyordu. Tüm bunlar SGK’dan daha fazla para alabilmek için planlanmıştı.

Yine iddianamede 6 aylık bir bebeğin, çocuk yoğun bakım ünitesi yerine doktoru olmayan yenidoğan ünitesine gönderildiği, doktordan habersiz bir hemşirenin bebeğe müdahalede bulunduğu, hayatını kaybeden bebeğe kalp masajı yapıldığı, olayın örtbas edilmesi için ölüm saatinin değiştirildiği, epikriz yazdırıldığı belirtiliyor.

Tıbbi bir terim olan epikriz, bir hastanın hastaneye yatışı, tedavi süreci ve taburcu olma durumunu özetleyen bir raporu kast ediyor.

Gazeteci Avşar, X üzerinden yayınladığı bir gönderide, olayın tespitinin eski Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın döneminde yapıldığını iddia etti.

Türkiye’de yankılanan bu dosya, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nün özel hastanelerin denetiminden sorumlu bir doktorun (T.E.) Ocak 2023’te Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne (CİMER) yaptığı başvuru ile fark edildi.

Doktor T.E., bazı özel hastanelerde doldurulması gereken yenidoğan yoğun bakım üniteleri defterlerinin boş bırakılması üzerine olayın üzerine gittiğini söylüyor.

İddianamede yer aldığı şekliyle Esin’in, “Ayrıca bebeklerin dosya üzerinde gösterilen sağlık durumları ile fiili sağlık durumlarının uyuşmadığını örneğin entübe olarak kayıtlı gösterilen bebeğin gayet sağlıklı ve nefes alabilir durumda olduğunu gördük. Durumu hastane yetkililerine sorduğumuzda az önce düzeldi gibi cevaplar aldık.” dediği belirtildi.

Fahrettin Koca’ya yakın bir kişiyle görüştüğünü öne süren Avşar, kaynağının, eski bakanın soruşturma izni verdiğini, konuyu yakından takip edip üzerine gittiğine dair iddiasını paylaştı.

Ayrıca kaynağının, Koca’dan önceki sağlık bakanı Müezzinoğlu’nun hastanesi ile diğer hastanelere “şimdiye dek tolerans geçilmediğini ve geçilmeyeceğini vurguladığına” yönelik ifadesini aktardı.

Bakırköy 22. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen iddianamede, çeteyi yönettiği vurgulanan F.S. ve İ.Ö. ikilisi için “kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi”, “nitelikli dolandırıcılık”, “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” ve “resmi belgede sahtecilik” suçları yöneltilirken, 177 yıl 6 aydan 582 yıl 9 aya kadar hapis cezası isteniyor.

Şehir hastanesinde çalışıp bebekleri F.S. ve İ.Ö.’nün kontrolü altındaki yenidoğan ünitelerine “maddi menfaat” karşılığında sevk eden G.M.Ö için aynı suçlardan 180 yıldan 589 yıl 9 aya kadar hapis cezası talep ediliyor.

Diğer doktor, hemşire ve sağlık çalışanlarının yer aldığı 18 kişilik gruba da “kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi” suçundan 10 ila 437 yıl 6 ay hapis cezası istendi.

Kalan şüpheliler için benzer hapis cezalarının istendiği iddianamede, malen sorumlu olarak belirtilen hastaneler ve hastanelerin bağlı olduğu şirketler lehine “dolandırıcılık” suçu işlenerek maddi menfaat temin edildiğinden, tüzel kişilere özgü güvenlik tedbiri uygulanması, hastanelerin ve şirketlerin kapatılıp mal varlıklarına el konulmasına karar verilmesi mahkeme heyetine iletildi.

Yine dosyanın soruşturma evresinde çalışan Savcı Y.E.’yi Büyükçekmece’deki makam odasında tehdit ettiği ortaya çıkan, savcıyı ve ailesini suikastla tehdit eden kişilere yönelik yürütülen ayrı soruşturmada jandarmanın gözaltına aldığı 12 kişiden dördü serbest bırakılırken, sekiz şüpheliden beşinin tutuklandığı, üçünün de haklarında adli kontrol kararı çıkarıldığı öğrenildi.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan’a: Allah Belanı Versin!

Erdoğan’ın, bugün yaptığı konuşmada, isim vermeden kendisini hedef sözlerine tepki gösteren Kılıçdaroğlu, “’Allah belanı versin! Ülke yangın yeri, can havlindeyiz; sen hala çıkmış ’hançer’ diyorsun” dedi.

CHP’nin 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün yaptığı konuşmada isim vermeden kendisini hedef alan Erdoğan’a, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklama ile tepki gösterdi. Kılıçdaroğlu, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Lanet olsun sana ve kurduğun düzene… 5’li çeteler eliyle milletin parasına, uyuşturucu baronlarının eliyle gençlerimize ve geleceğimize, bozduğun ve kontrolün altına aldığın yargı eliyle dışarı saldığın katiller, çocuklarımızın ve kadınlarımızın canına ve ırzına bela oldu.

Yeni doğan bebeklerimizin canı, para için sağlık çetesine teslim edildi. 12 bebeğimiz senin sisteminin adamları tarafından 3 kuruş kazanmak için hayata gözünü yumdu… Yüreğime çok ağır geliyor, acımı dile getirebilmek için kullanacağım cümle; en hafif tabiri ile: Allah belanı versin!

Ülke yangın yeri, can havlindeyiz; sen hala çıkmış ‘hançer’ diyorsun. Seninle mücadele etmeyenin de Allah belasını versin.”

Erdoğan ne demişti?

Kılıçdaroğlu’nun alıntıladığı paylaşımda ise Erdoğan şu ifadeleri kullanmıştı: “Sırtından hançerlenmenin öfkesini sosyal medyadan sürekli birilerine hakaret ederek çıkarmaya çalışanlara sadece acıyarak bakıyoruz. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, eski Türkiye’nin unutulmaya yüz tutmuş kötü hatıraları olarak anılmaktan kurtulamayacaklar.

Türkiye’yi kalkındırma mücadelemizde 22 yıl boyunca pek çok engelle, çok çeşitli zorluklarla karşılaştık. Biz köprü, yol, havalimanı, baraj, fabrika inşa ederken; sondajlarla petrol, doğal gaz ararken; yılların ihmallerini ortadan kaldırırken muhalefetin ve belli çevrelerin neler yaptığını hepimiz hatırlıyoruz.

Öyle trajikomik durumlarla karşılaştık ki… ‘Millet yol mu yiyecek’ diyen vizyonsuzları mı ararsınız, Gazi Mustafa Kemal’i bahane edip ülkemizin dünyada ilk 3’e girdiği İHA ve SİHA’larına saldıranları mı ararsınız, ‘iktidara geldiğimizde savunma sanayisi projelerine dokunacağız’ diyenleri mi ararsınız?

Velhasıl iktidara muhalefet etmeyi sermaye ve yatırım düşmanlığına dönüştüren zihniyetin her çeşidine şahit olduk. 21’inci yüzyıl Türkiye’sine asla yakışmayan bu arkaik zihniyetin, 13 seçim yenilgisi sonrasında, bizzat partileri tarafından Türk siyasetinden perte çıkarılmasını ülkemizin kalkınma yolculuğu adına, Türkiye’nin aydınlık geleceği adına fevkalade önemli buluyoruz.

Eskiden olduğu gibi ülkemizin siyasetini zehirlemeyi, milletimizi birbirine düşürmeyi başaramayacaklar. 85 milyonun arasına öfke ve nefret duvarları öremeyecekler. Allah’ın izniyle biz de bunlara umdukları fırsatı vermeyeceğiz. Bizim tek bir derdimiz var, o da bu ülkeye aşkla hizmet etmek. Bizim tek bir gayemiz var, o da insanımızın hayır duasını almak. Bizim tek bir hedefimiz var, o da Türkiye Yüzyılı’nı inşa etmek. Bunun dışında hiçbir derdimiz, hedefimiz, endişemiz yoktur.”

Paylaşın

Erdoğan’dan “Enflasyon” Açıklaması: Kayda Değer Mesafe Aldık

Metal Sanayicileri Sendikası genel kurulunda konuşan Erdoğan, “Enflasyonla mücadelede kayda değer mesafe aldık. Ekmeğimize, alın terimize musallat olan enflasyon yavaş yavaş dizginlemeye başladı. 4 ayda 26,1 puan geriledi. Yeterli olmadığının farkındayız. Biraz daha sabredip güzel neticeleri göreceğiz. Ekonomi politikalarımız asla tek ayaklı değil” dedi.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Metal Sanayicileri Sendikası 51. genel kurulunda açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın konuşmasından satır başları şu şekilde: “Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası kıymetli mensupları, değerli sanayicilerimiz sizleri en kalbi duygularımla selamlıyorum. Genel kurulun sendikamız, ülkemiz ve tüm dünya için hayırlı olmasını diliyorum. Yönetimi tebrik ediyor ve başarılarının devamını temenni ediyorum.

Sendikamız 14 Ekim’de 65. kuruluş yıl dönümünü geride bıraktı. 264 üye şirket sendikamızın çatısı altında yer alıyor. MES 1 milyon kişiye istihdam sağlıyor. MES üyelerimiz burs programı ile de nitelikli insan kaynağına katkı sağlıyor. 50 bin bursiyere ulaşarak eğitime destek veren sendikamızı kutluyorum. İnsana yapılan yatırım bir ülkenin geleceğine yapılmış en büyük yatırımdır.

Tüm metal sanayicilerine ülkem ve milletim adına teşekkür ediyorum. 22 yılda milli 236 milyar dolardan 1 trilyon dolar aşmasında, satın alma gücüne göre dünyanın en büyük 11. ekonomisi olmamızda, ihracatımızın 36 milyar dolarda 261 milyar dolara yükselmesinde Türkiye ekonomisinin 22 yıldaki atılımlarında sizlerin katkısı yadsınamaz. Bu başarılara yenilerini eklemek için beraber çalışmaya devam edeceğiz.

Küresel ekonomideki sancılı ve fırtınalı süreci sizler biliyorsunuz. Bölgesinin istikrar adası olan Türkiye etrafındaki ateş çemberine rağmen adından daha fazla söz ettiriyor. 6 Şubat’ın yol açtığı 104 milyar faturaya rağmen vatandaşın refahını artırma hedefi için uyguladığımız politikaların etkilerini görmeye başladık. 5 yılın en büyük cari fazlasını verdik. Rezervlerimiz artmaya devam ediyor. Eylül itibariyle ihracat 261 milyar dolar üstüne çıktı. Döviz rezervlerimiz 156 milyar dolara çıktı.

“Yeterli olmadığının farkındayız…”

İş gücü piyasası oldukça iyi gidiyor. 600 binden fazla kadın vatandaşımızı çalışma hayatına kazandırdık. Çalışanın üretenin ihracat yapanın yanında olmaya devam edeceğiz. İstihdamı artırmayı destekleyici politikalarımız sürecek. Enflasyonla mücadelede kayda değer mesafe aldık. Ekmeğimize, alın terimize musallat olan enflasyon yavaş yavaş dizginlemeye başladı. 4 ayda 26,1 puan geriledi. Yeterli olmadığının farkındayız. Biraz daha sabredip güzel neticeleri göreceğiz. Ekonomi politikalarımız asla tek ayaklı değil.

Mali disiplinden asla taviz vermiyoruz. yapısal reformları zaman kaybetmeden hayata geçireceğiz. Reel sektörümüzün gerekli sıçramayı yapmasını sağlayacağı. Endüstri bölgeleri ve organize sanayileri demir yolları ile güçlendireceğiz. 22 yıl boyunca pek çok engelle karşılaştık. Biz yol, havayolu inşa ederken muhalefetin neler yaptığını neler yaptığını hepimiz hatırlıyoruz. Mega projelerin mahkeme yolu ile engellenmeye çalışılmasından şirketlerimizin tehdit edilmesine, savunma sanayimizin itibar suikastlarına uğramasına kadar akla gelebilecek her türlü sabotaj ile karşılaştık.

Bu ülke kendi ülkesini kötüleyen ana muhalefet partisi genel başkanları gördü. Meclis kürsüsünden iş dünyasına tehditler savuran siyasiler gördü. Millet yol mu yiyecek diyen vizyonsuzları mı ararsınız. İHA ve SİHA’lara saldıranları mı ararsınız. Allah Rahmet eylesin, Özdemir bey bu işin aşkı ile yanıp tutuşurken, kendisini hasta yatağında SİHA’ların son durumunu soracak bir sanayiciydi.

13 seçim yenilgisi sonrası partileri tarafından perte çıkarılması Türkiye’nin aydınlık geleceği adına önemli buluyoruz. Sırtından hançerlenmenin öfkesini birilerine hakaret ederek çıkarmaya çalışanlara acıyarak bakıyoruz. Eski Türkiye’nin unutulmaya yüz tutmuş kötü hatıraları olmaktan kurtulamayacaklar. Milletimizi birbirine düşürmeyi başaramayacaklar. Biz de bunlara umdukları fırsatı vermeyeceğiz. bizi bu günlere getiren, yolumuzda emin adımlarla yürümemizdir. Türkiye’nin hayrına olacağını düşündüğümüz meselelerde başkalarının ne dediğini umursamadık. Bizim tek derdimiz var, o da bu ülkeye aşka hizmet etmektir. Tek gayemiz var, o da insanımızın hayır duasını almak. Tek hayalimiz var o da Türkiye yüzyılını inşa etmektir. 22 yıldır yürüdüğümüz bu yolda ülkemizi adaletle, kardeşlikle büyütmeye devam edeceğiz.

Yumuşama ikliminin kökleşmesinde işçi işveren fark etmeksizin tüm sendikalarımızın desteği önemli. Bölgedeki gerilimin tırmandığı bu dönemde toplumdaki diyalog zeminini genişletmeliyiz. İsrail hedefine ulaşmamalı. Türkiye üzerinde birleştiğimizde her badireyi atlatırız, her türlü sıkıntıyı çözeriz. İç kalemizde bir gedik açılırsa dışarda verdiğimiz mücadelenin bir anlamı kalmaz. Gün birlik olma günüdür. Gün kardeşliğimizi güçlendirme günüdür. Türkiye olarak kenetlenirsek her meseleyi aşarız. Tüm siyasi partilerin, tüm sendikaların kardeşlik seferberliğimize destek vermesini bekliyoruz. İşçi olmadan işveren olmaz işveren olmadan işçi olmaz. Devlet olmadan hiçbiri olmaz.”

Paylaşın

CHP’den DEM Parti’ye Yanıt: Çözümün Adresi TBMM’dir

DEM Parti’nin “CHP olmadan olmaz” sözlerine yanıt veren CHP Milletvekili Veli Ağbaba, “2013’te yapılan ve büyük şovla açıklanan çözüm sürecinde sonra Türkiye’nin neler yaşadığını hep beraber gördük. O zaman da söyledik bu zamanda da söylüyoruz; bu çözümün adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir” dedi.

CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, önceki gün yaşanan depremin ardından Malatya’nın Yeşilyurt ilçesinde yurttaşlarla buluştu. Bianet’in aktardığına göre; Halkın sorunlarını dinleyen Ağbaba, daha sonra ‘yeni süreç’ tartışmalarına ilişkin konuştu.

Ağbaba, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan’ın dün akşam gazetecilerle yaptığı toplantıda “CHP olmadan olmaz” sözlerine yanıt verdi. “Meselenin çözüm adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir” diyen Ağbaba, şunları söyledi:

“Devlet Bahçeli’nin DEM partisi milletvekillerinin ellerini sıkmasından biz rahatsız değiliz. Doğru olan da budur, siyasi meşru seçilmiş insanların birbiriyle el sıkışması doğrudur. Geçmişteki Devlet Bahçeli’nin söylediği; ‘DEM kapatılmalıdır, DEM’e para verilmemelidir, bunlar Meclis’ten atılmalıdır’ diyen Sayın Bahçeli çok keskin bir dönüşle DEM’lilerle el sıkıştı.

Tabi bu çözüm süreciyle ilgili şunu söylemek lazım; Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz ne Devlet Bahçeli’nin hapsettiği yerde ne de Bakırhan’ın işaret ettiği yerde değiliz. Biz kendi siyasetimizi, kendi inandığımız siyaseti savunmaya devam edeceğiz.

Başkanımız da ifade etti; anaların gözyaşları dinlemelidir, şehit haberlerini artık almamalıyız. Bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi ne inisiyatif alması gerekirse alacaktır ancak her zaman söylediğimiz gibi her meselenin çözüm adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. 2013’te yapılan ve büyük şovla açıklanan çözüm sürecinde sonra Türkiye’nin neler yaşadığını hep beraber gördük. O zaman da söyledik bu zamanda da söylüyoruz; bu çözümün adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.”

Çözüm süreci: Çözüm süreci, 2013-2015 yılları arasında PKK ile devlet arasında başlayan müzakereleri ifade ediyor. Bu süreç, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek amacıyla başlatılmıştı. Sürecin temel unsurları arasında, silah bırakma, demokratik reformlar ve Kürt kimliğine yönelik hakların genişletilmesi yer almaktaydı. PKK lideri Abdullah Öcalan, bu müzakerelerde kilit bir figür olarak rol almıştı. Ancak 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla çözüm süreci fiilen sona ermişti. Bu dönem, Türkiye’deki siyasi dinamiklerde önemli değişimlere neden olmuştu.

28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Türkiye ve pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor. PKK lideri Öcalan, terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldığı 1999 yılından beri, Marmara Denizi’ndeki İmralı Cezaevi’nde bulunuyor.

Paylaşın

Çözüm Süreci Tartışmaları: DEM Parti’den “Kandırılma” Açıklaması

Yeni çözüm süreci tartışmalarına ilişkin açıklamada bulunan Tuncer Bakırhan, DEM Parti’nin yeniden “kandırılabileceği” yönündeki eleştirilere ilişkin, “Bizim kandırıldığımızı söyleyenler oluyor. Biz geçmişte yaşananları biliyoruz, değerlendirdik, hatalarımız için özeleştiri yaptık” dedi ve ekledi:

“Ama biz de yaşananları yetkili organlarımız ile tartışıyoruz. Olmadı bir kandırmacadan ibaret çıktı, mücadelemiz sürüyor. Biz yine buradayız. Cezaevleri bizimle dolu. AYM kararları, AİHM kararları uygulanmıyor. Kobanê ve Gezi tutukluları bırakılmalı. İnsanların infazı yakılıyor, 30 yılı dolduranlar 32 yıl, 35 yıl tutulmak isteniyor, bu değişmeli.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, gazetecilerle buluşmalarında soruları yanıtladı ve “Bir süreç mi var, bilmiyoruz” diye konuştu.

Hükümetle bir temaslarının olmadığını söyleyen Tuncer Bakırhan, “Henüz bir görüşme yok, şimdi olan bir süreç mi değil mi onu da bilmiyoruz. Bu işi başlatanlarla bir temas olmadı, resmi de gayrı resmi de olmadı. Yazılan çizilenleri hayretle izliyoruz. Onaylayacak ya da reddedecek durumda değiliz. Ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz” dedi.

AK Parti ve MHP’nin sürece yaklaşımının belirleyici olacağını söyleyen Hatimoğulları da şu ifadeleri kullandı: “Eğer barış isteniyorsa bir yol temizliği gerekir. Yol temizliği nedir? İmralı tecridinin kalkması, AİHM kararlarının uygulanması, cezaevlerinin rahatlatılması bir yol temizliğidir. Bugün bir müzakere başlıyor, sonra kapatılıyorsa biz mücadelemize kaldığımız yerden devam ederiz. Bu süreç bizi asla rehavete sürüklemeyecek. Barışın toplumsallaşması için sahada olacağız.”

DEM Parti’nin yeniden “kandırılabileceği” yönündeki eleştirilere ise Tuncer Bakırhan şu yanıtı verdi: “Bizim kandırıldığımızı söyleyenler oluyor. Biz geçmişte yaşananları biliyoruz, değerlendirdik, hatalarımız için özeleştiri yaptık. Ama biz de yaşananları yetkili organlarımız ile tartışıyoruz. Olmadı bir kandırmacadan ibaret çıktı, mücadelemiz sürüyor. Biz yine buradayız. Cezaevleri bizimle dolu. AYM kararları, AİHM kararları uygulanmıyor. Kobanê ve Gezi tutukluları bırakılmalı. İnsanların infazı yakılıyor, 30 yılı dolduranlar 32 yıl, 35 yıl tutulmak isteniyor, bu değişmeli.”

“Muhatap kim?”

Basın toplantısında “muhatap kim olacak” sorularını da yanıtlayan Bakırhan, şöyle konuştu: “Çatışan taraflar barışı kurar, demokrasi güçleri katkı sunar. Çatışmanın tarafları, devlet ve PKK/Öcalan’dır. PKK’ye talimat verecek bir konumda, bir yerde değiliz, bizim işimiz de değil. Silah bırakılsın deniliyor. Silah bizde değil. Bunu sağlayabilecek tek kişi Öcalan. Tabii ki parlamentoda grubu bulunan, Türkiye’nin üçüncü büyük partisi, hareketiyiz, tabii ki aktörüz. Çatışmanın bitmesine demokrasi gücü olarak en büyük katkıyı veririz. Birilerini iktidara getirme götürme durumunda değiliz, çözüm için çalışıyoruz.”

Sırrı Süreyya Önder’in Devlet Bahçeli’ye teşekkür ettiğini hatırlatan Tuncer Bakırhan; kendisinin de Özgür Özel’e teşekkür ettiğini belirterek “Ben de sizin aracılığınızla Özgür Özel’e teşekkür ediyorum, bu konuyla ilgili tutum ve açıklamalarını önemli buluyorum” diye konuştu.

Eş genel başkanlar umutlu olup olmadıklarına dair soruyu ise şöyle yanıtladı: “Umarız bir sürece dönüşür. Bir süreç olursa, bir samimiyet görebilirsek, bizim misyonumuz, varlık gerekçemiz görüşmektir, konuşmaktır, barışa bir yol bulmaktır. Bir barış girişimini, kimden geldiğine bakarak peşinen reddetme lüksüne sahip değiliz. Tuzu kuru değiliz. Ülke yararına, toplum yararına, halklar yararına olan ve samimi her şeye varız. Anayasa değişikliği tartışmaları buna dahil. Biz bugün, barışı ve demokrasiyi hapishanede konuşuyoruz, anayasa ihtiyacını da barış ihtiyacını bunda daha iyi anlatan bir durum olabilir mi? İHA’ya, SİHA’ya yapılacak yatırımdan daha önemlidir Kürtlerle barış. Kürt meselesi, topla, tüfekle, karakolla, kalekolla çözülmez, hasım değil hısım olmalıyız.”

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın mesajları

Eş genel başkanlar, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın olası yeni ‘çözüm süreciyle’ ilgili mesajlarını aktardı. “Medyada kimileri Öcalan – Demirtaş ikiliği üretmeye çalışıyor” diyen Hatimoğulları, Demirtaş’ın bu konuda şu mesajı gönderdiğini söyledi:

“Kimse böyle bir ikilem yaratmaya kalkmasın, benim de olası bir süreç için söyleyeceğim şey, ilk refleks tecridin kaldırılmasını istemektir. Hatimoğulları, Demirtaş ve Yüksekdağ’ın özetle şunları ifade ettiğini aktardı: “Dışarıda olsak elbette barışa katkı sağlarız. Ama içeride bile kalsak yine elimizden geleni yapmaya devam ederiz.”

Hatimoğulları, Demirtaş’ın ayrıca Recep Tayyip Erdoğan’ın Kobanê davası nedeniyle özeleştiri yapılması isteğine şu cevabı verdiğini söyledi: “Özeleştiri vermesi gereken, suç işleyenlerdir. Yani bize bu kadar cezayı yağdıranlardır.”

Çözüm süreci: Çözüm süreci, 2013-2015 yılları arasında PKK ile devlet arasında başlayan müzakereleri ifade ediyor. Bu süreç, Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek amacıyla başlatılmıştı. Sürecin temel unsurları arasında, silah bırakma, demokratik reformlar ve Kürt kimliğine yönelik hakların genişletilmesi yer almaktaydı. PKK lideri Abdullah Öcalan, bu müzakerelerde kilit bir figür olarak rol almıştı. Ancak 2015’te çatışmaların yeniden başlamasıyla çözüm süreci fiilen sona ermişti. Bu dönem, Türkiye’deki siyasi dinamiklerde önemli değişimlere neden olmuştu.

28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Türkiye ve pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor. PKK lideri Öcalan, terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldığı 1999 yılından beri, Marmara Denizi’ndeki İmralı Cezaevi’nde bulunuyor.

Paylaşın

RTÜK Harekete Geçti: Gündüz Kuşağı Programlarına Ağır Yaptırımlar Kapıda

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı (RTÜK), gündüz kuşağı programlarına karşı harekete geçti. programlarda artık şiddet, istismar, cinayet başta olmak üzere suç teşkil eden konular işlenemeyecek.

Konuya ilişkin RTÜK’ten yapılan açıklamada, ‘Gündüz Kuşağı Programları Yayın Etik İlkeleri’nin oy birliğiyle kabul edildiği ifade edildi.

RTÜK, aldığı kararları şöyle açıklandı: “Özel hayatın gizliliğine saygılı olma ilkesi doğrultusunda kişilerin özel hayatına ilişkin bilgi, belge ve kayıtlar kesinlikle yayınlanmayacaktır.

Katılımcılar kendilerinin ya da üçüncü kişilerin özel hayatlarına ilişkin konularda beyanda bulunmaya zorlanmayacaktır. Program sunucusu ve program konuğu uzmanlar ile stüdyo konuklarının yorum ve ifadeleriyle katılımcılara karşı psikolojik şiddet uygulamalarına müsaade edilmeyecektir.

Kuşak programında kullanılan yorum ve ifadeler ile seçilecek program içeriği toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olmayacak, toplumsal yaşam alanı içerisinde sergilenemeyecek söz ve davranışlara izin verilmeyecektir.

Editoryal sorumluluk kapsamında, yayının canlı ya da bant yayını olması fark etmeksizin, teknik imkânlar da kullanılarak Türkçenin düzeysiz, kaba ve argo kullanımına izin verilmeyecektir.

Tüm medya kuruluşlarımızın her çalışanının kanunlardan da önce tamamen insani ve vicdani hassasiyetle yaklaşmaları gereken ilk konu çocuklarımızdır. Kuşak programlarında çocuklar, gençler ve zihinsel engelli bireyler stüdyoya ya da canlı bağlantıya hiçbir surette konuk olarak alınmayacaktır. Konusu itibarıyla bu kitleye yönelik yayınlarda, istismarlara yol açabilecek konuşmalardan, suçlayıcı ve yargılayıcı ifadelerden kaçınılacaktır.

Cinsel taciz, tecavüz gibi konuları meşrulaştırıcı, hafifletici ve kışkırtıcı yayın yapılmayacaktır.

Kuşak programında kadına yönelik şiddeti teşvik eden veya kanıksatan, kadınları istismar eden içerikler ile editoryal sorumluluk gereği, program konuklarının veya katılımcılarının da bu anlama gelen yorum ve ifadelerine müsaade edilmeyecektir. Bu çerçevede, Üst Kurulumuz tarafından açıklanan Medyada Kadına Yönelik Şiddetle Mücadeleye İlişkin Etik İlkeler’e aykırı yayın yapılmayacaktır.

Kuşak programında şiddet unsuru taşıyan konuların işlenmemesine özen gösterilecektir. Şiddet unsurunun yer aldığı konular; şiddeti özendirici veya kanıksatıcı, saldırgan davranış ve tutumları öğretici, şiddete karşı duyarsızlaştırıcı ve şiddeti normalleştirici şekilde sunulmayacaktır.

Soruşturmanın gizliliği kapsamında, soruşturma aşaması henüz tamamlanmamış olaylar kuşak programlarına konu edilmeyecektir… Lekelenmeme hakkı olarak da nitelendirilen kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını sağlamak adına kuşak programlarında aynı konuya tekraren yer verilmemesine özen gösterilecektir.”

Paylaşın

“En Güvenilmez” Kurumlar Belli Oldu

Vatandaşın “Devlet” kurumlarına olan güveni her geçen gün daha da azalıyor… “Toplumsal eğilimler” saha araştırmasında, Diyanet ve siyasi partiler “Türkiye’de en güvenilmez iki kurum” olarak yer aldı.

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nün 19-22 Eylül tarihleri arasında bin 514 kişi ile “Toplumsal eğilimler” anketi gerçekleştirdi. “En güvenilmez” bulunan kurumların mercek altına alındığı araştırmada, siyasi partiler, Diyanet, yargı ve hükümet, üst sıralarda yer aldı.

BirGün’ün haberine göre, yapılan saha çalışmasında “Türkiye’de en güvenmediğiniz iki kurumu belirtir misiniz?” sorusu da yer aldı. Hata payı artı eksi yüzde 2,5 olarak hesaplanan anketten şu sonuçlar çıktı:

Siyasi partiler: Yüzde 25,1
Diyanet İşleri Başkanlığı: Yüzde 18,8

Siyasi partiler ve Diyanet’in ardından, diğer bazı kurumların, “En güvenmediğiniz iki kurumdan biri” olarak işaretlenme oranı şöyle oldu:

Yargı kurumları: Yüzde 18,4
Hükümet: Yüzde 14,3
TÜİK: Yüzde 8,7
Muhalefet: Yüzde 7,2
Meclis: Yüzde 4,9
RTÜK: Yüzde 2,1.

Paylaşın