Erdoğan, Sosyal Medyayı Hedef Aldı: Operasyon Aygıtı Gibi

TUSAŞ’a yapılan saldırı sonrası sosyal medyayı hedef alan Erdoğan, “Terörün gayesi sadece kan dökmek değildir, toplumda korku ortamı oluşturmaktır. Ülkemizde bazı çevreler bilerek veya bilmeyerek terörün bu hedefine ulaşmasına yardım ediyor” dedi ve ekledi:

“Sosyal medya operasyon aygıtı gibi. Hassasiyetler ülkemize gelince esirgeniyor. Bizi asıl üzen böyle meselelerde daha çok sorumlu çok daha titiz yayın yapmasını beklediğimiz yazılı görsel medyamızdır. Son dönemde medyamız bu hadiselerde kötü bir sınav veriyor. Sorumsuz yayınları TUSAŞ’ta gördük. Bunun kabul edilebilir hiçbir yanı yok.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, SAHA EXPO 2024 Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayii Fuarı Programı’nda açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın konuşmasından satır başları şöyle:

“Önceki gün TUSAŞ’ın Kahramankazan yerleşkesinde menfur bir terör saldırısı düzenlendi. Şehitlerimiz sebebiyle acımız büyük olsa da Türkiye Yüzyılı ülkümüze kasteden alçaklarla mücadele azmimiz çok daha büyüktür. Bize geri adım attıramazlar. Türkiye tüm tehditleri kaynağında bertaraf edecek.

Milletimizin huzur ve güvenliğini hedef alan her türlü saldırı başarısız olacak. En sonunda dönüp kandan beslenen terör baronlarını vuracaktır. Saldırıya misliyle karşılık verdik. Suriye ve Irak’ta terör hedeflerini imha ediyoruz. Kalleş teröristlerin inlerini başlarına yıkıyoruz.

Kiralık katil sürülerinin emellerinin ne olduğunun da gayet farkındayız. Bölücü canilerin kanlı eylemlerinin hangi amaca hizmet ettiğinin bilincindeyiz. Güvenlik toplantımızda atacağımız adımları detaylıca ele aldık. Terörsüz Türkiye hedefimizle aramıza kimse giremez. Oyunlarını başlarına yıkacağız.

Terörün gayesi sadece kan dökmek değildir, toplumda korku ortamı oluşturmaktır. Ülkemizde bazı çevreler bilerek veya bilmeyerek terörün bu hedefine ulaşmasına yardım ediyor. Sosyal medya operasyon aygıtı gibi. Hassasiyetler ülkemize gelince esirgeniyor.

Bizi asıl üzen böyle meselelerde daha çok sorumlu çok daha titiz yayın yapmasını beklediğimiz yazılı görsel medyamızdır. Son dönemde medyamız bu hadiselerde kötü bir sınav veriyor. Sorumsuz yayınları TUSAŞ’ta gördük. Bunun kabul edilebilir hiçbir yanı yok.

Terör eylemi akabinde milletimizin yanı sıra muhalefet dahil siyasi partilerimizin benimsediği müşterek duruşu takdirle karşılıyoruz.

Fuar boyunca 4,6 milyar doları ihracat sözleşmesi olmak üzere 6,2 milyar dolarlık anlaşmaların imzalanacak olması dikkate değerdir. Türkiye global savunma sanayii sektöründe güçlü bir oyuncu olma yolunda emin adımlarla yürüyor. Sadece 2024 yılı içerisinde savunma sanayi şirketlerimiz 178 farklı ülkeye ürün ihraç ederek ciddi bir rekora imza attı.

Çelik Kubbe ile ve diğer pek çok projemizle kendimizi sürekli geliştirmeye çalışıyoruz. Birilerinin Demir kubbesi olabilir bizim de Çelik Kubbe’miz var. Öte yandan TÜRKSAT 6A ve İMECE projelerinde de edindiğimiz kabiliyetleri, Ay misyonumuzun hazırlık ve gerçekleştirme süreçlerinde de kullanacağız.”

Paylaşın

CHP Lideri Özel: Öcalan, Meclis’e Gelmek Zorunda Değil

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Devlet Bahçeli’nin dile getirdiği Abdullah Öcalan’ın TBMM’den konuşmasının zorunlu olmadığına dikkat çekerek,  “Öcalan’a bulunduğu yerde imkan verilir oradan çağrısını yapar, illa Meclis’e gelmek zorunda değil” dedi.

Özel ayrıca, İstanbul’un Beşiktaş ilçesindeki “Yaşam Hakkı Mitingi” için çağrısını yineleyen Özel, “Tüm İstanbulluları bekliyoruz” dedi. Özel, “Yaşam mitingini iptal etmeyeceğiz. Zaten biz bunları yapmayalım, cesaretimizi kaybedelim istiyorlar. Teröre ve her türlü şiddete karşı yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Biz korkmayacağız, sinmeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, 23 Ekim’de saldırı düzenlenen Türk Havacılık ve Uzay Sanayini (TUSAŞ) ziyaret etti. Özgür Özel, ziyaretin ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Saldırı öncesi yapılan ‘yeni süreç’ açıklamalarına değinen Özel, 22 Ekim’deki grup toplantısında sarf ettiği ‘el yükseltiyorum, Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum’ sözlerini hatırlattı.

Sözlerinin çarptırıldığını belirten Özel, şöyle konuştu: “Teklif ettiğimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletini 86 milyon olarak sahiplenmek. Buna kim karşı çıkabilir? ‘Yok efendim Abdullah Öcalan’ın fikri’. O fikir Sayın Bahçeli’nin fikri. Biz dedik ki ‘Meclis odaklılık ve ne yapılacaksa Meclis karar verecek’. Sayın Bahçeli kendine özgü, çok tartışmalı bir şey söyledi. Ve bizim pozisyonumuz çok net. ‘Biz şehit ailelerinin ve gazilerin de yüzüne bakamayacağımız hiçbir sürecin içinde olmayız’ dedik. Biz barışı destekliyoruz, silah bırakmayı destekliyoruz.

“Bizim duruşumuz, pozisyonumuz nettir”

Ama Abdullah Öcalan‘ı buraya getirme fikrinin sahibi Sayın Bahçeli’dir. Ona sorulması lazım. Bizim öyle bir fikrimiz yok. Ama biz ‘Tüm aktörlerin sözü kıymetlidir’ diyoruz. Öcalan konuşacak diye illa o kürsüye gelmek zorunda değil. Öcalan’a bulunduğu yerden imkân verilir, o çağrısını yapar. Bu kadar basit bir meseleyi bir parti siyasi yankesicilik yapacak, Cumhuriyet Halk Partisi’ni yıpratacak diye bu algı oyunlarına kimse alet olmasın. Bizim duruşumuz, pozisyonumuz nettir.”

Özel’e Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla ilgili Erdoğan’ın sessiz kalması da soruldu. Özel bu soruya ise şu yanıtı verdi: “Sorunun muhatabı ben değilim. Uçakta gazeteci yokmuş bu soruyu sormamışlar. Ama mutlaka gazeteciler bu soruyu soracaklar ve Erdoğan’dan bir yanıt alacaksınız. Dikkatle takip ettim haberi. Altını çizmişler hiçbir gazeteci bu soruyu sormadı. Halkımızın, milletimizin bizim merakımızı giderecek olan, herkesin merakını giderecek olan ben değilim. Ben Erdoğan yerine konuşamam. O merakın giderilmesine katkı sağlayacak olanlar sizlersiniz.”

“Teröre ve her türlü şiddete karşı yaşamı savunmaya devam edeceğiz”

Özel, İstanbul’un Beşiktaş ilçesindeki “Yaşam Hakkı Mitingi” için çağrısını yineleyen Özel, “Tüm İstanbulluları bekliyoruz” dedi. Özel, “Yaşam mitingini iptal etmeyeceğiz. Zaten biz bunları yapmayalım, cesaretimizi kaybedelim istiyorlar. Teröre ve her türlü şiddete karşı yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Biz korkmayacağız, sinmeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Özgür Özel, “Elbette kişisel endişeler, yakınlarımızın güvenlik endişeleri son derece haklı ve insani endişeler. Ama terör bu endişeleri, bu korkuyu yönetmek istiyor. Terörden medet umanlar bunu yapmak istiyorlar. O yüzden çok açık bir şekilde biz korkmuyoruz, biz sinmeyeceğiz. Biz pazar günü saat 14.30’da Beşiktaş Meydan’da olacağız ve hem teröre hem her türlü şiddete meydan okumak için oradayız. Tüm İstanbulluları, İstanbul’a erişim mesafesinde olan herkesi de bu kararlılıkla mitinge bekliyoruz. O mitingi siyasi bir miting olmaktan çok korkuya karşı meydan okuma mitingi olarak görüyoruz” dedi.

CHP lideri 29 Ekim kutlamalarına ilişkin ise “Etkinliklerin iptal edilmemesi ve 29 Ekim’e sahip çıkmak da CHP’nin ruhuna uygundur. 86 milyonu, 29 Ekim günü sokaklarda, meydanlarda olmaya çağırıyorum” diye konuştu.

Paylaşın

STK’lardan Casusluk Düzenlemesi “Etki Ajanlığı” Çağrısı: Ret Oyu Verin

Kamuoyunda “etki ajanlığı” olarak bilinen “casusluk düzenlemesi”nin de yer aldığı kanun teklifi Meclis Adalet Komisyonu’ndan geçerken, STK’lar, tüm milletvekillerini yasa teklifine ret oyu vermeye çağırdı.

Muhalefet, haziran ayında geri çekilen düzenlemeye ilişkin, gazetecilerin, sivil toplum örgütlerinin, araştırmacıların kolaylıkla “etki ajanı” ilan edilip tutuklanabileceği uyarısında bulunmuştu.

Kamuoyunda “etki ajanlığı” olarak bilinen “casusluk düzenlemesi”nin de yer aldığı “Noterlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Meclis Adalet Komisyonu’ndan geçti. Tepki çeken 16. maddeye göre Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişiklikle casuslukla ilgili yeni bir suç ihdas edilecek.

TCK’nin “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” bölümüne eklenecek maddede, “Devlet güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir” denildi.

Eylem “savaş sırasında veya askeri hareketleri tehlikeye sokacak bir süreçte işlenmiş” ise bu ceza 8 yıldan 12 yıla kadar çıkartılabilecek. Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması Adalet Bakanı’nın iznine bağlı olacak.

Sivil Toplum Kuruluşları (STK), kamuoyunda “etki ajanı” olarak bilinen; aşırı geniş ve muğlak maddeleriyle sivil toplumu tehdit eden casusluk yasalarında değişiklik öngören yeni yasa teklifiyle ilgili ortak bir açıklama yayımladı.

23 Ekim’de Meclis Adalet Komisyonu’ndan geçen ve TBMM Genel Kurulu’nda oylamaya sunulacak olan yasa teklifinin yürürlüğe girmesi halinde sivil toplumun özgürce faaliyet yürütmesine yönelik önemli bir tehdit oluşacağı vurgulanan açıklamada, “Yasa teklifi, sivil toplum örgütlerinin, devlet veya devlet dışı aktörler tarafından işlenen insan hakları ihlallerini belgelemek gibi meşru faaliyetlerini suç kapsamına alma riski taşımakta ve uzun süreli hapis dahil ağır cezalar öngörmektedir” denildi.

Düzenlemenin meşru olan sivil toplum faaliyetlerini suç kapsamına aldığının vurgulandığı metinde, “Kamuoyunda ‘etki ajanı’ yasası olarak bilinen yasa teklifi, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) ‘Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk’ başlıklı yedinci bölümüne 339/A maddesiyle ‘Devletin güvenliği ve siyasal yararları aleyhine suç işleme’ başlığı altında yeni bir suç eklenmesini teklif etmektedir Yasa teklifi, sivil toplum örgütlerinin, devlet veya devlet dışı aktörler tarafından işlenen insan hakları ihlallerini belgelemek gibi meşru faaliyetlerini suç kapsamına alma riski taşımakta ve uzun süreli hapis dahil ağır cezalar öngörmektedir.

Ayrıca, bu suçların cezası, ‘savaş zamanında’ veya ‘devletin savaş hazırlığı veya askeri hareketleri’ bağlamında işlenmesi halinde ceza sekiz ila on iki yıl hapis cezası olarak öngörülmektedir. İlgili suçların ‘milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde’ verilecek ceza bir kat artırılacaktır” denildi.

“Yasa teklifinin mevcut halinin olası suistimallere karşı yeterli güvence veya etkili hukuk yolu içermemesinden ve hangi belirli fiillerin suç teşkil ettiğine ilişkin açık ve net kriterler getirmekte yetersiz kalmasından kaygı duymaktayız” denilen açıklamaya şöyle devam edildi:

“Stratejik çıkar’, ‘talimat’, ‘organizasyon’ ve ‘devletin iç veya dış siyasi yararları’ gibi kavramlar son derece geniş ve muğlaktır. Yeterince açık tanımlanmamış veya aşırı geniş kapsamlı yasalar keyfi uygulamaya veya suistimale yol açabilir ve bu nedenle devlet yetkilileri tarafından muhalif olarak görülen kişileri hedef almak veya ülkedeki insan hakları ihlallerini belgeleyen örgütler gibi sivil toplum örgütlerini kriminalize etmek için araçsallaştırılabilir. Yasa teklifi yürürlüğe girerse, sivil toplum örgütleri, gazeteciler, insan hakları savunucuları da dahil olmak üzere herkesin bilgi talep etme ve edinme hakkını da içeren ifade özgürlüğü hakkı ihlal edilme riski altına girecektir.”

Yasa teklifinin anayasaya aykırı olduğuna vurgu yapılarak, “Yasa teklifi, ceza hukukunun temel bir kavramı olan öngörülebilirlik ilkesini de içeren suçta ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiğinden, uluslararası hukuk ve standartların, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin yanı sıra Türkiye’nin Anayasası ile iç hukukuna da aykırıdır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 15. Maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. Maddesi ile güvence altına alınmıştır.

Bu ilke aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 38. Maddesi ve Türk Ceza Kanunu’nun 2. Maddesi ile de korunmaktadır. Bu ilke gereğince yasa maddeleri, ilgili kişiler tarafından anlaşılabilir ve öngörülebilir olmalıdır; yani kişiler, hangi fiillerin veya ihmallerin onlara cezai sorumluluk yükleyeceğini ve gerçekleştirilen fiil veya ihmalden ötürü hangi cezanın uygulanacağını öngörebilmelidir” ifadeleri kullanıldı.

“Yasa teklifi, yürürlüğe girmesi halinde Türkiye’de insan hakları savunucuları, gazeteciler, akademisyenler ve sivil toplum örgütleri gibi pek çok grubun meşru faaliyetleri nedeniyle hedef alınmasına ve uluslararası hukuk ve standartlar uyarınca korunan faaliyetlerinin büyük bir bölümünün kriminalize edilmesine zemin hazırlayacaktır” denilen açıklamada, “Yasa, sivil toplum üzerinde önemli insan hakları çalışmalarını durdurmaları yönünde de caydırıcı bir etki yaratacak ve potansiyel anlamda faaliyetlerini engelleyecektir. Ayrıca yasa teklifindeki suçların yargılanması Adalet Bakanı’nın iznine tabi olduğundan yasa teklifi, yürürlüğe girmesi halinde, dava açılıp açılmayacağının belirlenmesinde olası bir siyasi müdahalenin önünü açacaktır. Bakanlık onayı gerekliliği göz önüne alındığında, savcılar ve müfettişler, siyasi muhaliflere ve/veya hükümete karşı çıktığı düşünülen sivil toplum aktörlerine karşı dava açmaları yönünde teşvik edilebilecektir” ifadelerine yer verildi.

Metin şu çağrı ile sonlandırıldı: “İmzası bulunan örgütler olarak, Türkiye yetkililerine hem Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan uluslararası hukuk uyarınca, ‘ulusal güvenliğin’ muğlak veya keyfi kısıtlamalar getirmek için bahane edilemeyeceğini ve ancak yeterli güvenceler ve etkili hukuk yolu mevcut olduğunda konu edilebileceğini hatırlatmaktayız. Tüm milletvekillerini bu yasa teklifine ret oyu vermeye çağırıyoruz.”

İmzacı Kurumlar: 17 Mayıs Derneği, Ali İsmail Korkmaz Vakfı, Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği (GALADER), Başka Bir Okul Mümkün Derneği, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST), Çağdaş Gazeteciler Derneği, DİSK Basın-İş, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Göç İzleme Derneği, Haber-Sen, Hak İnisiyatifi, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İnsan Hakları Derneği Ankara Şube LGBTİ+ Komisyonu,

İnsan Hakları Gündemi Derneği, İzmir Kadın Dayanışma Derneği, Kadın Kültür Sanat Edebiyat Derneği, Kadının İnsan Hakları Derneği, Kaos GL Derneği, Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği, Lambdaistanbul LGBTİ+ Dayanışma Derneği, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Mekanda Adalet Derneği, Özgür Renkler Derneği, Özgürlük için Hukukçular Derneği, P24 Bağımsız Gazetecilik Derneği,

Rosa Kadın Derneği, Sosyal Politika Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği, Sosyal ve Ekonomik Yaşamda Nitelikli Değişim ve Gelişime Destek Derneği (SenDeGel), Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, Üniversiteli Kuir Araştırmaları ve LGBTİ+ Dayanışma Derneği, Yaşam Bellek Özgürlük Derneği, Yeşil Düşünce Derneği.

Paylaşın

DEM Parti, Devlet Bahçeli’nin Çıkışını Nasıl Yorumluyor?

DEM Parti, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve Meclis’te konuşması yönündeki çağrısını değerlendirmeye devam ediyor.

Bahçeli’nin Öcalan çağrısının birkaç önemli boyutu olduğuna dikkat çeken bir parti yöneticisi şu ifadeleri kullandı: “Öncelikle tecridi kabul etti. Bu çok önemli. Kürt sorunundaki muhataplık meselesinde kamuoyundaki tartışmalara noktayı koydu, muhatabın Öcalan olduğunu kendi durduğu yerden ifade etti. Öcalan’ın toplumsal gücü itibariyle biz de bunu söylüyoruz.

Türkiye’deki Kürt sorununun ve Ortadoğu’daki sorunların çözülmesine dair Öcalan’ın önermeleri var, bir barış aklı, bir formülü var. Aslında bizim yıllardır söylediğimiz hakikat Bahçeli’nin ifadeleriyle açığa çıktı. Ayrıca Bahçeli’nin umut hakkından bahsetmesi de çok önemli. Bunu silahların bırakılması koşulunun arkasından da söylemiş olsa bunu önemli buluyoruz. Umut hakkı insani bir haktır, hukuki haktır.”

Gazete Duvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre; DEM Parti, Bahçeli’nin açıklamaları ve sonrasında gerçekleşen İmralı ziyaretinin ardından yeni yol haritasını belirlemek için bir dizi toplantı yaptı. Kürt sorununun çözümüne dair olumlu bir sürece girildiğine dair sinyaller olduğunu değerlendiren parti yöneticileri, diyalog kanallarının açılmasının önemine vurgu yaptı. Yeni yol haritasında da daha fazla diyalog ve istişare zemini için ne yapılacağı konuşuldu.

Liderler düzeyinde görüşmeler yapılmasının sürece katkı sunabileceğine dikkat çeken DEM Parti yöneticileri, bu kapsamda adım atmayı tartışıyor. DEM Parti’nin masasında son süreci değerlendirmek üzere AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli dahil olmak üzere tüm genel başkanlardan randevu istemek var. Ancak öneri henüz karara bağlanmadı.

Yöneticiler Kürt sorununun çözümüne dair oluşan olumlu havanın sürdürülmesini sağlamak için liderler düzeyinde görüşme yapılmasının önemli olduğunu ifade ederken “Tüm açıklama ve tartışmaların olumlu bir sürece evrilmesi, süreci sabote edecek yaklaşımlardan uzak durulması için üst düzeyde diyaloglar önemli. Sadece üst düzeyde de değil siyasette her düzeyde diyalog kanalının açılması sürece katkı sunacaktır” dedi.

DEM Parti kaynakları olası lider görüşmelerinde İmralı ile görüşmelerin devamlılığının sağlanmasının önemine de vurgu yapılacağını ifade etti.

Öte yandan DEM Parti’nin yeni süreci değerlendirmek için parti örgütleriyle toplantılar yapacağı da kaydedildi. Partinin yakın dönemde 8 bölgede 81 il ve ilçe örgütünün yöneticileriyle bir araya geleceği ve sürece dair seçmeninin fikirlerini alacağı ifade edildi.

Öte yandan DEM Parti TBMM Grup yönetimi, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un 29 Ekim sebebiyle düzenleyeceği yemek davetine katılma kararı aldı. Daha önce de benzer davetlere katılım sağlandığı ancak bu kez daha geniş bir heyetle yemeğe gidileceği öğrenildi. Edinilen bilgiye göre yemeğe Meclis Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder, Meclis İdare Amiri Salihe Aydeniz, Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sezai Temelli katılacak.

Partide MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin açıklamalarına dair değerlendirmeler sürüyor. Bahçeli’nin Öcalan çağrısının birkaç önemli boyutu olduğuna dikkat çeken bir parti yöneticisi şu ifadeleri kullandı: “Öncelikle tecridi kabul etti. Bu çok önemli. Kürt sorunundaki muhataplık meselesinde kamuoyundaki tartışmalara noktayı koydu, muhatabın Öcalan olduğunu kendi durduğu yerden ifade etti.

Öcalan’ın toplumsal gücü itibariyle biz de bunu söylüyoruz. Türkiye’deki Kürt sorununun ve Ortadoğu’daki sorunların çözülmesine dair Öcalan’ın önermeleri var, bir barış aklı, bir formülü var. Aslında bizim yıllardır söylediğimiz hakikat Bahçeli’nin ifadeleriyle açığa çıktı. Ayrıca Bahçeli’nin umut hakkından bahsetmesi de çok önemli. Bunu silahların bırakılması koşulunun arkasından da söylemiş olsa bunu önemli buluyoruz. Umut hakkı insani bir haktır, hukuki haktır.”

Öcalan’ın müzakere edeceği koşulların oluşturulmasının önemine dikkat çeken parti kaynakları, “Bu tartışmaların diyalogla devam etmesi önemli bir eşik olacak. Doğru yere evriltilir, altı doldurulur, samimiyetle adım atılırsa ilerleyebileceğini düşünüyoruz” değerlendirmesini yaptı.

TUSAŞ saldırısı süreci sekteye uğratır mı?

TUSAŞ saldırısının süreci sekteye uğratmamasını umduklarını kaydeden DEM Partili bir yönetici şunları söyledi:
“Çatışma çözümünün olduğu tüm ülkelerde bu gibi olumsuz gelişmeler olur. Barış zordur. Bu zora var mıyız yoksa ilk engelde vaz mı geçeceğiz?

Vazgeçmeden bu sorunu yaratan nedenlere yoğunlaşmak ve vazgeçmemek gerekiyor. Bu işe emek vermek lazım. Barışın taraftarlarını çoğaltmak lazım. En şoke edici, infial yaratacak meselede de o çözüm aklını sahiplenmemiz lazım. O kısır döngüye hapsolmamak lazım. Yıkmak çok kolay ama pozitif olanı büyütmek ve ısrar etmek gerek. Israr etmek tek ilerletici güç.”

Paylaşın

Eğitim Ve İstihdamda Yer Almayan 2,5 Milyon Genç Nerede?

“Ne eğitimde ne işte olan gençleri” Meclis gündemine taşıyan DEVA Partisi Milletvekili Cem Avşar, “En büyük sermayemiz genç nüfusumuzdur. Asıl mesele bu potansiyelin eğitime ve istihdama ne kadar katıldığıdır” dedi.

Haber Merkezi / Cem Avşar, eğitim ve istihdamda yer almayan genç sayısının 2 buçuk milyon dolaylarında olduğunu ve toplumda oluşan negatif algının onların içe kapanık, izole yaşamasına yol açtığını belirterek, gençlerin suça sürüklendiğini dile getirdi. Cem Avşar, sorumlu Bakanlıkların ise konuyla ilgili bir çalışmasının olmadığı ifade etti.

Avşar, “Bu çocukların neredeyse tamamı bu iktidar döneminde doğdu, bu iktidarın politikalarıyla yetişti. Beyin göçü, psikososyal sorunlar, suç oranları, aile huzurunun bozulmasının nedeni nedir? Sorumlusu kimdir?” dedi ve 23 yılın muhasebesinin yapılması gerektiğini söyledi. Avşar, kamu kurum ve kuruluşları, iş dünyasını ve ilgili STK’ları iş birliğine davet etti.

Sözlerinin başında TUSAŞ’a yapılan saldırıyı kınayan Avşar şöyle konuştu: Türk “Havacılık Uzay Sanayi’nin Kahramankazan yerleşkesine gerçekleştirilen kalleş terör saldırısında şehit düşen TUSAŞ çalışanları Cengiz Coşkun, Zahide Güçlü, Hasan Hüseyin Canbaz, Atakan Şahin ve taksi şoförü Murat Arslan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır; yaralanan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun. Terör örgütü ve işbirlikçisi emperyalist güçlerin birlik, beraberlik ve kardeşliğimiz üzerinde yaptığı kirli hesapların hiçbir zaman tutmayacağını, emellerine asla ulaşmayacaklarını belirtiyor ve terörü lanetliyorum.”

Uluslararası literatürde ne eğitimde ne işte olan gençlere verilen ismin NEET (Neither İn Employment Nor İn Education Or Training) “ne işte ne de eğitimde” olan nüfus olduğunu kaydeden Avşar; “Hepinizin bildiği üzere Türkiye’nin zengin petrol kaynakları, doğalgaz kaynakları veya altın madenleri yok. Bizim en büyük sermayemiz, en büyük potansiyelimiz genç nüfusumuzdur. Geleceğimiz, emeklerimiz, gelişmemiz geçmişte olduğu gibi bugünde bu genç nüfusa ve çalışıp üretmelerine bağlıdır. Biz açık ara farkla genç nüfusu olarak Avrupa’da birinci sırada yer alıyoruz” diye konuştu.

Cem Avşar, “tahmin edileceği üzere ne eğitimde ne işte olan genç nüfusta da açık ara farkla birinciliği kimseye kaptırmadığımızı” belirtti. Avşar “Niye tahmin edeceğiniz gibi diyorum. Çünkü bu iktidar sayesinde olumsuz şeylerde yani enflasyonda, işsizlikte, gelir adaletsizliğinde birinciliği kimse kaptırmıyoruz. Gerçi, hak yememek lazım, olumlu konularda da birinciyiz ama sondan.” dedi.

Avşar, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sisteminin verilerine göre 2023 yıl sonu itibarıyla 15-24 yaş grubundaki genç nüfusun 13 milyon civarında olduğu ve  bu oranın toplam nüfusun %15 ini oluşturduğunu söyledi ve asıl meselenin bu enerjinin ve bu potansiyeli ne kadarının değerlendirildiği, eğitime ve istihdama katıldığının olduğunu ifade etti.

Cem Avşar, “OECD’nin ‘Bir Bakışta Eğitim’ raporuna göre ülkemizde 18-24 yaş arasındaki gençlerin yüzde 31,1’i ne bir okulda eğitim alıyor ne de bir işte çalışıyor. Bu oran, OECD ülkeleri ortalamasında yüzde 13,7 olarak kayıtlara geçerken Almanya’da yüzde 9, İngiltere ve ABD’de yüzde 14’tür. Ülkemizde 18-24 yaş aralığında ne eğitimde ne istihdamda olan kadınların oranı ise yüzde 41,4’tür. Bu oran OECD ortalamasında ise yüzde 14,4’tür” diye konuştu.

‘Bu gençlerin yüzde 86,3’ü ‘bir tanıdığı olmadan Türkiye’de iş bulmanın zor olduğunu’ düşünüyor.’
Avşar, sahip oldukları enerji, düşünce ve fikir açısından tam üretim çağında olan bu kitlenin, şu anda pasif ve tüketici konumunda olduğunu belirtti.

Avşar, “İstanbul İstatistik Ofisi’nin NEET gençlere yönelik gelecek kaygısını ve yaşam algısını konu edinen 2021 tarihli araştırmasına göre, bu gençlerin %86,3’ü ‘bir tanıdığı olmadan Türkiye’de iş bulmanın zor olduğunu’ düşünüyor, %52,9’u ise ‘Türkiye’de iyi eğitim alanların iyi yaşam sürdüğü’ fikrine katılmıyor ve bu şekilde düşünenlerin oranı ilkokul mezunu olan gençlerde %76,5’e ulaşıyor. Bu durum aynı zamanda geçmiş yıllarda oldukça kabul görülen bir algı olan ‘okul okuyarak başarılı olma’ kabulünün ne kadar sarsıldığını da gösteriyor.

Yine araştırmalarda bu gençlerin %75 i yurt dışında daha iyi imkanlar bulacağına inanıyor. Burada genellikle ‘daha iyi iş’ olarak görülenin, kalifiye olunması gereken işlerden ziyade zaman-iş-gelir ekseni arasında insanlara daha yaşanabilir hayatlar sunan ülkelerin sağladığı iş imkânları olduğunun altını çizmek önemli. Şoförlük, kuryelik, garsonluk, çocuk bakıcılığı vb. gibi meslekleri kapsayan hizmet sektörü burada özellikle ön plana çıkmaktadır” İfadelerini kullandı.

‘Gerek aile içinde gerekse toplumda oluşan negatif algı gençleri içe kapanık ve toplumda izole yaşamasına yol açıyor.’
Gerek aile içinde gerekse toplumda oluşan negatif algı gençlerin içe kapanık ve toplumda izole yaşamasına yol açtığını ifade eden Cem Avşar, “üretmesi ve kazanması gerektiğini kendisi de farkında olan gençler, bu imkânı bulamayınca çeşitli yasal olmayan yolara ve arayışlara girdiğini görmekteyiz.” dedi.

Cem Avşar, bu durumun kısa yoldan para kazanma ve ihtiyaçlarını karşılama dürtüsüyle uyuşturucu kullanımı ve madde bağımlılığına, sanal bahis ve şans oyunlarına, hırsızlık ve şiddete kadar götürdüğünü dile getirdi. “Bu yola tevessül eden gençlerde yaygın olarak ruhsal sorunlar, antidepresan kullanımı, saldırganlık, şiddete meyil ve aile ile çatışma hali görülmektedir. “, diyen Cem Avşar, “Nitekim özellikle son zamanlarda yaşanılan feci olaylar bu kategorideki gençler tarafından ve bu durumun bir sonucu olarak ortaya çıkıyor” ifadelerine yer verdi.

‘Bugüne kadar dünyada neler in yapıldığına değinen Avşar, “Ne yapılmış, Japonya bu sorunu 2006’larda konuşuyormuş, 15 yıl önce çözmüşler. Bizdeyse 2020, 2021,2022 tarihlerinde bu konu istatistiklere işlenmiştir. İŞKUR ve AB ile ortak ‘neet pro’ diye bir programı yapılmış ancak sonrasında bu konu rafa kaldırılmıştır” dedi.

Cem Avşar, bugüne geldiğimizde bu gençlerden sorumlu olarak başta Gençlik ve Spor Bakanı, Çalışma Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı’nın somut bir projelerinin olmadığını söyledi. Avşar, “Bakanlıkların gündeminde yok ama İTO Yönetim Kurulu Başkanı Şekib AVDAGİÇ’in 1-1 buçuk milyonunun çok hızlı şekilde iş hayatına kazandırılması gerektiğinin ifade etmiştir. Bu çağrıyı kıymetli buluyorum” dedi.

“Bu çocukların neredeyse tamamı bu iktidar döneminde doğdu”

“Bu çocukların neredeyse tamamı bu iktidarın işbaşında olduğu dönemde doğdu” diyen Cem Avşar, “İktidarın eğitim politikaları, programları, istihdam planları, ekonomik istikrarıgibi etkenlerin hepsi bu nesil üzerinde etkili olmuştur. Onların iktidarıyla büyüdü bu çocuklar, onların kurdukları sistemden geçtiler” ifadelerini kullandı.

Avşar, “Sayıların bu kadar fazla olması, beyin göçü, psikolojilerinin bozulması, ailelerin huzurunun kaçması, çocukların suça karışma oranın bu kadar yüksek olması gibi konularda kim suçlu o zaman? Hayır bizim suçumuz değil diyorlarsa 23 yılda ne yaptılar veya yapamadılar da bu sorun bir beka sorunu halini aldı?” sorularını yöneltti.

‘Gençler; yandaş gençlik, öteki gençlik, beriki gençlik, senin gençliğin, benim gençliğim diye hep ikiye ayrıldı.’
Cem Avşar, her kesimi kutuplara ayırdıkları gibi gençleri de ‘yandaş gençlik, öteki gençlik, beriki gençlik, senin gençliğin, benim gençliğim’ diye ayırdıklarını, devlet imkanlarından bir kesim dibine kadar faydalanırken, bir kesimin yanından bile geçemediğini, dışlandığını, aidiyet hissi oluşmadığını ve farklı arayışlara girdiğini” belirtti ve iktidar hırsıyla bu çocukların umutları ve hayallerinin çalındığını dile getirdi.

Cem Avşar, sizin huzurunda ilk kez adını koyduğumuz ve bir neslin kaybolması tehlikesini taşıyan bu gençlik; KAYIP GENÇLİK diye tarihe geçeceğini ifade etti.

Avşar, “2,5 milyon genç! Eğitimde mi? Hayır. İşte mi? Hayır. Peki nerede? Beka sorunu olarak tam kucağımızda. Hoş iktidarla bizim beka sorunlarına bakış açılarımızda farklı gerçi” dedi. Ne eğitimde ne işte olan bu gençleri yetenekleri doğrultusunda geliştirmek, toplumun hizmetine hazırlamak, çağdaşları gibi insan onuruna yakışır bir hayat sürdürmelerini sağlamakla görevli bakanlara şöyle sorular yöneltti:

“Bu gençlerin ne kadarı nitelikli eğitim alıyor? Ne kadarı eğitimi çeşitli sebeplerle yarıda bırakmak zorunda kalıyor?

Söz konusu gençlerden eğitimi terk edenlerin eğitimine devam etmesini sağlamak için bir çalışmanız var mı?

Ne kadarı nitelikli eğitim aldığı halde istidam edilmiyor veya eğitim aldığı alanda çalışmıyor? Ne kadarı yurt dışına çıkıyor?

Kaçı hayata tutunamayıp uyuşturucu, sanal bahis, madde bağımlısı ve şiddetin pençesine düşmüştür? Kaçının ruh sağlığı bozuk? Kaçı cinayete karıştı?

Bu çocukların psikososyal durumları ve ruh sağlıklarına ilişkin bir çalışma yaptınız mı?”

Avşar, dünyadaki çözümleri öneri olarak sundu: “Eğitim Programları: Mesleki eğitim ve staj programları ile gençlere iş piyasasının ihtiyaç duyduğu beceriler kazandırılıyor.

Teşvikler: İşverenlere, gençleri işe almaları için vergi indirimleri veya sübvansiyonlar gibi teşvikler sunuluyor.

Kariyer Danışmanlığı: Gençlere kariyer planlaması ve iş arama konusunda rehberlik sağlanıyor.

Eğitim ve İş Arasındaki Geçişleri Kolaylaştırma: Okullardan iş hayatına geçişi kolaylaştırmak için staj ve çıraklık programları düzenleniyor.

Sosyal Hizmetler ve Destek: Risk altındaki gençlere sosyal hizmetler ve mali destek sağlanarak, eğitim veya işe yönelmeleri teşvik ediliyor.”

“Bu sorunu çözerken gençlerin psikolojisini ve çağın şartlarınızda iyi okumak lazım.” diyen Avşar; “Gençlerin büyük bir bölümü sabah 9 akşam 5 tarzı bir işte çalışmak istemiyor. Ama sisteme girmesi lazım ne yapacağız, ona alternatifler yaratmalıyız. Mesela dünyada görüyoruz ki; taksi alternatifi özel şirketler hem esnek çalışma saatleri hem de geliri dolayısıyla gençler tarafından çokça tercih ediliyor. Biz ise bu tarz devlete maliyetsiz istihdam fırsatları ne yazık ki kapıdan geri gönderiyoruz” ifadelerine yer verdi.

Avşar, “Bu çerçevede hem iş dünyasının nitelikli personel ihtiyacını karşılamak hem de bu toplumsal sorunlara çözüm bulmak ve genç istihdamını sağlamak üzere kamu kurum ve kuruluşları, iş dünyası ve ilgili STK’ların iş birliği şarttır.

Bu yüce Meclis’ten, 2,5 milyon gencimizin KAYIP GENÇLİK olarak tarihe geçmemesi için iktidarı, sivil toplumu, iş dünyasını sorumluluğa davet ediyorum. Gelin yeni iş birliği modelleri, ortak hareket planları, fikir platformları oluşturulmalı bir yerden başlanmalıdır” önerisinde bulundu. Avşar, konuyu gündemde tutacaklarını sözlerine ekledi.

Paylaşın

PKK, Abdullah Öcalan’ın Çağrısıyla Silah Bırakır Mı?

PKK yöneticilerinin son yıllarda Abdulah Öcalan’ın açıklamalarına doğrudan karşı çıkmadan onu tevil ederek karşı pozisyon oluşturduğuna dikkat çeken Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun, “Kimi zaman (Öcalan’ı) boşa düşürdükleri görüntüsü verdiler ancak örgüt kadroları ve militanları için en güçlü motivasyon halen Öcalan. Öcalan’ın militanlar üzerindeki etkisi yadsınamaz” yorumu yapıyor.

Öcalan’ın 1999’da yaptığı geri çekilme çağrısına o dönem bütün güçlerin uyduğunu hatırlatan Girasun, 2013-2015”teki çözüm sürecine dair ise şunları kaydediyor: “Öcalan’ın 2013’teki çağrısına önce bir olumlu cevap alındı. Ancak devamında Türkiye’de yaşanan olaylar hem AKP-Gülen Cemaati çatışması, hem o dönem başlayan Gezi olayları, sonrasındaki Kobani meselesi, Rojava denklemi Öcalan’ın örgütüne yönelik çağrısının etkisini azaltmıştı.”

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Partili milletvekilleri ile TBMM’de el sıkışması ve ardından cezaevindeki PKK lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı çağrının tartışılmaya başlandığı günlerde TUSAŞ’a düzenlenen terör saldırısı PKK’nın silah bırakmaya istekli olup olmadığı sorusunu da beraberinde getirdi.

Bahçeli’nin TBMM’deki grup toplantısında yaptığı “Terörist başı işin içinde olmazsa bir şey olmaz diyenlere de sesleniyorum. Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayeti gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılmasının önü de ardına kadar açılsın” açıklaması Kürt sorununun çözümü için yeni bir sürecin başlayacağı beklentilerine yol açmıştı.

DEM Parti’den ve Edirne Cezaevindeki HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’tan da gelen ılımlı açıklamalar bu beklentileri yükseltti. Ancak TUSAŞ’a yapılan ve İçişleri Bakanlığı tarafından PKK militanlarınca gerçekleştirildiği belirtilen saldırı henüz netliğe kavuşmamış bu sürece ilişkin soru işaretlerini artırdı.

TUSAŞ saldırısının olduğu 23 Ekim’de bu süreç için önemli bir başka gelişme Öcalan için uygulanan tecridin kaldırılması ve 43 ayın ardından aile görüşmesine izin verilmesi oldu.

İmralı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Abdullah Öcalan, yeğeni ve Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (Dem Parti) Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan ile görüştü. Ömer Öcalan 24 Ekim’de sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Abdullah Öcalan’ın “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” dediğini aktardı.

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı tarafından Öcalan ile yapılan görüşmeye dair yapılan açıklamada Kürt halkının bütün yapıları ve bileşenleriyle Öcalan’ın geliştireceği süreci esas alacağı belirtilerek “Önder Apo hareketimizin ve halkımızın iradesi ve Kürt sorununun demokratik çözümünün muhatabı ve müzakerecisidir. Bu konuda herhangi bir farklı yaklaşım ve duruş söz konusu değildir. Hareketimiz bütün bileşenleriyle Önder Apo’nun geliştireceği sürece göre hareket edecektir” denildi.

Peki 1999’dan beri tutuklu bulunan Abdullah Öcalan örgüt üstünde hâlâ güçlü mü? Öcalan’ın çağrı yapması durumunda PKK’nın silahları bırakıp bırakır mı? Öcalan, örgütün yönetici elitleri tarafından ne kadar dinlenir?

DW Türkçe’den Gülsen Solaker‘e konuşan Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun, PKK yöneticilerinin son yıllarda Abdulah Öcalan’ın açıklamalarına doğrudan karşı çıkmadan onu tevil ederek karşı pozisyon oluşturduğuna dikkat çekip “Kimi zaman (Öcalan’ı) boşa düşürdükleri görüntüsü verdiler ancak örgüt kadroları ve militanları için en güçlü motivasyon halen Öcalan. Öcalan’ın militanlar üzerindeki etkisi yadsınamaz” yorumu yapıyor.

Öcalan’ın 1999’da yaptığı geri çekilme çağrısına o dönem bütün güçlerin uyduğunu hatırlatan Girasun, 2013-2015”teki çözüm sürecine dair ise şunları kaydediyor: “Öcalan’ın 2013’teki çağrısına önce bir olumlu cevap alındı. Ancak devamında Türkiye’de yaşanan olaylar hem AKP-Gülen Cemaati çatışması, hem o dönem başlayan Gezi olayları, sonrasındaki Kobani meselesi, Rojava denklemi Öcalan’ın örgütüne yönelik çağrısının etkisini azaltmıştı.”

Diyarbakır’da 21 Mart 2013’te düzenlenen Nevruz kutlamalarında Abdullah Öcalan’ın mektubu okunmuştu. Öcalan mektubunda silahları susturma çağrısı yaparak “silahlı unsurların sınır ötesine çekilmesi aşamasının geldiğini” belirtmişti.

Bu gelişmenin ardından PKK’lı Murat Karayılan 25 Nisan 2013’te Kandil’de kalabalık bir gazeteci topluluğunun katıldığı basın toplantısıyla örgütün 8 Mayıs’ta geri çekilmeye başlayacağını duyurdu. Ancak yaz aylarına gelindiğinde bu çekilmenin Türk yetkililerin istediği boyutta olmadığı basına yansımaya başladı.

Erdoğan, 26 Haziran 2013’te Akil İnsanlar Heyeti üyeleri ile Dolmabahçe’deki başbakanlık yerleşkesinde görüşmesinde örgütün sadece yüzde 15’inin çekildiğini söyledi. Bölgesel dinamiklerin, Suriye’deki gelişmelerin ve Gezi olaylarının etkisiyle de büyüyen gerilimle PKK 9 Eylül 2013’te ise geri çekilmeyi durdurduğunu açıkladı.

PKK’da Abdullah Öcalan’a karşı direnç gelişir mi?

Girasun’a göre bugün itibariyle kamuoyuna yansıyan bazı ifadelerden görünen örgütte Öcalan’a karşı yeni bir direnç gelişebileceği yönünde. PKK’nın Öcalan’a çağrısına karşılık vermeyebileceği düşünenler, sosyal medyada KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’ın 2015’teki bir röportajındaki sözlerini paylaşıyor.

Bayık bu röportajında İmralı’daki Öcalan için “Önder Apo orada çarmıhta gerilmiş durumdadır. Sürekli kameralarla izleniyor, sürekli baskı altında, ellerinde rehinedir” diyerek şöyle devam ediyor: “Pratiği yürüten biziz. Pratikten biz sorumluyuz. Apo sorumlu değil. Apo oradan ne hareketi ne de pratiği yürütebilir. Bu konularda bir karar da veremez. Silahlı güçlerin yurt dışına çekilmesi kararını ancak biz veririz. Ne HDP ne de Apo verebilir. Böyle bir çağrı olursa bunun kararını biz veririz.”

Ancak PKK yöneticilerinin zaman zaman ters düştüğü Öcalan’ın alt kadrolar ve militanlar üstündeki etkisinin daha güçlü olabileceği yorumları da yapılıyor. Girasun, TUSAŞ’a yapılan saldırının örgütün Öcalan’a karşı oluşturduğu direncin bir parçası olabileceğini söylerken şunları kaydediyor:

“Öcalan’ın kadrolar üzerindeki etkisini unutmamak lazım. Örgütün militanları ve kadroları için Öcalan büyük bir savaş motivasyonu. O yüzden kurucu kadroda bir direnç gelişse dahi Öcalan’ı dinleyecek militanları ve kadroları düşündüğümüz zaman yönetici elitinin de eli oldukça zayıf olur.”

Öcalan’ın 2019’daki yerel seçiminin hemen öncesinde yaptığı “sandıkta tarafsız kalınması” çağrısı HDP, Kandil ve Kürt seçmenlerde karşılık bulmamıştı. Girasun, şu andaki durumun daha farklı olduğunu ve Demirtaş’ın yaptığı “Öcalan bir inisiyatif alırsa tüm gücümüzle arkasında olacağız; barış sesinin bu defa bastırılmasına izin vermeyeceğiz” açıklamasına işaret ederek şöyle konuşuyor:

“Demirtaş toplumsal liderliğini ve gücünü Öcalan’ın silahsızlanma çağrısıyla beraber devreye sokabileceğini ilan ediyor. Öcalan, Kürt toplumu için tarihsel bir lider. Demirtaş ise güçlü bir toplumsal lider. Tarihsel liderle sosyolojik liderin yan yana geldiği durumda çağrının hem örgüt militanları üzerindeki etkisinin kuvveti artar hem de geniş toplumsal kesimlerde bunun kabulü kolaylaşabilir.”

Bu arada TUSAŞ’a yönelik saldırı öncesinde Bahçeli’nin Öcalan’a çağrısını değerlendiren PKK yöneticilerinden Murat Karayılan, örgütün Türkiye’de zayıflamadığını savunarak “Kimse yanlış hesap yapmamalı, (yanlış hesap yapanlar) yarın ne kadar büyük yanıldıklarını görecektir” ifadelerini kullandı. Karayılan ayrıca “Eğer Türkiye’nin çıkarını düşünen, gerçek yurtseverliğin ağır bastığı bir durum gelişiyorsa ve bu temelde bazı yeni adımları atacaklarsa Kürt tarafı buna yok demez ama asla yaş tahtaya da basmaz” diye konuştu.

Öcalan’ın olası bir çağrısı durumunda PKK’nın bir bölünmeye gidip gitmeyeceği ve Suriye’de ABD’nin desteğiyle giderek güçlenen PYD/YPG güçlerinin durumu da akıllardaki bir başka soru işareti.

Ankara, PKK’nın Suriye kolu olarak nitelendirdiği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısı altındaki YPG-PYD’nin Kuzey Suriye’de oluşturduğu otonom bölgenin ABD’nin de katkısıyla devletleşmeye gittiğini düşünerek uzun bir süredir bunu engellemeye çalışıyor. Bu kapsamda “Suriye’den gelen tehditleri önlemek” için Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı Harekatı’nı başlatmış, ardından Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Barış Kalkanı operasyonlarını gerçekleştirmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında son düzenlenen güvenlik toplantısının ardından yapılan açıklamada da “terörle mücadelenin ve terörsüz bir Türkiye için cansiparane çalışmaların süreceği, sınır ötesinde bir ‘teröristan’ kurulmasına asla müsaade edilmeyeceği” vurgulandı.

Girasun, örgütün silahsızlanmasıyla PYD’nin ve Rojava’nın durumlarının farklı meseleler olduğunu ifade ederek şu anda bahsi geçen sürecin daha çok “örgütün Türkiye’ye ve Türkiye’nin menfaatlerine karşı silah kullanmayı bırakması” olduğunu belirtiyor. Girasun, “Yani örgütle ilişkili bütün silahlı unsurların silah bırakacağı ve bugüne kadar bu yapıların elde ettiği bütün kazanımlarını bir çırpıda geriye bırakacakları anlamına gelmez” diyor.

Örgütte geçmişte de yaşandığı gibi bir bölünmenin de gündeme gelebileceği ancak silah bırakmayan ekibin muhtemelen marjinalleşeceği öngörüsünde bulunan Girasun, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu tür çözüm süreçleri içinde bölünmeler, ayrılıklar vb elbette yaşanır. Çatışmaların çözüme kavuşturulduğu IRA, FARC gibi yakın örnekler de bunu bize gösteriyor. Ama mutlak yaşanır ya da yaşanacaktır demek değildir bu.”

Girasun, Kürt toplumunun çok net bir şekilde sorunların barışçıl yollarla, silah dışı yöntemlerle çözüm arayışını desteklediğini de belirtiyor. DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “yepyeni bir dönemin” ve “toplumsal barış, iç cephenin güçlendirilmesi ve ulusal birliğin tahkimi” için başlangıç noktasında olunduğunu söyledi. Çandar, Öcalan’ın “ben varım” dediğini söylerken şunları kaydetti:

“Şimdi iş sözü edilen koşulların oluşturulmasında. Bu, kolay bir iş değil; sabır, dikkat, titizlik, esneklik, özveri ve en önemlisi irade gerektiriyor. Dünkü terör saldırısı iç barışı, toplumsal barışı, iç cepheyi güçlendirmenin çok da kolay olmadığını, durumun birçok toplumsal provokasyona açık olduğunu gösterdi.”

Paylaşın

Ali Babacan, A Takımını Yeniledi: Gölge Bakanlar

Geçtiğimiz hafta sonu yapılan olağan büyük kongrede yeniden Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı seçilen Ali Babacan, partisini birlikte yöneteceği A Takımını belirledi.

DEVA Partisi’nde yeni oluşturulan genel başkanvekilliği görevine eski Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı getirildi. Anayasa Mahkemesi (AYM) eski üyesi Celal Mümtaz Akıncı hukuk işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısı oldu. Teşkilat İşleri Başkanlığı’nı Konya İl Başkanı Seyit Karaca üstlendi.

Meclis çalışmaları nedeniyle parti yönetiminde çok fazla yer almayan milletvekillerine “gölge bakan” görevi verildi. Yeni yönetimde 3 il başkanı yer aldı. DEVA Partisi’nin yeni yönetimi şöyle oldu:

Genel Başkanvekili İbrahim Çanakçı,
Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Seyit Karaca,
Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yakup Engin,
Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Celal Mümtaz Akıncı, Genel Sekreter Yusuf Türkmen,
İdari ve Mali İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Merdanoğlu,
Sivil Toplum ve İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Kerem Altun,

Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Erdoğan,
Kadın Çalışmalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Zeynep Sudan,
Gençlik Çalışmalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Sait Başaran,
Tanıtım ve Medya İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Büşra Sakınmaz,
Parti İçi Eğitimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Burçin Yereli.

DEVA Partisi de CHP gibi iktidarın uygulamalarını takip etmek için milletvekillerinden “gölge bakanlar” belirledi. Buna göre, “gölge bakanlar” şu isimlerden oluştu:

İdris Şahin, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı
Elif Esen, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı
Selma Aliye Kavaf, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Mustafa Yeneroğlu, Dışişleri Bakanlığı
Sadullah Kısacık, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı

Ertuğrul Kaya, Gençlik ve Spor Bakanlığı
Burak Dalgın, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
Evrim Rızvanoğlu, İklim Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Medeni Yılmaz, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Seda Kaya Ösen, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığı

Mehmet Emin Ekmen, Milli Eğitim Bakanlığı
Sadullah Ergin, Milli Savunma Bakanlığı
İrfan Karatutlu, Sağlık Bakanlığı
Hasan Karal, Tarım ve Orman Bakanlığı
Cem Avşar, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile İklim Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

“Yeni bir yola ihtiyaç var”

Ali Babacan, kongre sonrası yaptığı açıklamada Türk siyasetinin 2 kutup arasına sıkıştırılmaya çalışıldığını belirtip şöyle konuşmuştu: “Bunlar siyaseti 2 kutuplu hale getirip Türkiye’de siyaset yapma zeminini yok etmek istiyorlar. Türkiye’yi siyaset siyasetsizleştirmek istiyorlar. Siyaseti iki kutba ayırıp milletimizi birbirine kırdırmak istiyorlar, birbirine düşürmek istiyorlar.

Çünkü ancak bu şekilde destek bulabiliyorlar. Bunlar siyaset zeminini yok edip çok sesliliğin, çoğulculuğun önünü kapatmak, Türkiye’nin renkliliğini siyah ve beyaz olarak iki alana hapsetmek istiyorlar. Bu model kavga üretir, çatışma üretir, çoğulculuğu yok eder ve Türkiye’yi geriye götürür. Bu model ülkeyi kırılmalara götürür. Bu model ülkeyi umutsuzluğa götürür.

Bütün araştırmalarda şu anda başta gençlerimiz olmak üzere vatandaşlarımız ‘Gönlüme göre bir siyasi parti bulamıyorum. Beni temsil edecek insanlar bulmakta güçlük çekiyorum’ diyorsa bu iki kutba hapsedilmiş siyasetin sonucu işte biz tam da bu sebeple diyoruz ki milletimizi iki tercihten birine zorlayan bu dayatmaya itirazımız var. Demokrasimize nefes aldıracak, milletimizin gönül rahatlığıyla destek vereceği güvenli yeni bir yola ihtiyaç var”

Paylaşın

Suriye İle Normalleşme: Erdoğan’dan Putin’e Esad Çağrısı

BRICS Zirvesi dönüşü uçakta gazetecilere değerlendirmelerde bulunan Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşme konusuyla ilgili açıklama yaptı. Erdoğan “Suriye yönetiminin Türkiye ile samimi ve gerçekçi bir normalleşmenin kendilerine sağlayacağı faydaları anlayarak adımlarını ona göre atması temel beklentimizdir.  Umarım önümüzdeki dönemde bu konuda yapıcı bir adım görür ve Türkiye-Suriye normalleşmesini inşa ederiz” dedi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Türkiye’nin durduğu noktayı ve beklentilerini konuştuğunu söyleyen Erdoğan, “Sayın Putin’e, Beşar Esad’ın bizim çağrımıza vereceği cevabın temini noktasında bir adım atması çağrımız oldu. Sayın Putin, Esad’a bu adımı atması için herhangi bir çağrıda bulunur mu? Onu da zamana bırakıyoruz” diye konuştu.

Erdoğan, TUSAŞ’ın Kahramankazan’daki yerleşkesine yapılan ve 5 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıya ilişkin “Bu terör saldırısının Suriye’den bir sızma hareketi şeklinde gelişmiş olduğunu özellikle öğrenmiş bulunuyoruz. Buna yönelik de tüm gece boyunca 40 ayrı noktaya operasyonlar yapıldı. Bu operasyonlarla da teröristlere çok çok ağır bedeller ödetildiği de ortada” dedi.

Erdoğan “Terörle mücadeleden kesinlikle taviz vermemiz mümkün değil. Bu, kararlılıkla devam edecek ve terörü kaynağında yok etme politikamızı yine aynen sürdüreceğiz. Bundan da taviz söz konusu değil. Teröre sebep olan siyasi ve toplumsal nedenlerden finansal kaynaklara, dış desteklere kadar geniş bir yelpazede mücadele stratejisi belirledik. Bu stratejiyi çok boyutlu ve daha kapsamlı bir şekilde devam ettireceğiz” diye konuştu.

“Terör örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD/YPG özellikle terk edilmeye, yalnız bırakılmaya mahkumdur. Amerika bu terör örgütünü bir süre kucağında taşır, ama o süre dolunca da bunları kendi başına bırakmak zorunda. Suriye’deki istikrarsızlıktan faydalanan terör örgütünün, bazı Batılı ülkelerin himayelerine girmek için gösterdikleri gayret boşunadır. Bu ilanihaye devam etmez” diyen Erdoğan, “Suriye’den veya farklı yerlerden bize herhangi bir sızma hareketi olabileceğini her an düşünmek durumundayız. Onun için de bütün güvenliğimizi ona göre almak durumundayız” ifadelerini kullandı.

Tataristan Kazan kentinde düzenlenen 16. BRICS Zirvesi’ne katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dönüş uçağında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Erdoğan’ın gündeme yönelik açıklamaları ve sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

“Öncelikle dün TUSAŞ’ın Kahramankazan’daki yerleşkesine yapılan hain terör saldırısında şehit olan 5 kardeşimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Türkiye’nin huzuru, güvenliği, savunması için çalışan TUSAŞ ailesine ve aziz milletimize “geçmiş olsun” diyorum. Alçak saldırıyı gerçekleştiren, biri kadın 2 terörist ölü olarak ele geçirilmiştir. Dün geceden itibaren saldırının cevabı kat kat fazlasıyla verilmeye başlanmıştır. Saldırıya yönelik adli soruşturmanın yanı sıra, istihbarat ve güvenlik birimlerimiz de kapsamlı çalışma yürütmektedir.

Terörle mücadelemizi uhdemizde bulunan tüm imkanları kullanarak, çok boyutlu bir şekilde sürdürüyoruz, sürdüreceğiz. Terörün karanlık ve kanlı gölgesinin ülkemizin üzerinden tamamen çekildiği, aydınlık, huzurlu, güvenli bir Türkiye’yi inşa etme hedefimize mutlaka ulaşacağız. Savunma sanayiimiz inşallah bunun amiral gemisi olacaktır. Hainlere inat daha fazla çalışacağız, daha fazla üreteceğiz. Büyüyen, güçlenen, haksızlık ve hukuksuzluklara cesaretle itiraz eden Türkiye’den rahatsızlık duyanları, başarılarımızla daha fazla rahatsız edeceğiz.

Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Sayın Vladimir Putin’in davetine icabetle BRICS Zirvesi’ne katılmak üzere gerçekleştirdiğimiz Kazan ziyaretimizi tamamladık. Bu sabah yapılan genişletilmiş liderler oturumunda Ortadoğu’daki İsrail saldırganlığı başta olmak üzere, küresel, siyasi ve iktisadi meselelere dair tutumumuzu anlattım. Ayrıca ev sahibi Sayın Putin başta olmak üzere, zirveye katılan liderlerle ikili görüşmeler yapma fırsatım oldu.

Bu çerçevede Venezuela Devlet Başkanı Sayın Maduro, Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Mirziyoyev, Vietnam Başbakanı Sayın Pham Minh Chinh, Kongo Cumhurbaşkanı Sayın Sassou Nguesso ile bir araya geldik. Diğer liderlerle de ayrıca birebir görüşmelerim oldu. Bu temaslarımda İsrail’in bir an önce durdurulması için Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, farklı platformlarda yürüttüğümüz çabalara destek istedim. Karşılıklı saygı ve kazan-kazan formülüyle BRICS’le ilişkilerimizi geliştirme noktasında neler yapılabileceğini ele aldık.

Önemli kısmı bizim gibi G20 üyesi olan BRICS ülkeleri dünya yüzölçümünün yaklaşık yüzde 30’unu, nüfusunun yüzde 45’ini kapsıyor. Küresel petrol üretiminin yüzde 40’ı, mal ihracatının yüzde 25’i, ticaretin 5’te 2’si de yine BRICS ülkeleri tarafından gerçekleştiriliyor. Sadece bu veriler bile BRICS platformunun ekonomik açıdan önemini göstermektedir. Türkiye de kendi menfaatleri ekseninde BRICS ile iş birliğini önümüzdeki dönemde de ilerletme arzusundadır. Bu düşüncelerle ziyaretimizin ve temaslarımızın hayırlara vesile olmasını diliyor, şimdi de sizleri dinlemek istiyorum.”

TUSAŞ’a yönelik hain saldırı ile ilgili son bilgileri merak ediyoruz. Zamanlaması açısından bakıldığında ne dersiniz? İlk açıklama ve bilgilere göre saldırı terör örgütü PKK tarafından yapılmış görünüyor. Dolayısıyla TUSAŞ’ın seçilme amacı sizce nedir? BRICS toplantısı ve üyelik başvurusu nedeniyle dış bağlantılı olma ihtimali konusunda bir istihbarat var mı? İsrail’ in bu saldırının arkasında olduğuna ilişkin iddialar da gündeme geldi, bir bulgu var mı?

Bu terör saldırısında TUSAŞ gibi güzide bir kuruluşumuzun seçilmiş olması manidardır. Teröristler sadece bir kuruluşu değil, Türkiye’nin huzur ve güvenliğini hedef almışlardır. Kahramanlarımız canları pahasına TUSAŞ’ımızı, yani Türkiye’nin aydınlık geleceğini savunmuşlardır. Maalesef hain saldırıda şehitler verdik, 5 şehidimiz, bunun yanında çok sayıda yaralımız bulunuyor. Başımız sağ olsun. Yaralılarımıza Allah’tan acil şifalar diliyorum. Hem bu gözünü kan bürümüş canilerle mücadele edeceğiz, bu konuda durmak yok, hem ülkemizi müreffeh geleceğe taşıma azmimizden asla taviz vermeden yolumuza devam edeceğiz. Nitekim Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanımız İbrahim Kalın dün akşam bu saldırının sonrasında hemen Ankara’ya döndü ve bütün gelişmeleri yerinde bizzat takip etti.

Bizler de Tataristan’dan bu gelişmeleri takibe devam ettik. İstanbul’da bulunan Milli Savunma Bakanımız Yaşar Güler, hemen İstanbul’dan Ankara’ya geçti. Ankara’daki Cumhurbaşkanı Yardımcım Cevdet Yılmaz, İçişleri Bakanımız Ali Yerlikaya anında hadiseye müdahil oldular. Bütün güvenlik güçlerimiz anında teröristlere müdahale ederek, çok kısa zamanda saldırıyı gerçekleştiren kadın teröristi etkisiz hale getirdiler. Terörist kendi kendini bildiğiniz gibi öldürmüş oldu. Bu terör saldırısının Suriye’den bir sızma hareketi şeklinde gelişmiş olduğunu özellikle öğrenmiş bulunuyoruz. Buna yönelik de tüm gece boyunca 40 ayrı noktaya operasyonlar yapıldı. Bu operasyonlarla da teröristlere çok çok ağır bedeller ödetildiği de ortada.

Türkiye, terörle mücadelesinde büyük mesafe aldı. Bundan sonra terörle mücadele nasıl devam edecek? “Terörsüz bir Türkiye inşa edelim” demiştiniz, bu nasıl olacak?

Terörle mücadeleden kesinlikle taviz vermemiz mümkün değil. Bu, kararlılıkla devam edecek ve terörü kaynağında yok etme politikamızı yine aynen sürdüreceğiz. Bundan da taviz söz konusu değil. Teröre sebep olan siyasi ve toplumsal nedenlerden finansal kaynaklara, dış desteklere kadar geniş bir yelpazede mücadele stratejisi belirledik. Bu stratejiyi çok boyutlu ve daha kapsamlı bir şekilde devam ettireceğiz. Şunun bilinmesini isterim, teröristler kukladır, bunlar taşerondur. Bizim hedefimiz terörsüz bir Türkiye’dir. Bundan taviz vermeyeceğiz, veremeyiz. Hedefimiz tam bağımsız, bir, bütün ve müreffeh Türkiye’dir.

Kesinlikle şu andaki hükümetimizin “laf ola beri gele” şeklinde bir anlayışı söz konusu değildir. Biz terörü tamamen kaynağında kurutmak üzere çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bunun kaynağı Suriye mi, Suriye… O zaman oradaki kaynak neyse biz orada gereğini, dün akşam yaptığımız gibi yaparız. Bundan sonraki süreçte de aynen bu şekilde bu kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz. Birliğimize saçılan nifak tohumlarını temizlemek, bu ayrık otlarını ayıklamak ve hepimizin olan bu vatanı aydınlık yarınlara hep birlikte taşımak zorundayız ve taşıyacağız. Bundan da taviz söz konusu değil. Bölgemizdeki gelişmeler bu gerçeği bir kez daha önümüze koymuştur. Ayrışan değil, kucaklaşan Türkiye idealine doğru kararlılıkla yolumuza devam ediyoruz.

PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ile mücadele ne durumdadır? Bununla birlikte Amerika’nın bölgeden çekilmesine yönelik tartışmalar uzunca bir süredir devam ediyor. Eğer böyle bir şey olursa PKK Suriye’de himayesiz kalır ve tasfiye edilir, böyle bir değerlendirmeniz var mı?

Terör örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD/YPG özellikle terk edilmeye, yalnız bırakılmaya mahkumdur. Amerika bu terör örgütünü bir süre kucağında taşır, ama o süre dolunca da bunları kendi başına bırakmak zorunda. Suriye’deki istikrarsızlıktan faydalanan terör örgütünün, bazı Batılı ülkelerin himayelerine girmek için gösterdikleri gayret boşunadır. Bu ilanihaye devam etmez. Amerika’nın bölgeden çekileceği yönündeki tartışmalar, hatırlayın uzun zamandır sürüyor. Çekilmenin taktiksel olacağı, stratejik bir çekilme olmayacağı da tartışmaların uzamasıyla zaten ortaya çıktı.

Amerika’nın bölgedeki terör örgütlerini kendi çıkarları ve İsrail’in güvenliği için kullandığı artık bilinen bir gerçek. Amerika bölgede İsrail’e her türlü araç, gereç, mühimmat tüm destekleri veriyor mu, veriyor. Para veriyor mu, veriyor. Bizim gözümüz de, kulağımız da topraklarımızın yanı başında yaşanan bütün gelişmelere açıktır ve bunlardan da taviz veremeyiz. Biz kendi topraklarımızın korumacısı, onların hamisi olacağız. Suriye’den veya farklı yerlerden bize herhangi bir sızma hareketi olabileceğini her an düşünmek durumundayız. Onun için de bütün güvenliğimizi ona göre almak durumundayız. Biz bölgedeki tüm terör örgütleriyle mücadelemizi kendi milli çıkarlarımız, sınırlarımızın güvenliği için sürdürüyoruz. Buna devam edeceğiz.

BRICS Zirvesi’ne katılarak önemli temaslarda bulundunuz. Şunu sormak istiyorum, Türkiye’nin BRICS’e üyelik başvurusu kamuoyunda duyulduktan sonra başlayan bir yön değişimi tartışması, soru işareti vardı. Siz de önceki açıklamalarınızda “BRICS’e katılma isteği NATO’ya alternatif değil” vurgusu yapmıştınız. Kazan Zirvesi sonrasında gelinen noktayı sormak istiyorum, Türkiye’nin durduğu yeri nasıl değerlendirirsiniz? Bir de Türkiye Kazan Zirvesi’nden ne tür sonuçlarla ayrılıyor?

BRICS yükselen ekonomilerin özellikle bir arada olduğu büyük bir platform. Bu gerçeği görmek durumundayız. Türkiye olarak BRICS ile ilişkilerimizi geliştirmek istiyoruz. BRICS üyesi ülkelerle ikili olarak zaten uzun yıllara dayalı ilişkilerimiz, birlikteliğimiz söz konusu. BRICS de diğer platformlar ve uluslararası oluşumlar da bizi ekonomik açıdan güçlendiren unsurlardır. Bunları da biz görmezden gelemeyiz. Hem Doğu hem Batı ülkesi olduğumuzu sürekli anlattık.

Türkiye’nin BRICS ile iş birliğini ilerletmesi, ekonomik ortaklıklarımızın sayısını artırmayı karşılıklı saygı çerçevesinde bu dayanışmayı sürdürmemiz, “kazan-kazan” esasına göre hem BRICS ülkelerinin hem de ülkemizin çıkarınadır. Nitekim başta dönem başkanı olarak Sayın Putin olmak üzere yaptığımız ikili görüşmeler, bunları çok açık net ortaya koyuyor. Bu anlayıştan birilerinin bize yapmış olduğu telkinlerle vazgeçemeyiz. Kendi kararımızı kendimiz vermek suretiyle yolumuza devam edeceğiz.

BRICS Zirvesi’nde “alternatif finans sistemi” dillendirildi. Sizin bu konudaki görüşlerinizi evvelden beri biliyoruz zaten. ABD Başkan adaylarından Donald Trump geçtiğimiz günlerde “Doları rezerv para birimi olmaktan çıkaran ülkelerin mallarına yüzde 100 vergi getirilebileceği” tehdidinde bulundu. Bu durumda mevcut finans sistemine alternatif bir finans sistemi hayata geçirilebilir mi?

Burada amacımız mevcutları birbiriyle yarıştırmak değil. Bizim yerli ve milli paralarımızla yolumuza devam etmemiz lazım. Sayın Trump, Amerika Birleşik Devletleri’nin başında bulundu. Bu tür bir görüşü olabilir. O zaman da biz kendileriyle finans sektörüyle ilgili tüm konuları görüştük. Bunları kendileriyle paylaştık. O zaman ne için buna müdahale etmediler? Yerli ve milli paralarla hangi ülke ile bu adımı atabiliyorsak atarız. Burada amacımız ‘kazan-kazan’ esasına dayalı olarak finansal sektörü ayağa kaldırmaktır.

Bu konuda Amerika olsun, Batı ülkeleri olsun herkes adımını buna göre atacak olursa biz de kazanırız, onlar da kazanır, Amerika da kazanır. Biz yıllardır milli paralarla ticaret politikasını savunuyoruz. Bu, ikili ticaretin döviz baskısından kurtarılmasını sağlar. Ülkelerin ticari faaliyetlerine başka ülkelerin müdahil olmasının önüne geçer. Milli paralarla ticaret aynı zamanda özgür ticarettir. Aynı şekilde ödeme sistemlerinde çeşitliliğin olmaması da finans piyasalarının şoklara karşı kırılganlığını artırıyor. Dolayısıyla alternatif bir finans ve ödeme sistemi hem uluslararası ticareti kolaylaştırır hem de çeşitlendirir.

İtalya, İspanya gibi bazı ülkeleri dışarıda tutarsak Batı’nın İsrail’in Gazze’deki uyguladığı soykırıma ve Lübnan’da yaptığı katliama sessiz kaldığını görüyoruz. Sizin BRICS Zirvesi’nde yaptığınız ikili görüşmelerde diğer ülkelerin yaklaşımı nasıldı? Bu konuda ne düşünüyorlar ve Batı’dan hangi noktada ayrışıyorlar?

Bu zikrettiğiniz ülkeler bu konuda gerçekten kararlı. Onlar Filistin’e destekten taviz vermiyor. Biz bundan sonraki süreçte de gerek İspanya gerek İrlanda gerekse Norveç ve Slovenya gibi ülkelerle bu dayanışmamızı sürdürme kararlılığındayız. Birlikte adım atarsak güç kazanabiliriz. Batı maalesef kendini İsrail’e karşı borçlu hissediyor. Mesela Almanya Nazi döneminde yaşananlar nedeniyle kendilerini İsrail’e karşı sorumlu görüyor. Bazı Batılı ülkelerin de tutumu aynı şekilde.

O dönemde Avrupa Yahudilerine karşı Nazi yönetiminin yaptıklarına sessiz kaldıkları için bir borç ödeme yöntemi olarak İsrail’in soykırımına sessiz ve tepkisiz kalıyorlar. Yani Batı, bir anlamda borcu borçla kapatmaya çalışıyor. Fakat şimdi de Filistinlilere karşı borçlanıyorlar, bu dönemin Nazileri haline gelen İsrail’e kol kanat gererek torunlarına utanç verici bir geçmiş bırakıyorlar. BRICS üyelerinin de Filistin’in haklı davasına ve İsrail’in hedefindeki Lübnan’a daha fazla destek vermelerini, İsrail saldırganlığına yüksek sesle “dur” demelerini bekliyoruz.

Birleşmiş Milletler nezdinde İsrail’e silah satışını durdurmasına yönelik bir girişim başlatmıştınız. Ardından İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’yle de bu durumu görüştüğünüzü biliyoruz. İspanya, İrlanda ve Fransa’dan da buna yönelik bir açıklama gelmişti. Yine BRICS üyelerine de bu girişimi desteklemeleri çağrısında bulundunuz. Bu konuda bir ittifak politikası uygulamak ve benzer ülkeleri bir araya getirerek, ülkeleri İstanbul’da toplamak noktasında bir gelişme olur mu?

İsrail’i durdurmak, onların bebekleri, çocukları, anne ve babaları öldürmesinin önüne geçmek için silaha erişimin önünü kesmemiz şart. Şu an itibariyle Amerika ve Almanya başta olmak üzere birçok ülke maalesef verdikleri silahlarla İsrail’in katliamını sürdürmesine destek oluyor. Biz de Birleşmiş Milletler çatısı altında bu soruna bir çözüm olması, İsrail’e kapsamlı bir silah ambargosu konulması için girişim başlattık. Bu çağrımıza destek verenlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Umarız ‘İnsanlık İttifakı’ olarak bu girişimimizi başarıya ulaştırır ve kalıcı barış için bir kapı aralarız.

Ateşe benzin dökenlere inat bu yangını söndürmek için elimizden geleni yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. İsrail’e karşı silah ambargosu çağrımızın İtalya, İspanya, İrlanda ve Fransa gibi ülkeler tarafından da yapılmış olması, konunun giderek daha fazla gündeme geldiğini gösteriyor. Demek ki sadece biz değil, pek çok ülke İsrail’in pervasızca, orantısız güç kullanımından rahatsız. Ama gelinen aşamada Türkiye’nin başını çekeceği ülkelerin, insan hakları ve uluslararası hukuk konularında daha güçlü bir ses çıkartması gerekiyor. Diplomatik zeminin güçlendirilmesi, alternatif bakış açıları geliştirilmesi ve uluslararası baskının artırılması için ne gerekiyorsa yapılmalı ve insanlığa kasteden bu terör devleti durdurulmalıdır.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la görüşme, temas bir süredir konuşulan bir başlık. Acaba Sayın Putin’le bu görüşmeniz sonrasında yeni bir gelişme, yeni bir durum beklenebilir mi?

Biz, sürecin en başından bu yana hep Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasından ve komşumuzda kalıcı, adil, kapsayıcı bir barış ve huzurun tesisinden yana olduğumuzu vurguluyoruz. Terör örgütleriyle ayrımsız mücadele anlayışımızda sınırlarımızı korumanın yanında bu tutumumuzun da payı vardır. Bölgemiz bir ateş çemberine dönmüş durumda ve her geçen gün maalesef bu çember daralıyor. Suriye yönetiminin Türkiye ile samimi ve gerçekçi bir normalleşmenin kendilerine sağlayacağı faydaları anlayarak adımlarını ona göre atması temel beklentimizdir.

Umarım önümüzdeki dönemde bu konuda yapıcı bir adım görür ve Türkiye-Suriye normalleşmesini inşa ederiz. Çünkü o bölgedeki istikrarsızlık bir bataklığın sinekleri topladığı gibi terör örgütlerini, kirli emelleri olanları oraya biriktirdi. Onları dağıtmanın yegane yolu o bataklığı kurutup orayı gül bahçesine çevirmekten geçer. Rusya’nın Suriye yönetimi üzerindeki etkisi herkesin malumu. Sayın Putin ile tüm bu konuları, bizim durduğumuz noktayı, beklentimizi konuştuk. Sayın Putin’e, Beşar Esad’ın bizim çağrımıza vereceği cevabın temini noktasında bir adım atması çağrımız oldu. Sayın Putin, Esad’a bu adımı atması için herhangi bir çağrıda bulunur mu? Onu da zamana bırakıyoruz.

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz misafirinizdi. Türkiye’ye yönelik silah ambargosunun kaldırılmasına ilişkin beklentiler vardı. Basın toplantısında onların kaldırılmasına dönük çok net konuşmadı. Sadece Deniz Kuvvetlerine yönelik bir satış mevzusu konuşuldu ama o hep vardı. Onun dışına taşacak mı? Eurofighter’a izin verilecek mi? Bunları çok açık söylemedi. Siz kendisinden daha açık garantiler aldınız mı, izleniminiz nedir?

Kendisiyle yaptığımız ikili görüşmede Eurofighter konusunda olumlu adımlar atılabileceğini, gerek İngiltere gerekse Almanya’nın bu işe sıcak baktığını gördük. Şu an itibariyle de ilgili bakan arkadaşlarımız karşılıklı olarak görüşmelerini sürdürecek. Olay sadece Eurofighter ile sınırlı değil. Bunun dışında Deniz Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleriyle ilgili birçok alanda parça, makine alımları da buna dahil. İkili görüşmede olumlu yaklaşımları kendisinden aldık. Biz savunma sanayii konusunda ihtiyaçlarımızı attığımız adımlar sayesinde büyük oranda kendimiz karşılıyoruz. Ancak bazı kalemlerde zamana ihtiyacımız bulunuyor. Bu kalemleri de öncelikle müttefiklerimizden karşılama yoluna gidiyoruz. Bu süreç ne zaman tamamlanır uçakların temini aşamasına ne zaman geliriz onu zaman gösterecek. Umarız çok uzun sürmez.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya heyetiyle yaptığınız görüşmeye dair biraz daha detaylı bilgi vermeniz mümkün mü? Ukrayna Savaşı’nda ateşkes arayışları ve Türkiye’nin arabuluculuk misyonuna dair yeni bir konu gündeme geldi mi? Bir de Putin de bu savaşı bitirmeye dönük yeni bir irade gözlemlediniz mi?

Amerika’da Türkevi’nde Ukrayna Devlet Başkanı Sayın Zelenski ile yaptığım görüşmede olduğu gibi, Sayın Putin’in de daimi ateşkesin sağlanması noktasında bir arayışının olduğunu gördük. Bunu zaten Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan Bey ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov İstanbul’da yaptıkları görüşmelerle teyit ettiler. Karadeniz Tahıl Koridoru’nun canlandırılması, mayınların temizlenmesi konularının yanı sıra, dün akşam Sayın Putin ve heyetiyle yaptığımız görüşmede de esir takaslarıyla alakalı beklentilerin olduğunu gördük.

Şu anda bu esir takaslarına yönelik adımları da yakın takibe almış bulunuyoruz. Biz sorunların diplomasi yoluyla çözülmesi konusunda elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Arzumuz bir an önce iki ülke arasında barış için müzakereleri başlatmak, hayırlı neticeye ulaşacak yolu açmaktır. Buna muvaffak olmak için yorulmadan çalışmaya devam edeceğiz. Savaşın kazananı, barışın ise kaybedeni olmayacağını vurgulamaya devam ediyoruz. Bu savaş elbet bitecektir, bizim gayretimiz daha fazla kan ve gözyaşı akmadan tamamlanması içindir.

Son dönemde Türkiye’de özellikle savunma sanayii destekleme fonunun artırılması noktasında birtakım tartışmalar yaşandı. Hava savunma sistemleri konusu bu kapsamda tartışıldı. Dün Putin ile görüşmenizde S-400’ün yeni fazı ve özellikle Türkiye’nin kurmaya başladığı Çelik Kubbe Hava Savunma Sistemleri ile ilgili ortak hareket edilmesi gibi bir durum söz konusu oldu mu?

Demir Kubbe ile bizim Çelik Kubbe projemizi birbirine karıştırmamız gerekiyor. S-400 konusuna gelince o zaten farklı bir adım. S-400’ün diğer fazıyla alakalı ‘acaba birileri ne der?’ diye bizim bir düşüncemiz yok. Onun kararını Türkiye Cumhuriyeti hükümeti olarak biz veririz. Bu konuda hükümetimiz oturur, değerlendirmelerini yapar, kararını verir. Ama dediğimiz gibi Çelik Kubbe adını biz koyduk. Çelik Kubbe adını biz koyduğumuza göre bunun takvimini de biz belirleyeceğiz. Adımını da vakti saati geldiğinde savunma sanayii ile atarız.

Bu konuda Türkiye’nin muhalefet partisi veya muhalifleri acaba ne diyor? Bütçe meselesinde muhalefet çılgına döndü. ‘Niye şuradan para alıyorsunuz? Niye buradan para alıyorsunuz?’ dediler. Biz kaynaklarımızı kendimiz temin ederiz ve bu kaynakları temin ettiğimiz zamanda da adımlarımızı atarız. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti kaynak temini noktasında herhangi bir sıkıntının içinde değildir. Vakti saati geldiğinde adımını atar, kaynaklarını üretir ve Çelik Kubbe’sini de yapar. Burada önceliğimiz kendi ihtiyaçlarımızın eksiksiz karşılanmasıdır. Savunma sanayiinde geldiğimiz noktaya nasıl aşama aşama ulaştıysak, daha ileri hedeflerimize de sağlam adımlarla ilerlemeye devam edeceğiz.

Bir taraftan Çin’den gelen milyar dolarlık yatırımların haberlerini yapıyoruz, bir taraftan “Çin Dünya Ticaret Örgütü’ne Türkiye’yi şikayet etti” şeklinde haberler geliyor. Ankara-Pekin ilişkileriyle ilgili vizyon nedir? Ben Nisan’da gittiğimde Çinli yetkililer “biz Sayın Cumhurbaşkanını ülkemize bekliyoruz” demişlerdi. Nereye doğru evrilecek Çin’le ilişkimiz?

Çin ile geçmişten bugüne uzanan bağlarımız bulunuyor. Birbirlerini etkileyerek gelişmiş iki büyük uygarlığın mirasçılarıyız. İlişkilerimizi bu bağlar üzerine inşa ediyor, köklü yeni bağlar oluşturmak için çalışıyoruz. Çin dünya siyasetinde de ticaretinde de son derece etkin bir ülke. Stratejik ortaklık düzeyindeki ilişkilerimizi geliştirmek için yeni adımlar atabiliriz. Çinli dostlarımızla ikili ticaret hacminin artırılmasından, yatırım potansiyellerine kadar birçok başlığı zaman zaman ele alıyoruz. Biz Çin’den yakın zamanda bir ziyaret bekliyoruz. Ondan sonra da biz iade-i ziyareti yaparız. Sanıyorum bu çok uzun bir zaman almayacak. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping bize bir ziyaret gerçekleştirecek, ardından da biz kendilerine bir ziyaret yapacağız.

Paylaşın

Yeni Çözüm Süreci Tartışmaları: TUSAŞ Saldırısı Sabotaj Mıydı?

MİT Müsteşar Yardımcısı iken emekli olan Cevat Öneş, yeni çözüm süreci tartışmalarına ilişkin, “Toplumu hazırlamadan nitelikli bir demokratikleşme olmadan böyle köklü bir sorunun çözümü çok zor. İç politika malzemesi olarak yapılıp iç politikadaki iktidarını korumak için stratejik düşünmeden taktiksel adımların atılması faydadan çok zararlar verir diye düşünüyorum” dedi ve ekledi:

“Bu meseleyi, ‘Kürt sorununu’ çözmek isteyenler hala ‘Kürt sorunu yoktur’ diye hareket ediyorlar. Bununla cumhuriyet tarihi boyunca uğraştık. 1978’den beri terör boyutuyla da uğraşıyoruz. ‘Bu mesele yoktur’ diye hareket ettiğimizde Kürt meselesinin emperyalizmin en önemli araçlarından biri olduğunu düşünmeden hareket edildiğinde bir çözüm mümkün değil. İç politika malzemesi veya muhtemel seçimlerde iktidarda kalmak gibi bir izlenim veriliyor.”

Türkiye yeni yasama yılının başından beri adı konmamış Kürt sorununa “yeni çözüm sürecinde” baş döndürücü bir trafik yaşıyor.

Önce DEM Partililer’le el sıkışan, ardından 15 Ekim’de PKK lideri Öcalan, “terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin” 22 Ekim’de “Şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” açıklamalarıyla sürecin siyasi mimarisini şekillendiren isim MHP lideri Devlet Bahçeli oldu.

MHP Genel Başkanı kendisi dışındaki milliyetçi partilerin eleştirel tutumlarına ve parlamento dışındaki çevrelerin ”milliyetçi cephe” çağrılarına rağmen siyasi pozisyonunu korumayı sürdürüyor.

Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’ndaki büyük ortağı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise, “Açılan bu tarihi pencerenin hesaplara kurban edilmemesini istiyoruz. Hep beraber terörün olmadığı Türkiye’yi inşa edelim istiyoruz” sözleriyle MHP liderine destek verse de henüz kendisini bağlayıcı bir tutum almış değil.

Türkiye’de milliyetçiliğin ana merkezi olarak bilinen MHP’nin liderinin yaptığı sürpriz çıkıştan bir gün sonra PKK’lı oldukları açıklanan kişiler tarafından ülkenin en büyük savunma ve havacılık şirketlerinden TUSAŞ’a gerçekleştirilen saldırı sürecin sabotaja uğradığı yorumlarını da beraberinde getirdi.

“Bugün yarın sürecin adı konur”

2013 yılındaki Çözüm Süreci’ni destekleyen isimlerden olan İlhami Işık, TUSAŞ saldırısının süreci akamete uğratacak nitelikte sonuçlar doğurmayacağını düşünüyor.

VOA Türkçe’den Hilmi Hacaloğlu‘nun konuştuğu Işık, “Adı konmuyor çünkü yaşadığımız bir çözüm süreci vardı. O zaman çokça umut vardı, bahar gelecek deniyordu. Maalesef o süreç 2015’te tümüyle gitti. Bunun yarattığı travma var. Ondan sonra bildiğiniz gibi ağır milliyetçi muhafazakar dalga geldi. Yeni kuşak bu dalganın içinde büyüdü. O yüzden henüz adı konmak istenmiyor. Ama bugün yarın konur. 1993’ten beri Özal’la başlayan diyalog sürecini de çok iyi biliyorum. 16 Nisan’da Öcalan ateşkes ilan etti, 17 Nisan’da Özal öldü, 24 Mayıs’ta 33 er Bingöl’de şehit edildi. 2009’da görüşmeler yapılırken Reşadiye saldırısı ya da TAK’ın (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) İstanbul’daki eylemleri hep benzer süreçlerde oldu. Dün TUSAŞ’taki saldırıya benzer olaylar oldu yani. TUSAŞ tabii önemli bir hedef. Birkaç içinde düşünülen, planlanan ve gerçekleştirilen bir eylem gibi durmuyor. Belki irtibat kesildi. Yalnız bir yandan bu saldırı barışı savunanları kenetledi” dedi.

İlhami Işık, bu sürecin yakın bir gelecekte yapılmayacağı hemen hemen kesin olan seçimlerle alakası olmadığını, böyle bir tercihin gözünü MHP seçmenine diken İYİ Parti ve Zafer Partisi lehine sonuç yaratabileceğini dile getiriyor.

İçişleri Bakanlığı saldırganların PKK’lı olduğunu açıklayarak TUSAŞ saldırısıyla ilgili bu örgütü işaret etti. PKK ile birlikte İran’da örgütlü PJAK ve Suriye’de örgütlü PYD’nin çatı örgütü KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) ise bugün yaptığı açıklamada saldırıyı henüz kendilerine ait bir gücün yapıp yapmadığını bilmediklerini duyurdu.

KCK açıklamasında “Kürt sorununun demokratik çözümünün muhatabı Önder Apo’dur. Türkiye’de barışın sağlanması da Önder Apo’nun muhatap alınmasıyla mümkündür” ifadelerine yer verilirken dün TSK’nın Suriye’nin kuzeyi ve doğusuna gerçekleştirdiği hava saldırılarını “halkın yaşam alanlarının ve kaynaklarının hedeflenip vurulması büyük bir paradokstur” sözleriyle eleştirdi.

Yeditepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Deniz Tansi, sabotajın örgüt kaynaklı olabileceğini söylerken asıl konunun Kürtler’in Rojava olarak adlandırdıkları YPG/SDG’nin kontrolündeki Kuzey Suriye olduğunu ifade etti.

Doçent Tansi, “Bu önceden planlanmış bir saldırı. Örgüt içinde böyle bir açılıma sıcak bakmayanlar olabilir. Burada bir sabotaj varsa örgüt içerisindendir. Terör örgütü içinde bir iktidar savaşı yaşanıyor olabilir. Bahçeli’nin konuşmalarının akabinde içeriden sabotaj olması eşyanın tabiatına aykırı. ‘Muhatap Apo’ diyorlar ama ‘Silah bırakacağız’ demiyorlar. Entite olarak kullandıkları yer Suriye toprakları. Türkiye’de terörist kalmadı ama örgüt Suriye’de devletleşti. Türkiye’nin sığınmacı siyaseti buna zemin sağlamış oldu. Cumhurbaşkanı çok fazla topa girmiyor ama tabii ki süreçten haberdar. Bu terör saldırısı bu süreçle ilgili ileri hamleler yapılacaksa bunu kısa vadede engelledi diye düşünüyorum” dedi.

“‘Kürt sorununu’ çözmek isteyenler ‘Kürt sorunu yoktur’ diye hareket ediyorlar”

Milli İstihbarat Teşkilatı’nda (MİT) Müsteşar Yardımcısı iken 2005 yılında emekli olan Cevat Öneş de ilk çözüm sürecini destekleyen isimlerden. Ancak Öneş bugünkü süreci çerçevesi belirli ve sonuç alıcı görmüyor.

MİT Müsteşar Yardımcısı, “Bunun kapsamlı bir proje olmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine bağlı perspektifte, demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğünü içeren bir vizyona sahip çok kapsamlı bir proje olmadan bu ulusal, hatta bölgesel hatta hatta küresel bağlantıları olan bir yapının çözülmesi mümkün değil. Toplumu hazırlamadan nitelikli bir demokratikleşme olmadan böyle köklü bir sorunun çözümü çok zor. İç politika malzemesi olarak yapılıp iç politikadaki iktidarını korumak için stratejik düşünmeden taktiksel adımların atılması faydadan çok zararlar verir diye düşünüyorum. Bu meseleyi, ‘Kürt sorununu’ çözmek isteyenler hala ‘Kürt sorunu yoktur’ diye hareket ediyorlar. Bununla cumhuriyet tarihi boyunca uğraştık. 1978’den beri terör boyutuyla da uğraşıyoruz. ‘Bu mesele yoktur’ diye hareket ettiğimizde Kürt meselesinin emperyalizmin en önemli araçlarından biri olduğunu düşünmeden hareket edildiğinde bir çözüm mümkün değil. İç politika malzemesi veya muhtemel seçimlerde iktidarda kalmak gibi bir izlenim veriliyor” ifadelerini kullandı.

Eski MİT müsteşar yardımcısına göre, Türkiye’nin emperyalizmin kendisi üzerindeki hedeflerini bozmasının yolu, meseleye tam demokrasi penceresinden ve hep birlikte bakmasından geçiyor.

“Bahçeli’nin önceki gün ‘Gel Meclis’te konuş’ demesiyle Cumhur İttifakı’nın meseleyi silahların bıraktırılması sözüyle çözeceğini düşünmek saflık olur. Ana muhalefet ve tüm demokratik güçlerin motor gücü yahut öncü güç bir durumunda TBMM’de sorun çözülebilir. Bu konu toplum hazırlanmadan, altyapı çalışmaları gerçekleştirilmeden, toplum psikolojik olarak hazırlanmadan çözülemez. Ancak bütünlüklü bir şekilde tartışılarak tüm Türkiye siyasetini en geniş demokratik cephede bütünleştirerek çözüm ortaya konabilir. Kürt siyaseti etnik çıkarlarını da aşarak Türkiye’nin birlik bütünlüğünü koruyarak ulus millet vasfında kapsayıcılığı dikkate alarak etnik arayışlarda uzlaşarak, demokratik laik zihniyetle çözülebilir.”

Paylaşın

TUSAŞ Saldırısını PKK Üstlendi: Siyasal Gündemle İlgisi Yok

5 kişinin öldüğü, 22 kişinin yaralandığı TUSAŞ saldırısını PKK’nın askeri kanadı HPG üstlendi. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, saldırganların PKK’lı olduğunu açıklamıştı. 

Haber Merkezi / Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler de, saldırının arkasında PKK (Kürdistan İşçi Partisi) olduğunu belirtmişti.

Örgütten yapılan açıklamada, “Uzun bir süre önce planlanıp başarıyla uygulanan bu eylemin Türkiye’de son ayda tartışılan siyasal gündemle asla bir ilişkisi yoktur” denildi. Açıklamada, saldırıda ölen iki kişinin kimliklerine de yer verildi.

Açıklamada, eylemi örgüt içerisindeki “Ölümsüzler Taburu” adlı birlik üyelerinin düzenlediği, Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği hava harekâtlarına yanıt olarak TUSAŞ’ın özellikle hedef seçildiği vurgulandı.

Rusya’daki BRICS Zirvesi’nden dönerken uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Dün geceden itibaren saldırının cevabı kat kat fazlasıyla verilmeye başlanmıştır” dedi ve saldırıya yönelik adli soruşturmanın yanı sıra, istihbarat ve güvenlik birimlerinin de kapsamlı çalışmalar yürüttüğünü” ifade etti.

Erdoğan ayrıca “Bu terör saldırısında TUSAŞ gibi güzide bir kuruluşumuzun seçilmiş olması manidardır” diye konuştu.

Erdoğan “Bu terör saldırısının Suriye’den bir sızma hareketi şeklinde gelişmiş olduğunu özellikle öğrenmiş bulunuyoruz. Buna yönelik de tüm gece boyunca 40 ayrı noktaya operasyonlar yapıldı. Bu operasyonlarla da teröristlere çok çok ağır bedeller ödetildiği de ortada” diye konuştu.

TUSAŞ’a Yönelik Terör Saldırısına ilişkin Meclis Başkanlığı tezkeresi TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş tarafından sunulan tezkerede, “Hiçbir güç ülkemizin ve milletimizin birlik ve beraberliğini bozamayacaktır. Arkasında emperyalist güçlerin ve karanlık odakların olduğu terör saldırıları ülkemizin huzur ve istikrar ortamına zarar veremeyecektir” ifadelerine yer verildi.

Ankara’daki saldırının ardından, Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki hedeflere hava harekatı başlatıldığı ve iki günde toplam 81 hedefin vurulduğu duyuruldu. Milli Savunma Bakanlığı’ndan (MSB) yapılan açıklamalarda “2’si üst düzey olmak üzere 59 terörist etkisiz hale getirilmiştir” ifadesi yer aldı.

PKK, Perşembe günü yaptığı bir açıklamada bir süredir gündemi meşgul eden “yeni çözüm süreci”ne dair bir açıklamada bulunmuştu. Bu açıklamada saldırı direkt olarak üstlenilmemiş, ve “Kürt halkı bütün yapılarıyla ve bileşenleriyle Önder Apo’nun geliştireceği süreci esas alacaktır” ifadeleri kullanılmıştı.

Saldırının zamanlaması, özellikle Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin 1999’dan beri İmralı Cezaevi’nde bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’ı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) konuşma yapmaya davet etmesinin ardından gerçekleşmesi sebebiyle tartışmalara konu olmuştu.

TUSAŞ’a yapılan saldırı, Bahçeli’nin çağrısından sadece bir gün sonra gerçekleşti. Zamanlama sosyal medyada çokça tartışılırken, CHP Genel Başkanı Özel de konuyla alakalı açıklamalarda bulundu.

Basın mensuplarına konuşan Özel, “Terörü kimden ve ne gerekçeyle gelirse gelsin lanetliyoruz. Zamanlamanın ne kadar dikkat çekici olduğunu düşünmeden edemiyor insan” ifadelerini kullandı.

“2015 yılında 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar olan süreci hatırlamadan geçemiyor insan. Bütün terör örgütlerinin bir anda aktif olduğu sürecin kamuoyunu nasıl yönlendirmeye çalıştığını hatırlamak gerekiyor. Kim terörden medet umuyorsa yanlış yapıyor” diyen Özel, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) kurulduğu günden beri ilk kez tek başına iktidar olamadığı 7 Haziran seçimlerine ve seçimlerin tekrarlandığı 1 Kasım’a atıfta bulundu. Bu ikitarih arasında Türkiye’de çok sayıda saldırı gerçekleştirilmişti.

Saldırı hakkında çarşamba günü Meclis’te konuşan Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Sezai Temelli de “Zamanlaması manidardır. Provokasyon her tarafından belli olmaktadır,” ifadelerini kullandı.

Saldırıyı kınayan Temelli, “Çok üzgünüz, yine insanlarımız öldü. Son birkaç haftadır ülkede çok önemli bir tartışma sürdürülüyor. Bu tartışmaların çok büyük bir kısmı Türkiye toplumunun beklentilerine yanıt veriyor. Çünkü uzun süredir Türkiye toplumu savaş, şiddet ve bu ölümlerden kurtulmak isterken böyle bir olayla karşılaşıyoruz,” dedi.

Sezai Temelli, “Toplumun beklentisi olan, barış içinde bir arada yaşama beklentisine ısrarla yanıt vermek zorundayız. Geç kaldığımız her adım işte bu yitip giden canlara mal olmaktadır” ifadelerini kullandı.

TBMM’de söz alan isimlerden biri olan iktidar Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Grup Başkanvekili Özlem Zengin de saldıraya ilişkin olarak “Ben de zamanlamasını çok manidar buluyorum,” diyerek “Neden bugün? Neden TUSAŞ?” diye sordu.

“Bütün bu soruların cevaplanması Türkiye’nin geleceğine dair çok önemli diye düşünüyorum. Bütün siyasi partilerin aynı anda aynı hissiyatla terörü kınamasını, lanetlemesini ve TBMM olarak Türkiye’nin barışına dair bütün sorumluluğu ve yapması gerekene dair bir anlamda taahhüt olarak bu birlikteliğin altını çizmesini şu anda Türkiye için çok anlamlı buluyorum.”

Paylaşın