Uluslararası Af Örgütü’den Türkiye’ye Osman Kavala Çağrısı: Adaletsizliğe Son Verin

Osman Kavala’nın tutukluluğunun yedinci yıldönümü nedeniyle açıklama yapan Af Örgütü Genel Sekreteri Agnes Callamard, “Osman Kavala, AİHM kararına rağmen yedi yıldır haksız yere cezaevinde tutuluyor” dedi ve ekledi:

“Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’yi, bu adaletsizliğe son vermeye ve düşünce mahkumları olan Osman Kavala ile diğer dört Gezi tutuklusunu serbest bırakmaya çağırmaktan vazgeçmeyecek.”

Yargıtay’ın Osman Kavala’ya yönelik ömür boyu hapis cezası ile Çiğdem Mater, Can Atalay, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman hakkındaki 18’er yıl hapis cezalarını onayan kararının üzerinden bir yıldan uzun bir süre, Kavala’nın tutuklanmasının üzerinden ise tam yedi yıl geçti.

Uluslararası Af Örgütü, Osman Kavala’nın tutukluluğunun yedinci yıldönümü nedeniyle açıklama yaptı.

Gazete Duvar’ın aktardığına göre; Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, “Osman Kavala, serbest bırakılmasına hükmeden bağlayıcı AİHM kararına rağmen yedi yıldır haksız yere cezaevinde tutuluyor. Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’yi, bu adaletsizliğe son vermeye ve düşünce mahkumları olan Osman Kavala ile diğer dört Gezi tutuklusunu serbest bırakmaya çağırmaktan vazgeçmeyecek” dedi.

Uluslararası Af Örgütü, Osman Kavala, Can Atalay, Çiğdem Mater, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman’ın serbest bırakılması için imza toplamayı sürdürüyor.

Paylaşın

Özgür Özel: Gülen’in Geçmişine Baksak Grup Kuramazlar

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınıp yerine kayyım atanmasına ilişkin konuşan CHP Lideri Özgür Özel, “Fethullah Gülen hayatta olsa gelir omzunuzdan öper. ‘Biz bile bu kadarını yapmadık’ der. AKP’nin Gülen geçmişine baksak, 2016’dan önce telefon görüşmelerine baksak grup kuracak sayıyı bulamazlar” dedi ve ekledi:

“Ahmet Özer’e kayyum atadıklarını bildirdikleri yazının ilk paragrafında ‘PKK terör örgütü üyesi olması suçundan tutuklanan’ yazmışlar. Yahu iddiasıyla diyeceksin, iddia ile tutuklandı bu adam. Ne olup olmadığını da göreceğiz iddianameyi bekliyoruz. Bir de İçişleri Bakanısın. Hepimizin canı buna emanet. Ve bir kumpasın parçası olabiliyorlar. Biz böyle konuşunca da dava açıyorlar, açsın!”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, “TBMM Grubu Çalışma ve Değerlendirme Toplantısı”nda gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. “Esenyurt’ta yapılan, İstanbul’daki seçmenin iradesine uzanan eli çekmek konusunda sonuna kadar kararlıyız” diyen Özel’in açıklamalarından öne çıkanlar ise şöyle:

“Türkiye’nin en büyük ilçesinin belediye başkanı, bundan 7-8 ay önce devlete başvurdu ve dedi ki, Esenyurt’ta partimden aday olmak istiyorum. Adaylığa uygun muyum? Devlet de ona temiz kartı verdi. Devlet Esenyurt’a da dedi ki, ‘Bu adaylardan birini seçebilirsin. Bunların terörist olmadığına ben kefilim.’ Esenyurt’ta her iki kişiden biri de Ahmet Özer’i seçti.

Bizden önce yapılanlara bakalım. Esenyurt’ta gezdiğimizde görüyorduk ki bir açık hava suç müzesiydi burası. Binalar üst üste, sayısız kent suçu… Esenyurtlular da artık ‘yeter’ deyip CHP’ye verdi ilçeyi. İstanbullular önce 2019’da sonra da 2024 seçimlerinde CHP’yi seçtiler. Artık burada AK Parti’nin bir kez bile karşısında seçim kazanamadığı Ekrem İmamoğlu ve CHP var.

Esenyurt 1 milyon kişi yapılırken, bir de umutları çalınmışların ilçesi var. O ilçede oturanların tapusu yok, evi yok, başvurduğunda muhatap bulabildiği devlet yok. ‘Burada kaç kat var’ı sorgulayamayan vatandaşlar var. 30 bin konut mağduru var. AKP’nin getirdiği hal budur. Milletin derdini anlatamadığı yerde 150 bin kişinin oturamadığı kayıp bir kent vardır. Esenyurt’un üstünde gelecekleri çalınmış insanlar vardır.

Bu Esenyurt’u bir daha alamadılar ve alamayacaklar. İstanbul’u da bir daha alamadılar ve alamayacaklar. O nedenle bunları yapıyorlar. Milletten alamadıkları yetkiyi kayyumla, haksız hukuksuz anayasaya aykırı şekilde ele geçirmeye çalışıyorlar. Bükemedikleri bilekleri devlet imkanlarıyla kırmaya çalışıyorlar.

Erdoğan okuduğu bir şiir nedeniyle siyasi yasak aldığında, birilerini kışkırtmak için ‘muhtar bile olamaz’ denilen kişiye bu yapıldığında CHP buna karşı durmuştur. Erdoğan’a alan açmak için Siirt’teki milletvekilleri istifa ettirilip ne tesadüftür ki o şiirin okunduğu seçimlerde Erdoğan milletvekili ve ardından başbakan olmuştur. AKP, kendisine yapılan yasaktan güç alan ama şimdi de kendisi aynı muameleyi gösteren bir anlayıştır.

Daha mahkeme kararını vermeden basın yazıyor ‘Oraya buraya kayyum atıyoruz’ diye. Daha karar olmadan sen kayyum kişiyi belirliyorsun. Bunun hukuk devleti olduğunu savunan İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, siz kötücül bir oyunun içinde seçilmiş rolü üstlenenlersiniz.

Ahmet Özer’in evine gittiklerinde öyle bir tavır var ki, sabah 5’te adamın eşiyle kaldığı odaya dalıp kadını ittiriyorlar biz uyandırırız diye. Bu tavır sadece canlı bomba olması durumunda yapılır, sordum öğrendim. Böyle bir tacizi yapamazsınız. Çağırsan adamı, evi belli kim olduğu belli… Sabah gitsen avukatlarla arama yapsan, suçlamana ilişkin bir kanıt ele geçirsen… Ama yok. Fethullah Gülen hayatta olsa gelir omzunuzdan öper. ‘Biz bile bu kadarını yapmadık’ der. AKP’nin Gülen geçmişine baksak, 2016’dan önce telefon görüşmelerine baksak grup kuracak sayıyı bulamazlar.

Ahmet Özer’e kayyum atadıklarını bildirdikleri yazının ilk paragrafında ‘PKK terör örgütü üyesi olması suçundan tutuklanan’ yazmışlar. Yahu iddiasıyla diyeceksin, iddia ile tutuklandı bu adam. Ne olup olmadığını da göreceğiz iddianameyi bekliyoruz. Bir de İçişleri Bakanısın. Hepimizin canı buna emanet. Ve bir kumpasın parçası olabiliyorlar. Biz böyle konuşunca da dava açıyorlar, açsın!

“Akın Gürlek, adaletin boyun kesenidir”

Erdoğan, sen oraya daha önce Barış Pehlivan’ı, Barış Terkoğlu’nu, Murat Ağırel’i, Merdan Yanardağ’ı koydun. Orada şimdi Can Atalay’ı, Osman Kavala’yı, Tayfun Kahraman’ı haksız yere hukuksuz yere tutuyorsun. Şimdi bunu yapınca millet bunlar ‘terörist’ mi diyecek. Sen İlker Başbuğ’a terör örgütü başı demiş adamsın. Şimdi de başka Zekeriya Öz bulmuşsun, aynı oyunu çeviriyorsun. Akın Gürlek, seyyar giyotin, adaletin boynunu kesendir. Canan Kaftancıoğlu’na yasak getiren Akın Gürlek, Hrant Dink davası Akın Gürlek, Sırrı Süreyya davası Akın Gürlek. Hepsi başka mahkemede davalar. Hepsinde bunu koşturuyorlar. Hadi Ankara’da yasak getir Akın, İstanbul’a koş katliam yapacaksın Akın.

Anayasa tartışmalarında da böyle, kişiye uygun anayasa yapılmaz dedik. Gündem hep değiştiriliyor. Numan Bey gidiyordu mayıs sonunda yine geliyordu. Grup başkan vekilliğinden gelen bir başkan olarak bu tartışmaların neden yaratıldığını biliyorum. İsrail bize saldıracak diye Mecliste algı yaratıyor. Ekonomik kriz konuşulmasın diye, millet aç yoksul bu duyulmasın diye neler anlatıyor. Bebekler katlediliyor, çocuklar aç yatıyor bunlar konuşulmasın istiyor. ‘Bırakın şimdi bunları konuşmayın’ diyor.

Bizim asıl vazifemiz hiçbir gündemi ıskalamadan konuşmak, milletin gerçek gündemini kaçırmadan konuşmaya and olsun. Bunu yapacağız ancak ‘başkanlarına kayyum atanmış bir şey demiyorlar’ denmesine de izin vermeyeceğiz, denge kuracağız. Şeffaf olacağız, samimi olacağız, toplumsal mutabakat oluşturacağız. Burada en önemli kısımlardan biri şehit ve gazi ailelerine karşı bir yerde durmamak olacak. Onların teminatı biziz. Kürt sorunu hakkında görüşmelerimizde de tüm partileri dahil ederek hareket edeceğiz, bizin kapalı kapılar arkasında konuşmalarımız yok.

Tüm bu gündem değiştirme çabaları çok anlaşılabilir çünkü seçmen kulağını açtığında zaten bizi seçiyor. Biz seçmenin karşısına Ekrem İmamoğlu’nu, onlar Murat Kurum’u çıkarıyor. Biz Mansur Yavaş’ı, onlar şu anda adını bile hatırlamadığımız birini çıkarıyor. Biz onlara değil ama seçmenlerine saygı duyuyoruz ve kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. ‘Kardeşim düne kadar ‘bebek katili’ dediğiniz kişiyi iki al-verle Meclis getirmeye çalışmak değil mesele’ diyebiliyoruz. CHP Alevilerin de Sünnilerin de Türklerin de Kürtlerin de tek umudu ve çaresidir.

CHP, tüm Türkiye’ye Esenyurt’tan sesleniyor. Bundan sonraki ilk 15 günde Esenyurt’tayız. Vekillerimizle genel başkan yardımcılarımızla buradayız. Her sabah güne ilçe binamızda başlayacağız. Bir önceki gündeki arkadaşlarımızın ne yaptığını, kayyumun ne yapamadığını konuşacağız. Hangi arsayı kime peşkeş çektiklerini ve hangi kaçak yapıya onay verdiklerini, bir gün önce ziyaret ettikleri Ahmet Özer’in mesajıyla birlikte konuşacağız. Elimizi Esenyurt’tan çekmeyeceğiz, hep burada olacağız.”

Paylaşın

Hatimoğulları: Halkı Seçilmişler Yönetmelidir Atanmışlar Değil

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınıp yerine kayyım atanmasına ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Esenyurt halkı yalnız değildir. Kent uzlaşısıyla, toplum uzlaşısıyla, esasen toplumun kendi iç barışıyla elde ettiği bu başarıya tahammül etmeyen, kayyım atayarak halkın iradesini yok sayan, seçme ve seçilme hakkını yurttaşın elinden almaya kalkan bu iktidarın iç barıştan neyi kastettiğinin altını bir kez daha çiziyoruz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Ahmet Özer derhal serbest bırakılmalıdır ve kayyım da eski görevine gönderilmelidir. Halkı seçilmişler yönetmelidir, atanmışlar değil. Bu, demokrasinin asgari koşuludur. Bizler tabii ki kayyım pratiğini en çok deneyimleyen bir parti olarak, bu partinin aynı zamanda kongresi olarak eş başkanlık ve eşit temsiliyete karşı erkek egemen devlet anlayışının müdahaleleri ile çok karşılaştık. “Eş başkanlık ve eşit temsiliyet mor çizgimizdir” dedik, demeye devam edeceğiz. Her yerde bunun mücadelesini siz sevgili kadınlarla birlikte vermeye devam edeceğiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) 13. Kadın Konferansı’nda konuştu. Hatimoğulları, konuşmasında şunları söyledi:

“Umutla, isyanla ve direnişle kelimeleri şiarımızın temelini oluşturuyor. Umutla ve dirençle yaşamı kendi ellerimizle ilmek ilmek dokuyacağımız bir sürecin içindeyiz. HDK, erkek egemen kapitalist sisteme karşı bütün ezilenlerin ve sömürülenlerin ortak mücadele cephesidir. Bu fikriyatı büyüten bir kongredir. HDK, partimizin de içinde olduğu kongredir. Bütün ezilen ve sömürülenlerin, ezen ve sömüren güçlere karşı ortak mücadelesinin büyütülmesinin paradigmasını ortaya koymuştur. Bu anlamda, fikir ve pratik düzeyde 13 yıl boyunca emek veren bütün arkadaşlarımıza partimiz adına sonsuz teşekkürlerimizi sunuyorum. Yeni dönemde görev alacak arkadaşlarımıza da başarılar diliyorum.

Dün 1 Kasım Dünya Kobanî Günüydü. Bütün dünyanın bildiği ve konuştuğu bir gündür. Kobanî, IŞİD’e karşı verilmiş en büyük direnişin yeridir. IŞİD’in yenilebileceğini bütün dünyaya gösteren en güçlü direnişin sergilendiği yerdir. Biz kadınlar için bir diğer anlamı da bu direnişin ve mücadelenin temel öznesinin kadınlar olmasıdır. IŞİD; tecavüzcü, işgalci, bu ülkeyi ve coğrafyayı karanlığa sürüklemek isteyen bir çete örgütüydü. Onların yenilebileceğini biz Kobanî’de göstermiş olduk kadınlar olarak. Dünya Kobanî Günü kutlu olsun, kadınların direnişi kutlu olsun! İyi ki direnmişler, iyi ki IŞİD gibi bir beladan kurtulabileceğimizi bizlere göstermişler.

İki gün sonra 4 Kasım, partimize ve mücadele cephemize dönük gerçekleşen darbenin yıldönümü. Kobanî Kumpas Davasının tohumlarının atıldığı gün. Buradan cezaevinde bulunan ve Kobanî Kumpas Davasından onlarca yıllık hapse mahkum edilen Figen Yüksekdağ’ı, Zeynep Karaman’ı, Zeynep Ölbeci’yi, Pervin Oduncu’yu, Dilek Yağlı’yı, Aynur Aşan’ı ve onların şahsında hapishanede bulunan sevgili kadınları sevgiyle selamlıyorum.

Konferansımızda Türkiye ve bölgede kadınların durumunu en iyi şekilde analiz etmeye çalışacağız. Analizle yetinmeyeceğiz, önümüzdeki dönemdeki mücadele hattımızı ve pratiklerimizi de hep birlikte konuşacağız, planlamalarımızı da hep beraber konuşacağız. Şu bir gerçek ki biz bu coğrafyada her gün katlediliyoruz. Gün geçmiyor ki bir kadın katliamıyla uyanmayalım. En son IŞİDvari yöntemle kadınların boğazlarının kesildiğine tanıklık ettik İstanbul’un göbeğinde. Bütün bu cinayetlerin en büyük sebebi erkek egemen sistem ve bu sisteme çanak tutan mevcut rejimdir. Bakın, “şüpheli ölüm” adı altında sayısız ölüm var.

Her şüpheli ölümün altında bir erkeğin yattığını çok iyi biliyoruz. Bir erkek egemen anlayışın ve baskının yattığını da çok iyi biliyoruz. Bu iktidar, erkek egemen zihniyete karşı hiçbir şey yapmıyor. 100 senedir mücadele ederek bu coğrafyada kazanmış olduğumuz haklarımızı, daha da geçmişe giderek beş bin yıllık mücadelemiz sonucunda kadınların elde etmiş olduğu hakları elimizden tek tek almaya çalışıyor. Bugün İstanbul Sözleşmesinden çekilmeleri bunlardan biridir. 6284 Sayılı Kanu’nu tartışmaya açmaları, nafaka hakkımızı tartışmaya açmaları bunlardan biridir. Son olarak da Meclis’e gelen 9’uncu Yargı Paketinde kadının kendi soyadını kullanmasının önüne geçmek istiyorlar.

Gelmeyeceğine dair açıklamalarda bulunduğu halde iktidar partisi, şimdi 9’uncu Yargı Paketine bunu tekrar eklemiş durumdadır. Bizler şu an Hitler döneminin benzerini yaşıyoruz. Hitler’in “mutfak, çocuk, kilise” üçlemesinin aynısını biz şu anda ne yazık ki Türkiye’de yaşıyoruz. Narinlerin, İkballerin, Ayşenurların, Rojinlerin ve erkek-devlet şiddeti sonucu kaybettiğimiz tüm kadınların yaşam hakkı için; bir daha ölmemek, bir daha öldürülmemek için hep birlikte mücadelemizi çok daha genişletmeye ihtiyacımız var. Bizler yaşamlarımıza ve yaşam hakkımıza sonuna kadar sahip çıkacağız. Bugün burada bu mesajı bütün Türkiye’ye ve dünyaya hep beraber vereceğiz.

DEM Parti ve DEM Parti Kadın Meclisi olarak yürüttüğümüz kampanyalarda biz kadınların yoksulluğuyla bir kez daha yüzleşmiş olduk. Aslında çok iyi bildiğimize, her birimizin kendi evinde ve kendi mutfağında hissettiğine kampanyamızda bir kez daha tanıklık ettik. Mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı sorunlara, ücretle ilgili sorunların yanında sağlık sorunlarına tanıklık ettik. Kadınların ev içi emeğinin nasıl sömürüldüğüne tanıklık ettik. Esnek, güvencesiz, merdiven altı ucuz işçiliğe bir kez daha tanıklık ettik. Bizler şiddete karşı mücadelemizi yürütürken, aynı zamanda emeğimizin hakkı için, eşit işe eşit ücret için ve güvenceli çalışabilmek için mücadele etmeye devam edeceğiz. Eminim ki bu toplantıda bunları çok detaylı bir şekilde konuşacağız.

Esenyurt’a geldik önceki gün, biliyorsunuz kayyım atandı. Esenyurt, kent uzlaşasıyla, ortak iradesiyle belediye başkanını seçmişti. Belediye başkanı 2 oydan birini almış bir insan. Buna rağmen halkın iradesi bir kez daha tanınmadı. HDP belediyelerine, Kürdistan’taki belediyelere geçmiş dönemde kayyım atayan bu iktidar, CHP belediyelerine kayyım atamış oldu. Esenyurt halkı yalnız değildir. Kent uzlaşısıyla, toplum uzlaşısıyla, esasen toplumun kendi iç barışıyla elde ettiği bu başarıya tahammül etmeyen, kayyım atayarak halkın iradesini yok sayan, seçme ve seçilme hakkını yurttaşın elinden almaya kalkan bu iktidarın iç barıştan neyi kastettiğinin altını bir kez daha çiziyoruz.

Ahmet Özer derhal serbest bırakılmalıdır ve kayyım da eski görevine gönderilmelidir. Halkı seçilmişler yönetmelidir, atanmışlar değil. Bu, demokrasinin asgari koşuludur. Bizler tabii ki kayyım pratiğini en çok deneyimleyen bir parti olarak, bu partinin aynı zamanda kongresi olarak eş başkanlık ve eşit temsiliyete karşı erkek egemen devlet anlayışının müdahaleleri ile çok karşılaştık. “Eş başkanlık ve eşit temsiliyet mor çizgimizdir” dedik, demeye devam edeceğiz. Her yerde bunun mücadelesini siz sevgili kadınlarla birlikte vermeye devam edeceğiz.

“Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi ısrarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz”

Sözlerimin sonlarına gelirken, çok konuştuğumuz bir süreç var. Aslında biz bu sürece süreç demiyoruz, dememeliyiz de. Gelişmeler var. Devlet Bahçeli’nin gelip Eş Genel Başkanımızla tokalaşmasıyla iktidar bir sürecin başladığını iddia etti. Biz ise buna bir süreç diyemeyiz dedik. Elbette barışın parıltısının oluştuğu her yerde bizler barış için mücadele etmeliyiz. Barışı talep eden bir kongreyiz, bir partiyiz. Onurlu bir barış için mücadele ediyoruz. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik bir şekilde çözülmesi için değil elimizi taşın altına koymayı, canımızı vermeye hazır olduğumuzu her fırsatta ifade ettik.

Ama muhalefete, muhalif kesimlere boyun eğdirmeyi hedefliyorlarsa yanılırlar. Bunun mesajını da biz her daim verdik. Esenyurt’a atanan kayyımla nasıl bir pratik izlemiş olduklarını göstermiş oldular. Bizler de mesajımızı bu anlamıyla almış olduk. Ne olursa olsun, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi ısrarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz. Ne olursa olsun, Türkiye’de çatışmasızlık sürecinin başlaması ve onurlu bir barışın inşa edilmesi için mücadele etmekten asla geri durmayacağız. Ne olursa olsun, Ortadoğu’da her yeri ateş sarmalına çevirmiş olan emperyalist güçlere karşı halklar adına barışı savunmaya devam edeceğiz.

Şunu hiçbir zaman unutmayacağız; bizler HDK’nin paradigmasıyla yol yürüyoruz. HDK’ye bağlı çalışan bütün bileşenlerle beraber şu gerçeği itiraf etmeliyiz ve şu özeleştiriyi vermeliyiz ki biz HDK paradigmasının daha fazla büyümesi konusunda daha fazla adım atmalıyız. HDK’nin daha çok örgütlenmesine, HDK’nin toplumun kılcal damarlarına daha çok yayılmasına ihtiyaç var. Bu konuda eksiklerimiz ortadadır. Bu iki günlük konferans boyunca eksikliklerimizi konuşacak, özeleştirimizi verecek ve bunu nasıl daha iyi hayata geçireceğimizi hep birlikte konuşacağız.

İki bloktan da bu ülkeye fayda yok. Üçüncü Yol’un yolcuları olarak bizler, Demokratik Cumhuriyeti hep birlikte inşa edeceğimiz günlerin yakın olduğunu düşünüyoruz. Nesnel koşullar bu anlamıyla kesinlikle olgunlaşmıştır ve çalışmalarımızı bu anlamıyla sürdürmeliyiz. Bedenimize, emeğimize, kimliğimize saldıranlara karşı biz kadınlar birlikte güçlüyüz. “Jin, jiyan, Azadî” diyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

İmamoğlu’ndan “Kayyım” Açıklaması: Partimizin Dengesini Bozmak İstiyorlar

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınıp yerine kayyım atanmasına ilişkin konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Bu siyasi kumpasın çok sebebi var ama en temel hedefi partimizin dengesini bozmak olduğunu unutmayın” dedi ve ekledi:

“Bizi kudretsiz göstermek, iç çekişmelerimizin büyümesini sağlamak olduğunu unutmayın” diye devam eden İmamoğlu “Bizi bölerek, parçalayarak, korkutarak, savurarak, savrulmamızı sağlama çabasıyla yolumuzdan etmeye çalıştıklarını unutmayın. Odağımızı şaşırmamızı, iktidar hedefimizden vazgeçmemizi, müzmin bir muhalefet partisi olmamızı, kendi rejimlerini ve sistemlerini bu ülkeye yerleştirerek neredeyse daimi bir iktidar kurma çabası içinde olduklarını unutmayın.”

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, “TBMM Grubu Çalışma ve Değerlendirme Toplantısı”nda gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. İmamoğlu, konuşmasına şu sözlere başladı:

“Nereye gitsem ekonomiden sağlığa, adaletten eğitime her alanda bir çöküş tablosuyla karşı karşıyayız. Herkes sorunlarını ifade ederken, sorunlarının sebebini de çok iyi biliyor. Kimin, hangi uygulamaların ülkemizi böylesi bir sürece taşıdığını çok net ifade ediyorlar. CHP’liler olarak bize sorumluluğumuzu hatırlatıyorlar.

Halkımız bir kez daha topluma ilham olan, kurucu irade gibi bir irade göstermemizi, tekrar ayağa kalkarak itibarlı bir devlet, her bireyini eşit bir birey olarak seven, kucaklayan, kucaklanan bir ortamın varlığını, sürecin hayata geçirilmesini bekliyorlar. Nereye gitsem, avaz avaz millet bizi çağırıyor ve bizden bu söylediğim sorumluluğumuzu taşımamızı bekliyor. Adaletsizliklerle kuşatılsa da yerel seçimde bu iktidara karşı durma bilincini gösteren, bizi birinci parti yapan milletimizin bizi çağırdığını hissetmenizi istiyorum. Bu kahredici tabloyu değiştirebilecek tek güç olarak CHP’yi görüyorlar.”

Erdoğan’ın, kendisine ve Özgür Özel’e Esenyurt’ta yaptıkları konuşma nedeniyle açtığı 1 milyon TL’lik tazminat davasına ilişkin de konuşan İmamoğlu, şu tepkiyi gösterdi: “Yeni bir yargı tacizini de taze taze bize yaşattılar. Esenyurt Meydanı’ndaki haklı sözlerimiz, ifadelerimiz ve hatırlatmalarımıza sayın Cumhurbaşkanı kızmış. Hemen avukatına talimat vermiş bana ve Sayın Genel Başkanımıza 1’er milyon liralık tazminat davası açmış. 65 yaşına gelmiş, 40 yılını yaklaşık Türkiye’nin bilim dünyasına ayırmış, Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer’in kişilik haklarını ayaklar altına alırlarken, bizim onlara sorduğumuz gerçek ve kanıtlı sorularımızı kişilik haklarını saldırı olarak görmüşler.

Neymiş kamuoyu önünde küçük düşmüş. Bizim ne kişilerle ne de kişilikleriyle meselemiz olmaz. Ta ki kişilikleri memlekete zarar verir hale gelene kadar. Bizi, cumhuriyetin var oluş sebeplerini yerle bir ederek, milletimizi ülkemizi devletimizi dünyaya sefil ve rezil ederlerken, bunları yaptıkları an tam da bu noktada gereken sözü söylemeyi, gereken soruyu sormayı asla geride bırakmayız. Açıkçası benim konuşmam tam da bu eksendeydi.”

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın, 2 gün önce tutuklanan ve yerine kayyum atanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i kastederek kullandığı “Şehrin emini terör yandaşı olamaz” ifadelerine de yanıt veren İmamoğlu, şöyle konuştu:

“Ne kadar uydurma safsata bir kısım cümleleri içerin iddianameyi okuduğumda ben o iddianameyi yere fırlattım. Utanç duydum. 10 yıl önceki telefon görüşmesiyle birini terörist ilan eden anlayış, o itham açıkçası dün o sözü söyleyen İçişleri Bakanına döner bumerang gibi vurur. Şimdi buradan hatırlatma yapmak isterim. 10 yıl önce Fethullah Gülen’e nasıl övgüler düzdüğünü hatırlatayım. 10 yıl önce Türkiye’de ‘Türkçe Olimpiyatları geldiği aşamayla maşallahı hak ediyor’ diyen sensin. Organizasyonu düzenleyen sensin, İçişleri Bakanı olan zat sensin. Sponsor katkısı sağlayan da sensin. 10 yıl önce terör örgütüyle kol kola olan sensin.

Ne diyelim şimdi? Dönüp senin söylediğin sözleri sana mı ifade edelim? Tam olarak senin cümlelerini de o döneme dair seçersen şöyle mi diyelim? “Sureti aktan görünüp, diğer taraftan fikriyle zikriyle terör örgütüyle bir olunmaz” deyip sana mı hatırlatalım. İçişleri Bakanı terör yandaşı olamaz mı diyelim? Nasıl, hoşunuza gitti mi sayın İçişleri Bakanı? Siz önce bakanlığınızı kim yönetiyor ona bakın. Ben İçişleri Bakanı’na seslenmek istiyorum. Sana bile haksızlık yapılsa, ona bile karşı duracak insanlar var bu salonda.”

Paylaşın

Bakırhan: DEM Parti Olarak Çözümden Yanayız Çözüme Hazırız

Yeni çözüm süreci tartışmalarına ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Henüz bir süreç yok. Kimi kanalları açtığımızda, maşallah, her şeyi konuşuyorlar, çözülüyorlar. Bizim olmadığımız ortamlarda yapıyorlar. Türkiye’de böyle bir gelenek de var. Muhatabının dahil olmadığı tartışmalarla sorunlar tartışılıyor. Muhatabın kendisi orada yok, muhatabın ne dediği orada yok ama birileri onun üzerine defalarca yorum yapıyor. Henüz bir tartışma düzeyindedir. Bir sürece evrilir mi evrilmez mi bu konuda çok emin değiliz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Karşımızda iktidar ve ortakları var. Ne kadar tutarlılar, samimiler, Ortadoğu’daki bu girdaba kapılmamak için samimi bir şekilde meseleyi masaya yatırıp diyalog ve müzakereyle çözmeye çalışacaklar mı bilmiyoruz. Basında yazıldığı gibi kapalı kapılar arkasında bir diplomasi yok, bir görüşme yok. Basın üzerinden iktidar ve ona bağlı aktörlerin sözleriyle değerlendirmeye çalışıyoruz. Biz nerede miyiz? Biz bu tartışmaların bir sürece evrilmesini canı gönülden istiyoruz. Biz müzakere için varız. DEM Parti diyalog için var, müzakere zeminini büyütmek için var. DEM Parti çözüme dair toplu iğne ucu kadar bir ışığı görse dahi bunu değerlendirmek için bütün örgütleri ve seçmenleriyle birlikte çalışır. İşte bunun için bu tartışmaları yakinen takip etmemiz gerekiyor.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı “Çand Amed Kongre Merkezi”nde halk buluşması düzenledi. Toplantıya çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi de katıldı. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, burada yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı:

“Çok önemli bir süreçte önemli bileşenimizle bir arada olmaktan mutluluk duydum. Bu tür süreçler başta olmak üzere biz çalışanlarımızla, örgütümüzle, mücadele eden arkadaşlarımızla birlikte oturur, uzun uzun değerlendirmeler yaparız. Nasıl yol alacağımıza hep birlikte karar veririz. Yaptığımız tartışmalar sonucunda da birlikte kararlaştırdığımız düşünceleri hayata geçirmeye çalışırız. DEM Parti ve geleneğinden gelen bütün siyasi partiler böyle çalışır. Bugüne kadar zulüm ve baskıya rağmen hala Türkiye’nin en önemli siyasi zemininin sahibi olmamızın bir sebebi de birlikte tartışıp karar almamız ve birlikte hayata geçirmemizdir. Bu kıymetli ve değerli geleneği bugün de önümüzdeki günlerde de hayata geçireceğiz.

Çok önemli gelişmeler oluyor. Dünya kapitalist emperyalist sistemi büyük bir bunalım içinde, ciddi bir kriz yaşıyor. Ciddi bir belirsizlik var. Uzun uzadıya sistemin yaşadığı krizlerin üzerinde durmayacağım ama bu krizlerin en önemli göstergelerinden biri de gelir dağılımı. Dünya hiç olmadığı kadar çok adaletsiz bir anlayışla karşı karşıya. Birkaç büyük şirketin elde etmiş olduğu kar bile bir kıtada yaşayan insanların bütün gıda ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeydedir. Birkaç insan, birkaç yüz milyon insanın tüketeceği gıda kadar kar edebiliyor. Bu kardan da taviz vermeden, daha da fazlasını elde etmeye çalışıyor. Bu da ciddi bir krize sebebiyet veriyor. Kapitalizmin krizi aşmak için yıllardır başvurduğu bir tek yöntem var. Krizi şiddetle ve çatışmalarla ötelemeye çalışıyorlar.

Rusya’daki devrimden sonra, kendi içlerindeki krizlere ilişkin ittifak sağladılar ama Sovyet sistemi çözüldükten sonra kapitalizm daha büyük bir bunalım içine girdi. Çünkü artık pay edecekleri yerler kalmadı. Vekalet savaşlarıyla ve doğrudan savaşlarla, elde edecekleri rantı ve karı düşünerek pervasızca bir yönelim içine giriyorlar. Bu krizin, bu çatışmaların merkezinde de Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyası bulunuyor. Türkiye bu krizin hemen yanı başında, göbeğinde bulunuyor. Ortadoğu’ya baktığımız zaman bir savaş alanına benziyor. Sadece İsrail-Filistin arasında bir çatışma yok; Suriye’nin durumu ortada, Irak ortada, İran’ın durumu ortada, Türkiye’nin son 40 yılda yaşadıkları ortada. Savaşın neredeyse her yere sıçrama ihtimali var. Biz de hem Kürdistan coğrafyası olarak hem de Türkiye olarak bu savaş girdabının tam merkezinde yaşıyoruz.

Kaos, kriz ve ciddi bir girdap var. Bulaşanı içine alan, değiştirip dönüştüren; bulaşanın yıkıldığı, yakıldığı bu süreçte Türkiye bu girdabı atlatabilir mi? Biraz son süreçte yaşanan tartışmalar bunun üzerinedir. Evet, tehlikeli bir girdap var ve bu girdaptan kurtulmanın tek yolu- hangi ülke olursa olsun- kendi toplumsal barışını sağlamaktır. Kendi toplumsal barışını sağlamayan, kendi içindeki farklılıkları yok sayan, klasik inkar anlayışıyla devam eden ülkeler bu girdaba kapılabilir.

Sonuçları da bütün ülkelerde yaşayan halkları, emekçileri etkileyeceği için bu mesele hepimizi, en başta da yönetenleri ilgilendirmektedir. Bir noktada karar vermek lazım: Ya bu çatışmalı sürecin içinde yer alınacak ya da bu çatışmalı süreçte en güvenli olan seçenek tercih edilecek. Güvenli olan toplumsal barışı sağlamaktır, Kürtlerle barış sağlamaktır. Rejimin bugüne kadar reddettiği, yok saydığı, yok etmeye çalıştığı halklarla ve inançlarla toplumsal barışı sağlamaktır. Daha adil olmaktır, ekonomik adaleti sağlamaktır. Daha fazla demokrasi ve özgürlüğü hayata geçirmektir.

Dolayısıyla Ortadoğu’daki bu gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor. Bizlere de büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Maalesef iktidarlar bu konuda çok gözü kara, güçlü gözüküyor. Yarını hesaplamadan, bunun ülkesini ne kadar etkileyeceğini bilmeden ya da bilse dahi iktidar koltuğunu korumak için bu süreçlere kendi ülkesinin halkını sürüklüyorlar. Biz hem Ortadoğu’daki bu çatışma ve kaosa hem de Türkiye’deki iktidar ve muhalefet arasındaki kutuplaşmaya Üçüncü Yol fikriyatını öneriyoruz. Ortadoğu’daki bu çatışmalara ne kapitalist-emperyalist sistemin enerji ve ticaret yollarını denetime alması ne de kendi ülkelerindeki halkları, inançları ve emekçileri yok sayan tekçi otoriter sistemler çözüm getirir. Ortadoğu’da halklar ve inançlar özgürce kendilerini yaşatmalılar, kendilerini yaşatacakları zeminlerin güvencesi verilmelidir.

Türkiye’de de öten beri DEM Parti’nin tutumu bellidir. Biz bu ülkenin en temel meselelerinden birinin Kürt sorunu olduğunu defalarca dile getirdik. Bu salonda oturan bütün arkadaşlarımız çok büyük bedeller ödedi, emek verdi. Bütün yönelimlere rağmen, hala burada olmanın, bu meseleyi sahiplenmenin, çözümü için mücadele etmenin ne kadar kıymetli olduğunu anlatmaya gerek yok ama bu salonun savunduğu düşüncelerin bugün hayata geçme sürecidir. Biz diyoruz ki Türkiye’de yüz yıldır yok sayılan en başta Kürtler olmak üzere halklar ve inançlarla toplumsal barış sağlanmalıdır. En büyük güvenlik SİHA’lar, İHA’lar, sınırlardaki yüz binlerce elinde tüfekle bulunan kolluk kuvvetleri değildir; bir ülkenin en büyük güvenliği kendi içinde sağlamış olduğu barışıdır.

Şimdi yönetenlere soruyoruz: Gerçekten böyle bir ülke güvenli bir ülke midir? Oturup bunun üzerine tartışmak gerekiyor. Kendi sorununu çözen hiçbir ülke ne girdaba girer ne de uluslararası hegemonik güçlerin hayata geçireceği oyunlara gelir. İç barışını, toplumsal barışını sağlayan hiçbir ülkenin güvenlik sorunu olmaz. Güvenlik sorunu olan ülkeler kendi içinde sorun yaşayan ülkelerdir. Güvenlik kaygısı duyan ülkeler kendi içindeki sorunları çözemeyen ülkelerdir. Onun için Türkiye’nin önünde tarihsel fırsatlar bulunuyor. Tarihsel fırsat demişken de Türk-Kürt ilişkileri Türklerin Anadolu’ya geldiği günden bu yana yeniden mercek altına alınmalıdır.

Türklerin Kürtlerle kurmuş olduğu doğru temeldeki ilişkiler, her zaman tarihte yeni atılımlara ve yeni süreçlerin başlangıçlarına sebebiyet vermiştir. Malazgirt’ten Kurtuluş Savaşına kadar tarihe iyi bakarsak Kürtlerle doğru temelde kurulan saygın ilişkiler her zaman Türkiye’de yaşayan halkların ve inançların lehine sonuçlar yaratmıştır. Ama birileri bunu görmemiştir, görmek istememiştir. Kürt-Türk tarihsel ilişkilerini kendi iktidarı için araçsallaştırmışlardır bugüne kadar. Ancak önümüzdeki günlerde artık ya bu ilişkileri reddedecekler ya da demokratik bir temelde Kürt-Türk ilişkilerini yeniden bir zemine oturtacaklar.

“DEM Parti olarak çözümden yanayız, çözüme hazırız”

Biz nerede miyiz? Biz buradayız ve bu konudaki düşüncelerimiz hiçbir zaman değişmedi. Kürt-Türk ilişkilerinin demokratik bir zemine oturmasını savunuyoruz, destekliyoruz. Yakın zamanda bunun için çok önemli bir fırsat da ortaya çıktı. 43 aydır ailesi ve avukatlarıyla hukuksuzca görüştürülmeyen Sayın Öcalan’ın Milletvekilimiz Ömer Öcalan’la görüşmesi hem bizlerde hem de emekçilerde, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlarda, geçimini sağlayamayan esnafta büyük bir umut yarattı. En son Bursa’da bir etkinliğe katılmıştım. Görüşmeden sonra, Kürtlere negatif bakan insanlar dahi ‘Artık bu mesele bir biçimiyle çözülsün, önemli bir zemin var’ dediler. Evet, Sayın Öcalan çok net bir şey söyledi. ‘Bu çatışma ve şiddet zemininden çıkılması için elimden gelen bütün katkıyı sunmaya hazırım. Bu konuda kendime güveniyorum’ dedi. Ne büyük bir şans ortaya çıktı.

Sayın Öcalan bu meselenin diyalog ve müzakere ile çözülmesini istiyor. Onun kurmuş olduğu parti olan KCK de üst düzeyde açıklamalar yaparak Sayın Öcalan’ı işaret etti. Kürtler, emekçiler, bileşenlerimiz, ittifaklarımız işaret ediyor. Bu zeminin doğru değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini hep birlikte göreceğiz. Bu toplantıları da tam da Türkiye’de yapılan son tartışmalar için yapıyoruz. Sizden bir şey kaçırdığımız yok. Halkımıza her zaman açığız, açık olmaya devam edeceğiz. Bu bizim için büyük görev ve sorumluluktur. Onun için bu tartışmaları birlikte yapacağız.

Henüz bir süreç yok. Kimi kanalları açtığımızda, maşallah, her şeyi konuşuyorlar, çözülüyorlar. Bizim olmadığımız ortamlarda yapıyorlar. Türkiye’de böyle bir gelenek de var. Muhatabının dahil olmadığı tartışmalarla sorunlar tartışılıyor. Muhatabın kendisi orada yok, muhatabın ne dediği orada yok ama birileri onun üzerine defalarca yorum yapıyor. Henüz bir tartışma düzeyindedir. Bir sürece evrilir mi evrilmez mi bu konuda çok emin değiliz. Karşımızda iktidar ve ortakları var. Ne kadar tutarlılar, samimiler, Ortadoğu’daki bu girdaba kapılmamak için samimi bir şekilde meseleyi masaya yatırıp diyalog ve müzakereyle çözmeye çalışacaklar mı bilmiyoruz.

Basında yazıldığı gibi kapalı kapılar arkasında bir diplomasi yok, bir görüşme yok. Basın üzerinden iktidar ve ona bağlı aktörlerin sözleriyle değerlendirmeye çalışıyoruz. Biz nerede miyiz? Biz bu tartışmaların bir sürece evrilmesini canı gönülden istiyoruz. Biz müzakere için varız. DEM Parti diyalog için var, müzakere zeminini büyütmek için var. DEM Parti çözüme dair toplu iğne ucu kadar bir ışığı görse dahi bunu değerlendirmek için bütün örgütleri ve seçmenleriyle birlikte çalışır. İşte bunun için bu tartışmaları yakinen takip etmemiz gerekiyor.

Bizim bugün burada sizinle paylaşacağımız şeyleri sizin de halkımızla, halklarımızla kendi yerelinizde paylaşmanız gerekiyor. İnsanlar yalan yanlış bilgi almamalıdır. Hem Saray medyasında hem de onun dışındaki ulusalcı ve ırkçı tartışmalardan etkilenerek yanlış düşünceye sevk edilmemelidir. Gidip halklarla, emekçilerle konuşacağız. Siirt’teki Araplarla, Kars’taki Terekemelerle, Azerilerle konuşacağız. Türkiye emekçileriyle konuşacağız. Bu toplantıları Türkiye’nin dört bir yanına yayarak da aslında partimizin duruşunu hep birlikte ortaya koyacağız.

“Bu tartışmaların bir sürece evrilmesi kıymetlidir ama ortada bir süreç yoktur”

Büyük bir potansiyelimiz var. Eğer bu potansiyeli doğru örgütleyebilir ve doğru harekete geçirebilirsek, bugün bu tartışmaları yürütenlerin meseleye nasıl baktıklarının bir anlamı olmaz. Eğer gerçekten halkları, emekçileri, bu gidişattan memnun olmayanları ve bu sorunun müzakere ve diyalogla çözülmesini isteyenleri örgütleyebilirsek hiçbir sistem istesin istemesin bu talebin karşısında duramaz. Bu barışı toplumsallaştırmak gerekiyor. Asıl barışı yapacak olanlar Türkiye halklarıdır. Asıl barışı getirecek olanlar bu salonda oturanlar ve bu salonda oturanların ulaşacağı milyonlardır. Basınç oluşturmadan, kendi taleplerimizi duru bir şekilde ortaya koymadan kendi partimize ve bu müzakere konusunda rol oynayacak aktörlere güçlü bir destek veremezsek, iktidarın iki yetkilisinin ağzından çıkanlarla yetinmek durumunda kalırız.

Onun için bir sürece evrilmesi değerlidir, kıymetlidir ama bir süreç yoktur. Bu süreci yaratacak olan bizim kendi gücümüz ve örgütlülüğümüzdür. Gücünüz, sözünüz ve örgütünüz kadardır. Eğer örgütünüz güçlü değilse sözünüzün de bir kıymeti harbiyesi yoktur. Sözünüz ne kadar doğru olursa olsun, maalesef günümüzde ve dünyada siyaset böyledir. Gücün örgütün kadardır, sözün örgütün kadar dikkate alınır. Dolayısıyla örgütümüzü büyütüp güçlendireceğiz. İttifaklarımızı geliştireceğiz. Yerelde barış isteyen partilimiz olsun olmasın bütün çevrelerle bir araya gelerek bu tartışmaları yapmamız gerekiyor.

Barış Türkiye halkının aleyhine bir durum değil. Barış sadece Kürtlerin lehine bir sonuç oluşturmuyor. Kars’ta hayvan yetiştiren Terekemeleri de ilgilendiriyor. Siirt’teki Arapları da Karadenizlileri de ilgilendiriyor. Amed’de ve Mardin’de yaşayan Süryani’yi, Ermeni’yi de ilgilendiriyor. Barış en çok da kadınları ve gençleri ilgilendiriyor. Barış hepimizi ilgilendiriyor, hepimizin lehine bir sonuç ortaya çıkarıyorsa demek ki bizim örgütlenme sahamız biraz önce saydığım Türkiye’nin yüzde 80’ine tekabül ediyor. Emekçidir, büyük çoğunluğu yoksuldur, ötekidir. Alın terinin hakkını alamıyor, dilini konuşamıyor. Memleket demokratik değil, özgürlükler yok. Dolayısıyla tam da bu meseleyi anlatabileceğimiz büyük bir kesim var. Onun için bizlere büyük sorumluluk düşüyor.

‘Barış herkese kazandırır’ sözünü en ücra köye ve köşeye ulaştırmak ve barışı herkesin ortak talebi haline getirmek bizim en temel meselemizdir. Bugün de toplanma gerekçemizin en önemli ayaklarından biri budur. Siz buna dahil olacaksınız, siz götüreceksiniz, siz örgütleyeceksiniz. Siz Türkiye’nin dört bir yanında, “Bu böyle gitmez. 3 trilyon dolar Kürtler demokratik haklarını kullanmasın diye harcanmasın, emekçiye ve çiftçiye harcansın” diyebilirseniz bu tartışmalar bir sürece evrilebilir. Aksine rehavete kapılırsak, bir süreç varmış da arka kapılar arkasında trafik yürüyormuş gibi davranırsak 2013-15 tarihindeki Çözüm Süreci gibi yine devletin jopuyla ve mahkemeleriyle karşı karşıya kalabiliriz. Sistemler hiçbir zaman kendileri istediği için çözüme gelmemiştir. Kurumlar, topluluklar ve halklar istediği için bir çözümü benimsemek zorunda kalmıştır.

Bütün örgütsel yapımız bu salondadır. Biz zorlayacağız. İyi niyetli olsalar da olmasalar da biz zorlayacağız. Sayın Öcalan çok net söyledi. Bundan daha kıymetli bir şey olmaz. ‘Buyurun, hukuki ve siyasi zemini oluşturun, ben varım’ dedi. O zaman buyurun o zemini oluşturun, oluşturalım. Devlet aklı ve iktidar burada nerede duruyor, ne kadar samimidir emin olun onu bilmiyoruz ama hep birlikte önümüzdeki günlerde öğreneceğiz.

Bu tartışmalar bir taraftan yürüyor. Ancak bir taraftan zulüm, ekonomik kriz, eko-kırım, kadın kırımı, gençlerin yaşadığı sorunlar devam ediyor. Gün yok ki gençler uyuşturucu batağına batmasın, kadınlar katledilmesin. Gün yok ki eko-kırım olmasın. Buraya gelmeden önce okuduğumuz haberlerde, yine iktidara yakın firmaya ağaçları keserek 5 yıldızlı oteller yapma izni verdiklerini gördük. Bir taraftan tartışmaların bir sürece evrilmesi için yoğun çalışmalar yürüteceğiz ama öbür taraftan da bugüne kadar yürüttüğümüz mücadeleyi ve direnişi büyüterek devam edeceğiz.

Nerede bir fabrikada grev varsa orada olacağız, nerede bir haksızlık varsa orada iktidarın politikalarını eleştireceğiz. Nerede bir insanımızın haksız ve hukuksuz yere hakkı gasp ediliyorsa onun yanında duracağız. Tekirdağ’da işçinin yanında duracağız. Karadeniz Hopa’da ovasını, suyunu, toprağını savunan Reşit’in yanında olacağız. Haksızlık hukuksuzluk karşısında geçmişten daha çok duracağız. Yani ‘bir tartışma var oturup izleyelim’ demek en başından halkın aleyhine çevirebilir. Onun için rehavete kapılmadan, bu tartışmaların bir sürece ve toplumsal barışa evrilmesi için anahtarın halklarımız olduğu bilinciyle hareket edeceğimiz önemli bir döneme girdik.

“Çözüme evet ama eğer onurlu bir barış olacaksa”

Bu konuda belki daha sonra konuşacağız. Yetkili organlarımızın bu konuda tartışmaları var. Orada dile getirilen düşüncelerimizi izlemenizi öneririm. Çünkü bu süreç hassas bir süreçtir. Bu süreçte daha çok yetkili kurullarımızın ne dediği, hangi açıklamaları yaptığı çok önemlidir. Çünkü yerellerimiz de bu yapılan tartışmaları kendi yerellerinde yapmak ve oradaki bütün kesimlere ulaşmak durumundadır. Kısaca şunu söylemek istiyorum: Çözüme biz varız, elimiz çözüm ve müzakere için her zaman açıktır ama kimse bu süreci iktidarı için, koltuğu için araçsallaştırmasın. Çözüme evet ama tasfiyeye hayır. Çözüme evet ama eğer onurlu bir barış olacaksa. Çözüme evet ama gerçekten demokratik bir Türkiye olacaksa, demokratik bir cumhuriyet olacaksa. Çözüme evet ama ezilen-ezen ilişkisinin pervasızca ezilenin aleyhine işlediği, ekonomik adaletin olmadığı bir Türkiye olsun istemiyoruz.

Umutlu olun; güçlüyüz, diz çökmedik ve mücadelemizi bugüne getirdik. Herhalde bu salonda devletin sillesini yemeyen, hücresini görmeyen tek bir arkadaşımız yok. Sanırım bu 40 yıllık süren çatışmalarda bedel ödemeyen tek bir insanımız yok. Bunu bir sonuca ulaştırmanın önemli bir arifesindeyiz. Sonuca ulaştıracak olanlar bu bedeli ödeyenlerdir, emek verenlerdir. İşinden ve aşından fedakarlık yaparak gece gündüz halkın içinde olan, halkını örgütleyen, vazgeçmeyen sizlersiniz. Bu vazgeçmez tutumunuzun bizi olumlu bir noktaya götüreceğine olan inançla hepinizi tek tek saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

Bakırhan’dan “Esenyurt” Açıklaması: Kayyım Darbesini Tanımıyoruz

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in görevden alınıp yerine kayyım atanmasına tepki gösteren DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Türkiye halkları 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıklara giderek kayyım uygulamasının iflas ettiğini ilan etmişti” dedi ve ekledi:

“Buna rağmen AKP-MHP iktidarı tarafından İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanarak darbeci anlayış bir kez daha hayata geçirilmiştir. Bu apaçık bir darbe ve halklara karşı komplodur. Biz bu darbeci ve gaspçı zihniyeti Hakkari’den, Diyarbakır’dan, Van’dan ve Kürt halkının iradesine atanan tüm kayyım pratiklerinden biliyor, tanıyoruz.”

Tuncer Bakırhan, “Cumhuriyet herkesindir diyenler, kent uzlaşısıyla kazanılan Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atayarak halk iradesini tanımadıklarını göstermiştir. Demokrasinin ve hukukun asgari gerekliliklerini dahi ortadan kaldıran kayyım darbesini tanımıyoruz. Bu darbeci zihniyete karşı bütün demokratik kamuoyunu halk iradesine sahip çıkmaya davet ediyoruz. Bugün Esenyurt Belediyesi’ne sahip çıkmak, halk iradesine, ortak yaşam idealine sahip çıkmaktır” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, gündeme ilişkin Yeni Yaşam Gazetesi’nden Selman Çiçek‘e değerlendirdi. Tuncer Bakırhan’ın açıklamaları şöyle:

Devlet Bahçeli’nin ilk olarak Meclis’te vekillerinizin elini sıkması ardından grup toplantısında ‘Öcalan Dem Parti grubunda konuşsun’ çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bahçeli ve partisi, Kürt meselesine yaklaşım konusunda geçmişten bu yana hep en uçta yer aldı ve yok saydı. Böylesi bir ismin baş müzakereci olarak Sayın Öcalan’ı işaret etmesini ve muhataplığını kabul etmesini önemli görüyorum.

Bahçeli’nin Kürt meselesini çözme yaklaşımı ve yöntemi konusunda aramızda uçurumlar var. Bu yüz yıllık köklü meselenin çözümü konusunda yıllarca Sayın Öcalan’ın tarihsel ve toplumsal rolüne hep dikkat çekiyorduk. Bu nedenle hep siyasi linçlere maruz kaldık, hakkımızda davalar açıldı, birçok arkadaşımız tutuklandı. Ama tarih bizi haklı çıkardı. Bir meseleyi ancak muhataplarıyla çözebilirsiniz. Bahçeli’nin de niyetini tam bilmemekle beraber bu noktaya gelmesi kayda değerdir.

İktidarı ve Bahçeli’yi bu açıklamaya iten nedir?

Türkiye Ortadoğu’da artan gerilimlerle ilgili ciddi bir riskle karşı karşıya. İsrail’in Gazze ve Lübnan’a saldırılarının İran ve Suriye ile devam edeceğini düşündüğümüzde, önümüzdeki dönem Ortadoğu’da köklü değişimlerin olabileceğini öngörmek zor değildir. Yüz yıl önce kurulan Sykes-Picot düzeni değişerek, yeni bir siyasal, idari düzen kendisini dayatacak. Dışarıdaki bu gelişmeler Türkiye için hesap-kitap yapma zorunluluğu doğuruyor. Ortadoğu kaynaklı risklere ve tehditlere karşı Türkiye içeride ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel boyutları olan çoklu krizlerle boğuşuyor.

Ortadoğu’da değişim için çanlar çalarken, Türkiye çoklu krizler içerisinde. Dolayısıyla devlet rasyonalitesi gereği bu duruma dair hesap-kitap yapmak gerekirdi. Türk devlet geleneği her bölgesel ve küresel dönüşüm döneminde, hamle yapıp konum almıştır. Bu bağlamda iktidarın ve Bahçeli’nin açıklamalarını bölgesel riskler ve tehditlere karşı içerinin çok boyutlu durumu arasındaki denge üzerinden okumak gerekir.

DEM Parti uzun bir süredir ‘Muhatap Öcalan’dır’ söylemini kullanıyor. İktidar, uzun yıllar bu gerçekliğe gözünü kapatırken Bahçeli’nin sözleri ile değerlendirirsek Öcalan’ın rolü ve misyonunu nasıl değerlendirmek lazım. Partinizin bu konudaki tutumu nedir?

Muhataplık meselesine dair şunu hatırlamakta fayda var. Bu yeni bir tartışma değildir. 1994 yılında Öcalan’ın çözüm tartışmalarına dair ‘Bir Muhatap Arıyorum’ kitabı dahi bulunuyor. Tarihsel ve toplumsal gerçeklikleri kendimize göre eğip bükemeyiz. Bu açıdan ‘Muhatap Öcalan’ derken bizim değil, 93’ten bu yana somut olarak başlayan bir süreçten bahsediyoruz. Geçtiğimiz hafta kendisinden alınan mesajda da ifade ettiği üzere şartlar oluşursa sorunu çözecek teorik ve pratik güce sahibim dedi. Muhataplık budur. Çözüm yoluna sahip olan, siyasal ve ideolojik çerçevede kabul gören, irade ortaya koyan tarafı tarif eder. Öcalan yine Özal dönemindeki ilk ateşkes sürecinde karşı tarafta muhatap bulamıyorum demişti.

Parti olarak kısa vadede iki yüz yılı, uzun vadede daha uzun bir süreyi kaplayan Kürt sorununun gelip dönüştüğü Gordion düğümünde bizler demokratik siyaset ayağında elimizden geleni yapmak istiyor ve buradan çözüm tartışmalarına güç vermek istiyoruz.

Sorun sadece siyasi değil bugün, birçok veçhesi var ama en önemli veçhesi Öcalan’ın dahil olduğu çerçevedir. Öcalan’ın Türkiye’de Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme konularında oyun kurucu bir aktör olduğunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca Ortadoğu’daki somut etkisi ve fikri gücünün Türkiye halkları için ön açıcı olduğunu yakından takip eden herkes biliyor. Bunu devletin kendisi de kabul ediyor.

Geçmiş deneyimlerimizden de hareketle, barış talebini toplumsallaştırmak, iktidarı ve devleti çözüme zorlamak için mücadele edeceğiz. Sorunun çatışma ve şiddetten hukuk ve siyasi zemine geçmesi olarak formülize edilen durum, bizim tam da rolümüzü tarifliyor.

43 aydır ağır bir tecrit var, devlet kurumları ‘tecrit’ kelimesini asla kullanmazken Bahçeli’nin ‘tecrit’ kavramını kullanması bu politikanın itirafı olarak mı okumak gerekiyor?

Bu çok aleni bir itiraftır. Yıllarca tecrit kavramının kendisine dair tecrit uygulandı. Ana akım siyasi çevre ve medyada hiçbir şekilde Sayın Öcalan üzerindeki tecridin konuşulmasına izin verilmedi, yok sayıldı.

Bütün hukuki hakları elinden alınan, ailesi ve avukatlarıyla görüşülmesine izin verilmeyen Sayın Öcalan üzerindeki tecride dikkate çeken herkes AKP-MHP iktidarının polis ve yargı eliyle hışmına uğradı. Kürtler başta olmak üzere partimiz ve demokratik kamuoyu ısrarla tecridin kalkması için eylem ve etkinlikler düzenledi. Hakkari’den, Van’dan, Amed’ten, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere birçok kentten insanlar tecridi duyurmak ve kırmak için Gemlik’e aktı. Milyonların ‘tecrit kalksın’ talebi görmezden gelindi. Bu itiraf, hukukun iktidar eliyle nasıl araçsallaştırıldığını da çok iyi gösteriyor.

Tüm bu gelişmeler karşısında partinizin tutumu ve mesajı nedir?

Partimizin tutumu nettir. Biz sorunların muhatapları esas alınarak demokratik müzakereyle çözümünden yanayız. Konjonktürel ve taktiksel yaklaşımların Türkiye’yi bir süre sonra daha riskli denklemlerin içerisine sokacağı hususunda netiz. Mesajımız şudur: Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürt meselesinin demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi iktidarı ve siyasi kişileri aşan tarihsel bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu ne kadar erken yerine getirirsek, Türkiye halklarına o kadar iyilik yapmış oluruz. Biz müzakereye de mücadeleye de hazırız.

Yine Bahçeli konuşmasında ‘umut hakkının’ pazarlık konusu yapılabileceğini söyledi. Oysaki ‘umut hakkı’ temel bir haktır. ‘Umut hakkı’ konuda düşünceleriniz nelerdir?

Amasız fakatsız, umut hakkı pazarlık konusu edilemez diyoruz. Umut hakkı temel bir haktır ve hukuk buna imkân vermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2014 yılında Abdullah Öcalan’ın umut hakkına dair “ihlal” kararı verdi. Türkiye hukukunda da bunun uygulanması gerekiyor. Çünkü uluslararası anlaşmalara taraftır ve uygulamakla yükümlüdür.

İktidar cephesinde bu gelişmeler konuşulurken CHP Lideri Özgür Özel, önce Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etti, ardından 6 Kürt ilini dolaşmaya çıktı. Ancak gezi kesintiye uğradı. CHP’nin bu adımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt meselesinin çözümünü tek başına iktidarın insafına bırakmamalıyız. Bu konuda CHP başta olmak üzere bütün toplumsal muhalefetin, emek ve meslek odalarının, demokrasi güçlerinin, aydın, yazar ve sanatçıların daha fazla sorumluluk alması gerektiğini düşünüyoruz. Çözüm ve barış yanlıları müştereklerini daha da arttırmalı.

Özgür Özel’in ve CHP’nin  insiyatif alması Kürt sorununun demokratik çözümünde katalizör etkisi yaratabilir. Sayın Özgür Özel’in son günlerde Kürt meselesinin çözümüne dönük olumlu yaklaşımları ve açıklamalarını önemli görüyoruz. CHP’nin Kürt sorununun demokratik çözümü ve onurlu barış konusunda güçlü bir programla kamuoyunun önüne çıkması iktidarı ve devleti çözüm konusunda ileri bir noktaya götürebilir. Cumhuriyetin kurucu partisi CHP’nin sembolik ve siyasi önemi Türkiye’nin tarihsel ve siyasal sorunu olan Kürt sorununda demokratik çözüme katkı sağlayacaktır.

Türkiye’de demokrasiye gidecek yol Kürt kavşağından geçer. Yıllarca bu tarihi ve toplumsal kavşağı görmezden gelenler, inkar edenler çözüldü, görenler ise büyüdü, kritik eşikleri aştı. Tarihte de yakın dönemde de bu gerçekliğe şahitlik ettik. CHP’nin Türk-Kürt ilişkilerinin demokratik bir karaktere kavuşması konusunda daha cesur adımlar atmasına ihtiyaç var.

İktidarın söylemleri ile eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir yandan ‘Barış’ söylemleri telaffuz edilirken Amed mitingi yasaklandı, cezaevlerinde tutsaklar ağır şartlarda kalıyor ve tecrit devam ediyor. Söylemlerin samimi olması için hükümetin acil olarak ilk yapması gereken nedir?

AKP-MHP iktidarını bir araya getiren Çöktürme Planı’nın çöktüğü apaçık ortada. Peki yerine ne konacak? Bu konuda iktidarın kafası karışık görünüyor. Bu sebeple biz defalarca hem muhalefet partilerinin hem de toplumsal kesimlerin toplumsal barış konusunda insiyatif alması, iktidarı barışa zorlaması gerektiğini söyledik. İktidarın önünde iki yol var. Ya demokratik çözümün gereğini yapacaklar ya da 31 Mart 2024 seçimlerinde aldıkları yenilginin katmerli halini bir hezimet olarak yaşayacaklar. Kendilerinden öncekiler gibi tarihin kaybedenler sayfalarında yer alacaklar. Bu kapsamda, eğer demokratik çözüm niyeti varsa iktidarın ilk yapması gereken şey, Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecridin kaldırılması ve Kürt meselesinin demokratik çözümü ile Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacağı koşulların oluşturulmasıdır.

Parçası olduğunuz demokrasi güçlerinden, toplumsal kesimlerden, sol güçlerden beklentiniz nedir, bu süreçte nasıl bir rol oynamalı?

Bugün küresel siyasetteki gelişmeler uluslararası sistemde fırtınalara yakalanmış durumda. Dünyanın her yerinde hâkim ruh hali ‘belirsizlik’ olarak karşımıza çıkıyor. Çatışma ve savaşlar gün geçtikçe geniş bir alana yayılıyor. Böyle bir tablo içinde düzen sarsılıyor, kutuplaşmalar artıyor. Başta ekonomi olmak üzere her şey türbülansa yakalanıyor. İstikrarsızlık ve kaos derinleştikçe geleneksel yapılar, ortaklıklar dağılıyor; yerini daha esnek ve stratejik ittifaklara bırakıyor. Herkes bu iklimden en az zararla çıkmak için alternatif politikalar üretmek, en iyi birlikteliği sağlamak istiyor. Çaresiz ve örgütsüz kalmak istemeyen halklar, demokratik bir çatı aramaya devam ediyorlar.

Tam da böylesi bir tablodan bakında Türkiye’de mücadele eksenin ne olması gerektiği de beliriyor. Türkiye’de derin bir kriz vardır ve krizin vardığı boyut, tüm toplumu her yönden kuşatmakla kalmayıp, yaşamın irili ufaklı tüm alanlarında somut olarak görülmektedir. Bu kriz ekonomik, sosyal, siyasal, ideolojik, askeri, kısaca yaşamın her alanında büyüyerek sürüyor.

DEM Parti’nin gövdesini oluşturan Kürt demokratik hareketi ile Türkiye’nin devrimci, sosyalist güçleri, Kürdistanî siyasal güçleriyle yapılan seçim ittifakları hep olageldi ve bundan sonra da olacaktır. Ancak asıl olan seçim süreçleriyle sınırlı olmayan, uzun vadeli bir mücadele birliğidir. Bu ittifakın esas güçleri ise iktidar ve kurulu sömürü ve baskı düzeni karşısında konumlanmayı benimseyen güçlerdir.

İnanarak ifade ediyorum. Tam da bugün sol sosyalist siyaset çok daha fazla kenetlenmelidir. Daha kapsamlı birliklerin, ittifakların bugün her zamankinden daha zorunluluk haline geldiği ve aynı zamanda daha elverişli koşullara sahip olduğumuz gerçeği ile karşı karşıya bulunduğumuzun bilinciyle hareket etmek durumundayız. Bu bakımdan az olsun benim olsun anlayışı veya bir alanla sınırlı kalma, hedefi yüksek tutmama hepimize kaybettiren bir sürece dönüşür. İktidarı yeni hamleler yaparken devrimci, demokratik muhalefet yetersiz kalmamalıdır. Sürecin ve dönemin ruhuna denk daha kapsamlı bir demokrasi çatısına ihtiyaç var. Tarihsel sorumluluğumuz var, herkes üzerine düşeni yapmalıdır.

Ömer Öcalan Abdullah Öcalan ile görüştü. Bu görüşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz. Öcalan ne gibi mesaj verdi?

Yıllar sonra Sayın Öcalan ile bir görüşme yapılması barış ve çözümden yana herkeste bir umut ve heyecan uyandırdı. Çünkü, İmralı’dan çıkan her ses durgun suya atılan taş gibidir. Bir anda siyaset hareketleniyor, çözüm ve barış imkânı konuşuluyor. Bu sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu ve dünyada birçok devlet ve kesim Sayın Öcalan’ın ne dediğini merak ediyor.

Sayın Öcalan, tarihi Kürt ve Türk ilişkilerinin demokratik bir zemine kavuşması için yoğun bir çaba içerisinde olduğunu belirtmiş. Türkiye’de sağlanacak olası bir çözümün Ortadoğu’daki kaosun da önüne geçilebileceğini paylaşmış. Hem Ortadoğu sahasını çok iyi bilmesi ve teorik yetkinliği birçok çevrenin görmediği riskleri ve imkanları görmesini sağlıyor. Gelişmeleri yakından takip ediyor. Demokratik siyasette kuru kavga yerine müzakere ruhunun büyütülmesi ve siyasetin ciddi bir uğraş olduğu, buna göre davranılması gerektiğini aktarmış.

2 saate yakın yapılan değerlendirmenin özeti, Ömer vekilimizin kamuoyu ile paylaştığı mesajdır. Bu mesajın başta devlet olmak üzere herkese tarafından doğru okunması ve anlaşılması gerekiyor.

Ahmet Özer tutuklandı ve Esenyurt’a kayyım atandı. Bu konudaki görüşleriniz nedir?

Türkiye halkları 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıklara giderek kayyım uygulamasının iflas ettiğini ilan etmişti. Buna rağmen AKP-MHP iktidarı tarafından İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atanarak darbeci anlayış bir kez daha hayata geçirilmiştir. Bu apaçık bir darbe ve halklara karşı komplodur.

Biz bu darbeci ve gaspçı zihniyeti Hakkari’den, Diyarbakır’dan, Van’dan ve Kürt halkının iradesine atanan tüm kayyım pratiklerinden biliyor, tanıyoruz. Cumhuriyet herkesindir diyenler, kent uzlaşısıyla kazanılan Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atayarak halk iradesini tanımadıklarını göstermiştir. Demokrasinin ve hukukun asgari gerekliliklerini dahi ortadan kaldıran kayyım darbesini tanımıyoruz.

Bu darbeci zihniyete karşı bütün demokratik kamuoyunu halk iradesine sahip çıkmaya davet ediyoruz. Bugün Esenyurt Belediyesi’ne sahip çıkmak, halk iradesine, ortak yaşam idealine sahip çıkmaktır.

1 Ekim’den bu yana yürüyen tartışmalarda sessizliğini koruyan Erdoğan, çarşamba günü grup toplantısında konuştu. Bu grupta “Kürt kardeşlerime sesleniyorum” dedi. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Konuşmayı dinledik. Kendi grup toplantısı konuşmamızda da kısmen fikir belirttik. Erdoğan’ın konuşmasını iki eksende değerlendirebiliriz. Birincisi Cumhuriyet’e dair söylediklerinde önemli vurgular vardı. 2015 sonrası ilk defa farklı şeyler ifade etti. Cumhuriyet’e dair söylemleri teorik düzeyde önemliydi. Cumhuriyetin tek bir etnik grubun değil, azın değil çoğun cumhuriyeti olmalıdır sözleri önemli. Fakat söylem ve tutarlılık aynı değil. Cumhuriyet’e dair dediklerinin gecesinde Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atandı. Bu pratiğe bile bakıldığında halen azın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmaya devam ettiğini görüyoruz. Böyle olunca sözün pek bir önemi kalmıyor.

İkinci ekseninde Kürt meselesi vardı. Adını koymadığı, muhatabını belirsiz hale getirdiği bir tanım ve niyet beyanında bulundu. “Rabbim ömür ve fırsat verirse bu meseleyi ülkemizin gündeminden tamamen çıkartarak, millete hizmetle geçen 40 yıllık siyasi hayatımızı taçlandırmak niyetindeyiz” dedikten sonra Kürt meselesinin adını ve muhataplarını ifade etmekten kaçan bir anlayış çözümü nasıl getirecek? Muhatapları ayrıştıran, sorunu tanımlamaktan kaçan bir yaklaşım yüz yıllık sorunu nasıl çözecek? Geçmiş deneyimlerden biliyoruz ki, bu yöntem denendi. Başarısız oldu. Halihazırda yüz yıllık mesele orta yerde durmaya devam ediyor.

Paylaşın

Özel’den “Aday” Açıklaması: Bizim Sorunumuz Yok, AK Parti’nin Adayı Kim?

Partisinin cumhurbaşkanı adayı ile ilgili tartışmaları sorulan CHP Lideri Özgür Özel, “CHP’nin aday sorunu yok, esas AK Parti’nin adayı kim? Erken seçim istemiyorlarsa Erdoğan aday olamıyor. Biz geç karşımıza diyoruz, hodri meydan diyoruz. Gelmeyip kaçıyorsa, kendisi aday olamayacak demektir” dedi.

Kayyım atanan Esenyurt Belediyesi’ne ilişkin açıklamada bulunan Özel, “”Bugün tüm milletvekillerimizle sıcak gündemi konuşacağız. Bir gözümüz Silivri’de, kulağımız, elimiz Esenyurt’ta. Milletvekili arkadaşlarımız Esenyurt’u hiç boş bırakmayacak” dedi.

“Esenyurt, CHP belediyesi tarafından yönetilirken 2004 yılında AKP tarafından kazanıldı” diyen Özel, şu ifadeleri kullandı: “100 binin altında teslim ettiğimiz Esenyurt’tu 1 milyon nüfusla geri aldık. Esenyurt, kent suçları müzesi gibidir. Esenyurt’un canına tak etti de Esenyurt’u alıp bize verdiler. Yalanla, dolanla, 10 yıldır parti üyemiz olan bir kanaat önderini ‘bölücü örgüt üyesi’ diye yaftalayıp, suç işletebilecekleri birisini buraya kayyım diye atadılar. .. Rantı yönetmek istiyorlar”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin milletvekilleriyle Basına Kapalı Grup Toplantısı öncesi basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Özel’in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:

“Esenyurt, CHP belediyesi tarafından yönetilirken 2004 yılında AKP tarafından kazanıldı. 100 binin altında teslim ettiğimiz Esenyurt’tu 1 milyon nüfusla geri aldık. Esenyurt, kent suçları müzesi gibidir. Esenyurt’un canına tak etti de Esenyurt’u alıp bize verdiler.

Yalanla, dolanla, 10 yıldır parti üyemiz olan bir kanaat önderini ‘bölücü örgüt üyesi’ diye yaftalayıp, suç işletebilecekleri birisini buraya kayyum diye atadılar.

Resmi olarak Adalet Bakanlığı’na görüşme talebimizi ilettik. Mesai bitimine kadar tamamlanmadığı için Adalet Bakanlığı’nın gerekli prosedürü tamamlamasını bekliyoruz. Dünün yoğunluğu içinde onu yetiştiremediler. Pazartesi günü ziyaretle ilgili bir talebimiz var. Pazartesi günü Silivri’ye gidip sevgili başkanımızı ziyaret etmek istiyoruz.

Hepsi gerekçelerini bize bildirdiler. Mansur Bey, daha sonra başka bir etkinliğe katıldılar. Belediye başkanlarına ‘bir gün sonra şurada olun’ dediğinizde orada olma imkanları yok. Sadece 3 belediye başkanı değil, daha fazla belediye başkanı gelemedi. Çağrıya uymadıkları için değil, kamu görevlerini aksatmamak için.

Fezleke gelecekse gelir, ona benim diyecek bir şeyim yok. Akın Gürlek üzerinden incinmişler anlaşılan. Elindeki adam bumerang gibi. Atıyoruz atıyoruz geri geliyor. Seyyar giyotin. Yeni kumpaslara ihtiyaç var? yaparsa Akın yapar, demişler. Bakan yardımcısıydı, başsavcı yaptılar.

Sosyal medyada çok popüler tartışmalardır. MYK toplantımız bitti, otobüsün üstünde konuştuk. Ben Kemal Bey’in o değerlendirmelere iştirak ettiğini bilmiyordum. Ben bütün muhalefete uyarı yaptım. Sine-i millet demek, istifa ettim demek. Biz 140 milletvekili istifa ettik, Anayasa ‘ara seçim yapacaksın’ diyor sadece boşalan yerler için. Biz erken seçim istiyoruz, ara seçim yapılıyor. Seçime giremeyeceksin. AKP-MHP milletvekillerini alacak, 400 vekilin üzerine çıkacak ve referanduma gitmeden anayasayı değiştirecek.

Sine-i milleti savunmak tuzağa düşmektir. Maalesef sosyal medya odaklı birtakım arkadaşlar var sayın Genel Başkanı’nın iletişimine katkı sağlayan. Onlar sosyal medyaki tansiyon üzerinden böyle bir paylaşım yaptılar herhalde. Daha sonra sayın Genel Başkanımızın, Fikret Bila’ya bir düzeltmesini gördüm, ‘Benim dediğim sine-i millet ile erken seçim istesinler demek istiyorum’ demek istemiş. O doğru.

CHP, seçime bugünden hazır durumda. Aday belirleme noktasında da en geniş mutabakatı sağlayacağız. Bizim 1,5 milyonu aşan üyemiz var. Ben kendim aday olmayacağım. Tek başıma aday olmayacağım gibi tek başıma aday da belirlemeyeceğim. Partinin yetkili organları var ama biz bunu en geniş mutabakatla yapacağız. CHP’nin aday sorunu yok, esas AK Parti’nin adayı kim? Erken seçim istemiyorlarsa Erdoğan aday olamıyor. Biz geç karşımıza diyoruz, hodri meydan diyoruz. Gelmeyip kaçıyorsa, kendisi aday olamayacak demektir.”

Esenyurt’a atanan kayyumun ardından sıranın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) olduğuna yönelik yorumlar da sorulan Özel, “Bu operasyondan sonra hedefte İBB mi var? Kafaları hiç karışmasın, alınlarını karışlarız” cevabını verdi.

Paylaşın

Kavala’dan Cezaevinde Yedi Yıl Açıklaması: Yargı Siyasetin Etkisi Altında

“Gezi Parkı Davası” kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan iş insanı Osman Kavala, cezaevindeki yedinci yılı için yaptığı açıklamada, “AİHM kararları hiçe sayıldı, yargı üzerinde siyasetin etkisi arttı” ifadelerini kullandı.

Osman Kavala, “Bu süre boyunca masumiyet karinesinin çiğnendiği, temelsiz iddiaların, yalan beyanların kullanıldığı bir yargılama süreci yaşadım” dedi.

Osman Kavala, cezaevinde yedinci yılı doldurdu. Kavala, tutukluluğunun yedinci yılında yazılı açıklama yaptı. Bu süre boyunca masumiyet karinesinin çiğnendiği, temelsiz iddiaların, yalan beyanların kullanıldığı bir yargılama süreci yaşadığını söyleyen Osman Kavala’nın açıklaması şu ifadelerle sürdü:

“AİHM 2019 yılında suç sayılan bir faaliyette bulunduğuma işaret eden bir delil olmadığına hükmetmişti. Gezi davası aynı nedenle beraatle sonuçlandıktan sonra yargı üzerinde siyasetin etkisi arttı. AİHM kararını uygulamamak ve beraat kararlarını bozmak için aleni biçimde yasalarla oynandı. Yasalardaki tanımlara aykırı biçimde bir casusluk suçlaması kurgulandı.

Bu suçlama siyaseten de kullanıldı, insan haklarını ve “öteki” sayılanların hayatlarını değersiz gören düşman hukuku uygulamaları teşvik gördü. Böylece, hiçbir şiddet eylemiyle ilişkim olmadığı bilinmesine rağmen en ağır cezaya çarptırıldım, dört Gezi tutuklusu da aynı yaklaşımla 18 yıla mahkûm edildi. Cezalar Yargıtay tarafından onanınca, şunu anladım ki yargı mensupları sakıncalı buldukları insanlara ceza verme yetkisine sahip olduklarına inanıyor. Bu insanların suç işlemediklerini biliyor olmalarına rağmen.

Yargıda insan hayatına değer vermeyen anlayışın yaygınlaşmasının, kamuoyunda infial yaratan birçok olayda olduğu gibi, temel etik değerlerle ilgili bir aşınmayı da yansıttığı düşüncesindeyim.

60 yaşımdan sonra aktif biçimde yaşayabileceğim hayat diliminin büyük bölümünü cezaevinde geçirmiş oldum. Eşimle hayatı paylaşamadım, annemle, sevdiklerimle birlikte yaşayamadım. Yıllardır yürüttüğümüz, barış ve uzlaşma kültürüne katkı sağladığına inandığım sivil toplum çalışmalarını sürdürmem engellenmiş oldu.

Cezaevinde kendimi bir yurttaş olarak hissetmeyi sürdürebilmek için, maruz kaldığım, şahit olduğum hukuksuzlukları kamuoyu ile paylaştım, uyarıcılık sorumluluğumu yerine getirmeye çalıştım.

Hayatımın hatırlayabildiğim en erken döneminden itibaren ağaçları tanımama imkân veren, kamu mekânını başkalarıyla paylaşmayı öğrenmemi sağlayan Gezi Parkı’nın her yaştan ve sınıftan yurttaşlarımız tarafından kullanılan bir park olarak kalması benim için bir teselli kaynağı.

Ancak, bana asıl teselli verecek olan, ülkemde hukuk devleti yönünde gelişmeleri görmek olacak. Bunun olacağına ve gerçekten özgürlüğü teneffüs edebileceğime inanıyorum.”

Paylaşın

Üç Ayda En Az 142 Hayvan Katledildi

Hayvan hakları savunucuları tarafından “Katliam Yasası” olarak adlandırılan yasanın kabul edilmesinden bugüne kadar geçen 3 aylık sürede en az 142 hayvan katledildi.

Verilere göre, Ağustos ayında en az 43, Eylül ayında 46, Ekim ayında ise 52 hayvan katliamı yaşandı.

AK Parti’nin sokak hayvanlarının katledilmesine dair hazırladığı Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Cumhur İttifakı oylarıyla 30 Temmuz’da Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildi.

Hayvan hakları savunucuları tarafından “Katliam Yasası” olarak adlandırılan yasanın kabul edilmesinin ardından hayvanlara yönelik katliamlar artarak devam ediyor.

Komşunum Nöbetteyim topluluğunun hazırladığı verilere göre, yasanın geçtiği günden bugüne geçen 3 aylık sürede en az 142 hayvan katledildi. Hayvanlara yönelik kötü muamele ve işkencelerin sayısında da artış yaşandı.

Verilere göre, Ağustos ayında en az 43, Eylül ayında 46, Ekim ayında ise 52 hayvan katliamı yaşandı. Barınaklardan sokaklara birçok yaşam alanında hayvanlara yönelik saldırı, işkence ve katliamların arttığı da verilere yansıdı.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

Esenyurt’ta Kayyım Protestosu: Darbe Vurgusu

31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde, CHP’den Esenyurt Belediye Başkanı seçilen Ahmet Özer’in tutuklanıp yerine kayyım atanmasına ilişkin Esenyurt Meydanı’nda miting düzenlendi.

Haber Merkezi / Siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilcilerinin yanı sıra çok sayıda yurttaşın katıldığı mitingde, “Direne direne kazanacağız”, “Hak, hukuk, adalet”, “Kayyım gidecek, biz kalacağız”, “Her yer Esenyurt, her yer direniş”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Bijî biratîya gelan” sloganları atıldı.

Mitingde, “Biz buradayız bir aradayız, Ahmet başkanımızın yanındayız” pankartı açılırken, “Her yer direniş, her yer Esenyurt”, dövizleri taşındı.

Mitingde, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu konuşma yaptı. Konuşmalarında ‘darbe’ vurgusu yapan Hatimoğulları, Özel ve İmamoğlu, kayyım uygulamasına direneceklerini kaydetti.

Mitingde ilk olarak DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları konuştu: “Dün bir darbe yapıldı. Bu darbeyi yapan otoriter rejimi kınıyoruz ve asla kabul etmiyoruz. Esenyurt, Türkiye’nin en büyük ilçesi, burası herkesin tüm farklılıklarla bir arada yaşadığı bir yer. Tam da farklılıklarınız bir arada olduğunuz için kent uzlaşısıyla kazanılan bu darbeyi asla kabul etmiyoruz ve kınıyoruz.

Onlar iç barıştan bahsediyor. Evet, Türkiye’nin iç barışa ihtiyacı var. O zaman kent uzlaşısını sağlamış, iç barışı sağlamış bir ilçenin başkanını neden şafak operasyonu yaptınız? Bugün Esenyurt halkının iç barışına darbe yapıldı. Asla kabul etmiyoruz. Kayyım demek halkın seçme ve seçilme hakkını almaktır, kayyım demek sizlerin iradesine darbedir, kayyım demek seçilmişler belediyeyi yönetemez benim atayacağım memur yönetecek demektir. Bu da otoriter rejim demektir.

Biz kayyım rejimini Van’da Hakkari’den biliyoruz. Bu rejimin ne kadar tehlikeli olduğunu deneyimledik. Buradan bütün demokrasi güçlerine sesleniyoruz, kayyım rejimine izin vermeyelim. Hukuku demokrasiyi ayaklar altına alan kayyım rejimine direnecek miyiz demokratik bir cumhuriyet için hep birlikte direneceğiz. Cumhuriyetin 100 yılında demokratik cumhuriyeti inşa etmek için demokratik paydada buluşacağız ve kazanacağız. Mücadelemiz mübarek olsun.”

“Seçimlerde bükemediğiniz bu bileği yasaklarla ve kayyumlarla bir milim bile bükemeyeceksiniz”

Hatimoğullar’ından sonra İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, konuştu: “Sevgili dostlarım, sevgili hemşehrilerim, benim güzel komşularım, yıllardır, 30 yılı aşkındır birlikte yaşadığım sevgili Esenyurtlu hemşehrilerim, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Bu meydanlar böyle dolmamalı. Bugün bu meydanların dolma biçimi, bir araya gelme biçimimiz gerçekten üzüntü vericidir. Ama bir hak arama mücadelesidir.

Bugün burada Esenyurt’un güzel insanları var, memleketimizin karması var. Doğusundan batısından, güneyinden, kuzeyinden, Karadeniz’den, Doğu, Güneydoğu, İç Anadolu’dan yerden. Türkü, Kürdü, Alevi’si, Sünni’si burada. Esenyurt sadece 1 milyonun yaşadığı ilçe değil; aynı zamanda koca bir yürek.”

Ne yazık ki her gün bir başka şaibeli sürecin içerisindeyiz. Bir başka karanlık hamlenin peşinde koşan bir iktidarla karşı karşıyayız. Şimdi de Esenyurt’un üzerine kirli bir oyun kurguluyorlar. Uzun yıllardır tanıdığım bilim insanını, bu memleketin yetiştirdiği bir profesörü, bütün Esenyurt’un katılımı ve büyük desteğiyle seçtiği Ahmet Özer başkanımızı uyduruk sebeplerle terörist ilan edip, tutuklayıp, Esenyurt’u kayyuma emanet ettiler.

Bakın az önce söyledim. 2019 yılından bu yana seçildiğimiz 31 Mart gününden bu güne hep aynı uygulamaları, hep sandıkta kaybettiklerini yargı aracıyla geri almak istemediler mi? İşte bugün de yaptıkları aynı şey. Milletin onlara vermediği yetkiye siyasi güdümlü mahkemeler aracılığıyla ulaşmak istiyorlar. Önümüzdeki seçimi bugünden kazanmak ve tahakküm altına almak için şimdiden milleti baskı altına almak istiyorlar. Ama yapamayacaksınız.

Hukuk görüntüsü altında yaptıkları bu utanç verici uygulamaların altında kalacaklar. Bakın bunlar yalanı, iftirayı, uydurmayı yemek gibi yiyorlar. Bakın Ahmet Özer başkanımıza atılan iftiraları, tutuklama gerekçelerini size bir kısım anlatayım. Neymiş mantıken uzaktan yakından yanına yaklaşılmaz. Neymiş Ahmet Özer başkanımız ile terör örgütü arasında varmış gibi gösterilmek istenen ilişkinin kanıtı olarak ortaya konan inanın okursanız gülersiniz, iddialara baktım hemen elime uzandı 7 sayfalık iddiayı akşam 10 dakikada okudum.

Ben hukukçularımızdan özür diliyorum, o iddianameyi yazanın derhal psikiyatriste gitmesi lazım. Anlaşılmaz, akıldan ve gerçeklikten uzaktır. Örneğin bakın savcılık diyor ki; neymiş efendim terör örgütü ile bağını gösterir en önemli telefon görüşmesi diye tanımladığı madde var. Mehmet Kaya adlı vatandaşa annesinin cenazesinden dolayı taziyede bulunuyor. Vatandaşın acısını hafifletmek amacıyla söylenilmiş sözü bağlamından koparmak ve buradan terör örgütü bağlantısı kurmak nasıl bir akıl ürünüdür? Bunu bir insan nasıl düşünür anlayamıyorum.

Bunun için böyle bir hamleyi yapmak için insanlıktan, hukuktan, gelenek, göreneklerimizden, izandan hiç nasip almamış olmak gerekir. Bakın siz buradan iktidara sesleniyorum, burası önemli. Siz bakan yaptığınız, vekil yaptığınız, devletin önemli kademelerine getirdiğiniz arkadaşlarınız bir yakınını kaybedince onun kardeşi terör örgütü üyesiymiş diyerek taziyede bulunmuyor musunuz?

Aklını, vicdanını, başkasına kiraya vermemiş hiç kimse, bu işin bir siyasi operasyon olduğunu bilir. Biz asla dilsiz şeytan olmadık, olmayacağız. Hak kimin ise o hakkı savunmak Ekrem İmamoğlu’nun boynunun borcudur. İktidar hukukun akışını tersine çevirmiştir. İktidar ne yazık ki, herkese yaftalamaktadır.

Bu kardeşiniz neredeyse 6 yıldır bunların yalanlarıyla, iftiralarıyla uğraşmıyor mu? Uydurma teftiş, müdahalelerle uğraşmıyor mu? Allah aşkına ahmak davası nedir? Böyle bir dava olur mu? Bunların işi yargı eliyle Ahmet Özer başkanımıza terörist yaftası yapıştırılıyor, tutuklanıyor, ondan sonra ‘hadi kendini akla’ deniyor. Bu ne vicdansızlık? Sergilemekte olduğunuz bu oyunun önce hukuk olduğunu kanıtlayın. Böyle hukuk olmaz.

Siz önce milletin sandıktan çıkan iradesine saygılı, demokratik meşruiyete sahip bir iktidar olduğunuzu kanıtlayın. Bakın daha da önemlisi; hep diyorum ki 86 milyon insan, 86 milyon yurttaş, 86 milyon eşit hissedar, 86 milyon benim canım insanım diyorum her yerde. Bunu niye söylüyorum? Bu iktidar önce bu millete olan sevgi ve saygısını kanıtlasın. Ama kanıtlayamaz. İlk günden bugüne bunlar oy verenler vermeyenler diye ayırdı mı? Oy verenlere iyi vermeyenlere terörist dedi mi?

Bunlar kötü insanlar. Bu lafları diyenler kötü insanlar. Biz kardeşliğin sevgisinin tüm kötülüğü bertaraf etmek için buradayız. Bir insanı sevmesi için tek şeker yeter. Biz hepimizi çok seviyoruz yaradandan ötürü demiyor muyuz? Bunlar bütün bu ahlaklı, erdemli, o güçlü mirası yok sayıyorlar. Bu anlamda biz bu toplumun özellikle ifade edeyim ki, eninde sonunda biz bu sorunu aşacağız. Hep birlikte bu kötülükten kurtulacağız.

Asla vazgeçmeyelim. Bunlar çatışma isteyecek, kutuplaşma isteyecek, kavga, kaos isteyecekler. Bunlar ülkenin huzurunu, vatandaşın refahını düşünmeyecekler. Bunlar tek bir güne bile huzurla, güler yüzle günaydın bile kalkınmasını istemeyecekler. Ama biz buna teslim olmayacağız. Ben sizinle uğraşacağım buradan söylüyorum. Bu kadar net.

Bu kötülükle mücadeleyi büyüteceğiz. Cumhuriyete ve demokrasinin çürütülmesine asla seyirci kalmayacağız. Atamızın, milletimizin ize emaneti olan bu Cumhuriyeti yüzyıllar yaşatacağız. Asla bu Cumhuriyeti geldiği yere, o oligarşik, monarşik anlayışa, otoriter anlayışa asla teslim etmeyeceğiz. Cumhuriyetimizi ve ülkemizi yoran bu zigzaglarla zorlu dönemi bitirip dün ne başardıysak yarın da birlikte başaracağız. Bunları hep birlikte evine göndereceğiz.

Bizi ne yasaklar ne mahkemeler ne tehditler ne de kumpaslar durduramaz. Milletin sözünün başladığı yerde muktedir olduğunu düşünenlerin zulmü biter, bunu unutmayın. Zalimin zulmünü yok edecek olan demokrasilerde milletin sözüdür. Yeter söz milletin dendiği yıllar da vardır. En güzeli egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

Bakın şu bileği görüyor musunuz? Seçimlerde bükemediğiniz bileği yasaklar, tutuklamalar, kayyımlarla 1 milim bile eğemeyeceksiniz. Çünkü kendi iradesini milletin iradesinin üstünde görenler artık bu ülkede muktedir kalamayacaklar. Buna hep birlikte son vereceğiz. Bu ömrü bu yola adayacak milletin sesi ve iradesine vurulmak istenen darbeyi alaşağı edecek milyonlarca vatandaşımız var.

Biz meselelerimizin çözümünü gizli, saklı hesaplardan, çıkar hesaplarında aramıyoruz. Ortak değerlerimizde arıyoruz. Kimsenin hakkını yememekle, herkesin hakkını ona teslim etmekte arıyoruz. Her bir vatandaşımızın özgürce söylediği sözde, toplumsal uzlaşı ve mutabakatlarda arıyoruz. Esenyurt’ta iki elimizi de sıkmadan, saklamadan açtık.

Gönlümüzü açtık kardeşlerimize. Sadece Kürt kardeşlerimizle değil, Kürt vatandaşlarımızla değil bütün kardeşlerimizle, vatandaşlarımızla elimize gizli bir sözleşmeyi, diğerinde isen tehdidin şantajın sopasını hiç saklamadık, her şeyimiz açık olduk. Çünkü biz gönlümüzü açtığımız insanlarımızın canım vatandaşlarımızın olduğunu biliyoruz. Şartsız, samimiyet ve güvenle açtık.

Benim tek şartım var, o benim vatandaşım, onun kızı benim kızım, onun oğlu benim oğlum, hanımefendiler başımın tacı, beyefendiler başımın tacı. Burada biz hep birlikte oturduk, konuştuk. Anlaştık. Medeni rekabetle her daim vatandaşımıza baktık. Hep beraber kazanmanın tadına varma yolunu seçti.

Ahmet Özer’i seçmedi mi Esenyurt? Esenyurt’ta kucaklaşanlar barışı, huzuru, kardeşliği istedi. Esenyurt’ta geçmiş yıllarda yapılan talanı bertaraf edip buradan uzaklaştırdık diye dua ediyor. Esenyurt’u o akıl bir daha yönetemeyecek. Esenyurt’ta kapalı kapılar ardından kimsenin kariyer hesapları yapılmadı. Esenyurt’ta herkesin kendini özgürce ifade ettiği, toplumsal mutabakat sağlama gayreti gösterildi.

Siz ne yaptınız? Kucaklaştınız. Peki bugün yargının sopasıyla sizin inşa ettiğiniz o barış ve huzur ortamı bertaraf edilmek istenmiyor mu? Ayıp değil mi? Milletin iradesini yok saymak Cumhuriyetimize, demokrasimize yakışıyor mu? Buradan onlara sesleniyorum, ellerinizi gizlemeyin, ellerinizi açın gösterin, arkanızda sakladığınız öbür elinizi de açın.

Baltanızı, balyozunuzu, sopanızı, tehdidi, şantajı bir kenara bırakın. Milletle sözleşme mi yapmak istiyorsunuz? Sözleşmeler verilen sözlerle yapılır. Önce milletin tercihlerine saygı sözü verin. Seçme özgürlüğünü sağlayın, milletin seçtiklerine değer verin. Milleti sizi seçmediği için cezalandırmayacağını garanti edin. Milletin egemenliğine, iradesine halel getirmeyeceğinizi garanti edin.”

“Bu darbeye karşı dimdik ayaktayız, biriz birlikteyiz, hep beraberiz”

İmamoğlu’nun ardından CHP Genel Başkanı Özgür Özel söz aldı. Özel konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Ahmet Başkan her sabah sekiz buçukta gittiği belediyeye davet edilse gidebilecekken sabah 5’te kırarak evinin kapısına dayandılar. Eşi telaşla kapıyı açtı, izah etmek yerine ittirip geçtiler. Özer’in yatak odasına gidip kendisini bizzat uyandırdılar. bunu bilerek yaptılar. oradaki kötü, ahlaksız, kanunsuz muamele eninde sonunda bir kez daha bu milletin vicdanından dönecektir. Eş zamanlı belediyeye gidip devletin belediyesinin kapısını balyozla kırdılar.

belediye Meclis üyesi avukatlar yetişip aramaya tanıklık etmek istedi, içeri alınmadı. Ne evde ne de belediyede avukat vardı. Ahmet Başkan’ın ilk kez gördüğü bir kitap taslağını bile tutuklanırken gerekçe diye gösterdiler. Onunla görüşmüş, bununla görüşmüş… 10 yıldır dinliyorduk diyor. 10 yıl geriye kimin teröristle konuştuğuna gidersek; AKP’de FETÖ mensubu olmayan bir kişi kalmaz.

Diyor ki 2015 yılında, Remzi Kartal’la belli sayıda telefon görüşmesi yapıyorsun diyor. Bir bakıyorsunuz yıllar sonra AKP’li milletvekilleri oturmuşlar Remzi Kartal’la aynı masada yemek yemişler. Bu meydanda konser verilmiş, şarkıcı gelmiş. Bu şarkıcıyı getirmek terör örgütüyle ilişkiliymiş. Terörse eğer onu dinleyen Esenyurt Kaymakamını ne yapacağız?

Yapılan iş, önce Esenyurt’un sonra İstanbul’un son olarak da Türkiye’nin iradesine ipotek koymaktır. FETÖ’dan kalma kumpaslardan medet umarak Ahmet Özer’i görevinden uzaklaştırıyorlar. Bir de diyorlar ki terör sorununu biz çözeceğiz ama Türkiye’de Kürt sorunu yoktur diyorlar.

Bir ülkede bir sorun varsa sorunun sahibine sorulur. Eğer o ülkede bir sorunun olup olmadığına yaşayanlar değil yönetenler karar veriyorsa o ülkede diktatörlük vardır. Bugün Kürt sorunu yok diyenler, kayyım politikalarıyla Kürt sorununun var olduğunu sadece Türkiye’ye değil, bütün dünyaya ilan etmişlerdir. Sen Recep Tayyip Erdoğan’ın Zekeriya Öz’üsün Akın Gürlek. Bu vicdansız bu millete hesap verecektir.

Özgür Özel, Ahmet Özer’in mesajını okudu. mesajda şunlar yer aldı: “İlk sözümüz personel ve arkadaşlarımın işlerine dört elle sarılmasıdır. Vatandaş asla mağdur olmamalıdır! Daha güçlü çıkacağım ve hizmetlerime kaldığım yerden devam edeceğim.”

Özel şöyle devam etti: “Recep Tayyip Erdoğan, ahmak davasıyla mı kumpas davasıyla mı onlan mı bunlan mı diye düşünme. Aklından geçeni piyonlarına, cellatlarına yaptırmaya çalışma. Cesaretin varsa, zaten bıçak kemikte, kaçma çık karşıma.

Çık karşıma, biz seçime hazırız, el mi yaman bey mi yaman. Varsa cesaretin, sayın Erdoğan, bir ses duyuyorum. Sen duyuyor musun? Sen dün sözünü dündün, maşanla silahşörünle talimatınla sözünü söyledin. Çirkin kayyumunu, Beyoğlu’nda partili kaymakam olan kişiyi dün vali yardımcısı yapıp Esenyurt’un başına yolladın.

Bak Esenyurt’un meydanı sözüne karşı ne diyor duyuyor musun? Hükümet istifa diyorlar. Bir daha söylüyorum Erdoğan, Esenyurt meydan tek yürek tek ses sana sesleniyor. Hükümet istifa diyorlar. Senin seçim kaybetme korkun, Esenyurt’tan başlayıp İstanbul’u, İstanbul’dan sonra Türkiye’yi kuşatma planının farkındayız. İstiyorsun ki kutuplaşma olsun, gerilim olsun vatandaş derdini konuşamasın. İşsizlik var, yoksulluk var, hayat pahalılığı var, enflasyon yüksek.

Belli ki ortada bir koltuk hesabı var. Belli ki bir al ver hesabı var ama emin ol ki Esenyurt da sana göstermiştir ki milletin hesabı, halkın hesabı koltuk hesabını bozacak. Türkiye’nin daha fazla geriye götürülmesine hiç kimsenin tahammülü yok. Artık geriye dönüş yoktur. Herkesi sesini yükseltmeye davet ediyorum.

İktidarda kalmak için illa da illa bir anayasa değişikliğine ihtiyaç var. Önce Numan Kurtulmuş’u yolladılar. Dedim ki ne konuşuyoruz? Anayasa’ya uymayan biriyle Anayasa olur mu? Gezi tutsakları, Can Atalay içerideyken, AYM kararlarına uyulmazken, AİHM kararları tanınmazken, Kürtlerin seçtiği neredeyse bütün siyasiler tutukluyken ne anayasası?

Devlet Bahçeli eliyle Kürt sorununu görmeyen bir açılım yaptılar. Bir kişi konuşacak, bir kişi istediğini alacak bu al ver ile herkes istediğini alacak. Buna karşı toplumsal mütabakat çağrısı yaptım, yapmaya devam ediyoruz. Anaların gözyaşlarını durmasına, terörün bitmesi ve şehitlerin gelmemesi için her şeye varız; gizli pazarlıklara anayasa değiştirmeye yokuz.

Bazı sosyal medya hesaplarından DEM Parti, CHP, muhalefetten çekilsin, sine-i millete çekilsin, erken seçim yapılsın çağrıları yapılıyor. Sen çekilmişsin, AKP-MHP giriyor. Mevcut vekil sayısını arttırıp, ne sana ne bana başka kimseye ihtiyacı olmadan Anayasa’yı değiştiriyor; canı ne istiyorsa onu yapıyor. Buradan bütün muhalifleri uyarıyorum. Sine-i millet demek erken seçim demek değildir. 90 gün sonra ara seçim demektir. Bu tuzağa kimse düşmesin.

Ama biz erken seçim için ne gerekiyorsa onu yaptırmaya sesimizi yükseltmeye hep beraber mecburuz. BEN CHP’nin genel başkanı olarak sizlere söz veriyorum ki tüm kurumlarımızın gücüyle örneğin yarın, sabahleyin yarın grup toplantımızı Ahmet Özer’i ziyaretimizin hemen sonrasında Silivri Cezaevi’nin hemen önünde yapıyorum.”

Paylaşın