Tuncer Bakırhan Hakkında Soruşturma Başlatıldı

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan hakkında, Mardin, Batman ve Halfeti Belediye Başkanlıklarına kayyum atılmasının ardından yaptığı açıklamalar nedeniyle, soruşturma başlatıldı.

Haber Merkezi / Tuncer Bakırhan, “Şunu çok iyi bilsinler ki Seyid Rıza, Şeyh Said, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı da Türkiye halkları da onu yapacaktır” demişti.

İçişleri Bakanlığı, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve DEM Parti Mardin İl Başkanı Mehmet Mihdi Tunç hakkında soruşturma başlatıldığını açıkladı.

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Mardin, Batman ve Halfeti Belediye Başkanlıklarına Başkan vekilleri görevlendirilmesiyle ilgili olarak; Siirt Milletvekili ve DEM Partisi Eş Genel Başkanı Tuncer BAKIRHAN’ın 04.11.2024 tarihinde yapmış olduğu konuşma ve DEM Parti Mardin İl Başkanı Mehmet Mihdi TUNÇ’un 04.11.2024 tarihinde yapmış olduğu açıklama nedeniyle haklarında yasal işlem başlatılmıştır.”

Tuncer Bakırhan ne demişti?

DEM Partili Mardin Büyükşehir, Batman ve Şanlıurfa’nın Halfeti ilçe belediyesine kayyım atanmıştı. Kayyım atamalarına tepki gösteren Tuncer Bakırhan, Mardin’de yaptığı konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı: Bunlar bir taraftan çözüm beklentisi yarattılar, ‘yeni bir süreç’ dediler, ‘normalleşme’ dediler; fakat tam 8 yıl önce 4 Kasım’da yapmış oldukları siyasi soykırımı tekrar ettiler. Bunlar yalancıdır, bunlar riyakardır, bunlar ikiyüzlüdür. Bunlar çözüm dediklerinde zulüm, normalleşme dediklerinde kayyım, adalet dediklerinde adaletsizlikle karşı karşıya kalıyoruz.

Kürt’ü ve Türkiye halklarını reddedenler zannediyorlar ki Kürtler bu kayyımcılara, bu talancılara baş eğecek. Şunu çok iyi bilsinler ki Seyid Rıza, Şeyh Said, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı da Türkiye halkları da onu yapacaktır. Ne onların kayyımı ne zulüm politikaları ne yalanları ne de hileleri bizlere diz çöktüremeyecektir. Seyid Rıza, ‘Yalan dolanlarınızla bize diz çöktüremezsiniz’ diyordu.

Biz de diyoruz ki ne yalan ne talan ne de zulüm Mardin’de, Amed’de, Kürt coğrafyasının hiçbir yerinde bizleri yıldıramayacak, bizlere diz çöktüremeyecektir. Üçüncü dönemdir kayyım atıyorsunuz. Demek ki kayyım politikalarınız karşılık bulmadı. Demek ki seçimde bu kayyım politikalarınız, bu inkar politikalarınız kaybetti. Seçimde kaybettiğiniz bu yerleri şimdi hileyle, yalan dolanla, yalan yanlış yargı kararlarıyla gasp etmeye çalışıyorsunuz.

Değerli halkımız, size söz veriyoruz: Bu kayyımcı anlayışa, sizin iradenizi yok sayanlara asla geçit vermeyeceğiz. Sokakta, Meclis’te, yaşamın her alanında emekçilerle, yoksullarla ve ezilenlerle birlikte bu talancı, bu savaş sever kayyımcı zihniyeti el birliğiyle göndereceğiz. Sizler yanımızda olduğunuz müddetçe, burada olduğu gibi iradenize sahip çıktığınız müddetçe ne talan ne yalan ne kayyım ne de zulüm Kürdistan topraklarında asla karşılığını bulmayacaktır.

Mardin’den çağrımızı yineliyoruz: Bu kayyım sisteminden vazgeçin. Bu kayyım sisteminin kimseye yararı yok, bu kayyım sistemi iflas etti. Tekrar Mardin halkının iradesinin tecelli etmesi için bu yalancı, talancı ve kayyımcı anlayışı bırakın. Eş başkanlarımız yönetimiyle bu kenti yönetsin. Bizler durmayacağız, mücadele edeceğiz, direneceğiz. Bu topraklara barış ve adalet gelinceye kadar, halkımız kendi kimliğiyle eşit yurttaş oluncaya kadar hep birlikte mücadele edeceğimizin sözünü veriyoruz.”

Paylaşın

Özel’den Dervişoğlu’na: Abdestimizden Şüphemiz Yok Ki Namazımızdan Şüphemiz Olsun

CHP Lideri Özgür Özel, Mardin’de yapılan konuşmalar hakkında kendisini suçlayan İYİ Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu’na verdiği yanıtta, “Müsavat Başkan, bizim abdestimizden şüphemiz yok ki, namazımızdan şüphemiz olsun. Bundan sonra da CHP’nin çizdiği her çerçeve en doğru çerçevedir” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Eskişehir’de basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Gazete Duvar’ın aktardığına göre; Özgür Özel’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle: “”Ben muhalefete muhalefet etmeyi doğru bulmam. Muhalefetten bir kötü söz geldiğinde de ‘canı sağ olsun’ dedim. Müsavat Beyin de canı sağ olsun, biraz ayıp etmiş. Şu kadarını söyleyeyim ben o otobüsün üstünde birlikte falan değilim. Bunu trollerden gördüyse kusur.

Yok gerçek bilgi var da böyle söylüyorsa gerçekten ayıp etmiş. Ben sabah kendi kararımı verdim kalktım gittim. Uçaktan indim, bir otobüs olduğunu söylediler. Otobüsün sivil bir otobüs olduğunu söylediler. ‘Üstüne çıkarım’ dedim. Sayın Ahmet Türk bile ‘otobüs sizin’ dediğinde bile ‘Birlikte çıkalım’ deyip Eş Belediye başkanlarını alıp çıktım. Onlar konuşmuşlar, ben uçaktan indim gittim, kendi konuşmamı yaptım.

Açıkçası, Tuncer Bey’in katılmadığım görüşlerinden de haberdar değildim. Orası Tuncer Bakırhan’a bir şey söyleme yeri değil, Ahmet Türk ile dayanışma yeri. Tuncer Bakırhan’ın söylediği cümlelerle mutabakatım yok. Bakırhan’ın söylediği sözlerin zaten ihtiyacımız olan barış sürecine katkısı da yok. Erdoğan ve Bahçeli, barış konuşan, sürekli barışı konuşan Ahmet Türk’ü sustururlarsa, bu sefer barışı ve kardeşliği daha az konuşan, cümlelerinde başka şeyler olmaya başlıyor.

“Abdestimizden şüphemiz yok ki…”

Bu ülkenin yapması gereken proje bir kardeşlik projesiyken, siz kayyım atama gibi şeyler yaparsanız diller sertleşiyor. Tuncer Bey’in konuşmasını duysam da çıkıp orada bir şey demezdim ama daha sonra gördüm konuşmasını. Konuşmasına asla katılmıyorum. Ama beni tanıyan, kardeşi gibi bilen aramızda abi kardeş hukuku olan birinin bu kadar yanlış bir bilgiyi grup toplantısıyla yaymaya katkı sağlaması gerçekten benim açımdan üzücü oldu. Ama yine de son sözümüz, ‘canı sağ olsun.’

Müsavat Başkan, bizim abdestimizden şüphemiz yok ki, namazımızdan şüphemiz olsun. Bundan sonra da CHP’nin çizdiği her çerçeve en doğru çerçevedir.”

Paylaşın

Bakırhan: Kürt Coğrafyasında Ayrı Bir Hukuk Uygulanıyor

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, kayyım atanan Halfeti Belediyesi önünde yaptığı konuşmada, “Emin olun askeri darbe dönemini aratan bir süreçle karşı karşıyayız. Ne demek sen seçemezsin. Ne demek sen seçilmezsin. Batıda ayrı bir hukuk uyguluyor, Kürt coğrafyasında ayrı bir hukuk uyguluyor” dedi ve ekledi:

“Sizlere çok net ve öz taleplerimizi iletmek istiyoruz: Kürtler çözüm istiyor. Kürtler demokrasi istiyor. Kürtler seçtikleri iradenin kendisini yönetmesini istiyor. Kürtler kavga istemiyor. Kürtler çatışma istemiyor. Şimdi siz karar verin, bu sınav sizin sınavınızdır. Çözüm diyorsanız buradayız. Çözüm istiyorsanız İmralı orada. Barış diyorsanız kayyım politikanızdan vazgeçin.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, Halfeti Belediyesine kayyınm atanmasını protesto için ilçeye gitti. Bakırhan ve Hatimoğullarına, DEM Parti Milletvekilleri Meral Danış Beştaş, Sezai Temelli, Ömer Öcalan, Ferit Şeyaşar Dilan Kunt Ayan, Zülküf Uçar, Mithat Sancar, Ayten Kordu, DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, EMEP Genel Başkanı Seyit Arslan, EMEP Antep Milletvekili Sevda Karaca ile yerlerine kayyım atanan Halfeti Belediye Eşbaşkanları Saniye Bayram ve Mehmet Karayılan eşlik etti.

EHP, TÖP, TİP, EMEP, SMF, SYKP, SODAP, KKP, PİA, Devrimci Parti, ESP, İHD, Alevi Bektaşi Federasyonu, KESK’ten çok sayıda isim de ilçeye geldi. DEM Parti heyeti polis ablukasına alınan belediyenin önüne gitti.

Kayyım atanan Halfeti Belediyesi önünde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Bu iktidar bize Kürt oy kullanamaz diyor. Kürt seçemez, seçilmez diyor. Anadilini konuşmaz diyor. Kürt dilini kullanmazsa, Kürt yerel seçimlerde, genel seçimlerde kendi temsilcilerini seçemiyorsa, Kürdün iradesine kayyım atanıyorsa, Kürdün iradesi cezaevine gönderiliyorsa bu iktidara Halfeti’den ‘Kürt ne yapsın’ diye sormak istiyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir darbe biçimi yok. Emin olun askeri darbe dönemini aratan bir süreçle karşı karşıyayız. Ne demek sen seçemezsin. Ne demek sen seçilmezsin. Batıda ayrı bir hukuk uyguluyor, Kürt coğrafyasında ayrı bir hukuk uyguluyor. Sanki barışı onlar istiyor sanki çözümü onlar istiyor da Kürtler istemiyor gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar” dedi.

İktidara tepkisini sürdüren Bakırhan, “Sizlere Kürtler inanmıyor, emekçiler inanmıyor. Çünkü sizler gerçek bir programa, gerçek bir siyasete sahip değilsiniz. Sizler sıkıştığınız zaman kayyıma başvuran, kolluğa yapışan, yargıyı bir sopa gibi kullanan bir anlayışın sahipsiniz. Sizlere çok net ve öz taleplerimizi iletmek istiyoruz: Kürtler çözüm istiyor. Kürtler demokrasi istiyor. Kürtler seçtikleri iradenin kendisini yönetmesini istiyor. Kürtler kavga istemiyor. Kürtler çatışma istemiyor. Şimdi siz karar verin, bu sınav sizin sınavınızdır. Çözüm diyorsanız buradayız. Çözüm istiyorsanız İmralı orada. Barış diyorsanız kayyım politikanızdan vazgeçin” diye konuştu.

Hattimoğulları: Faşizmin ta kendisidir

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hattimoğulları da “Kayyım seçimleri ortadan kaldırmak demektir. Bu iktidarın şu an büyük amacı yerel yönetimlerde seçimleri ortadan kaldırmaktır. Atadığı vali ve kaymakamlarla yeni bir düzen kurmak istiyorlar. Bu faşizmin ta kendisidir. Bu iktidar bir yandan Kürt sorununu çözelim dedi, iç barış diye el uzattı ama diğer diğer eliyle sopayla başta Kürtlerin ve bu ülkede yaşayan bütün halkların tepesine o sopayı indiriyor. Buna biat etmeyenleri de yargı yoluyla, şu an yaptıkları gibi bütün toplumu böyle işgal etmek istiyorlar. Türkiye işgal etmek istiyorlar. Yalandır bunların Türkiye partisi oldukları. Yalandır bunların iş barış dedikleri. İç barış isteyen kayyım atamaz” dedi.

HDK Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş, “.Bu darbeyi kabul etmedik, etmeyeceğiz. Hakkari’de olduğu gibi burada büyük bir direniş var. Direnişinizi selamlıyoruz. Sopalar ile sandıktan çıkamadılar. Yine kaybettiler, yenildiler. Kaybetmeye mahkumlar. Burası Sayın Öcalan’ın memleketi. Bir yandan çağrı yapılıyor, bir yandan disiplin cezaları veriliyor. Çağrı değil adım atın, Özgürlük koşullarını oluşturun. Tecrit demokratik gösterilerek saldırı ile bir yere varamazsınız. Siz darbecisiniz. Sonuna kadar direneceğiz. Herkesi ortak mücadeleye çağırıyoruz” diye konuştu.

EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk, “Bir ellerinde hançer varken el uzatıyorlar. Bu koşullarda barış nasıl olacak? Kürt halkına büyük değer veriyoruz. Türkiye’nin her yerinde kardeşleriniz var. Eğer birlik olursak, tek vücut olursak bu iktidarı da kayyımları da göndeririz” dedi.

Nebiye Merttürk: Diktatörleri koltuklarında indireceğiz

Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk, “Halkı kandırmak istiyorlar. Barış maskesi yüzlerinde durmuyor, o kadar yüzsüzler. Sadece 7 aydır kayyımın borcu ödensin diye büyük bir mücadele verilmiş. 7 ayda bu küçük ilçede büyük bir birikime imza atılmış. Bu mücadeleyi saygı ile selamlıyoruz. Bütün politikaların karşısında direndik. Diktatörleri koltuklarında indireceğiz. Omuz omuza mücadele edeceğiz” diye konuştu.

EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, “Kürt ve Türk işçiler olarak ortak bir mücadele kuramadığımız sürece bu vahşi uygulamalar devam edecek. Kayyımları biran önce geri çekin. Kürt halkının çıkarları ve sorunları aynı zamanda Türk halkının da talep ve çıkarlarıdır. Güçlerimizi birleştirmek zorundayız” dedi.

Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşçı, “Daha önce de dayanışma için buralara geldik. Türkiye halkları ile devrimcilerin kader birliği var. Kayyıma karşı da bir kader birliğimiz var. Direnişinizi selamlıyoruz. Biz kazanacağız” diye konuştu.

(Kaynak: Artı Gerçek)

Paylaşın

Erdoğan’dan “Gazze” Açıklaması: Kalıcı Barışı Tesis Etmek İçin…

İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırılara tepki gösteren Erdoğan, “Gazze başta olmak üzere soykırımın durdurulması noktasında uluslararası toplum kötü bir sınav veriyor. BM Güvenlik Konseyi karar dahi alamıyor, daha doğrusu almak istemiyor” dedi ve ekledi:

“Netanyahu’nun ırkçı zihniyeti Filistinlileri yerlerinden etmeye niyetleniyor. Lübnan’da bir senede ölenlerin sayısı 3 bine yaklaştı yerlerinden edinenlerin sayısı 1. milyona yaklaştı. İsrail savaşı bölgeye yaymak istiyor. Türkiye olarak bu katliamları kabul etmiyoruz. Kalıcı barışı tesis etmek için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bişkek’te ⁠”Türk Devletleri Teşkilatı 11. Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi”nde konuştu.

Independent Türkçe’nin aktardığına göre; Sözlerine “Ortak bir gelecek inşasını hedef alan kuruluşumuzun 15. yıl dönümünü idrak ettik. Gaspıralı’nın hatıra parasını sizlere takdir etmenin bahtiyarlığını duyuyorum”diyen Erdoğan özetle şunları söyledi:

Türk dünyasını ilelebet payidar kılacak güçlü irade bu masadaki tüm dostlarımda mevcuttur. Teşkilatımızı çok daha ileri taşıyacağız. Güney Kafkasya’daki 30 yıllık çatışma ardından barışa giden yolun kapıları açılmıştır. Azerbaycan’ın tarihi kazanımları en yakın zamanda barış anlaşması ile masada da perçinlemesini ümit ediyoruz.

Gazze başta olmak üzere soykırımın durdurulması noktasında uluslararası toplum kötü bir sınav veriyor. BM Güvenlik Konseyi karar dahi alamıyor, daha doğrusu almak istemiyor. Netanyahu’nun ırkçı zihniyeti Filistinlileri yerlerinden etmeye niyetleniyor. Lübnan’da bir senede ölenlerin sayısı 3 bine yaklaştı yerlerinden edinenlerin sayısı 1. milyona yaklaştı. İsrail savaşı bölgeye yaymak istiyor. Türkiye olarak bu katliamları kabul etmiyoruz. Kalıcı barışı tesis etmek için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz.

Savaşın en başından beri her iki tarafın masada olduğu müzakere sürecini, adil barışı destekliyoruz. Türk devletleri olarak barışa destek vermemiz önemli. Coğrafyamızın istikrarını Afganistan’daki gelişmelerden ayrı görmüyoruz. Afgan halkının yanındayız. Geçici yönetimin de insan haklarını esas alması kendilerine yeni kapı açacaktır.

“Ortak alfabe tarihi adım teşkil etmiştir”

Geçen sene hayata geçirdiğimiz Türk yatırım fonunun faaliyete alınarak projelerimize destek sağlayacağından eminim. Yenilenebilir enerji için iş birliğimizi yoğunlaştıralım. Türk akademisi ve Türk Dil Kurumu tarafından Eylül ayında Bakü’de düzenlenen ortak alfabe komisyonunda ortak Türk alfabesinde mutabakata varılması tarihi adım teşkil etmiştir. Ortak alfabe, ortak istikbalimizin ve geleceğe adım atmanın da nişanesidir.

Bu vesile ile özellikle ak sakallıların koordinasyonunda ortak dili geliştirmek amacı ile ortak alfabe çalışması eylül 2024’te tamamlandı. 34 harfli alfabede mutabık kalındı. Üyelerin bu alfabe ile gerekli dönüşümü tamamlaması gerek… Türk dünyası 2040 vizyonu ile belirlediğimiz hedefler için bugünkü kararların aramızdaki, ülkü birliğinin seviyesini tüm dünyaya ispatlayacaktır.”

Paylaşın

Dervişoğlu’ndan Bahçeli’ye: Git, Grup Toplantını İmralı’da Yap

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan çağrısına tepki gösteren İYİ Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu, “Sözünün arkasındaymış ve ısrarlıymış. Bebek katili Meclis kürsüsünde konuşmalıymış. Dilinin altında bir bakla vardı, çıkardı. Bütün amacının Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı olduğunu itiraf etti” dedi ve ekledi:

“Bahçeli’yi iyi tanırım, bu millet de iyi tanır. Sen Abdullah Öcalan denilen teröristbaşının TBMM’ye gelip konuşmasını mı istiyorsun, yoksa serbest bırakılmasını mı istiyorsun? Sen yeni bir af planının zeminini mi hazırlıyorsun? İmralı Türk toprağı değil miymiş, sen ne dediğinin bilincinde misin? Sen istersen gidip, İmralı’da grup toplantısı yapabilirsin. Bu saatten sonra sana yakışır da, ama binlerce şehidinin katili bizlerin cesedini bu meclise giremeyecektir.”

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. Dervişoğlu’nun konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle: “Cebren ve hile ile seçim kazanmanın mübah görüldüğü bir oyuna davet edilenlere seslenmek istiyorum. Oynadığınız oyunun tek bir sonucu vardır: Türksüz ve Cumhuriyetsiz bir Türkiye. Biz bu oyunda kurucu da oyuncu da piyon da olmayacağız. Safımız bellidir.

Bu oyunu bozduğumuz gibi, bundan sonra kuracağınız oyunları da bozacağız. Cumhuriyet; şeyhler, dervişler, müritler rejimi olmadığı gibi ağalar ve marabalar rejimi de değildir! AKP ve DEM bir ve aynı şeydir. Aynı zihin dünyasına sahip oldukları gibi aynı güç ve iktidar saplantısı içindedirler. Milletmiş, iradeymiş, insan haklarıymış, demokrasiymiş… İkisinin de umurunda değildir.

AKP ve DEM birbirlerinin aynadaki suretleridir. Onları ayıran şey günün koşullarında arizidir. Zira onları ayıran değil birleştiren hususlar daha fazladır. Her ikisi de oy aldıkları hassasiyetler dünyasına seslenmenin hilelerinde oldukça mahirdirler. Her ikisi de milli devletle ve cumhuriyetle hesaplaşmakta bir ve birliktedirler.

Onlara göre millet; şahsi menfaat için sandıklarda kullanılacak araçtır. Millet, marabadır. Vatan, bölünmez bir bütün değil bilakis parçalara ayrıştırılarak paylaşılacak bir şeydir. Alınıp satılabilecek, paraya çevrilebilir bir değerdir. Siyasetleri ise tam da bu anlamıyla danışıklı bir dövüştür. Birisi pası atar, diğer golü. Biri Kandil’den, İmralı’dan belediye başkan adayı atar diğeri ise ona kayyum atar.

İmralı’da aylardır trafiği yürüten ve terörist başını Meclis’e davet eden zihniyet, ya ölüm ya sıtma tercihini Türk milletine göstermiştir. Tuncer Bakırhan, CHP lideriyle çıktığı otobüste repliğinde şunları söylüyor: Şeyh Saitler, Seyyid Rızalar, Sakineler ne yaptıysa onların yaptığının aynısını yapacağız. Ben ona istediği cevabı vereceğim. Cumhuriyet devleti, Şeyh Saitlere Seyit Rızalara ne yaptıysa, aynı muameleyi göreceksiniz. Yapılması gereken neyse, o yapılacaktır, mutlaka.

Bir sözüm de, ana muhalefet partisi genel başkanına. Anlaşılan odur ki, oturduğunuz kumar masasından koparacak bir şey kalmadığını gördünüz. Yanınızda meydan okunan şeyin, ne olduğundan bile habersizsiniz. Üzerine giydirilen kostümle, orada arzı endam eyliyorsunuz. siz bir hukuksuzluğa itiraz etmiyorsunuz, bir millete ve onun cumhuriyetine meydan okunan bir ihanet kürsüsünü susarak onaylıyorsunuz. Buyurun hayrınızı görün. Buyurun koltuğunda oturduğunu iddia ettiğiniz Atatürk’ün manevi hatırasıyla kendi şahsi hesabınızı görün.

Benim derdim isimlerle değildir, benim derdim Türkiye’dir. Benim derdim Türkiye Cumhuriyetinin geleceğiyle ilgilidir. Oynanan oyunu doğru teşhis edip, sorumlularını da teşhir edeceğiz. Bugün Türkiye’de sahneye koyan senaryonun özünde, Erdoğan’ı yeniden seçtirmek vardır. Bahçeli de bunu itiraf etmiştir.

Bu anayasaya göre, sayın Erdoğan bir daha cumhurbaşkanı adayı olmaz, olamaz. O zaman iktidar penceresinden baktığımızda, yeni sürecin yeni stratejiyle tanzimi gerekir. Yapılan budur. Bu planın düşünceden eyleme geçirmenin şartları bellidir, ya bir anayasal düzenleme yapacaksınız, ya da bir erken seçim kararı çıkartacaksınız. İktidar açısından baktığınızda, Meclis aritmetiği içinde bu mümkün değildir. İşte tam bu noktada muhalefetin tanzim edilmesi hasıl olmuştur.

Üzülerek görüyorum ki, muhalefet partileri de bu tuzağa düşmüştür. Tek amacı Erdoğan’ın ömrünün sonuna kadar cumhurbaşkanı kalmasını sağlayacak düzenlemelere, muhalefet tarafından kapılar sonuna kadar kapatılmalıdır. Türkiye’nin bugün ihtiyaç duyduğu şeyin, anayasa değişikliği değil iktidar değişikliği olduğu vurgulanmalıdır. Velhasıl bu iktidara oyun ve tuzak kurduracak, alan bırakılmamalıdır. Muhalefet isterse bunu yapar. Biz milletimize söz verdik, herkes sussa da biz susmayacağız, oyunları bozacak tuzaklarını dağıtacağız.

“Git, grup toplantını İmralı’da yap”

Yine çıktı Meclis kürsüsüne, sözünün arkasındaymış ve ısrarlıymış. Bebek katili Meclis kürsüsünde konuşmalıymış. Dilinin altında bir bakla vardı, çıkardı. Bütün amacının Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı olduğunu itiraf etti. Bahçeli’yi iyi tanırım, bu millet de iyi tanır.

Sen Abdullah Öcalan denilen teröristbaşının TBMM’ye gelip konuşmasını mı istiyorsun, yoksa serbest bırakılmasını mı istiyorsun? Sen yeni bir af planının zeminini mi hazırlıyorsun? İmralı Türk toprağı değil miymiş, sen ne dediğinin bilincinde misin? Sen istersen gidip, İmralı’da grup toplantısı yapabilirsin. Bu saatten sonra sana yakışır da, ama binlerce şehidinin katili bizlerin cesedini bu meclise giremeyecektir.”

Paylaşın

İmamoğlu: Toplumsal Birliği Yeniden İnşa Etmek Zorundayız

Brand Week İstanbul 2024’te konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Son 20 yılda bozulan, dostlukları zedeleyen ve toplumu ayrıştıran yaklaşımları geride bırakarak, toplumsal birlik ve dayanışmayı yeniden inşa etmek zorundayız” dedi ve ekledi:

“Ekonomik, sosyal ve kültürel olarak kaybettiklerimizi geri kazanmak için toplumsal ilişkilerimizi sağlıklı ve karşılıklı güvene dayalı bir temele oturtmalıyız. Bu yeniden inşa süreci, kurumlarımıza güvenin yeniden tesis edilmesini, hukukun üstünlüğüne olan inancın pekiştirilmesini ve ülke içinde adaletin ve toplumsal barışın sağlanmasını içermelidir.”

İmamoğlu, konuşmasının devamında, “Bu yolla Türkiye’nin dayanıklılığını artıracak, birlik içinde hareket edecek güçlü bir toplum oluşturabiliriz. Bu üç boyutlu strateji, Türkiye’yi sadece ekonomik açıdan değil, sosyal, siyasi ve kültürel açıdan da daha güçlü bir konuma taşıyacaktır. Refahı artıran, değerlere bağlı kalan ve toplumsal bağları onaran bir Türkiye, yalnızca vatandaşlarına değil, dünya toplumuna da katkı sunacaktır” ifadelerini kullandı.

İş dünyası, markalar ve sektör temsilcilerinin buluştuğu Brand Week Istanbul 2024, Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu yaptığı açılış konuşmasıyla Haliç Kongre Merkezi’nde başladı.

Bu yıl ‘Bir Tarihin Başlangıcı’ temasıyla hayata geçen etkinliğin açılışında ‘Yeni ve Adil Bir Başlangıç Mümkün’ başlığıyla tarif ettiği bir konuşma yapan İmamoğlu gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu. İmamoğlu’nun konuşmasından öne çıkan satırlar şu şekilde:

“Normalde böyle seçkin bir topluluğa hitap eden her siyasetçi, kendi projelerini, kendi başarılarını anlatmak ister. Neticede insanları ikna ettikçe sürdürülebilir başarının mümkün olduğu bir alan, siyaset alanı. Ama ben yarın için ilham kaynağı olacak fikirler, trendler ve teknolojiler arayan sizin gibi yaratıcı profesyonellerin olduğu bu salonda, ortak geleceğimize ilişkin bir değerlendirme yapmak istiyorum. ‘Bir Tarihin Başlangıcı’ temasıyla düzenlenen Brand Week İstanbul’da açılış konuşmamın başlığını ‘Yeni ve Adil Bir Başlangıç Mümkün’ diye tanımlamak istedim.

Sunumuma bir soruyla başlamak istiyorum: Tarihin neresindeyiz? 1990’ların başında Soğuk Savaş sona ermiş, Sovyetler Birliği dağılmıştı; Batı’nın değerlerinin galip geldiği ilan edilmişti. Çeşitli siyaset bilimcilere göre bu ‘Tarihin Sonu’ydu. Çünkü Batı’nın serbest piyasa ekonomisi ve liberal demokrasisi artık rakipsizdi.
Küreselleşme her yeri saracak, uluslararası sistem de daha uyumlu ve daha barışçıl bir yapıya bürünecekti. Ancak, öyle olmadı! Dünya, öngörülemeyen bir düzensizlik ve kaos dönemine sürüklendi. Geride bıraktığımız otuz yılda demokrasiler, yalnızca gelişmekte olan ülkelerde değil, Batı’da bile ciddi zorluklarla yüzleşti. Popülizm, milliyetçilik ve otoriter eğilimler güç kazandı.”

Keza tarihin bitişiyle ekonomik üstünlüğün Batı’da kalacağı düşünülüyordu. Ama Çin ve diğer yükselen ekonomiler, Batı’nın bu üstünlüğünün sona ermesinin mümkün olduğunu gösterdi. Bugün Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Afrika ile Asya’da ise yeni güç merkezleri doğuyor. 2008 küresel finans krizinden sonra Batı’nın duraklamaya giren ekonomileri, büyüme ve eşitlik sorunlarıyla mücadele ediyor.

Küreselleşmenin sonu bile artık konuşuluyor. Pandemi ve Ukrayna krizi gibi olaylar, stratejik alanlarda yerel ve ulusal üretimi destekleme ihtiyacını ve korumacı politikaları tekrar öne çıkardı. Ticaret savaşları, küresel iş birliğini sarsarak içe kapanma dönemini başlattı. Başta ABD olmak üzere birçok ülkede gümrük engellerinin yükseltilmesi eğilimlerini güçlendirdi. Ne yazık ki dünya çapında barış umudu da gerçekleşmedi. 21. yüzyılın ilk çeyreği, savaş, çatışma ve krizlerle dolu bir dönem oldu.

Özetle bana göre tarih bitmedi, aksine yepyeni bir aşamaya geçtik. Bu aşamada, zorlukları aşmak ve geleceği yeniden inşa etmek bizim elimizde. Ancak bu yeni aşamanın nasıl bir dünya getireceği, hangi yolu seçeceğimize bağlı. Önümüzde iki seçenek var: Parçalanma, kriz ve düzensizliklerle şekillenen kaotik bir gelecek mi? Yoksa dayanışma, iş birliği ve sürdürülebilirlikle daha iyi bir yaşam kurabileceğimiz umut dolu bir dünya mı? Eğer her ülke kendi içine kapanır, toplumlar kutuplaşmayı ve bölünmeyi sürdürürse, karşılaşacağımız tablo çok karanlık.

Bugün dünyamızın karşı karşıya olduğu en büyük zorluklardan biri, beş farklı alanda derinleşen adaletsizliklerdir. Bu beş temel adaletsizliğe çözüm üretmeden, daha iyi bir gelecek inşa etmemiz mümkün değil.

Öncelikle teknolojik adaletsizlik, günümüzün en büyük sorunlarından biri olarak karşımızda duruyor. Teknolojik devrim, zengin ülkelerde daha fazla zenginlik ve refah yaratırken, birçok yoksul ülkeyi daha da geri bırakıyor. Dijital ekonomiye geçiş yapamayan, yüksek teknoloji sektörlerinde rekabet edemeyen bu ülkeler, altyapı ve eğitim yetersizliği nedeniyle büyük bir dezavantaj yaşıyor. Teknolojik eşitsizlik, küresel eşitsizliği daha da derinleştiriyor. Dış şoklara karşı savunmasız hale gelen yoksul ülkelerin, gelişmiş ülkelere bağımlılığı her geçen gün artıyor. Bu, gelecekte ulusların fırsat eşitliklerini sağlamak adına ele alınması gereken derin bir adaletsizliktir…

Gelişmekte olan devletlerin düşük gelirde birleşeceği korkusu yaygınlaşıyor. Bu riskler Türkiye için sahici bir beka sorunu olabilir. Teknolojik adaletsizlik, yapay zekayı geliştirme ve sahibi olma konusundaki gecikmeyle birleşirse, matbaayı 300 yıl gecikerek kullanmadan daha zor koşullarla karşı karşıya kalabiliriz.

İkincisi iklim adaletsizliğidir. İklim değişikliği, tüm dünyayı etkilese de bu krizden en çok etkilenenler, bu krize en az katkıda bulunan yoksul ülkelerdir. Küresel karbon emisyonlarının büyük kısmından sorumlu olan zengin ülkeler, gelişmiş altyapıları ve ekonomik güçleri sayesinde iklim krizine karşı kendilerini koruyabiliyorlar. Ama yoksul ülkeler aynı şansa sahip değil. Yoksul ülkeler, iklim değişikliğinin en yıkıcı sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Bu, adalet kavramını sorgulamamıza neden olan bir durum; çünkü küresel sorundan en az sorumlu olanlar, en ağır bedeli ödüyorlar.

Üçüncü olarak göçleri, küresel eşitsizliğin hem bir sonucu hem de sebebi olarak görmeliyiz. İnsanlar, yoksulluktan, siyasi istikrarsızlıktan ve çevresel felaketlerden kaçarak daha güvenli bölgelere ulaşmaya çalışıyor. Ancak göç yükünün bile adil olmayan bir şekilde dağıldığını görüyoruz. Gelişmiş ülkeler göçmenlere kapılarını kapatırken, yoksul ülkeler kapasitelerinin çok üzerinde mülteciye ev sahipliği yapmak zorunda kalıyor.

Dördüncü olarak gelir adaletsizliğini konuşmalıyız. Gelir adaletsizliği hem ulusal hem de uluslararası düzeyde toplumları içten içe kemiren en büyük sorunların başında geliyor. Ulusal düzeyde, son 20 yıldaki siyasi tercihlerle durmadan artmış olan ekonomik eşitsizlikler, toplumsal huzursuzlukların, parçalanmanın ve sosyal adaletsizliğin temel sebeplerinden biri oldu. Orta direğin zayıflatıldığı, refahın giderek dar bir zümrenin imtiyazına dönüştürüldüğü bu adaletsiz düzende, dar gelirli kesimlerin hayata tutunabilmeleri her geçen gün zorlaşıyor. Gelir dağılımındaki bu uçurum, sosyal uyumu tehdit ediyor; toplumsal bütünlüğü derin bir biçimde sarsıyor.

Adil gelir dağılımının olmadığı bir toplumda, toplumsal barışın sürdürülebilmesi nasıl mümkün olabilir? Uluslararası düzeyde ise gelir adaletsizliği, ülkeler arası eşitsizlikleri derinleştiriyor ve küresel istikrarı sarsıyor. Gelişmiş zengin ülkeler, küresel ekonomik kaynakların büyük bir kısmını elinde bulundururken, düşük ve orta gelirli ülkeler yeterli yatırımları yapamıyor; altyapılarını geliştiremiyor ve toplumsal refahı sağlayamıyor. Bu durum, zengin ülkelerin ekonomik ve siyasi güçlerine güç katarken, yoksul ülkeleri dış şoklara karşı daha savunmasız hale getiriyor.

Son olarak, temsilde adaletsizliğe değinmek isterim. Temsilde adaletsizlik hem ulusların hem de küresel sistemin en büyük yapısal sorunlarından biri. Ülke içinde temsil adaletsizliği, farklı toplumsal kesimlerin karar alma süreçlerinde yeterince temsil edilmemesiyle kendini gösteriyor. Farklı görüşlerin ve grupların haklarının korunması ve her vatandaşın sesinin duyulması, gerçek bir demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bir taraftan demokrasiden bahsedip, diğer taraftan bir silaha dönüştürdüğünüz yargı marifetiyle seçilmiş siyasetçileri oyun dışına atarsanız, temsilde adaletten bahsedemezsiniz. Bu alanlardaki adaletsizlik, toplumdaki güveni ve sosyal uyumu zayıflatır, toplumsal huzursuzluğu derinleştirir.

“Karşımızda iki seçenek var”

Az önce karşımızda iki seçenek var demiştim: Parçalanma, kriz ve düzensizlikle şekillenen karanlık bir gelecek… Veya dayanışma ve iş birliğiyle inşa edebileceğimiz umut dolu bir dünya. Ne yazık ki, derinleşen adaletsizlikler her geçen gün daha fazla hayatımızın bir parçası haline geliyor ve bizi adım adım o karanlık geleceğe doğru itiyor.

Adaletsizlikler toplumları bölüyor, güveni sarsıyor ve çoklu krizleri kaçınılmaz hale getiriyor. Eğer bu eğilimleri tersine çeviremezsek, karşılaşacağımız gelecek, yalnızca daha fazla çatışma ve daha fazla eşitsizlik içeren bir gelecek olacak. İşte tam da bu noktada, tarih bize açık bir çağrı yapıyor: Karanlık bir geleceğe sürüklenmektense, birlikte daha umut dolu bir dünya inşa etmek elimizde. Zorlukların büyüklüğü ve küreselliği bizi yıldırmamalı. Aksine, geleceğimizi nasıl dönüştüreceğimize karar verme fırsatını yakaladığımız bu dönemde, kararlılıkla harekete geçmeliyiz. İyimser bir geleceği şekillendirmek için beklediğimiz aktörler bizleriz.

Toplumlar olarak, liderler olarak, bireyler olarak. Dayanışma ve iş birliğiyle inşa edeceğimiz daha umut dolu bir dünya ve Türkiye, adalet ve refah odaklı bir yeni siyaset anlayışıyla mümkündür. Ülke olarak, toplumsal refahı artırmak, değerlerimizi güçlendirmek ve kaybettiğimiz itibarı ve ilişkileri onarmak adına kararlı bir yol haritasına ihtiyacımız var.

Ben bu amaçla, üç boyutlu bir politika öneriyorum: Refah, değerler ve yeniden inşa. İlk boyut, refah boyutudur. Refahın sürdürülebilir olması için sosyal devleti genişletmeli, gelir eşitsizliğini azaltmalı, iş gücünü eğiterek modern ekonomiye entegre edecek mekanizmalar kurmalıyız. Ekonomik kalkınmamızı yalnızca mevcut kaynaklarla sınırlı tutmak yerine, teknolojiyi yakalayacak ve geleceğin endüstrilerine yatırım yapacak bir vizyon geliştirmeli, yeni bir hikaye yazmalıyız. Bizim Türkiye olarak geleneksel küresel ekonomide payımız yüzde 1. Buna karşın dijital ekonomideki payımız binde 1 civarında.

BM tarafından yapılan araştırmalara göre, yapay zekanın da aralarında olduğu 17 ileri teknoloji alanı, 2030 yılına kadar 10 trilyon dolarlık bir pazar yaratacak. Bu oran, Hindistan ekonomisinin mevcut büyüklüğünün yaklaşık üç katı. Refahı gerçek anlamda yaygınlaştırmak için üretim kapasitemizi, teknolojik altyapımızı ve eğitimli nüfusumuzun gücünü artırmalı, böylece ülkemizi her türlü dış şoka karşı daha dirençli hale getirmeliyiz. Şayet dünyadaki en büyük ilk 10 ekonomiden biri olmak, ilk 10 ihracatçı ülkeden biri olmak gibi hedeflere doğru yürüyeceksek, inovasyon ekosistemine stratejik yatırımlar yapmalıyız.

Teknolojik ve dijital dönüşümlerle Türkiye’nin sanayisini, ticaretini, yaratıcı endüstrilerini ve ihracatını bir üst lige taşımalıyız. Yeni bir Milli Sanayi Politikası ve nitelikli insan kaynağı, güvenilir ve kapsayıcı kurul ve kurallar, ile bilim, teknoloji ve inovasyona dayalı Endu¨striyel Strateji belirlemeli, paydaş ekonomisi anlayışıyla ülkemizi sıçrayarak kalkındırmalıyız.

Yeni nesil sanayi politika yasası çıkararak özellikle yüksek teknolojili üretim ve katma değerli ihracat yapan stratejik sektörlere, eğitimden yatırımlara kadar uzun vadeli ve uygun koşullarda destek sağlamalıyız. Ancak bu yolla yalnızca ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda toplumsal refahı da artırabiliriz. Bu alanlarda daha fazla gecikmek, ileri ve zengin ülkelerle aramızın bir daha kapatamayacak kadar açılması sonucu doğurabilir.

İkinci boyut, değerler boyutudur. Türkiye, hem ülke içinde hem de dünya sahnesinde özgürlükleri, adaleti ve demokrasiyi savunan, bu değerlere sımsıkı bağlı bir ülke olmalıdır. Değerlerimizi korumak ve güçlendirmek için içeride güçlü bir hukuk devleti kurmalı, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerini garanti altına almalıyız. Toplumda hak ve adaleti güçlendirecek, farklı görüşlerin bir arada uyum içinde yaşamasını sağlayacak bir anlayışı hâkim kılmalıyız.

Ayrıca, çevre ve iklim adaletini gözeten, ekonomik kalkınmayı insan hakları ve sosyal adaletle birleştiren politikalarla, yalnızca kendi ülkemizde değil, dünyada da örnek olmalıyız. İçine düşürüldüğümüz kimlik bunalımından hızla çıkmalı, ülkemizi tam bir özgürlükler adasına çevirmeliyiz. Küresel düzeyde iş birliği, dayanışma ve demokrasiye dayalı bir düzenin inşasına liderlik edebilmeliyiz.

Üçüncü ve son boyut ise yeniden inşadır. Son 20 yılda bozulan, dostlukları zedeleyen ve toplumu ayrıştıran yaklaşımları geride bırakarak, toplumsal birlik ve dayanışmayı yeniden inşa etmek zorundayız. Ekonomik, sosyal ve kültürel olarak kaybettiklerimizi geri kazanmak için toplumsal ilişkilerimizi sağlıklı ve karşılıklı güvene dayalı bir temele oturtmalıyız. Bu yeniden inşa süreci, kurumlarımıza güvenin yeniden tesis edilmesini, hukukun üstünlüğüne olan inancın pekiştirilmesini ve ülke içinde adaletin ve toplumsal barışın sağlanmasını içermelidir.

Bu yolla Türkiye’nin dayanıklılığını artıracak, birlik içinde hareket edecek güçlü bir toplum oluşturabiliriz. Bu üç boyutlu strateji, Türkiye’yi sadece ekonomik açıdan değil, sosyal, siyasi ve kültürel açıdan da daha güçlü bir konuma taşıyacaktır. Refahı artıran, değerlere bağlı kalan ve toplumsal bağları onaran bir Türkiye, yalnızca vatandaşlarına değil, dünya toplumuna da katkı sunacaktır.

Bir keza daha vurgulamak isterim: Karşımızda tarihî bir dönüm noktası var. Bugün, ya adaletsizlikler ve krizlerle parçalanmış bir dünyaya doğru sürüklenmeye devam edeceğiz ya da dayanışma, iş birliği ve adaletle şekillenecek daha aydınlık bir geleceğe birlikte adım atacağız. Bu karar, yalnızca hükümetlerin değil, toplumların, bireylerin ve liderlerin birlikte alması gereken bir karardır.

Zorluklar büyük olsa da, önümüzde inşa edebileceğimiz daha kapsayıcı, daha adil ve daha sürdürülebilir bir dünya var. Refahı artıracak, değerlerimizi güçlendirecek ve onarıcı bir anlayışla hareket edersek, geleceği kazanabiliriz. Bu noktada, tarih bize güçlü bir çağrı yapıyor: Yeni ve adil bir başlangıç mümkün! Daha adil, daha güçlü ve daha dayanıklı bir Türkiye ve dünya inşa etmek elimizde. Beklediğimiz, aradığımız o aktörler bizleriz… Toplumlar, liderler, bu salondaki bireyler ve bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşları olarak hepimiz bu görevi üstlenmeliyiz.

Bu yolda, vazgeçmeden, umudumuzu kaybetmeden, kararlılıkla ilerleyelim. Elimizde derslerle, ilhamlarla dolu, çok değerli bir tecrübe var: İstanbul tecrübesi! Bu tecrübe bize, toplumsal refahı artırmayı amaçlayan politikalarla neler başarabileceğimizi gösterdi. Özgürlük, adalet ve demokrasi değerlerine dayalı, birlik ve dayanışmayı yeniden inşa etmeye kararlı bir anlayışın toplumda nasıl karşılık bulacağını gösterdi. Stratejik ve jeopolitik konumuyla Türkiye ekonomisinin kalbinin attığı yer.

Bir Dünya kenti, küresel bir güç olan İstanbul adil, yeşil ve yaratıcı bir kent olma vizyonuyla umut dolu bir performans sergiliyor. 16 milyon İstanbullu ile birlikte ortaya koyduğumuz İstanbul’un 2050 vizyonu; degˆis¸ime açık, giris¸imciligˆin ve yaratıcılıgˆın merkezi olan, yarattıgˆı zenginligˆi toplumsal refaha dönüs¸türen, nitelikli is¸gücünü ve istihdamı artıran, toplumsal ve ekonomik çes¸itliligˆi ile herkesi kapsayan, demokratik bir kent öngörüyor. Bu yolda atılan her adım İstanbul’un, tarihin çağrısına verdiği umutlu ve kararlı yanıtın bir ifadesidir.

Böyle bir kentte iş dünyasına da uzun vadeli bir perspektifle, sorumluluk içerisinde davranma görevi düşüyor. Biz, toplumsal görev ve sorumluluklarının idraki içerisinde hareket eden herkesin, her kesimin yüklerini paylaşmaya hazırız, kararlıyız. Bunu söylerken de elbette ki en önemli görevin en başta bana düştüğünü iyi biliyorum.. Çünkü tarihin bu zor dönemecinde, ülkemizde yanlış giden işleri düzeltmek, kentlerimizi ve doğamızı korumak, demokrasimize sahip çıkmak her zamankinden daha da önemli. O nedenle ben kendimi bu konularda sorumlu kabul ediyorum.

Başta haksız ve hukuksuz Kayyım atamaları olmak üzere ülkemizde uygulanan demokrasi karşıtı vesayetçi tutumlara sesimi yükseltmeyi önemsiyorum. Bir ülkede demokrasi iktidarların keyfiliğine bırakılamaz. Bir ülkede demokrasi iktidarların keyfiliğini asla bırakılamaz. Bu ülke 200 yıldır demokrasi mücadelesi veriyor. 101 yıldır muhteşem bir cumhuriyet hikayesi var, Zorluklarıyla, hatalarıyla, eksikleriyle… İşte tam da bu pencereden baktığımızda bir belediye görevden alınacaksa bu muhakkak bağımsız yargı tarafından verilmiş bir karara bağlı olmalı.

Görevden alınan belediye başkanı yerine geçici olarak gelecek kişiyi belediye meclisi seçmelidir. Evrensel hukuk ve demokrasi standartlarının önümüze koyduğu kurallar bunlardır. Bu yüzden Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı olarak inisiyatif alıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki partilerin genel başkanlarıyla bizzat görüşüyorum. Görüşmeyen devam edeceğim. Görüşemeyen, görüşememesini istismar olarak nitelendirip kabul etmeyen insanlara ısrarla gitmeye devam edeceğim.

Hiç kimsenin bizim ısrar ve iyi niyetimizden kurtulma şansı yok. Çünkü biliyorum ki iktidarların hukuk ve demokrasi dışı arayışlarının cezasını millet ve ekonomi hem de uzun yıllar boyunca çeker. ‘Milletin değil, benim dediğim olur’ anlayışıyla hareket eden iktidarlar, güçlü bir demokratik tepki görmezse, kendilerinde her hakkı bulurlar. Bugün Türkiye’de yaşanan budur. Buna asla fırsat vermeyeceğiz. Geleceğe dair tariflediğimiz bütün çağdaş teknik, bilimsel unsurlar kadük kalır aksi takdirde.

Milletimizin ekonomik zorluklardan, sağlık, eğitim, adalet, güvenlik sorunlarından dolayı yaşadığı isyanı duymazdan gelenlerin… Milletin verdiği gücü kendi güçleri zannedenlerin çok güçlü bir demokratik uyarıya ihtiyaçları var. Burada sizler vasıtasıyla tüm milletime seslenmek isterim… Biz, demokrasiyi koruyacak, özgürlüklere sahip çıkacak sorumlulukla hareket ediyoruz. Etmeye de devam edeceğiz. Bu süreçte hiçbir şekilde geri adım atmayacağız. Türkiye’nin geleceğinin muhafızı olmak için tüm gücümüzle mücadele edeceğiz. Bu konular konuşulmadan bu konuları çözmeden özellikle sizin gibi çok ama çok yetenekli insanların önünde çok ama çok acı ve bizi hepimizi üzen engeller oluşacaktır.”

(Kaynak: Cumhuriyet)

Paylaşın

Hattimoğulları’ndan Kayyım Açıklaması: Faşizmin Ta Kendisi

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hattimoğulları, kayyım atanan Halfeti Belediyesi önünde yaptığı konuşmada, “Kayyım seçimleri ortadan kaldırmak demektir. Bu iktidarın şu an büyük amacı yerel yönetimlerde seçimleri ortadan kaldırmaktır” dedi ve ekledi:

“Atadığı vali ve kaymakamlarla yeni bir düzen kurmak istiyorlar. Bu faşizmin ta kendisidir. Bu iktidar bir yandan Kürt sorununu çözelim dedi, iç barış diye el uzattı ama diğer diğer eliyle sopayla başta Kürtlerin ve bu ülkede yaşayan bütün halkların tepesine o sopayı indiriyor. Buna biat etmeyenleri de yargı yoluyla, şu an yaptıkları gibi bütün toplumu böyle işgal etmek istiyorlar. Türkiye işgal etmek istiyorlar. Yalandır bunların Türkiye partisi oldukları. Yalandır bunların iş barış dedikleri. İç barış isteyen kayyım atamaz”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, Halfeti Belediyesine kayyınm atanmasını protesto için ilçeye gitti. Bakırhan ve Hatimoğullarına, DEM Parti Milletvekilleri Meral Danış Beştaş, Sezai Temelli, Ömer Öcalan, Ferit Şeyaşar Dilan Kunt Ayan, Zülküf Uçar, Mithat Sancar, Ayten Kordu, DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, EMEP Genel Başkanı Seyit Arslan, EMEP Antep Milletvekili Sevda Karaca ile yerlerine kayyım atanan Halfeti Belediye Eşbaşkanları Saniye Bayram ve Mehmet Karayılan eşlik etti.

EHP, TÖP, TİP, EMEP, SMF, SYKP, SODAP, KKP, PİA, Devrimci Parti, ESP, İHD, Alevi Bektaşi Federasyonu, KESK’ten çok sayıda isim de ilçeye geldi. DEM Parti heyeti polis ablukasına alınan belediyenin önüne gitti.

Kayyım atanan Halfeti Belediyesi önünde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Bu iktidar bize Kürt oy kullanamaz diyor. Kürt seçemez, seçilmez diyor. Anadilini konuşmaz diyor. Kürt dilini kullanmazsa, Kürt yerel seçimlerde, genel seçimlerde kendi temsilcilerini seçemiyorsa, Kürdün iradesine kayyım atanıyorsa, Kürdün iradesi cezaevine gönderiliyorsa bu iktidara Halfeti’den ‘Kürt ne yapsın’ diye sormak istiyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir darbe biçimi yok. Emin olun askeri darbe dönemini aratan bir süreçle karşı karşıyayız. Ne demek sen seçemezsin. Ne demek sen seçilmezsin. Batıda ayrı bir hukuk uyguluyor, Kürt coğrafyasında ayrı bir hukuk uyguluyor. Sanki barışı onlar istiyor sanki çözümü onlar istiyor da Kürtler istemiyor gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar” dedi.

İktidara tepkisini sürdüren Bakırhan, “Sizlere Kürtler inanmıyor, emekçiler inanmıyor. Çünkü sizler gerçek bir programa, gerçek bir siyasete sahip değilsiniz. Sizler sıkıştığınız zaman kayyıma başvuran, kolluğa yapışan, yargıyı bir sopa gibi kullanan bir anlayışın sahipsiniz. Sizlere çok net ve öz taleplerimizi iletmek istiyoruz: Kürtler çözüm istiyor. Kürtler demokrasi istiyor. Kürtler seçtikleri iradenin kendisini yönetmesini istiyor. Kürtler kavga istemiyor. Kürtler çatışma istemiyor. Şimdi siz karar verin, bu sınav sizin sınavınızdır. Çözüm diyorsanız buradayız. Çözüm istiyorsanız İmralı orada. Barış diyorsanız kayyım politikanızdan vazgeçin” diye konuştu.

Hattimoğulları: Faşizmin ta kendisidir

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hattimoğulları da “Kayyım seçimleri ortadan kaldırmak demektir. Bu iktidarın şu an büyük amacı yerel yönetimlerde seçimleri ortadan kaldırmaktır. Atadığı vali ve kaymakamlarla yeni bir düzen kurmak istiyorlar. Bu faşizmin ta kendisidir. Bu iktidar bir yandan Kürt sorununu çözelim dedi, iç barış diye el uzattı ama diğer diğer eliyle sopayla başta Kürtlerin ve bu ülkede yaşayan bütün halkların tepesine o sopayı indiriyor. Buna biat etmeyenleri de yargı yoluyla, şu an yaptıkları gibi bütün toplumu böyle işgal etmek istiyorlar. Türkiye işgal etmek istiyorlar. Yalandır bunların Türkiye partisi oldukları. Yalandır bunların iş barış dedikleri. İç barış isteyen kayyım atamaz” dedi.

HDK Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş, “.Bu darbeyi kabul etmedik, etmeyeceğiz. Hakkari’de olduğu gibi burada büyük bir direniş var. Direnişinizi selamlıyoruz. Sopalar ile sandıktan çıkamadılar. Yine kaybettiler, yenildiler. Kaybetmeye mahkumlar. Burası Sayın Öcalan’ın memleketi. Bir yandan çağrı yapılıyor, bir yandan disiplin cezaları veriliyor. Çağrı değil adım atın, Özgürlük koşullarını oluşturun. Tecrit demokratik gösterilerek saldırı ile bir yere varamazsınız. Siz darbecisiniz. Sonuna kadar direneceğiz. Herkesi ortak mücadeleye çağırıyoruz” diye konuştu.

EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk, “Bir ellerinde hançer varken el uzatıyorlar. Bu koşullarda barış nasıl olacak? Kürt halkına büyük değer veriyoruz. Türkiye’nin her yerinde kardeşleriniz var. Eğer birlik olursak, tek vücut olursak bu iktidarı da kayyımları da göndeririz” dedi.

Nebiye Merttürk: Diktatörleri koltuklarında indireceğiz

Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk, “Halkı kandırmak istiyorlar. Barış maskesi yüzlerinde durmuyor, o kadar yüzsüzler. Sadece 7 aydır kayyımın borcu ödensin diye büyük bir mücadele verilmiş. 7 ayda bu küçük ilçede büyük bir birikime imza atılmış. Bu mücadeleyi saygı ile selamlıyoruz. Bütün politikaların karşısında direndik. Diktatörleri koltuklarında indireceğiz. Omuz omuza mücadele edeceğiz” diye konuştu.

EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, “Kürt ve Türk işçiler olarak ortak bir mücadele kuramadığımız sürece bu vahşi uygulamalar devam edecek. Kayyımları biran önce geri çekin. Kürt halkının çıkarları ve sorunları aynı zamanda Türk halkının da talep ve çıkarlarıdır. Güçlerimizi birleştirmek zorundayız” dedi.

Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşçı, “Daha önce de dayanışma için buralara geldik. Türkiye halkları ile devrimcilerin kader birliği var. Kayyıma karşı da bir kader birliğimiz var. Direnişinizi selamlıyoruz. Biz kazanacağız” diye konuştu.

(Kaynak: Artı Gerçek)

Paylaşın

Türk’ten Bahçeli’ye: Kürtler Ne İstediğini Biliyor

Yerine kayyım atanan Mardin Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Türk, “Onurlu bir yaşamı sağlamak istiyoruz. Yıllardan beri de bunun için mücadele veriyoruz. Gerçekten Türkiye’yi bu kaostan kurtaracak, her türlü girişimler içinde olma zorunluluğu ve ihtiyacını hissediyoruz” dedi ve ekledi:

“Bizim için önemli olan bir diyalog ortamını oluşturmak. Eğer bunun imkanı varsa biz Türkiye’deki bütün siyasi partilerle görüşmek, konuşmak, sorunun çözümüne katkı sunacak bir formül oluşturmak için varız. Yarın pratikleri ile gerçekten sorunun çözümü, demokratik bir gelecek için bir çalışmaları varsa, Sayın Bahçeli ile de görüşürüz. O nedenle kimse bizi istismar edecek durumda da değil.”

Ahmet Türk, “Kürtler bugün politize olmuş bir halk. Kürtler ne istediğini biliyor. Kürtler hangi projenin demokratik bir proje olduğunu veyahut gerçekten demokratik olmayan bir proje olduğunu fark edecek bilinçte ve güçtedir. Bu nedenle bir istismar söz konusu değil. Ama doğru bir pratik, gerçekten Türkiye’de bütün siyasi partilerin birlikte diyalog ortamını oluşturarak çözüme katkı sunacak bir noktaya taşıyabilir” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), grup toplantısını Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atanan Mardin’de yaptı. Grup toplantısının ardından yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, basın mensuplarının sorularını yanıtladı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kendi adı üzerinden “bir istismar” yapıldığı yönündeki soruya Ahmet Türk, tek hayalinin bir gün ülkede barışı sağlamak olduğunu söyledi. Türk, “Onurlu bir yaşamı sağlamak istiyoruz. Yıllardan beri de bunun için mücadele veriyoruz. Gerçekten Türkiye’yi bu kaostan kurtaracak, her türlü girişimler içinde olma zorunluluğu ve ihtiyacını hissediyoruz. Bizim için önemli olan bir diyalog ortamını oluşturmak. Eğer bunun imkanı varsa biz Türkiye’deki bütün siyasi partilerle görüşmek, konuşmak, sorunun çözümüne katkı sunacak bir formül oluşturmak için varız.

Yarın pratikleri ile gerçekten sorunun çözümü, demokratik bir gelecek için bir çalışmaları varsa, Sayın Bahçeli ile de görüşürüz. O nedenle kimse bizi istismar edecek durumda da değil. Kürtler bugün politize olmuş bir halk. Kürtler ne istediğini biliyor. Kürtler hangi projenin demokratik bir proje olduğunu veyahut gerçekten demokratik olmayan bir proje olduğunu fark edecek bilinçte ve güçtedir. Bu nedenle bir istismar söz konusu değil. Ama doğru bir pratik, gerçekten Türkiye’de bütün siyasi partilerin birlikte diyalog ortamını oluşturarak çözüme katkı sunacak bir noktaya taşıyabilir” dedi.

Türk, “Her zaman elimizi uzattık. Ama bir elde sopa, diğer eli de uzatarak sorun çözülmez. Söylemek istediğimiz budur. Sopayı ellerinden bıraksınlar, ellerini uzatsınlar. Bizler de bu eli tutmaya hazırız. Diyalog oluşturmaya hazırız. Bu bakımdan hiçbir partinin etkisinde değil, halkımızın talebi doğrultusunda siyaset yapıyoruz. Halkımızın taleplerini yerine getirmek için mücadele ediyoruz. Bizim amacımız hiçbir zaman kürsü ya da bakanlık değildir. Bizim amacımız halkımızın onurlu bir barışa kavuşmasıdır. Bunun mücadelesini yürütüyoruz ve bunu yürütmeye devam edeceğiz” diye belirtti.

Ahmet Türk, dün katıldığı bir yayında iktidar için “bazı yerlerden istediklerini alamadılar” şeklinde açıklaması için “O benim şahsi yorumum ve şahsi tahminim. Bir yerden bilgi aldığım için değil. Bir siyasetçi olarak yorumum budur” dedi. Bahçeli’nin açıklamalarını “izliyoruz, bekliyoruz” sözleri ile cevaplayan Türk, “Dediğim gibi bir elini uzatırken, bir elinde sopa tutarak, sorunlar çözülmez ve diyalog oluşmaz. Bunu görmek lazım” diye konuştu.

“Pratikte ne var, neyi getirecekler, bizden talepleri nedir, bu konuda ne düşünüyorlar?”

Tavır ile pratiğin birbiriyle uyumlu olması gerektiğini kaydeden Türk, Devlet Bahçeli ve Erdoğan’ın yaptığı açıklamalara ilişkin ise şunları söyledi: “Tavırları ile pratikleri birbirine uymuyor. Pratikte ne var? Neyi getirecekler? Bizden talepleri nedir? Bu konuda ne düşünüyorlar? Biz bunları görmeden ve bu konuda diyalog oluşturmadan söyleyecek fazla bir şey yok. Ancak ilk günden beri şunu söyledik; Uzatılan ele değer veriyoruz, ama pratikte nelerle karşılaşacağımız konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Bu konuda nasıl bir yol ve yöntem izliyorlar. Bunu da açıklamıyorlar. Demek ki bu konuda susmak ve beklemek gibi bir zorunluluk var. Biz meseleye öyle bakıyoruz. Partimin tüzel kişiliği varken, parti adına bunları söylemiyorum” ifadelerini kullandı.

Kürt halkının sindirme politikalarına karşı iradesini ortaya koyduğunu kaydeden Türk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu iradeyi kırmaya çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız. Genel olarak Kürtleri susturmaya, sindirmeye çalışan bir siyaset izliyorlar. Bu siyaset devam ediyor. Ama dediğimiz gibi biz barış konusunda veya hayallerimizi gerçekleştirmek için umudumuzu hiçbir zaman kaybetmeyeceğiz. Umudumuzu besleyeceğiz ve büyütmeye çalışacağız. Bunun için önümüze ne gelecek, nasıl bir sofra gelecek, sofranın üzerinde bir şey var mı yok mu, sadece bomboş bir sofra mı olacak? Bunu da zaman içinde göreceğiz. Sofrada bugün bir çorba bile yok. Ona göre partimiz, demokratik kesimler düşüncelerini ortaya koyacaklar.”

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

Özgür Özel: Erdoğan’ın Kürt Sorunu Yok Kürk Sorunu Var

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan CHP Lideri Özgür Özel, “Şimdi bütün Türkiye duysun ki neymiş yaptıkları? Bir kere söyledikleri şuymuş: Kürt sorunu yoktur. Kürk sorunu vardır. Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürk sorunu. Kürk sorunu vardır” dedi ve ekledi:

“Ne Türk ne Kürt ne Alevi ne Sünni, bunların dost kaygısı yoktur, dostluk projesi yoktur. Bunlarca dostluk sorunu, dost sorunu yoktur. Recep Tayyip Erdoğan’ın post sorunu vardır. Postunu bırakmak istememektedir… Erdoğan bir kez daha aday olabilsin, bir kez daha seçilsin diye anayasa değiştirmekten, bunun için de gerekirse Abdullah Öcalan’ı bile Meclis’e getirmekten bahsetmektedir.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Özel’in konuşmasından satır başları şu şekilde:

“İlk söz tutuldu. Onun gibi (Bülent Ecevit) girilen ilk yerel seçimlerde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin birinci partisi. Sözlerimizi teker teker tutmaya, teker teker başarmaya, kararlılıkla, inançla, öz güvenle ilerlemeye ve bu büyük sözü tutup partimizin yaşayan genel başkanlarına en büyük vefayı, rahmetli genel başkanlarına en büyük vefayı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini iktidar yaparak göstermeye kararlıyız arkadaşlar.”

Bu kürsüye geçen sene ilk çıktığımda, ilk grup toplantısında gündemimde ilk olarak diyabet hastası çocuklar vardı. Demiştim ki, bugün Dünya Diyabet Farkındalık Günü. Tip 1 diyabetli çocuklarımız var. Doğuştan şeker hastası. Devlet onlara şeker durumlarının ölçülüp insülin iğnesi yapılmasıyla ilgili masrafları karşılıyor. Yani parmağa bir iğne batırıyorsunuz, kan çıkıyor, ölçüyorsunuz. Duruma göre de iğne yapıyorsunuz. Bu küçücük bebeleri, o yumuşacık parmakları, 5, 6, 9, 12 yaşındaki evlatların canını yakıyor. Bu eski teknoloji. Şimdi dünyadaki bütün çocuklar, Türkiye’dekiler hariç, artık bundan kurtuldular. Buraya bir sensör takılıyor. Kan şekeri annesinin, babasının cep telefonuna anlık olarak geliyor.

İğne olması gerekirse uyarı geliyor, doktoruna da bildiriyor. Hatta ve hatta devamında artık insülin pompası var, karna konuyor. Buradan bilgi gidip insülin salgılanıyor ve her şekerden ve her ünite insülinden annenin, babanın, doktorun anlık haberi oluyor. Bizim Sosyal Güvenlik Kurumumuz bunu ödemiyor. Bunu anlatmıştım. Bu gündemden sonra bakan çıkıp, ‘Evlatlarımızın bu sorununu en kısa sürede çözeceğiz’ demiştiler. Bir yıl geçti. İdil’lerin, Mehmet’lerin, Kübra’ların, Mustafa’ların günde 10-12 kez parmakları delinmeye devam ediyor. Sayın Bakan, benim hala canım yanıyor. Sizin sözünüzü tutmanızı bekliyor bu evlatlar. Bir kez daha hatırlatıyoruz.

Bir yıl geçti. Bir yılın sonunda bir kamp yapmak üzere Antalya’ya gidiyorduk ancak o sırada Esenyurt halkının seçilmiş başkanına darbe girişimi başlayınca kampı iptal ettik. Başında ve sonunda birer MYK toplantısı, grup toplantıları, yine tam gün bir parti meclisi toplantısıyla durumu ele aldık. Hiçbir partiye aidiyeti olmayan firmanın ortalama anketleriyle hepimiz inceledik ki CHP geçen sene bugün kararsızlar dağıtıldığında dahi en yüksek ölçüldüğünde 19, yüzde 13 en düşük durumda iken bugünden itibaren örgütümüzün kenetlenmesi ve aday belirlemede kadınlara, gençlere partimizin açtığı krediyle yükseliş sürüyor. partinin oyu bir ay öncesinde yüzde 30’u geçiyor. bu pazar seçim olsa sorusuna yüzde 34’lerde CHP cevabı geliyor. Sonra o büyük zafer geliyor… Ölçme, değerlendirme böyle bir şey. Veriye dayalı siyaset…

Bugünden itibaren 81 il başkanının kenetlenmesi ile aday belirlemede kadınların ve gençlerin öncülüğünde ölçme değerlendirmeye yaptığımızda CHP’ye yüzde 34 ile CHP birinci parti oluyor. CHP’ye ve Türkiye’ye üç büyük saldırı var. Birincisi TBMM eliyle bir anayasa masası kurup konuşalım diyenler. Mevcut anayasaya uymayanlarla anayasa yapılmayacağını söyledik. AİHM kararları uygulanmadan, Gezi Davasında tutuklananlar özgürlüklerine kavuşmadan bu kapıyı çalmayın dedik. Amaç anayasa tartışmayı yeniden kendi gündemine almak.

İsrail’in Türkiye’ye saldıracağını Meclis kürsüsünden söylemeye ve bir anda televizyonları ‘İsrail’in fırkateyn sayısı, Türkiye’ninki. Onda F-35 var, bizimki F-16. Onun Gök Kubbesi var, bizimki zayıf mı? Ordu güçlü mü, güçsüz mü?’ tartışmasıyla “Güvenlik konuşsunlar, yoksulluk konuşmasınlar’ diye bir tartışma başlattılar. Orada başta bazı liderlerin, bazı kıdemli siyasetçilerin de haksızca söylediği bir şey, Meclis tecrübemiz sayesinde ne kadar doğru olduğu ortaya çıktı. Dedik ki: ‘Ülkenin cumhurbaşkanı böyle korku siyaseti yapamaz.

Hemen kapalı oturum yapacağız. Gelip anlatacaksın. Gelmiyorsan bakanlarını yollayacaksın. 10 yıl açıklanmayacak bu bilgilerle İsrail’in Türkiye’ye saldırı tehlikesini öğreneceğiz. Eğer hak verirsek susacağız ve destek vereceğiz ama sen bunu siyaseten yapıyorsan söylemediğini ifşa edeceğiz.” Efendim, “Kapalı oturum milletten gerçekleri kaçırmaktır.’ diye bir safsatadansa gördük ki hep beraber orada hiçbir şey konuşulmadı. Konuşulanı söylemedik, konuşulmayanı ifşa ettik ve millet böyle bir şeyin siyasete alet etmek için, korkuyu örgütlemek için, umudu örgütleyemiyor, korkuyu örgütlemek için yaptıklarını ifşa ettik.

Sayın Bahçeli önce bir el sıkıştırdı, ardından geldi şu yan odada, bir kürsüde Abdullah Öcalan’ın Meclis’teki o kürsüye, kendi konuştuğu kürsüye davet etti. ‘Gelsin bu kürsüden çağrı yapsın’ dedi. O günden bugüne Türkiye bir gündemle çalkalanıyor. Recep Tayyip Erdoğan’a geçen hafta yaptığım çağrı şuydu: ‘Konuş! Bahçeli’nin sözlerini paylaşıyor musun, paylaşmıyor musun, konuş!’ Bu çağrımızdan birkaç gün sonra Devlet Bahçeli’yi övgü dolu sözlerle sahiplendi. Yani bu projenin aralarında bir fikir ayrılığı olmaksızın hazırlandığını, Devlet Bahçeli tarafından sunulduğunu, kendisinin de belli bir süre suskun kaldıktan sonra buna sahip çıktığını netleştirdi.

Bugün de, bugün de Sayın Bahçeli yaptığı konuşmada aynen şu ifadeleri kullandı: ‘Dem Grubu’na gelsin, bizim kürsüyü alsın’ diyor. ‘Umut hakkından istifade etsin, sözümün arkasındayım, teklifimde ısrarlıyım. Tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delinince insanlar birbirine dürüst davrandıkça, içlerinden geçeni özgürce söyledikçe bir anlaşma ve bir mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek çok daha kolaydır.’ diyor. Ve esas bunu ömrüm boyunca saklayacağım ağzındaki baklayı çıkarıyor.

Bunlarda dostluk sorunu, dost sorunu yoktur. Recep Tayyip Erdoğan’ın post sorunu vardır. Postunu bırakmak istememektedir. O kadar ki, o kadar ki, sırf Recep Tayyip Erdoğan geçmişte ‘Bal da tuz bulunmaz. Bir tek senden cumhurbaşkanı olmaz’ dediği Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha aday olabilsin, bir kez daha seçilsin diye anayasa değiştirmekten, bunun için de gerekirse Abdullah Öcalan’ı bile Meclis’e getirmekten bahsetmektedir.

Samimiyet budur. Sonda bu konuda önemli bir çağrıda bulunacağım. Ancak partimizin Kürt sorununun var olduğunu, çözüm adresinin Meclis olduğunu ancak toplumsal mutabakatla bunun sağlanabileceğini hiçbir partiyi, hiçbir grubu dışlamadan ve olmazsa olmaz altın standardımdır, kırmızı çizgimdir. Şehit ailelerinin, evlatlarının, eşlerinin ve gazilerimizin yüzüne bakamayacağımız hiçbir şey yapmadan bu sorunu çözeceğiz. Tabii bu sürecin, bu sürecin tuzaklarla dolu bir süreç olduğunu bilelim.

4 Ocak’tan itibaren her kaleme en az yüzde 44 zam gelecek, 66’ya kadar bile çıkabilir. 17 binlik asgari ücrete temmuzda zam yapmadılar ve şimdi ‘hedeflenen enflasyona’ göre zam yaparak asgari ücretliyi bir sene daha ezmek istiyorlar. Her ay açlık ve yoksulluk rakamı açıklayanlara, görevini yeni yeni hatırlayan sendikalara sesleniyorum. Eğer asgari ücrete hak ettiği zam yapılmazsa, ki bu zam yüzde 80’dir ama hiç değilse biraz nefes alacağı 30 bin TL’lik asgari ücrette direnelim. ‘Eğer 30 yoksa biz bu işte yokuz’ diyelim.

Bugün Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı sıfatıyla Sayın Ekrem İmamoğlu benden ve bütün muhalefet partisi liderlerinden randevu almıştır. Fevkalade isabetlidir. Bugün beni geçmişteki AKP pratiğinin aksine ortaya koyduğumuz net iradeyle AKP ve MHP’ye de teklif edilip reddedilen, diğer partilerin kabulüyle oluşturulmuş encümenimiz yani Türkiye Belediyeler Birliği’nin yönetim kurulu ziyaret etti. İçlerinde İYİ Partili var, içlerinde DEM’li var, Yeniden Refah’lı var, CHP’li var. Hep beraber: ‘Kayyum antidemokratiktir, haksızlıktır. Bununla bu meclis mücadele etmelidir’ diyorlar.

Onlara randevu veren bütün liderlere yürekten teşekkür ediyorum. Randevu vermeyen lidere de el uzatıp elimi havada bırakmayın biliyorsunuz. Başka elleri havada bırakıyorsunuz. Samimiyetsizliğinizi bizzat ortaya koyuyorsunuz. İstenilen randevu şahsi randevu değildir. İstenilen randevu siyasi randevu değildir. Türkiye Belediyeler Birliği’nin sizin de belediyelerinizin içinde olduğu ‘Gelin, yönetime girelim. Birlikte girelim. Eskiden AKP tek başına yönetiyordu. Hepimiz yönetelim’ dediğimiz heyettir. Heyetin derdi demokrasi, halkın iradesi, yerel yönetimlerin öneminin altını çizmektir.

“Esenyurt’a üzülüyorsan Mardin’e de üzüleceksin”

İşte Esenyurt’ta yaşananlar. Kurduğu hiçbir tuzaktan sonuç alamayan iktidar, Türkiye’nin en büyük ilçesine kayyım atadı. Yerel seçimlerde birinci parti olan partiye kayyım atama cesareti gösteriyorlar. Esenyurt üzerinden İstanbul’u, İstanbul üzerinden Türkiye’yi kuşatmaya, milletin seçme hakkına el uzatmaya tenezzül ediyorlar. Bunu maalesef FETÖ yöntemleriyle yapıyorlar. Esenyurt’a üzülüyorsan Mardin’e de üzüleceksin. Mardin’e üzülüyorsan Esenyurt’a da üzüleceksin.”

İki talebim var. Birincisi: uyanık olalım, akıllı olalım, oyuna gelmeyelim. Teröre destek gibi görüntülenecek görüntülere ya da vatandaşımızın vicdanını yaralayacak görüntülere çok meraklı bir yandaş medya ordusu görevlendirilmiştir. Tepki ve protesto haktır. Ancak karşı taraftaki polisler hepimizin evladıdır. O polisin bir annesi vardır. Bir evladı, bir kızı bir oğlu evde bekleyen bir eşi vardır. Verilen kanunsuz bir emir vardır. Onu koruyan bir anayasa vardır ama uygulanmamaktır.

O polisin evine ekmek götürme mücadelesi vardır. O polis mobbinge uğramaktadır ve o polis akşam eve gidip çocuklarının yüzüne bakacaktır. O yüzden hiçbir protestonun bir polisi ve jandarmayı inciterek yapılmaması gerekmektedir. Haklıyken haksız duruma düşmeyeceğiz. Buradan ‘eylem yapmayacağız’, ‘sokağa çıkmayacağız’, ‘oyuna gelmeyeceğiz’ deyip ‘oyuna gelmeme’ oyununa gelmeyeceğiz. Hakkımızı arayacağız tepkimizi göstereceğiz, ancak demokratik sınırların dışına çıkmayacağız.

İkinci talebim, sıkı duralım. Biz ne yaptığını bilen, bütün oyunlarına rağmen 31 Mart’ı kazanan, bugüne kadar birinci parti olan, eğer biz birliğimizi, bütünlüğümüzü, özgüvenimizi kaybetmezsek, ilk seçimlerde iktidara gelecek olan, bu ülkenin yoksulunun, bu ülkenin işsizinin, bu ülkenin güvencesizinin, bu ülkenin gençlerinin yüzünü güldürecek olan bizleriz. Kavgayı bitirecek olan, kavgayı bitirecek olan, şehit annesinin yüzünü de güldürecek olan, Kürt vatandaşımızın evladının da yüzünü güldürecek olan, kendisinin de yüzünü güldürecek olan bizleriz. Mecliste bir süreç yürütülmesine, şeffaf, samimi olunmasına, toplumsal mutabakat aranmasına sahip çıkıyoruz.

Ne yaptığımızı biliyoruz. Ne Kürtleri ikinci sınıf görmeye, onları itmeye kalkmaya, ne de diğer taraftan milli hassasiyetleri yaralamaya asla niyetimiz yoktur. Ancak kendine güvenen, partisine güvenen, yöneticilerine güvenen, grubuna güvenen, genel başkanına güvenen Atatürk’ün partisi başarabilir. Bunu yapacağız. Var mısınız? Bütün oyunları siz boşa çıkaracaksınız. Bütün hesapların üstünde bizim hesabımız dostluktur, kardeşliktir. Şiârımız samimiyettir. Var mısınız? Bunun da var bir çaresi: Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi! Hepinizi saygıyla selamlıyorum”

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan “Kayyım” Açıklaması: Kürt Halkının Siyasi İradesini Tanımamak…

Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atamalarına ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Kayyımın amacı, vatandaşın seçme ve seçilme hakkını elinden almaktır” dedi ve ekledi:

“‘Sen seçemezsin, seçilemezsin’ demektir. Kayyım, Kürt halkının siyasi iradesini tanımamak anlamına gelir. ‘Bana biat etmezsen, ben de senin siyasi iradeni tanımam’ demektir.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), bu haftaki Meclis grup toplantısını İçişleri Bakanlığı tarafından kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi önünde gerçekleştirdi.

Devrimci Parti Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşçı, İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban, TÖP Sözcüsü Juliana Sözen, EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk, SYKP Eş Genel Mertcan Titiz Feray Mertoğlu ve TİP Genel Başkanı Erkan Baş, ESP Eş Genel Başkanı Murat Çepni ve EMEP Milletvekili Sevda Karaca toplantıya katıldı.

Grup toplantısında DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan açıklama yaptı. Hatimoğulları şunları söyledi:

“Keşke kayyım gündemi dışında bugün sizinle görüşebilseydik. Salı günkü grup toplantımızı burada Mardin’de, kayyıma meydan okumak ve yerel tepkileri göstermek için gerçekleştiriyoruz. 4 Kasım 2016 darbesinde, HDP eş genel başkanları Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve diğer milletvekillerimiz gözaltına alındı. İktidar, yüzbinlerce insanın oyunu almış değerli seçilmişlerimizi hapse attı. Kobanê kumpas davasıyla onlara onlarca yıl ceza verdiler. Bu uygulamalar, Kenan Evren’leri, Tahsin Şahinkaya’ları ve 28 Şubat darbecilerini hatırlattı.

Yerine kayyım atandığında Devrim Demir arkadaşımız, kadın mücadelesinden gelen biri olarak, ne zaman mücadeleden yoruldu? Türkiye’nin dört bir yanında mücadelemizi ve dayanışmamızı büyüterek bu darbeyi sahiplerine iade edeceğiz. Bu kayyımın amacı, vatandaşın seçme ve seçilme hakkını elinden almaktır. ‘Sen seçemezsin, seçilemezsin’ demektir. Kayyım, Kürt halkının siyasi iradesini tanımamak anlamına gelir. ‘Bana biat etmezsen, ben de senin siyasi iradeni tanımam’ demektir.

Bu kayyımcı anlayış sanmayın ki sadece Kürtlere zarar veriyor, sadece DEM Parti’ye zarar veriyor. Esenyurt örneğinde olduğu gibi kayyımcu anlayış seçimleri lağvediyor, seçimleri ortadan kaldırıyor. Kayyım, Türkiye’de yaşayan halkların iradesini tanımamak anlamına gelir. Kayyımcı zihniyet seçimleri ortadan kaldırıyor. AKP ve MHP, Türkiye partileri değildir; bunlar yandaş partilerdir. Türkiyelileşmenin önündeki en büyük engel, AKP ve MHP ittifakıdır. Bu böyle bilinmelidir.

Dün, eş genel başkanımız Tuncer Bakırhan ile Batman’daki direnişe destek ziyareti gerçekleştirdik. Eş genel başkanımızın konuşması, amacından saptırılarak yandaş medya tarafından hedef haline getirilmiştir. Partimize yönelik siyasi linç girişimleri devam etmektedir. Şunu açıkça belirtmek isteriz ki, söylediğimiz her sözün tarihsel önemini ve ağırlığını çok iyi biliyoruz. Gün demokrasiye, insan haklarına, adalete ve hukuka sahip çıkma günüdür.”

“En büyük Kürt düşmanı koalisyon”

Hatimoğulları’ndan sonra kürsüye gelen diğer eş genel başkan Tuncer Bakırhan ise şunları söyledi: “Bu siyasi darbeniz Mardin, Batman, Esenyurt ve Halfeti halkları için bir hiçtir. Kimsenin şüphesi olmasın; nasıl Mardin halkı 1994’te Çiller’in öncülük yaptığı DEP’lilere dönük darbeyi unutmadıysa, nasılsa Çiller ve Nusret Demiral da tarihin kara sayfalarına yazıldıysa, bu siyasi darbeciler de tarihin kara sayfalarında yerini alacaktır.

Açıkça söylüyoruz,kayyum demokrasiye bir kıyımdır. Bugün Türkiye’de iki hat var, bir kayyumcu cumhuriyet isteyenler, bir de bizim gibi demokratik cumhuriyet isteyenler. Diyorlar ki, iktidar ve onuru midesi kadarolan saray kalemşörleri diyorlar ki terör nedeniyle kayyum atandı. Bütün hırsızlıklarını, yolsuzluklarını terör maskesinin arkasına sakladıar. Bölücü arıyorsanız, pratikleriniz bakacaksınız. İstanbul’da başka hukuk, bölgede başka hukuk uygulamak asıl bölülcülüktür. Terör arıyorsanız, 2015’ten beri uygulamalarınıza bakacaksınız.

Ne yapmış Ahmet Türk? Daha dün Cumhurbaşkanı yardımcısıyla iki aileyi barıştıran Ahmet  Türk’e şimdi terörist diyorsunuz. Yazıklar olsun size. Bu ikiyüzlü tutumunuzdan vazgeçin, kimse size artık inanmıyor. Cumhuriyet kurulduğundan beri en büyük Kürt düşmanı koalisyonla karşı karşıyayız. 2015’ten beri kurdukları şeytan ittifakı ile bize yapmadıkları zulüm kalmadı, mezarlarla uğraştılar, cenazelerimizi kaldıramadık, katledilen çocukların cenazeleri buzdolaplarında kaldı.

İktidar bir yandan elimi uzatıyorum derken, diğer eliyle yok sayıyorlar, zulüm yapıyorlar. Bu halk size nasıl güvensin? Soruyoruz, dün elini uzatanlar bugün kayyum atayanlar değil mi? Uzattıkları elleri tuttuk, bize uzatılan her eli de tutarız, reddetmeyiz. Ama siz de gördünüz, uzatılan el meğer kayyım atamak içinmiş.

Kayyum barış ve çözüme giden yolu dinamitleyen bir yoldur. Kürt sorunu, sabahın 5’inde Ahmet Türk’ün kapısını çalarak, seni belediye başkanlığından aldık demektir. Kürt sorunu, Kürt sorunu yoktur demektir. Kürt sorunu, Fırat’ın suyu akarken, onun yanı başında kuruyan ağaçtır. Kürtler, siyaset yapmasın diyorsanız, Kürtler oy da kullanmasın diyorsunuz, Kürtler dilini de kullanmasın diyorsunuz. O zaman size soruyoruz, Kürtler ne yapsın be vicdansız herifler? Bu soruya sizin cevap vermeniz lazım. Sayın Bahçeli, Kürtler ne yapsın? Sayın Erdoğan, Kürtler ne yapsın bu saatten sonra? Kürt sorunu, İmralı’da, DEM Parti’yi siyaseten tecrit etmektir. Bu, bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür.

Ne kadar AKP’de siyaset yapan Kürt varsa, hepsini istifaya davet ediyoruz. Kayyım atadığı Kürtler, Erdoğan’ın kardeşi değildir. Onlar ne istiyorlar, biliyor musun? Onlar bizim tarihimizdeki Bekoları itiyorlar, ama Kürt halkı Memu Zin’dir, Kürtler Bekoları geçti.

Müzakereden kaçıyorlar, çünkü müzakere kimin sahici odluğunu gösteren en önemli merhalelerden biridir. DEM Parti olarak çözüme hazırız, elimizde hançer değil, barış güvercinleri var. Ama sizin bir elinizde kayyum, diğer elinizde zulüm var. Ama bu toprakların ferasetine inanıyoruz, bir gün bu feraset halkların birlikte yaşadığı bir ülkeyi yaratacaktır.

Sayın Bahçeli’nin grup toplantısını izledim. Bize uzattığın eli biz tuttuk, ama diğer elini ortağın baltaladı, diğer elini baltalayan ortağında sorun var. Madem bir çözüm istiyorsun, önce kayyumdan vazgeç, önce tecridi kaldır, madem çözüm istiyorsun önce hukuku uygula. Kimse bize Ortadoğu’da tehdit var, iç cepheyi gücendirelim demesin, iç cepheyi güçlendirmek kayyum atamak mıdır? Kayyum rejimiyle iç barışla sağlayamazsınız… Son olarak; asla boyun eğmeyecğiz, asla baş eğmeyeceğiz.”

Paylaşın