Yedi Vekile Ait Dokunulmazlık Fezlekeleri Meclis’te

Aralarında DEM Partili Cengiz Çandar, Salihe Aydeniz, CHP’li Gökan Zeybek ve İYİ Partili Burak Akburak’ında bulunduğu yedi milletvekiline ait dokunulmazlık dosyaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonu’na sunuldu.

Haber Merkezi / Meclis Başkanlığı’nca, komisyona, “Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi” sunulan yedi milletvekilinin isimleri şu şekilde:

“CHP İstanbul Milletvekili Gökan Zeybek, İYİ Parti İstanbul Milletvekili Burak Akburak, DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, DEM Parti Mardin Milletvekili Salihe Aydeniz, DEM Parti Siirt Milletvekili Sabahat Erdoğan Sarıtaş, Bağımsız İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt, Bağımsız Ankara Milletvekili Yüksel Arslan.”

Süreç nasıl işliyor?

Hakkında suç isnadı bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin talepler, Adalet Bakanlığına sunuluyor. Bakanlık, talebi gerekçeli bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına, Cumhurbaşkanlığı ise TBMM Başkanlığına iletiyor.

Meclis Başkanlığına gelen fezlekelerin gündeme alınmasındaki süreç, İçtüzüğe göre işliyor. Milletvekili dokunulmazlığı, İçtüzüğün “Yasama Dokunulmazlığı ve Üyeliğin Düşmesi” başlıklı dokuzuncu kısmının “yasama dokunulmazlığı” alt başlıklı birinci bölümünde düzenleniyor.

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki istemler, TBMM Başkanlığınca “Gelen Kağıtlar” listesinde yayınlanarak Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona havale ediliyor.

Söz konusu fezleke ile Meclis’teki mevcut fezlekeler, sevk edildikleri Karma Komisyonda bekletilebiliyor ya da komisyonda gündeme alınabiliyor. Fezlekelerin gündeme alınması halinde süreç başlıyor. Karma Komisyon toplanıyor ve hangi fezlekeye ait dosyayı değerlendireceğine karar veriyor.

Hazırlık Komisyonu kuruluyor

Hazırlık Komisyonu, kurulduğu andan itibaren en geç 1 ay içinde dosyayı inceleyerek raporunu hazırlıyor. Bu komisyon bütün kağıtları inceleyip gerekirse o milletvekilini dinliyor ancak tanık dinleyemiyor.

Hazırlık Komisyonu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde karar alırsa dosya Karma Komisyona havale ediliyor. Karma Komisyon da 1 ay içinde Hazırlık Komisyonu raporunu ve eklerini görüşerek sonuçlandırıyor.

Karma Komisyon, dokunulmazlığın kaldırılmasına veya kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar veriyor.

Karma Komisyon kovuşturmanın ertelenmesini kararlaştırmışsa bu yöndeki raporu Genel Kurulda okunarak bilgiye sunuluyor. Bu rapora milletvekilleri tarafından 10 gün içinde itiraz edilmezse kesinleşiyor, itiraz edilmesi halinde ise rapor Genel Kurul gündemine alınıyor. İtiraz edilmeyen dosyalar Cumhurbaşkanlığına gönderiliyor.

Dokunulmazlığın kaldırılması yönündeki Karma Komisyon raporları, doğrudan Genel Kurul gündemine giriyor. Genel Kurul, raporu kabul ederek dokunulmazlığın kaldırılmasını kararlaştırabileceği gibi, raporu reddederek yargılamanın dönem sonuna ertelenmesine de karar verebiliyor.

Kovuşturma ertelenmiş ve bu karar Genel Kurulca kaldırılmamış ise dönem yenilenmiş olsa bile milletvekilliği sıfatı devam ettiği sürece ilgili hakkında kovuşturma yapılamıyor.

Genel Kurul aşaması

Milletvekillerine dağıtılan Karma Komisyon raporu, Genel Kurulda okunarak görüşülüyor. Biri lehte diğeri de aleyhte olmak üzere, iki milletvekili rapor üzerinde konuşma yapıyor.

Fezlekesi olan milletvekili isterse Hazırlık Komisyonunda, Karma Komisyonda veya Genel Kurulda kendi savunmasını yapabiliyor ya da başka bir milletvekili arkadaşına savunma yapması için bu hakkını verebiliyor.

Söz ve savunma talebi yoksa görüşmeler tamamlanıyor. Daha sonra Karma Komisyonun yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair raporu oylamaya sunuluyor. Genel uygulamaya göre açık oylama yapılıyor. Genel Kurulda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin oylamada, karar yeter sayısı (151) yeterli oluyor.

Her dosya için ayrı oylama yapılıyor

Genel Kuruldaki oylamada, her milletvekili ve fezleke için ayrı oylama yapılıyor. Bir milletvekili hakkında iki dosya varsa iki dosya ayrı ayrı oylanıp karara bağlanıyor. Dokunulmazlık hangi dosya hakkında kaldırıldıysa yalnızca o fezleke hakkında yargılama yapılabiliyor. Milletvekilinin dönem sonuna bırakılan dosyası hakkındaki dokunulmazlığı devam ediyor.

Genel Kurul kararından sonra milletvekilinin dokunulmazlığı, söz konusu dosya için kaldırılmış oluyor.

Meclis Başkanlığı, dosyayı Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla Adalet Bakanlığına gönderiyor. Bakanlık da dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili hakkında gereğinin yapılması için dosyası ilgili savcılığa havale ediyor.

Savcılık da dosyanın ulaşmasının ardından soruşturmaya kaldığı yerden devam ediyor, söz konusu milletvekilini tutuklanması talebiyle mahkemeye de sevk edebiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına da devam edebiliyor.

Dokunulmazlık kalkıyor, vekillik devam ediyor

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kalkmasıyla milletvekilliği düşmüyor, devam ediyor. Milletvekili maaşını alıyor ve diğer sosyal haklarından yararlanıyor. Tutuklanmamışsa Meclise gelerek yasama çalışmalarına da katılabiliyor.

Ancak milletvekili hakkındaki ceza kesinleştikten sonra Genel Kurulda okunuyor ve o zaman milletvekilliği düşürülüyor.

Milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine karar verilmesi halinde, Genel Kurul kararının alındığı tarihten itibaren 7 gün içinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptal için Anayasa Mahkemesine başvurabiliyor. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini 15 gün içinde kesin karara bağlıyor.

Paylaşın

Bakırhan: Kayyımlarla Kimse Bizi Hizaya Getiremez

Kayyım atamalarına ilişkin değerlendirmede bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Kayyım atamalarıyla iktidarın demokrasiye ve Kürt halkının iradesine yönelik düşmanca yaklaşımını bir kez daha gördük” dedi ve ekledi:

“İktidar hala Kürt halkının iradesini tanımamakta ısrar ediyor. Belediyeleri bir ekonomik talan alanı olarak görmeye devam ediyor. Kayyım, bir halkın iradesine siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak bir çökme politikasıdır. Bu çökme politikasını bin defa da deneseler çökecek. Bir yandan Kürtleri çökertme diğer taraftan Türkiye barışı nasıl sağlanacak? Kayyımlarla kimse bizi hizaya getiremez.”

Tuncer Bakırhan, “Kayyım politikası, müzakere ve diyalog ortamına zehirleyen bir pratiktir. Buradan çözüm çıkmaz. Bu zihniyetten çözüm çıkmaz. Siz elli yıl da kayyım atasanız, halk yine kendi iradesini seçer” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Mezopotamya Ajansı’ndan Selman Güzelyüz’ün sorularını yanıtladı. Tuncer Bakırhan’ın açıklamalarından bölümler şöyle:

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kendi siyasi penceresinden Kürt sorununun çözümüne dair yaptığı çıkışı nasıl değerlendirdiniz? 

Kürt sorunu 100 yıldır çözülemeyen ve Türkiye’deki diğer meseleleri de tetikleyen bir mesele. Bu gerçeğin Bahçeli gibi karşı uçta yer alan bir siyasetçi tarafından söylenmesi tabi ki kamuoyunda bir şaşkınlığa neden oldu. Fakat bir mesele kendisini dayatıyorsa, ülkenin çeşitli alanlardaki gidişatını engelliyorsa, iktidar ciddi bir tıkanma yaşıyorsa böyle bir açıklama yapılması gayet normaldir. Yıllardır bu riske dikkat çekiyorduk, gecikmiş de olsa bu noktaya gelinmesini önemli buluyoruz. Tabi ki niyet ve samimiyeti, atılacak pratik adımlarla göreceğiz.

Bahçeli ile sorunun çözüm yöntemi ve ele alış biçimimizde belirgin fark var. Ama iki temel konuda bizim düşündüğümüz bir noktaya geldi. Birincisi; Bahçeli, Kürt sorununun muhatabını doğru gösterdi. Sayın Öcalan’ın Kürt meselesinin çözümü konusundaki iradi gücünü kabul etti. İkincisi; yıllardır devam eden tecritten bahsetti ve “kapılar açılsın, gelsin konuşsun” dedi.

Tüm bu önemli tespitlere rağmen Bahçeli ve Erdoğan’ın Kürt meselesinin çözümüne dair bir program ve politikası henüz yok. Aksine meseleyi daha da çözümsüz kılan pratiklerle karşılaşıyoruz. Varsa gerçekçi bir çözüm iddialarını kamuoyuyla paylaşılmalılar. Bahçeli, tecridi işaret ederken, “Türkiye barışı” derken, tam olarak neyi kastediyor? AKP bu konuda Bahçeli ile aynı şeyleri mi düşünüyor? Toplum bir yanıt bekliyor. Kürt sorunun demokratik çözümünde sözü aşan, somut bir politikaya, söyleme, programa ihtiyaç var.

Kürt sorununun çözümüne dair atılacak ilk adım ne olmalı? 

Öncelikle tecridin kaldırılması gerekiyor. İmralı kapısına vurulan kilidin önce açılması gerekiyor. Bu aynı zamanda bir samimiyet testi de olur. Toplum, İmralı’dan çıkacak sesi büyük bir merakla bekliyor. Aynı zamanda somut adımlar atılmasını bekliyor. Tek taraflı söylenen, yürütülen bir tartışma ve hiza vererek sorun çözülemez. Taraflar konuşmalı, Türkiye sivil toplumu tartışmalara dahil edilmeli. Barışın zemini ancak bu şekilde güçlenir. Bahçeli, “Türkiye barışı” dedi. Türkiye barışını arıyorsa o vakit barışın da tarafları vardır. Kürt meselesi artık bilinmeyen, kapalı kapılar ardında tartışılarak çözülecek bir mesele değildir.

Tüm yurttaşlar genel hatlarıyla neyin tartışıldığını, ne yapılmaya çalışıldığını bilmelidir. Kürt meselesi sadece Kürtlerin meselesi değildir. Türkiye’deki en büyük eksikliklerden birisi buydu. Cezayir meselesinin sadece Cezayirlilerin meselesi olmadığı gibi. En başta Fransız aydınları, entelektüelleri, Fransız halkı çok güçlü bir biçimde “savaşa hayır” dedi. Cezayir halkının haklı taleplerinin yanında durdu. O sorunu, Fransa’nın bir meselesi olarak algıladı. İşte Türkiye’de de aydın, yazar ve sanatçısından bütün sivil toplum dinamiklerine kadar herkes güçlü bir biçimde barışı örgütlemeli. Bu konuda bir araya geldikçe, barışın önemini anlattıkça daha çok yol alabiliriz.

23 Ekim’de bir görüşme gerçekleşti, ancak sonrasında yapılan başvurular henüz yanıtsız. Buradan yola çıktığımızda sizin de bahsettiğiniz ‘ilk adım’ halen atılmış değil… 

Açık söylüyorum, devlet burada da oyun oynuyorsa -ki yıllardır bu meseleye samimi yaklaşılmadı- büyük yanlış yapar. Tartışmaların daha başlangıcındayız. 100 yıldır denenen pratikler çözümsüzlüğü derinleştirdi. İğne ucu kadar bir olanak ve imkan varsa; DEM Parti olarak iğnenin ucu kadar olan umut ışığını büyütmeye, toplumsallaştırmaya ve örgütlemeye uğraşıyoruz.

Sizin aracılığınızla söylüyoruz; biz demokratik bir çözüme ve onurlu bir barışa varız. Sayın Öcalan, hukuki ve siyasi zemin vurgusuyla “buradayım” diyor. “Teorik ve pratik gücümle çözüme katkı sunmaya hazırım” diyen Öcalan’ın açıklamasından sonra KCK de açıklama yaptı. “Biz buradayız, Sayın Öcalan’ın geliştireceği süreci esas alacağız” dedi. Tüm bunlar ne anlama geliyor? Kürt sorunun demokratik çözümünde sorumluluk sahibi olanlar “buradayım, varım” diyor.

Kürtler buradaysa, çözüm iradesini ortaya koyuyorsa, samimi ve iyi niyetli davranıyorsa, o zaman şunu sormak lazım; Sayın Bahçeli, siz var mısınız? Buyurun Sayın Erdoğan, siz var mısınız? Eğer halen bir devlet aklı kalmışsa sormak istiyorum; Bu mesele Türkiye’nin gelişmesini, demokratikleşmesini, refah içinde yaşamasını engelliyorsa, demokratik bölgesel bir güç olmasına izin vermiyorsa, Kürt sorununu nasıl çözeceksiniz?

Abdullah Öcalan’ın son görüşmede verdiği mesaja da iktidar ve ortağından bir yanıt gelmediğini görüyoruz. İmralı’da resmi ve kamuoyuna açık bir görüşmenin sağlanması nasıl bir geleceğe kapı aralar? 

Çok önemli, tarihi bir fırsat var. Meselenin muhatabı olan ve adres gösterilen Sayın Öcalan, çözüm meselesinde somut bir proje sunuyor. Demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, eşit yaşam modeli sunuyor. Şerafettin Elçi, “bu meseleyi çözebilecek son kuşağız” demişti. Bu meselenin demokratik çözümü ve barışı için elleri havada bekleyen bir kuşak, bir Kürt siyasal aklı var. İkinci yüzyılda ‘cumhuriyeti demokratikleştirelim’ deniliyorsa, Sayın Öcalan ile derhal konuşulmalı ve müzakereye geçilmeli.

Bakın, İmralı’da bir çözüm iradesi var iken, bu fırsat değerlendirilmeli. İmralı’da barış ve müzakere kampı kurulmalı. Türkiye’nin enerjisini ve ekonomisini bitiren, toplumu yoksullaştıran, demokrasiyi ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir meseleden bahsediyoruz. Bakın, 13 Cumhurbaşkanı ve 40’ın üzerinde başbakan görmüş bir meseleden bahsediyoruz. Burada tarihe mal olmuş bir meseleyi çözen olarak tarihe geçmekten daha kıymetli bir şey var mıdır

Meclis’te bulunan diğer partiler de “yeni süreç” tartışmalarına dair kimi açıklamalarda bulundu. CHP başta olmak üzere diğer muhalefet partilerinin açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Muhalefetin ilk olarak sorumluluk alarak söz kurmalarını olumlu karşılıyorum. Başta Özgür Özel olmak üzere Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu, Fatih Erbakan ve birçok siyasi parti lideri farklı perspektiflerden de olsa Kürt meselesinin çözümüne dair olumlu bir yerde duruyorlar. Muhalefetin duruşu, bu anlamda biraz iktidarın olası yan çizmelerine karşı da bir emniyet supabı olacaktır. Bakın 2013-2015 sürecinde muhalefetin büyük kısmı o dönem çözüm sürecinin karşısındaydı.

Bugün bu tartışmaları başlatan Bahçeli başta olmak üzere Sayın Özgür Özel’in partisi de bu meselenin karşısındaydı. Başka güçler vardı. Bugün dikkat ederseniz olumlu bir yaklaşım var. Dünyanın her yerinde yüzde yüz bir mutabakatın sağlanması mümkün değil. Kimi ufak tefek ırkçı, milliyetçi partilerin zehirli dillerine takılmamak gerekiyor. Türkiye siyasi tarihinde ilk defa Kürt meselesinin demokratik çözümüyle ilgili bu kadar geniş bir destek skalası oluşmuş durumda. Bu geniş konsensüs zemini tarihi bir fırsat sunuyor. İktidar ve devletin bunu görerek tarihi fırsatı heba etmemesi gerekiyor.

Tartışmaların sürdüğü bir dönemde bazı belediyelere 3’üncü kez kayyım atandı. Bazı belediyeler için de kayyım tehditleri sürüyor. Bununla partiniz “hizaya mı çekilmek” isteniyor?

İşte bütün mesele burada yatıyor. Bu ülkeyi bir kayyım cumhuriyetine dönüştürmek isteyenler ile cumhuriyeti demokrasiyle buluşturmak isteyenlerin mücadelesiyle karşı karşıyayız. Biz halk diyoruz, iktidar vesayet diyor. Biz yerel demokrasi diyoruz, iktidar kayyım diyor. Toplumun farklılıkları zenginliktir diyoruz, farklılıklara saldıran bir zihniyet ile yüz yüzeyiz.

Kayyım atamalarıyla iktidarın demokrasiye ve Kürt halkının iradesine yönelik düşmanca yaklaşımını bir kez daha gördük. İktidar hala Kürt halkının iradesini tanımamakta ısrar ediyor. Belediyeleri bir ekonomik talan alanı olarak görmeye devam ediyor. Kayyım, bir halkın iradesine siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak bir çökme politikasıdır. Bu çökme politikasını bin defa da deneseler çökecek. Bir yandan Kürtleri çökertme diğer taraftan Türkiye barışı nasıl sağlanacak? Kayyımlarla kimse bizi hizaya getiremez.

Kayyım politikası, müzakere ve diyalog ortamına zehirleyen bir pratiktir. Buradan çözüm çıkmaz. Bu zihniyetten çözüm çıkmaz. Siz elli yıl da kayyım atasanız, halk yine kendi iradesini seçer. Günlerdir Mardin, Halfeti ve Batman başta olmak üzere birçok kentte insanlar iradesine sahip çıkıyor. Kayyım darbesine karşı mücadele edeceğiz, diğer yandan da Kürtlerin özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesinin sağlanmasına katkı sunacak diyalog ve müzakere zeminini güçlendirmekten de geri durmayacağız. Müzakere de mücadele dinamiğinin bir parçasıdır.

Tepkiler üzerine “geçici görevlendirme’ açıklaması geldi. Bunu nasıl okudunuz?

İktidarın kayyım politikaları iflas etti. Hem seçimlerde kayyımlar gönderildi, hem de Türkiye’de yaşayan büyük bir çoğunluğun gözünde zerre meşruiyeti yok. Dolayısıyla topluma ‘Bu kayyım başka bir kayyımdır’ mesajı vermek istiyorlar. Farklı bir kavram kullanarak kayyım uygulamasının iflasını örtmeye çalışıyorlar. Ama nafile, kayyım demokrasiye darbedir. Halk iradesinin gaspı ve Kürt halkını tanımamaktır.

Paylaşın

Muhafazakarların Yüzde 72’si “Devlet Laik Olmalıdır” Görüşünde

“Devlet laik olmalıdır” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 89 muhafazakarlarda yüzde 71,8. Devlet din işlerine karışmamalı” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 67, muhafazakarlarda yüzde 51.

Demokrasi en ideal sistemdir” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 76, muhafazakarlarda yüzde 68.

Toplumun yüzde 72’si “ülkede farklı etnik, dinî ve mezhep gruplarına eşit davranılsaydı daha az soruna yol açılacağını” düşünüyor. “Farklı kesimlere eşit davranılmadığını” düşünenlerin oranı ise yüzde 74’e kadar çıkmakta.

Başkanlığını AK Parti kurucularından, eski İçişleri Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay’ın yaptığı Ankara Sosyal Bilimler Vakfı, “Türkiye’de Kimlikler: Din, Ekonomi, Siyaset” başlıklı bir 2024 değerler araştırması yayınladı.

Ankara Sosyal Bilimler Vakfı’nın yaptığı bu ilk araştırma Ömer Demir, İbrahim Dalmış, Ömer Toprak ve Cem Eyerci gibi Atalay’ın ANAR’da da birlikte çalıştığı yetkin isimler tarafından hazırlandı.

Çalışma için 5618 kişi görüşüldü. Sorulara cevap verenlerin 2971’i erkek, 2647’i kadın katılıcılardan oluştu.  Anket formunda katılımcılara toplamda 78 soru soruldu.

Araştırmada “Atatürkçülüğün daha önce ayrıştırıcı bir kimlik olarak öne çıkarken şimdi toplumun çoğunluğu (yüzde 71) tarafından sahiplenilir hale gelmiş olmasının” altı çiziliyor.

“Devlet laik olmalıdır” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 89 muhafazakarlarda yüzde 71,8. Devlet din işlerine karışmamalı” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 67, muhafazakarlarda yüzde 51.

“Devlet yönetiminde daha çok dindar olmalı” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 25, muhafazakarlarda yüzde 44.8.

“Dindar yöneticiler çalışanların haklarını korumada daha titiz davranırlar” görüşüne katılım düzeyi; modernlerde yüzde 35, muhafazakarlarda yüzde 51. “Dindar iş insanları iş hayatında daha dürüst ve güvenilirdirler” görüşüne katılım düzeyi; modernlerde yüzde 29, muhafazakarlarda yüzde 45

Ahlâklı olmak için dindarlık gerekli” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 25, muhafazakarlarda yüzde 44.

“Gençlere dini eğitim verilmeli” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 75, muhafazakarlarda yüzde 91.

İnsanlar kutsal kitaplara ve dine daha az önem verip onların yerine kendi ahlâkî standartlarını geliştirmelidir” görüşüne katılıyor musunuz?” sorusuna yüzde 54,6 katılmıyorum, yüzde 40 katılıyorum diye yanıt verdi.

“Bazı insanlar İslâm’ın farklı yorumlarına hoşgörü gösterilmesi gerektiğini düşünüyor. Bazıları ise İslâm’ın tek bir gerçek yorumu olduğuna inanıyor. Siz hangi görüşe daha yakınsınız?” sorusuna “Tek yorum” diyenler yüzde 49, hoşgörü diyenler yüzde 42.

Küreselleşmeyle ilgili olumsuz kanaat yüzde 42, olumlu kanaat yüzde 24. “Batı, insan hakları söylemini kendi dışındaki dünyaya bir politik baskı aracı olarak kullanmaktadır” görüşüne katılanların oranı da yüzde 67,5.

Toplumun büyük çoğunluğu (yüzde 90) “fakirlere bakmanın devletin temel görevlerinden biri” olduğunu düşünüyor.

Yine hayat pahalılığının en önemli nedenini “iş dünyasının aşırı kâr etmesi” olarak görenlerin oranı modernlerde yüzde 64’ü, muhafazakârlarda yüzde 67.

Demokrasi en ideal sistemdir” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 76, muhafazakarlarda yüzde 68.

Toplumun yüzde 72’si “ülkede farklı etnik, dinî ve mezhep gruplarına eşit davranılsaydı daha az soruna yol açılacağını” düşünüyor. “Farklı kesimlere eşit davranılmadığını” düşünenlerin oranı ise yüzde 74’e kadar çıkmakta.

“Başarı için torpil gerekir” görüşüne katılım düzeyi; modernlerde yüzde 65, muhafazakarlarda yüzde 59.

Toplumun yüzde 63’ü  “Türkiye’de mahkemelerin bağımsız ve tarafsız şekilde karar vermediğini” düşünüyor.

Toplumun hemfikir olduğu ender konulardan biri ise mülteciler. “Türkiye’nin bugün uyguladığı göçmen politikasını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna, hükümeti bu konuda olumlu bulanlar modernlerde yüzde 11, muhafazakârlarda yüzde 19.

“Tüm göçmenlerin Türkiye’den gönderilmesi lazım” görüşüne katılma düzeyi muhafazakârlarda yüzde 80, modernlerde yüzde 86.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bahçeli’den “Cumhur İttifakı’nda Çatlak Var” İddialarına Sert Tepki

MHP Lideri Devlet Bahçeli, Cumhur İttifakı’nda çatlak var iddialarına ilişkin, “Mevzu bahis vatan, millet bayrak ise Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve şahsım arasında hiçbir ayrılığın olmayacağını duymayan gözlere hatırlatmak dava ve vicdan görevimdir” dedi ve ekledi:

“Önce vatan nedir onu önermelerini teklif ediyorum. Başkaları gibi irademiz rehin altında değildir. Cumhurbaşkanı ile aramızda sarsılmaz bağ var. Hiçbir ayrılık ve ayrışmanın söz konusu olmayacağını hatırlatmak dava ve vicdan görevimdir.”

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Bahçeli’nin açıklamasından öne çıkan bölümler şöyle:

“Sınırlarımızda oynanan oyunların son sahnesi Türkiye üzerinde oynanmak istenmektedir. Sınırlarımızda karanlık oyunlar var. Adaletsiz ve dengesiz güç dağılımı küresel barışı tehdit edecek boyuta geldi.

Beyrut ve Gazze’deki soykırıma yenileri eklenmektedir. Katliamların hız kesmeden devam etmesi medeni dünyanın iflas beyannamesi değilse nedir? Zalimlerin hesap vermesi gerekirken hala bir arpa boyu yol alınmaması adaletsizliktir. İnsancıl hukuk ayaklar altındadır. İsrail siyonist barbarlığı artıyor. Roma statüsü gereğince Filistin’in uluslararası hukuk nezlinde devlet olarak görülmesi nişanesidir. Adalet mutlaka tecelli edecektir. İsrail’e silah yaptırımları doğrudan hayata geçirilmelidir.

Türkiye’nin tutumu gayet açıktır. Türkiye-İsrail arasında 2 Mayıs 2024’te tüm ticari anlaşmalarını askıya alınmıştır. Bu tarihten itibaren hiçbir gümrük beyannamesi yoktur ve açık seçik ortadadır. Bu karalama olsa olsa siyonizme hizmet olur. İlk kıblemize siyonizmin gölgesi düşerse bununa altından hiçbir ülke kalkamaz. Türk milleti mazlumların feryatlarına kulak tıkayamaz, soykırım dilini konuşan iblise yoldaşlık edenlere asla seyirci ve sessiz kalamaz.

Küresel ve bölgesel barış ve istikrara destek verilecekse, iki devletli çözüm mutlak sürekli gerçekleşmeli. 1967 sınırları dahilinde siyasi ve toprak bütünlüğü sağlanmış bağımsız Filistin Devleti tanınmasından başka bir yöntem kalmamıştır. Türkiye, iblise yoldaşlık eden bu devrin katillerine asla seyirci kalamaz. Tarafsız kaldık ki masumların tarafıyız.

AB’nin görüş beyanı tek taraflı kararların alt yapısını oluşturma çabaları mesnetsizdir. AB’nin barış istikrarına namussuzluktur. Karşımızda toplanan ülkelerde Preveze’de denizin dibine gönderdiğimiz Haçlılardan ne farkı var? AB, GKRY ile Yunan tezlerine alet oluyor. Suyumuza dokunanın dumanını attıracağımızı unutmamalıdırlar. Tarihten ders almayan diplomatik kuşatma Türk milletine sökmeyeceğini Barbaros Hayrettin Paşa’nın Akdeniz’de dolaştığını unutmasınlar.

İzmir’in Selçuk ilçesinde elektrikli sobanın devrilmesi sonucu 5 çocuk hayatını kaybetti. Kendi çocuklarımızı da konuşmalı dert etmeliyiz. Eşi cezaevinde bulunan annenin hurda toplamaya gittiği anlaşılmaktadır. Bu konuyu sadece yoksulla ele almak doğru sonuca ulaştırmayacaktır. Ruhen ve rehberlik ihtiyaçlarını da gözlemlemek devletin başlıca vazifeleri arasındadır. Manevi moral ve desteklere ilgi, sevgiye muhtaç evlatlarımızın sağlıklı ve dengeli bir fert olması için çalışmalıyız. Türkiye’de bir çocuk gece yatağa aç giriyor sabah mutsuz uyanıyorsa bunun vebali hepimizindir.

“Fitne yayan siyasetçileri, gazetecileri…”

Gündemi epey bir şekilde meşgul eden bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızla aramızdaki diyalogda hiçbir problem yoktur. Cumhur İttifakı Türkiye’dir. İstikbalin mimarıdır. Üzerimize gelinse bile ülkü ve irademizden taviz vermedik, vermeyeceğiz. Soluğumuz başkaları gibi kesik değildir. İttifakımıza çamur atmaya çalışan ahmaklara gök girsin kızıl çıksın diyorum. Fitne yayan siyasetçileri, gazetecileri, bölücü ve FETÖ’cü mihrakları, casusları rezil rüsva etmek için sabırla bekliyoruz.

Son günlerde tartışmaların odağında yer alan çağrımın Cumhurbaşkanımızın haberinin olup olmadığını araştıran zevata diyeceğim: Mevzu bahis vatan, millet bayrak ise Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve şahsım arasında hiçbir ayrılığın olmayacağını duymayan gözlere hatırlatmak dava ve vicdan görevimdir. Önce vatan nedir onu öğrenmelerini teklif ediyorum.

Türkiye artık feleğin çemberini kırmalıdır. Makus tarih değişmelidir. Elbette gerçekleşebileceği hedefimiz de budur. Konu Türk milleti olduğunda hedeflerimizin hiçbir sınırı olamaz. Tutamayacağımız sözü dilimize, ulaşamayacağımız hedefleri önümüze koymadık, koymaya da niyetimiz yoktur. Bizim içimiz kin değil muhabbettir.

Biz bu ülke vatan uğruna rahmetle ve ümmetle andığımız 3 bin şehit verdik. Şafağı ağarmayan nice karanlıkları yendik. Millet kendi eserine sevdasından deliye dönmüş MHP’ye ve Cumhur İttifakına duasıyla desteğiyle sahip çıkacaktır. Kimse boşuna hayal kurmasın. MHP ve Cumhur İttifakı içinde milletin olmadığı hiçbir hedefi kabul etmez, kabul etmeyecektir.

Biz bu ülke vatan uğruna rahmetle ve ümmetle andığımız 3 bin şehit verdik. Şafağı ağarmayan nice karanlıkları yendik. Millet kendi eserine sevdasından deliye dönmüş MHP’ye ve Cumhur İttifakına duasıyla desteğiyle sahip çıkacaktır. Kimse boşuna hayal kurmasın. MHP ve Cumhur İttifakı içinde milletin olmadığı hiçbir hedefi kabul etmez, kabul etmeyecektir.

PKK kürtleri temsil edemez. Bir adım ileri gitmek için yola çıkanları engellemek için ortaya çıktılar. Terörist başının yoldaşı olanlar şimdi de Amerika’nın uşağı olmuşlar. Biden’ın üvey evlatlarına, Türk evlatlarını yedirmeyiz.”

Paylaşın

Çözüm Süreci Tartışmaları: Demirtaş’tan “Tutuklu Olduğum Sürece Konuşmam” Yorumu

Yeni çözüm süreci tartışmaları gündemdeki yerini korurken eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Benimle çözüm üzerine konuşmak istiyorsanız ilk önce beni serbest bırakın, cezaevinin kapısında bu konuyu konuşalım” dediği aktarıldı.

Hukukçu ve siyasetçi Sıdkı Zilan, 17 Kasım’da eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la tutuklu olduğu Edirne Cezaevi’nde görüştü. Görüşmeye dair Rudaw’a konuşan Zilan; Demirtaş’ın yeni çözüm sürecinde ne devletin ne de AK Parti’nin kendisiyle doğrudan görüşme yapmadığını dile getirdiğini aktardı.

Sıdkı Zilan, Demirtaş’ın yeni barış sürecinde rol almak istediğini, ancak tutuklu olduğu sürece Kürt sorununu müzakere etmeyeceğini söylediğini kaydetti.

Zilan, Demirtaş’ın “Süreci desteklemeye hazırım. Beni ziyarete gelen bazı avukatlara da söyledim. Ben cezaevinde olduğum sürece sizinle Kürt sorunu üzerine konuşmam. Ben tutuklu biriyim. Eğer benimle çözüm üzerine konuşmak istiyorsanız ilk önce beni serbest bırakın, cezaevinin kapısında bu konuyu konuşalım” dediğini belirtti.

Av. Zilan görüşmeye dair de sosyal medya hesabından uzun bir açıklama yaptı ve şunları söyledi: “Bugün, Av. Mahmud Koyuncu ile beraber, Edirne Cezaevinde tutuklu bulunan HDP E. Genel Başkanı Sayın Selahaddin Demirtaş’ı ziyaret ettik.

Tüm dostların selamlarını kendisine ilettik. Kendisin de tüm dostlara selamları var. Uzun bir aradan sonra çok verimli bir görüşme oldu. Çok arzu etmemize rağmen, önceki dönem Dîyarbekir Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Sayın Selçuklu Mızraklı ile hükümlü ve hafta sonu olması nedeniyle görüşemedik.

Elbette Mızraklı da, Demirtaş da asla suçlu değil, özgürlükleri hukuka rağmen kısıtlanmış insanlarımızdan ikisi. Demirtaş’ın, yüzlerce Kürd siyasi şahsiyeti gibi, 8 yıldır hukuka aykırı bir şekilde tutuklu veya hükümlü olması Türkiye ve Kürdistan halkına yapılan bir kötülüktür.

Yıllar sonra Demirtaş’ı tam bir tevekkül ve barış insanı olarak gördüm. Tüm gayreti toplumsal barışın inşası…

Toplumsal barışın ihtiyaç olduğunu, mevcut aktörlerin barışması ile bu barışın tam olarak sağlanmasının mümkün olmadığını, barışı tüm toplum katmanlarına yaymak gerektiğini belirtti. Bu çerçevede herkes ve her kesimle görüşmenin elzem olduğunu belirtti.

Kendisinin de bu barışa dair sorumluluk almak istediğini, buna kendini mecbur hissettiğini söyleyen Demirtaş; bu rolü cezaevinde değil, ancak cezaevi kapısının dışında oynayabileceğini dile getirdi. Cezaevi koşullarında asla böyle bir müzakereye katılmayacağı manasında anladım

Kandil veya Öcalan’ın durumu ve konumu farklı olabilir, Öcalan ile cezaevinde de görüşme olmuş, bundan sonra da olabilir.Ama sivil Kürd siyasetinin rehin tutulduğu bir denklemde Kürd meselesini konuşmanın zemini yoktur.”

Paylaşın

ABD’den Türkiye’ye “Hamas” Uyarısı

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, “Vahşi bir terör örgütünün liderlerinin Türkiye gibi NATO müttefikleri dahil hiçbir yerde rahatça yaşamaması gerektiğine inandıklarını” dedi.

Matthew Miller, “Dünyadaki her ülkeye açıkladığımız gibi Türkiye hükümetine de Hamas’la işlerin artık eskisi gibi yürüyemeyeceğini açıkça ifade edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Hamas yöneticilerinin Türkiye’ye taşındığına ilişkin iddialar, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın günlük basın brifinginde de gündeme geldi. Bakanlık Sözcüsü Matthew Miller da iddiaları doğrulamadı; ancak bunları yalanlayacak konumda olmadığını söyledi.

“Vahşi bir terör örgütünün liderlerinin Türkiye gibi NATO müttefikleri dahil hiçbir yerde rahatça yaşamaması gerektiğine inandıklarını” söyleyen Miller, “Dünyadaki her ülkeye açıkladığımız gibi Türkiye hükümetine de Hamas’la işlerin artık eskisi gibi yürüyemeyeceğini açıkça ifade edeceğiz” dedi.

Miller, aralarında Halid Meşal’in de bulunduğu bazı Hamas liderleri hakkında ABD’de davalar olduğunu ve Washington’un bu kişilerin ABD’ye teslim edilmesi gerektiğini düşündüğünü de belirtti.

İsrail’in Times of Israel gazetesi hafta sonu ismini paylaşmadığı Arap bir diplomata dayandırdığı haberinde, Hamas’ın Katar’ın başkenti Doha’da bulunan üst düzey yetkililerinin geçen hafta Ankara’ya kaçtığını iddia etmişti.

Türk diplomatik kaynaklarsa Hamas’ın siyasi büro üyelerinin zaman zaman Türkiye’yi ziyaret ettiğini; ancak büronun Türkiye’ye taşındığı yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını bildirdi. Hamas da iddiaları, “(İsrail) işgalinin zaman zaman yayınlamaya çalıştığı söylentiler” ifadeleriyle reddetmişti.

Katar geçen hafta Hamas ve İsrail’e, her iki taraf da istekli ve ciddi olduğunu gösterene kadar Gazze’de ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılması anlaşmasına aracılık etme çabalarını askıya alacağını söylediğini açıklamıştı. Ancak Doha, Hamas’a ülkeyi terk etmesini söylediğine dair basında çıkan haberlerin doğru olmadığını belirtmişti.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes görüşmelerine arabuluculuk yapan Katar’ın bu görevden çekildiğini açıklamasının ardından Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed El Sani Türkiye’yi ziyaret etmişti.

NATO üyesi Türkiye, Gazze Şeridi ve Lübnan’daki saldırıları nedeniyle İsrail’i sert bir şekilde eleştiriyor ve Hamas’ı ABD ve İsrail’in aksine terör örgütü olarak tanımlamıyor.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Özgür Özel, Esenyurt’ta: Kumpasınız Milletin Vicdanından Döndü

Esenyurt’taki demokrasi nöbetinde konuşan CHP Lideri Özgür Özel, kayyımın bir işgal olduğunu belirterek, “AKP’ye ve MHP’ye bir kötü haberimiz var. Biz yüzde 51 oyla seçildik” dedi ve ekledi:

“Ancak yapılan kamuoyu araştırmasında 1 milyonluk ilçesinde, belediye başkanımız Ahmet Özer’in gece yarısı operasyonuyla evinin kapısı kırılırken, kapıyı korkuyla açan eşi ittirilerek, avukatsız aramalarla başlayın ve bugüne kadar gelen bu sürece Esenyurt halkının yüzde 81’i itiraz ediyor, yanlış buluyor. Kumpasınız milletin vicdanından dönmüştür.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı sonrası Esenyurt’taki Demokrasi nöbetinde konuştu. Özgür Özel’in konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“Kayyım değil işgal altında olduğumuzun altını bir kez daha çizmek istiyorum. CHP, belediyesine kayyım yollanmasına, işgal edilmesine sessiz kalacak, birkaç gün tepki gösterip susacak, bunu unutacak, bu sürecin böyle gitmesine izin verecek ve teslim olacak bir parti değildir. O yüzden Esenyurt’ta 20 gündür yaptığımız büyük direnişe, bundan sonra da Ahmet Özer göreve dönene kadar örgütümüzün demokrasi mücadelesine ve demokrasi nöbetine devam etme kararı aldık.

İlk 20 gün oldukça zorlu geçti. Bu 20 günde burada büyük bir mücadele veren Esenyurt örgütümüze, Esenyurt ilçe başkanımızın şahsında, İstanbul örgütümüze, İstanbul il başkanımızın şahsında ve Esenyurt’un kendilerine verdiği vazifeye, göreve sonuna kadar sahip çıkan bütün belediye meclis grubumuza, Silivri’de bulunan Sayın Ahmet Özer’in şahsında yürekten teşekkür ediyorum, onları kutluyorum.

Demokrasi darbesinin bir tarafı Ahmet Özer’e yapılan darbeyken, diğer tarafı belediye meclis üyelerine yapılan darbedir. Bu çirkin darbe ayrıca Esenyurtluların seçtiği belediye meclis üyelerini binaya sokmayarak milletin seçtiği meclis üyelerini, yani milletvekillerini, binaya sokmayacak bir anayasal suçu, bir kanunsuz emri verenleri ve ona direnenleri bütün Türkiye gördü. Belediye meclis üyelerimiz artık seçildikleri belediyededir. Ancak onların orada bulunması denetleme faaliyetlerini izlemeleri önemli bir kazanım ve güvencedir. Ancak bu işgal bir an önce sonlanmalı. Ahmet Özer görevine geçene kadar belediye başkanvekili belediye meclis üyeleri içinden seçilmelidir.

Sürekli bir elimiz ve gönlümüz Esenyurt’ta olacaktır. Biz nöbete devam kararı aldık. Her iki günden birinde CHP’nin bir ili, bir il örgütü bütün seçilmişleri, il başkanları, ilçe başkanları, belediye başkanları her iki günde bir Esenyurt’ta olacak. Onların olmadığı günlerde ise bugüne kadar büyük bir dayanışma gösteren tüm siyasi partiler ve sanatçılarımız, gazeteciler, düşün insanları, yazarlarımız o günlerde meclis grubumuz tarafından ağırlanacak, onlara eşlik edilecek.

“Esenyurt halkının yüzde 81’i yanlış buluyor”

Ayrıca, 43 mahallesi olan Esenyurt’ta mahalle mahalle toplantılar örgütleyerek, Ahmet Özer’in o mahallelere verdiği sözleri, yaptığını, yarım kalan sözleri hatırlatmaya, bu işgalcinin o mahalleye hangi hizmeti götürmediğini, Esenyurt’ta aksayan hizmetleri anlatmaya devam edeceğiz.

Bu işgalcinin Esenyurt’ta ne büyük zarar verdiğini anlatacağız. AKP’ye ve MHP’ye bir kötü haberimiz var. Biz yüzde 51 oyla seçildik. Ancak yapılan kamuoyu araştırmasında 1 milyonluk ilçesinde, belediye başkanımız Ahmet Özer’in gece yarısı operasyonuyla evinin kapısı kırılırken, kapıyı korkuyla açan eşi ittirilerek, avukatsız aramalarla başlayın ve bugüne kadar gelen bu sürece Esenyurt halkının yüzde 81’i itiraz ediyor, yanlış buluyor. Kumpasınız milletin vicdanından dönmüştür.

Bir çağrım aslında, Esenyurt Emniyet Müdürü’ne değil, İstanbul Emniyet Müdürüne, Valiye Değil. İçişleri Bakanı ve Tayyip Erdoğan’adır. Giremezsiniz diye bariyer çektiniz girdik. Bu bariyerlerin içine de giriyoruz, belediyeye de giriyoruz. Artık bu bariyerleri kaldırın. Esnafın canına tak etti. Yüzde 51’le kazandığımız ilçede, bir daha esameniz okunmayacak duruma geliyorsunuz. Bu işgali bitirin. Bir teşekkürüm var o da bütün kanunsuz emirlere rağmen… Bakın CHP’liler polise ne yapıyor diye göstermek isteyenlere, polisimize en küçük bir müdahalede bulunmayanlara… Bu oyuna gelmedik.

Son olarak gelelim Ahmet Özer’e. Bir akademisyen, bir kanaat önderi, aile babası, gerçek bir vatansever olan Ahmet Özer’e… Gece yarısı bastılar. Bir şeyler bulup suçlayacaklar, kendisine sorulan bütün sorulara yanıt verdi ama bomboş gerekçelerle tutukladılar. Bu tutuklamaya Türkiye’nin en iyi ceza hukukçuları, ekleriyle tuğla gibi bir itiraz dilekçesi yazdılar. Ekleriyle birlikte yüzlerce sayfayı okumalarının mümkün olmadığı 40 dakikada reddettiler.

Bir kez daha buradan, seslenmek isterim ki Ahmet Özer’in halen daha hakkındaki iddianame tamamlanmamıştır. Bu iddianamenin tamamlanmaması eldeki delillerle mahkemeye gidemememin mahcubiyetinden kaynaklanmaktadır.

Olmayacak iddialarda bulunup kendilerini haklı göstermeye çalışıyorlar. Bir an önce elinizdekileri ortaya dökün. Yargılamaya başlayın. Ahmet Özer suçsuzdur, tutuklu kalmamalıdır. Buradan Esenyurtlulara bizlere gösterdiğiniz ev sahipliği için Ahmet Başkana sahip çıktığınız için teşekkür ediyoruz. Biz kayyım siyasetine alışmayacağız. Asla vazgeçmeyeceğiz. Biz direnmeyi bırakırsak bu hukuksuzluklar tüm Türkiye’ye yayılacak. Tüm İstanbul’a yayılacak.

Seçimleri kazanamayan birisinin sandıktan kaçıp darbe yapmasına, önümüzdeki seçimlerde bir daha seçilemeyecek birisinin sandıktan kaçmasına izin vermeyeceğiz. Sandığa millete ve iradesine sahip çıkmaya devam edeceğiz. CHP bütün Esenyurt’u bütün demokrasi güçlerini tüm siyasi partileri bu demokrasi mücadelesine yılmadan devam etmeye davet ediyoruz.”

Paylaşın

Bahçeli’nin “Abdullah Öcalan” Çağrısına Destek Yüzde 10

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın gelip TBMM’de, DEM Parti grubunda konuşması önerisine destek Türkiye genelinde yüzde 10 civarında.

Gazeteci-yazar Murat Yetkin, bugün Yetkinpeport’taki köşesinde; İstanbul Ekonomi’nin 15 Kasım’daki “Türkiye Raporu” çalışmasından hareketle; “2024’te Türkiye’de yaşayan yaklaşık 86 milyon Türk vatandaşının 66 milyonu kendisini Türk, 13 milyonu Kürt, 1,5 milyonu Zaza, 450 bini Çerkes, 350 bini Arap olarak tanımlıyor. Diğer beyanlar daha az çıkmış” diye yazdı.

Araştırmada “Kürt sorunu olduğunu düşünüyorum” diyenlerin sayısının yüzde 68 olduğunu söyleyen Yetkin, birden fazla yanıtın bir arada verilebildiği Kürt sorununun çözümünde PKK’nın faaliyetlerine son vermesini isteyenlerin yüzde 91’le ilk sırada olduğuna yer verdi.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ın DEM grubunda konuşma önerisinin Türkiye genelinde yüzde 10 destek bulduğunu da paylaşarak, “MHP’lilerin yüzde 35’i Bahçeli’nin açıklamalarını açıkça desteklemediğini söylemiş. Bir yüzde 9 da görüş bildirmek istememiş; toplamı yüzde 44. DEM’de desteklemeyenlerin oranı ise yüzde 49; buna karşın yüzde 41 desteklemiş.

Etnik yönden, Kürt ve Zazaların yüzde 37’si Bahçeli’ye destek verirken, Türklerde destek onanı yüzde 19’a düşüyor. Kürt ve Zazaların yüzde 90’ı Bahçeli’nin açıklamalarından haberdar iken, DEM Partililerin yüzde 40’ı DEM eş-başkanı Tülay Hatimoğulları’nın söylediklerinden habersiz” ifadelerini kullandı.

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

İBB Başkanı İmamoğlu: İktidara Hazırız

Üsküdar’daki Kent Lokantası açılışında konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Vatandaşı ile birlikte düşünen, dertlenen yönetim anlayışı olarak, biz artık ülkenin iktidarının değişmesini istiyoruz ve biz iktidara hazırız. Milletimizle birlikte milletimizi yöneteme kabiliyetine sahibiz” dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Üsküdar Belediyesi’nin Yavuztürk Mahallesi’nde yaptığı Kent Lokantası açılışına katıldı. Gün geçtikçe daha da derinleşen yoksulluğa vurgu yapan İmamoğlu, Kent Lokantalarıyla bir nebze de olsa halka destek olduklarını anlattı.

Ekrem İmamoğlu, “Bugünkü yakıcı sorun olan ekonomiyle mücadelede vatandaşımızın yanında oluyoruz. İşte diyoruz ki biz bugünden yarınları çok iyi hazırlayacak ve vatandaşı ile birlikte düşünen, dertlenen yönetim anlayışı olarak, biz artık ülkenin iktidarının değişmesini istiyoruz ve biz iktidara hazırız. Milletimizle birlikte milletimizi yöneteme kabiliyetine sahibiz” dedi.

İBB Başkanı İmamoğlu, kendisi hakkındaki siyasi yasak davasına bakan hakimin görev yerinin değiştirilmesine ilişkin sözleri hakkında Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yaptığı “Abesle iştigal, bu arkadaş sağa sola sataşacağına İstanbul’un sorunlarıyla ilgilensin” açıklamasına tepki gösterdi:

“Aslında cevaba değer bir yorum değil ama bu vasat, tarifini, vasatlığını kendisine hatırlatarak cevap vermek istiyorum. Çünkü, düşünebiliyor musunuz? İstanbul’un işiyle ilgilensin dediği kişi dünya çerçevesinde saçma sapan bir dava yüzünden siyaset yasağıyla karşı karşıya ve feryat ediyor. Yani İstanbul’a görev yapamaması için, gayri hukuki, gayri yasal, dünyada olmayan bir yöntemle sürdürülen bir dava sürecine dair feryadını dile getiriyor. Bunu bile algılayamıyor. Niye biliyor musunuz? Vatandaşı duyma, duyuları kapalı bunların. Bakın, burada neye soyunmuş? Hala o davanın savcılığına soyunmuş.”

“Bu vasatlıktan bu memleket inşallah bir an önce kurtulur”

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’i  de eleştiren İmamoğlu, şu ifadeleri kullandı: “Bunlar da Adalet Bakanı’dır, Milli Eğitim Bakanı’dır ya da bakanlardır. Mesela Milli Eğitim Bakanı’ndan ne bekliyoruz biz? İyi bir eğitim düzeni, iyi bir eğitim sistemi, sorunların çözümü. Vatandaş neye dönüyor? Yok efendim yalana, hurafeye, camilerin kapısı kapanmış da, işte başörtülü kadınlara şu yapılmış da bu yapılmış. Vasatlık. Kötü bir vasatlık. Allah bunların zulmünden bu memleketi korusun.

Bunların gözü, aklı, vicdanı millete çözüm bulmakta değil. Bak Ekrem İmamoğlu arkadaşlarıyla vatandaşa çare arıyor, kent lokantası açıyor. Sen adalete çözüm bulma yerine, ya da bu konu nedir? Şunu bir HSK’ya önereyim, bir çağırsınlar. Kardeşim şu hakimi bir dinlesinler deme yerine Ekrem İmamoğlu’na laf yetiştiriyorlar. Çünkü başarısızlar. Başarısız oldukları için vasatlıklarıyla laf üretiyorlar. Ama vasatlık, o kadar net yani. Bu vasatlıktan bu memleket inşallah bir an önce kurtulur.

Halbuki bir bakan şunu diyebilir, demeli. ‘Bu ne demek istiyor? Ya kardeşim orada bir hakime benim avukatlarım reddi hakim demiş olabilir. Bu seni ne ilgilendirir?’ Sonuçta demiş ama reddedilmiş. Ama sonradan giden hakim feryat ediyor. Onu duysana. Diyor ki: ‘Beni zorladılar. Ceza vermem konusunda zorladılar.’ Bunu sağır sultan bile duydu, Adalet Bakanı duymadı. Çünkü o kulaklarını, gözlerini bir kişiye çevirmiş. Başka kimseyi duymuyor. 86 milyon insana duymayan bir insan, bir yönetici biçimi oluşturdular.”

Paylaşın

Demokrat Parti’de İstifa Depremi

Gültekin Uysal’ın yeniden genel başkan seçildiği Demokrat Parti’de (DP) İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt ile İzmir Milletvekili Salih Uzun istifa ettiklerini duyurdular.

Cemal Enginyurt, merkez sağı toparlamak için gerekli adımların atılmadığını belirtirken, Salih Uzun ise, “Merkez siyasetin tarihsel adresi olma sorumluluğuna uygun davranılmamıştır. Türkiye’nin geleceği, uçlara savrulan siyasi yaklaşımların insafına bırakılmamalı. Merkez zaruridir. Makul mümkündür” ifadelerini kullandı.

Demokrat Parti (DP) milletvekilleri Cemal Enginyurt ve Salih Uzun, kongre kararı alınmasıyla başlayan tartışmanın ardından partilerinden istifa etti.

Dört yıldır Demokrat Parti’de siyaset yaptığını ifade eden Enginyurt, sosyal medya hesabından bir video paylaşarak, istifaya giden süreci şöyle anlattı: “Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar merkez bir oluşumun şart olduğunu gösterdi. Bu maksattan hareketle Demokrat Parti’de 2025 Mart ayında kongre yapılması kararı alınmıştı. Kongreye kadar merkez sağı toparlamak için ANAP, DYP ve diğer partilerde siyaset yapan insanların bir araya gelmesiyle bir merkez oluşturalım istedik. Fakat aniden DP kongre kararı aldı, 17 Kasım’da kongre yaptı.”

Genel Başkan Gültekin Uysal’ı kongre kararı konusunda uyardıklarını ve kongrenin DP’nin büyümesine katkı sunmayacağını söylediklerini ifade eden Enginyurt, “Kongre büyümek demektir, düğün demektir, bayram demektir. Gelin bunu 2025 Mart’ta yapalım dedik. Ama teklifimiz kabul görmedi” dedi.

Enginyurt, “Bu saatten sonra düşüncemizin kabul görmediği, mücadelemizin takdir edilmediği anlayışından hareketle bu saatten sonra DP’de bulunamayacağımızı gördük” ifadelerini kullandı ve DP’den istifa ettiğini açıkladı.

İstifa eden diğer isim İzmir Milletvekili Salih Uzun da sosyal medya hesabından yaptığı yazılı açıklamada, “Anavatan Partisi’nin son Genel Başkanı sıfatıyla yaptığım son konuşmada, merkez sağ siyasetin Türkiye’nin çimentosu ve sağduyu hareketi olduğunu söylemiştim. Bu umut ve inançla Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi’ni tek çatı altında birleştirmiştik. Aynı iddiayı 2022 yılındaki kurultayda da tekrarlamıştım. Siyasete baktığım yeri özetleyen o sözler hem bir temenni hem de bir uyarı idi. Üzülerek görüyorum ki geldiğimiz noktada ne temennilere kulak asılmış ne de uyarılara dikkat edilmiştir. Merkez siyasetin tarihsel adresi olma sorumluluğuna uygun davranılmamıştır” ifadelerini kullandı.

Her kademede görev yaptığı partisine veda ettiğini duyuran Uzun, “33 yıl önce girdiğim o binadan, ihtiyacımız olan çatıyı inşa etmek üzere ayrılıyorum. O bina içerisinde yapmaya çalışıp yapamadıklarımı, dışarıda yapmak için bu kararı alıyorum. Çünkü Türkiye’nin geleceği, uçlara savrulan siyasi yaklaşımların insafına bırakılmamalıdır. Devlet ile toplum arasında yıkılmış olan köprüler acil olarak tamir edilmelidir. Cumhuriyet tüm kurumları ile derhal ayağa kaldırılmalıdır” ifadelerini kaydetti.

Paylaşın