“Etki Ajanlığı” Düzenlemesi: Muhalefet Katkı Vermeyecek

Başta CHP, İYİ Parti ve DEM Parti olmak üzere muhalefet partileri, Mayıs ve Ekim aylarında TBMM gündemine getirilen ve tepkiler sonrası geri çekilen “etki ajanlığı” düzenlemesine katkı vermeyecek.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen, MİT’in ya da AK Parti’nin neden “etki ajanlığı” düzenlemesine ihtiyaç olduğuna açıklama getirmediğini söyledi. İYİ Parti Grup Başkanvekili Buğra Kavuncu, “Topyekün muhalefet olarak bir daha herhangi bir torba kanun teklifine benzer maddeleri ekleme ihtimallerine karşı hazırlıklı olacağız” mesajını paylaştı.

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit ise, kesinlikle iktidar cephesiyle toplumsal muhalefeti olumsuz etkileyecek herhangi bir düzenlemeye katkı vermeyeceklerini söyledi.

AK Parti iktidarınca gözden geçirilmesi sonrasında yasalaştırılacağı açıklanan “etki ajanlığı” düzenlemesi üzerindeki çalışmalara katkı vermeme kararı alan muhalefet, casuslukla ve ajanlık faaliyetleriyle mücadeleyi amaçladığı belirtilen düzenlemede neyin suç olduğu açıkça yazılmadığı sürece TBMM’ye gelecek teklife karşı çıkmaya hazırlanıyor.

Türk Ceza Kanunu’na (TCK) “etki ajanlığı” gerekçesiyle eklenecek yeni suç tanımlaması, muhalefet partileriyle uzlaşma sağlanması amacıyla AK Parti iktidarınca geçtiğimiz hafta TBMM Genel Kurulu gündemindeki yasa teklifinden çıkarıldı. Böylece “Noterlik Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Teklifi” kapsamında 16’ncı maddede yer alan “etki ajanlığı” düzenlemesi, şimdilik yasama gündeminden düşmesine rağmen iktidar cephesi yeni suç oluşturmakta kararlı olduğunu açıkladı.

Geçtiğimiz hafta boyunca AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler, Adalet Bakanlığı’yla birlikte yeniden bu suç düzenlemesi üzerine çalışma yapılacağını belirterek, “etki ajanlığı” düzenlemesinden tümüyle vazgeçmedikleri mesajını defalarca ifade etti. “Tekliften çıkaracağımız casusluk düzenlemesiyle ilgili önümüzdeki hafta muhalefetin de öneri ve itirazlarını ele alacağımız bir toplantı gerçekleştireceğiz. Bu, Bakanlık yetkililerinin de katılacağı bir toplantı olacak. Daha sonra bu düzenlemeyi tekrar gündemimize alacağız” diyen Güler’in açıklamasıyla gözler muhalefet partilerine çevrildi.

AK Parti daveti üzerine muhalefet temsilcilerinin katılımıyla nasıl bir suç tanımlaması yapılabileceği merak konusu oldu. Ancak CHP, İYİ Parti ile DEM Parti, herhangi bir şekilde iktidar cephesiyle etki ajanlığı düzenlemesiyle yeni suç yaratılmasında müzakere etmeme kararı aldı.

AK Parti ise, Adalet Bakanlığı’nın yanısıra Cumhur İttifakı ortağı MHP’yle birlikte hazırlığı üzerinde çalışıldıktan sonra önümüzdeki haftalarda kısmı değişiklikle yeniden etki ajanlığıyla ilgili yasa hükmü teklifinde bulunulabileceğini işaret etti. Dolayısıyla muhalefet katkısı olmaksızın özellikle MHP’nin de talep etmesi nedeniyle TBMM gündeminden geri çekilmiş düzenlemeyi yasalaştırma yönünde AK Parti’nin gelecek günlerde harekete geçeceği vurgulandı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise, hem Milli İstihbarat Teşkilatı hem de diğer hukuki kadroları itibariyle devletin bürokrasisinde gerekli yasa maddesi yazma olanağı olduğunu belirterek, AK Parti iktidarına suç yazımına katkı vermeyeceklerini ve “etki ajanlığı” şeklinde düzenleme gelirse karşı koyacaklarını açıkladı.

Özel, CHP milletvekillerine geçtiğimiz haftaki mücadeleleri için teşekkür ettiği grup konuşmasında, AK Partili isimlerce muhalefet ile birlikte “etki ajanlığı” düzenlemesi hazırlanacağı yönündeki açıklamalara karşılık şunları söyledi:

“Etki ajanlığı. Bu yasa ile güya MİT, Türkiye’deki üçüncü ülkelerin, birinci ülkelere yaptığı operasyonlarda filan filan’… Ama bir yazmış AK Parti grubu, herkes ajan. Gazeteci ajan, televizyoncu ajan, öğrenci ajan, siyasetçi ajan, her muhalif ajan. Dedim ki, ‘Arkadaşlar kırmızı alarm ilan ediyoruz. Bu yasa geçmeyecek. Geçmemesi için elden gelen ne varsa yapılacak’. Grup mesajı aldı. Geçen hafta mücadele verildi, Etki Ajanlığı Yasası geri çekildi. Şimdi derler ki, ‘CHP yazsın getirsin o zaman’. Meramımızı nasıl anlatacağımızı, o yazıyı yazmak muhalefetin işi değil. Biz iktidara bütün eleştirilerimizi, uyarılarımızı yaptık. Taslağı hazırlasınlar, ajana ‘ajan’ desinler.

‘Efendim üçüncü ülke, Türkiye üzerinden bomba ile bir başka ülkeye gidecek. Yakalayınca sadece patlayıcı maddeden ceza veriyoruz’. Yazın oraya ne yazacaksanız. Ama MİT’in istediği veya devletin güvenlik güçlerinin istediği öğrenciyi, öğretmeni, öğretim görevlisini, siyasetçiyi, gazeteciyi tehdit etmeyen, kısıtlamayan, ‘ajan’ demeyecek, sadece bu durumu tanımlayacak maddeyi yazacak akıl, beceri, erdem, lügat bu ülkenin bürokrasisinde var. Yazsınlar, alın getirin. Oturmaya, konuşmaya, düzeltmeye, en uygun hale getirmeye biz varız. Ama sakın ha sakın geçen haftakine benzer bir metnin orasını, burasını değiştirip, aynı niyetle gelmeyin. Kırmızı alarm kalkmadı, sadece sarıya çevirdik. Gerektiğinde yeniden ilan ederiz, aynı mücadeleyi tekrar veririz.”

VOA Türkçe’den Yıldız Yazıcıoğlu‘nun konuyla ilgili sorusunu yanıtlayan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen de, MİT’in ya da AK Parti’nin neden “etki ajanlığı” düzenlemesine ihtiyaç olduğuna açıklama getirmediğini kaydetti.

Gökçen, “Adalet Komisyonu’nda MİT Hukuk Müşaviri geldi ve şunları söyledi: ‘Bazı suçlar işleniyor Türkiye’de. Uyuşturucu, tehdit, şantajla ilgili cezalar yeterli değil. Biz bunları ajanlığa bağlayamıyoruz ama ajanlık faaliyetleri gelişti. Farklı yöntemlerde artık ajanlık yapılıyor.’ Doğru farklı yöntemlerde ajanlık yapılıyor. Ama işin esasına döndüğümüz zaman tehdidin, şantajın, insan kaçırmanın, uyuşturucunun cezası bu kadar mı yetersiz de siz buna ihtiyaç duyuyorsunuz? Ama gerçekten bir ihtiyaç varsa ve bu ifade özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü hiç ilgilendirmeyen bir şekilde ve mevcut kanunlarda ne eksik olduğu anlatılırsa o zaman bu tartışma imkanı da doğabilir. Ama şu anda bu koşullarda değiliz maalesef. Yapılan açıklamalar da demokratik düzlemden uzaklaşılmış olduğu gerçeğini kabul eden açıklamalar değil” dedi.

İYİ Parti: “Benzer madde ekleme ihtimaline hazırlıklıyız”

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu ve parti grubu da “etki ajanlığı” düzenlemesiyle ilgili tümüyle karşı çıkma tavrını koruma kararlılığında. Geçtiğimiz hafta Dervişoğlu, “Kamuoyunda etki ajanlığı yasası olarak da adlandırılan yeni düzenleme ülkemizin güvenliği için atılan bir adım olarak sunulmak istenen bu yasal düzenleme, aslında ifade özgürlüğünü sınırlayan, eleştiriyi kriminalize eden, kamusal alanda bazı faaliyetlerin, devletin güvenliğiyle ilişkilendirilip cezalandırılmasını sağlayan bir istibdat arayışıdır” açıklamasıyla bu düzenlemeye karşı çıkmaya devam edeceklerini mesajını verdi.

İYİ Parti Grup Başkanvekili Buğra Kavuncu da, “Topyekün muhalefet olarak bir daha herhangi bir torba kanun teklifine benzer maddeleri ekleme ihtimallerine karşı hazırlıklı olacağız” mesajını paylaştı.

“Biz buna asla razı olmayacağız”

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit ise, kesinlikle iktidar cephesiyle toplumsal muhalefeti olumsuz etkileyecek herhangi bir düzenlemeye katkı vermeyeceklerini söyledi. TBMM’deki basın toplantısında gündemi yorumlayan Koçyiğit, Mayıs ayında “etki ajanlığı” düzenlemesi yapılacağı açıklaması üzerine demokratik muhalefet tepkisiyle teklif edilmeyen suç hükmünü AK Parti’nin Noterlik Kanunu içinde getirdiğini ama yine tepkiler ardından geri çektiğini hatırlattı.

AK Parti’nin muhalefet ile müzakere etme açıklamasına karşılık Koçyiğit, TBMM’deki basın toplantısında, “Ama anlaşılan getirmekte ısrarcılar, yeniden getirmek için zaman kolladıklarını görüyoruz. Şunu açıkça söylüyoruz: Toplumun, sivil siyasetin, basın meslek örgütlerinin ve derneklerin her türlü işini ve sözünü kriminalize eden, casusluk faaliyeti olarak nitelendiren böyle bir yasaya asla razı olmayacağız, yol vermeyeceğiz. Sonuna kadar hem sokakta hem de Meclis’te böyle bir düzenleme karşısında tutum alacağız. İktidar yetkilileri, ‘Gelsinler tekliflerini söylesinler, yoksa aynı şekilde getireceğiz’ demiş. Bizim teklifimiz açık ve nettir. Toplumun ve demokratik kamuoyunun alanını daraltacak; onun her sözünü kriminalize edecek, casusluk faaliyeti olarak nitelendirecek iş ve işlemlerden uzak durun. Biz buna asla razı olmayacağız” diye konuştu.

Paylaşın

ABD’den 3’ü Türkiye’de Yaşayan 6 Hamas Yetkilisine Yaptırım

ABD, 3’ü Türkiye’de yaşayan 6 Hamas yetkilisini yaptırım listesine dahil etti. Yaptırım listesine alınan kişiler, ABD’nin terör örgütü olarak tanıdığı Hamas ile bağlantılı olarak “özel olarak belirlenmiş küresel terörist” (SDGT) olarak sınıflandırıldı.

Yaptırım listesine alınan isimlerden Musa Daud Muhammed ve Salame Aziz Muhammed Mari’nin ikamet yerleri Türkiye olarak geçerken üçüncü isim Abd al Rahman Ghanimat ya da Abd al Rahman Ranimat olarak bilinen kişinin Türkiye, Batı Şeria ve Gazze’de ikamet ettiği belirtiliyor.

Türkiye’nin Hamas’a verdiği destek nedeniyle Ankara-Washington hattında gerginlik yaşanırken Katar’dan ayrılan Hamas Siyasi Büro yetkililerinin Türkiye’ye taşındığı yönündeki iddialargözleri Ankara’ya çevirmişti.

ABD Hazine Bakanlığının Terörizm ve Mali İstihbarattan sorumlu Müsteşar Yardımcısı Bradley T. Smith, konuyla ilgili açıklamasında şu ifadeleeri kullandı:

“Hamas’ın, terör eylemlerini gerçekleştirmesini sağlayan, örgütün yurt dışındaki çıkarlarını temsil eden, Gazze’ye para ve mal transferini koordine eden kilit role sahip yetkililere bel bağlamaya devam ettiğini” belirterek “Hazine Bakanlığı Hamas’ın ek gelir sağlama çabalarını engellemeye ve örgütün terör eylemlerini gerçekleştirmesine yardımcı olanlardan hesap sormaya devam edecektir.”

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Maliye Bakanlığı Yabancı Varlıkların Kontrolü Ofisi (OFAC), aralarında Hamas’ın yurtdışındaki temsilcileri, askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları’nın üst düzey bir üyesi ve örgütün para toplama çabalarına ve Gazze’ye silah kaçakçılığına destek verdiği belirtilen kişilerin bulunduğu altı üst düzey Hamas üyesini yaptırım listesine aldı.

ABD Maliye Bakanlığı’nın Terörizm ve Mali İstihbarattan Sorumlu Müsteşar Vekili Bradley Smith, “Hamas görünüşte grup içinde meşru, halka dönük roller üstlenen, ancak terör faaliyetlerini kolaylaştıran, yurtdışındaki çıkarlarını temsil eden ve Gazze’ye para ve mal transferini koordine eden kilit yetkililere sırtını dayamaya devam ediyor” dedi.

Smith, ABD Maliye Bakanlığı’nın, “Hamas’ın ek gelir elde etme çabalarını sekteye uğratma ve grubun terör faaliyetlerini kolaylaştıranlardan hesap sorma konusundaki kararlılığını sürdürdüğünü” söyledi.

3 Hamas üyesinin Türkiye’de olduğu belirtildi

Maliye Bakanlığı’nın açıklamasına göre, yaptırımlarla hedef alınanlar arasında, Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları’nın uzun süredir üyesi olan ve şu anda Türkiye’de bulunan Abdülrahman İsmail Ganimet de var. ABD Maliye Bakanlığı Ganimet’i, 1997 yılında Tel Aviv’de bir kafeye düzenlenen bombalı saldırı dahil, çok sayıda terör saldırısı ve saldırı teşebbüsüne karışmakla suçladı.

Bakanlık, Türkiye’de bulunan iki başka yetkiliyi, Gazze’de bulunan ve Hamas’ın Rusya ile yaptığı görüşmelere katılan bir üyeyi ve grup adına kamuoyuna konuşma yetkisine sahip ve daha önce Gazze’deki sınır geçişlerini denetleyen bir yöneticiyi de yaptırım listesine aldı.

Açıklamaya göre bu isimlerden Musa Davud Muhammed Akari, Hamas için Türkiye’den Gazze ve Batı Şeria’ya fon akışını kolaylaştıran Türkiye’de yerleşik üst düzey bir Hamas yetkilisi; Salama Mari de Türkiye’de yaşayan ve Hamas’a mali destek sağlayan bir Hamas yetkilisi olarak tanımlandı.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın günlük basın brifinginde konuşan Sözcü Matthew Miller, bugünkü yaptırımlara konu olan kişilerin, Doha’dan ayrılarak Türkiye’ye taşındığı iddia edilen Hamas liderleri olup olmadığı ile ilgili soruya ise, “Bu yaptırımlar geçen haftanın öncesinden bu yana hazırlık aşamasındaydı” dedi ve iki konu arasında bağlantı kurmayı reddederek, Türkiye’ye girdiği iddia edilen Hamas üyeleri ile ilgili haberleri doğrulamaktan kaçındı.

ABD Pazartesi günü, Türkiye’yi Hamas liderlerine ev sahipliği yapmaması konusunda uyarmış ve “vahşi bir terör örgütünün liderlerinin Türkiye gibi NATO müttefikleri dahil hiçbir yerde rahatça yaşamaması gerektiğine inandıklarını” bildirmişti.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, aralarında Halid Meşal’in de bulunduğu bazı Hamas liderleri hakkında ABD’de davalar olduğunu ve Washington’un bu kişilerin ABD’ye teslim edilmesi gerektiğini düşündüğünü de belirtmişti. Miller, “Dünyadaki her ülkeye açıkladığımız gibi Türkiye hükümetine de Hamas’la işlerin artık eskisi gibi yürüyemeyeceğini açıkça ifade edeceğiz” demişti.

Hamas İsrail, ABD ve Avrupa Birliği’nin terör örgütü listesinde yer alıyor. NATO üyesi Türkiye ise Hamas’ı bir terör örgütü olarak görmüyor. Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı son yaptırımlar, OFAC’ın 7 Ekim 2023’ten bu yana Hamas ve destekçilerini hedef alan dokuzuncu yaptırım paketi oldu. En son 7 Ekim 2024’te Hamas’ın sahte yardım kuruluşlarını kullanması ve önde gelen uluslararası destekçilerinden biri hedef alınmıştı.

Paylaşın

İmamoğlu’ndan Yavaş’a Ziyaret: Saldırılara Karşı Tek Yumruğuz

Mansur Yavaş’ı ziyaret eden Ekrem İmamoğlu, “Bize yapılan saldırıları tesadüf bulmuyoruz, tekil olarak değerlendirmiyoruz. Tüm saldırılara karşı partimizle ve milletimizle tek yumruğuz” dedi.

Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu, Ankara’da temaslarda bulunuyor. İmamoğlu, ilk olarak Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş ile görüştü.

Görüşmeye ilişkin sosyal medya hesabından açıklamalarda bulunan İmamoğlu, “Biz, aynı ilkeleri paylaşan iki belediye başkanı, iki yol arkadaşı olarak her zaman işbirliği ve dayanışma içinde olduk. Şehirlerimizde israfı bitirmiş başkanlarız. Biz kutuplaşmanın değil beraberliğin tarafındayız. Bize yapılan saldırıları tesadüf bulmuyoruz, tekil olarak değerlendirmiyoruz. Bu saldırıları ilk genel seçimde tecelli edecek millet iradesini engelleme girişimi olarak görüyoruz” ifadelerini kullandı.

İmamoğlu, şöyle devam etti: “Tüm saldırılara karşı partimizle ve milletimizle tek yumruğuz. Bugün bizi ağırlayan Tarihi Kentler Birliği ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız Sn. Mansur Yavaş’a evsahipliği için teşekkür ederim.”

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ise görüşmeye ilişkin, “Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Sn. Ekrem İmamoğlu’nu Belediyemizde ağırladık. Son günlerde CHP’li belediyelere yönelik oluşturulmaya çalışılan algı operasyonları başta olmak üzere belediyelere yönelik sorunları masaya yatırdık” değerlendirmesini yaptı.

Paylaşın

Erdoğan’dan “Dezenflasyon” Mesajı: 2025 Yılında Da Devam Edecek

G20 Liderler Zirvesi’nin sona ermesinin ardından düzenlenen basın toplantısında açıklamalarda bulunan Erdoğan, “Dezenflasyon sürecimiz 2024 yılı Haziran ayından itibaren başladı ve 2025 yılında da devam edecek” dedi.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Brezilya’nın Rio De Janeiro kentinde gerçekleştirilen G20 Liderler Zirvesi’nin sona ermesinin ardından düzenlenen basın toplantısında açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın konuşmasından öne çıkan bölümler şöyle:

Yine çok yakınımızdaki bölgede Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaş bu gerçeği tüm insanlığın yüzüne çarpmıştır. Daha adil düzenin inşasını hedefleyen gayretlerimizde etkili bir BM sistemi, onun da odağında Güvenlik Konseyi reformu vardır. 11 yıl önce ilk kez dillendirdiğimiz bu önemli tespitimizin her geçen gün geniş kitleler tarafından benimsendiğini görüyoruz.

Özellikle mevcut mekanizmaların dışladığı, mağdur ettiği, taleplerine kulak tıkadığı Latin Amerika, Afrika ve Asya’dan ciddi destek alıyoruz. Rio zirvesi bunun adeta bir ispatı oldu. Bizim 11 sene evvel açtığımız yolun bugün veya yarın, ama bir gün mutlaka menzile varacağına yürekten inanıyorum.

Gazze’de kıtlık riski uluslararası sınıflandırmalara göre felaket düzeyine ulaşmıştır. Gazze nüfusunun yüzde 96’sı sağlıklı gıda ve suya erişemiyor. İsrail hükümeti açık hava hapishanesine çevirdiği Gazze’ye insani yardım girişlerini de engelleyerek insanlığa karşı suç işliyor. Bunu sadece biz değil BM ve birçok kuruluş bunu söylüyor. Ağır bombardıman altında bir kap yemeğe, bir yudum suya ulaşmak için canlarını tehlikeye atan çocukların dramlarını 14 aydır takip ediyoruz.

İsrail saldırılarında hayatını kaybeden yaklaşık 50 bin Filistinlinin yüzde 70’inden fazlası kadın ve çocuktur. Lübnan’da katledilenlerin önemli kısmı da masum sivillerdir. Batılı güçlerin desteği ile İsrail’in bölgemizde estirdiği devlet terörünün insani maliyeti her geçen gün artmaktadır. Bu zulme, giderek dozu artan bu vahşete sessiz kalanları tarih affetmeyecektir.

Türkiye olarak Gazze’deki soykırımın, Lübnan ve Batı Şeria’daki katliamın sona ermesi için acil ve kalıcı ateşkesi her fırsatta dile getiriyoruz. Bu çağrımızı G20 Rio zirvesinde de tekrarladık. Girişimlerimizin de neticesinde G20 Liderler Bildirgesi’nde Gazze’ye dair güçlü ifadeler yer aldı. Lübnan’daki tehlikeli tırmanış hakkında derin endişenin yanı sıra, Gazze’ye insani yardımların ulaştırılmasının önündeki engellerin kaldırılması liderler düzeyinde kayda geçirildi.

Bizim hiçbir ülkeyle, hiçbir halkla, hiçbir inançla sorunumuz yoktur. Bizim sorunumuz katliamla ve katliamcılarladır. Bizim sorunumuz ülkesinin ve vatandaşlarının güvenliğini daha fazla masum kanı dökmekte arayanlarladır. Bizim sorunumuz işgal ve istila politikasıyla coğrafyamızı kaosa ve istikrarsızlığa sürükleyenlerledir.

Gazze halkına 14 aydır reva görülen soykırımın cezasız bırakılmaması için Uluslararası Adalet Divanı’nda açılan müdahil olmaya kararı aldık.  Uluslararası sistemin durduramadığı İsrail’e karşı sorumluluk sahibi devletler tarafından yine uluslararası hukuk temelinde zorlayıcı tedbirler uygulanması şarttır.

İsrail’e silah ve mühimmat sevkinin durdurulmasını talep eden mektubumuz 52 ülke ve 2 uluslararası kuruluşun ortak imzasıyla bir BM belgesi olarak yayınlanmıştır. Filistin devletinin daha fazla ülke tarafından tanınması bilhassa bu dönemde çok çok önemlidir.

Ukrayna’daki savaşın adil ve kalıcı barışla neticelenmesi için tarafların eşit statüde temsil edileceği diplomatik girişimleri destekliyoruz.  Esasen çatışmaların ilk aylarında İstanbul süreci ile tarihi fırsat yakalanmıştı. Ancak bu imkan değerlendirilemedi. Bunun faturasını yarım milyona varan can kaybıyla her iki komşumuz, enerji ve gıda kriziyle tüm insanlık ödedi.

Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz. Aradan geçen süre bu haklılığımızı teyit etmiştir. Türkiye taraflar arasında her türlü kolaylaştırıcı rolü üstlenmeye hazırdır. Bunu yapabilecek iradeye ve kabiliyete ziyadesiyle sahiptir. Yeni Amerikan yönetiminin her iki çatışma bölgesinde de barışa giden yolda daha cesur, daha basiretli, daha destekleyici adımlar atmasını ümit ve arzu ediyorum. Barışa giden yolu tıkayacak ve savaşı körükleyecek adımları doğru bulmadığımızı vurgulamak istiyorum.

“Ekonomi programıyla belirsizlikleri ortadan kaldırdık”

Çevremizdeki sıkıntılara ve çatışmalara rağmen Türkiye ekonomisi büyüme trendini istikrarlı bir şekilde sürdürüyor. Geçtiğimiz yıl 14-28 Mayıs tarihinde yapılan genel seçimlerle birlikte 5 yıllık kesintisiz icraat dönemine girdik. Seçimlerin hemen ardından uygulamaya koyduğumuz ekonomi programıyla da belirsizlikleri ortadan kaldırdık.

6 Şubat 2023’te yaşadığımız asrın felaketi depremin insanımızın hayatında ve ekonomimizde yol açtığı yaraları hızla sarıyoruz. Geçtiğimiz ay 130. deprem konutunun anahtarlarını teslim ettik. 2024 yılı sonunda 200 bin konut, gelecek yıl ise 417 bini konut toplam 453 bin bağımsız bölümün inşasını bitireceğiz. Depremin izlerini silmek için bugüne kadar 71,5 milyar dolar harcama yaptık.

Ekonomide 2023 yılını yüzde 5,1 oranında büyümeyle kapatarak 14 yıl boyunca kesintisiz büyüme sürecimizi devam ettirdik. 2024 yılının ilk yarısında büyümemiz yüzde 3,8 olarak gerçekleşti. Milli gelirimizin 2024 sonunda 1 trilyon 331 milyar dolara ve kişi başına gelirimizin ise 15 bin 551 dolara yükselmesini bekliyoruz.

Tüm dünya gibi bizim de en büyük endişemiz yüksek enflasyondur. Amerika ve Avrupa dahil pek çok yerde son 60-70 yılın zirvelerini gören enflasyon baskısından herkes gibi biz de olumsuz etkilendik. Dezenflasyon sürecimiz 2024 yılı Haziran ayından itibaren başladı ve 2025 yılında da devam edecek. Son 1 yılda toplam istihdamı 1,1 milyon kişi artırarak işsizlik oranımızı yüzde 8,6’ya düşürdük.

Ekim ayında yıllıklandırılmış ihracatımız toplam 262,3 milyar dolar ile tarihimizin en yüksek seviyesine ulaştı. Turizmde 2024’ün ilk 9 ayında 47 milyar dolar gelirle rekor kırdık. Cari açığımızı 10 milyar doların altına indirerek, dış kırılganlığımızı giderdik.

Merkez Bankamızın rezervleri 160 milyar dolara dayandı. Makro ekonomik göstergelerdeki bu pozitif gelişmeler, yatırımcıların ülkemize yönelik bakışını olumlu yönünde etkilemiş, kredi notumuz artarken ülkemizin risk primi de emsallerimize göre daha hızlı düşmüştür. 2024’te 3 büyük kredi derecelendirme kuruluşu tarafından notu ikişer kademe artırılan tek ülkeyiz.

Ekonomide hedeflerimizi gerçekleştirmek amacıyla ülkemizin araştırma geliştirme ve yenilikçilik kapasitesini geliştirmeyi, aktif sanayi politikalarımızla katma değer zincirlerinde yükselmeyi, savunma sanayindeki atılımlarımıza yenilerini eklemeyi, yeşil ve dijital ekonomiye geçişle yönelik teknolojik dönüşümü hızlandırmayı, yatırımcı dostu politikalar iş ve yatırım ortamımızı iyileştirmeyi, ekonomimizin rekabet gücünü artırmayı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Bölgemizdeki çatışmalar ve krizler çözüme kavuştukça Türk ekonomisindeki iyileşme daha da hızlanacak, hedeflere doğru koşar adımlarla gidecektir.

İlk olarak Rio’ya geldiğimiz Pazar günü ev sahibi Brezilya Devlet Başkanı değerli dostum Lula’yla kapsamlı görüşme yaptık. Ayrıca aralarında Malezya, Endonezya, İtalya, İspanya, Fransa liderleriyle Avusturalya Başbakanı’nın bulunduğu birçok devlet ve hükümet başkanıyla temaslarımız veya ikili formatta görüşmelerimiz oldu.

Zirve marjında Meksika, Endonezya, Kore Cumhuriyeti ve Avustralya’yla kurduğumuz MIKTA oluşumunun liderleriyle toplantı yaptık. İş birliğimizi daha da güçlendirme konusunda mutabık kaldık. Şunu bir kez daha vurgulamakta fayda görüyorum; barışı, adaleti ve insanlığın ortak değerlerini merkeze alan girişimci dış politikasıyla Türkiye hem G20 hem MIKTA hem de çok taraflı platformlarda etkin rol oynamaya devam edecektir.

Daha adil bir dünyanın mümkün olduğunun inancıyla evlatlarımıza daha müreffeh dünya bırakmanın mesuliyetiyle çalışmalarımıza hız vereceğiz.”

Paylaşın

Özel’den Erken Seçim Çağrısı: Sandığı Bekliyoruz

Partisinin grup toplantısında konuşan CHP Lideri Özgür Özel, “Erdoğan vakti zamanında diyordu ki onlar pazara gelebilir mi, çiftçinin derdini dinleyebilir mi? Şimdi Tayyip Bey bir pazara gidebilir mi, işçiyle konuşabiliyor mu? O halde erken seçim şart. Sandığı bekliyoruz, erken seçim istiyoruz” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Özel’in açıklamalarından başlıklar şöyle:

Bir yasa getirdiler adı etki ajanlığı. Bir yazmış AK Parti grubu; herkes ajan. Kırmızı alarm ilan ediyoruz dedik, bu yasa geçmeyecek elden gelen ne var yapılacak dedim gruba. Grup bu talimatı aldı. Mücadele verildi. Etki ajanlığı yasası geri çekildi. Taslağı hazırlasınlar ajana ajan desinler.

Ama MİT’in istediği veya devletin, güvenlik güçlerinin istediği öğrenciyi, öğretmeni, öğretim görevlisini, gazeteciyi tehdit etmeyen bir maddeyi yazacak akıl beceri bu ülkenin bürokrasisinde var. Yazın, oturmaya biz varız. Geçen haftakine benzer bir metnin orasını burasını değiştirip aynı niyetle getirmeyin. Kırmızı alarm kalkmadı sarıya çevirdik.

Şafak operasyonu ile başkanımızı Ahmet Özer’i aldılar. Yatak odasına kadar gidip gözaltına aldılar. Sırf itibarsızlaştırmak için. Devletin kilidini balyozla kırdılar. Sahte delillerle Ahmet Özer’i tutukladılar. İtiraz ettik, CHP bütün grubuyla birlikte sadece Esenyurt’taydı. Demokrasi darbe girişimine karşı ne yapmamız gerektiğini konuştuk. Ceza hukukçuları dilekçe yazdılar. Profesörlerin 40 yıllık akademik bilgileriyle hazırladıkları yazıları reddettiler.

Bir de gizli tanık beyanları var. Tutuklamaya devam dediler. Gizli tanık nereden çıktı? Gizli tanık var ise o gün sorardın. O gizli tanığın ifadesiyle güya iddianame yazacak. Savcı, İstanbul’da hızlı iddianame yazmasıyla meşhur. İddianame yok, çünkü ortada delil yok. AK Parti ve MHP’ye kötü haberim var. 2 kişiden biri Ahmet Özer’e oy vermiş. Esenyurt’ta kimse buna inanmıyor. Esenyurt’un yüzde 80’i buna inanmıyor. 5 kişiden 4’ü yanlış yapıldığına inanıyor.

Sandığı koyup halka soralım. Yüzde 80’i Ahmet Özer’in arkasında değilse biz bir şey bilmiyoruz. Şunu unutmayın ki Ahmet Özer çıkana kadar o grubun içinden birinin yönetmesi gerek. Ama o kişiyi Tayyip Bey’in seçmesi, onun açısından tamamen yenilmişliğin ifadesi. Bunun adı demokrasi değil. Gözünü hırs bürümüşlüğün şeklidir. Biz başkanımızın arkasındayız. Ahmet Özer mahkemede kumpasları aşacaktır.

Haklarında hiçbir suçlama olmayan, milletin seçtiği koca bir Esenyurt Belediye Meclis’inin birini seçmesi yerine Tayyip Bey’in seçtiği birinin yenilmişliğin, acziyetin göstergesidir. Bunun adı demokrasi değil. Bu mızıkçılığın cevabını Esenyurt’tan alacaksınız. Nasıl İmamoğlu’nun mazbatasını iptal ettiniz de millet İmamoğlu’nu tekrar seçtiyse aynı şekilde demokrasi tokadını alnınızın ortasına yiyeceksiniz.

Biz Esenyurt’u yalnız bırakmayacağız, nöbete devam edeceğiz. 2 günden birinde Türkiye’nin herhangi bir şehrinden birinde tüm yöneticilerimizle nöbet tutacağız. Esenyurt’ta tüm sanatçılarımız, yazarlarımızı, gazetecilerimiz ve düşün insanlarımızı bekliyoruz. 81 il başkanı Esenyurt’ta olacak.

Bir tam gün Esenyurt’un 43 mahallesinde her mahallede iki il başkanı ve milletvekillerinin bulunduğu mahalle toplantıları yapacak. Mücadeleyi meydandan mahalleye taşıyoruz. Mesele milletin seçtiğine devletin başındakilerin saygı göstermeyi bilmesi. Kayyımın nasıl çalışmaları durdurduğunu ve kayyımın zaten zor durumda olan Esenyurt’u nasıl paçasından aşağı çekmeye çalıştığını anlatacağız.

Esenyurt’ta görev yapan tüm milletvekilimizden yöneticisine, hepsine teşekkür ederim. O polislerin her biri eş, ana, baba, evlat ve kardeş. Eve gittiklerinde onları mahcup edecek muameleyle karşılaşmasınlar. O kadar yüksek tansiyona, uykusuzluğa ve kumanyaya mahkum göreve rağmen polis de bizi engelledi, kanunsuz işlere alet edildi ama bize karşı saygısızlık yapmadı. Ben bu milletin vekillerine de polislerine de teşekkür ediyorum.

Bir yanda yenidoğan çetesi yankılanırken Sağlık Bakanı gelmiş mecliste yenidoğan ünitelerini nasıl yöneteceğine dair bütçe istiyor. Hastane sahipleri o kadar hatrı sayılır kişiler ki hala kapanmadı. O kadar şımarmışlar ki; savcıyı tehdit ediyor. Savcı beyin canına tak ederek yeni operasyon başlayarak ortaya çıkıyor.

İhbardan sonra bile çocuk ölümleri devam ediyor. O sürecin sağlık müdürü bugün Sağlık Bakanı. Kendisine bakan muamelesi yapılmasını bekliyor. O bakan istifa edecek, o hesap verilecek. O zamana kadar kimse sizin yüzünüze bakmayacak. 47 sanık var bir tanesi devlet memuru değil. Neden? Çünkü beyefendi ortada kalacak. Bu millet her şeyi gördü.

Milli Eğitimi tarikatlara yönettiren bir bakan ile karşı karşıyayız. Öğrencilerin yüzde 25’inin elinde en az birinin bıçak olan, okula aç giden, bir ayran alamayan, yemek dağıtma sözünü unutan, okulları pislik götüren bir bakansın. Laiklik din düşmanlığıymış da, yok camiler ahır olmuş da.

CHP köyde cemaat yokken, cepheye ezanı, bayrağı, camide barındırılan mühimmata ahır yaptırılan dedikleri samanları söyleyen, samanın üzerindeki Gazi Mustafa Kemal’in cephesine mermi yetiştirenlere iftira atıyorsunuz. Cami falan kapatmadık. Cami kapatmanın günahı varsa bu çocukları aç bırakmanın da günahı var. Bu rezilliklerin konuşulmasın diye yaptığın bir şey. Ne bakanlar geldi, ne bakanlar ne geçti ama bu kadar kötü ve beceriksizi gelmedi.

“O teğmenlere sonuna kadar sahip çıkacağız”

Tarihte ilk kez 3 harp okulunun da birincisi kadın teğmenler. İşte size bir Cumhuriyet hikayesi. Atatürk’e, vatana, millete karşı olanlar bu başarıyı zaten hazmedemediler. Yemin töreninde Mustafa Kemal’in askerleri dediler diye teğmenlere önce hiçbir şey olmadı. Sonra Hizbullahçı, gerici kafanın AK Parti’ye sinmiş uzmanları harekete geçti.

Erdoğan, elini sıkıp hediye verdiği kadın teğmen başta olmak üzere hepsine saldırmaya başladı. Sonra soruşturmalar, darbeci diyenler… Suç emre itaatsizlik, asıl karın ağrısı Mustafa Kemal’in askerleriyiz demeleri. Bu 28 Şubatçılık oluyormuş. Mustafa Kemal yok 28 Şubat’ta. Meseleyi 28 Şubat’a, 25 yıl geriye götürmeye çalışanlara diyorum ki, sizin hazımsızlığınızdır. Fesli Deli Kadir’in anlayışına sahipseniz bilelim.

Mustafa Kemal’in askerlerinden zarar gelmez ama 15 Temmuz’da gördük Fetullah Gülen’in askerileri ne yaptı gördük. “Bu ülkeye kumpas kuruldu” derken neler yaptığınızı da gördük.

CHP, 3 kez 2’si yüz yüze biri telefonda olmak üzere Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile görüştü. O askerle sahip çıkmak vatan borcudur. Geçen seneye kadar okunan, bu yıl da Erdoğan’ın da katıldığı bordo berelilerin töreninde okunan yemin aynı yemin, yeminde bir sorun yok. O teğmenlerde kötülük yok. Okul birincisi kolay mı yetiştirildi. O teğmenlere sonuna kadar sahip çıkacağız.

İktidar olunca böyle haksızlıkla atılan kim varsa onu geri alırız. Ama bu arada geçen süre meslekte onlara çok şey kaybettirir. Sayın Erdoğan, kul hakkına girme. Ama girersen günü geldiğinde şu yemin törenini göreceksin; o kararı verenler ve karara sessiz kalanlarla, atılan teğmenlere yemin töreni yaptıracağız, sonra kararı verenleri emekliye yollayacağız.

Asgari ücreti durdurunca enflasyon durmuyor, hızla artıyor. Hükümetin beklentisi olan enflasyonda zam vermek. Asgari ücret 30 bin lira olmalıdır. Küçük esnaf ve KOBİ korunmalıdır. Vergi ve sosyal güvenlik mevzuatına hakim arkadaşlar çalışmalarını düzenlemelidir. Emekliye bir asgari ücret şarttır. En düşük emekli maaşı asgari ücrete yükseltilmeli. Teklifimizi sunacağız.

Erdoğan vakti zamanında diyordu ki onlar pazara gelebilir mi, çiftçinin derdini dinleyebilir mi? Şimdi Tayyip Bey bir pazara gidebilir mi, işçiyle konuşabiliyor mu? O halde erken seçim şart. Sandığı bekliyoruz, erken seçim istiyoruz.”

Paylaşın

Siyasetçilere Karşı Güvensizlik Yüzde 83

Ekim ayında yapılan ‘Siyasi yabancılaşma’ araştırmasına göre, seçmenlerin yüzde 83’ü siyasetçilerin vatandaşın ihtiyaçlarından çok kendi çıkarlarını düşündüğünü ifade etti.

PANORAMATR’nin Ekim ayında yaptığı ‘Siyasi Yabancılaşma’ araştırmasında seçmen tutumları, siyaseti takip etme, siyasi kurum ve aktörlere güven, seçmen talepleri analiz edildi. Araştırmaya göre ülkemizin seçmen kitlesinde ağırlıklı olarak siyasi ilginin zayıfladığı, kararsızlığın arttığı ve siyasi aktörlere ve kurumlara güvenin azaldığı görüldü. Seçmenlerin yüzde 44,4’ü ortaya/merkeze yakın. Aynı zamanda seçmenlerin sağa ve aşırı sağa yakınlık, sola ve aşırı sola yakınlık oranından fazla.

Araştırma, her 10 katılımcıdan 3’ünün siyasi tercihleri net olmadığı tespit edildi. Siyaseti çok yakından takip ettiğini ifade eden seçmenlerin dahi yüksek oranda siyaset kurumlarına ve aktörlerine güvensizlik duyduğu görüldü. Seçmenlerin yarısından fazlası ise hiç güvenmemekte. Bu oran ağırlıklı olarak muhalefet seçmeninde hakim olsa da iktidar partisi seçmenlerinin yüzde 53’ü siyaset kurumlarına güvenmediğini ifade etti.

Seçmenlerin yüzde 83’ü siyasi aktörlerin yalnızca kendi ikballeri için çabaladığını halkı önemsemediklerini düşünüyor. Siyasetin halkın görüşlerine uygun olarak değil bir grup elitin düşünceleri doğrultusunda yönetildiğini düşünen seçmenler de katılımcıların yüzde 60’ını oluşturuyor.

Araştırmaya katılan seçmenlerin yarısından çoğu siyaset kurumlarına karşı güvensizlik duyuyor. Ağırlıklı olarak oy kullanmayan seçmenin siyaset kurumlara güvenmediği, oy kullanan seçmen içerisinden en fazla İYİ Parti seçmeni, kurumlara güvenmemekte. Muhalefet seçmenlerinin güvensizliği iktidar partisine nazaran daha fazla olsa da tüm parti seçmenleri siyaset kurumlarına güven duymuyor.

Araştırmaya göre siyaset kurumlarına güvensizliğin siyasi aktörler için de geçerli olduğu görüldü. Seçmenlerin yüzde 83’ü siyasetçilerin vatandaşın ihtiyaçlarından çok kendi çıkarlarını düşündüğünü ifade etti. Tüm parti seçmenleri için ağırlıklı olan görüş bu olsa dahi yine oy vermeyecek olanların güvensizliği en yüksek orana sahip.

Aynı şekilde siyasal seçimlerin vatandaş için bir değişiklik yaratmayacağı düşüncesi iktidar partisinden muhalefet partisi seçmenine kadar yoğun olan görüş. Bu durum kamuoyunun partiden bağımsız olarak seçimlerin toplum adına bir değişim yaratmayacağı inancının hakim olduğunu gösterildi.

İktidar partisine oy veren katılımcılar, ülkemizde seçmenlerin siyasi kararlara etki edebileceğine inanırken muhalefet seçmenleri etkisiz olduğuna inanıyor. Araştırmaya göre vatandaşın yüzde 60’ı ülke siyasetine bir grup siyasal elitin etkili olduğu kanaatinde.

Yalnızca bir grubun etkili olduğunu düşünmeyen katılımcılar ağırlıklı olarak sağ ve aşırı sağ görüşteki seçmenler.

Tüm parti seçmenleri siyasetin şeffaf olmasını takip edilmesi için kolaylaştırıcı bir etken olacağını düşünüyor. Muhalefet partilerine oy veren katılımcıların yanı sıra iktidar partisine oy veren katılımcılar siyasetin şeffaf olması konusunda daha çekimser durmakta.

Araştırma sonucuna göre vatandaşlar siyasetin daha şeffaf olması ve güçlü bir liderle toplumun iyileşeceğine inanıyor. Köklü bir değişimin lidere bağlı olduğunu ifade eden CHP seçmeni ağırlıklı iken MHP ve AKP seçmeninin de aynı görüşte birleştikleri ifade ediliyor.

Bu rapor 7-14 Ekim aralığında 2012 kişiyle yapılmıştır.

(Kaynak: Karar Gazetesi)

Paylaşın

Hatimoğulları: Demokratik Zeminde Onurlu Bir Barıştan Yanayız

Partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Bu ülkede ve bölgede Kürt sorunu vardır. Kürt sorunu yoktur diyenlere altını kalın kalın çizerek ifade ediyorum. Son günlerde devam eden tartışmalarda bizler bu konudaki sözümüzü her fırsatta ifade ettik” dedi ve ekledi:

“Biz DEM Parti olarak demokratik zeminde, onurlu bir barıştan yanayız. Bunun için de İmralı tecridi derhal kalkmalıdır, Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşmalıdır. Hem ülkemiz hem bölgemizin barışı için yapacak çok şeyi olduğunun altını ısrarla çizdik, bunu on yıllardır söylüyoruz. Son dört senedir devam eden ağırlaştırılmış tecride karşı mücadeleyi her yerde verdik, vermeye de devam edeceğiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin grup toplantısında konuştu. Hatioğullları’nın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“25 Kasım 1960’ta Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlük tarafından katledilen Mirabal kardeşleri saygıyla anıyorum. Mirabal kardeşler öyle bir mücadele mirası bıraktılar ki bizlere; Dominik’te Rojava’ya, Şili’den Filistin’e erkek egemen kapitalist sisteme karşı özgürlük mücadelesi veriyoruz.

Selam olsun iktidarın çoklu saldırılarına karşı mücadelede en ön safta yer alan kadınlara. Selam olsun Kazdağları’nda toprağı için mücadele veren kadınlara. Kayyıma karşı mücadele eden kadınlara binlerce kez selam olsun. Özgürlükleri için, bilimsel anadilde eğitim için mücadele veren kadınlara selam olsun. Selam olsun barış mücadelesini beyaz tülbentleriyle alanlarda en saflarda mücadelesini veren Barış annelerine, Cumartesi Annelerine.

Sadece 2024 yılında 395 kadın erkekler tarafından katledildi. Ekim ayında 48 kadın katledildi. 23 kadının ölümüyse şüpheli. Bu ölümlerin faili erkek egemen düzenin ta kendisidir.

Rojin Kabaiş, şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Bizden Rojin’in ölümünün şüpheli olmadığına inanmamızı bekliyorlarsa yanılıyorlar. Rojin annesi ve ablası aramızda. Asla bu mücadeleyi yalnız vermeyeceksiniz, yanınızda olacağız. Dersim’de Gülistan Doku kaybedildi. Akıbeti bilinmiyor. Gülistan Doku nerede, demeye devam edeceğiz. Biz bir kişi daha eksilmek istemiyoruz. Örgütlenerek mücadele ederek bunlarla baş edebiliriz. bunun dışında bir seçeneğimiz yoktur.

Kayyım anayasaya ve Avrupa Özerlik Şartı’na aykırıdır, yurttaşın seçme ve seçilme hakkının gaspı demektir, bir siyasi darbedir kayyım. Kayyım, Kürt düşmanıdır, kadın düşmanıdır, muhalif olan her kesimin düşmanıdır. Eş başkanlık sistemimize de bir saldırıdır da aynı zamanda. Belediyelerimizde kadın kenti olmak için attığımız adımları ortadan kaldırmak istiyorlar. İlk icraatleri kadın merkezlerimizi ve daire başkanlıklarımızı kapatmak oldu. En son atanan kayyımların bir kaç icraatinden bahsedeceğiz. Mardin’deki ücretsiz ulaşım için “Jin kart” uygulamasının tamamını durdurdu. 25 Kasım programlarını iptal etti. Biz kadınlar ne yaparlarsa yapsın, eş başkanlık, eşit temsiliyet mor çizgimizdir demeye devam edeceğiz.

İktidar merkezi bütçede toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üretiyor. 2025 bütçesinde her kadın için düşen pay 139.3 TL. Bunun neyiyle kadına karşı şiddetle mücadele edeceğiz?

“Çocuğuna bir bardak süt veremeyen annenin öfkesinden kurtulmayacaksınız”

Yoksullukla yüzleşmekten özel olarak kaçıyorlar. Bunlar sanki kendi sorunları değilmiş gibi davranıyorlar. Bu ne rahatlık ya, bu ne rahatlık? Bu ülkeyi kim yönetiyor? Bu yoksulluktan siz sorumlu değil misiniz? Yoksul için bütçe yapmak sorumluluğunu üzerinizden savarak kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz. Yoksulun elinden kurtulamazsınız, açın elinden kurtulamazsınız. Evde çocuğuna bir bardak süt veremeyen annenin öfkesinden kurtulmayacaksınız.

İzmir’de 5 çocuk yanarak yaşamını kaybetti. Bu iktidar kendi sorumluluğu yokmuş gibi konuştu. Bunu magazin haberi gibi değerlendirdiler. Duygu kalmamış, vicdan kalmamış iktidarda. Kadının yaşam tarzı diyecek kadar ileriye gidebiliyor. Bu ekonomiyle açıklanamaz, neyle açıklanırmış, kadının yaşam tarzıyla. Yuh size, yuh size.

Bu ülkede ve bölgede Kürt sorunu vardır. Kürt sorunu yoktur diyenlere altını kalın kalın çizerek ifade ediyorum. Son günlerde devam eden tartışmalarda bizler bu konudaki sözümüzü her fırsatta ifade ettik. Biz DEM Parti olarak demokratik zeminde, onurlu bir barıştan yanayız. Bunun için de İmralı tecridi derhal kalkmalıdır, Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşmalıdır. Hem ülkemiz hem bölgemizin barışı için yapacak çok şeyi olduğunun altını ısrarla çizdik, bunu on yıllardır söylüyoruz. Son dört senedir devam eden ağırlaştırılmış tecride karşı mücadeleyi her yerde verdik, vermeye de devam edeceğiz.

Sarayda kulağına üfürüleni mürekkebiyle yazan, Sayın Öcalan’ın çözüm gücü ve iradesine dair fitne üretmeye çalışanlar var. DEM Parti’nin çözümden yana olmadığını söyleyenler var. Bu bize atılmış bir iftiradır. Bu fitne çabasıyla neyi amaçlıyorsunuz, kimin kelimelerini yazıyorsunuz? Bu dil nefret dilidir, bu dil Ezop’un lanetli dilidir. Kan var büyün kelimelerinin altında der Cemal Süreya. Her kelimenin altından barışın fışkırmasını istiyoruz. Bu dil çözümsüzlüğün dilidir. Çözümsüzlüğün faturasını kimse DEM Parti’ye kesemez.

Çözümsüzlük peşinde koşmadık. Biz çözümü içerde arıyoruz. Türkiye’de arıyoruz. Ankara’da, Amed’te görüyoruz çözümü. Eşit ve özgür bir ortamda Türkiye’de ortak bir yaşamda görüyoruz çözümü. Müzakerede görüyoruz. Müzakerenin yeri de parlamentodur diyoruz. Onurlu barış mücadelemize kimse çamur atmasın, o çamur döner size bulaşır.”

Paylaşın

Yedi Vekile Ait Dokunulmazlık Fezlekeleri Meclis’te

Aralarında DEM Partili Cengiz Çandar, Salihe Aydeniz, CHP’li Gökan Zeybek ve İYİ Partili Burak Akburak’ında bulunduğu yedi milletvekiline ait dokunulmazlık dosyaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonu’na sunuldu.

Haber Merkezi / Meclis Başkanlığı’nca, komisyona, “Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi” sunulan yedi milletvekilinin isimleri şu şekilde:

“CHP İstanbul Milletvekili Gökan Zeybek, İYİ Parti İstanbul Milletvekili Burak Akburak, DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Cengiz Çandar, DEM Parti Mardin Milletvekili Salihe Aydeniz, DEM Parti Siirt Milletvekili Sabahat Erdoğan Sarıtaş, Bağımsız İstanbul Milletvekili Cemal Enginyurt, Bağımsız Ankara Milletvekili Yüksel Arslan.”

Süreç nasıl işliyor?

Hakkında suç isnadı bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmamasına ilişkin talepler, Adalet Bakanlığına sunuluyor. Bakanlık, talebi gerekçeli bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına, Cumhurbaşkanlığı ise TBMM Başkanlığına iletiyor.

Meclis Başkanlığına gelen fezlekelerin gündeme alınmasındaki süreç, İçtüzüğe göre işliyor. Milletvekili dokunulmazlığı, İçtüzüğün “Yasama Dokunulmazlığı ve Üyeliğin Düşmesi” başlıklı dokuzuncu kısmının “yasama dokunulmazlığı” alt başlıklı birinci bölümünde düzenleniyor.

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki istemler, TBMM Başkanlığınca “Gelen Kağıtlar” listesinde yayınlanarak Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona havale ediliyor.

Söz konusu fezleke ile Meclis’teki mevcut fezlekeler, sevk edildikleri Karma Komisyonda bekletilebiliyor ya da komisyonda gündeme alınabiliyor. Fezlekelerin gündeme alınması halinde süreç başlıyor. Karma Komisyon toplanıyor ve hangi fezlekeye ait dosyayı değerlendireceğine karar veriyor.

Hazırlık Komisyonu kuruluyor

Hazırlık Komisyonu, kurulduğu andan itibaren en geç 1 ay içinde dosyayı inceleyerek raporunu hazırlıyor. Bu komisyon bütün kağıtları inceleyip gerekirse o milletvekilini dinliyor ancak tanık dinleyemiyor.

Hazırlık Komisyonu, yasama dokunulmazlığının kaldırılması yönünde karar alırsa dosya Karma Komisyona havale ediliyor. Karma Komisyon da 1 ay içinde Hazırlık Komisyonu raporunu ve eklerini görüşerek sonuçlandırıyor.

Karma Komisyon, dokunulmazlığın kaldırılmasına veya kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar veriyor.

Karma Komisyon kovuşturmanın ertelenmesini kararlaştırmışsa bu yöndeki raporu Genel Kurulda okunarak bilgiye sunuluyor. Bu rapora milletvekilleri tarafından 10 gün içinde itiraz edilmezse kesinleşiyor, itiraz edilmesi halinde ise rapor Genel Kurul gündemine alınıyor. İtiraz edilmeyen dosyalar Cumhurbaşkanlığına gönderiliyor.

Dokunulmazlığın kaldırılması yönündeki Karma Komisyon raporları, doğrudan Genel Kurul gündemine giriyor. Genel Kurul, raporu kabul ederek dokunulmazlığın kaldırılmasını kararlaştırabileceği gibi, raporu reddederek yargılamanın dönem sonuna ertelenmesine de karar verebiliyor.

Kovuşturma ertelenmiş ve bu karar Genel Kurulca kaldırılmamış ise dönem yenilenmiş olsa bile milletvekilliği sıfatı devam ettiği sürece ilgili hakkında kovuşturma yapılamıyor.

Genel Kurul aşaması

Milletvekillerine dağıtılan Karma Komisyon raporu, Genel Kurulda okunarak görüşülüyor. Biri lehte diğeri de aleyhte olmak üzere, iki milletvekili rapor üzerinde konuşma yapıyor.

Fezlekesi olan milletvekili isterse Hazırlık Komisyonunda, Karma Komisyonda veya Genel Kurulda kendi savunmasını yapabiliyor ya da başka bir milletvekili arkadaşına savunma yapması için bu hakkını verebiliyor.

Söz ve savunma talebi yoksa görüşmeler tamamlanıyor. Daha sonra Karma Komisyonun yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair raporu oylamaya sunuluyor. Genel uygulamaya göre açık oylama yapılıyor. Genel Kurulda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin oylamada, karar yeter sayısı (151) yeterli oluyor.

Her dosya için ayrı oylama yapılıyor

Genel Kuruldaki oylamada, her milletvekili ve fezleke için ayrı oylama yapılıyor. Bir milletvekili hakkında iki dosya varsa iki dosya ayrı ayrı oylanıp karara bağlanıyor. Dokunulmazlık hangi dosya hakkında kaldırıldıysa yalnızca o fezleke hakkında yargılama yapılabiliyor. Milletvekilinin dönem sonuna bırakılan dosyası hakkındaki dokunulmazlığı devam ediyor.

Genel Kurul kararından sonra milletvekilinin dokunulmazlığı, söz konusu dosya için kaldırılmış oluyor.

Meclis Başkanlığı, dosyayı Cumhurbaşkanlığı aracılığıyla Adalet Bakanlığına gönderiyor. Bakanlık da dokunulmazlığı kaldırılan milletvekili hakkında gereğinin yapılması için dosyası ilgili savcılığa havale ediyor.

Savcılık da dosyanın ulaşmasının ardından soruşturmaya kaldığı yerden devam ediyor, söz konusu milletvekilini tutuklanması talebiyle mahkemeye de sevk edebiliyor ya da tutuksuz olarak yargılanmasına da devam edebiliyor.

Dokunulmazlık kalkıyor, vekillik devam ediyor

Bir milletvekilinin dokunulmazlığının kalkmasıyla milletvekilliği düşmüyor, devam ediyor. Milletvekili maaşını alıyor ve diğer sosyal haklarından yararlanıyor. Tutuklanmamışsa Meclise gelerek yasama çalışmalarına da katılabiliyor.

Ancak milletvekili hakkındaki ceza kesinleştikten sonra Genel Kurulda okunuyor ve o zaman milletvekilliği düşürülüyor.

Milletvekilinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine karar verilmesi halinde, Genel Kurul kararının alındığı tarihten itibaren 7 gün içinde ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekili, kararın Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla iptal için Anayasa Mahkemesine başvurabiliyor. Anayasa Mahkemesi, iptal istemini 15 gün içinde kesin karara bağlıyor.

Paylaşın

Bakırhan: Kayyımlarla Kimse Bizi Hizaya Getiremez

Kayyım atamalarına ilişkin değerlendirmede bulunan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Kayyım atamalarıyla iktidarın demokrasiye ve Kürt halkının iradesine yönelik düşmanca yaklaşımını bir kez daha gördük” dedi ve ekledi:

“İktidar hala Kürt halkının iradesini tanımamakta ısrar ediyor. Belediyeleri bir ekonomik talan alanı olarak görmeye devam ediyor. Kayyım, bir halkın iradesine siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak bir çökme politikasıdır. Bu çökme politikasını bin defa da deneseler çökecek. Bir yandan Kürtleri çökertme diğer taraftan Türkiye barışı nasıl sağlanacak? Kayyımlarla kimse bizi hizaya getiremez.”

Tuncer Bakırhan, “Kayyım politikası, müzakere ve diyalog ortamına zehirleyen bir pratiktir. Buradan çözüm çıkmaz. Bu zihniyetten çözüm çıkmaz. Siz elli yıl da kayyım atasanız, halk yine kendi iradesini seçer” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Mezopotamya Ajansı’ndan Selman Güzelyüz’ün sorularını yanıtladı. Tuncer Bakırhan’ın açıklamalarından bölümler şöyle:

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin kendi siyasi penceresinden Kürt sorununun çözümüne dair yaptığı çıkışı nasıl değerlendirdiniz? 

Kürt sorunu 100 yıldır çözülemeyen ve Türkiye’deki diğer meseleleri de tetikleyen bir mesele. Bu gerçeğin Bahçeli gibi karşı uçta yer alan bir siyasetçi tarafından söylenmesi tabi ki kamuoyunda bir şaşkınlığa neden oldu. Fakat bir mesele kendisini dayatıyorsa, ülkenin çeşitli alanlardaki gidişatını engelliyorsa, iktidar ciddi bir tıkanma yaşıyorsa böyle bir açıklama yapılması gayet normaldir. Yıllardır bu riske dikkat çekiyorduk, gecikmiş de olsa bu noktaya gelinmesini önemli buluyoruz. Tabi ki niyet ve samimiyeti, atılacak pratik adımlarla göreceğiz.

Bahçeli ile sorunun çözüm yöntemi ve ele alış biçimimizde belirgin fark var. Ama iki temel konuda bizim düşündüğümüz bir noktaya geldi. Birincisi; Bahçeli, Kürt sorununun muhatabını doğru gösterdi. Sayın Öcalan’ın Kürt meselesinin çözümü konusundaki iradi gücünü kabul etti. İkincisi; yıllardır devam eden tecritten bahsetti ve “kapılar açılsın, gelsin konuşsun” dedi.

Tüm bu önemli tespitlere rağmen Bahçeli ve Erdoğan’ın Kürt meselesinin çözümüne dair bir program ve politikası henüz yok. Aksine meseleyi daha da çözümsüz kılan pratiklerle karşılaşıyoruz. Varsa gerçekçi bir çözüm iddialarını kamuoyuyla paylaşılmalılar. Bahçeli, tecridi işaret ederken, “Türkiye barışı” derken, tam olarak neyi kastediyor? AKP bu konuda Bahçeli ile aynı şeyleri mi düşünüyor? Toplum bir yanıt bekliyor. Kürt sorunun demokratik çözümünde sözü aşan, somut bir politikaya, söyleme, programa ihtiyaç var.

Kürt sorununun çözümüne dair atılacak ilk adım ne olmalı? 

Öncelikle tecridin kaldırılması gerekiyor. İmralı kapısına vurulan kilidin önce açılması gerekiyor. Bu aynı zamanda bir samimiyet testi de olur. Toplum, İmralı’dan çıkacak sesi büyük bir merakla bekliyor. Aynı zamanda somut adımlar atılmasını bekliyor. Tek taraflı söylenen, yürütülen bir tartışma ve hiza vererek sorun çözülemez. Taraflar konuşmalı, Türkiye sivil toplumu tartışmalara dahil edilmeli. Barışın zemini ancak bu şekilde güçlenir. Bahçeli, “Türkiye barışı” dedi. Türkiye barışını arıyorsa o vakit barışın da tarafları vardır. Kürt meselesi artık bilinmeyen, kapalı kapılar ardında tartışılarak çözülecek bir mesele değildir.

Tüm yurttaşlar genel hatlarıyla neyin tartışıldığını, ne yapılmaya çalışıldığını bilmelidir. Kürt meselesi sadece Kürtlerin meselesi değildir. Türkiye’deki en büyük eksikliklerden birisi buydu. Cezayir meselesinin sadece Cezayirlilerin meselesi olmadığı gibi. En başta Fransız aydınları, entelektüelleri, Fransız halkı çok güçlü bir biçimde “savaşa hayır” dedi. Cezayir halkının haklı taleplerinin yanında durdu. O sorunu, Fransa’nın bir meselesi olarak algıladı. İşte Türkiye’de de aydın, yazar ve sanatçısından bütün sivil toplum dinamiklerine kadar herkes güçlü bir biçimde barışı örgütlemeli. Bu konuda bir araya geldikçe, barışın önemini anlattıkça daha çok yol alabiliriz.

23 Ekim’de bir görüşme gerçekleşti, ancak sonrasında yapılan başvurular henüz yanıtsız. Buradan yola çıktığımızda sizin de bahsettiğiniz ‘ilk adım’ halen atılmış değil… 

Açık söylüyorum, devlet burada da oyun oynuyorsa -ki yıllardır bu meseleye samimi yaklaşılmadı- büyük yanlış yapar. Tartışmaların daha başlangıcındayız. 100 yıldır denenen pratikler çözümsüzlüğü derinleştirdi. İğne ucu kadar bir olanak ve imkan varsa; DEM Parti olarak iğnenin ucu kadar olan umut ışığını büyütmeye, toplumsallaştırmaya ve örgütlemeye uğraşıyoruz.

Sizin aracılığınızla söylüyoruz; biz demokratik bir çözüme ve onurlu bir barışa varız. Sayın Öcalan, hukuki ve siyasi zemin vurgusuyla “buradayım” diyor. “Teorik ve pratik gücümle çözüme katkı sunmaya hazırım” diyen Öcalan’ın açıklamasından sonra KCK de açıklama yaptı. “Biz buradayız, Sayın Öcalan’ın geliştireceği süreci esas alacağız” dedi. Tüm bunlar ne anlama geliyor? Kürt sorunun demokratik çözümünde sorumluluk sahibi olanlar “buradayım, varım” diyor.

Kürtler buradaysa, çözüm iradesini ortaya koyuyorsa, samimi ve iyi niyetli davranıyorsa, o zaman şunu sormak lazım; Sayın Bahçeli, siz var mısınız? Buyurun Sayın Erdoğan, siz var mısınız? Eğer halen bir devlet aklı kalmışsa sormak istiyorum; Bu mesele Türkiye’nin gelişmesini, demokratikleşmesini, refah içinde yaşamasını engelliyorsa, demokratik bölgesel bir güç olmasına izin vermiyorsa, Kürt sorununu nasıl çözeceksiniz?

Abdullah Öcalan’ın son görüşmede verdiği mesaja da iktidar ve ortağından bir yanıt gelmediğini görüyoruz. İmralı’da resmi ve kamuoyuna açık bir görüşmenin sağlanması nasıl bir geleceğe kapı aralar? 

Çok önemli, tarihi bir fırsat var. Meselenin muhatabı olan ve adres gösterilen Sayın Öcalan, çözüm meselesinde somut bir proje sunuyor. Demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, eşit yaşam modeli sunuyor. Şerafettin Elçi, “bu meseleyi çözebilecek son kuşağız” demişti. Bu meselenin demokratik çözümü ve barışı için elleri havada bekleyen bir kuşak, bir Kürt siyasal aklı var. İkinci yüzyılda ‘cumhuriyeti demokratikleştirelim’ deniliyorsa, Sayın Öcalan ile derhal konuşulmalı ve müzakereye geçilmeli.

Bakın, İmralı’da bir çözüm iradesi var iken, bu fırsat değerlendirilmeli. İmralı’da barış ve müzakere kampı kurulmalı. Türkiye’nin enerjisini ve ekonomisini bitiren, toplumu yoksullaştıran, demokrasiyi ve özgürlükleri ortadan kaldıran bir meseleden bahsediyoruz. Bakın, 13 Cumhurbaşkanı ve 40’ın üzerinde başbakan görmüş bir meseleden bahsediyoruz. Burada tarihe mal olmuş bir meseleyi çözen olarak tarihe geçmekten daha kıymetli bir şey var mıdır

Meclis’te bulunan diğer partiler de “yeni süreç” tartışmalarına dair kimi açıklamalarda bulundu. CHP başta olmak üzere diğer muhalefet partilerinin açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Muhalefetin ilk olarak sorumluluk alarak söz kurmalarını olumlu karşılıyorum. Başta Özgür Özel olmak üzere Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu, Fatih Erbakan ve birçok siyasi parti lideri farklı perspektiflerden de olsa Kürt meselesinin çözümüne dair olumlu bir yerde duruyorlar. Muhalefetin duruşu, bu anlamda biraz iktidarın olası yan çizmelerine karşı da bir emniyet supabı olacaktır. Bakın 2013-2015 sürecinde muhalefetin büyük kısmı o dönem çözüm sürecinin karşısındaydı.

Bugün bu tartışmaları başlatan Bahçeli başta olmak üzere Sayın Özgür Özel’in partisi de bu meselenin karşısındaydı. Başka güçler vardı. Bugün dikkat ederseniz olumlu bir yaklaşım var. Dünyanın her yerinde yüzde yüz bir mutabakatın sağlanması mümkün değil. Kimi ufak tefek ırkçı, milliyetçi partilerin zehirli dillerine takılmamak gerekiyor. Türkiye siyasi tarihinde ilk defa Kürt meselesinin demokratik çözümüyle ilgili bu kadar geniş bir destek skalası oluşmuş durumda. Bu geniş konsensüs zemini tarihi bir fırsat sunuyor. İktidar ve devletin bunu görerek tarihi fırsatı heba etmemesi gerekiyor.

Tartışmaların sürdüğü bir dönemde bazı belediyelere 3’üncü kez kayyım atandı. Bazı belediyeler için de kayyım tehditleri sürüyor. Bununla partiniz “hizaya mı çekilmek” isteniyor?

İşte bütün mesele burada yatıyor. Bu ülkeyi bir kayyım cumhuriyetine dönüştürmek isteyenler ile cumhuriyeti demokrasiyle buluşturmak isteyenlerin mücadelesiyle karşı karşıyayız. Biz halk diyoruz, iktidar vesayet diyor. Biz yerel demokrasi diyoruz, iktidar kayyım diyor. Toplumun farklılıkları zenginliktir diyoruz, farklılıklara saldıran bir zihniyet ile yüz yüzeyiz.

Kayyım atamalarıyla iktidarın demokrasiye ve Kürt halkının iradesine yönelik düşmanca yaklaşımını bir kez daha gördük. İktidar hala Kürt halkının iradesini tanımamakta ısrar ediyor. Belediyeleri bir ekonomik talan alanı olarak görmeye devam ediyor. Kayyım, bir halkın iradesine siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak bir çökme politikasıdır. Bu çökme politikasını bin defa da deneseler çökecek. Bir yandan Kürtleri çökertme diğer taraftan Türkiye barışı nasıl sağlanacak? Kayyımlarla kimse bizi hizaya getiremez.

Kayyım politikası, müzakere ve diyalog ortamına zehirleyen bir pratiktir. Buradan çözüm çıkmaz. Bu zihniyetten çözüm çıkmaz. Siz elli yıl da kayyım atasanız, halk yine kendi iradesini seçer. Günlerdir Mardin, Halfeti ve Batman başta olmak üzere birçok kentte insanlar iradesine sahip çıkıyor. Kayyım darbesine karşı mücadele edeceğiz, diğer yandan da Kürtlerin özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesinin sağlanmasına katkı sunacak diyalog ve müzakere zeminini güçlendirmekten de geri durmayacağız. Müzakere de mücadele dinamiğinin bir parçasıdır.

Tepkiler üzerine “geçici görevlendirme’ açıklaması geldi. Bunu nasıl okudunuz?

İktidarın kayyım politikaları iflas etti. Hem seçimlerde kayyımlar gönderildi, hem de Türkiye’de yaşayan büyük bir çoğunluğun gözünde zerre meşruiyeti yok. Dolayısıyla topluma ‘Bu kayyım başka bir kayyımdır’ mesajı vermek istiyorlar. Farklı bir kavram kullanarak kayyım uygulamasının iflasını örtmeye çalışıyorlar. Ama nafile, kayyım demokrasiye darbedir. Halk iradesinin gaspı ve Kürt halkını tanımamaktır.

Paylaşın

Muhafazakarların Yüzde 72’si “Devlet Laik Olmalıdır” Görüşünde

“Devlet laik olmalıdır” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 89 muhafazakarlarda yüzde 71,8. Devlet din işlerine karışmamalı” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 67, muhafazakarlarda yüzde 51.

Demokrasi en ideal sistemdir” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 76, muhafazakarlarda yüzde 68.

Toplumun yüzde 72’si “ülkede farklı etnik, dinî ve mezhep gruplarına eşit davranılsaydı daha az soruna yol açılacağını” düşünüyor. “Farklı kesimlere eşit davranılmadığını” düşünenlerin oranı ise yüzde 74’e kadar çıkmakta.

Başkanlığını AK Parti kurucularından, eski İçişleri Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay’ın yaptığı Ankara Sosyal Bilimler Vakfı, “Türkiye’de Kimlikler: Din, Ekonomi, Siyaset” başlıklı bir 2024 değerler araştırması yayınladı.

Ankara Sosyal Bilimler Vakfı’nın yaptığı bu ilk araştırma Ömer Demir, İbrahim Dalmış, Ömer Toprak ve Cem Eyerci gibi Atalay’ın ANAR’da da birlikte çalıştığı yetkin isimler tarafından hazırlandı.

Çalışma için 5618 kişi görüşüldü. Sorulara cevap verenlerin 2971’i erkek, 2647’i kadın katılıcılardan oluştu.  Anket formunda katılımcılara toplamda 78 soru soruldu.

Araştırmada “Atatürkçülüğün daha önce ayrıştırıcı bir kimlik olarak öne çıkarken şimdi toplumun çoğunluğu (yüzde 71) tarafından sahiplenilir hale gelmiş olmasının” altı çiziliyor.

“Devlet laik olmalıdır” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 89 muhafazakarlarda yüzde 71,8. Devlet din işlerine karışmamalı” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 67, muhafazakarlarda yüzde 51.

“Devlet yönetiminde daha çok dindar olmalı” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 25, muhafazakarlarda yüzde 44.8.

“Dindar yöneticiler çalışanların haklarını korumada daha titiz davranırlar” görüşüne katılım düzeyi; modernlerde yüzde 35, muhafazakarlarda yüzde 51. “Dindar iş insanları iş hayatında daha dürüst ve güvenilirdirler” görüşüne katılım düzeyi; modernlerde yüzde 29, muhafazakarlarda yüzde 45

Ahlâklı olmak için dindarlık gerekli” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 25, muhafazakarlarda yüzde 44.

“Gençlere dini eğitim verilmeli” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 75, muhafazakarlarda yüzde 91.

İnsanlar kutsal kitaplara ve dine daha az önem verip onların yerine kendi ahlâkî standartlarını geliştirmelidir” görüşüne katılıyor musunuz?” sorusuna yüzde 54,6 katılmıyorum, yüzde 40 katılıyorum diye yanıt verdi.

“Bazı insanlar İslâm’ın farklı yorumlarına hoşgörü gösterilmesi gerektiğini düşünüyor. Bazıları ise İslâm’ın tek bir gerçek yorumu olduğuna inanıyor. Siz hangi görüşe daha yakınsınız?” sorusuna “Tek yorum” diyenler yüzde 49, hoşgörü diyenler yüzde 42.

Küreselleşmeyle ilgili olumsuz kanaat yüzde 42, olumlu kanaat yüzde 24. “Batı, insan hakları söylemini kendi dışındaki dünyaya bir politik baskı aracı olarak kullanmaktadır” görüşüne katılanların oranı da yüzde 67,5.

Toplumun büyük çoğunluğu (yüzde 90) “fakirlere bakmanın devletin temel görevlerinden biri” olduğunu düşünüyor.

Yine hayat pahalılığının en önemli nedenini “iş dünyasının aşırı kâr etmesi” olarak görenlerin oranı modernlerde yüzde 64’ü, muhafazakârlarda yüzde 67.

Demokrasi en ideal sistemdir” görüşünü benimseme oranı; modernlerde yüzde 76, muhafazakarlarda yüzde 68.

Toplumun yüzde 72’si “ülkede farklı etnik, dinî ve mezhep gruplarına eşit davranılsaydı daha az soruna yol açılacağını” düşünüyor. “Farklı kesimlere eşit davranılmadığını” düşünenlerin oranı ise yüzde 74’e kadar çıkmakta.

“Başarı için torpil gerekir” görüşüne katılım düzeyi; modernlerde yüzde 65, muhafazakarlarda yüzde 59.

Toplumun yüzde 63’ü  “Türkiye’de mahkemelerin bağımsız ve tarafsız şekilde karar vermediğini” düşünüyor.

Toplumun hemfikir olduğu ender konulardan biri ise mülteciler. “Türkiye’nin bugün uyguladığı göçmen politikasını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna, hükümeti bu konuda olumlu bulanlar modernlerde yüzde 11, muhafazakârlarda yüzde 19.

“Tüm göçmenlerin Türkiye’den gönderilmesi lazım” görüşüne katılma düzeyi muhafazakârlarda yüzde 80, modernlerde yüzde 86.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın