İmamoğlu’ndan “Seçim” Açıklaması: İktidar Bu Şartlarda Kazanamaz

CHP İl Başkanları Toplantısı’nda konuşan Ekrem İmamoğlu, “Ülke öyle ağır şartlar altında ki, önümüzdeki seçimlerin iktidar tarafından kazanılamayacağını hepimizin aklına sokması lazım. Bundan sonra kaybedecekse bizler kaybederiz ” dedi ve ekledi:

“Kaybettiğimiz sürecin tek sebebi vardır: Basiretsizliğimiz, beceriksizliğimiz, tembelliğimiz olabilir. Halbuki tam aksine CHP’nin her ferdi çalışkan, erdemli, güven verici bir birey olmasıyla öne çıkar ve çıkmalıdır. CHP’nin sorumluluğu devam ediyor. Cumhuriyetimizin 101. yılında ülkemizin özgürlüğünü ve bağımsızlığını kazandığı gibi bugün de korunması için sorumluluğumuz devam ediyor.”

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP İl Başkanları Toplantısı’nda açıklamalarda bulundu. İmamoğlu’nun konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“İktidar, kendi bildiği yoldan devam etmeyi seçmiştir. Hukuk ve demokrasi dışı yöntemlerle, baskı siyasetiyle milleti ayrıştırma yoludur. Sandıkta elde edemediği seçimi daha önce yaptığı gibi kayyımlarla gasp etmektir. Bu acizliğin net ifadesidir. Bu yıldırma politikasıdır, yolun sonuna geldiğinin işareti olan bu tavırların mücadele edemeyeceği bir husus vardır: Demokrasiye inanan, hukukun üstünlüğüne inanana CHP’li insanların kararlılığıdır. Bizi engellemek adına CHP’ni alt etme adına, kayyım atamalara, uydurma davalara, dava içinde oyunlara başvurmuşlardır ve başvurmaya devam edecekler.

CHP, birinci partidir. Bütün CHP’liler, iktidarın yolundadır. Milletin en büyük umudu olduğunu, sokakta göreceksiniz. İktidarın ekonomiyi çözebileceğine inanan bir vatandaş görmedim. ‘Siz umudumuzsunuz aman hata yapmayın, aman kendi aranızda kavga etmeyin’ diye bizi uyarıyorlar. Bu memleketin 86 milyonunun geleceği adına ciddiye almalıyız bunu. 22 yılda bu milletin sorununu çözemeyen akıl 200 yılda yine çözemez. Milletin bizden beklentisi bu iktidardan onları kurtarmamız.

Milletimiz bize tek bir soru soruyor: “İktidardan bize hayır yok, ama acaba size tam güvenebilir miyiz? Siz bizi bu sıkıntılı ortamdan çıkarabilir misiniz?”  Milletimiz bize ilk seçimde yetkiyi vermek istiyor, bu kadar net. Milletin bu talebini karşılamak, bize duyulan güveni artırmak boynumuzun borcudur. Bizi birinci parti olarak milletin umudu haline getiren niteliklerimize ve politikalarımıza odaklanacağız. O politikalarımızı nasıl artırabiliriz ona dönük çalışmalara yoğunlaşacağız. Partizan bir akılla hareket etmediğimizi, tüm vatandaşlarımızı eşit gördüğümüzü, her insanımıza hissettireceğiz. İşlerimizi, projelerimizi anlatmaktan çekinmeyeceğiz. Muhalefette olduğunuz herhangi bir ilde, yapılan iyi bir işi, sizin işiniz gibi avaz avaz anlatmaktır.

Kendi içinde fikir tartışmaları yaşayan ama asla yol arkadaşlığı duygusunu yitirmeyen, dayanışma kültürü güçlü bir aile olduğumuzu hissettiren tavırları gösterdiğimiz takdirde bu millet bize oy vermeye hazırdır. 86 milyona aile gibi bakan kararlılığımızı ortaya koyacağız. Bunları yapmazsak milletimizin umutlarını boşa çıkarırız.

Ülke öyle ağır şartlar altında ki, önümüzdeki seçimlerin iktidar tarafından kazanılamayacağını hepimizin aklına sokması lazım. Bundan sonra kaybedecekse bizler kaybederiz. Kaybettiğimiz sürecin tek sebebi vardır: Basiretsizliğimiz, beceriksizliğimiz, tembelliğimiz olabilir. Halbuki tam aksine CHP’nin her ferdi çalışkan, erdemli, güven verici bir birey olmasıyla öne çıkar ve çıkmalıdır. CHP’nin sorumluluğu devam ediyor. Cumhuriyetimizin 101. yılında ülkemizin özgürlüğünü ve bağımsızlığını kazandığı gibi bugün de korunması için sorumluluğumuz devam ediyor.

“İktidar millete meydan okumaktadır”

Seçme ve seçilme hakkının gasp edildiği bir ortamda, egemenliği millete ait olduğunu ilan eden Atatürk’ün bizlere verdiği bu sorumluluk, devam etmektedir. Biz biliyoruz ki, milletin iradesinin üstünde hiçbir irade yoktur, tanımadık, tanımayacağız. İktidar, milletin seçtiği belediye başkanlarına karşı açılan siyasi davalarla, kayyım uygulamaları ile milli iradeyi hiçe saymakta ve açıkça millete meydan okumaktadır. Göz göre göre pervasızca, atadığı kayyımlar göğsünü gere gere poz vererek oradan insanlara meydan okumaktadır. Bu meydan bugün Esenyurt’ta okunur, başka gün vatanın başka sathında okunur.

Kayyım uygulamalarına karşı direncinizi yükseltin. Gelecek seçimlerde tecelli edecek millet iradesini dahi bugünden engellemeye çalışıyorlar. Siyasi yasaklı hale getirmekten tutun, saçma sapan davalarda heyeti değiştirmekten, hakimi değiştirmekten, savcının rapor olmasına varıncaya kadar saçma davalarda zaman kazanmaya dönük davalarda görüyoruz ki milletin gelecek seçimlerde de bütüncül iradesini gasp etmektir. Çok çalışmalıyız, milletin huzuruna nitelikli bir şekilde çıkmalıyız. Milletin sandıktaki galibiyetini, bu ülkeye bir kez daha ispat etmeliyiz.”

Paylaşın

Erdoğan’dan “Kadına Şiddet” Tepkisi: İnsanlığa İhanettir

“Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” programında konuşan Erdoğan, “Kadına yönelik şiddet insanlığa ihanettir. Kadınlara yönelik şiddet kabul edilemez bir vandallıktır” dedi ve ekledi:

“Bu ihanetin içine giren, şiddet uygulayan herkes hak ettiği cezayı mutlaka çekmelidir, bunu temin etmek devletin asli görevidir. Bu anlayışla göreve geldiğimizden beri devrim niteliğinde pek çok adım attık. Kadınların haklarını güçlendirecek, onları destekleyecek sayısız projeyi devreye aldık. Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine ilişkin kanun en önemli düzenlemeydi. En kritik eşiği aştık ve devletimizin şiddete sıfır tolerans politikası güçlü bir seviyeye sahip oldu.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” programında açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın konuşmasından satır başları şöyle:

“Kadına yönelik şiddet eylemlerinde hayatlarını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyor, yakınlarına sabırlar diliyorum. Acı çekmiş her kadın için büyük kırılma noktası olan bu vahim durumu paylaşmış ya da paylaşamamış tüm kadınlara geçmiş olsun diyorum. Tüm kadınlarımızın onurlarını koruma mücadelelerinde daima yanlarında olacağım.

Bu programı gerçekleştirirken aylardır süren bir soykırım devam ediyor. Bugüne kadar 50 bine yakın Filistinli kardeşimiz şehit oldu. Yüzde 80’ini masum çocuklar ve kadınlar oluşturuyor. Saldırıların en büyük mağdurları da yine kadın ve çocuklar. Netanyahu her gün yaşlıyı bebeği kadını çocuğu hunharca katlediyor. Soykırım şebekesi 14 aydır dünyanın gözü önünde, sessiz bakışları altında adım adım ilerliyor.

Bu barbarlık karşısında Filistin’in onurlu kadınları asil duruşları ile bombaların altında imanlı yürekleri ile tüm kadınlara örnek oluyorlar. Sizinle tam bir dayanışma halindeyiz. Türkiye olarak 85 milyon vatandaşı ile sizlerin yanındayız. İçinde bulunduğunuz şartlar ne kadar ağır olursa olsun şunu aklınızdan çıkarmayın, Türkiye’nin tüm kadınlarının kalpleri sizin için çarpıyor, Filistin’in kurtuluşu için Mevla’ya niyazda bulunuyor.

Lafa gelince demokraside aslan kesilenler söz konusu sapkın akınlar olunca 14 aydır üç maymunu oynasa da biz sizi asla yalnız bırakmayacağız. Bu soykırımın durması için her platformda gerçekleri gür sesle sürdüreceğiz. Filistin’in yürekli kadınlarını saygı ile selamlıyor rabbimden sabır diliyorum.

Türkiye çok güçlü ve yaygın sivil toplum ağına sahiptir. Vakıflarımız, derneklerimiz, gönüllü teşekküllerimiz olağan üstü çalışmalar ortaya koyuyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele bunların başında geliyor.

Kadına yönelik şiddetle mücadeleye destek veren tüm kardeşlerime en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Türkiye’de başta şiddet olmak üzere kadınlarla ilgili kritik konularda bugün bakanlığımızın, hükümetimizin büyük katkısı emeği vardır. Kadına yönelik şiddet insanlığa ihanettir. Kadınlara yönelik şiddet kabul edilemez bir vandallıktır. Bu ihanetin içine giren, şiddet uygulayan herkes hak ettiği cezayı mutlaka çekmelidir, bunu temin etmek devletin asli görevidir.

Bu anlayışla göreve geldiğimizden beri devrim niteliğinde pek çok adım attık. Kadınların haklarını güçlendirecek, onları destekleyecek sayısız projeyi devreye aldık. Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine ilişkin kanun en önemli düzenlemeydi. En kritik eşiği aştık ve devletimizin şiddete sıfır tolerans politikası güçlü bir seviyeye sahip oldu.

Muhalefetin sanal tartışmalarının hiçbir dayanağı yok. Sözleşme yaşatır sloganı hiçbir anlam taşımıyor. Batılı ülkelerdeki vahim tabloyu bilmiyor ya da bilmek görmek istemiyorlar. Avrupa Parlamentosu, aile için şiddetle mücadele direktifini bu yılın ortalarında kabul etti.

İstanbul sözleşmesindeki ülkelerin yarısı metne çekince koymuştur. Türkiye 6654 sayılı kanunla konuyu kapsamlı ele alan mevzuatları ile eksiklerini tamamlamış yegane ülkedir. Avrupa’da Türkiye dışında bu hususta müstakil kanun yapan ülke yok. Muhalefetin iddiaları aksine sözleşmeden çekilme ile şiddet arasında hiçbir illiyet bağı yoktur. Bu adım her türlü şiddetle mücadeledeki kararlılığımızı eksiltmedi, törpülemedi. Türkiye olarak 2011’den önce olduğu gibi 2020’den sonra da yasal düzenlemeleri yaptık.

Bize bu iftiraları atanlar hükümetlerimizin hayata geçirdiği gerçekleri de gizlemektedir. Kadına karşı şiddet AK Parti iktidarında nitelikli suç haline getirildi. Bu suçun katalog suç haline getirilmesi, boşanmış eşe karşı işlenen suçun nikahlı eşe karşı işlenmiş gibi sayılması gibi adımlar atılmıştır. Elektronik kelepçe gibi tedbirleri uyguluyoruz. Sözleşme değil kanunlar yaşatır. Hazırladığımız eylem planlarını kararlılıkla takip ediyoruz. Merkezlerimiz ile, konuk evlerimiz ile, mağdur destek sistemimiz ile bu alanda takdir edilen yere geldik.

Dini ve kültürel temeli olmayan yanlış davranış biçimleri ile de mücadele ettik. Kadınların eğitimleri ile arasına giren engelleri ortadan kaldırdık. Üniversiteye gidemeyen gitse de kapısından çevrilen kızlarımızın mağduriyetlerini biz giderdik. Muhalefetin yalan dediği zulümlere biz son verdik. Kamudan atılan on binlerce 28 şubat mağduruna haklarını iade ettik.

Tüm kazanımlarımızı CHP’nin kadın düşmanı politikalarına rağmen elde ettik. Kadınlarımızın benzer zorbalıklara maruz kalmaması için her türlü önlemi alıyoruz. Kadına yönelik şiddete geçit vermeyen, şiddetsiz bir Türkiye Yüzyılı’ına ulaşana kadar sabırla yürüyeceğiz.

Kadınların canına kastedenlerle kızlarımızı dağa kaçıranlarla, onları ölüme ve öldürmeye gönderenlerle ilgili tek cümle kurulmuyorsa ortada büyük bir iki yüzlülük vardır demektir. Bölücü örgütteki tecavüzden infaza kadar olayları görmezden gelenlerin meselesi kadınlar olamaz. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, koşa koşa DEM’e giderken yüreği yanık Diyarbakır Annelerinden bir selamı niçin esirgiyor.

“CHP, faşizan geçmişi ile ne zaman yüzleşecek”

CHP, faşizan geçmişi ile ne zaman yüzleşecek ne zaman milletin değerleri ile barışacak. CHP’nin helalleşme tiyatrosu da tümden rafa kaldırıldı. Bölücü örgütün arkasında duranları özgürlükten bahsetmelerini kaile almıyoruz. Kandil’deki kadın düşmanı terör baronlarına ses çıkarmayanların bu testten geçmesi mümkün değil.

Alkol ve kumar bağımlılığı şiddet vakalarında önemli faktördür. Evlatlarımızın geleceğini tehdit eden içki ve uyuşturucu bağımlılığının önüne geçmedikçe kadına şiddetin önünü kesemeyiz. Araştırmalar aralarında doğrudan bağ olduğunu net biçimde ortaya koyuyor. Aile içi şiddetin, davranış bozuklukların, nice problemin içki ve kumar bağımlılığı derinleştiği bir gerçektir. 31 Mart sonrası el değiştiren belediyelerin ilk faaliyetlerinden birin alkol tüketimini özendirici etkinlikler oldu.

40’ların faşizan uygulamalarının millete dayatılmasına eyvallah diyemeyiz. Hukuk ve demokrasi zemininde tepkimizi ortaya koymaktan çekinmeyiz. Biz yarım asrı bulan siyasi hayatımızda bunu yaptık. İnsanımızın yaşam tarzına müdahale etmedik. Kimsenin de bize dayatmada bulunmasına, bu millete had bildirmesine rıza göstermedik. Ne hak yedik ne de hakkımızın yenilmesine rıza gösterdik. Aynı hassasiyet ile hareket ediyoruz.

Sinema ve dizi sektörümüz de artık kendine çeki düzen vermeli. Reyting uğruna kadına yönelik şiddetin normalleştirildiğini gösteriyor. Toplumu bilgilendirici olması gereken diziler şiddete özendiren kötü bir rol oynuyor. Senaristlere, yapımcılara ve RTÜK’e büyük görev düşüyor.”

Paylaşın

Özel’den “Kayyım” Tepkisi: Sandıkta Alamayanlar Darbeyle Almaktadır

Kayyım atamalarına tepki gösteren CHP Lideri Özgür Özel, “Erdoğan’ın oyunu geri tepmiştir, geri tepecektir. Bu siyasi işgal meselesidir. Sandıkta alamayanlar darbeyle almaktadır” dedi ve ekledi:

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu başarısını cezalandırmak ve çok istedikleri halde ele geçiremedikleri bir ilçe üzerinden tüm Türkiye’ye mesaj vermek istediler. Türkiye’nin neresinde olursa olsun halkın iradesine kafa tutanların karşısında durmaya devam edeceğiz.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin İl Başkanları Toplantısı’nda açıklamalarda bulundu. Özel’in açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:

Temel motivasyonumuz ilk seçimi kazanmak. Birileri CHP’nin içinde karışıklık çıkarmak için elinden geleni yapıyor. Parti içinde olmayan bir tartışmayı varmış gibi gösterenlere 81 il başkanımız olmadığını gösterdi. Esenyurt’ta verdiğimiz demokratik tepkiyi diğer illerde de verdik. Demokrasi odaklı anlayışımız ortada. Bu mesele parti meselesi değil. Taziye ziyaretinden terör çıkarmak dünyanın en kötücül aklının ürünüdür.

Tayyip Erdoğan’ın oyunu geri tepmiştir, geri tepecektir. Bu siyasi işgal meselesidir. Esenyurt’u sandıkta alamayanlar darbeyle almaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu başarısını cezalandırmak ve çok istedikleri halde ele geçiremedikleri bir ilçe üzerinden tüm Türkiye’ye mesaj vermek istediler. Türkiye’nin neresinde olursa olsun halkın iradesine kafa tutanların karşısında durmaya devam edeceğiz.

Bugün 25 Kasım kadına karşı şiddetle uluslararası mücadele günü. Çalıştayımızda şiddete karşı dayanışmayı amaçlayan kadınların çalışmalarını destekliyoruz. En başta hepimizin övündüğü ve yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nden bir kişinin imzasıyla çıkılan o süreci terk edeceğimizi, kadına karşı şiddetle ilgili kamu iradesinde giderecek irade CHP’nin iradesidir. Hepimizin övündüğü ve yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nden bir kişinin imzasıyla çıkılan o süreci terk edeceğiz.

Halkın gerçek gündemi derin ekonomik sıkıntılar var. Çarşı pazardan başı önde dönen insanların kederleri bizim baş kaygımızdır… Teğmenlere sahip çıkacağız. Gelecek seçimi kazanıp Mustafa Kemal’in askerlerini Mustafa Kemal’in ordusuna geri kazandıracağız. Söz.”

Paylaşın

Erdoğan’dan Kılıçdaroğlu’na 500 Bin Liralık Tazminat Davası

Erdoğan’ın avukatı Hüseyin Aydın, Kemal Kılıçdaroğlu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduklarını ve “500 bin TL’lik manevi tazminat davası” açtıklarını duyurdu.

Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik ise yeni davayla ilgili açıklama yaparak “Gerçekleri duymak, yolsuzluk olgularının ispatlanmasına katlanmak zor olabilir. Anlıyoruz. Ancak, milim geri adım atma olasılığımız olmayacak” dedi.

CHP’nin 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Mersin’de bir mitingde 2014 yılında yaptığı bir konuşma üzerine “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla hakkında açılan ve 11 yıla kadar hapis ve siyasi yasak istenen davanın ilk duruşmasında cuma günü Ankara Adliyesi’nde ifade verdi.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatı Hüseyin Aydın, mahkemedeki açıklamaları nedeniyle CHP’nin 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduklarını ve “500 bin TL’lik manevi tazminat davası” açtıklarını duyurdu.

Aydın, sosyal medya hesabından konuya ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada, Erdoğan’ın 15 Temmuz 2016’dan sonra “siyasi hayatta asgari nezaketin kalıcı olarak tesis edilmesi” amacıyla Kılıçdaroğlu aleyhine açtığı tüm davalardan vazgeçtiği ifade edildi.

Aydın’ın açıklamasının devamında şunlara yer verildi: “Aradan geçen sekiz yıla rağmen Kılıçdaroğlu cephesinde asgari siyasi nezaket konusunda bir arpa boyu dahi mesafe alınmadığı aksine kabalığın ve çirkin uslübün bir davranış kalıbına dönüştüğü anlaşılmıştır.

Şikayetten vazgeçtiğimiz ve bu nedenle cezalandırma ve siyasi yasak talep etmediğimiz bir dosya üzerinden, sahte bir mağduriyet algısı oluşturulduğu gibi, savunma hakkı kötüye kullanılarak Cumhurbaşkanımızın kişişik hakları ağır bir şekilde ihlal edilmiştir.

Cumhurbaşkanımıza yönelik hakaret ve iftiraların bir hülâsasından ibaret olan mahkemedeki açıklamaları nedeniyle Kılıçdaroğlu aleyhine Ankara Cunhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuş ve Asliye Hukuk Mahkemesinde de 500 bin TL’lik manevi tazminat davası açılmıştır.”

Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik ise yeni davayla ilgili açıklama yaparak “Gerçekleri duymak, yolsuzluk olgularının ispatlanmasına katlanmak zor olabilir. Anlıyoruz. Ancak, milim geri adım atma olasılığımız olmayacak” dedi.

Çelik’in sosyal medya hesabından yaptığı açıklama şöyle: “Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun savunması, daha doğrusu manifestosu Recep Tayyip Erdoğan’ı yine rahatsız etmiş. Ve yine yargısına başvurmuş. Gerçekleri duymak, yolsuzluk olgularının ispatlanmasına katlanmak zor olabilir! Anlıyoruz… Ancak, milim geri adım atma olasılığımız olmayacak. Tekrar tekrar İspat Hakkımızı kullanmaya ve yolsuzluk olgularını kanıtlamaya devam edeceğiz. Sonuçta da kazanacağız ve Erdoğan üzülmeye devam edecek. Zira haklıyız…”

Ne olmuştu?

Kılıçdaroğlu, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik sözleri nedeniyle hakim karşısına çıktı. Erdoğan’ın şikâyetiyle 11 yıl 8 ay hapis cezası ve siyasi yasak istemiyle yargılanan Kılıçdaroğlu, mahkemedeki savunmasında “Hırsıza hırsız dediğim için buradayım” dedi.

Kılıçdaroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben buraya işlediğim bir suçtan ötürü kendimi savunmak için değil, işlenen suçları kayıtlara geçirmek, hesabını sormak ve tarihe not düşmek için geldim. Sanırım, açılan davaların ve mahkemeye çıkmamın nedeni, Erdoğan’a ‘Başçalan, Hırsız ve Başhırsız’ demiş olmamdır.

Karşınıza Sayın Yargıç, ‘hırsıza, hırsız’ dediğim için çıktım. Bütün görevlerim süresince çok büyük bütçeler yönettim. 10 binlerce memura amirlik yaptım. Ne beytül malın bir kuruşuna el uzattım, ne de bir kişiye müsaade ettim. Bakınız yolsuzluk ve hırsızlık, ülkenin başına ne işler açıyor. Yaptığı hırsızlık, yolsuzluk nedeniyle mal varlığının hesabını veremeyen yöneticiler, egemen güçler tarafından teslim alınırlar. Ve bu sonuçta o ülke için felaketlerin kapısını aralar.

Erdoğan ailesinin mal varlığı dolayısıyla dönemin ve şimdinin ABD başkanı Trump tarafından tehdit edildiğini ve Erdoğan’ın bu tehdide hemen boyun eğdiğini sadece biz değil bütün dünya biliyor.Egemen güçler tarafından teslim alınan bir devlet başkanı ülkesine hizmet edemez. Bu, tarihin önümüze koyduğu bir başka gerçektir.”

Paylaşın

Hatimoğulları: Asla Biat Etmeyeceğiz Boyun Eğmeyeceğiz

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Kurulu’nda konuşan DEM Parti  Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, kayyım atamalarına ilişkin, “Bizler kayyımcı zihniyete ve rejime asla biat etmeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz. Bizler, bize dayatılan faşist otoriter rejimlere dün boyun eğmedik bugün de eğmeyeceğiz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Kayyım halkın iradesini çalmaktır. Kayyım yargı ve polis eliyle yapılmış bir siyasi darbedir. Bunun 12 Eylül’de askerlerin postallarıyla, tankıyla, topuyla yaptığı darbeden hiçbir farkı yoktur. Seçilmişi ortadan kaldırıp yerine atanmışı getirmek yurttaşımızın erken dönemde elde etmiş olduğu hak olan seçme ve seçilme hakkını ortadan  kaldırmak demektir. Seçimsiz şekilde atanmışlarla bu ülkeyi yönetmeye kalkmak demektir ki bu demokrasiyi tabuta koymak ve son çivisini çakmak demektir. İşte bunlar kayyım rejimiyle bizlere bunu dayatıyorlar ve bunu asla kabul etmeyeceğiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı 13. Olağan Genel Kurulu’na katıldı. Burada konuşan Hatimoğulları, şunları söyledi:

“Değerli canlar hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın kongresini kutluyorum. Bugüne kadar görevlerinden hiç ödün vermeden  mücadele eden bütün arkadaşların emeklerine sağlık. Yeni belirleyeceğiniz yönetim kuruluna da şimdiden başarılar diliyorum. Bizler  tarih boyunca acılarla yoğrulmuş bir coğrafyada yaşayan Aleviler olarak birçok zorluğa, baskıya, asimilasyon politikasına maruz kaldık. Ne yazık ki çokça canlarımız katledildi. Birçok Alevi katliamına tanıklık ettik, yaşadık. Hala bizler 21. yüzyılda evlerimizin işaretlendiği bir dönemde yaşıyoruz. Bizler elbette Koçgiri’yi, Dersim’i, Maraş’ı, Çorum’u, Gazi’yi, Sivas’ı ve Suriye’de İştebrak’ta katledilen Alevi canlarımızı unutmadık. Onları sizlerin huzurunda bir kez daha saygıyla anıyorum, mücadeleleri önünde saygıyla eğiliyorum.

Değerli canlar benden önce konuşan değerli başkanlarımız ifade etti. Bizler tarih boyunca katledildik, asimilasyon politikalarına maruz kaldık. Bu dönemde AKP-MHP iktidarı katliam ve asimilasyon politikalarının biçimine yeni bir şey daha ekledi. Biraz önce sizler de bahsettiniz Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Cemevi oluşturmaları. Bizlere Turizm Bakanlığına bağlanacak tırnak içinde bir kültürel motif gözüyle bakanlar şunu bilsin ki Alevilik bir inançtır. Alevilik tarih boyunca bedeller ödeyerek inançlarını yaşayabildikleri bir toplumdur. Turizm Bakanlığına bağlı bir başkanlığın kayyım ataması yöntemiyle Aleviliği dizayn edemezsiniz, asimile edemezsiniz, inançlarından vazgeçiremezsiniz. Alevilik tekçi, ırkçı anlayışınıza tarih boyunca teslim olmadığı gibi bugün de teslim olmaz, olmayacaktır da.

Bu süreç içinde değinmek istediğim önemli bir konu şudur. Bu iktidarın başvurduğu en önemli yöntemlerden biri içimize oynamak, içimizde olay çıkarmaktır. Şu bilinsin ki Alevilik rızalıktır ve dedeler, pirler, analar rızalıkla, Alevi toplumunun rızasıyla varlıklarını bugüne kadar sürdüre gelmiştir. Alevi toplumundan rıza almayan, saraydan kayyım atanmış olan zihniyetin vereceği rızalığı bizler asla kabul etmedik, etmeyiz. Devletin gücünü arkasına alarak güç zehirlenmesi yaşayan bu iktidar Alevilerin içine parayla, pulla, statüyle, koltukla oynamaya kalkmaktadır. Ama şu bilinsin ki Hacı Bektaş ona sunulmuş olan bütün sofraları reddetmiş, mazlumun yanında yer almış olan bir felsefedir, bir öğretidir. Hacı Bektaş böyle yapmıştır. Bizler de onun bu öğretisinin öğrencileri olarak öyle yapmaya da devam edeceğiz.

Burada iki projeden bahsetmek istiyorum. Bunları hepimiz gayet iyi biliyoruz ama ben buradan bunlara dönük mücadelemizi daha güçlü kılmak açısından bir kez daha bahsetmek istiyorum. Bugün ÇEDES projesiyle müfredat programına yapılmış olan asimilasyon politikalarını başka bir evreye taşımak amacıyla yapılan değişiklikleri asla kabul etmiyoruz. Maarif programını asla kabul etmiyoruz. Bugün Alevi öğrencilere ilkokuldan başlayarak verilmekte olan bu eğitimleri, bu programı asla kabul etmedik, etmeyeceğiz. Bizler DEM Parti olarak dün olduğu gibi bugün de bilimsel, laik, anadilinde eğitim için mücadele etmeye devam edeceğiz. Değerli canlar yine önemli noktalardan biri Alevi Bektaşi Veli Dergahı’nı müzeye çevirme planları. Biraz önce bahsettik, başkanlık aracılığıyla Alevilere kayyım atamaya kalktı bunlar. Bunu bizler asla kabul etmiyoruz. Hacı Bektaş Veli Dergahı Alevi inancının kalbidir, ser çeşmesidir, ondan asla vazgeçmeyeceğiz.

Alevi yurttaşlarımızın eşit yurttaşlık hakkı temeliyle ilgili bizler çok yoğun çalışmalar yürüttük. Burada bu salonda bulunan Alevi canlarla beraber birlikte çok toplantılar yaptık, çok çalışmalar yürüttük. Ben Eş Genel Başkan olmadan önce HDP’de MYK üyesiyken Halklar ve İnançlardan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısıydım. O dönemde Alevi canlarımızla çokça çalışmalar yürüttük. Ben şunu biliyor ve görüyorum, bizler daha çok çalışırsak, daha çok dayanışırsak, biraz önce değerli başkanımızın ifade ettiği gibi, Türkiye’nin demokratik bir anayasaya kavuşmasını pekala sağlayabiliriz. İhtiyacımız olan, 72 milletten insanının kendini hissetiği, kendini orada gördüğü, o sayfaları çevirdiğimizde sadece kelimelerde ve cümlelerde değil ruhen kendimizi içinde hissettiğimiz bir demokratik Anayasayı pekala bizler hep birlikte yapabiliriz.

Biz siyasi partilere bu konuda çok büyük görev ve sorumluluk düşüyor, farkındayız. Türkiye’deki bütün demokrasi güçlerine, Alevi canlarımıza, Alevi canlarımızın örgütlerine bu anlamıyla çok önemli görev ve sorumluluklar düşüyor. Çünkü bizler 72 millete aynı nazarda bakan insanlarız. Biz öyle bir ülkede, coğrafyada yaşamak istiyoruz. Ortadoğu, Türkiye, Anadolu, Mezopotamya toprakları rengarenk bir çiçek bahçesidir. Rengimizi soldurmak, bizi dalımızdan koparmak istiyorlar. Buna karşı mücadelemizle, farklılıklarımızla, hangi dine, hangi kültürel değerlere, hangi dile sahipsek o dokuyla bu ülkede yaşayacağımız demokratik bir cumhuriyeti hep birlikte el ele kurabileceğimize yürekten inanıyorum.

Kayyım zihniyeti bu iktidarın bütün toplumsal hücrelere yaymaya çalıştığı bir yöntem haline geldi. Artık bu tek adam rejimi, kayyımcı rejim anlayışı sarayda belirlenip toplumda tatbik edilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda en muzdarip partilerden biri bizleriz. Üçüncü dönemdir yerel yönetimlerde oylarımızı katlayarak kazandığımız belediyeleri, sayıları katlayarak arttırdığımız belediyelerimize bir kez daha kayyım atanmıştır. Kayyımlar Hakkari’de başladı daha sonra Esenyurt’ta sonra Batman, Halfeti, Mardin, Dersim ve Ovacık’ta devam ettirildi. Dün Dersim’deydim ve Belediye Başkanımız da katıldı dün yaptığımız buluşmaya. Ben Dersim halkının o derin, kültürel inançları bir arada bulunduran, kültürel değerlerini bu zamana kadar mücadeleyle ayakta tutmuş Dersim halkının selamlarını getirdim size.

“Faşist otoriter rejimlere dün boyun eğmedik bugün de eğmeyeceğiz”

Bizler kayyımcı zihniyete ve rejime asla biat etmeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz. Bizler, bize dayatılan faşist otoriter rejimlere dün boyun eğmedik bugün de eğmeyeceğiz. Kayyım halkın iradesini çalmaktır. Kayyım yargı ve polis eliyle yapılmış bir siyasi darbedir. Bunun 12 Eylül’de askerlerin postallarıyla, tankıyla, topuyla yaptığı darbeden hiçbir farkı yoktur. Seçilmişi ortadan kaldırıp yerine atanmışı getirmek yurttaşımızın erken dönemde elde etmiş olduğu hak olan seçme ve seçilme hakkını ortadan  kaldırmak demektir. Seçimsiz şekilde atanmışlarla bu ülkeyi yönetmeye kalkmak demektir ki bu demokrasiyi tabuta koymak ve son çivisini çakmak demektir. İşte bunlar kayyım rejimiyle bizlere bunu dayatıyorlar ve bunu asla kabul etmeyeceğiz.

Değerli canlar bir konudan daha bahsederek sözlerimi tamamlayacağım. Bizler Türkiye’de bütün farklı inançların ve halkların bir arada olduğu, çalışmalarını ortak yürüttüğü bir siyasi partiyiz aynı zamanda. Bütün farkıllıkların kendi renkleriyle temsil edildiği bir partiyiz ve özellikle son süreçte Kürt sorununa ilişkin kimi tartışmalar ve parlamentonun gündemine gelen kimi konular var. Bizler şunun altını bir kez daha çizmek isteriz, bu ülkede en çok ezilen, en çok dışlanan, inkar edilen, asimilasyon politikalarına, tekçi inkarcı politikalara maruz bırakılan kimlerdir?

Alevilerdir, Kürtlerdir. Aleviler ve Kürtlerin sorunlarının demokratik ve barışçıl bir zeminde çözülmesi için mücadelemizi daha güçlü bir biçimde ortaya koymamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Özellikle başta Ortadoğu, Kuzey Afrika olmak üzere aynı zamanda Rusya ve Ukrayna’da devam eden savaş ve şimdilerde üçüncü dünya savaşı arifesinden bahsedilen bir dönemden geçiyoruz. Dünya nükleer silah tehdidi altında olduğu bir dönemden geçiyoruz.

Barış dışında bir seçeneğimiz yoktur. Sınır güvenliğimiz için de barışa ihtiyacımız var, iç barışı sağlayabilmezsek bizler Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözemezsek emin olalım ki ne Alevilerin, ne kadınların, ne de demokrasinin uygulanmamasından mağdur olan hiç kimsenin sorununu çözemeyiz. O yüzden bu adım çok önemlidir. Gelin Alevi canlar, bizler de hep beraber Kürt halkının verdiği bu demokratik mücadeleye katkı verelim ve Türkiye’de barışı, demokratik Türkiye için barışçıl bir zeminde ilerleyecek Ortadoğu politikası için gelin hep birlikte mücadele edelim.

Bizler bu iktidarın baskılarına, bu iktidarın şantajlarına, tehditlerine dün boyun eğmedik bugün de eğmeyeceğiz. Biraz önce başkanımız ifade etti biz korkuyu Kerbela’da bıraktık. Bizler “yürü Bre Hızır Paşa senin de çarkın kırılır, güvendiğin padişahın gün gelir o da bir gün devrilir” diyen Pir Sultan’ın torunlarıyız. Bizler derisi yüzülen, işkence gören ama En-el hak diyen Hallacı Mansur’ların torunlarıyız ve bizler bu öğretinin öğrencileri, bu öğretinin, bu felsefenin gücüne inananlar olarak asla ve asla Hızır Paşalara, saraylara padişahlara boyun eğmeyeceğiz. Bunun için bir olalım, beraber olalım, diri olalım. Hızır yar ve yardımcımız olsun. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”

Paylaşın

AK Partili Çelik’ten Erken Seçim Çağrılarına Yanıt: Söz Konusu Değil

Muhalefetin erken seçim çağrılarına yanıt veren AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “Kuşkusuz bugün biz seçim olsa yine aynı yenilgiyi tadacaklar. Ama daha önce de söylediğimiz gibi Türkiye’nin gündeminde bir erken seçim söz konusu değildir” dedi.

Ömer Çelik, açıklamasının devamında, “Muhalefetteki karışıklık, kendi aralarındaki kavga, kendi aralarındaki huzursuzluk, her söz konusu olduğunda sürekli olarak AK Parti’ye bir saldırı gerçekleştiriyorlar. Cumhurbaşkanımıza bir saldırı gerçekleştiriyorlar. Sesimizi kısa bileceklerini zannediyorlar” ifadelerini kullandı.

İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Sözcüsü Ömer Çelik, muhalefetin erken seçim çağrılarına yanıt vererek, “Türkiye’nin gündeminde bir erken seçim söz konusu değildir,” ifadelerini kullandı.

Ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Lideri Özgür Özel, erken seçim çağrısını cuma günü yenilemiş ve, “Ne kadar erken o kadar iyi. Aday Erdoğan olsun, başkası olsun ama seçim hemen olsun. Derhal seçim istiyoruz,” demişti.

T24’te yer alan habere göre, Çelik pazar günü Adana Arkeoloji Müzesinde yapılan Seyhan Sekizinci Olağan İlçe Kongresi’nde konuştu ve muhalefetin sıkıştığında erken seçimden bahsettiğini savundu.

“Kuşkusuz bugün biz seçim olsa yine aynı yenilgiyi tadacaklar. Ama daha önce de söylediğimiz gibi Türkiye’nin gündeminde bir erken seçim söz konusu değildir,” diyen Çelik, “Muhalefetteki karışıklık, kendi aralarındaki kavga, kendi aralarındaki huzursuzluk, her söz konusu olduğunda sürekli olarak AK Parti’ye bir saldırı gerçekleştiriyorlar. Cumhurbaşkanımıza bir saldırı gerçekleştiriyorlar. Sesimizi kısa bileceklerini zannediyorlar,” diye ekledi.

“Geçen gün de gördünüz mecliste çirkin bir eylem oldu. İçişleri bakanımız komisyon toplantısına girerken önünü kesmeye çalıştılar. Ama bir kere daha gördüler ki AK Parti’yi herhangi bir şekilde susturmak, hiçbir şekilde mümkün değildir. Cumhur İttifakını susturmak mümkün değildir. Türkiye’nin önünde bir erken seçim yoktur. Ama biz her gün seçim varmış gibi çalışan bir teşkilatız.”

Paylaşın

Saadet Partisi’nde “Mahmut Arıkan” Dönemi

Saadet Partisi’nin yeni genel başkanı seçilen Mahmut Arıkan, “İktidarın ülkemize vermiş olduğu zararları tez zamanda kaldırabilmek için üzerimizde olağan üstü yükler var. 81 ilde, 973 ilçemizde, 50 bin mahallemizde, 240 bin sandıkta bir kaç gün sonra bismillah diyeceğiz, çalışmalara başlayacağız” dedi ve ekledi:

“Az zamanda çok iş yapmak zorundayız. Seçimler 1 veya 2 yıl sonra mı olur bilemiyoruz ama çok yakın zamanda seçim olacakmış gibi hep beraber omuz omuza vereceğiz, en güzel zaferleri hep beraber kazanacağız.”

Saadet Partisi’nin ‘Yaşanabilir bir Türkiye ancak Saadet’le olur’ sloganıyla düzenlenen 9. Olağan Büyük Kongresi, Atatürk Spor Salonu’nda yapıldı. 823 delegenin oyunu alan Mahmut Arıkan, Saadet Partisi’nin yeni genel başkanı seçildi.

Arıkan, şöyle konuştu: “9. Olağan Kongremizi gerçekleştirdik. Hayırlı uğurlu olsun. Cenabı hak en güzel hizmetleri yapmak için karar aldığımız bir kongre nasip eylesin. Recai Kutan büyüğümüz ‘Cumhuriyet tarihimiz en büyük badireli günlerini yaşıyor’ derdi. O cümle bugün 24 Kasım’da ışık tutuyor.

Cumhuriyet tarihi en badireli günlerini yaşıyor. Yakın tarihimizin milli görüşe en çok ihtiyaç duyduğu zamanı yaşıyoruz. Hepimizin omuzlarında çok büyük yükler var. 5-6 aylık bir süreç geçirdik. Saadet Partisi teşkilatları ne kadar büyük bir teşkilat olduğunu ortaya koydu. Her zaman kucaklayıcı oldu. Hiçbir zaman ötekileştirmedi. İktidarın ülkemize vermiş olduğu zararları tez zamanda kaldırabilmek için üzerimizde olağan üstü yükler var.

81 ilde, 973 ilçemizde, 50 bin mahallemizde, 240 bin sandıkta bir kaç gün sonra bismillah diyeceğiz, çalışmalara başlayacağız. Az zamanda çok iş yapmak zorundayız. Seçimler 1 veya 2 yıl sonra mı olur bilemiyoruz ama çok yakın zamanda seçim olacakmış gibi hep beraber omuz omuza vereceğiz, en güzel zaferleri hep beraber kazanacağız.”

Görevi Mahmut Arıkan’a devreden Temel Karamollaoğlu kongrede bir konuşma yaptı. Sağlık sorunları nedeniyle Karamollaoğlu, partililere masada oturarak hitap etti. “Bugün Saadet Partisi Genel Başkanı olarak son kez hitap ediyorum” diyen Karamollaoğlu, şu ifadeleri kullandı:

“Elbette bugünden sonrada bir kardeşiniz olarak ama en önemlisi bu büyük hareketin bir neferi olarak sizlerle kol kola, omuz omuza yürümeye devam edeceğim. Çünkü bizler davaya koltukla değil yürekten bağlıyız. Saadet Partisi herhangi bir zorlukta veda edenlerin değil, ahde vefa gösterenlerin partisidir. Saadet Partisi konjonktüre göre değişmez. Saraydaki Yusuf’a dost olmak kolay, asıl olan Kuyudaki Yusuf’a dost olabilmek, kuyudaki Yusuf’un yanında olabilmektir. Saadet Partisi, sarayların şatafatına kananların değil kuyudaki Yusuf’a el uzatanların partisidir.”

Karamollaoğlu, partisinin genel başkan seçimlerinde Genel Başkanvekili Mahmut Arıkan’ı desteklediğini açıkladı. Konuşmasında “Minnet eylemem” şarkısının sözlerini de söyleyen Karamollaoğlu, İsrail başta olmak üzere iktidarın politikalarını eleştirdi.Karamollaoğlu şunları söyledi:

“Siyasi ikbal için, makam için, mevki için, oy için, koltuk için, asla kule minnet eylemedik. Kınayanların kınamasından korkup hakikati dile getirmekten çekinmedik. Evet Netanyahu ile el sıkışmakta beis görmeyenler, Sayın Kılıçdaroğlu ile el sıkıştık diye bize demediklerini bırakmadılar. Şimon Peres’i Meclis’te alkışlatıp, İzak Herzog’u sarayda ağırlayanlar, millet için bir araya gelen Altılı Masa için demediklerini bırakmadılar. Beyaz Saray’da oval masada Trump ile Biden ile buluşanlar, biz Altılı Masa’da buluştuk diye bize demediklerini bırakmadılar.

Herkes bir şeyler söyledi. Washington’u, New York’u kendilerine mesken edinenler, bize İrancı demeye kalktılar. BOP eşbaşkanlığı yapmakta bir beis görmeyenler, İslam birliği dedik diye bizi hayalcilikle suçladılar. Ocu dediler, şucu dediler, bucu dediler. Ama elhamdülillah hiçbir zaman ‘yetim hakkı yiyorlar’ diyemediler. Hiçbir zaman ‘haksız ihale alıyor’ diyemediler. ‘Karanlık odalarda BOP projelerine eş başkanlık ediyorlar’ diyemediler. ‘Gazze’de masum çocuklar katledilirken, İsrail’e ticaret gemisi gönderiyorlar’ diyemediler.”

Karamollaoğlu’nun konuşması sırasında salonda partililer, “Katil İsrail, iş birlikçi AKP”, “Kahrolsun zalimler, işbirlikçi hainler” sloganları attı. Sloganlar atıldığı sırada kongreyi izlemek üzere salonda bulunan AK Parti Genel Başkanvekili Mustafa Elitaş ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz salonu terk etti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Özel’den “Kayyım” Tepkisi: Halkın İradesine Kafa Tutmaktır

Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın Genel Kurulu’nda konuşan CHP Lideri Özgür Özel, kayyım atamalarına tepki göstererek, “Oylar kendisine verildiğinde milli iradeyi baş tacı edenler; oylar başkasına verildiğinde bu sefer kafa tutmaya, hesap sormaya, cezalandırmaya başlıyor” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Eğer muhalif olanın kim olduğunu buluyorlarsa hapse atıyorlar ama seçimde kapalı oy var bulamadılar toplu olarak cezalandırılıyor. CHP’li, DEM’li belediyelere atanan kayyumlardaki esas mesele halkı cezalandırmak, halkın iradesine kafa tutmaktır. ‘Beni seçeceksin, tek seçenek benim. Benden başkasını seçersen seçme hakkını elinden alırım’ demektir.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı 13. Olağan Genel Kurulu’na katıldı. Özel burada yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı:

“Çok kıymetli konuşmalar oldu açılıştan beri. Aslında bu salonda ‘Meseleye nasıl yaklaşıyoruz, nasıl bakıyoruz, ne yapılması lazım’ bu konuda tam bir mutabakat var. Mutabakat şudur. 2 Temmuz’da Madımak’ın önünde söyledim. Bir Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ilk kez Madımak anmasındaydı. Orada, oranın bir utanç müzesi olana kadar mücadeleyi sürdüreceğimizi, oranın bir insanlık suçu olarak zaman aşımı olmaksızın tüm yargılamaların yeniden yapılmasını, Madımak’ta yaşanan insanlık suçunun tarihe Türkiye Cumhuriyeti’nin bir utancı olarak nakşedilmesi gerektiğini ve bu konudaki özeleştiriyi hepimizin yapması gerektiğini ifade etmiştim.

Yine ilk ziyaretimi -Ankara’da çok ziyaret oldu tabii biz göreve geldikten sonra, Vakfımızın değerli yöneticileri de ziyaret ettiler- ilk iadeiziyaretimi vakfa bu binada yaptım. Ankara’daki ilk resmi ziyaretimdi. Orada da konuştuk. Her şey bir anayasal eşit vatandaşlıktan geçiyor. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında eşitlik, herkesin eşit olduğu yazıyor ancak o anayasanın uygulanmasında, kanunlarında, kanun koyucuların bakış açılarında, kanunu uygulayıcıların bakış açılarında, yerleşik içtihatlardan dolayı çok önemli sorunlarımız var.

“Bir Meclis’teyiz, görev yapıyoruz. Hepimiz seçmenlerin oyları ile geliyoruz. İşte şimdi bütçe görüşmeleri var. İnsanlığın en önemli kazanımlarından bir tanesi bütçe hakkı. 1200’lerden beri gelen bir mücadelenin sonucunda paranın nasıl, ne kadar, kimden toplanacağına ve nasıl, ne kadar, nereye harcanacağına seçilmişler, Meclis karar veriyor. Bunu bir bütçe kanunu ile yapıyor. Yani devletin alan, toplayan sağ eliyle, dağıtan şefkatli sol elinin dengesi orada kuruluyor. Orada bütçeyi alırken hiçbir farkımız yok. Alevi, Sünni ayırmadan vergiler toplanıyor.

Zaten Türkiye’de vergilerin yüzde 68’i zengin ve fakir de ayırmadan dolaylı vergilerle, yüzde 20’si maaşlardan yapılan kesintilerle, sadece yüzde 11-12’si gerçekten para kazanan, yani gerçekten vergi vermesi gerekenin vermesi gereken vergilerle toplanıyor. Bunun içinde de aynı büyük adaletsizliğe her iki taraf da muhatapken, daha sonra bir de bu para harcanırken Sünnilerin cami ihtiyaçları karşılanıyor. Her yere yeteri kadar cami yapılıyor. Personeli, imamı, müezzini devlet memuru olarak görev yapıyor. Tüm ihtiyaçları karşılanıyor ama aynı vergiyi veren hizmet almaya geldiği zaman orada bir ayrımcılıkla karşılaşıyor.

Burada bu ayrımcılık yetmezmiş gibi, bu ayrımcılığın dayandığı zihniyet, kendini aslında ihbar eden bir zihniyet var. Sıkıştığında döndü bir kere dedi ki ‘Cemevi, cümbüş evi.’ Tabii kafada böyle bir yaklaşım olunca Alevilere, Sünnilerin aldığı hizmetlerin aynılarını, eşit şartlarda, eşit sunabilecek yapılar, varsa eşitsizlikler bunun ortadan kaldıracağı iradeyi göstermek yerine ‘Onları Kültür Bakanlığı’na bağlayalım’ diyor. Orada bir daire başkanlığı açıyor. Mesele cümbüşse zaten Kültür Bakanlığı’na bağlamak lazım. Esas sorun orada, bunun eşit bir inanç olduğu, bu inancın sahiplerinin bu ülkenin eşit ve onurlu vatandaşlar olduğunu kabul edecek dirayeti göstermek. Daha doğrusu kabul edilmiş toplum sözleşmesine bu noktada uymak gerekiyor.

Ama bunu kasten yapmayan ve bu alana kurduğu daire başkanlığı ile müdahale eden, yapıyı içinden parçalamaya çalışarak devletin bir takım imkânlarını teklif eden, herkesin bir ve beraber olması gereken günde, Hacı Bektaş’ta bir gün önce bazı temsilcileri yanına alarak alternatif tören düzenleyen, Başkan’ın dikkat çektiği gibi gelecek yıllara doğru ‘Esas tören bu tören, resmi tören bu tören’ demeye hazırlanan, bir taraftan da milli eğitim alanında tam da bu bakış açısına uygun bir bakanla. Yani aslında diyorlar ki, hep söyleniyor, Milli Eğitim Bakanı bu kabinenin en kötü bakanı. En berbat bakanı. Bence en iyi bakanı bu kabinenin. Çünkü bu kabineyi en iyi temsil eden bakan o. Bu anlayışın bakanı ancak böyle olur. Bu kabinenin, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin anlayışı bu.

Sınıfın ortasına mezar koyduran, gülmeyi öğrenmesi gereken çocuklara ki 6 Şubat depremini geride bırakmışız, hep birlikte ağlamışız, hep birlikte yastayız. Ağlamayı öğrettiniz zaten bu çocuklara yıllardır, bu çocuklar babalarına, 301 tane madenci çocuğu babaları girdi madene, çıkmadığında ağladı zaten. Bu çocukları Ermenek’te ağlattınız. Afyon’da patlamada ağlattınız. Çorlu’da tren kazasında ağlattınız. Daha geriye gidince Madımak’ta tüm canları ağlattınız. Ağlatmada zaten mahirsiniz. Gülmeyi öğretmeniz lazım. Umutsuzluk, karamsarlık yerine umudu, o çocukların yüzüne bir gülümsemeyi koymak lazımken, sınıfın ortasına mezar getirecek kadar ya da o çocukların eğitim almaları gereken, uyumaları gereken saatte ya da eğitimcilerle birlikte olmaları gereken saatte, eğitimle alakası olmayan repütasyonlara bu çocukları sokmanın hiçbir manası yokken, bir de hem ÇEDES projesi, artık dilimizde tüy bitti. İzmir’de birlikte biz katıldık sizin yaptığınız o önemli protestoya, mitinge.

Bütün dostlar, bütün yoldaşlar orada hep beraberdik. hepsi söylendi. Ama biraz önce de dendiği gibi tekrarda zarar görmüyorum. Berbat bir müfredat programı. İçinde bu ülkenin kurucularının adının anılmadığı bir müfredat programı. Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan değerlere uzak. Aslında Cumhuriyet’e tuzak bir müfredat programını dayattılar. Verilmeye çalışılan her türlü mücadele, her gün yeni bir gündem, her gün yeni bir saldırı, her gün yeni bir hukuksuzluk, her gün yeni bir yasa, anayasa, mahkeme tanımazlık. Yetmezmiş gibi tüm organların yetkilerinin tek elde toplandığı bir rejim.

Sözlerimi sonlandırmadan önce şunu da söylemek isterim. Biraz önce gördüm, Nurhak’ta ‘Bir tuğla da sen koy’ diye bir kampanya var. 6 Şubat’ı takip eden gün 7 Şubat’ta ikinci deprem oldu, 8 Şubat’ta büyük kar altında dağ yollarından Nurhak’a dışarıdan ulaşan ilk kişi bendim. Önce dendi ki ‘Nurhak’ta bir şey yokmuş’. Sonra Nurhak’tan haber alınamıyor. Nurhak’a ne telefonla, ne karayoluyla hiçbir şekilde ulaşılamıyor. Çünkü büyük kayalar yuvarlanmıştı. Kar yağmıştı üstüne de. Bir dağ yolundan, bir köy yolundan ulaştığımda Nurhak’ta hiç kimseler ortada yoktu. Evler yıkıktı. Koşuşturan askerler vardı birkaç tane. Onlardan bir tanesine dedim ki ‘Nerede bu insanlar?’ Dedi ki ‘Ölenler öldü, kalanlar da cemevinde toplandı. Orada hep beraberler.’

Gittiğimde cemevinde herkes için tek bir kazanın kaynadığını, hayatta kalanların birbirine sımsıkı sarıldığını, biraz gücü olanların arama ve kurtarma için koştuğunu, çırpındığını ama henüz devletin oraya ulaşmadığını, ilk depremde çok hasar görmeyip, ikinci depremde hem de ‘Birlikte oturalım, ayrı ayrı uğraşmayalım, hep birlikte kara kazanları kaynatalım’ deyip evlerinden malzeme almaya giden 70 kadının aynı anda -Barış Mahallesi ve bir önceki mahalle, iki mahalle var orada dışarıda- enkaz altında kaldıklarını orada öğrendim. O cemevinde bir köşede bir hastane vardı. Şimdi ismini yanlış söylersem mahcup olurum ama Güven Hastanesi’ndeki bir hocamız o gün Nurhak’tayken, depreme orada yakalanıyor ve bir yoğun bakım ünitesi kurdu oraya.

İnsanların ciğerlerine dışarıdan bir takım işte bulduğu borularla, pet şişelerle filan müdahale edecek kadar şartlar çok zordu ama büyük bir mücadele veriliyordu. Orada ben dayanışmanın, birlikte olmanın, yıllardır zulme, haksızlığa birlikte direnenlerin nasıl bir mücadele verdiklerini gördüm. Tabii daha sonra, bir gün sonra hatta oradan bir video çektik. ‘Nurhak’a yetişin, Nurhak’ta depremde hiçbir şey olmadı gibi ilk depremde düşünülüyor, ikinci deprem direkt Nurhak’ı vurdu’ diye. Bugün o cemevinin yeniden yapılmakta olduğunu gördüm, ‘Bir tuğla da sen koy.’ O gün ayaktaydı ama tabii yenilenmesi gerekiyor muhakkak. Bence örnek bir proje olacak. Biz de üstümüze düşen katkıyı bu noktada yapmaya, hem ben şahsen, hem partimiz olarak, belediyelerimiz olarak da hazırız.

Burada söylenen benim de üstünde durduğum mesele aslında hep birlikte dönüp dolaşıp sorunun nasıl çözüleceğinde birleşiyoruz. Ama birleşmemiz gereken mesele bu iktidarı, geçmişte yaptığımız bütün hatalardan ders alarak, örneğin en büyük hata yan yana durmaktan çekinerek, bir haksızlık varsa o haksızlığa iktidarın şeytanlaştırdıklarını sen de yalnız bırakarak mesafelendiğinde daha sonra benzer haksızlıklara sırasıyla herkes ve sen de muhatap oluyorsun. Zaten sosyal demokrat bir parti olarak, sol bir parti olarak, sol yapılarla, sosyalist yapılarla, bütün muhalif yapılarla bir arada durmadan, çekinerek ve ne derler siyasetini izleyerek bir yere varamayacağımız çok açık. Ben göreve geldiğim ilk günden itibaren bu tip rezervlerin tamamından genel başkanlık makamını da partiyi de arındırmak için var gücümle mücadele ediyorum. Gün oluyor camide üzerime o zaman kendi ellerinde olan, 31 Mart’ta da yüzde 60 ile o ilçeyi de büyükşehri de aldığımız yerde, güya hemşerileri Özgür Özel’e saldırıyor görüntüsü vermek için kendi belediye işçilerinden linç girişiminde bulunuyorlar. İtibarsızlaştırıyorlar. Neden? Onlarla birlikte bir A4’ün altında buluşmamışım diye. Orada, o Mehmetçik neden şehit olmuş, o Mehmetçik orada neden durmuş, bir bilgi vermekten esirgeyecek Meclis’i, önümüze kağıt ittiriyor.

‘Bunun altına bütün siyasi partiler imza atalım. Hep birlikte terörü kınayalım’. Kendim kınarım. İktidar dışındaki herkesle birlikte kınarım. Ama o meseleyi çözmeyen, hatta o meseleyi araçsallaştıran, bunun üzerinden bir güvenlik kaygısı ile iktidar kurmaya çalışan bir anlayışın her dediğini yapma zorunluluğu, onlarla A4’lerde, onlarla kınama metinlerinde buluşma zorunluluğumuz yok hiçbirimizin. Gün oldu itibar suikastleriyle, gün oldu sosyal medyadan, gün oldu içimizdeki bazı farklı düşünen arkadaşları belli konularda teşvik ederek, bu birlikteliğimize, bu güç birlikteliğimize zarar vermeye çalışıyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi olarak şunu söyleyeyim. Bir, iki benden önceki konuşmacımız da haklı çağrılarda bulundu. Biz kim haklıysa onun yanında durmaya devam edeceğiz. Biz cesaretle, yapılan tüm haksızlıklara karşı haklının yanında olmaya devam edeceğiz. ‘Onların bir farklılığı bulalım, üstünde tepinelim, ayrıştıralım, uzaklaştıralım, uzak taraftakileri önce kutuplaştırıp, sonra şeytanlaştıralım, bu sayede kendi arkamızı kalabalıklaştıralım’ın artık Türkiye’de işlemediğini ve işlemeyeceğini bir kez daha ifade etmek isterim. Çünkü bu şeytanlaştırma söylemi, aslında AK Partili, CHP’li, DEM’li, MHP’li, İYİ Partili, Saadet’li, partisi Meclis dışında, kim olursa olsun bu kişilerin, bu görüşte olanların ortak derdinin yoksulluk olduğu, ortak derdinin haksızlık olduğu, eşitsizlik olduğu, açlık, işsizlik olduğu, güvencesizlik olduğu konuşulmasın diye bu kutuplaştırma siyaseti.

Dönüp de seçmenine şunu demek. ‘Yahu haklısın, yoksulsun, işsizsin, açsın, güvencesizsin ama tehlike büyük. Bir kere daha arkama geçmelisin. Yoksa bayrağı indirecekler. Yoksa ezanı dindirecekler. Yoksa ülkeyi böldürecekler’. Yok öyle yağma. Cumhuriyet’in kurucu partisinin Genel Başkanı olarak söylüyorum. Biz bu ülkede kimsenin bayrağı indirmesine de vatanı böldürmesine de ezanı dindirmesine de izin vermeyiz. Ama biz sizin bu söylemle, iktidarınızı sürdürüp, ondan sonra o ezanı okuyan müezzine, imama da zulmetmenize ya da o müezzine, imama maaş verirken, diğer tarafta Alevi inancını yok saymanıza da izin vermeyeceğiz.

Biz bu ülkede kimsenin o bayrağı bizden daha fazla sahiplenmeye hakkı olmadığını, bunu kendimize bir tekel değil bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı herkesle birlikte paylaştığımızı, paylaşacağımızı, bu kararlılıkta olduğumuzu ifade etmek isterim. Bütün dünyada aşırı sağ yükseliyor, karşılarında birleşemeyenler, karşılarında bu olanağı tanıyan kötü siyaset var. Cumhuriyet’i kuran parti olarak tüm muhalefete, elimizi uzatarak, tüm muhalefete, sadece sol muhalefeti de kastetmiyorum. Yani bu iktidar değişsin isteyen, bu eşitsizlikler bitsin isteyen herkese elimizi uzatarak ve üstenci, kibirli bir tavırla değil eşitlikçi bir tavırla birlikte mücadele için bir kez daha irademizi tekrar etmek isterim.

Eninde sonunda, biraz önce ifade edildiği gibi çeşitli hatiplerce, bir anayasa yapacağız. Yapacağımız anayasa gerçekten çağın gereklerini karşılayan, darbenin kurumlarından kurtulmuş, darbe pratiğinden kurtulmuş, tam olarak eşitlikçi, doğayı gören, çevreyi gören, örneğin yeni anayasal kavramları sahiplenen, belli eşitsizliklere, belli haksızlıklara farklı yönleriyle müdahale edebilen, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyanın en güçlü, en önde, en müreffeh ve en barış içinde ülkelerinden bir tanesi haline getirebilecek bir toplum sözleşmesini hep beraber inşa etmeye ihtiyaç var.

Ama bu sözleşmeyi, bugünkü anayasaya uymayanlarla, her doğana yapılması gereken bir anayasayı Erdoğan’a yapanlarla, şimdi o kendine yapılmış anayasaya bile uymayanlarla ve bu anayasayı aslında kendisi için -ki küçük ortağı söylüyor- revize etme ihtiyacını tatmin etme için, bir gün bize, bir gün size, bir gün bir başkasına giden bir takım pazarlıkçı tekliflerle ama sonunda dönüp, dolaşıp kendi rejimini yeniden inşa etmek, yeniden sürdürmek için yaptığı uyanıklıklara karşı uyanık olarak, biz bu anayasayı yapacağız. İlk önce bu iktidarı hep birlikte değiştireceğiz. Sonra oturacağız. Gerçek bir toplum sözleşmesini tüm yönleriyle konuşacağız. Hayata geçireceğiz. Bu ülkede geçen anayasa gibi değil toplumun tamamını, yani yüzde 51’e 49 ile değil. Yüzde 95’ini memnun edecek bir anayasayı, gerçekten eşitlikçi bir anayasayı yazarak, bu ülkeyi ikinci yüzyılda hep birlikte çok daha güçlü bir noktaya getireceğiz.

“Tarihi bir kavşaktayız”

Bir yol ayrımındayız. Tarihi bir kavşaktayız. Erdoğan’ın dediği yöne gidilirse, 3 bin-4 bin dolarlık milli gelirlerle sürünen hakların ve onların itibardan tasarruf etmeyen liderlerinin ülkelerinin ligine döneceğiz. Gideceğiz, oraya gideceğiz. Ama esas hedefe doğru yürürsek, 50 bin doların üzerinde milli gelirleriyle, hesap verebilen şeffaf siyasetiyle, mütevazı liderleriyle, zengin halkların olduğu dünyadaki yerimizi alacağız ve bu sefer dünyadaki diğer eşitsizliklerin üzerine Türkiye’den kararlılıkla yürüyeceğiz. Bunu yapmak için özgüvene ihtiyaç var. Bunu yapmak için kararlılığa ihtiyaç var. Bunu yapmak için ‘ne derler siyasetine’ ihtiyacımız yok. Ne derlerse desinler, kendimize inanmaya, halka inanmaya, topluma inanmaya, köklerimizden aldığımız güçle bunların karşısında dimdik ayakta durmaya ihtiyaç var.

Bu süreçte dilimizi doğru kurmaya, karşı tarafı yani muhalefeti birbirinden ayrıştırmak için karşı tarafın eline argümanlar vermemeye. Biz 100 yıllık tarihimizdeki ders alınacak yerleri de geçmişteki hataları da ikinci yüzyılda kol kola hep birlikte ilerlerken, onların hepsini konuşuruz, konuştuk. Vakit, geçmişten husumet çıkarmak değil. Vakit, bazı cümleleri söyleyip de iktidara muhalefeti ayrıştıracak imkânları verme vakti değil. Vakit çerle, çöple uğraşma, gözünün üstünde kaşın var ile uğraşma vakti değil. Vakit cepheyi genişletme, kararlılığı yükseltme, bir arada durma, özgüvenle bu rejimin değiştirilebileceğine inanma vaktidir.

31 Mart’ta toplum muhalefetin belli öğelerinin dağınıklığına, belli öğelerinin tamamen karşı tarafa hizmet edecek bir dili kurmalarına rağmen ve birçok işbirliği olanağını ellerinin tersi ile itmelerine, sarayın bir yerel seçim başarısı elde etmesine katkı sağlayacak hatalara rağmen toplum çağrımızla, çağrılarımızla ve kendi ferasetiyle, aklıyla, vicdanıyla, Türkiye İttifakı’yla ya da Türkiye’deki demokratik güçlerin aday oldukları yerde kendi gönlünden kurduğu ittifakla bu iktidarın karşısında kim kazanabilecekse o belediyeleri ya kazandırdı, ya kazandırmaya çok yakın, çok iyi sonuçlar elde etti.

Şimdi bu sürecin hazımsızlığı içinde olanlar, oylar kendisine verildiğinde milli iradeyi baş tacı edenler, oylar başkasına verildiğinde bu sefer kafa tutmaya, hesap sormaya, cezalandırmaya başlıyorlar. Eğer muhalif olanın kim olduğunu buluyorlarsa hapse atıyorlar ama seçimde kapalı oy var. Bulamadılar. Toplu olarak cezalandırıyorlar. Esas mesele Esenyurt’a kayyum atanması da Mardin’de Ahmet Türk’e kayyum atanması da CHP’li ve DEM’li belediyelere atanan kayyumlardaki esas mesele halkı cezalandırmaktır. Halkın iradesine kafa tutmaktır. ‘Beni seçeceksin, tek seçenek benim, benden başkasını seçersen seçme hakkının elinden alırım’ demektir.

Biz buna ilk önce daha Van’da ikinciye mazbata verilen geçen dönem tekrar etmeye çalıştıklarında, bir heyetle gittik orada olduk, dimdik durduk. Hakkari’deki kayyuma da itiraz ettik. Esenyurt’ta dayanışmaya gelen kimseyi reddetmedik, itmedik, hep birlikte olduk. Ardından diğer kayyumlarda, örneğin Mardin’de Ahmet Türk ile birlikte otobüsün üstüne çıkmaktan, bunu kınamaktan da geri durmadık. Çünkü mesele şu, yapılan iş bir suçtan dolayı değil. Olsa zaten bütün süreçler biter. Yerine de belediye meclisi yenisini seçer. Ama daha soruşturma aşamasında, bu zaten OHAL mantığı, darbe mantığı. Bu ancak sıkıyönetim dönemlerinde olan bir şey. OHAL artığı olan bir KHK ile değişmiş olan bir kanundan istifade ederek, yaptıkları bir şey.

Çok ayrıntıları ile her birini konuştuk. Son Ovacık’ta ve Dersim’de yaptıkları iş. Yahu 2012 yılında bir cenaze var. Bu cenazeye gidilmiş. Birincisi bir temel mesele var. Taziye ölüye değil diriye verilir. Hiç kimse hayatını kaybetmiş çocuğunun siyasi görüşünden, işlediği suçundan, örgütünden, bilmem nesinden mesul değildir. Öyle anneler ve babalar vardır ki iki ayrı zıt görüşlü, birbiriyle çatışan örgütte evlatları vardır. Siz bu anne ve babayı evladının görüşünden, taziyeye geleni taziye verişinden sorumlu tutamazsınız. Birincisi bu. Daha da vahimi. Dönem, farklı bir dönem. O dönemde savcı, belediye başkanlarını arıyor. Diyor ki ‘Bu cenazeyi biz yollarsak bir çatışma olur, şehit veririz. Şu anda bunun olmaması için siz inisiyatif alın. Belediye başkanı olarak sorun. Olursa siz gidin’.

Soruluyor, gidiliyor. Defne eşlik ediliyor. Katılınılıyor. Aileye taziye veriliyor, dönülüyor. Bunu terör faaliyeti sayan bir anlayış var. Bunu 2012’den, 22’ye kadar görmeyip, 22’de müflis tüccarın eski defterleri karıştırması gibi o dönemin ruhundan, o dönem Türkiye’de neler oluyordu, neler konuşuluyordu, sen ne diyordun onlara bakmadan, dönüp oradan suç çıkarıp, gelip burada kayyum atıyorlar. 12 yıl önce, 2 yıl önce açtıkları soruşturmayla. O yüzden bunların ne yapmaya çalıştıkları belli. Ama derdimizi halkımıza doğru anlatmamız lazım. Bunun için de çok dikkatli olmak, bu süreçlerin neden başlatıldığını, partilerin, kurumların neye zorlandığını, buradan kendilerinin ne umduklarını görmek, onların oyununa gelmemek ama oyuna gelmeyeceğiz diye de varlığından, birliğinden, kararlılığından da bir şey kaybetmemek lazım. Zaten muhalefetin başarısı da tam bu noktada denge bulacak.

O yüzden de biz birbirimize nasıl güç verebiliriz, birbirimize zarar vermeden muhalefeti nasıl ortaklaştırırız, toplamda hep birlikte nasıl başarırız, bunun üzerinde kararlılıkla ve iyi niyetle hep beraber olmalıyız. Ben bugün bu saatte, bu zor günde, yılın ilk karında Başkan’ın dediği gibi yolları teslim aldığı ilk günde, burada olanlara ve buraya varamayanlara ayrı ayrı selamlarımı, sevgilerimi iletiyorum. Bugün yapılacak genel kurulun iç işleyişinize önemli katkılar vereceğini, gücünüze güç katacağına inanıyorum. Bugüne kadar hizmet edenlere teşekkürlerimizi, bundan sonra görev alacaklara başarı dileklerimizi iletiyorum. Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum.”

Paylaşın

Türkiye’de Bir Yılda 366 Gazeteci Yargılandı

1 Eylül 2023 ile 20 Temmuz 2024 arasınd 281 davada toplamda toplam bin 856 kişi yargılandı. Sanıklar arasında aktivistler, öğrenciler ve gazeteciler başı çekti. Bu dönemde 860 aktivist, 376 öğrenci, 366 gazeteci yargılandı.

Haber Merkezi / Aktivistler ve öğrenciler genellikle toplumsal protestolar nedeniyle “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla yargılandı. Gazeteciler ise haber içerikleri ve yorumları nedeniyle hedef alındı.

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA), 2023 – 2024 adli yılı boyunca izlediği ifade ve basın özgürlüğü davalarını ele aldığı 2024 Adalet Gözlem Programı Raporu’nu açıkladı. Türkiye’de yürütülen en kapsamlı dava izleme programı çerçevesinde hazırlanan rapor, ifade özgürlüğü ihlallerinin boyutunu ve yargılama süreçlerindeki adil yargılama ihlallerini ortaya koyuyor.

Rapora göre, 1 Eylül 2023 ile 20 Temmuz 2024 arasında MLSA’nın gözlemlediği 281 davada toplamda toplam bin 856 kişi yargılandı. Sanıklar arasında aktivistler (yüzde 46,3), öğrenciler (yüzde 20,25) ve gazeteciler (yüzde 19,7) başı çekti. Bu dönemde 860 aktivist, 376 öğrenci, 366 gazeteci yargılandı. Bunun yanı sıra siyasetçiler, avukatlar, akademisyenler ve sanatçılar da düşüncelerini ifade ettikleri için mahkeme karşısına çıktı.

Raporda ifade özgürlüğüne yönelik davaların büyük çoğunluğunun devlet yetkililerine yönelik eleştiriler ve toplumsal protestolara katılım gerekçesiyle açıldığı vurgulandı.

Aktivistler ve öğrenciler genellikle toplumsal protestolar nedeniyle “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla yargılandı. Gazeteciler ise haber içerikleri ve yorumları nedeniyle hedef alındı.

Devlet görevlilerinin taraf olduğu davalara ilişkin bulgular da raporun dikkat çekici verilerinden. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, devlet görevlileri ve polislerin şikâyetçi olduğu 107 davada toplam 230 kişi yargılandı. Bu davaların yüzde 64’ünde sanıklar gazetecilerdi.

Raporda, izlenen duruşmaların yüzde 68,4’ünde adil yargılama hakkı ihlali tespit edildi. Duruşmaların geç başlaması, savunmaların kesilmesi, sanıklara söz hakkı verilmemesi ve mahkeme salonlarındaki yetersiz fiziksel koşullar öne çıkan sorunlar arasında yer aldı. Ayrıca, polislerin mahkeme salonlarında bulunması da gözlem raporlarına yansıdı.

Rapor, tutuklamanın gazeteciler için bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığını ortaya koyuyor. Türkiye’de 1 Eylül 2023’te 30 gazetecinin tutuklu bulunduğu belirtilirken, bu sayı dönemin sonunda 21’e düştü. Bir diğer çarpıcı bulgu, gazetecilerin uzun süreli tutukluluklarının beraat kararlarıyla sonuçlanması ve gazetecilerin tutuklanıp 5 veya 10 günlük süreler sonunda tahliye edilmeleri oldu.

Paylaşın

Erdoğan, “28 Şubat” Üzerinden Muhalefete Yüklendi

“24 Kasım Öğretmenler Günü ve Öğretmen Atama Programı”nda konuşan Erdoğan, “Daha düne kadar bu ülkede kızlarımız, kılık kıyafetinden, başörtüsünden dolayı baskıya uğramamış, okuldan, üniversiteden atılmamış, kadınlar memuriyetten ihraç edilmemiş gibi yalan yanlış konuşuyorlar. Bu çevrelerin safsata dedikleri acıları, zulümleri, baskıları, yasakları, faşizmin her türlüsünü biz bizzat tecrübe ettik. İliklerimize kadar yaşadık” dedi.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da düzenlenen “24 Kasım Öğretmenler Günü ve Öğretmen Atama Programı”nda konuşma yaptı. Erdoğan’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

“Aziz İstanbul’umuzda siz değerli öğretmenlerimizle bir araya gelmenin mutluluğunu yaşıyorum. Öncelikle yarın kutlayacak olduğumuz Öğretmen Günü’nü şahsım ve milletim adına şimdiden kutluyorum. Şehit Şenay Aybüke Yalçın’ı ve diğer kahraman şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Bugün emekliliğini yaşayan öğretmenlerimize sağlıklı, uzun ömürler niyaz ediyorum. Tüm öğretmenlerimize teşekkür ediyorum. Bugün aynı zamanda bir başka sevincimizi yaşıyoruz. 20 bin öğretmen adayımızın atama anlarına hep birlikte şahitlik edeceğiz. Eğitim evlatlarımıza kimlik kazandıran, mazi ile güçlü bağlar kurma sürecidir. Eğitim bu yönüyle köklerimizi ecdadımızdan bize miras kalan değerleri keşfetme, bu değerleri kuşatma yolculuğudur.

Öğretmenlerimiz birer gönül işçisi, milletimizin değerlerini yarınlara taşıyan birer köprü konumundadır. Biz eğitim-öğretim yoluyla yalnızca meslek sahibi bireyler değil, fikri hür, vicdanı, irfanı hür nesiller yetiştirme derdindeyiz. 1 milyon öğretmenimizle büyük eğitim ailemizin bütün fertleriyle kökleriyle bağları sağlam kuşakların yetişmesi için gece gündüz çalışıyoruz. Bu ideale ulaşmak yalnızca diplomayla ya da bilgiyle değil; şahsiyet inşa eden bir anlayışla mümkündür. İnsanlığa yön verecek eserler ancak duruşu dik, iradesi güçlü, karakteri oturmuş kişilerin ellerinden çıkar. Elbette akademik başarı önemlidir, diploma değerlidir ama bunlar sağlam bir şahsiyet zemini üzerinde yükseldiği zaman gerçek anlamını bulacaktır. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli bu iddianın bu idealin bir tezahürüdür. Bizler bilgiyi hikmetle birleştiren erdemi hayatına nakşeden nesiller yetiştirmeyi arzu ve ümit ediyoruz.

Milletimizin tarihi birikimi, köklü değerler ve kültürel zenginliklerini merkeze alan modelimiz çağın ihtiyaçlarını gözeten bilimsel yaklaşıma dayalı eğitim anlayışını hayata geçiriyoruz. Yeni müfredatımız okuyan, düşünen, sorgulayan, sorumluluk bilinci yüksek, eleştirel bakış açısına sahip kuşaklar olarak yetiştirmeyi de hedefliyoruz. Bu sistemi bireysel farklılıkları gözeten, öğrenme ihtiyacına duyarlı odağında insani değerler olan bütüncül anlayışla yapılandırdık. Eğitim öğretim sistemimizi bilimsel temellerine oturttuk milletimizin öz değerleriyle harmanladık. Yeni modelde işbirliği, dayanışma, sosyal sorumluluğu eğitim öğretimimizin ayrılmaz parçası haline getirdik. Evlatlarımızın gelişimini, sürekliliğini önceledik. Ses bayrağımız olan güzel Türkçemizin korunması ve geliştirilmesi de maarif modelimizin yapı taşlarından biriydi.

Modelimizin millet olarak eksikliğini hissettiğimiz birçok ihtiyacı karşılayacağına inanıyorum. Önyargıları kırmak gibi çoğu zaman alışkanlıkları değiştirmek de atomu parçalamak kadar zorduk, meşakkatlidir. Eğitim öğretim alanında ülkemizde köşe başlarını tutmuş, ideolojik çevrelerin değişime, yeniye ve yeniliğe ayak diremeleri meşhurdur. Aynı aktörlerin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ni sabote etmek için yine devrede olduğunu görüyoruz. Bu arkaik zihniyetin evlatlarımızın ufkunu karartmayı müsaade edemeyiz. Tespit edilen sorunların çözüme kavuşturulması hem devletimizin hem eğitimcilerimizin hem de ebeveynlerin evlatlarımıza karşı sorumluluğudur. Böylesine hayati bir meselenin ideolojik kavgaların ve günlük siyasi polemiklerin mezesi haline getirilmesi yanlıştır.

Muhalefetin ve iş tuttuğu meslek örgütlerinin bu hatadan bir an önce dönmelerini samimiyetle temenni ediyoruz. Eğitim öğretim meselesini siyaset üstü tutmayı muhafaza ediyoruz. Siz eğitimcilerimizin de katkılarıyla şekillenen yeni modelimizi kararlılıkla uygulamayı sürdüreceğiz. Aydınlık yarınlarımızın güvencesi olan gençlerimizin en iyi, donanımlı, başarılı şekilde yetişmeleri için hiçbir fedakârlıktan çekinmeyeceğiz. Öğretmenlerimiz bize güçlü destek verirse Allah’ın izniyle her şey daha sağlıklı işleyecek. Eğitime ayrılan bütçe 2002’de yalnızca 7,5 milyar lira seviyesindeydi. Bugün bu rakam yükseköğrenim dahil 1 trilyon 620 milyar liraya ulaştı.

Yeni derslik inşaası, öğretmen atamaları, fiziki altyapı, müfredat reformlarında büyük dönüşüm gerçekleştirdik. Görevi devraldığımızda 367 bin olan derslik sayısı bugün resmi ve özel olmak üzere toplam 735 bine çıktı. Eğitimin altyapısını bu kadar geliştirirken eğitimin taşıyıcısı, sütunu olan öğretmenlerimizi de elbette ihmal etmedik. 800 bin öğretmen ataması yaptık. 2002’de ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci 36, ortaöğretimde 30’du. Bu sayıyı ilk öğretimde 23, ortaöğretimde 22’ye düşürmeyi başardık. 2002’de ilköğretimde 28, ortaöğretimde 18 olan oranlar bugün ilkokulda 18, ortaokulda 14 ve ortaöğretimde 12’ye indi. Bu veriler Türkiye’nin eğitim alanında 22 yılda yazdığı eşsiz başarı hikâyesinin en somut göstergesidir.

“Faşizmin her türlüsünü biz bizzat tecrübe ettik, iliklerimize kadar yaşadık”

Evlatlarımızın okullaşma oranlarında da gerçekten tarihi nitelikte adımlar attık. Okullaşma oranı ilköğretimde yüzde 96’ya, ortaöğretimde yüzde 88’e yükseldi. Kız çocuklarımız ile okulları arasında konan engelleri, başta başörtüsü yasağı olmak üzere birer birer ortadan kaldırdık. Birileri çıkıyor yakın tarihi yeniden yazmaya çalışıyor. Düne kadar kızlarımız başörtüsünden dolayı baskıya uğramamış, okuldan atılmamış, kadınlar memuriyetten ihraç edilmemiş gibi yalan yanlış konuşuyorlar. Bu çevrelerin safsata dedikleri acıları, zulümleri, yasakları, faşizmin her türlüsünü biz bizzat tecrübe ettik, iliklerimize kadar yaşadık.

28 Şubat döneminde güya irtica ile mücadele kılıfı altında aralarında kamu görevlilerin olduğu 6 milyon insanımız fişlendi. Milli Eğitim’de 33 bin öğretmen disiplin soruşturmasına uğradı. 11 bin 890 öğretmen disiplin cezası aldı, 11 bin öğretmen istifa ettirildi. Ekonomi, siyaset, sivil toplumdan günlük hayata kadar milletimiz çok ağır baskılara maruz bırakıldı. Üniversite kapılarında kurulan ikna odalarını, kürsüden zorla indirilen başarılı mezunları, eğitimlerini gözyaşlarında bırakan binlerce evladımızı, katsayı ile hakları gasp edilen gençlerimizi burada saymıyorum. Bunlar ceberut laiklik politikaların ayyuka çıktığı 27 yıl önce bu ülkede, bu şehirde yaşandı.

Muhalefet çevreleri bu utanç verici gerçekleri inkar etmek yerine kendi geçmişleriyle yüzleşmelidir. Toplumun yükselişi ancak öğretmeninin emeğine, bilgisine ve özverisine verdiği değerle mümkündür. Öğretmenlerimizin haklarını, itibarını, mesleki gelişimini güvence altına almak için kararlı duruş sergiliyoruz. Öğretmenlik Mesleği Kanunu’nu hayata geçirerek özel statüye kavuşturduk. 2025 itibarıyla 300 bin öğretmenimiz uzman ve başöğretmen unvanını elde edecek. Görevleri sırasında eğitim çalışanlarına yönelik suçlara karşı caydırıcı yaptırımlar getirdik. Hapis cezasının ertelenmesi uygulamasını kaldırarak, kasten yaralama suçunu tutuklama sebebi saydık. Öğretmenlerimize yapılan her saldırıyı, milletimizin geleceğine yapılan saldırı olarak görüyoruz.

Eğitimde çıtayı her geçen gün daha da yukarı taşımaya kararlıyız. Bir çocuğun öğrenme aşkını ve geleceğe dair umutlarını besleyen el güçlü el ailesinin desteği ve rehberliğidir. Aile her çocuğun ilk öğretmenidir. Onun yüreğine dokunan, zihnini şekillendiren, karakterini yoğuran ilk mekteptir. Bir öğretmenin öğrencisini muhabbetle kucaklayan emeği ne kadar değerli ise velilerin desteği de aynı derecede kıymetlidir, vazgeçilmezdir. Her birinizin yüksek vazife şuuru ve tam bir adanmışlıkla görevinizi yapacağına yürekten inanıyorum. 24 Kasım öğretmenler gününü bir kez daha tebrik ediyorum. Bu güzel buluşmaya vesile olan Milli Eğitim Bakanımızı ve ekibine teşekkür ediyorum. Öğrencilerinize selamımı götürmenizi sizlerden özellikle rica ediyor, her birinizi tek tek sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Kalın sağlıcakla…”

Paylaşın