DEM Parti’den İktidara “Suriye” Çağrısı: Diyalog Kurun

Suriye’deki gelişmelere ilişkin değerlendirmede bulunan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “DEM Parti olarak diyoruz ki, şayet çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz Suriye’nin tüm farklılıkları, kimlikleri ve inançlarıyla eşit ve özgür bir şekilde yaşamalı. Eğer gerçekten çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz; buyurun diyalog kurun, temas kurun. Biz bunu arzu ediyoruz” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Açıklamasında Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Abdullah Zeydan hakkında memnu haklarının iade edilmesine ilişkin kararın Yargıtay tarafından bozulmasına değinen Doğan “Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanlarımız olması gerektiği gibi görevleri başında. Aksi yönde çıkan haberlerin niyetini maksadını anlıyoruz” dedi.

Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre; Suriye’de devam eden çatışmalara ilişkin de konuşan Doğan şunları söyledi: “Biz Suriye’de en tutarlı politikaya sahip olan siyasi partiyiz. Keşke kayyımlarda olduğu gibi bugün Suriye’de yaşananlar bizi yanıltsaydı. Şimdi yapılan açıklamalara bakarsak ‘Türkiye’nin güvenliği için Suriye’deyiz’ deniyor. ‘Türkiye’nin meşru hakları için Suriye’deyiz’ deniyor. Biz DEM Parti olarak şöyle diyoruz; Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden bir durum söz konusu değil. Bu açıklamalar yapılırken deniyor ki ‘Orada YPG, YPJ Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit ediyor. O yüzden de biz sınır güvenliğini sağlamaya çalışıyoruz.’ Ve 30 kilometre derinlik vurgusu yapılıyor. Eğer gerçekten bir derinlik aranıyorsa; derinliği bu şekilde değil irtibat kurarak, temasla, diyalogla sağlamak gerekir.

Suriye Demokratik Güçleri Komutanı Mazlum Abdi yaptığı bütün açıklamalarda, şuna dikkat çekiyor. Olduğu gibi alıntılıyorum, ‘Türkiye ile sorunları diyalog yolu ile çözmeye hazırız’ diyor. ‘Suriye’de kapsayıcı ve toprak bütünlüğünü koruyan bir çözüm istiyoruz’ diyor. Şimdi tüm bu çağrılar neyin göstergesi? Orada bulunan Kürtlerin Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit etmediğinin göstergesidir. Nitekim bunu gelişmelerle birlikte okuyabiliriz.

Türkiye’nin bugüne kadar Suriye’ye ilişkin yürüttüğü politika neresinden bakarsanız, neresinden tutmaya çalışırsanız çalışın tutarsız bir politika. Üstelik içeride ve dışarıda, yani her yerde barış söylemini dile getirirken Suriye’de böyle bir politika yürütmek ancak tutarsızlık olabilir.

DEM Parti olarak diyoruz ki, şayet çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz Suriye’nin tüm farklılıkları, kimlikleri ve inançlarıyla eşit ve özgür bir şekilde yaşamalı. Eğer gerçekten çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz; buyurun diyalog kurun, temas kurun. Biz bunu arzu ediyoruz. DEM Parti olarak. Türkiye kamuoyunun da beklentisi bu. Halkların kazanımlarının tehdit olarak değerlendirilmemesi, siyasi ifadelerinin tanınması ve kabul edilmesidir.

DEM Parti heyeti ile Abdullah Öcalan arasında yapılması olası görüşmeye dair de konuşan Doğan şu ifadeleri kullandı: “Sayın Öcalan’a yönelik tecrit yıllardır bizim gündemimizde olan bir konu. 1 Ekim ile birlikte başlayan bir tartışma değil bizim için. Ama tabi bu çağrılar önemli. Bu çağrıların önemli olduğunu hemen her defasında tespit ediyoruz, bu çağrılara, bu muhataplığa değer verdiğimizi, işaret edilen adres gösterilen kişinin liderlik gücünün ne kadar hayati olduğunu ifade ediyoruz. Ve biz yıllardır aynı zamanda milletvekilleri olarak Türkiye’de cezaevlerine gitme hakkımız varsa İmralı Ada Hapishanesine de gidebilmeliyiz diyoruz. Ve başvurular yapıyoruz. DEM Parti grubu olarak daha önce de bir başvuru yaptık. Birkaç kez yinelendi bu başvurular.

Bu başvuruları yaptığımız zaman kamuoyuna da açıklamalar yaptı. Grup Başkan Vekillerimiz bizzat kendileri Adalet Bakanlığı’na iletti. O nedenle bu temas hem gecikmiş bir temas hem de tecridi sürdürmek bir insan hakkı ihlalidir. Bu işkence yönteminden vazgeçmek gerekiyor artık. Hakikatle kapıların açılması gerekiyor. Bizim için esas mesele bu. İmralı’nın kapılarının açılması gerekiyor. Ama bu konuya dair somut bir şey söylenmedi. Adalet Bakanı makul süre diyor. ‘Değerlendiriyoruz makul sürede cevap vereceğiz’ diyor.

Nedir bu makul süre, DEM Parti olarak soruyoruz? 10 gün geçti makul süre tanımlaması nedir? Türkiye’de yargı sistemini düşündüğümüz zaman makul süre hiç de iyi bir şey çağrıştırmıyor. İstediğimiz, keyfilik çağrıştırıyor makul süre Türkiye’deki yargı sistemini düşündüğümüzde. eğer keyfilik çağrıştıran bir uygulama ya da bir söylem olmasın istiyorsanız, o makul süreyi tanımlamanız, uzatmamanız ya da geciktirmemeniniz gerekli ki bir an önce DEM Parti’nin önceliği şu. İmralı adasının kapılarını açılması, Sayın Öcalan’ın özgür söylem koşullarının oluşturulması gerekiyor. bu çağrılara ne dediğini kamuoyunun duyması gerekiyor. Bu mesajın detaylandırılması Türkiye kamuoyu merak ediyor. İmralı adasında kapılar açılırsa Sayın Öcalan’ın ne söyleyeceğini herkes merak ediyor. Biz de merak ediyoruz, duyalım bunları. Bu kapıları bir an önce açın.

“Başvurulara dönüş olmadı”

Ne Pervin Buldan, ne Sırrı Süreyya Önder’e, ne Sırrı Sakık’a Adalet Bakanlığı tarafından iletilmiş herhangi bir görüşme onayı yok. Bizim Eş Genel Başkanlarımız adına başvurumuz var, bu başvuruyu sizlerle paylaştık. Üzerinden günler geçti hale bize olumlu olumsuz daha önce bütün grubumuzun yaptığı başvurularda da keza aynı şekilde hiç bir dönüş olmadı. Biz tecridin kaldırılmasını istiyoruz. Yapılması gerekenler çok açık ve aleni, hiç bir şeyi yeniden icat etmemize gerek yok. Aile görüşü de sağlanmalı avukatlar da görüşmeli mektup hakkını da kullanmalı, telefon hakkını da kullanmalı ve tabii ki DEM Parti ile temas sağlanmalı, geciktirilmemelidir.”

Paylaşın

CHP’den İstifa Eden Belediye Başkanı AK Parti’ye Geçti: Erdoğan’ın Emrindeyim

CHP’den istifa eden Karkamış Belediye Başkan Mustafa Güzel, “Siyasi hayatıma Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın emrinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nde devam etmeye karar vermiş bulunmaktayım” dedi ve ekledi:

“Bu kararın kişisel bir tercih olmadığını, tamamen ilçemizin menfaatlerini gözeterek ve sizlerin beklentilerini karşılamak amacıyla aldığımı özellikle belirtmek isterim. Aldığım tüm kararlarda dua ve desteklerini esirgemeyen; ailem gibi gördüğüm siz kıymetli hemşehrilerime ayrı ayrı teşekkür ederim.”

Gaziantep’in Karkamış Belediye Başkan Mustafa Güzel, Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) istifa ettiğini duyurdu. Mustafa Güzel, konuya ilişkin sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

“31 Mart seçimlerinde ilçemize hizmet etmek adına sizlerin teveccühü ile Karkamış Belediye Başkanlığı görevine seçildim. Gazi Şehrimizin tarihi ilçesi Karkamış’a hizmet edebilmek için; gereken desteği Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi’nden ve yine Cumhuriyet Halk Partili diğer belediyelerden maalesef göremedik.

Siz değerli hemşerilerimize layıkıyla hizmet edebilmek adına, tarihi değeri ve coğrafi konumu itibari ile eşsiz öneme sahip güzel ilçemiz Karkamış’a kalıcı eserler kazandırılmasına vesile olabilmek için bundan sonraki siyasi hayatıma; Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın emrinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nde devam etmeye karar vermiş bulunmaktayım.

Bu kararın kişisel bir tercih olmadığını, tamamen ilçemizin menfaatlerini gözeterek ve sizlerin beklentilerini karşılamak amacıyla aldığımı özellikle belirtmek isterim. Aldığım tüm kararlarda dua ve desteklerini esirgemeyen; ailem gibi gördüğüm siz kıymetli hemşehrilerime ayrı ayrı teşekkür ederim.”

Paylaşın

Anayasa Mahkemesi’nden Dikkat Çeken “Gizli Tanık” Kararı

Türkiye’de gündemi meşgul eden önemli davaların genelinde gizli tanık beyanları öne çıkarken, Anayasa Mahkemesi (AYM), konuya ilişkin dikkat çeken bir karara imza attı. AYM, gizli tanık ifadesinin tek başına hükme esas olamayacağını belirtti.

Ceza muhakemesinde dinlenen tanığın kim olduğunun sanık tarafından öğrenilmesi, tanık veya yakınları açısından “ağır ve ciddi bir tehlike” teşkil ediyorsa; tanık, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında “gizli tanık” olarak dinlenebilir. (CMK md.58 – 5726 SK. md.3)

PKK lideri Abdullah Öcalan ile heyetlerin görüşmelerinin sürdüğü 2013-15 yılları arasındaki süreçte, HPG’ye katılıp daha sonra ayrıldığı belirtilen B.G.’nin aleyhinde beyanı bulunduğu iddiasıyla Y.T. isimli çoban hakkında soruşturma başlatıldı.

Soruşturmayı yürüten Diyadin Cumhuriyet Başsavcılığı, bu kapsamda, “Türkmen” adli gizli tanığın beyanlarına başvurdu. Soruşturma sürecinde telefonları Y.T.’nin dinlendi, ancak dinlemelerden olaya ilişkin delil olduğu iddiasıyla bir tek telefon tapesi konuldu. “Örgüt üyesi olmak” iddiasıyla açılan soruşturma kapsamında hazırlanan iddianameyi kabul eden, Ağrı 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildi. Y.T. duruşmalar boyunca hakkındaki iddiaları reddetti.

Y.T. aleyhine beyanda bulunan gizli tanık “Türkmen”, Y. T. ve avukatının yokluğunda dinlendi. Gizli tanık “Türkmen”, mahkemedeki beyanında Y.T.’nin yaylacı olduğunu ve HPG’lilere yiyecek verdiğini iddia etti. Mahkeme, yurt dışında bulunan B.G.’nin beyanlarını ise istinabe yoluyla aldı. B.G. beyanlarında Y.T.’yi tanımadığını belirterek, soruşturma aşamasında kendisine ait olduğu ileri sürülen beyanları ise kabul etmedi. Yargılama sonunda mahkeme, Y.T.’ye “Örgüte üye olmak” iddiasından 6 yıl 3 ay ceza verdi.

Mahkeme gerekçeli kararında, B.G.’nin mahkeme huzurunda verdiği ifadeyi değil, soruşturma aşamasında verdiği iddia edilen ifadeyi ve gizli tanık beyanlarını hükme esas aldı. Gerekçeli kararda, B.G.’nin soruşturma aşamasında verdiği iddia edilen ifadenin gerçekçi olduğunu, gizli tanık beyanlarıyla uyuştuğunu belirtti. Mahkeme, gerekçeli kararda, kendisinin istinabe yoluyla dinlediği B.G.’nin mahkeme ifadesini ise gerçekçi bulmadı.

Y.T.’nin avukatı, İstinaf Mahkemesi’nde karara karşı itirazda bulundu. İstinaf başvuruyu reddedince, bu kez, itiraz Yargıtay’a taşındı. Yargıtay, 9 Haziran 2021’de mahkemenin kararının yerinde bularak, itirazı reddetti.

Yargıtay kararından sonra, Y.T., bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurdu. Adil yargılama hakkının ihlaliyle 6 Aralık 2021’de yapılan başvuruyu kabul eden AYM, dosyada ihlal kararı verdi. AYM, kararında tanıkların kimliğinin saklı tutulması ve korku gibi nedenlerin duruşmalarda taraflar huzurunda dinlenmemesine gerekçe yapılamayacağını belirtti.

Kararında gizli tanık Türkmen’in Y.T.’nin bulunmadığı bir duruşmada dinlenmediğini hatırlatan AYM, gizli tanığın kimliğinin saklı kalması için çeşitli teknikler kullanılarak Y.T.’nin bulunduğu bir duruşmada dinlenebileceğine işaret ederek, mahkemenin bu konuda bir çabaya girmediğini vurguladı.

“Yeterli düzeyde bir inceleme yapılmadan…”

Kararında, mahkemenin B.G.’nin soruşturma aşamasındaki ifadelerinin hükme esas aldığını, istinabe yoluyla alınan ifadelerini hükme esas almadığına işaret eden AYM, B.G.’nin istinabe yoluyla alınan beyanlarında ise Y.T.’nin bulunduğu bir duruşmada alınmadığını anımsattı. Y.T.’nin, gizli tanık Türkmen’in ve B.G.’nin aynı duruşmada sorgulanmadığını ve yeterli düzeyde bir inceleme yapılmadan gizli tanığın beyanlarının belirleyici olarak hükme esas alındığına dikkati çeken AYM, bunun adil yargılama yönünde eksiliğine işaret etti.

AYM, kararında, bu durumun savunma tarafının sorgulama yoluyla gizli tanığın güvenilirliğini test edemediğini değerlendirmesi yaptı. AYM, “Gizli tanığın dinlenmesinden önce başvurucuya sorularını sunması için süre verilmiş ve gizli tanığın ifadesi duruşmada okunarak başvurucuya tanık beyanlarına karşı diyecekleri sorulmuş ise de bu durum tanık beyanlarına karşı savunmaya tanınan yeterli bir güvence olarak değerlendirilemez” diye belirtti.

Kararında, mahkemenin hükmün gerekçesinde, savunmanın hazır bulunduğu bir celsede tanık ve gizli tanığı neden dinlenmediğine yer vermediği ifade eden AYM, hükmün belirleyici ölçüde gizli tanık beyanına dayandırıldığı bu durumda sanığın adil yargılanma ölçütleri içinde yer alan haklarının adil bir şekilde dengelenmediğini belirtti.

Y.T.’nin adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar veren AYM, yeniden yargılama için dosyayı Ağrı 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.

(Kaynak: Mezopotamya Ajansı)

Paylaşın

İmamoğlu, Ekonomi Üzerinden İktidara Yüklendi

8. İstanbul Ekonomi Zirvesi’nde konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Burada olumlu bir tablo çizmek isterdim ama maalesef daha önce yaşamadığımız ölçekte bir ekonomik dar boğazında içerisindeyiz” dedi ve ekledi:

“Türkiye’yi her geçen gün daha da sıkıntıya sokan ekonomi politikaları, 2023 yılı genel seçimleri sonrasında yeniden şekillendi. Etki analizi yapılmadan, istişare edilmeden alınan bir kısım sürpriz kararlar, ekonominin ne yazık ki dengesini bozdu, pek çok şirket ve sektörü de bu aşamada paralize etti. Uygulamada sorunların kaynağını ele almak ve kökünden çözmek yerine, biraz geçmişten kalan 1980’li, 90’lı yıllarda uygulanan tipik kemer sıkma politikaları ne yazık ki benimsendi. Bunlar basit olarak, faiz ve vergi artışı ile kur ve ücretleri baskılamaya dayalı politikalar.”

İmamoğlu, konuşmasının devamında, “Ülkemizin daha fazla büyümesi ve ekonomik şoklara karşı daha dayanıklı olması adına rekabetçiliği, verimliliği ve potansiyel büyümeyi arttırmaya yardımcı olacak, kapsamlı bir yeni bir ekonomik reforma ihtiyacımız vardır” ifadelerini kullandı.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Beşiktaş’ta bir otelde düzenlenen “8. İstanbul Ekonomi Zirvesi”nde konuştu.

BirGün’ün aktardığına göre; “İstanbul”, “ekonomi” ve “zirve” kelimelerinin birbirine çok yakışan üç tarif olduğuna vurgu yapan İmamoğlu, “İstanbul’a, güzel olan her duygu çok yakışıyor. Dünya ölçeğinde lider kentlerden birisi. Ve bu liderliğini en üst seviyede ortaya koyan faaliyetleri yapmalı ve dünyaya iyi mesajlar verebilmeli, öncü mesajlar verebilmeli, uyarılar yapabilmeli. İstanbul’a yakışan budur” dedi.

Dünyanın büyük bir iktisadi değişim ve dönüşüm sürecinde olduğuna dikkat çeken İmamoğlu, şunları söyledi: “Burada olumlu bir tablo çizmek isterdim ama maalesef daha önce yaşamadığımız ölçekte bir ekonomik dar boğazında içerisindeyiz. Türkiye’yi her geçen gün daha da sıkıntıya sokan ekonomi politikaları, 2023 yılı genel seçimleri sonrasında yeniden şekillendi. Etki analizi yapılmadan, istişare edilmeden alınan bir kısım sürpriz kararlar, ekonominin ne yazık ki dengesini bozdu, pek çok şirket ve sektörü de bu aşamada paralize etti. Uygulamada sorunların kaynağını ele almak ve kökünden çözmek yerine, biraz geçmişten kalan 1980’li, 90’lı yıllarda uygulanan tipik kemer sıkma politikaları ne yazık ki benimsendi. Bunlar basit olarak, faiz ve vergi artışı ile kur ve ücretleri baskılamaya dayalı politikalar.

Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar ile geçmişten gelen sürdürülebilirlik endişeleri devam ettiği için, uygulanan kemer sıkma politikalarının, yüksek kur riskini azaltma dışında, maalesef istenilen düzeyde etkinliğini henüz göremedik ve yaşayamadık. Üstelik gelir dağılımı adaletsizliği, tarihte görülmemiş ölçüde ülkemizde bizlerin canını acıtacak durumda. Halkın yoksulluğu artıyor. Toplumun büyük bir kesimi eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi zaruri hizmet alanlarına dahi erişimde ciddi sorunlar yaşıyor. Özetle; gerçekleşen veriler, reel sektörde sert daralmanın başladığını, istihdam piyasasında kırılganlığın arttığını, ancak yürütülen politikaların tüketim, beklenti ve varlık fiyatları üzerinde istenilen etkiyi de henüz yaratmadığını gösteriyor.”

“Türkiye’mizin ciddi bir zihinsel değişikliğe ihtiyacı var”

“Bu gelişmeler, enflasyonu düşürmek için tek başına para politikalarının yeterli olmadığını da bizlere yaşatıyor” diyen İmamoğlu, “Tüm sektörler için geçerli bir durum tespiti yapmak gerekirse; 2024-25 yılının herkes için daha zorlu geçeceğini görmemiz gerekir. Eğer durum böyleyse, ‘ne yapmalı’, daha da önemlisi, ‘nasıl yapmalı’ sorusunu hepimiz kendimize sormak zorundayız. Her şeyden önce, Türkiye’mizin ciddi bir zihinsel değişikliğe ihtiyacı var” dedi.

İmamoğlu, “Ülkemizin daha fazla büyümesi ve ekonomik şoklara karşı daha dayanıklı olması adına rekabetçiliği, verimliliği ve potansiyel büyümeyi arttırmaya yardımcı olacak, kapsamlı bir yeni bir ekonomik reforma ihtiyacımız vardır. Hatta bundan da öte, tam bir ekonomik paradigma değişimi gerekmektedir. Çünkü, eğer toplumsal durgunluk ve ekonomik dar boğazdan kurtulmak istiyorsak, ülkemizi kalkındıracak yeni politikaları kapsayan yeni bir hikayeye ve yeni bir ekonomik modele ihtiyacımız olduğu çok açık ve net” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Hatimoğulları’ndan İktidara: Suriye’de Oynadığınız Oyunlar Türkiye’yi Vuruyor

Suriye’deki gelişmelere ilişkin konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Suriye’de oynadığınız her oyun dönüp Türkiye halklarını vuruyor. Suriye’de attığınız her olumsuz adım dönüp bizleri vuruyor” dedi ve ekledi:

“Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmekten imtina ettiğiniz için şuan bölgede artık bir söz sahibi değilsiniz. Yaptığınız barış çağrısının dahi bölgede bir karşılığı yoktur. Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmelidir. Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye daha fazla güven içinde hissedecektir kendini. Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye’nin, aynı zamanda Suriye ve Rojava’da Kürt halkının pratiği ve mücadelesiyle elde ettiği statüsünün resmileşmesi için çalışmalı. Suriye’de demokratik bir anayasanın yazılması için çalışmalıdır.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, ESP MYK Üyesi Orhan Çelebi, HDK Eş Sözcüsü Meral Danış Beştaş, TJA, Barış Anneleri, bileşen partilerimiz ve yöneticilerimizin katılımıyla Urfa’nın Suruç ilçesinde, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılara ilişkin basın açıklaması yapıldı. Açıklamada konuşan Hatimoğulları şunları söyledi:

“Buradan, sınırın sıfır noktasından bütün Türkiye halklarına bölgenin barışının mesajını vermeye geldik. Her ne kadar yollarımızı, geçişimizi engelleseler de sözümüzü bu gök kubbenin altından Ortadoğu’ya, Rojava’ya, Suriye’ye ve bütün dünyaya duyurmak üzere buradayız. Bölgede barışın, huzurun ve halkların kardeşliğinin tesis edileceği bir düzen kurulana dek mücadelemiz devam edecek. Biz bu filmi daha önce izledik. 2011’de Suriye savaşı başladıktan sonra, dış güçler tarafından adeta imalatı yapılmış olan IŞİD ve türevi örgütler Suriye sahasına salındı. Bunlar El Kaide’nin ürünü örgütler, El Nusra’nın ürünü örgütler, IŞİD’in ürünü örgütler. Şimdi isim değiştirip HTŞ olmuş ya da Suriye Milli Ordusu olmuş, fark etmez; aynı kaynaktan gelmekte, aynı güç tarafından beslenmekte, eğitilmekte, donatılmaktadırlar.

Özellikle Türkiye’nin oradaki askeri varlığını geri çekmemesinin, şu ana kadar hala devam ettirmesinin ürünüdür oradaki çeteler. Cumhurbaşkanı, SMO için ‘Suriye’nin Kuvayi Milliyesi’ demişti. İşte Kuvayi Milliye ile aynı şekilde eğitip donattıkları, yani komuta merkezlerinde yer aldıkları ve yer verdikleri güçler, Suriye’de Halep’e girmiş, oradan Tel Rıfat’a ve şimdi Cerablus’a operasyon yapmayı hedefliyor. Biz her yerde ifade ettik. Sahte güvenlikçi politikalarla bu iktidar ömrünü uzatmaya çalışıyor. Türkiye’nin yapması gereken barış siyasetidir, diplomasidir, diyalogdur dedik.

911 km’lik Suriye sınırımızın güvenliği barışla tesis edilir dedik. İslam’ın değerlerini siyasi emelleri için araç haline getiren bu çetelere güvenirseniz, döner bu çeteler sizi vurur dedik. Nitekim IŞİD’in hem Türkiye’de hem Avrupa ülkelerinden Amerika’ya kadar gerçekleştirdiği katliamlar ortadadır. Suruç Katliamını unutmadık, Ankara Gar Katliamını, Antep’teki düğün katliamını unutmadık. İstanbul’da, Ankara’nın göbeğinde IŞİD’in gerçekleştirdiği katliamları unutmadık. İşte o eğitip donattıkları dönüp Türkiye’yi vurdu.

Bunu bile isteye gerçekleştirdi bu iktidar. Ömrünü uzatmak için 10 Ekim Katliamına da göz yummuştu. Mahkeme tutanaklarını okuyan her insan, o eğitip donattıkları çetelerin Antep sınırından Ankara’ya nasıl vardıklarını, bombaları nasıl hazırladıklarını görür. Canlı bombaları nasıl hazırladıklarını zaten itiraf ettiler ve hepsi belgelerde mevcuttur. Hangi emniyet müdür yardımcısıyla, MİT’in hangi kadrosuyla görüştüklerini de ifadelerde görebilirsiniz. İşte bu çeteler, bölgede bunları yapmak için, otoriter rejimlerin devam etmesi için, emperyalist güçlerin ve Türkiye’deki mevcut iktidarın ortak imalatı olan çetelerdir.

Suriye’de barış sağlanmalıdır. Suriye’de barışın sağlanması, bölgede barışın ve istikrarın sağlanmasına katkı sağlayacaktır. Bugün Filistin’de, Gazze’de devam eden savaş hala can alıyor. Rusya-Ukrayna savaşı hala can alıyor. Dünya nükleer silahların tehdidi altında. Küresel ölçekte büyük bir savaşın çıkma ihtimali varken, Türkiye’deki iktidar, ‘Kürt sorununu çözeyim de gerçek anlamda iç barışımı sağlayayım ‘ demiyor. Oraya bu çeteleri salarak barış ortamını zehirliyor.

“Kürtlerin kazanımlarını ellerinden nasıl alabileceklerini…”

Buradan iktidara bir kez daha sesleniyoruz: Suriye’de oynadığınız her oyun dönüp Türkiye halklarını vuruyor. Suriye’de attığınız her olumsuz adım dönüp bizleri vuruyor. Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmekten imtina ettiğiniz için şu an bölgede artık söz sahibi değilsiniz. Yaptığınız barış çağrısının dahi bölgede bir karşılığı yoktur. Bugün Türkiye’nin bu iktidar sayesinde yaptığı hiçbir çağrının artık bir karşılığı kalmamıştır. Bu kaos döneminde, bu savaş ve çatışma döneminde, Kürtlerin kazanımlarını ellerinden nasıl alabileceklerini düşündükleri için ülke daha çok bataklığa sürükleniyor.

Bir kez daha çağrımızı yeniliyoruz. Kürt sorunu, barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmelidir. Kürt sorununu çözmüş bir Türkiye kendisini daha fazla güven içinde hissedecektir. Türkiye aynı zamanda Suriye ve Rojava’da Kürt halkının pratiği ve mücadelesiyle elde ettiği statünün resmileşmesi için çalışmalıdır. Suriye’de demokratik bir anayasanın yazılması için çalışmalıdır. Atılacak ilk adım Astana görüşmelerindeki kimi kararların hayata geçirilmesidir. Astana’daki en önemli mutabakat neydi? İdlib’deki bu çetelerin, dini duyguları siyasi ve kötü emellerine alet eden bu çetelerin silahsızlandırılmasıydı. Ama tam tersini yaptılar. İdlib’de daha çok silahlandırdılar ve şimdi yepyeni bir savaşın ve çatışmanın çıkmasına sebep oldular.

Bu süreçten Türkiye halkları karlı çıkmaz; Türkiye ve bölge halklarına fayda gelmez. Bu kadar kaos içinde olan bir yerde olması gereken en önemli şey Türk-Kürt-Arap barışının gerçekleşmesidir. Türkiye’nin bunun için çalışması gerekmektedir. Ama tam tersini yapıyorlar. Bilsinler ki bizler bunun için çalışmaya devam edeceğiz. DEM Parti olarak barış dostu olan, demokrasi mücadelesinden yana olan her kesimle birlikte Türkiye’de de dünyanın dört bir yanında da barış mücadelesi vermeye devam edeceğiz. Biz biliyoruz ki Ortadoğu’nun refaha ve huzura kavuşmasının yolu demokratik bir Ortadoğu’yu inşa etmekten geçiyor. Demokratik bir Ortadoğu’yu inşa etmek için Türkiye’den başlayacağız.

Tüm engellemelere rağmen, sahte barış vaatlerine ve komplolara rağmen bunu bizler adım adım gerçekleştireceğiz. Barış projemizi sınırın öte yanına adım adım taşıyacağız. Cetvelle ayrılan bu sınırlar, halkların arasında bir sınır olamaz. Bu bölge, halkların duyguları, düşünceleri ve kültürel değerleriyle birleşmiş olan bir bölgedir. O nedenle buradan bir kez daha diyoruz ki mücadelemizi mutlaka ama mutlaka onurlu bir barış için hayata geçireceğiz. Astana Mutabakatına ve belli başlı maddelerine dönülmesi, sonraki süreçte de barışın tesis edilmesi için sadece Türkiye’deki güçlere değil bütün dünyadaki demokrasi güçlerine ve insan hakları savunucularına Suruç’tan çağrımızı yeniliyoruz: Ortadoğu halkları kardeştir, aralarına kimse çomak sokmaya kalkmasın. İlle selem. Aştî, aştî. Barış barış.”

Paylaşın

CHP Lideri Özel’den Partisine “Doğru Zemin” Uyarısı

CHP’de “Kurultay talep edenler” olarak değerlendirilen bazı isimlerin toplantı talebine yanıt veren Özgür Özel’in, “Eleştiriye açığız. Ayrıca yapılacak kapı bir toplantıda saatlerce eleştirilerinizi dile getirebilirsiniz. Yeter ki doğru yerde konuşulsun” dedi ifade edildi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Merkezi’nde milletvekilleriyle gerçekleştirilen kapalı toplantıda, komisyon aşaması tamamlanan 2025 yılı bütçesi ve TBMM Genel Kurul’daki bütçe görüşmeleri ele alındı. BirGün’den Mustafa Bildircin’in haberine göre; Milletvekillerine saha görevlendirmelerinin de yapıldığı toplantıda, “Kurultay tartışmalarının başka bir toplantıda” değerlendirilmesi gerektiği kaydedildi.

CHP TBMM Grubu, CHP lideri Özgür Özel başkanlığında gerçekleşen kapalı toplantıda bir araya geldi. 2025 yılı merkezi yönetim bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda tamamlanan görüşmelerinin değerlendirildiği toplantıda, milletvekillerine saha görevlendirmeleri de gerçekleştirildi.

TBMM Genel Kurulu’ndaki bütçe görüşmelerinin başlayacağı 9 Aralık’ta CHP’nin, tam kadro Genel Kurul salonunda olması kararlaştırıldı. CHP milletvekillerinin, devam edecek bütçe görüşmelerinde ise ikiye bölünerek tüm oturumlara katılacağı kaydedildi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de bütçenin komisyon sürecindeki görüşmelerindeki katkılarından dolayı teşekkür ederek, “Genel Kurul sürecinde de etkili bir muhalefet yapın” talimatını verdiği bildirildi.

CHP adına ilk sözün CHP lideri Özel tarafından kullanılacağı TBMM Genel Kurulu’ndaki bütçe görüşmelerinde, özellikle icracı bakanlıklara yönelik protestoların gerçekleştirileceği aktarıldı. CHP milletvekilleri, “Yalnızca muhalefet etmeyecek, Genel Kurul’daki söz hakkımızı, ‘CHP Türkiye’yi yönetmeye hazır’ mesajını vermek için de kullanacağız” dedi.

Milletvekillerine öte yandan, 7-8 Aralık’ta sahada olmaları yönünde görevlendirmeler yapıldığı belirtildi. CHP Genel Başkan Yardımcıları ve milletvekillerinden oluşan heyetin, sokak sokak gezerek Türkiye’deki ekonomik krizin sonuçlarını ve CHP’nin çözüme yönelik yol haritasını yurttaşlara anlatacağı dile getirildi.

CHP kaynaklarından edinilen bilgiye göre, kapalı toplantıda parti içi tartışmalar gündeme gelmedi. Parti içine yönelik eleştirileri bulunan ve “Kurultay talep edenler” olarak değerlendirilen bazı isimlerin sözlerini, “Bazı eleştirilerimiz var ancak bunun yeri burası değil. Ayrı bir toplantı talep ediyoruz” dediği savunuldu. Edinilen bilgiye göre, CHP lideri Özel de tartışmalara yönelik ayrı toplantı talebini, “Eleştiriye açığız. Ayrıca yapılacak kapı bir toplantıda saatlerce eleştirilerinizi dile getirebilirsiniz. Yeter ki doğru yerde konuşulsun” ifadeleriyle karşıladı.

Milletvekillerine sosyal medya uyarısı

Milletvekillerinin, sosyal medya hesapları üzerinden CHP içi tartışmalara yönelik verdiği mesajlarla ilgili uyarılar yapıldığı da öne sürüldü. CHP kaynaklarından bilgiye göre, bazı milletvekilleri, “Partiye zarar vermeyin. Sosyal medya paylaşımlarına dikkat edin” şeklinde uyarıldı.

Toplantıda parti içi tartışmaları gündeme getirdiği belirtilen ve parti yönetimi eleştiren milletvekilleri, şunları söyledi: “Özellikle Ekrem Bey’in bir belediye başkanı olarak parti içi tartışmalara bu kadar fazla girmesinden rahatsız olan arkadaşlarımız var. Ancak bu konuları başka bir toplantıda konuşmayı istiyoruz. Şu an için kurultay için imza toplama girişimimiz yok. Eleştirilerimiz partinin iyiliği için. Tek amacımız CHP’yi daha iyi bir notaya çekmek.”

Paylaşın

AK Parti Sözcüsü Çelik’ten “Suriye” Açıklaması: Pozisyonumuz Açık

Suriye’de yaşanan gelişmelere ilişkin konuşan AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “Son hareketliliğin arkasında Türkiye’nin olduğu söyleniyor. Arzu ettiğimiz şey çatışmaların artması değil. Bunların hepsi gerçek dışıdır, yalandır” dedi ve ekledi:

“Bizim pozisyonumuz açıktır; bir, İdlip Gerginliği Azaltma Bölgesi’ndeki kurallara uyulsun, iki M4-M5 Karayolu’nun 6 kilometre kuzey ve güney derinliği korunsun şeklindeydi. Maalesef rejim ve diğer unsurların saldırıları neticesinde şimdiye kadar defalarca uyarmamıza rağmen bu tablo ortaya çıkmıştır.”

AK Parti Parti Sözcüsü Ömer Çelik, partisinin genel merkezinde basın açıklaması düzenledi. Çelik, Suriye’de yaşanan gelişmelere ilişkin “Son hareketliliğin arkasında Türkiye’nin olduğu söyleniyor. Arzu ettiğimiz şey çatışmaların artması değil. Bunların hepsi gerçek dışıdır, yalandır” iddiasında bulundu.

Çelik, “Bizim pozisyonumuz açıktır; bir, İdlip Gerginliği Azaltma Bölgesi’ndeki kurallara uyulsun, iki M4-M5 Karayolu’nun 6 kilometre kuzey ve güney derinliği korunsun şeklindeydi. Maalesef rejim ve diğer unsurların saldırıları neticesinde şimdiye kadar defalarca uyarmamıza rağmen bu tablo ortaya çıkmıştır” dedi.

“Göç dalgası olmasını istemiyoruz”

Çelik  sözlerini şöyle sürdürdü: “Şu anda bizim odaklandığımız konu, Birincisi, Esad rejimi muhaliflerle bir araya gelip bir kapsayıcı hükümet modeli oluşturursa bu çatışmalar bitebilir. İkincisi, Tel Rıfat, Menbiç gibi daha önceden vurguladığımız yerlerde ülkemize karşı terör faaliyeti yürüten terör varlığı görmek istemiyoruz. Suriye’nin içinde hangi kesimden olursa olsun sivil kayıpların oluşmasını istemiyoruz ve tabi ki Türkiye’ye dönük göç dalgası olmasını asla istemiyoruz.”

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i hedef alan Çelik, “Türkiye Cumhuriyeti’ne değil de başka devletlere söylenecek sözleri Sayın Özgür Özel, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı söylüyor. Türkiye’nin ne İran’ı zayıflatmak ne de güçlendirmek gibi bir motivasyonu yok. Aynı şey Rusya için de geçerlidir” diye konuştu.

Suriye yönetimini de “bir takım yerleri gidip terör örgütüne teslim ediyorlar” diyerek suçlayan Çelik, “Tel Rıfat ve Münbiç’te terör varlığı istemiyoruz. 30 kilometre derinlikte ülkemizi tehdit edecek herhangi bir silahlı terör örgütü varlığına müsaade etmeyeceğimizi ifade diyoruz. Bizim Suriye’nin toprak bütünlüğüyle sorunumuz yok” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

DEM Parti’den Kayyım Ve Suriye Protestosu: Saldırılara Sessiz Kalmayacağız

Kayyım atamalarına ilişkin açıklama yapan DEM Parti Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Bu kayyım siyaseti devam ettiği sürece, bu kayyımlar her gün haksız hukuksuz şekilde halkın iradesine el koymaya devam ettiği sürece, kayyım siyasetiyle AKP yol almaya devam ettiği sürece, bu kayyımcı anlayışı bütün ülkeye yaymaya devam ettikleri sürece bizler de demokratik mücadelemizde ısrar edeceğiz” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekilleri Gülistan Kılıç Koçyiğit ve Sezai Temelli ile milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı önünde kayyım atamalarına dair açıklama yaptı. Gülistan Kılıç Koçyiğit, açıklamasında şunları söyledi:

“Bugün İçişleri Bakanlığının önündeyiz. Çünkü bu bakanlık haksızlığın, hukuksuzluğun ve siyasi darbenin odağı haline gelmiştir. Halk iradesini gasp eden, halkın seçme seçilme hakkını gasp eden bir bakanlığın, yani İçişleri Bakanlığının önündeyiz. Bu kayyım siyaseti devam ettiği sürece, bu kayyımlar her gün haksız hukuksuz şekilde halkın iradesine el koymaya devam ettiği sürece, kayyım siyasetiyle AKP yol almaya devam ettiği sürece, bu kayyımcı anlayışı bütün ülkeye yaymaya devam ettikleri sürece bizler de demokratik mücadelemizde ısrar edeceğiz.

Her hafta, gerekirse her gün bu bakanlığın önüne geleceğiz ve bakanlığın yaptığı hukuksuzluğu, siyasi darbeyi, demokrasi darbesini buradan teşhir edeceğiz. En son burada olduğumuzda 3 belediyemize kayyım atanmıştı. Halfeti, Batman ve Mardin belediyelerimize kayyım atanmıştı ve biz buradaydık. Buradan yine çağrı yapmıştık. Kayyım siyasetinden vazgeçin, demokrasiye darbe yapmaktan vazgeçin, halkın iradesine el uzatmaktan vazgeçin demiştik. Bir kez daha buradayız, neden? Çünkü Dersim’e, Ovacık’a ve en son da Van Bahçesaray Belediyemize kayyım atandı.

İktidar açık ve net bir şekilde, “Ben darbelerle yol alacağım, darbelerle ayakta kalacağım, 2028’de iktidara gelmek için Kürt halkını terbiye edeceğim” diyor. “DEM Parti’yi terbiye ederek yol almak istiyorum” diyor. DEM Parti’nin 2019’dan beri olan siyasi tercihlerini, politik yönelimlerini mahkum etmek, cezalandırmak istiyor. Kürt halkını, tercihleri nedeniyle bir kez daha cezalandırmak istiyor. Neden? Çünkü bizim politik tercihlerimiz, siyasetimiz, faşizm karşısındaki duruşumuz; AKP-MHP ittifakının halk düşmanı, demokrasi düşmanı yaklaşımına karşı olan tutumumuz bugün bir kez daha iktidarın koltuğunu sallıyor.

Bir kez daha AKP’yi tek başına iktidar olma yeteneğinden yoksun bırakıyor. İşte korkuları budur! Şimdi bir taraftan kayyımla, bir taraftan da siyasi soykırım operasyonlarıyla, gözaltı ve tutuklamalarla bize rota çizmeye çalışıyorlar. Bizi terbiye etmeye çalışıyorlar. Kürt halkına, “Senin eşit ve özgür yaşama talebini böyle hukuksuz bir şekilde gasp ederim, bastırırım” diyorlar. Bizi demokratik siyaset alanında etkisiz bırakmaya çalışıyorlar. Halkımızın, çok büyük bir oranda bu faşizme karşı ortaya koyduğu demokratik direniş hakkını yok etmek istiyorlar. Ama bu iş o kadar kolay değil, bu mesele masa başındaki planlara benzemez.

AKP, her seferinde siyasi mühendislik yaparak Türkiye’ye rota çizmeye çalışıyor. Tek bir öncelikleri var o da iktidarda kalmak. Tek bir öncelikleri var: Ne olursa olsun o koltukta oturmak. Tek bir öncelikleri var: Kendinden olanları yaşatmak. Ne demokrasi ne hak ne emekçi ne de hukuk diye bir dertleri var. Bunların hiçbiri yok. Daha yeni çetelerin Suriye’de yaptığı katliamı protesto eden 7 arkadaşımızı İstanbul’da tutukladılar. Daha yeni Eş Genel Başkan Yardımcımız Sevtap Akdağ ve Kayapınar Belediye Eş Başkanımızın aralarında olduğu onlarca arkadaşımızı tutukladılar. Düğmeye basmışlar; bir taraftan muhalefeti bölmek istiyorlar, bir taraftan da Kürt halkının mücadelesini yok etmek istiyorlar.

“Rojava’da çetelerin önünü açarak…”

Barış diyenlere soruyoruz: Üst üste kayyım atayarak, Rojava’da çetelerin önünü açarak, Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürt halkının, Hıristiyanların, Dürzilerin, Ezidilerin ve Arap Alevilerin katledilmesine yol vererek Türkiye’de barışı nasıl sağlayacaksınız? Türkiye’nin “terör örgütü” diye tanımladığı HTŞ, bugün kanallarda muhalif örgüt diye lanse ediliyor. İşte zihniyet budur! Kafa kesen, Türkiye’nin askerlerini canlı yayında cayır cayır yakan IŞİD ve türevleri, El Kaide ve El Nusra artıkları Suriye’de Kürtleri ve diğer halkları katletmek için yola çıkmış, Kürtleri yaşam alanlarından çıkarıyor, sürgüne gönderiyor. Burada ise birileri sevinç naraları atıyor.

Halep’e Türk bayrağı dikildi diye sevinenler var. Halep kimin toprağı, kimin şehri? Türkiye Halep’i, Suriye’yi işgal mi etmek istiyor? Kürt halkının, orada yaşayan halkların iradesine neden saygı duymuyorsunuz? Neden Suriye halklarının barış içinde yaşaması için bir politika geliştirmiyorsunuz? Bu katliamcı çetelerin önüne neden geçmiyorsunuz? Efrin’den 300 bin insan başka kentlere sığındı. Şimdi o 300 bin insan yeniden yerinden yurdundan edildi. Şehba’ya yerleştiler, 3-5 yıldır çadırlarda yaşıyorlar. En kötü koşullarda yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Kendi toprakları, Türkiye’nin SMO dediği çeteler tarafından işgal edildiği için. Şimdi Şehba’yı bıraktılar, başka bir yere geçiyorlar. İşte AKP hükümetinin, “Kürt anasını görmesin” politikası nedeniyle.

Oysa bugün barış için her zamankinden daha fazla fırsat vardır. Suriye’nin barışı için de Türkiye’nin barışı için de koşullar vardır ama sizin niyetiniz barış değil. Siz barış diyerek savaşı kışkırtıyorsunuz. Siz barış diyorsunuz ama bu ülkedeki gerginliği tırmandırıyorsunuz. Barış diyorsunuz ama kayyım atayarak halkın iradesini yok ediyorsunuz. Böyle bir barış olabilir mi? Barış deyip tecridi derinleştirmek, barış deyip halka darbe yapmak barış değildir. Böyle bir barış yolu olamaz. Barışın yolu açıktır: Ülkede yaşayan herkesi, her halkı, her inancı eşit görmekten geçer. Eşit yurttaş olarak onunla omuz hizasında yan yana durmaktan geçer. Bu bir efendi-köle ilişkisi değildir. Birileri buyuracak, birileri de yapacak. Biri direktif verecek, birileri de ona uyacak. Böyle bir şey değildir. Ne istiyorsunuz şimdi?

Bahçesaray halkı o küçücük kentte, 6 ay yolun kapalı olduğu o kentte, kendi temsilcisini seçti. Şimdi siz uyduruk gerekçelerle kayyım atıyorsunuz. Ne yapsın Bahçesaraylılar, size gül mü uzatsınlar? Barış böyle mi oluyor desinler? AKP’nin barış yolu buymuş, sorun değil mi desinler? Bu sorulara cevap verin. Ülkede şiddeti ve gerilimi tırmandıran, demokrasiyi ve hukuku askıya alan anlayış, bugün Suriye’de de çetelerin önünü açıp orada yeni katliamlara yol veriyor. Bu açık ve nettir.

Suriye’de Kürtler başta olmak üzere orada yaşayan halkların yaşayacağı her türlü katliamın müsebbibidir Türkiye. Haberimiz yok diyemezsiniz. Bu HTŞ aylardır, yıllardır nerede barınıyordu? Bu HTŞ’yi kim korudu İdlib’de? Astana’da neyin garantisini verdiniz? Çıkın bunların yanıtını verin. Şimdi eğitilmiş, donatılmış ve silahlandırılmış olarak Kürt katliamına gidiyorlar, Kürtlerin yaşam alanlarına kastediyorlar. Bize de diyorlar ki Suriye’deki Kürtler ayrı, Türkiye’deki Kürtler ayrı. Öyle bir dünya yok! Suruç ile Kobanî aynıdır. Sadece arada sınır vardır. Qamişlo ile Nusaybin aynıdır.

Birileri yaşam alanlarımızın arasına 100 yıl önce sınır çekmiş olabilir ama biz Kürtler biriz, bütünüz. Sınırın hangi yakasında olursa olsun, hangi ülkede olursa olsun halkımıza yönelik bir katliama sessiz kalmamızı hiç kimse bekleyemez. Milliyetçi hezeyanlarla Kürt katliamına sevinenler, insanlıktan nasibini almamış olanlardır. Biz Suriye’deki Kürt’ün de Arap Alevi’nin de Çerkes’in de Durzi’nin de Ezidi’nin de orada yaşayan her halkın yaşamı için de mücadele ederiz, ses çıkarırız burada. Hiç kimse bir katliama sessiz kalmamızı beklemesin.

Hiç kimse bu ülkede hukuksuzluğa alışmamızı beklemesin. Darbelere ve kayyıma alışmamızı beklemesin. Şiddete alışmamızı beklemesin. Baskıya ve zora alışmamızı beklemesin. Çünkü alışmayacağız; alışmayız, mücadele ederiz. Demokrasiden yana sonuna kadar mücadele ederiz. Bu ülkede özgürlük ve eşitlik inşa edilince kadar, demokratik bir cumhuriyet inşa edilinceye kadar mücadele etmeye devam ederiz. Kimse ama hiç kimse yanlış hesap yapmasın. En başta da hükümet yanlış hesap yapıyor: Burada Kürt’ün sırtına vururum, yetmedi gidip Suriye’de de vururum; bunun adına da barış derim. Öyle bir dünya yok.

“Demokrasiden yana tutum almaya devam edeceğiz”

Bütün bu kayyım uygulamalarını kınıyoruz. Kayyım uygulamalarına karşı demokrasi güçleriyle beraber her yerde ses çıkarmaya devam edeceğiz. Bugün Eş Genel Başkanlarımız Suruç’ta sınıra yürüyecekler. Çok açık ve net söylüyorum: Suriye bizim kırmızı çizgimizdir. Suriye’de halkların katliamına asla yol vermeyiz. Orada halkımızın katledilmesine göz yummayız. Suriye’de yaşayan halkların Suriye’nin geleceğini belirlemesi için, Suriye’de barışın inşa edilmesi için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Hükümeti de buna destek vermeye, orada barışın aklını hakim kılmaya, çatışmayı durdurmaya, çetelerin önünü kesmeye ve Suriye halklarının geleceğinde barışçıl bir rol oynamaya davet ediyoruz.

İşte o zaman burada da bölge de gerçek anlamda bir barış tesis edilebilir. Yoksa burada devam eden bu hukuksuzluklar ve Suriye’deki çetelerin önünün açılması daha büyük bir karanlığı, daha büyük bir hukuksuzluğu çağıracaktır. Bizim buna sessiz kalmamız mümkün değildir. Demokratik, anayasal, barışçıl protesto hakkımızı kayyımlara karşı da Rojava’daki katliamlara karşı da büyüteceğimizi ifade etmek istiyorum. Bugün Meclis’te de saat 1’te Şeref Holünde bir saatlik bir oturma nöbetimiz, demokrasi nöbetimiz olacak. Belediyelerimize el koyup bizden rutini devam ettirmemizi hiç kimse beklemesin. Böyle bir dünya yok. Mücadele edeceğiz, demokrasiden yana tutum almaya devam edeceğiz.”

Paylaşın

Dervişoğlu’ndan İktidara “Suriye” Uyarısı

Partisinin grup toplantısında, Suriye’deki gelişmelere ilişkin konuşan İYİ Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu, “Halep kalesinde Türk bayrağı görmek güzel. Ama yarın, nereye kimin bayrağını asacaklarını, onlara kim para verirse o söyleyecek. Onların yularını kim tutuyorsa onlar söyleyecek. O yüzden, iktidarı bir kez daha uyarıyorum; Suriye’deki gelişmelerin, milli güvenliğimizi ilgilendiren taraflarıyla meşgul olun” dedi ve ekledi:

“Bu süreç, Misak-ı Milli gibi bir kutsalımız üzerinden sömürebileceğiniz bir süreç değildir. Hatırlatmak isterim; 2011 yılından bu yana Suriye’de kurdurulan örgüt sayısı 450’nin üzerindedir. Bu örgütlerin hemen hepsi birbiriyle bir şekilde kavgalıdır. Ve maalesef her birinin ülkemizde sempatizanları, taraftarları ve aktif mensupları bulunmaktadır. Belli ki, bugün Suriye’yi karıştıran el, yarın Türkiye’ye uzanacaktır. Bunu önlemenin yolu, gerçekçi olmaktır, maceradan uzak durmaktır. Unutmayın ki; yandaş televizyon kanalına dizi senaryosu yazmıyorsunuz, Türk devletini yönetiyorsunuz, kendinize gelin.”

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında konuştu. Müsavat Dervişoğlu’nun konuşmasından satır başları şöyle:

Bugün, iktidarın başını protesto eden, soluğu cezaevinde alıyor. Bu kadar kötüledikleri geçmiş, bugünden daha olgundu, daha demokratikti. Açık ve net ifade edeyim; Bu bir samimiyet testidir. O gençler, yıllardır meydanlarda Filistin davasının avukatlığını yapıyor-muş gibi davranan Recep Tayyip Erdoğan’ın maskesini düşürmüştür. Ve o evlatlarımızın yeri demir parmaklıkların ardı değil, vicdanlarımızın en müstesna köşesidir. Derhal serbest bırakılmalı ve özgürlüklerine kavuşmalıdır.”

Karşımızda, Türk vatanını ve Türk nüfusunu, “kellebaşı” 500 euro’ya satan bir gözü dönmüşlük var. Bize Müslümanlık satanlar, Filistin’i varil başı 80 cent’e, vize millilik satanlar sığınmacı belgesini 500 euro’ya, Türk vatandaşlığını da yarım dönüm tarlaya satıyor. Bize vicdan satanlar, hastanelerinde bebeklerimizin hayatını satıyor. Bize erlik, yiğitlik satanlar, sokaklarda kadınlarımızı koruyamıyor. Hepinizin huzurunda milletimize söz veriyorum: bedelini şehitlerin ödediği bu vatanın sefasını, artık bu bezirganlar süremeyeceklerdir.

Aziz Milletim; haftalardır oynanan oyunları, devlet aklına ve ahlakına riayet ederek tarif ediyor, Muhataplarını ikaz ediyorum. Bugün de bu sorumsuzları size şikayet ediyorum. Asla yerli ve milli olamayan akıllarıyla, yerli ve milli masallarıyla, diplomasiyi işportaya çevirdiler. Şimdi de Misak-ı Milli’yi ekran koruyucu yaparak, büyüyeceğiz diye milleti kandırıyorlar. Bu yolun sonunda Türkiye’yi küçülme tehlikesinin beklediğini görmüyorlar. Planlı olmadığını umarak, görmüyorlar diyorum. Aksinin bedeli çok ağır olur. Artık açıkça görüyoruz ki, bu planın hazırlıkları çoktan yapılmış, beş hafta önce de düğmeye basılmıştır. Bu acı gerçeği ne kadar erken idrak edersek, milletimize ne kadar iyi anlatırsak, Bu bataklıktan o kadar çabuk kurtulacağız.

“İktidarı bir kez daha uyarıyorum”

Halep kalesinde Türk bayrağı görmek güzel. Ama yarın, nereye kimin bayrağını asacaklarını, onlara kim para verirse o söyleyecek. Onların yularını kim tutuyorsa onlar söyleyecek. O yüzden, iktidarı bir kez daha uyarıyorum; Suriye’deki gelişmelerin, milli güvenliğimizi ilgilendiren taraflarıyla meşgul olun. Bu süreç, Misak-ı Milli gibi bir kutsalımız üzerinden sömürebileceğiniz bir süreç değildir. Hatırlatmak isterim; 2011 yılından bu yana Suriye’de kurdurulan örgüt sayısı 450’nin üzerindedir. Bu örgütlerin hemen hepsi birbiriyle bir şekilde kavgalıdır. Ve maalesef her birinin ülkemizde sempatizanları, taraftarları ve aktif mensupları bulunmaktadır. Belli ki, bugün Suriye’yi karıştıran el, yarın Türkiye’ye uzanacaktır. Bunu önlemenin yolu, gerçekçi olmaktır, maceradan uzak durmaktır. Unutmayın ki; yandaş televizyon kanalına dizi senaryosu yazmıyorsunuz, Türk devletini yönetiyorsunuz, kendinize gelin.

DEM partililerin, “Öcalan serbest bırakılsın” çağrıları suç sayılırken, ki suçtur, “Bugün yarın serbest bırakılacak” diyenlere gıkları çıkmıyor. Bu ne demek? Bu, mutfakta biri var ve bir şeyler hazırlıyor demek. Haftasonu İstanbul’dan Recep Tayyip Erdoğan’a seslendim ve dedim ki; niyetiniz o caniyi serbest bırakmaksa, Cumhurbaşkanı olarak yetkiniz var. Çok istiyorsanız kullanın ve affedin. Tarihe, milletimize bu acıları yaşatan bir caniyi affeden kişi olarak geçmek istiyorsanız, Elinizi tutan yok. Siyasi, ahlaki ve vicdani sorumluluğu alın ve imzayı atın. Hala ses yok! O sorumluluğu almaya cesaret edemiyor. Onun yerine, ortağına, Türk Milliyetçilerinin başını öne eğdirecek laflar ettirmeyi tercih ediyor. Benim sözlerimden, “Öcalan’ın affedilmesine razı” sonucunu çıkarabilen şuursuzları hiç muhatap almıyorum. İlk günden beri duruşumuz belli; bizim cesedimizi çiğnemeden, o caniyi Gazi Meclisin kapısından sokamazsınız. Ama burada başka bir hesap var.

“Erdoğan ve partisi fabrika ayarlarına dönüyor”

Ben size söyleyeyim; Sayın Erdoğan ve partisi fabrika ayarlarına dönüyor. O ayarlarda, teröristle masaya oturmak var. O ayarlarda, Oslo’daki, Habur’daki rezaleti matah saymak var. O ayarlarda, terörist rahatsız olmasın diye bayrak indirmek var. O ayarlarda, FETÖ’yle kol kola yürümek var. Bugün Öcalan’a af hazırlığı varsa, bilin ki, FETÖcü’lere de göz kırpma var. Bunlar sadece bizim aklımızı kurcalamıyor. Türkiye’nin dört bir yanından mesajlar geliyor. Milliyetçi-mukaddesatçı vatandaşlarımızın aklında da bu deli sorular var. Buradan açıkça ilan ediyorum; Fabrika ayarlarına dönüp, yeniden teröristle masaya oturacak, FETÖ’cüleri sokağa salıp kol kola gireceklerse, Bilsinler ki, bu aziz millet onları da, Buna sebep olanları da sokakta gezdirmez.

Paylaşın

İmamoğlu’ndan “Senden Daha Büyük Ekonomist Var Mı?” Göndermesi

Partisinin Yerel Yönetimler ve Eğitim Çalıştayı’nda konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Pazarcıya gidiyorum. O tezgahtan kazanıyor, 10 tane nüfusa bakıyor. ‘Senden daha büyük ekonomist var mı’ diyorum? Bakma öyle kendine ekonomist diyenlere!” dedi.

Ekrem İmamoğlu ayrıca, iktidarın kapatma tehdidi altındaki kreşlerle ilgili, “Biz büyük bir ihtiyaca hizmet ediyoruz. Buradan siyasi bir şey çıkarmak hastalıklı bir kafa” ifadelerini kullandı. Belediye başkanlarına seslenen İmamoğlu, “Partizanlığı söküp atacaksınız. Partizanlık zehirdir” diye konuştu.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi Yerel Yönetimler ve Eğitim Çalıştayı’nda konuştu. Cumhuriyet’ten Engin Deniz İpek’in aktardığına göre; İmamoğlu, konuşmasında şunları söyledi:

“Bu ülkede; dağın başındaki bir köyden, sahildeki bir köye ya da kasabadan ilçesine varana kadar, her annenin başta ve her ailenin önceliğidir evladını okutabilmek. Bizler, sosyal adaletin sağlanmasında en önemli hattın eğitim olduğunu, eğitimde eşitlik olduğunu bilen insanlarız. Eğitimin, cumhuriyet değerlerinin yaşatılmasındaki temel rolünü de hep birlikte yaşayarak büyüdük. Elbette sorunlar vardı. Daha iyisi yapılabilirdi.

Ama hiçbir zaman eğitim, bugünkü kadar, -Suat Bey’in de tek tek ifade ettiği gibi- yapısal sorunlarla karşı karşıya olmamıştı. Çünkü bu tek başına bir başarısızlık olamaz. Bu tek başına bütçeyi iyi yönetememek olamaz. Sürecin bu şekilde olması, sadece siyasi öncelikleri üzerinden de olamaz. Ben, ne yazık ki dönem dönem, belli hatlarında, belli yönetici kulvarlarında kasıt arıyorum artık. Niye kasıt aradığımı biraz sonra bir kısım örneklerle de sizinle paylaşacağım.

Bugün hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun, tüm vatandaşlarımızın ortak kanaati ve kararı, Türkiye’nin en önemli ve ne yazık ki çözüme bir türlü kavuşturulamayan ve kavuşturulamayacaklarına inandıkları en büyük sorun, eğitim sorunudur. Ve hiç değişmedi bu. En az 15-16 yıldır siyasi anketlere dikkatle bakan birisiyim. Kesinlikle ve kesinlikle başka alanlarda zikzaklar olmuştur, inişler, çıkışlar olmuştur bugünkü iktidarla ilgili, ama 15-16 yılını sağlam takip eden birisi olarak, eğitimdeki başarısızlığı bu ülkenin yurttaşları büyük oranda onaylıyor ve tescilliyor.

‘Ülkemizin geleceği eğitim’ diyoruz. Ama eğitimdeki başarısızlığı da tescilliyoruz. O zaman işte biz, CHP’liler olarak, kendimizi sorgulamalıyız. Bu kadar temel bir sorunu kabul eden halkımızın oylarını alıp, bu kadar ön planda eğitimi tutan bir siyasi aklın sahibi olarak niçin iktidar olamadık? İşte onun için Türkiye’nin geleceği için, iktidar olmak ve bu konulardaki adımları atmak, aslında hep birbirini bağlayan, birbirini takip eden kuvvetli analizler ve adımlar.

Bu yönüyle eğitim sistemi ve müfredatı boyutuyla, fiziki ve maddi koşullar boyutuyla, öğretmen boyutuyla, sürekli değişen Milli Eğitim bakanları ve bakanların zihniyetlerinde, kalitesinde görülen sorunlar boyutuyla, akla gelebilecek bütün boyutlarıyla eğitim bir sorunlar yumağı. Bütün gençlerimizi, geleceklerini yurt dışında aramaya sevk eden sebeplerin başında eğitimin kalitesinin, dünya standartlarından uzaklaşması ve kamusal hayatta eğitim ve liyakat arasındaki ilişkinin net olarak bozulması geliyor.

Ağır ekonomik koşullar, çalışma hayatındaki güvencesizlik, mülakat gibi… ‘Mülakat gibi mülakat! Müthiş bir kavram. ‘Mülakat gibi mülakat!’ Yani aslında bu laf bile, geriye dönük 22 yıl mülakat gibi mülakat olmayan mülakatların yapılması anlamına geliyor. Çok acı bir durum. Mülakat gibi mülakat!

İşte tam da bu yönüyle partizanca uygulanan yöntemlerin etkisiyle çocuklarımız, şöyle bir duyguya sahip olmaya başladı: Okuyacağım da ne olacak! En tehlikeli şey bu. ‘Ne yaparsam yapayım, benim kaderim değişmez’ diyor. ‘Çalışırsam da olmaz’ diyor. ‘Okursam da olmaz’ diyor. Sorunun temeli burada başlıyor. İşte her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının sorgulaması ve her yöneticinin kendini sorumlu hissetmesi gereken tablo bu. Bu ağır tabloyu yaratan zihniyet, maalesef eğitimi bütçe ayırmaya değecek bir alan olarak da görmüyor.

Bu tablo, gerçekten utanç verici. Hani bu kadar eğitimi önemsiyoruz, bu kadar eğitim için çırpınıyoruz, paralanıyoruz aileler, çoluk-çocuk, gençler ve bu durumdayız. Utanç verici yani. İktidar, aslında net bir tercih yapıyor. Bunu bilelim. O tercih, eğitimi öncelikli bir önemde görmemektedir. Bu tercihi yapmazsak, çözümü de aralayamayız, milletimize de bunu doğru dürüst anlatamayız. Eğitim, onlar için bir öncelik değil. Çok net.

Bu siyaset aklı için bir öncelik değil. Hele hele sistem değişimine doğru gittikleri o süreçten itibaren, bu tamamen devre dışı bırakılan bir alan. İktidar, net olarak şöyle bakıyor meseleye: ‘Günü kurtarmaya bakıyorum. Ülkenin geleceğiyle ilgili değilim kardeşim’. Tabi bu aslında, ‘önümüzdeki seçimi düşünüyorum, gerisi benim için teferruat’ anlayışı. Bana bir mevzu getirdiklerinde, bir sorun getirdiklerinde diyorum ki, ‘Ben, sonuç odaklı bakıyorum; onlar seçim odaklı bakıyor.’ Sonuç ve seçim. ‘Bir sorunun sonucunu bulmalıyız. Onu çözmeliyiz’ diye bakıyoruz.

Onlar, seçim diye bakıyor. Seçim için her yol mubah. Yani o koltukta kalmak nasıl bir şeymiş? Onun sahibi olduğunu düşünmek, maddi-manevi sahibi olduğunu düşünmek, Türkiye’nin bütün gelirlerinin sahibi olduğunu düşünmek mesela… Ya da bu şehrin bütün rantın sahibi olmayı düşünmek. Bu nasıl bir duygudur yani? Bu nasıl bir anlayış? Nasıl bu zihne gelebilir bir insan, yakın çevresiyle beraber bir avuç insan. Düşünemiyor bile insan.

O bakımdan gerçekten eğitimde yaşanan çöküşü, mutlaka bu yönüyle ele almalıyız. Net olarak bilmeliyiz ki, bu çöküşün çocuklarımız üzerindeki tahribatı çok büyüktür. PİSA verilerine göre, Türkiye’de yaşamından memnun olmayan 15 yaşındaki öğrencilerin oranı, 2018’de, daha dün, yüzde 34 iken, 2022’de yüzde 44’e yükselmiş durumda. Son iki yılı da siz varın düşünün. Ve umutsuzluğu ben, çocukların gözlerinde görüyorum. Ben okulları geziyorum. Çocukların sokakta bizi gördüğünde, sorunları bizi bize ifade ediş biçimini, dertleniş biçimlerini gördüğümde, sanki karşımda 40 yaşında, 50 yaşında bir insan var.

Şaşkınım. Yahu o yaştaki çocukları, ilkokul veya ortaokul yaşındaki çocukları, biz bu sorunları yumağının içine nasıl sokarız? Yazık değil mi? Okul öncesi eğitime katılım, Avrupa Birliği’nde yüzde 93’ken, ülkemizde bu oran yüzde 50’nin altında. 20-24 yaş istihdam grubunda herhangi bir eğitim programında yer almayan gençlerin ilgili yaş grubundaki toplam genç sayısına oranı, Türkiye’de yüzde 33, OECD ortalaması ise yüzde 14. Yani neredeyse üç misline denk geliyor. Gençlerimizin vay haline! Vay ülkemizin geleceğine!

Bir başka deyişle; 20-24 yaş grubundaki her üç gencimizden biri, ifade edildiği gibi ne eğitimde ne iş yaşamında; yolunu bilmiyor, bir kılavuzu yok. Ve en çok bu alanı hedefliyoruz şehrimizde. Onun için 29 noktada Bölgesel İstihdam Ofisleri açtık. Onun için yüzlerce elemanımızla, onlara çok profesyonel hizmetler sunuyoruz. Onun için 500 binin üzerinde CV birikiyor dönem dönem elimizde. Onun için Enstitü İstanbul İSMEK üzerinden, onlara tanımlı iş imkanı sağlayarak, gelen taleplerden insanları mesleki gruplarına göre eğiterek iş bulmalarına fırsat yaratıyoruz.

Yani sertifikalı bireyler haline getirme çabası içerisindeyiz. Aksi takdirde, kesinlikle o gençlerimiz boş bakıyorlar dünyaya. Bilmiyorlar ne yapacaklarını. Ve biliniz ki, ‘genç Türkiye’ diye anlattığımız ya da nüfus yaş ortalamasına baktığımızda genç Türkiye olarak övündüğümüz o gençlikte zirveyi gördük. Artık yaşlanan bir yere doğru iniyoruz. Yaşlanan bir Türkiye’yiz artık. Bu da bir realite. Bu korkunç ifadeleri sizlerle paylaşırken, bunlar bir yanıyla Türkiye’nin gerçeği.

Eğitimin ve ülkenin geldiği bu noktada, meselenin özü de ‘her şeyi ben bilirim’ yönteminin, aklının sonucu. Yoksa burada da çok kıymetli akademisyenlerimiz var. Yani ülkemizin insanına emanet et kendini, sırtını onlara yasla ve ülkeye güler yüzle bak; başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok. Yani kuralları ve kurumları sağlıklı hale getirdiğiniz bir ülkede, vatandaşınıza yüzü dönük bir sistemi var ettiğinizde, onları işine kattığınızda her sorunu çözebileceğiniz gibi, elbette bu alandaki bütün sorunları da çözebiliriz.

Tabii bu akıl için ifade ettiğim metot çok büyük rol oynuyor. İktidarda kalma, onlar için tek bakış açısı ve tek hedef. 15 yaşındaki çocuklara ve en güzel çağlarındaki gençlerimize yaşattıkları bu derin mutsuzluk ve umutsuzluk, onların umurunda değil. Onların tek bakış açısı, o partizan zihniyetlerin zehirlediği o akılların açıkçası tek bakış açısı; iyi bir şeye nasıl engel oluruz mesela? Yani ‘CHP seçim kazandı, onları nasıl zapt edebiliriz?’ Hatta nasıl alıkoyabiliriz? Nasıl çalıştırmaz hale getirebiliriz? Ya da nasıl kreşleri kapatabiliriz? Onların baktığı şey bu.

CHP’li belediyelerin kreş açmak için gösterdiği çabadan, kreşlerde sunulan o kaliteli bakım ve eğitim faaliyetlerine, milletimizin gösterdiği o takdir ve teveccühten rahatsız oluyorlar. Yahu insan rahatsız olur mu bundan? Tam aksine; ben iyi bir sistem görsem, buradaki herhangi bir belediye başkanımız, ister belde olsun, ister ilçe olsun, ister başka bir boyutta olsun, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak onu alırım, onu uygularım, daha iyisini nasıl yaparım, onun çabasını gösteririm. Yani ülke adına, millet adına, yöneticilik erdemi budur.

Bunu kıskanıp, bunu kapatmak akıl alır gibi bir şey değil yani. Ben okullara çok ilgili alakalı bir insanım. Her gittiğimde, memleketimde ve okuduğum okulların içine girerim, bahçesinde dolaşırım kendimi daha güçlü hissetmek adına. Beylikdüzü Belediye Başkanı olduğum yıl, hemen okulları gezdim. Çünkü seçim kampanyası da demiştim. ‘Ben anahtarlarınızı alacağım, size pırıl pırıl okullarınızı Eylül’ün başında teslim edeceğim’. Böyle söylemiştim, öyle başladım. Tabii bu büyüdükçe büyüdü. Okullar çok memnun. Müdürler memnun. Okul aile birlikleri mutlu. Bir tek devlet okulunu bile dışarıda bırakmadan bunu yaptım.

Tabi akılları 3-4 sene sonra başlarına geliyor. Bir tane partizan bir milli eğitim yöneticisi, kıyameti koparıyor. İlçe başkanları seferber. Bir ihbar. Bu ara biz başlamışız. Okullardan anahtarlarını almışız. Taşeronlarımız çalışıyor. Bir sabah bir ihbar. Hiçbir kimse, yani taşeronlarımız okullara giremiyor. Niye? Okullar kilitli. Nasıl kitli? Kapatıp gittiler anahtarı aldılar. Ayıp. Bu taşeronlar okula giremez. Neymiş? İstanbul Büyükşehir Belediyesi yapacakmış, Beylikdüzü Belediyesi yapamazmış. Bak sen! Öyle sinirlendim ki. Şoföre ‘sür’ dedim.

Yakuplu’da bir ortaokula gittim. Kapıyı kilitlemiş, beni de görmüş okul müdürü, arka kapıdan kaçıyor. Kapı kilitli. Kapının kapısında bekleyen boyacılar, tesisatçılar falan filan. Okulda kimse yok. Kapıda ödemeler. Onlar da böyle bakıyorlar yani. Niye okul kilitlenir? Bunları yaşadık. Hani zannediyorlar Ekrem İmamoğlu bunları uyduruyor. Bunların yüzlercesi var. Trajikomik işler. Ne olacak yani? Ne olacak? ‘İstanbul Büyükşehir Belediyesi yapacak.’ Hani onların partisinden ya! Tabii okullar sefillik içinde. Okullar açıldı, hala okullarda boyacılar, bilmem neler. Ne oldu? 7-8 ay sonra, biz olduk Belediye Başkanı İstanbul’da. Ne oldu yani?

‘Buradan siyasi nema çıkartırım’ kafası, gerçekten hastalıklı bir kafa. O hastalıklı kafa yeni değil yani. Yaşıyoruz; hala yaşıyorsunuz, biliyorum. O bakımdan oy kaygısı yüzünden, çocukların, anne-babaların mutluluklarından rahatsız olmak, nasıl bir şeydir yani? İşte bu akıl, artık zamanıdır arkadaşlar, çok çalışacağız, onların koltuklarıyla vedalaşmalarını biz sağlayacağız. Bunları yollayacağız oradan. Başka yolu yok bu işin yani. Onun için işinizi önemseyin.

Tek kreşi yoktu İBB’nin, şu anda 105 kreşimiz var. Kreşlerimizin her biri, yapısal olarak örnek yapılardır. Bahçesi, içi, dizaynı, çalışma biçimi vesaire, müfredatı… İnşallah 150’ye hızlıca gelmek üzereyiz. 30’un üzerinde şu an inşaatı devam eden kreşimiz var. Bizim açtıklarımız yani Ekrem İmamoğlu’nun kreşi değil ki; kamunun kreşi, milletin kreşi, vatandaşın kreşi. Yine İBB bu hizmete devam edecek. Bunu görmüyorlar. Hatta seçimden önce, acaba milleti kandırır mıyız diye demek ki, ‘Her mahalleye bir kreş’ diyorlar.

Yani biz Anne Kart verirken, onların, ‘Biz Baba Kart vereceğiz’ demesi gibi yani! 2019’da, ‘Kimin parasını kime veriyorsun’ dediler. Bak; nereden nereye veriliyor? Şimdi Baba Kart vereceğiz, diyorlar. Dedim ya her yol mubah! Ve kötülemeye çalışıyorlar. ‘Bugün saat 15.00’e kadar kreşlerin sayısını bize bildirin!’ Sanki suç deliliymiş gibi yani. Arayış bu. Yani biz de onları karartacağız yani! 105 ya, azaltacağız onları, 15 yazacağız falan yani. Kafaya bakar mısın? Zaten hepsi orada; uçmaz, kaçmaz yani.

Hep söyledim, söyleyeceğim; partizanlığı söküp atacaksınız kurumlarınızdan sevgili belediye başkanlarımız. Sevgili kurum yöneticileri, partizanlık bu ülkenin zehridir. Bu ülkeyi birbirine düşüren akıldır. Bu milleti birbirine düşüren akıldır. Partizanlığı söküp atacaksınız. Benim ruhumda yok. Nasıl olsun? Ailemde on çeşit siyasi görüş var çocukluğumdan beri. Partizanlık yaparsam, o zaman benim ailemi reddetmem lazım yani. Öyle bir şey yok.

“Milletin parasını, millet için kullanırız”

Onun için herkesin kurumundan söküp atması lazım. O nedenle şunu söyleyeyim. Şeffaf ve liyakatli alım, eğitimde olduğu gibi, her alanda da çok titizlikle yönettiğimiz bir sahadır. Ve biz, bu konuda ciddi bir şikayetle hiç karşı karşıya kalmadık. Kreşlerde, çocuklara yönelik hiçbir siyasi telkin yapılmaz, yapılamaz. Açtığımız kreş vesilesiyle, hiç kimse rant elde edemez. Milletin parasını, doğrudan milletin ihtiyaçları için kullanırız.

Araya hiçbir kirli eli sokmayız. Sadece onların açamadığı kreşleri biz açıyoruz diye, ortalığı işte bu yönüyle karıştırmıyorlar. Bizim standartlarımıza sahip kreşleri açıkçası onların asla açamayacaklarını vatandaşlar hissettiği için, gördüğü için telaşlanıyorlar. Onlar da biliyor açamayacaklarını. Çünkü o partizan akıldan sıyrılamayacaklar. Objektif davranamayacaklar. Demokrat olamayacaklar. Onu görüyorlar. ‘Biz bunu yapamayız’ diyorlar; onun için en iyisi kapatalım. Kısa yol. Onun için telaştalar.

Kreşlerle uğraşanların ekonomiyi iyi yönetme, vatandaşın refahını sağlama görevleri olduğunun onlara hatırlatılması lazım. Bu görevlerini de yerine getirmedikleri için, eğitim maliyetleri ne yazık ki ailelerin üzerine daha büyük yük olarak geldikçe geliyor. Örneğin; İstanbul’da ilkokula başlayacak bir öğrencinin, İPA’nın raporlarına göre, kırtasiye alışverişlerinin maliyeti, önceki seneye göre yüzde 71,9 artmış.

Yani bu senenin kırtasiye çantası, bir çocuğun geçen seneye göre yüzde 71,9 daha pahalı. Ve kırtasiye sepetinde bulunması gereken 16 temel ürünün dördünde -özellikle dikkat çeksin diye arkadaşlarımız koymuş- yıllık fiyat artışı ise yüzde 100’ün üzerinde. Eğitim ihtiyaçları ve kırtasiye, kıyafetle de bitmiyor. Aynı zamanda hep konuştuğumuz okul beslenmesi, ulaşım masrafları da bel büken diğer öncelikler. Bütün bu yaşanan büyük fiyat artışları, dar gelirli vatandaşlarımızın hayata dair umutsuzluklarının en büyük sebebi.

Örneğin; bizden önce İBB’de bu yönleriyle katkı sunma kalemlerinin çok çok üstüne çıktığımız bir dönem yaşatıyoruz. Her alanda. Kız çocukları okusun diye desteğimiz var. Öyle bir istatistik var ki, İstanbul’un nüfusuyla çarptığınızda, burada bulunan bazı ilçe belediyelerimizin nüfusu kadar yapıyor. Nasıl bırakırız biz bir kız çocuğumuzu evinde ya da sokakta, okul okumada? Çatlarım hırsımdan. Bir kızımız okuyamayacak! O kız çocuğum için deli olurum. Öyle bir şey yok. Okutacağız yani. Onun için bu konuda etkin çalışıyoruz.

Bizden önce İBB’nin bir kreşi yoktu, sıfırdı. Birçok sıfırı devraldık, onu söyleyeyim. Bir öğrenciyi yatıracak yurdu yoktu. Bugün; 8’i kız, 6’sı erkek, 14 öğrenci yurdumuz var. Şehrin göbeğinde inşaatları devam eden de yurtlarımız var. Bugün itibarıyla da 5 bin 819 üniversite öğrencimiz bizim yurtlarımızda. Öyle hikayeleri dinliyorum ki yurtlara gittiğimde. ‘Bu yurt olmasaydı, beni ailem okula yollamayacaktı!’ Ve bunu söyleyenlerin tamamı kızlar.

2023 yılında arttırdığımız sayıyla, 100 bin üniversite öğrencisine üniversite desteği veriyoruz. Tam 1,5 milyar lira biz bu sene üniversite öğrencilerine destek veriyoruz. 83 bin ilk ve ortaöğretim öğrencisine maddi eğitim desteği veriyor. Bunların hepsi sosyal incelemeden geçen öğrencilerimiz. 43 bin öğrenciye, uzun süre, bir yılını destekleyecek seviyede, eğitim seti desteği veriyoruz.

Eğitim alanında merkezi yönetimle iş birliğini güçlendirmeyi, böylece kaynakların etkin kullanımını ve eğitim sisteminin demokratikleşmesini amaçlıyoruz. Bu paragraf, bu hükümetle uyumlu bir paragraf değil. Ama olmasını istiyoruz. Ben hep hatırlatıyorum onlara. Senin bakanlığın senin değil, benim de bakanlığım. Milletin bakanlığı. Belediye senin, benim değil; milletin belediyesi. Onun için bazen diyorum, ‘Çağır geleyim kardeşim.’ Hangi bakan olursa olsun, giderim.

Kim olursa olsun, koşa koşa giderim. Çünkü, ben oraya İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, 16 milyon insanın temsilci olarak gidiyorum. Ama onların bir kısmı çağıramaz. Onlar, bir kişinin temsilcisi. Benden farkı bu. Ben zengin adamım. Ben, 16 milyon insanın temsilcisiyim. Bazıları çağıramıyor. Çağıranlara da minnet duygularımı iletiyorum. Görevlerini yapıyorlar, ama minnet duygularımı iletiyorum. Görevlerini yapıyorlar. Teşekkür ederim yani. Doğru olanın bu olduğunu hatırlatmak lazım.

Okulların temizliği meselesinde, sanki yerel yönetimle merkezi yönetim arasında bir rekabet varmış gibi bir algı! Ne alakası var? Yani Cumhuriyet Halk Partisi’ni engelleme! Yahu daha çok zarar görüyorsun siyaseten. Onu görmüyor mu oradaki okul aile birliğindeki yöneticiler veya veliler, şunlar, bunlar. Ne alakası var? Belediye de senin kardeşim. Gel destek iste. Bak ne oldu? Gittin okulların kapılarını kapattın, ‘büyükşehir yapacak’ falan filan dedi. Ne oldu? Kıyıda köşede bir ilçenin belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu.

Yani bunu yaparsan, daha kötüsü olur. Uyarıyorum yani. Gerçekten Türkiye’nin bu zihniyetten kurtulması lazım. Eğitimde sorunların ortak akılla, demokratik katılım süreçleriyle, partiler üstü bir yaklaşımla çözülebileceğinin kabul edilmesi lazım. Zihniyetin değişimine ihtiyaç var. Biz CHP’liler olarak, eğitim meselesine azami düzeyde önem göstereceğiz. Eğitimcilere sahip çıkacağız. Ve hiçbir zaman bu kararlılığımızdan bir adım bile geri adım atmayacağız. Bu bizim temel meselemizdir.

Cumhuriyetin ilk dönemi, gerçekten eğitim anlamında muazzam bir devrim dönemidir. Bu devrimin özü, cumhuriyetin kuruluş ilkelerinin de karakterini gösteren tek şey, muazzam bir aslında dönemi başlattı ve yurttaşların eşit bir biçimde eğitimden yararlanmasını ve temel hak haline getirilmesi mücadelesini başlatmıştır. Bunun için fiziki koşullar ve kültürel atmosfer oluşturulmuştur o dönemde. Tam da işte o Cumhuriyet aydınlanmasını, o aydınlanmanın taşıdığı o evrensel değerleri içselleştirilmiş, eşit ve özgür bireylerden oluşan, öz güvenli bir toplum olabilmek. O yolda öğretmenler ve eğitimcilerin varlığı çok önemli.

Öz güvenli bir eğitim. Asla aldatılmayacak insanlar. Ne aldanacak ne aldatacak. Nasıl olur? Öz güvenle olur. Ben bazen dinliyorum. ‘Bizi kurtarın!’ Millet, kendini kurtaracak. Nasıl? Kendine güvenecek. Ben güveniyorum kardeşim. Pazarcıya gidiyorum. O tezgahtan kazanıyor, 10 tane nüfusa bakıyor. ‘Senden daha büyük ekonomist var mı’ diyorum? Bakma öyle kendine ekonomist diyenlere! Ekonomist sensin; emeğinle, alın terinle. Onun için bu memleketin her bireyinin kendine güvendiği bir psikolojik ortam, bu milleti ayağa kaldırır.

Biz, Cumhuriyet eğitimi almış bir milletiz. Başka milletlere benzemeyiz. Cumhuriyet, bizim okulumuzdur. Bizler, o okulda eşit ve onurlu olmayı öğrendik. ‘Allah razı olsun cumhuriyetten’ derim. ‘Allah razı olsun öğretmenimden’ derim. İşte biz, bugünün eğitiminde topluma, bütün bireylerine, doğusuna, batısına, Hakkari’sine, İstanbul’una, Artvin’ine, Muğla’sına, Diyarbakır’ına, Trabzon’una, Sinop’undan Kastamonu’suna, Ankara’sına, İstanbul’da Bağcılar’dan Şişli’ye, Silivri’den Şile’ye Tuzla’dan Üsküdar’a her bir ilçesinde, her bir ilçesinde çocuklarımızın kendisini diğer çocuklarla eşit hissetmesini sağladığımız an, ben Cumhuriyet’e layık bir belediye başkanı olabilirim.

İşte bunu, bütün ülkede yapmalıyız. Niye yapmalıyız? Mustafa Kemal Atatürk’ten öğrendiğimiz gibi; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bireyler olmak için ve toplumun öyle bireyleri yetiştirmesi için yapmalıyız. Kendimize ve birbirimize ve milletimize lütfen güvenelim. İş birliğimizi yüksek tutalım. Boş konuların zihnimize girmesini sağlamayalım. İşimiz bu. İşimiz; toplum, millet.”

Paylaşın