DEVA Lideri Babacan’dan “Suriye” İçin Dörtlü Masa Önerisi

Suriye’deki gelişmelere ilişkin konuşan DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “Türkiye, İran, Amerika, Rusya’nın bir masada oturup beraberce çalışması gerekiyor ama aynı zamanda Suriye içerisindeki farklı grupların, farklı yapıların da bu sürecin içerisine şöyle ya da böyle katılması gerekiyor” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, haberler.com’a konuştu. Ali Babacan’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle:

“ABD’nin mevcut ya da gelecek yönetiminin PYD, YPG gibi derdi olduğunu düşünmüyorum. Onların derdi Ruslar buradalar, Suriye’yi Ruslara bırakmayalım, dengeli varlığımız olsun. İkincisi, İran üzerinden Suriye ve Lübnan’a uzanan Şii hilali etki altındakileri silahlı unsurlarla durduralım, engelleyelim, zorlaştıralım. Üç: Bu işten İsrail’in çıkarı gereği şunu, bunu yapalım. ABD derdi bu. Kendi askerlerinin canını tehlikeye atmadan başka silahlı unsurları kullanarak iş yapıyor Suriye’de. İşine ne geliyorsa onu yapıyor, işine kim geliyorsa onu kullanıyor.

Son bir haftadır olan gelişmeler Suriye rejimini nihayetinde masaya çekebilir. Burada amaç rejimi yıkmak mı, yoksa sıkıştırıp masaya oturtmak mı? Şu anda aslında Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin de vermesi gereken çok önemli bir karar bu. Yani yıkalım bu rejimi, sonrasına bakarız mı? Yoksa rejimi sıkıştırıp, masaya oturtup, nihai bir siyasi çözüm olmasını sağlamak mı? İki tane büyük tercih var. Umarım ki bu iki tercih arasında bizim hükümet yanlış yollara sapmaz.

“Türkiye, İran, Amerika, Rusya’nın bir masada oturup…”

 Türkiye’nin ve İran’ın içinde olduğu ama aynı zamanda maalesef uzaktan ya da yakından gelip Suriye’ye müdahil olan Amerika ve Rusya’yla da mutlaka konuşuyor olmak gerekiyor. Türkiye, İran, Amerika, Rusya’nın bir masada oturup beraberce çalışması gerekiyor ama aynı zamanda Suriye içerisindeki farklı grupların, farklı yapıların da bu sürecin içerisine şöyle ya da böyle katılması gerekiyor.

Bizim görmek istediğimiz Suriye toprak bütünlüğü olan, Suriye’de yaşayan tüm insanların temel hak ve özgürlüklerin yaşandığı, çoğulcu demokrasi ile Suriye halkının yönetime arzularının, iradelerinin yansıdığı bir Suriye. Biliyorsunuz Suriye’de etnik çeşitlilik, farklı dinler, mezhepler var. Bütün çeşitliliğin yansıtıldığı yönetim sistemi olmadı.

Suriye’de azınlığın çoğunluğa tahkim edildiği rejim var. Onların da haklarını gözetecek bir Suriye’yi hedeflemek gerekiyor. Böyle baktığımızda o hedefe ulaşmak için öncelikle iç diyalog sürecine ihtiyaç var. Önce insan dememiz gerekiyor. Yeni bir göç dalgasının, insanlık trajedisinin olmaması gerekiyor. Suriye’nin nihai çözümünde mutlaka doğal kaynakların adil paylaşıldığı bir hedefi de ortaya koymak gerekiyor.”

Paylaşın

ABD’nin Desteklediği SDG Deyr Ez Zor’u Ele Geçirdi

İç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana birkaç kez el değiştiren Deyr-ez Zor, ABD’nin desteklediği ve omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolüne geçti.

SDG’nin başında bulunan Mazlum Abdi, kendisine bağlı güçlerin, özellikle Halep’te yaşayan Kürtler’i korumak için, Heyet Tahrir el Şam ile “iletişim kanallarına” sahip olduğunu söyledi.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) desteklediği ve omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin Suriye’nin doğusunda Deyr ez Zor’u ve Irak’la ana sınır kapısının kontrolünü ele geçirdiği bildirildi. SDF bu iki hamleyle Suriye’nin doğusundaki geniş çöllük alanda kontrolü almış oldu.

Suriye’nin doğusundaki iki güvenlik kaynağı Cuma günü öğleden sonra itibariyle, Suriye Demokratik Güçleri’nin Deyr-ez Zor kentinin kontrolünü tamamen ele geçirdiğini söyledi. Deyr ez Zor, bir hafta içinde Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esat’ın kontrolünden çıkan üçüncü kent oldu.

Kentte irtibatı bulunan Deyr Ez Zor d24 adlı medya platformundan aktivist Ömer Ebu Leyla Reuters’a Suriye hükümeti güçlerinin ve İran’ın desteklediği savaşçıların, Deyr Ez Zor’dan çekildiğini ve Suriye Demokratik Güçleri’nin girdiğini söyledi.

Bu gelişmeden kısa bir süre sonra da, Suriye ordusundan iki kaynak Reuters’a yaptığı açıklamada, Suriye Demokratik Güçleri’nin Suriye ile Irak arasındaki sınır kapısı Ebu Kemal kapısını ele geçirdiğini belirtti.

Deyr ez Zor kenti Suriye’de Beşar Esat karşıtı gösterilerin ardından iç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana birkaç kez el değiştirdi. Kent IŞİD tarafından 2014’te ele geçirilmeden önce ilk olarak isyancıların eline geçmişti. Tahran yanlısı Iraklı grupların desteklediği Suriye ordusu 2017 yılında kenti yeniden ele geçirmişti.

Suriye Demokratik Güçleri’nin ilerleyişi, daha önce El Kaide ile bağlantılı olan Heyet Tahrir el-Şam’ın liderliğindeki isyancı grupların Cuma günü Humus kenti kapılarına dayandığı bir zamana rastladı. İsyancı gruplar geçen hafta Halep ve Hama kentlerini ele geçirmiş ve son yıllarda Beşar Esat’a yönelik en ağır darbeyi vurmuştu.

Mazlum Abdi: Kendimizi savunuruz

Suriye Demokratik Güçleri’nin başında bulunan Mazlum Abdi Cuma günü Haseke kentinde düzenlediği basın toplantısında kendisine bağlı güçlerin, özellikle Halep’te yaşayan Kürtler’i korumak için, Heyet Tahrir el Şam ile “iletişim kanallarına” sahip olduğunu söyledi.

Suriye Demokratik Güçleri’nin HTŞ ile çatışmadığını ancak saldırı hedefi olması halinde kendisini savunacağını belirten Mazlum Abdi, kendi kontrolleri altında bulunan bölgelerin korunması için ABD ve Rusya ile temasta olduklarını belirtti.

Suriye Demokratik Güçleri’nin ana omurgasını Halk Savunma Birlikleri (YPG) oluşturuyor. Bu grup içinde yerel bazı Arap unsurlar da bulunuyor. Türkiye YPG’yi ABD’nin de terör örgütü listesinde bulunan PKK’nın Suriye kolu olarak görüyor. Washington ise Suriye Demokratik Güçleri’nin IŞİD’le mücadelede önemli bir ortak olduğunu belirtiyor.

Suriye Demokratik Güçleri daha önce Suriye hükümeti güçleri ve ona yakın Tahran destekli Iraklı savaşçılarla çatışmıştı. Mazlum Abdi, hükümet güçlerinin isyancıların saldırısı karşısında bu kadar hızlı bir şekilde çökmesine şaşırdığını söyledi.

Mazlum Abdi Şubat ayında Reuters’a, İran yanlısı grupların sorumlu tutulduğu ve SDG’den altı savaşçının öldüğü insansız hava araçlı saldırının ardından, Suriye’nin kuzeydoğusuna takviye hava savunmalarının yerleştirilmesi gerektiğini söylemişti.

Paylaşın

Avrupa Konseyi’nden Türkiye’ye Osman Kavala İçin “Dostane Çözüm” Çağrısı

Avrupa Konseyi, Osman Kavala’nın “derhal serbest bırakılması” yönündeki AİHM hükmünün uygulanması ve Osman Kavala’nın Anayasa Mahkemesine (AYM) yaptığı bireysel başvuruların ivedilikle incelenip karara bağlanması çağrılarını bir kez daha yineledi.

Gezi Parkı Davası kapsamında tutuklu yargılanan iş insanı Osman Kavala 25 Nisan 2022 yılında “Türkiye Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmişti. Kavala’nın cezası 28 Eylül 2023’te Yargıtay 3. Ceza Dairesi, tarafından onanmıştı.

DW Türkçe’den Kayhan Karaca’nın haberine göre; Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından açıklanan hak ihlali kararının uygulanma süreci bu hafta Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından Strasbourg’da bir kez daha ele alındı. Komite, Osman Kavala’nın “derhal serbest bırakılması” yönündeki AİHM hükmünün uygulanması ve Kavala’nın Anayasa Mahkemesine (AYM) yaptığı bireysel başvuruların ivedilikle incelenip karara bağlanması çağrılarını bir kez daha yineledi.

Bakanlar Komitesi, bugün açıkladığı kararında, Osman Kavala dosyasıyla ilgili olarak Avrupa Konseyi ile Türk hükümeti arasında son aylarda yürütülen üst düzey teknik diyaloğun “memnuniyet verici” olduğunu, son görüşmenin Ankara’da 24 Ekim 2024 tarihinde gerçekleştiğini ve bu görüşmeye katılan Avrupa Konseyi heyetinin Kavala’yı cezaevinde ziyaret ettiğini bildirdi. Komite Ankara’ya “yapıcı” olarak tanımladığı bu yaklaşımı ve Avrupa Konseyi sekretaryası ile “üst düzey teknik diyaloğu” sürdürmesi çağrısında bulundu.

Kararda, Avrupa Konseyi’nin, Ankara ile yürüttüğü teknik diyalog sürecinde, Kavala’nın AİHM kararları temelinde Türkiye’de yeniden yargılanıp beraat etmesini ve yeniden yargı sürecinde geçici serbest bırakılmasını usulen sağlayacak üç temel yöntem tespit ettiği kaydedildi.

İlk yöntem olarak, Kavala tarafından AYM’ye yapılan iki bireysel başvurudan birinde ihlal kararı verilip dosyanın Ağır Ceza Mahkemesine geri gönderilmesi ve Ağır Ceza’nın Kavala’nın tutuksuz yargılanmasına karar vermesi gösteriliyor. Ancak AYM’nin iş yükü nedeniyle Osman Kavala’nın başvurularını ne zaman karara bağlayacağı bilinmiyor.

İkinci yöntem, AİHM gündemine bu yıl 18 Ocak’ta taşınmış ikinci Osman Kavala davasıyla bağlantılı. AİHM’nin bu davada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6’ncı maddesinin ihlaline hükmetmesi halinde, Türkiye’de Ceza Muhakemesi Kanunu’nda Hükümlü Lehine Yargılamanın Yenilenmesini düzenleyen 311’inci maddenin işletilebileceği ve yeniden yargı sürecinde Ağır Ceza Mahkemesi’nin Kavala’nın tutuksuz yargılanmasına karar verebileceği belirtiliyor.

Söz konusu maddenin “f” şıkkı, “Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, AİHM’nin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması veya ceza hükmü aleyhine AİHM’ye yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir” ifadelerini içeriyor.

Üçüncü yöntem ise şu an AİHM tarafından görülmekte olan ikinci Kavala davasında Ankara ile Kavala’nın “Dostane Çözüm” adı verilen formülde uzlaşması. Kavala dosyasında bu formülü en hızlı yol olarak gören Avrupa Konseyi Sekretaryası, bugün açıkladığı kararında, Türk hükümetine AİHM gündemindeki ikinci Kavala kararında “dostane çözüm” formülünü “bütünüyle değerlendirme” önerisinde bulundu.

Ankara, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 39’uncu maddesinde yer alan dostane çözüm formülüne geçtiğimiz yıllarda birçok davada başvurmuştu. Bu uzlaşı formülü, bir yandan devlet hakkında AİHM’den ihlal kararı çıkmasını önlüyor, diğer yandan ve kimi durumlarda iç hukukta AİHM içtihatlarının uygulanmasını sağlayabiliyor. AİHM’de dostane çözüm formülüne ek olarak “Tek Taraflı Deklarasyon” uygulaması da bulunuyor. Bir devlet, sunduğu dostane çözüm önerisinin şartlarının davacı tarafından reddedilmesi halinde AİHM’ye başvurup başvurunun kayıttan düşürülmesini talep edebiliyor.

Osman Kavala’nın avukatları “Ortak Prosedür” istiyor

Osman Kavala’nın avukatları tarafından Avrupa Konseyi’ne iletilen tutum belgelerinde ise AİHM kararının hâlâ uygulanmıyor olmasının, Türkiye’deki insan hakları ve sivil toplum aktivistleri arasında “AİHM’ye başvuru, insan haklarının korunması için etken olmaktan çıkıyor” şeklinde giderek artan bir algı yaratmaya başladığına dikkat çekildi. Avukatlar, Bakanlar Komitesine gönderdikleri mesajda, AİHM kararı gereği Osman Kavala’nın ne zaman serbest bırakılacağı ve beraat ettirileceği konusunda Avrupa Konseyi’nin Ankara’dan net bir takvim talebinde bulunmasını istedi.

Avukatlar, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) tarafından 2023 yılında alınan bir karar temelinde, “ortak prosedür” adı verilen sürecin tetiklenmesi talebinde de bulundu. Bakanlar Komitesi, AKPM ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri olmak üzere üç aktörlü bu süreç, AİHM kararlarını uygulamayan bir devletle diyalog kurulması ve diyalog yoluyla Avrupa Konseyi ilkelerine uymasının sağlanmasını hedefliyor. Üçlü prosedür her üç aktör tarafından başlatılabiliyor. Bunun için Bakanlar Komitesinin üçte iki çoğunlukla, AKPM’nin oy verenlerin üçte iki, toplam üyelerinin ise üçte bir çoğunluğu ile karar vermesi gerekiyor. Genel Sekreter ise tek başına prosedürü tetikleyebiliyor.

AKPM bünyesinde bir grup parlamenter bu sürecin başlatılması için girişim başlattı. Konu hakkında AKPM’nin Ocak 2025’teki genel kurul toplantılarında bir karar alınabileceği belirtiliyor.

Paylaşın

Türkiye’de 4,7 Milyon Genç Ne Eğitimde Ne İşte

Türkiye’de 2023 yılı itibarıyla 15-29 yaş arasındaki 4,7 milyon genç, ne eğitim görüyor ne de bir işte çalışıyor. Ne eğitimde ne istihdamda olan genç erkeklerin oranı yüzde 15,5 iken, kadınlarda bu oran yüzde 36,4’e ulaşıyor.

Haber Merkezi / Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı Almanya’da yüzde 8,8, Fransa ve İspanya’da yüzde 12,3, İtalya’da ise yüzde 16,1 olarak kaydedildi. Türkiye ise bu oranlarla AB ortalamasının iki katından fazla bir genç nüfus sorunu yaşıyor.

İstanbul Planlama Ajansı (İPA) Başkanı Buğra Gökce, sosyal medya hesabında Türkiye’de yaşayan gençlerin durumuna ilişkin veriler açıkladı. Buğra Gökce, açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Eğitim sisteminin ve ekonominin acı sonucu: 4,7 milyon gencimiz ne eğitimde ne istihdamda!

2023 yılı verilerine göre 15-29 yaş arasında ne eğitimde ne istihdam olan 4,7 milyon genç var. Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerimizin nüfusu İzmir dahil 79 ilin nüfusundan büyük.

15-29 yaş aralığında ne eğitimde ne istihdamda olan erkeklerin oranı yüzde 15,5 iken kadınların oranı yüzde 36,4’e çıkıyor. Avrupada cinsiyet farkının en büyük olduğu ülke de Türkiye.

Türkiye’de ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı yüzde 25,8 iken, AB ortalaması sadece yüzde 11,2. Aynı oran İtalya’da yüzde 16,1, Fransa ve İspanya’da 12,3, Almanya’da ise sadece yüzde 8,8 olarak gerçekleşti.

Ne eğitimde ne istihdamda olan genç nüfusun bu derece yüksek olmasının önemli sebepleri var. Uygulanan eğitim politikaları sürekli değişiyor. Eğitimin niteliğinde yaşanan düşüş nedeniyle gençlerimiz hayata dezavantajlı atılıyor. Ekonomi politikalarındaki uygulamalar da gençlerimizin istihdam edilmesini, nitelikli ve güvenceli işler bulmasını engelliyor.

Yapılan araştırmalara göre de eğitime devam eden gençlerimizin en az yüzde 53’ü yurtdışında yaşamak istiyor. Yani uygulanan politikalar yüzünden gençlerimiz kendi vatanlarında hak ettikleri hayata kavuşamazken, yetişmiş gençlerimiz de yurt dışında yaşama hayali kuruyor, ülkemiz beyin göçü nedeniyle geleceğimiz olan gençlerimizi kaybediyor.

Gençlerimizi yeniden kazanmak, gençlerin hayallerine yakışan bir Türkiye kurmak zorundayız.”

Paylaşın

Erdoğan’dan “Beşar Esad” Açıklaması: Görüşelim Demiştik

Suriye’deki gelişmelere ilişkin konuşan Erdoğan, “Muhaliflerin bu yürüyüşü şu an itibarıyla devam ediyor. Temennimiz Suriye’deki bu yürüyüş devam etsin diyeceğim. Ama terör örgütleriyle birlikte oradaki direniş devam ederken bizim Esad’a bir çağrımız olmuştu gel görüşelim demiştik” dedi ve ekledi:

“Ne yazık ki Esad’dan bu işe olumlu cevap alamadık. Şu an itibarıyla İdlib’den sonra Hama Humus muhaliflerin elinde. Şam’a doğru bir ilerleyiş söz konusu. Bölgede devam eden sıkıntılı yürüyüşler arzu ettiğimiz şekilde değil gönlümüz bunları istemiyor.”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, cuma namazı sonrası gazetecilere açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle: “Şu an itibarıyla İdlib, Hama ve Humus, hedef tabii ki Şam. Muhaliflerin bu yürüyüşü şu an itibarıyla devam ediyor. Temennimiz Suriye’deki bu yürüyüş devam etsin diyeceğim. Ama terör örgütleriyle birlikte oradaki direniş devam ederken bizim Esad’a bir çağrımız olmuştu gel görüşelim demiştik.

Ne yazık ki Esad’dan bu işe olumlu cevap alamadık. Şu an itibarıyla İdlib’den sonra Hama Humus muhaliflerin elinde. Şam’a doğru bir ilerleyiş söz konusu. Bölgede devam eden sıkıntılı yürüyüşler arzu ettiğimiz şekilde değil gönlümüz bunları istemiyor. Bölge sıkıntıda dün Lübnan’dan yine Sayın Başbakan’dan haber aldım onunla da görüşeceğiz.

“İsrail’in bu vahşetini, soykırımını hesabını sormamız lazım”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararlar geliyor. Bunlar İsrail’i köşeye sıkıştırıyor. İsrail kendisi aleyhinde verilen kararların hepsinden sıyırdı. İnsanlık İsrail’i bu ihanetlerde yalnız bırakmayacak ve hesabını soracak. İsrail’in bu vahşetini, soykırımını hesabını sormamız lazım.”

Paylaşın

Bahçeli’den “Öcalan” Açıklaması: Çağrımın Arkasındayım

MHP Lideri Devlet Bahçeli, 3 grup toplantısının ardından yaptığı çağrıyı yinelediğini ve arkasında durduğunu söyledi. Bahçeli, “DEM’in Türkiye partisi olması yolunda adım atması beklentisini” dile getirdi.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 1 Ekim’de DEM Partililerin elini sıkmasıyla başlayan ve 22 Ekim’de grup toplantısında yaptığı ‘Abdullah Öcalan’ çağrısı ile devam eden sürecin adını “Huzur içinde terörsüz Türkiye” olarak açıkladı.

MHP lideri Devlet Bahçeli, Ekol TV’ye yaptığı açıklamada, Erdoğan’ın Meclis açılışında yaptığı konuşmaya dikkat çekerek, Erdoğan’ın o konuşmada, “Türkiye’nin ve 85 milyon vatandaşımızın menfaati söz konusu olduğunda siyasi rekabeti bir kenara bırakmamız gerekiyor”’ ifadelerini kullandığını hatırlattı.

Bahçeli, Cumhurbaşkanının bu ifadesinin ardından Cumhur İttifakı’nın parçası olarak harekete geçtiğini ve Erdoğan’ın Genel Kurul Salonu’ndan ayrılmasının hemen ardından DEM’lilerin sırasına yöneldiğini ve onlarla tokalaştığını anlattı.

Bahçeli, Türkiye’nin yakın çevresindeki kriz bölgelerine dikkat çekti ve bir kez daha böyle bir ortamda “toplumu ayrıştıran değil birleştiren” politikaların izlenmesi gerektiğini söyledi

Bahçeli, Öcalan çağrısı ile devam eden sürecin adı ile ilgili tartışmalara değindi ve sürece dair “Huzur içinde terörsüz Türkiye” adını telaffuz etti.

Devlet Bahçeli, Öcalan çağrısının siyaseten yapılmış bir çağrı olmadığını kaydetti ve bu nedenle 22 Ekim’deki grup toplantısının ardından yaptığı çağrının ardından 3 grup toplantısının ardından yaptığı çağrıyı yinelediğini ve arkasında durduğunu söyledi.

Devlet Bahçeli, çok konuşulan Öcalan çağrısını neden yaptığına da açıklık getirirken bir geometri örneği verdi. Bahçeli, “İki nokta arasındaki en kısa çizgi bir doğru parçasıdır. İmralı A noktasıysa, DEM B noktasıdır. Bu iki nokta arasında doğrudan irtibat sağlanmalı” yorumunu yaptı.

“DEM’in Türkiye partisi olması yolunda adım atması beklentisini” dile getiren Bahçeli, terör sorununun 40 yıldır devam ettiğini bunun artık sonlanması gerektiğini ifade etti.

Paylaşın

MEB’den Dikkat Çeken Karar: Okullarda Serbest Kıyafet Dönemi Sona Erdi

Okullarda serbest kıyafet dönemi sona erdi: Belirlenecek okul kıyafeti 1739 sayılı Kanunda yer alan genel ve özel amaçlar ile temel ilkeler doğrultusunda ekonomik, sade, kullanışlı, kolay temin edilebilir ve pedagojik esaslara uygun olacak.

Öğrenciler ayrıca, öğrenim gördükleri programın özelliğine göre atölye, işlik, laboratuvar ve işyerlerinde okul yönetiminin onayı ile önlük, tulum veya yapılan işin özelliğine uygun kıyafet giyebilecek.

Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik de değişikliğe gidildi. Resmi Gazete yayınlanan yönetmeliğe göre, okullar artık her yıl kıyafet değiştiremeyecek, velileri kıyafet almak için belirli mağazalara yönlendiremeyecek.

Belirlenen okul kıyafeti 4 eğitim ve öğretim yılı geçmeden de değiştirilemeyecek. Yönetmelikte, “Okul kıyafeti değiştirildiğinde ara sınıflardaki öğrenciler bir üst öğrenim kademesine geçinceye kadar mevcut okul kıyafetini giymeye devam edebilir.” denildi. Yönetmeliğe göre okul kıyafetlerinde şu konulara dikkat edilecek:

Belirlenen okul kıyafeti 1739 sayılı Kanunda yer alan genel ve özel amaçlar ile temel ilkeler doğrultusunda ekonomik, sade, kullanışlı, kolay temin edilebilir ve pedagojik esaslara uygun olacak.

Okul öncesi eğitim kurumları ve özel eğitim okullarındaki öğrenciler, yaş grubu özelliklerine uygun, temiz ve düzenli bir kıyafet giyecek. Öğrenciler, öğrenim gördükleri programın özelliğine göre atölye, işlik, laboratuvar ve işyerlerinde okul yönetiminin onayı ile önlük, tulum veya yapılan işin özelliğine uygun kıyafet giyebilecek.

Sağlık özrü bulunan ve bu durumu belgelendiren öğrencilerin özürlerinin gerektirdiği şekilde giyinmelerine izin verilecek. Özel gün, hafta ve kutlamalarda ders içi ve ders dışı faaliyetlerde kullanılmak üzere veliye mali yük getirecek özel kıyafet aldırılamayacak.

Okul kıyafeti temin edilmesine yönelik olarak okul-aile birliklerince kıyafet satışı ve serbest rekabet şartlarını ihlal eden yaklaşım ve yönlendirmeler yapamayacaklar.”

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

MGK Bildirisinde “Suriye” Vurgusu

Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı sonrası yayınlanan bildiride, “İstikrarsızlık ortamından istifade etmeye çalışan terör örgütlerine asla geçit verilmeyeceği, millî güvenliğimize ve halkımıza yönelen her türlü tehdidin yok edileceği vurgulanmıştır” ifadelerine yer verildi.

Milli Güvenlik Kurulu (MGK), AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde toplandı. 3 saat süren toplantının ardından yayımlanan bildiride şu ifadelere yer verildi:

“PKK/KCK-PYD/YPG, FETÖ ve DEAŞ terör örgütleri başta olmak üzere millî birlik ve beraberlik ile bekaya yönelik her türlü tehdit ve tehlikeye karşı yurt içinde ve yurt dışında azim, kararlılık ve başarıyla sürdürülen operasyonlar ile son dönemde meydana gelen uluslararası gelişmeler hakkında Kurula bilgi sunulmuştur.

Lübnan’da sağlanan ateşkesin kalıcı olması temennisiyle birlikte, İsrail’in sınır tanımayan katliamlarına ve saldırganlığına son verilmesi için uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına riayet edilmesinin önemine dikkat çekilmiş; Türkiye’nin, Filistin meselesinin adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulmasına yönelik tutumunu sürdüreceğinin altı çizilmiştir.

Suriye’de yaşanan son gelişmelerin sivil halkın can ve mal güvenliğine zarar vermemesi için gerekli tedbirlerin alınmasının önemli olduğu ve rejimin kendi halkıyla ve meşru muhalefetle uzlaşması gerektiğini bir kez daha gösterdiği; ülkemizin, Suriye’nin toprak bütünlüğü ile birliğinin korunmasına her zaman güçlü destek verdiği ve gereken tüm katkıyı sağlamaya hazır olduğu ifade edilmiş; istikrarsızlık ortamından istifade etmeye çalışan terör örgütlerine asla geçit verilmeyeceği, millî güvenliğimize ve halkımıza yönelen her türlü tehdidin yok edileceği vurgulanmıştır.

Ukrayna’daki savaşa ilişkin son durum ele alınarak uluslararası gelişmelerin, meselenin gidişatına yönelik muhtemel etkileri değerlendirilmiş; savaşın tırmanması eğiliminin önüne geçilmesinin yanı sıra acil bir ateşkes ve adil bir barışa ulaşılmasının önemine dikkat çekilmiştir.

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki müzakerelerde kaydedilen müspet gelişmelerin barış antlaşması ile neticelenmesi yönündeki beklenti ve temennimiz vurgulanmış; tesis edilecek kalıcı barışın, bölgemizdeki tüm aktörlerin menfaatine olacağı kaydedilmiştir.”

Paylaşın

Özgür Özel, “30 Bin Lira” Asgari Ücret Talebini Yineledi

CHP Lideri Özgür Özel, asgari ücret talebini yineleyerek “Asgari ücret talebimiz 30, bunun altına da yokuz” dedi. Özel, “Bunlar asgari ücrete yüzde 25-30 zam yapmanın hesabındalar” ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Bilecik Belediyesi’nin toplu açılış ve temel atma töreninde açıklamalarda bulundu. Açıklamasında ekonomiye yönelik mesajlar veren Özel, şunları söyledi: “Bugün Türkiye’de bu iktidar gelmeden önce asgari ücret tam 7 çeyrek altın alıyordu. Bugün geldiğimiz noktada 3 çeyrek altın alınabiliyor asgari ücretle. Hesap ortada… Her asgari ücretlinin cebinden 4 çeyrek altın kayıp. Bakın Bilecik’e gelirken hesaplattık. Bilecik’te daha bu yılbaşında 8 lira olan simit şimdi olmuş 12 lira. Bir bardak çay yılbaşında 5 lirayken olmuş; 10 lira. Asgari ücretli Bilecik’te bu sene 1 Ocak‘ta bir çay ve bir simit aldığında, asgari ücreti 1300 tane çay ve simit alıyormuş.

Şu anda 770’e düşmüş, 1300’ün neredeyse yarısı. Yani paranın satın alma gücü, çay – simit hesabıyla Bilecik’te yarı yarıya gerilemiş durumda. Ama çıkmışlar; ‘Biz asgari ücrete gerçekleşen enflasyon oranında değil hedeflediğimiz enflasyon oranında zam yapacağız.’ Bilecik’te asgari ücretlinin enflasyonu yüzde 90, Türkiye’de asgari ücretlinin ortalama enflasyonu yüzde 80. TÜİK’e, Tayyip’i Üzmeyen İstatistik Kurumu’nun baş harfleri TÜİK’e göre bile enflasyon yüzde 50. Ama bunlar asgari ücrete yüzde 25 – 30 zam yapmanın hesabındalar.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bir büyük kampanyayı başlattık ve sürdürüyoruz: ‘Asgari ücret talebimiz 30, bunun altında yokuz’ diyoruz. Ayrıca 30 bin liralık asgari ücret devletin sosyal güvenlik priminde de büyük bir artışa sebebiyet veriyor. Bu artışın bir kısmını küçük esnafa döndürmek zorundayız. Çünkü yanında bir kişi çalıştıran berber veya iki kişi çalıştıran eczacı, üç garson, bir bulaşıkçı, bir aşçı çalıştıran esnaf lokantasının 30 lira asgari ücret verecek mecali yoktur.

Çünkü asgari ücret, alan için düşüktür, veren için çok yüksektir. Bunun için CHP hazırlığını yaptı, kanun teklifini verdi. Bir ile 10 arası asgari ücretli çalıştıranlara asgari ücretli başına 6 bin lira sosyal güvenlik prim desteği vermeyi öneriyoruz. Yani asgari ücret alan için 30 lira olunca, veren için 24 lira olacak. Bu iktidar zaten asgari ücreti 22, 23, 24 lira yapacak. Yani esnafa dokunmadan asgari ücreti 30 liraya çıkarmanın yolu ortadadır. Biz bu noktadaki çağrımızı bir kez daha yineliyoruz.

Ve emekliler, canım emekliler… 2002 yılında bu iktidar geldiğinde 1,5 asgari ücret alıyorlardı. Yani Tayyip Bey hiç ellemese, hiç ilişmese, ‘Sizi enflasyona ezdirmeyeceğim, enflasyon oranında zam vereceğim’ deyip olmadık işlere girişmese bugün en düşük emekli maaşı 25 bin 500 lira olacaktı. Ama başka işlere girişte, sizi 12 bin 500 lira emekli maaşına mahkum etti. Şimdi biz 2002’de 8 çeyrek altın alan, bugün 2,5 çeyrek altına düşmüş en düşük emekli maaşına itiraz ediyoruz.

“Kaybettiğimiz altını, kaybettiğimiz yerde bulacağız”

Bilecik’te bir emekli, bir çeyrek altın kaybetse aklı çıkar, bütün gün gezdiği yerleri dolaşır ve o kaybettiği altını arar. Ama bugün Bilecik’te bir emekli değil, her emekli; bir çeyrek altın değil, 5,5 çeyrek altın; bir sefer değil, her ay kaybetmektedir. Bu emeklilerin Tayyip Erdoğan’a verdikleri Erdoğan vergisidir. Erdoğan’ın iktidarda olmasının, onun zenginin dostu ama garibanın dostu olmamasının bedelini sizler ödüyorsunuz. İşte kaybettiğimiz altını, kaybettiğimiz yerde bulacağız. Emeklilere çağrımdır: İlk seçimde sandığa konuşacağız, kaybettiklerimizi o sandıkta bulacağız.

Bundan sonra da hem emekliler için hem emekçiler için hem Bilecik’teki tarımla uğraşanlar, hayvancılıkla uğraşanlar için hem de bu güzel esnafımız için var gücümüzle çalışmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz. Bugün burada nasıl bir Cumhuriyet kadını, Bilecik’in bir evladı Melek Mızrak Subaşı sizin oylarınızla, size hizmet ediyorsa, memnunsanız yarın da Ankara’ya yolladığınız milletvekilleri, iktidar partisinin milletvekilleri olacak. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda olacak. Cumhuriyet Halk Partili bir cumhurbaşkanı, bakanlar olacak.

Bu bakanlar mevcut bakanlar gibi kendi işlerine bakmayacak, kendi şirketlerine bakmayacak, yandaş şirketlere bakmayacak. Kendilerinin işine – gücüne değil, vatandaşın işine bakacak, emekliyi kollayacak, emekçiyi kollayacak, çiftçiyi kollayacak, esnafı kollayacak. İşte o zaman halkın iktidarını kurduğunuza emin olacaksınız. O güne kadar sizleri düşünmeyen bu iktidarı gönlünüzden düşürdünüz, gözünüzden düştüler. Artık hep beraber erken seçimi istemenin, sandığı kurmanın, bunları yollamanın ve halkın iktidarını kurmanın zamanı geldi. Hepinizi bu büyük iktidar yürüyüşüne bugün olduğu gibi destek vermeye davet ediyorum.”

Paylaşın

DEM Parti’den İktidara “Suriye” Çağrısı: Diyalog Kurun

Suriye’deki gelişmelere ilişkin değerlendirmede bulunan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “DEM Parti olarak diyoruz ki, şayet çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz Suriye’nin tüm farklılıkları, kimlikleri ve inançlarıyla eşit ve özgür bir şekilde yaşamalı. Eğer gerçekten çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz; buyurun diyalog kurun, temas kurun. Biz bunu arzu ediyoruz” dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Açıklamasında Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Abdullah Zeydan hakkında memnu haklarının iade edilmesine ilişkin kararın Yargıtay tarafından bozulmasına değinen Doğan “Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanlarımız olması gerektiği gibi görevleri başında. Aksi yönde çıkan haberlerin niyetini maksadını anlıyoruz” dedi.

Mezopotamya Ajansı’nın aktardığına göre; Suriye’de devam eden çatışmalara ilişkin de konuşan Doğan şunları söyledi: “Biz Suriye’de en tutarlı politikaya sahip olan siyasi partiyiz. Keşke kayyımlarda olduğu gibi bugün Suriye’de yaşananlar bizi yanıltsaydı. Şimdi yapılan açıklamalara bakarsak ‘Türkiye’nin güvenliği için Suriye’deyiz’ deniyor. ‘Türkiye’nin meşru hakları için Suriye’deyiz’ deniyor. Biz DEM Parti olarak şöyle diyoruz; Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit eden bir durum söz konusu değil. Bu açıklamalar yapılırken deniyor ki ‘Orada YPG, YPJ Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit ediyor. O yüzden de biz sınır güvenliğini sağlamaya çalışıyoruz.’ Ve 30 kilometre derinlik vurgusu yapılıyor. Eğer gerçekten bir derinlik aranıyorsa; derinliği bu şekilde değil irtibat kurarak, temasla, diyalogla sağlamak gerekir.

Suriye Demokratik Güçleri Komutanı Mazlum Abdi yaptığı bütün açıklamalarda, şuna dikkat çekiyor. Olduğu gibi alıntılıyorum, ‘Türkiye ile sorunları diyalog yolu ile çözmeye hazırız’ diyor. ‘Suriye’de kapsayıcı ve toprak bütünlüğünü koruyan bir çözüm istiyoruz’ diyor. Şimdi tüm bu çağrılar neyin göstergesi? Orada bulunan Kürtlerin Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit etmediğinin göstergesidir. Nitekim bunu gelişmelerle birlikte okuyabiliriz.

Türkiye’nin bugüne kadar Suriye’ye ilişkin yürüttüğü politika neresinden bakarsanız, neresinden tutmaya çalışırsanız çalışın tutarsız bir politika. Üstelik içeride ve dışarıda, yani her yerde barış söylemini dile getirirken Suriye’de böyle bir politika yürütmek ancak tutarsızlık olabilir.

DEM Parti olarak diyoruz ki, şayet çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz Suriye’nin tüm farklılıkları, kimlikleri ve inançlarıyla eşit ve özgür bir şekilde yaşamalı. Eğer gerçekten çatışmacı ve yayılmacı bir politikaya sahip değilseniz; buyurun diyalog kurun, temas kurun. Biz bunu arzu ediyoruz. DEM Parti olarak. Türkiye kamuoyunun da beklentisi bu. Halkların kazanımlarının tehdit olarak değerlendirilmemesi, siyasi ifadelerinin tanınması ve kabul edilmesidir.

DEM Parti heyeti ile Abdullah Öcalan arasında yapılması olası görüşmeye dair de konuşan Doğan şu ifadeleri kullandı: “Sayın Öcalan’a yönelik tecrit yıllardır bizim gündemimizde olan bir konu. 1 Ekim ile birlikte başlayan bir tartışma değil bizim için. Ama tabi bu çağrılar önemli. Bu çağrıların önemli olduğunu hemen her defasında tespit ediyoruz, bu çağrılara, bu muhataplığa değer verdiğimizi, işaret edilen adres gösterilen kişinin liderlik gücünün ne kadar hayati olduğunu ifade ediyoruz. Ve biz yıllardır aynı zamanda milletvekilleri olarak Türkiye’de cezaevlerine gitme hakkımız varsa İmralı Ada Hapishanesine de gidebilmeliyiz diyoruz. Ve başvurular yapıyoruz. DEM Parti grubu olarak daha önce de bir başvuru yaptık. Birkaç kez yinelendi bu başvurular.

Bu başvuruları yaptığımız zaman kamuoyuna da açıklamalar yaptı. Grup Başkan Vekillerimiz bizzat kendileri Adalet Bakanlığı’na iletti. O nedenle bu temas hem gecikmiş bir temas hem de tecridi sürdürmek bir insan hakkı ihlalidir. Bu işkence yönteminden vazgeçmek gerekiyor artık. Hakikatle kapıların açılması gerekiyor. Bizim için esas mesele bu. İmralı’nın kapılarının açılması gerekiyor. Ama bu konuya dair somut bir şey söylenmedi. Adalet Bakanı makul süre diyor. ‘Değerlendiriyoruz makul sürede cevap vereceğiz’ diyor.

Nedir bu makul süre, DEM Parti olarak soruyoruz? 10 gün geçti makul süre tanımlaması nedir? Türkiye’de yargı sistemini düşündüğümüz zaman makul süre hiç de iyi bir şey çağrıştırmıyor. İstediğimiz, keyfilik çağrıştırıyor makul süre Türkiye’deki yargı sistemini düşündüğümüzde. eğer keyfilik çağrıştıran bir uygulama ya da bir söylem olmasın istiyorsanız, o makul süreyi tanımlamanız, uzatmamanız ya da geciktirmemeniniz gerekli ki bir an önce DEM Parti’nin önceliği şu. İmralı adasının kapılarını açılması, Sayın Öcalan’ın özgür söylem koşullarının oluşturulması gerekiyor. bu çağrılara ne dediğini kamuoyunun duyması gerekiyor. Bu mesajın detaylandırılması Türkiye kamuoyu merak ediyor. İmralı adasında kapılar açılırsa Sayın Öcalan’ın ne söyleyeceğini herkes merak ediyor. Biz de merak ediyoruz, duyalım bunları. Bu kapıları bir an önce açın.

“Başvurulara dönüş olmadı”

Ne Pervin Buldan, ne Sırrı Süreyya Önder’e, ne Sırrı Sakık’a Adalet Bakanlığı tarafından iletilmiş herhangi bir görüşme onayı yok. Bizim Eş Genel Başkanlarımız adına başvurumuz var, bu başvuruyu sizlerle paylaştık. Üzerinden günler geçti hale bize olumlu olumsuz daha önce bütün grubumuzun yaptığı başvurularda da keza aynı şekilde hiç bir dönüş olmadı. Biz tecridin kaldırılmasını istiyoruz. Yapılması gerekenler çok açık ve aleni, hiç bir şeyi yeniden icat etmemize gerek yok. Aile görüşü de sağlanmalı avukatlar da görüşmeli mektup hakkını da kullanmalı, telefon hakkını da kullanmalı ve tabii ki DEM Parti ile temas sağlanmalı, geciktirilmemelidir.”

Paylaşın