Babacan: Yeni Vergilerle Fakir Daha Fakir, Zengin Daha Zengin Olacak

DEVA Lideri Ali Babacan, “Yeni vergilerle de belli ki millet zenginleşmeyecek. Belli ki fakir daha fakir, zengin daha zengin olacak. Hükûmete soruyorum: Belli ki millet zenginleşmiyor. Ama diyorsunuz ki ekonomi büyüyor. O zaman siz kimi zenginleştiriyorsunuz? Şu %5’i bir bilsek ya…” dedi ve ekledi:

“Bu vatandaşın boğazından geçen lokmaları küçülterek mi başaracağınızı zannediyorsunuz? Emeklinin açlık sınırının altında bir maaşla hayat sürdürmesine sebep olarak mı başardığınızı zannediyorsunuz? Asgari ücretlinin, aylık 17 bin lirayla geçim mücadelesi vermesine sebep olarak mı başaracağınızı zannediyorsunuz? Bunun adı başarı mı? Ama bilmiyorlar, umursamıyorlar. Milleti fakirleştirmek pahasına bazı göstergeleri iyileştirmekle övünüyorlar.”

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin 2. Olağan Kocaeli İl Kongresi’nde konuştu. Ali Babacan’ın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

Ekonomik kriz: Öğrencilerimizi burslarıyla geçinebilecek bir refah seviyesine ulaştırmıştık. Şimdi hepsi hayal oldu. Gençlerin tabiriyle ‘yalan’ oldu. Yeni vergilerle de belli ki millet zenginleşmeyecek. Belli ki fakir daha fakir, zengin daha zengin olacak. Hükûmete soruyorum: Belli ki millet zenginleşmiyor. Ama diyorsunuz ki ekonomi büyüyor. O zaman siz kimi zenginleştiriyorsunuz? Şu %5’i bir bilsek ya…

Bu vatandaşın boğazından geçen lokmaları küçülterek mi başaracağınızı zannediyorsunuz? Emeklinin açlık sınırının altında bir maaşla hayat sürdürmesine sebep olarak mı başardığınızı zannediyorsunuz? Asgari ücretlinin, aylık 17 bin lirayla geçim mücadelesi vermesine sebep olarak mı başaracağınızı zannediyorsunuz? Bunun adı başarı mı? Ama bilmiyorlar, umursamıyorlar. Milleti fakirleştirmek pahasına bazı göstergeleri iyileştirmekle övünüyorlar.

Seçimlerden bu yana on üç ay geçti. Bu süre içerisinde yükü hafifleyen var mı? Her gün zam haberi. Her gün vergi artışı haberi. Aradan geçen bir yıldan uzun bu sürede ben daha iyi geçinebiliyorum, ekonomik açıdan daha rahatım diyebilen var mı? Yok arkadaşlar yok.

‘Ekonomi şu kadar büyüyor’ diyorlar, ‘Başardık’ diyorlar, değil mi? Madem ekonomi büyüyor diyorsunuz, bunun nimetini sadece %5 görmesin. Herkes görsün.  Milletin %95’inin geliri son beş yıldır ya düşmüş ya sabit kalmış bu ülkede. Vatandaşın ekmeğini küçülterek krizden çıkılmaz. Yoksulun ahını alarak ekonomi düzeltilmez.”

Sayın Erdoğan’ın ‘Benim alanım ekonomi’, ‘Ben ekonomistim’ diye diye beş yılda tamamen rasyonalite dışı, akıl dışı bir uygulamayla patlattığı enflasyonun bedelini milletimiz şu anda yüksek faizle ve yüksek vergiyle ödüyor. Yazık günah bu millete yahu. Dünyadaki en yüksek ikinci faizi bizim Merkez Bankası uyguluyor şu anda. Sen enflasyonu kendi elinle patlat, sonra millete bedelini ödet.

Başbakanlık ofisinin önüne yazar kasa fırlatacak kadar vatandaşımızı isyan ettiren 2001 krizinden bu ülkeyi çıkarmış bir ekibin başında olduğum için ben bunu söylüyorum. Tüm dünyayı etkileyen 2008-2009 krizinin ülkemizi teğet geçmesini sağlayan kadroyu yöneten bir arkadaşınız olarak söylüyorum bunu. Hiç bu işleri yapmasak bizi de aldatacaklar, kandıracaklar. Gayet böyle masum cümlelerle gerçeği bambaşka sunuyorlar bu millete.

Ticarette de değerli arkadaşlar, vergi politikalarında bir kavram vardır. Nedir bu? Sürümden kazanmak. Sürümden kazanmak. Ben Çıkrıkçılar Yokuşu’nda esnaflık yapmış bir arkadaşınızım. Ticarette sürümden kazanmak nedir? Fiyatını makul tutacaksın. Kâr oranının düşük olacak ama çok satarak kazanacaksın. Yani bazı genişleteceksin. Ciroyu arttıracaksın. Ve kâr haddin düşük olsa da yine kazanacaksın. İşte biz yıllarca devlette Çıkrıkçılar Yokuşu’nun sürümden kazanmak kavramını uyguladık. Ekonomiyi büyüttük ekonomiyi.

KDV oranını yüzde 18’den 8’e indirdik, KDV tahsilatımız çoğaldı. Niye? Çünkü sürümden kazandık vergide. Bilmiyorlar, bilmiyorlar. Zannediyorlar ki vergi oranını yükselteyim, daha fazla vergi toplayayım. Ekonomiyi vergiyle boğarsanız mümkün değil. Yapamazsınız. Kurumlar Vergisi oranını yüzde 33’ten önce 30’a indirdik, sonra da 20’ye indirdik. Hiçbir şey olmadı. Tahsilatımız arttı. Şimdi bunlar tekrar 25’e çıkarttılar bakın. Üstelik yatırım çevreleri açısından gittikçe vergi oranını düşüren bir ülke mi caziptir, yoksa vergi oranlarını artıra artıra giden bir ülke mi caziptir? Ya sen o yüzde 20’den 25’e Kurumlar Vergisi’ni artırıyorsun ama onu artırmasan, düşük tutsan bu ülkede yatırım artacak.

Neymiş, enflasyonla mücadeleymiş. Ali Babacan döneminde enflasyon tek haneye düştü, yıllarca da tek hanede kaldı. Ama hiçbir zaman ne emekli maaşı, ne de asgari ücret enflasyonun altında kalmadı. Peki biz nasıl başardık bunu? Nasıl başardık? İnanın bilmiyorlar ya, dibimizde çalışanlar bile anlamamış, ben onu görüyorum şu anda.

Siyasette normalleşme: Yumuşama dedikleri, ülkenin Cumhurbaşkanının muhalefet partisi genel başkanıyla kahve içmesinden ibaret kaldı. Oturdular, konuştular, dağıldılar; normalleşme dedikleri bu. Maalesef ülkemizdeki siyasetin hali bu. Bir tarafta iktidar partisi, öbür tarafta ana muhalefet partisi. Ana muhalefet partisinin de geçmişinde işine geldiğinde bu ülkeyi nasıl gerdiğini hatırlıyoruz.

Ülkemizi yöneten, hükûmetin tepesindeki isim muhalefet lideriyle selamlaşmayı ‘yumuşama’ sanıyor. Muhalefet genel başkanıyla oturup memleket meselelerini konuşmasının adı da ‘normalleşme’ oluyor.  Peki sonuç? Koca bir hiç.  Sayın Erdoğan son grup konuşmasıyla 90 gün bile sürmeyen bu süreci de bitirmeye niyetli olduğunu açıkça ortaya koydu. ‘Bu kadar’ dedi, ancak üç ay yapabildi.

Bir ülkenin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, ‘Ben bu ülkenin evladı değil miyim’ diyor ve göz yaşı döküyor. Ama bugünlere dair de çok şey anlatıyor… Sayın Erdoğan, şunu bilin. Sizin yıllar önce geceleri düşünüp göz yaşlarınızı tutamadığınız duyguyu, bu ülkede şu anda milyonlar yaşıyor. Milyonlarca insan ucuz ekmek kuyruğunda beklerken soruyor; ‘Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz?’ diyor.

KYK bursuyla geçinmeye çalışan, başka ülkelerde yaşayan yaşıtları istedikleri cep telefonunu alırken vergisiz cep telefonu vaadiyle kandırılıp, sonra 9 bin 500 TL sınırlama ile karşılaşan gençler, bu ülkenin vatandaşı değil mi? Soruyorum: Artık kendi vatandaşlarımızın gidemediği tatil beldelerinde, müstemleke ülkelerde olduğu gibi, yurt dışından gelen turistlere hizmet eden fakat kendileri denize giremeyen çalışanlarımız, bu ülkenin vatandaşı değil mi

Kürsülerden bağırarak millî iradeye parmak sallayanların mı yanındasınız, yoksa demokrasinin mi yanındasınız? Sayın Erdoğan size de sesleniyorum; faili meçhullerin, 90’ların karanlık cinayetlerinin mi yanındasınız; yoksa gözlerinize bakarak ‘Babamın katillerini bulun Tayyip Dede’ diyen Sinan Ateş’in evlatlarının mı yanındasınız? Gelin, partinize gönül verenlerin yüzünü yere düşürmeyin.” 

Bu milletin aklını, ferasetini asla hafife almayın.  İnsanlar her şeyi izliyor, gayet iyi biliyor. Ve günü geldiği zaman da söyleyeceğini sandık başında söylüyor. Samimi olun. Geldiğiniz yeri, geçtiğiniz yolları, yaşadığınız zorlukları unutmayın. Ve bir karar verin: 28 Şubatçıların izinden mi gideceksiniz, yoksa milletle beraber mi olacaksınız?

Sinan Ateş cinayeti: İktidarın ve küçük ortağının parti mensuplarına, milletvekillerine, bakanlara, kıymeti kendinden menkul danışmanlara seslenmek istiyorum: Yarın başlayacak davada, sadece Sinan Ateş cinayetinin zanlıları yargılanmayacak arkadaşlar. Yarın başlayacak davada, henüz farkında olmasanız da sizin vicdanınız, sizin insanlığınız da yargılanacak.

Bir kent diyor ki, İstanbul diyor ki; ‘Önlem alın’ diyor. ‘Binalar kendi başlarına çöküyor, bir şeyler yapın’ diyor. ‘Deprem olursa, çok canlar gidecek, çok insanın canı yanacak’ diyor. İstanbul’u dinleyen yok, kulak veren yok. Ben hemen hemen her konuşmamda söyledim. Bugün de tekrar ediyorum. Ülkemizin bir numaralı sorunu şu anda deprem sorunudur.

Depreme karşı iktidar-muhalefet demeden çözüm üretmek zorundayız. Kamu-sivil toplum el ele verip formül bulmak zorundayız. Rant duyunca koşanlar, kamu arazilerini görünce dosya dosya projelerle gelenler; bir de onlara da seslenmek istiyorum. İstanbul’un büyük bir kentsel yenilenmeye, depreme karşı bir seferberliğe ihtiyacı var. Şu rant gözlüklerinizi bir kenara koyun ve İstanbul için hemen şimdi çalışmaya başlayın.”

Paylaşın

“Karadeniz Doğalgazı” Müjdesi Havada Kaldı

13 Haziran 2022 tarihinde AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından müjdelenen “Karadeniz Doğalgazı”nda üretim hedefine ulaşılamadı.

Karadeniz Gazı’na yönelik 2023 yılının ilk çeyrek verileri, müjdenin havada kaldığını gözler önüne serdi.

BirGün’den Mustafa Bildirci’nin aktardığına göre, toplam 10 milyon metreküp olacağı belirtilse de Ocak-Mart 2023 döneminde çıkarılan gazın yalnızca 3,6 milyon metreküp olduğu öğrenildi. CHP Milletvekili ve TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu, iktidarın ekonomik krizi gölgelemek için “Hayal satmaya son sürat devam ettiğini” söyledi.

Erdoğan’ın, “10 milyon metreküp” hesabını anımsatan CHP’li Bakırlıoğlu, “Buna göre, günlük 6,4 milyon metreküp gazımız buhar oldu” diye konuştu. Erdoğan’ın, doğalgaz çıkarılmasının ardından üretime Nisan 2023’te başlanacağı yönündeki sözlerine de dikkati çeken Bakırlıoğlu, şunları söyledi:

“Ancak ilk üretim ancak Eylül 2023’te yapılabildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da seçimlerden hemen önce, 20 Nisan 2023 tarihinde sosyal medya hesaplarından, ‘Karadeniz doğal gazını devreye aldık’ mesajını paylaştı. Oysa EPDK verilerine göre Karadeniz doğalgazı ancak Eylül 2023’te verilere yansıdı. Bu düpedüz yurttaşı kandırmaktır. Seçim kazanmak adına yürütülen bu doğal gaz çıkarma serüveni onlarca cevapsız soruyla yürütülüyor.”

Bakırlıoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’ın da Mayıs 2024’te yaptığı açıklamada, “2025 yılının ilk çeyreğinde 10 milyon metreküpe ulaşmayı hedefliyoruz” dediğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“2023 yılında da günlük hedef 10 milyon metreküptü, önümüzdeki yılın ilk çeyreği içinde Bakan günlük hedefi 10 milyon metreküp olarak ifade ediyor. Gazın meşalesi ilk olarak seçim için yakılmıştı. Şimdi geldiğimiz noktada görüyoruz ki aynı yalanı meydanlarda, televizyonlarda öyle çok söylediler ki kendileri de inanır olmuşlar.

Yurttaşa yalan söylemekten hiç utanmıyorsunuz. Karadeniz doğalgazının üretimi ile ilgili elimizde herhangi bir maliyet yok. Geçmişteki deneyimlerimiz, hedeflenenin çok gerisindeki kalmış olan üretim, ister istemez rezerv miktarını da sorgulamamıza neden oluyor. Sayın Bakan bıraksın hayal satmayı da önce yurttaşımızın aklındaki bu belirsizlikleri gidersin.”

Meclis gündeminde

Karadeniz Gazı’na yönelik belirsizlikleri TBMM gündemine de taşıyan CHP’li Bakırlıoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’a şu bazı soruları sordu:

Sakarya Gaz Sahası’nda bulunan Oruç Reis ve Barbaros Hayreddin sismik araştırma gemilerinin, Fatih ve Yavuz sondaj gemilerinin, daha çok kuyu tamamlama faaliyetlerinde kullanıldığı anlaşılan Kanuni sondaj gemisinin ve bunlara eşlik eden Platform Destek gemilerinin gaz rezervi arama, bulma ve bulunan rezervleri çıkarma maliyetleri nedir?

Deniz dibine döşenen boru hattı için İtalyan Saipem’e ne kadar para ödenmiştir?

Karadeniz’de 2023’ün ilk çeyreğinde çıkarılacağı ifade edilen günlük 10 milyon metreküp doğalgaz üretim hedefine neden ulaşılamamıştır? Neden üretim günlük 3,6 milyon metreküpte kalmıştır?

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından seçim öncesi müjde olarak açıklanan ve Nisan 2023’te doğal gaz üretimi gerçekleştirileceği söylenen Karadeniz’de, neden ilk üretim ancak Eylül 2023’te yapılabilmiştir? Bu gecikmenin sebebi nedir?

Paylaşın

DEM Parti’nin “İradeye Saygı Yürüyüşü” Başladı: Kayyımlar Gidecek Biz Kalacağız

“İradeye Saygı Yürüyüşü”ne ilişkin konuşan DEM Parti Milletvekili Çiçek Otlu, “Bu adalet yürüyüşü, Kürt halkının iradesinin gasp edilmesine ‘hayır’ demektir. Bu yürüyüş, emeğimize ve özgürlüğümüze sahip çıkma yürüyüşüdür “dedi ve ekledi:

“İstanbul’dan Hakkari’ye yaşam hakkımızı, belediyelerdeki irade hakkımızı savunmak için yürüyoruz. Belediye eş başkanlarımızı biz seçeceğiz. Adalet yürüyüşümüz devam edecek ve kayyımlar gidecek biz kalacağız. Yaşasın birleşik mücadelemiz.”

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partili (DEM Parti) Hakkari Belediyesi’ne kayyum atanmasına karşı 3 Temmuz’da Van’dan Hakkari’ye yapılacak yürüyüş için İstanbul ve Ege’den yola çıkıldı. Yürüyüşçülerin bir kısmının 18.00 gibi Ankara’da olacağı iletilirken, 18.30 gibi Sakarya Caddesi’nde basın açıklaması yapılacağı duyuruldu.

Yürüyüşün yanı sıra her kentte eylemler yapılacak, Hakkari Belediyesi meclis üyeleri de Ankara ve İstanbul’da temaslarda bulunacak. Hakkari ve İstanbul’da devam edecek olan nöbet eylemleri her gün yapılacak. İl ve ilçelerden oluşan heyetler Hakkari’deki nöbete katılacak. İki kentin dışında tüm kentlerde nöbet eylemleri yerine haftada bir gün kitlesel nöbet, yürüyüş, eylem ve etkinlikler yapılacak. Şimdiye kadar belediyeler önünde yapılan eylemler başka merkezi yerlere taşınacak.

Hakkari Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıdık Akış’ın tutuklanmasından sonra toplanan belediye meclisi, işletilmeyen hukuku ve kanunu işleterek, başkanvekili seçmişti. Hakkari’de belediye eşbaşkanı ve meclis üyelerinin yer aldığı bir heyet oluşturularak, kayyum gaspına karşı Ankara ve İstanbul’da bir dizi ziyaretlerde bulunacak.

Kayyuma karşı düzenlenecek yürüyüş ise İstanbul’da başlayıp Hakkari’de tamamlanacak. İradeye Saygı Yürüyüşü’ne katılanlar, buradan kitlesel bir şekilde Hakkari’ye uğurlanacak. Yürüyüşçüler, 196 kilometre boyunca yürüyecek. Yürüyüşün 6 gün sürmesi beklenirken yürüyüş güzergâhında bulunan yerleşim yerlerinde halk buluşmaları da gerçekleştirilecek. Tüm kentlerden sivil toplum ve demokratik kitle örgütlerinden isimlerin de yürüyüşe katılacağı öğrenildi.

“Adalet yürüyüşümüz devam edecek”

“İradeye Saygı Yürüyüşü”ne değinen DEM Parti Milletvekili Çiçek Otlu, “Kürtler ve Türkiye’deki halklar, emekçi, sol hareketler olarak hiçbir şekilde AKP faşist rejiminin baskılarına ve kayyım atamalarına boyun eğmeyeceğimizi Van’da ki büyük halk direnişiyle gösterdik” dedi ve ekledi:

“Kayyım atamasından sonra ’Hakkari için İstanbul ayakta’ şiarıyla başlattığımız Adalet Nöbeti her gün büyüyerek sürmekte. İstanbul’dan Amed’e, Amed’den İzmir’e, İzmir’den Samsun’a ve Şırnak’a kadar bütün halklar birleşerek, AKP rejiminin kayyım gaspına karşı mücadeleyi büyütüyoruz.

Bu adalet yürüyüşü, Kürt halkının iradesinin gasp edilmesine ‘hayır’ demektir. Bu yürüyüş, emeğimize ve özgürlüğümüze sahip çıkma yürüyüşüdür. İstanbul’dan Hakkari’ye yaşam hakkımızı, belediyelerdeki irade hakkımızı savunmak için yürüyoruz. Belediye eş başkanlarımızı biz seçeceğiz. Adalet yürüyüşümüz devam edecek ve kayyımlar gidecek biz kalacağız. Yaşasın birleşik mücadelemiz.”

Paylaşın

Özel’den “Millet İttifakı” Yorumu: Hata Yaptık

Seçimler sonrası dağılan Millet İttifakı’na ilişkin değerlendirme yapan CHP Lideri Özgür Özel, “Benim farklı düşündüğüm nokta şu: Geçen sefer bir hata yaptık. 6 atleti bellerinden birbirine bağladık, koşun dedik, herkes birbirine engel oldu. Hepsi kendi kimlikleriyle koşsaydı, gerektiğinde bir iş birliği yapılabilirdi. Geçen seferki en büyük sorunumuz buydu” dedi ve ekledi:

“Önce bir tartışma çıkar sporcular kaç kilo basıyor diye. 1 kilo mu 30 kilo mu 90 kilo mu bilmiyorduk, herkes kendisinin çok bastığını iddia ediyordu. Millet İttifakı, teknik bir ittifaktan ziyade siyasi bir ittifaktı. Birbirini genişleyen değil, kısıtlayan bir ittifaka dönüşmüştü. Kimse kimseden memnun değildi. Teknik ittifakta herkes gücünü bilir ama sandıkta bir çerçevede yer alırsın ki bölge bölge bir başkasına yarar. Herkes öz kimliğiyle siyaset yapmalı, seçim sathı mahaline girdiğinde bu durum konuşulmalı.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Gazeteci Fatih Altaylı’nın YouTube kanalına konuk oldu. Özgür Özel’in açıklamalarından satır başları şöyle:

Erdoğan ile görüşme: Biz siyaset yapıyoruz ve 2024 yılındayız. Savaşmak üzere değil, konuşmak üzere kurulmuş bir parlamento orası. Mücadele ve müzakere birlikte yürürse, bunun adı siyasettir. Ben beklerdim ki Erdoğan seçimden sonra beni tebrik etsin, arasın. Bayramda ben aradım ve randevu istedim. İşin insani ve medeni yönünü önemsiyorum. Erdoğan köprüleri istediği kadar atsın, ben bayramda onu yine ararım.

Karşılıklı saygıyı korumak lazım. O sana gelmez, elini havada bırakır, ikincisi uzatmazsın o ayrı. Ben bütün partilerle bayramlaşıyorum. Dünyanın lafını etti Devlet Bey, bayramda aradım. Biraz da şakalaştık. ‘Bayram öncesinde biraz sürtüştük’ dedim. Devlet Bey de gülerek, ‘Siyasette olacak böyle şeyler, önemli olan bayramlaşabilmek’ dedi. Karşılıklı çatışmaları ara ara yumuşatmazsanız, 80 öncesi sağ sol çatışması gibi şeyler gündeme gelir.

TRT’sinden AA’sına, bize her yer kapalı. Öyle bir noktadayız ki kendin söyle kendin işit. O açıdan bu diyalog yanlış değil. Türkiye’de bir masada kurulunca iki ihtimal var, ya pazarlık ya ittifak. Masa yoksa birbirine el bombası atacaksın. Öyle bir şey olmaz. Müzakere olmadan mücadele olmaz. Anadolu’ya gidiyorsun, seçmenin azımsanmayacak bir kısmı, ‘Kötüyüz ama Tayyip Bey bilmiyor, yoksa çözer’ diyor. Ben gidiyorum söylüyorum işte, çözsün. Ben bu kutuplaşmadan CHP’nin fayda gördüğünü görmedim. Birileri bu memleketi kutuplaştırdı.

Bir gazeteci veya YouTube yayıncısı, 6 aydır sert bir şekilde eleştiriyor. Biz bu anlayışla açı yaptık diye yok gözlüklerini kırarım, gözüne sokarım. Sonra bizim arkadaşlar cevap vermeye başladılar. Bu bir patlamaya dönüştü. O kadar yoğun bir refleks keşke olmasaydı. Kimse meselenin özüne bakmıyor, CHP’liler gazeteciye had bildiriyor diyor. Halbuki adam 6 aydır en ağır lafları söylemiş, en son küfre varan bir şey yapınca…

Kılıçdaroğlu – İmamoğlu görüşmesi: Böyle görüşmeler beni hiç rahatsız etmez. Partide de bir normalleşmeye ihtiyaç olduğu çok açık. Ekrem Başkan ile çok açık bir iletişimimiz var. Kritik bir mevzu olunca direkt birbirimizi arıyoruz, haberdar ediyoruz. Ekrem Başkan, ‘Genel Başkanı aradım, yemek yiyelim diye konuştuk, ama tarihi zamanı belli değildi, haber sızdırmışlar ama’ dedi. Yapanları biliyoruz…

Ekrem İmamoğlu – Mansur Yavaş: Aralarında bir gerilim yok. Belediyeler Birliği’nde tansiyon yükseliyor diyor, yönetiyoruz biz süreci. İkisi de birbirini destekledi. Ekrem Başkan, Mansur Başkan için gayret gösterdi. İkisinin de gözünde ve gönlünde bu partiyi iktidar yapmak var. Daha önümüzde belki de 4 yıl var. En doğru adayı belirlemek durumundayız. Ölçeceğiz, anket yapacağız, en geniş katılımla belirleyeceğiz.

Cumhurbaşkanlığı adaylığı: En doğru aday ben olsam geri durmam. Ama ben yapı olarak partiyi iyi yönetebilecek, sosyal demokratları, solcuları çok daha rahat konsolide edebilecek, sözüne kendi mahallesinin çok inandığı yapıda bir siyasetçiyim, ama bizim biraz daha geniş toplum kesimlerine açılabilecek bir adaya ihtiyacımız var. Ama yarın bu konuda bambaşka biri var denilirse döner hep beraber bakarız. Ekrem Bey de Mansur Bey de ‘hayır ben aday olacağım’ diyecek biri değil. Türkiye’nin nereden döndüğünü görüyoruz biz.

Hukuk ayaklar altında, beka sorunları uyduruyorlar, gençler gidiyorlar. Biz bu ülkeyi bambaşka bir noktaya getirebiliriz. Yeniden demokrasiye kavuşturduğumuzda ülkeye, küçük hesaplarla belki de bin yıl kaybettiririz. 28’inde çok büyük bir felaket yaşadık. Seçmende duygusal kopuş vardı. Ekrem Bey dedi ki ‘Ben İstanbul’a bile aday olmam değişim olmazsa’ dedi. Ben de, ‘İzmir’i bile kaybederiz’ dedim. Türkiye’de AKP iktidarı mutlaklaşırdı. Önce değişim, sonra 31 Mart seçimleri gençlerin gözlerini yeniden ışıldattı. Ama bir kez daha bir kayıp yaşatırsak, bir daha toparlanma imkanı yok. Mucize yaşadık hep birlikte.

Suriye: Suriye ile sempatik kanaldan temas ediyoruz. Arka kapı diplomasisi yani… Önümüzdeki günlerde eğer ayarlayabilirsek, çok uzun vadede değil, bu yaz içinde gidip Esad ile görüşmeyi düşünüyorum. Aslında Erdoğan da ‘istihbaratçılarımız görüşüyor, bunu diplomatik temaslara çevirebiliriz’ diyordu.

Biz de burada kilitli kapıyı açabilir miyiz diye bir arka kapı diplomasisi üzerinden temas yürütüyoruz, olumlu da gidiyor. Önümüzdeki 1-1,5 ay içinde olabilirse Esad ile bir görüşme yapacağım. Öncesinde de Sayın Erdoğan ve Dışişleri Bakanı ile de görüşebilirim. Türkiye ile bir masaya oturulsun ve sığınmacı sorunu, senin de iç savaş sorununu çözecek adımlar atılsın. Bir Rusya bir de Amerika tarafı var tabii ki, onu da AB katkısı ile hep beraber çözeriz.

Türkiye’nin de özendirici şeyler yapması lazım. Belki, Türkiye’de doğan 1 milyon çocuklar için vizesiz dolaşım hakları verilebilir. Bugünden baktığında zaten 10 milyon kişi burada kalırsa 25 milyon olacaklar. Bu çocukların Türkiye’de okuma, gezme, tatil yapma hakkı olsun. Bir çare düşünülmeli, bir paket hazırlanmalı. Biz bu paketi hazırlıyoruz. Trenlere bindirip yollayacağız diyorlar, yok öyle bir şey.

Ülkelerinin buna rıza göstermesi, teşvik etmesi, bizim teşvik etmemiz ve kaynak bulmamız lazım. Esad ile görüşmeden olmaz. Sen sürüyorsun onları o da dedi ki gelirlerse kimyasal silah kullanacağım, nasıl göndereceksin? İktidar olmadan çözmeye hazırız, 4 yıl sonra çok daha çözülemez bir hale gelecek. Burada bir ulusal mutabakat kuralım. Esad’dan da olumlu sinyaller geliyor. Hiç değilse bunu denemek istiyoruz.

Millet İttifakı: İktidarla görüştüğümüz gibi muhalefetle de görüşüyoruz. Benim farklı düşündüğüm nokta şu: Geçen sefer bir hata yaptık. 6 atleti bellerinden birbirine bağladık, koşun dedik, herkes birbirine engel oldu. Hepsi kendi kimlikleriyle koşsaydı, gerektiğinde bir iş birliği yapılabilirdi. Geçen seferki en büyük sorunumuz buydu. Önce bir tartışma çıkar sporcular kaç kilo basıyor diye.

1 kilo mu 30 kilo mu 90 kilo mu bilmiyorduk, herkes kendisinin çok bastığını iddia ediyordu. Millet İttifakı, teknik bir ittifaktan ziyade siyasi bir ittifaktı. Birbirini genişleyen değil, kısıtlayan bir ittifaka dönüşmüştü. Kimse kimseden memnun değildi. Teknik ittifakta herkes gücünü bilir ama sandıkta bir çerçevede yer alırsın ki bölge bölge bir başkasına yarar. Herkes öz kimliğiyle siyaset yapmalı, seçim sathı mahaline girdiğinde bu durum konuşulmalı.

Kemal Kılıçdaroğlu: Kemal Bey ile görüşüyoruz. Aramız iyi, benim açımdan hiçbir sorun yok. Kemal Bey açısından da bir sorun olduğunu düşünmüyorum ama nifak tohumu saçmak isteyen üçüncü şahıslar var. Onların bu çabasının partiye zarar vereceğini görmek lazım. Bazı şeyler konuşuluyor, nasıl sabrediyorsun diyorlar, CHP’nin Genel Başkanlarının İsmet Paşa’dan gelen bir geleneği var, bazı şeyleri duymazdan gelirler.

Biz Hatay’da 5 kez anket yaptık, hepsinde en iyi adayımızı mevcut belediye başkanımızdı. Ben arayış içindeyiz deyince belki de adayı değersizleştirdik. İletişimde çok açık olduğum eleştirisini zaman zaman alıyorum. Gayri ahlaki şekilde depremzedelere bakarak ‘Bize oy vermezseniz, Hatay ayağa kalkmaz’ dediler. Kazansak çok iyi olacaktı, kaybettik. Kendimde de kusur görüyorum. Belki de adayı ilk günden ölçtün, yürü, arkana bakma, belki o zaman olacaktı. Fazla titizlendik, kusursuz yürütmedik süreci. Onun dışında pek bir hata yaptık gibi gözükmüyor. Objektif bir şekilde belirledik bütün adayları, subjektif kararlar vermedik.”

Paylaşın

MEB, Çocuk İşçiliğini Meşrulaştırmakta Kararlı

MESEM’lerin açılmasını kolaylaştıran yönetmeliği değerlendiren Eğitim Sen Yüksek Öğretim ve Eğitim Sekreterimiz Evrim Gülez, “Öğrencilerimizin ve eğitim emekçilerinin haklarını ve çıkarlarını gözetmek yerine, sermaye çevrelerinin ve siyasi iktidarın çıkarlarını korumaya çalıştığınızı da çok iyi biliyoruz” dedi.

Evrim Gülez, açıklamasının devamında, “Unutulmamalıdır ki eğitim hizmeti süreklilik, ciddiyet ve planlamanın yanı sıra hakların korunmasını ve güçlendirilmesini ister. Bunların hiçbirini taşımayan bu düzenlemenin tüm gücümüzle karşısında duracağız” ifadelerini kullandı.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Kurum Açma, Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliğinde değişiklik yaparak ile çocuk işçiliği meşrulaştırdıkları Mesleki Eğitim Merkezleri’nin (MESEM) açılmasını kolaylaştırdı.

Yeni yönetmeliğe göre, işbirliği protokolleri kapsamında kurum, kuruluş ve işletmelere ‘okul’ açma kolaylığı sağlandı. Buna göre işletmelere ait bina, fabrika veya tesisler ile organize sanayi bölgeleri, Ar-Ge ve üretim merkezlerinin fiziki koşulları sağlaması durumunda ‘okul’ açılabilecek.

MESEM’lerin ve Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’nin (MTAL) açılmasını kolaylaştıran Bakanlık,  olgunlaşma enstitüleri için gereken 100 bin ilçe nüfusu 200 bine çıkararak enstitülerin açılmasını zorlaştırdı. Aynı zamanda aynı yönetmeliğe göre, üstün zekâlı çocukların eğitim aldığı Bilim ve Sanat Merkezleri (BİLSEM), 20 öğrencinin altına düşünce kapatılacak.

Bakanlığın yayımladığı yönetmeliğe tepki gösteren eğitimciler, “MEB, yapboz uygulamasında ısrarcı” denildi.

Birgün’den Deniz Güngör‘e konuşan Eğitim Uzmanı Özgür Bozdoğan, “Yönetmelik değişikliği ile bu kurumlara bulundukları fabrikaların, işletmeler veya binaların içerisinde MTAL ve MESEM açmaları konusunda kolaylık sağlandı. MTAL ve MESEM’lere devam eden öğrencilere MEB maddi destek sağlıyor. Kamu kaynaklarını özel kurumlara transfer ediyor ve transferi çok daha kolaylaştı” dedi.

“Okul olarak açılıyor ancak bunlar birer okul değil” diye konuşan Bozdoğan, “Öğrencilerin burada çıraklık gibi deneyimleri elde ettikleri yerler. Buraların okul statüsünde bulunması mümkün değil. Ancak bu yönetmelikle fabrikalarda okul adı altında bölümler açılacak ve buralarda çalışan çocuklar buraya öğrenci olarak kaydedilecek, kamu kaynakları transfer edilecek. Bu kaynakların kamu okullarında kullanılması gerekiyordu” ifadelerini kullandı.

“Tüm gücümüzle karşısında duracağız”

MEB’in eğitimdeki yapboz uygulamasında ısrarcı olduğunu ifade eden Eğitim Sen Yüksek Öğretim ve Eğitim Sekreterimiz Evrim Gülez, “Öğrencilerimizin ve eğitim emekçilerinin haklarını ve çıkarlarını gözetmek yerine, sermaye çevrelerinin ve siyasi iktidarın çıkarlarını korumaya çalıştığınızı da çok iyi biliyoruz. Ancak unutulmamalıdır ki eğitim hizmeti süreklilik, ciddiyet ve planlamanın yanı sıra hakların korunmasını ve güçlendirilmesini ister. Bunların hiçbirini taşımayan bu düzenlemenin tüm gücümüzle karşısında duracağız” dedi.

Paylaşın

İmamoğlu’ndan Partililere Dikkat Çeken Uyarılar

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Parti içi rekabetin her koşulda kardeşçe ve aynı zamanda demokratik bir biçimde olmasını sağlamanın şart olduğunu düşünüyorum. Bireysel, kişisel ve özellikle partimizi, bizleri yoran bütün yüklerden kurtulmakla mecbur olduğumuz bir dönemin içerisindeyiz” dedi ve ekledi:

“Rekabet, daha iyiye ulaşmanın yoludur. Parti içindeki rekabet, birbiri ile yan yana koşarken birbirini ayağına çelme takmak değil, daha hızlı koşma mücadelesidir; ayrışmanın değil, bütünleşmenin aracıdır. Çeşitli ülke ve şehirlerdeki CHP yurt dışı örgütlerinde, dönem dönem parti içi rekabetin yıpratıcı hal alabildiğini görüyoruz. Evet ülkemizde de bunu yaşıyoruz, yurt dışındaki örgütlerimizde de bunu yaşıyoruz.”

İstanbul Büyükşehir Belediye İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, partisinin 2024 Yurt Dışı Örgütlenme İkinci Yüzyıl Vizyonu Çalıştayı’nda konuştu. İmamoğlu, özetle şunları söyledi:

Parti içi rekabetin her koşulda kardeşçe ve aynı zamanda demokratik bir biçimde olmasını sağlamanın şart olduğunu düşünüyorum. Bireysel, kişisel ve özellikle partimizi, bizleri yoran bütün yüklerden kurtulmakla mecbur olduğumuz bir dönemin içerisindeyiz. Rekabet, daha iyiye ulaşmanın yoludur.

Parti içindeki rekabet, birbiri ile yan yana koşarken birbirini ayağına çelme takmak değil, daha hızlı koşma mücadelesidir; ayrışmanın değil, bütünleşmenin aracıdır. Çeşitli ülke ve şehirlerdeki CHP yurt dışı örgütlerinde, dönem dönem parti içi rekabetin yıpratıcı hal alabildiğini görüyoruz. Evet ülkemizde de bunu yaşıyoruz, yurt dışındaki örgütlerimizde de bunu yaşıyoruz.

Ayrıştırıcı bir dilin hakim olabildiğini de görüyoruz. Bunları görerek, bunlara tedbir alarak yol yürümenin şart olduğunu da biliyoruz. Tabii son derece sınırlı sayıda örnekler olsa da çok hassas ve çok tarihi bir dönemden geçtiğimizin farkına vararak -her zaman her yerde söylüyorum- bazı bildiğimiz, gördüğümüz, dönem dönem yüksek seviyede kınadığımız bütün tavır ve davranışlardan uzak, bir arada konuşabilmeyi, müzakere edebilmeyi, doğru yolu bulabilmeyi, ortak aklın masamızdaki kesin pusula olmasını sağlayabilmeyi başarmak zorundayız.

Partimize yakışmayan tek bir uygulamaya, tek bir söze, hatta partimize yakışmayan tek bir bakışa bile geçit vermemeliyiz. Bizler, insanlara ve birbirimize, aynen Atatürk’ün vatandaşa, o Tokat’ta çekilen fotoğraftaki baktığı gibi bakabilmeyi, aynı hassasiyeti de birbirimize bakarken gösterebilmeyi başarmak zorundayız.

Herkese ve birbirimize karşı iletişim ve müzakere kapılarının sonuna kadar açık olması gerektiğini unutmamalıyız. Bunu yapamayanların, örgütlenme içerisinde bu görevlere talip olma şansı yoktur.”

Paylaşın

Özel’den İktidara “Gri Liste” Hatırlatması: 2021 Yılında Girdik

Türkiye’nin Mali Eylem Görev Gücü (FATF) gri listesinden çıkarılmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan CHP Lideri Özgür Özel, “Neredeyse birileri çıkacak ve diyecek ki; ‘eskiler bilmez, gençler bilmez, eskiden biz gri listedeydik.’ Buradan hatırlatalım. Biz gri listeye 2021 yılında girdik. Biz gri listeye son günlerde hızla yapılan bazı kanunu düzenlemeler yapılmadığı için girdik. Biz gri listedeydik. Dün çıktık” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu övünülecek değil, çok utanılacak bir durumun, çok utanılacak bir üç yılın, AK Parti’nin bu ülkeye son üç yılda yaşattığı gerçeğidir. Çıktığımız günü listede Burkina Faso var. Yemen var, Suriye var, Mali var, Kongo var. Yani bulunduğumuz yer zaten pek çok ülkenin bulunduğu bir yerdi de biz orada bir üst lige falan çıktı. Biz utanç verici bir yere düşmüştük. Çok gecikmeli olarak ve nihayet ittir kaktır, hatta bir gece önce ‘bakalım siyasi bir kararla bizi orada tutacaklar mı ‘ gibi tuhaf değerlendirmelerle yani öz güveni eksik bir şekilde yarım yamalak Burkina Faso’nun olduğu yerden kurtulduk. Ama üç yıldır bizi orada tutan ve Türkiye’yi bu utançla yüzleştiren bu iktidardan başkası değildi.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin “Yurt Dışı Örgütlenme İkinci Yüzyıl Vizyonu Çalıştayı”nda konuştu. Özel, konuşmasında şunları söyledi:

“CHP, 47 yıl sonra birinci parti oldu. Bu hepimiz için çok büyük bir gurur kaynağı. Bunun heyecanını yaşıyoruz. Her toplantımızda bunun heyecanını paylaşıyoruz. Tabii bir yandan bunun bir yerel seçim olduğu, genel seçim boyutu olduğunda yurtdışı oyların devreye gireceği hep hatırlatılıyor. Burada bizim açımızdan yurtdışında biraz önce Ensar Başkan’ın ifade ettiği gibi iktidar partisini yarısı kadar oy aldığımız son seçim pratiğimiz var. Cam tavanı yurtiçinde olduğu gibi yurtdışında da kırmak gibi bir sorumluluğumuz var.

Yurtdışı seçmenlerde oy kullanma oranının yüzde 50’lerde kalıyor olması, hem de en üst düzey motivasyonun yaşandığı yüzüncü yıldaki seçimde dahi yüzde 50 oranında kalması, yapılan analizlerde sandığa gitmeyen seçmenin aslında Türkiye’deki iktidara yakın bakmayan, onun uygulamalarından memnun olmayan, sandık başına gittiği takdirde iktidardan yana oy kullanmayacak seçmen olduğu ile ilgili ortaklaşılan tespitler, aslında önümüzde ne büyük bir görev, ne büyük bir fırsat olduğunu ortaya koyuyor. Hep birlikte ulaşamadıklarımıza ulaşmak, ikna edemediklerimizi ikna etmek ve onları sandığa çağırma noktasında ne kadar başarılı olursak, işte aradaki fark o kadar hızla kapanacak ve bu sefer biz belki bir sonraki seçimden sonra hem yurtiçinde hem yurtdışında birinci parti olabilmiş olmanın mutluluğunu birlikte paylaşacağız.

74 seçim çevresinde yurtdışında oy kullanıldı, biz bunlardan 40’ında birinci partiyiz. Katılım oranının düşük olduğu her yerde ikinci, üçüncü partiyiz. O yüzden esas yapmamız gerekenin ne olduğu ortada. Sizlere sadece yurtdışında oyları, seçmenleri bulacak, sandığa taşıyacak, oyları sayacak kişiler olarak bakarsak bu da büyük bir haksızlık ve indirgemeci bir tutum olur. Esas olarak sizler Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında dünyanın dört bir yanında temsil eden kişilersiniz. Oradaki yüzlerisiniz.

Oradaki soydaşlarımızın, vatandaşlarımızın ya da Türk vatandaşı olmasa da Türkiye’den oraya göçmüş ve şu anda o ülkelerin sadece vatandaşı olan soydaşlarımızın siz oralarda hem temsilcileri hem onların sorunlarını bize taşıyacak kişiler, hem de dünyanın bugün için 21 farklı ülkesinde ama yarın dünyadaki 74 farklı seçim çevresinde hem partisini temsil eden hem oradaki siyaset pratiklerine tanıklık eden, onları partisine aktaran, oradaki iyi uygulamaları, oradaki olumlu gelişmeleri ya da oradaki kötü tecrübeleri buraya aktaracak, siyasi analizler yapacak, o ülkelerin nabzını tutacak ve buraya aktaracak temsilcilerimizsiniz.

Biz sizleri hem emeğinizle, hem entelektüel birikiminizle, hem kendiniz ve örgütümüzü geliştirmeye yönelik kapasitenizle son derece önemsiyoruz. Bu noktada bizlerin ve sizlerin birinci görevi bulunduğunuz bölgelerde örgütümüzü nitelik ve nicelik açısından geliştirmek gibi bir sorumluluğunuz var ve biz bunu son derece önemsiyoruz. Yurtiçinde olduğu gibi yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın da yeni ve güçlü bağlar kurmak, eksiklerimizden ders çıkarmak, bu alanda güçlü bir sıçramayı gerçekleştirmek için sizin bu üç gün boyunca yapılacak çalışmalara yapacağınız katkılar ve devamında burada alacağınız ödevlerle bu etkileşimin bir süreklilik içinde devam etmesi son derece önemli.

Ben bir yanı Üsküp’te bir yanı Selanik’e dayanan bir Balkan Türk’ü olarak Balkanlar başta Avrupa’daki ve dünyanın dört bir yanındaki yurttaşlarımızın sorunlarına daha çok eğilen, sosyal demokrat bir parti olmanın sorumluluğunu hisseden, yaşayan ve yaşatan bir çizgiyi hep birlikte tutturmamız gerektiğini düşünüyorum. 5-6 milyon Avrupa’da olmak üzere 7 milyondan fazla vatandaşımız yurtdışında yaşıyor. CHP sadece yurtiçinde 86 milyon vatandaşımızın değil eskiden gurbet dediğimiz şimdiki ikinci vatanlarındaki insanımızın baba ocağıdır, baba evidir. Türkiye İttifakı sadece yurtiçinde kullandığımız bir söylem değil. Yurtdışındaki seçmenlere sıkça hatırlatmamız gereken, onlarla kurmamız gereken çok önemli bir gönül bağıdır. Bu baba ocağının bir tane sahibi vardır. O da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Yurtdışındaki sizlerin eğitimden sağlığa, sosyal haklardan, ekonomik meselelere kadar pek çok sıkıntıları, çözülmesi gereken pek çok sorunları olduğunun bilincindeyiz. İhtiyaç olan sorunları tespit edip, doğru çözümlerin peşinden giden bir siyasi anlayışı hakim kılmak, bir özeleştiri yapmamız gerekiyorsa, biz bu özeleştiriyi bu üç günlük çalıştayda, açık yüreklilikle, birbirimizin hukukuna saygı duyarak, nezaket çerçevesini terk etmeden kararlılıkla dile getirmeliyiz. Eleştiriden ve özeleştiriden güçleneceğimizi, hatalarımızı konuşmaktan çekinmememiz gerektiğini, doğruları hep birlikte bulmamızın öneminin bir kez daha altını çiziyorum.

Biz sizlerin sorunlarına eğilmedikçe, sizlerin iyi gününde, kötü gününde yanında olmadıkça, başka yapıların, başka oluşumların, başka örgütlerin bu boşluğu doldurduğunu bilmemiz lazım. Yurtdışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, Türkiye ile bağı olan herkesin derdi ile dertlenmek, iyi ve kötü gününde onunla birlikte olmak, sorununa temas etmek çok önemli. Aksi takdirde birtakım cemaat yapılarının, birtakım tarikat yapılarının, birtakım Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ile ilgili sizinle ve bizimle ortak hayaller kurmayanların, Türkiye’yi Avrupa’nın bir parçası olarak değil de Türkiye’yi çok başka coğrafyaların bir parçası haline getirmek isteyenlerin, demokratik bir örgütlenme yerine bambaşka yapıların örgütlenmelerini güçlendirmeye çalışanların alan bulduğunu görmemiz gerekiyor.

Önümüzdeki dönemde tüm sorunları, ülkeler özelinde ve tüm ülkelerin ortak sorunlarının genelinde ayrı ayrı ele almak, irdelemek ve tartışmak durumundayız. Yurtdışında yaşayan sizlerin sorunlarını, beklentilerini sadece örgütsel bazda değil Meclis’teki komisyonlarda, TBMM Genel Kurulu’nda, kamuoyuna açık tüm alanlarda gündemleştirmek CHP’nin sorumluluğudur. Bu çalışmaların kararlılıkla ve artarak yürütülmesi gerekmektedir. Yaşadığınız coğrafya, avantajları ve dezavantajları ile ama sonuçta buradan uzak olmanın verdiği zorluklarla takip edilen bir coğrafya, bizim de takip ettiğimiz bir coğrafya.

Geçtiğimiz süreçte Avrupa Parlamentosu seçimleri yapıldı. Almanya ve Fransa’daki, Avusturya’daki sonuçlar, Fransa ve Avusturya’da aşırı sağcıların birinci parti olması, Almanya’da sosyal demokratları geçerek Almanya için Alternatif’in (AfD) ikinci parti noktasına gelmesi endişe verici. Yurtdışındaki siyasi akrabalarımız ‘Beklenen kadar kötü olmadı, korktuğumuz kadar kötü olmadı’ dese de Almanya ve Fransa Türkiye’nin yurtdışında en çok vatandaşının, soydaşının, Türklerin yaşadığı iki ülke olması açısından yaşanan meselenin bize başka bir tansiyon hissettirdiğini görmek ve bu konuyu ciddi şekilde irdelemek gerekiyor.

Neonazizm, yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı gibi 80 yıl öncesinde geride bırakmamız gereken birtakım ideolojilerin, yönetimlerin güç kazanıyor olmasından endişe duyuyoruz. Aşırı sağ ve yabancı karşıtlığının zemin kazanmaması için partimizin yurtdışındaki akraba partilerimizle birlikte kat etmesi gereken önemli mesafeler var. Ben kaygılarımı hızlı şekilde yurtdışında temas halinde olduğumuz Sosyalist Enternasyonal’in başkanlar kurulu ve yöneticileriyle paylaştık. Önümüzdeki günlerde Romanya’da yapılacak toplantıda masaya yatırıp konuşacağız. Berlin’de Alman Sosyal Demokrat Parti’nin kongresinde de, Madrid’de Sosyalist Enternasyonal’in toplantısında da yaptığım konuşmalarda aşırı sağa karşı ortak hareket etme çağrısı yapmış, aşırı sağın hafife alınmaması gerektiğini ifade etmiş ve bu konuda bütünleşik mücadelenin yapılması gerektiğinin altını çizmiştim.

Aşırı sağı bekleyen faktörlerin başında şüphesiz gelir adaletsizliği ve zenginler ile yoksullar arasındaki uçurum, bunun ülkedeki göçmenlere mal edilmesi, onların sorumlu tutularak, onların üzerinden yürütülen ve kurulan nefret dilinin aşarı sağı beslediği ile ilgili tespiti burada bir kez daha ifade etmek gerekiyor. Bu yüzdende aşırı sağın hedefinde yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın geçmişte olduğu gibi olacağını, bunun söylemsel boyutta olduğu gibi hakların aşındırılması noktasında ve hatta geçmişte çok büyük acılar bize yaşatan saldırılar, birtakım katliamlar noktasında bizleri endişelendirdiğini ve bu tehlikeyi görmezden gelemeyeceğimizi ifade etmek gerekiyor.

Avrupa Birliği’ne tam üyelik, partimizin başlattığı ve ülkemizin 60 yıllık bir hedefi. Otoriter popülist bir iktidarın hedefinin Avrupa Birliği olmayacağı açıktı, Türkiye bunu bir kez daha yaşadığı pratikle ortaya koydu. Her ne kadar CHP’nin önümüzdeki dönem Avrupa Birliği’ne tam üyelik noktasında ifade ettiği kararlılık, dış ilişkiler noktasında ortaya koyduğumuz yeni heyecan, enerji ve vizyon. Bu noktada dünya liderlerinin partimizle birlikte ülkemize yeni bir bakış açısı kazanmış olmaları. Onlarla kurduğumuz yakın ilişkiler, diyaloglar, bugün iktidar partisini yeniden Avrupa Birliği hedefini hatırlama noktasına getirdi.

“Kuvvetler ayrılığı demokrasinin ve kalkınmanın olmazsa olmaz ön şartıdır”

Erdoğan’ın uzun süre ağzına almadığı, hatta her aldığında bir polemik alanı olarak iç politika malzemesi yaptığı Avrupa Birliği ilişkilerini yeniden hatırlamış olmasını önemsiyoruz. Ancak çok da ciddiye almıyoruz. Çünkü güpegündüz havai fişekler atarak kutlanan bir başlangıç, kilometre taşı günden sonra bugün savrulduğumuz nokta, iktidarın bu konuda samimi olmadığını gösteriyor. 75 yıl önce kurduğunuz Avrupa Konseyi’nde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına ısrarla direnirseniz, Anayasanızda yazıyor olmasına rağmen uluslararası anlaşmaları uygulamazsanız, İstanbul’un ismi ile anılan İstanbul Sözleşmesi’ne Meclis tüm partilerin katıldığı bir oylamada oybirliği ile karar vermişken, bir gece yarısı, birkaç sapkın oyun peşine düşerek, bir imza ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilirseniz, ülkemizin Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyorsanız, mahkeme kararlarını hiçe sayıyorsanız, kuvvetler ayrılığı ki demokrasinin ve kalkınmanın olmazsa olmaz ön şartıdır.

Onun üzerinde tepiniyor ve sadece yürütmedeki yetkileriniz ile yetinmiyor, yasamaya talimatlar veriyor, hatta onun yetkilerini yetki aşımları ile kararnameler ile kullanıyor, buna karşı Anayasa Mahkemesi kararlarını yeniden boşa düşürüyor, tüm yargı organları üzerinde bir vesayet kuruyorsanız, sizin Avrupa Birliği diye bir hayaliniz olamaz. Avrupa Birliği ile bu yaptıklarını aynı cümle içinde andığınızda, karşınızdakiler sizi dinlerler ancak sadece acı acı tebessüm edenler. Maalesef karşınızdakiler sizi elverişli ve pazarlık edilebilecek, Suriyeli sığınmacılar için bir kampa dönüştürülebilecek, parasını verip kullandığınız, parasını verip susturdukları bir paydaş olarak görürler. Sizi asla ve asla gelecekte aynı parlamentoda temsil edilebilecek bir ortak, aday ülke olarak görmezler.

Maalesef, Angela Merkel ile Erdoğan’ın geçmişte yaptığı anlaşma, 6 milyon Euro üzerinden sıkıştıkları el, Merkel için başarıdır. Erdoğan için başarıdır. Ama Türkiye ve Avrupa Birliği idealleri açısından utanç verici bir kilometre taşıdır. Para karşılığında resmi rakamlarla 4,6 milyon ama çeşitli hesaplar, söylemler ve ortak bir kabul ile 10 milyona varan sığınmacının Türkiye’de bulunması ve bunun karşılığında işte 6 milyon Euro para alınması, tabii anlaşmanın görünen yönü. Zımni yönüyle Türkiye’deki hak ihlallerine karşı raporların yumuşak yumuşak yazılması. Müeyyideler için zamana yayılması ve en nihayetinde bugün Avrupa değerlerinden kopmuş, demokratik standartları gerilemiş bir noktaya Türkiye’nin savrulması şaşılmayacak bir sonuçtur.

Bugün gri listeden çıkmakla övünüyoruz. Neredeyse birileri çıkacak ve diyecek ki ‘Eskiler bilmez, gençler bilmez, eskiden gri listedeydik’. Buradan hatırlatalım. Biz gri listeye 2021 yılında girdik. Biz gri listeye bugün son günlerde hızla yapılan bazı kanuni düzenlemeler yapılmadığı için girdik. Biz gri listedeydik, dün çıktık. Bu övünülecek değil çok utanılacak durumun, çok utanılacak üç yılın, AKP’nin bu ülkeye son üç yılda yaşattığı gerçeğidir. Çıktığımız gri listede Burkina Faso var. Yemen var. Suriye var. Mali var. Haiti var. Kongo var.

Bulunduğumuz yer zaten pek çok ülkenin bulunduğu bir yerdi de biz oradan bir üst lige filan çıkmadık. Biz utanç verici bir yere düşmüştük, çok gecikmeli olarak ve nihayet ittir kaktır, hatta bir gece önce bakalım siyasi kararla bizi orada tutacaklar mı gibi tuhaf değerlendirmelerle yani özgüveni eksik şekilde, yarım yamalak, Burkina Faso’nun olduğu yerden kurtulduk. Ama üç yıldır bizi orada tutan ve bizi bu utanç ile yüzleştiren bu iktidardan başkası değildi. Bunu görelim ve bunun altını bir kez daha çizelim.

Maalesef bugün Türkiye, Avrupa Futbol Şampiyonası katılımcı ülkeler içinde Almanya vizeyle giden tek ülkedir. Bunu bütün vatandaşlarımıza hatırlatmak ve bu tuhaf durumun altını kalın kalın çizmek lazım. Bu ülkeyi 23 yıldır yöneten iktidar Türkiye’yi birtakım saplantılı bakış açılarıyla Eurovision Şarkı Yarışması’na sokmadığı gibi, pek çok uluslararası alandaki temsiliyetimizi kaybettirdiği gibi, dünya üçüncüsü olmuş bir milli takımdan Avrupa ve dünya şampiyonalarına takılamayan bir milli takım noktasına getirip, bu dönem çok şükür Almanya’da temsil edildiğimiz noktada, oraya giderken vize alan tek ülke biziz.

“Türkiye’nin rotasını yine doğru bir yere çevirmek lazım”

Bunu görmek lazım. Öğrencilerimiz, bilim insanlarımız, iş insanlarımız, hastalarımız vize sorunu yüzünden büyük mağduriyetler yaşıyor. Bilim insanlarımız, hocalarımız ameliyatlarına, verecekleri derslere gitmekte sorunlar yaşıyor. Schengen vizesi en çok reddedilen ülke maalesef Türkiye’dir. Türkiye Schengen vizesine başvuran ülkeler arasında ret oranı en yüksek olan ülkeye ulaşmıştır. 2019 yılında yüzde 9’luk ret oranının eleştirdiğimiz bir noktadan bugün beş yıl sonra yüzde 22’lik ret oranına yükselmişiz. Her beş Türk vatandaşından bir tanesi Avrupa’ya gitmek için başvurduğunda ‘Hayır seni sokmayız’ gibi sadece kendisi için değil hepimiz için onur kırıcı bir cevaba muhatap olmaktadır. Bu yüzden Türkiye’nin rotasını yine doğru bir yere çevirmek lazım.

Türkiye’de çok kullanılan gemi metaforuna dönecek olursak, bu geminin birinci kaptanı, bu geminin yönünü batıya çevirdi. Sebebi bir yön tercihi, bir hayranlık, bir düşkünlük filan değildi. Sebebi şuydu, batıda bilim, demokrasi, kuvvetler ayrılığı vardı. Batıda çok uzun süreçlerle kazanılmış insan hakları vardı. Belliydi ki batı iyiye gidiyordu. Zenginleşiyordu ve güçleniyordu. Yönünü batıya çevirdi. Bugün geminin maalesef son kaptanı rotayı doğuya çevirdi. İki tarafa bakalım şimdi. Ne tarafa gideceğimize hep birlikte karar verelim. Bir tarafta güçlü parlamentolar, kuvvetler ayrılığı, güçlü demokrasiler var.

Son katılan üyeleri katmazsanız 56 bin dolar ve hepsini katarsanız, 45 bin dolarlık milli gelir var. Hadi dönelim bu tarafa gidelim dedikleri Şangay İşbirliği Örgütü’nde güçlü liderler, bu taraftakiler o kadar güçlü değil. Büyük saraylar, bu taraftakiler iş bilmezliklerinden apartman dairelerinde oturuyor. En pahalı araçlar, uçan saraylar, bu taraftakiler tarifeli uçuyor, en pahalı araçları üretiyor ve bu taraftakilere satıyor. Kendileri mütevazılarına biniyor. Bu tarafta zengin yandaşlar, bu tarafta gelir daha doğru dağıtılıyor. Bu tarafta fakir halklar var. 4 bin 500 dolar milli gelir var. Erdoğan’ın Şangay İşbirliği Örgütü dediği, Dışişleri Bakanı’nın Şangay İşbirliği Örgütü dediği, oraya gidelim ve girelim dediği yerin ortalaması 4 bin 500 dolar.

Bu taraf bütün sorun ve sıkıntılarına rağmen 55 bin dolarlık milli gelirle yaşayan, demokrasiyi, insan haklarını yaşatan bir yöndür. O yüzden bakmayın Erdoğan’ın Avrupa Birliği üyeleri, onların Türkiye’deki değerli temsilcisi büyükelçiler ve dış temaslarımızda konuştukça ‘Avrupa Birliği bizim ayrılmayacağımız hedefimizdir’ demesine, hedefledikleri yer de ve orada bizi bekleyen akıbet de ortadadır. O yüzden bütün vatandaşlarımızı Erdoğan’ın bizi ne tarafa götürmeye çalıştığına, yani son kaptanın ama geminin ilk ve edebi kaptanının gösterdiği yönün ne olduğuna dikkat kesilmeye bir kez daha davet ediyorum.

Tabii çalıştayımız başlarken, arkadaşlarımızın tespit ettikleri, üzerinde mutabık olduğumuz, mücadele ettiğimiz, adım attığımız, çözüm getirmekte, dile getirmekte kararlı olduğumuz sorunlara 12 farklı noktada küçük küçük temas etmek, sizlerin neyi eksik bıraktığımızı tespit edip onun üzerine yoğunlaşmanızı sağlamak amacıyla yurtdışındaki yurttaşlarımız, Türkiye’ye geldiklerinde sağlık hizmeti olarak sadece acil sağlık hizmetlerinden yararlanıyorlar. Bu çok önemli sağlık sorunlarına karşılık geliyor.

Bunun çözülmesi gerekiyor. Yine emeklilikte sıkıntı yaşanıyor. Türkiye’den emekli olanlarda ödenen prim çok artırılmış durumda, aldıkları maaşlar çok inmiş durumda. Yurtdışından prim ödeyerek, Türkiye’den emekli olanların emekli maaşlarını düzeltmek durumundayız. Yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızın ülkemizde askerlik yapmak istese bedelli askerlik ücretleri yüksek bulunuyor. Bu da gençlerimizin ülkemizle bağlarını zedeliyor. Yurtdışındaki yurttaşlarımızın askerlik bedelini sembolik rakama indirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Yurtdışından Türkiye’ye getirilen telefon ve araçlardaki süre kısıtlaması büyük sorun oluşturuyor. Araçların Türkiye’deki kalış süresi bir gün dahi aşılsa ağır para cezaları ödeniyor.

Bu süreyi asgari beş aya çıkarmak, getirilen telefonların cezasızlık süresini uzatmak gerekiyor. Mavi kartlı yurttaşlarımıza verilen eşit hak ve yükümlülükler konusunda gerekli adımlar atılmamış, hala önemli eşitsizlikler söz konusu. Bu konu ihtiyaçlara göre yeniden ele alınmalı. Uçak bileti fiyatlarındaki artış karayoluyla yolculuğa yurttaşlarımız yönlendirdi. Bu da sınır kapılarında uzun ve çileli bir bekleyişe dönülüyor. Bu konudaki sorunların hızla çözülmesi gerekiyor. Başta Almanya Türkçe dersinin nasıl verileceği ve öğretilmesi konusundaki belirsizlikler nedeniyle çocuklarımızın eğitimleri aksıyor.

Alman hükümetleri ile vatandaşlarımızın çıkarlarını koruyacak bir çözüm üzerine müzakerelerin yapılması gerekiyor. Vatandaşlarımızın cenazelerinin Türkiye’ye getirilmesi konusunda ailelere devlet desteği ve ikili anlaşmalar yapılarak, kolaylaştırıcı çözümler bulunması gerekiyor. Yurtdışı seçim bölgesinin oluşturulması, yurtdışındaki yurttaşlarımızın kendilerini milletvekillerini parlamentoya göndererek temsil edilmesinin sağlanması gerekiyor. Bu konuda iki dönemdir CHP olarak parlamentoya kanun teklifimizi sunduk. Bunu bir parti politikası olarak da savunuyoruz.

360’tan farklı branştan 2 ile 3,5 yıl arasında meslek eğitimi almış ve diplomaya hak kazanmış meslek eğitimi mezunu gençlerimiz ülkemizde ortaokul mezunu statüsünde değerlendiriliyorlar. Bu gençlerimize lise mezunluğu statüsünün verilmesi gerekiyor. Bu konuda çalışılması gerekiyor. Yurtdışındaki yurttaşlarımızın yeterli konsolosluk hizmetleri alamadığı, bu konuda aksamalar yaşandığı, randevuların çok geciktiği ifade ediliyor. Bu konuyu dile getirmeli ve gündemleştirmeliyiz.

Türkiye ehliyeti Avrupa’da altı ay, Avrupa ehliyeti Türkiye’de bir sene kullanılabiliyor. Bu konuda ülkemiz yurttaşlarımıza hayatı kolaylaştıracak yasal düzenlemeleri mutlaka hayat geçirmeli. Önceki gün Almanya’da çiftte vatandaşlık yasası resmen uygulamaya girdi. Burada yaklaşık 500-600 bin vatandaşımız yeniden yurttaşlığa hak kazandı. İkisinden birinin tercih edilme noktasındaki tercihlere bakıldığında bu CHP açısından önemli bir fırsat sunuyor.

O yüzden benzer şekilde bugüne kadar ay yıldızlı pasaportundan vazgeçmeyi kabul etmediği için Alman vatandaşlığını reddeden yurttaşlarımızın Alman vatandaşı olması, Alman vatandaşlığını tercih eden yurttaşlarımızın Türk vatandaşlığını yeniden kazanması, Almanya’daki seçimlerde de sandık başına giderek, hem Türkiye’deki seçimler için, hem de kendi için en doğru kararı vermeleri noktasında uyarılmaları, teşvik edilmeleri, onların bu süreçlerine katkı sağlanması gerekiyor. Bu konu son derece önemli.

CHP’nin bundan sonraki süreçle ilgili Türkiye’de yapacağı çalışmalar kadar yurtdışında yapacağı çalışmaların önemini konuşmamın başında ifade etmiştim. Türkiye’de Türkiye İttifakı söylemiyle Türkiye’nin sosyal demokratlarını, milliyetçi demokratlarını, muhafazakar demokratlarını, Kürt demokratlarını, Alevi’si, Sünni’si ile Türkiye’deki tüm yurttaşlarımızı kucaklayan bir Türkiye İttifakı modeli 31 Mart’ta büyük teveccüh gördü. Çok doğru adayların belirlendiği, kampanyanın bilimsel olarak desteklendiği, ölçme ve değerlendirmenin odağa alındığı bir süreçte önemli bir başarıyı hep birlikte kazandık.

Şimdi yurtdışının oy kullanacağı, ikinci yüzyılın ilk genel seçimlerine geliyoruz. 1970’te Bülent Ecevit dünyadaki rüzgârları doğru gören, doğru okuyan, partisini doğru konumlandıran, Türkiye’de de partisine doğru bir hat çizen ve bunu sadece liderlikle değil çok güçlü kadro hareketiyle yapan üçüncü genel başkanımızdı. Onun döneminde 70’lerde girdiğimiz iki yerel, iki genel seçimin dördünden birinci parti olarak çıkmıştık.

“Büyük bir görevle karşı karşıyayız”

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk yerel seçiminden partimizdeki değişimle, sadece genel başkan değişimi ile değil 43 yaş ortalamasına sahip, genç kadroların içinde bulunduğu, tecrübeli kadrolarla birlikte toplamda 43 yaş ortalamasına sahip bir parti meclisiyle, yarısı kadın yarısı erkek gölge kabine, merkez yönetim kuruluyla, hepsi yerelde kentlerini geçmiş dönemde iyi yönetip yeniden adaylaşan başta Sayın İmamoğlu, Yavaş olmak üzere tüm belediye başkanlarımızla. Yeniden belirlenen ve geçmişe göre çok sayıda kadın ve gencin, içlerinde 30, 32 yaşında gencecik arkadaşlarımız bugün bize eşlik ediyorlar, adaylarımızla Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk yerel seçimlerinde büyük bir rüzgâr yarattık, yakaladık ve büyük bir görevle karşı karşıyayız.

Şimdi hem yerel seçimleri, yerel yönetimleri doğru yöneterek, dürüst yöneterek, şeffaf yöneterek, bu süreçleri israftan uzak, içinde bulunduğumuz mekânı buradan bilmeyenler için en ifade edeyim. Bu havuzda İmamoğlu her gün yüzmeyi tercih edebilirdi. Çünkü burası, bu içinde bulunduğunuz kampüsün tamamı AKP iktidarında Bakırköy’de olmasına rağmen dönemin Bakırköy Belediye Başkanımızın haberi ve yeri olmayan AKP’nin İstanbul’daki belediye başkanlarının villalarının bulunduğu yerdir.

Burada bambaşka, karşılarda oturan, uzaklarda görev yapan belediye başkanları, buradaki 12 villada oturuyorlardı. En büyüğünde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oturuyordu. Burası onların yüzme havuzuydu. Bu mekân geri kazanıldı. Yeniden kazanıldı. Bu mekân şimdi bilgi havuzu olarak kullanılıyor. Burada yaptığımız toplantılar gibi toplantılar yapılıyor. İstanbul Planlama Ajansı o villaların her birinde bilgi üretiyor. İyi deneyimleri dünya ve Türkiye’den topluyor. Harmanlıyor. Bilim insanlarının katkıları ile projelendiriyor. İstanbul ve Marmara’yı planlıyor. Türkiye’nin geleceğine ışık tutacak projelerle çok önemli işler yapıyorlar. Bizim belediye başkanlarımız bu villalarda oturabilirlerdi. Bunu ellerinin tersiyle ittiler.

Bu mekânı 16 milyon İstanbullunun geleceğini planlamak üzere ajans yerleşkesine çevirdiler. Oyu CHP’ye verirseniz mekânlar halkın oluyor. Boş alanlar orman oluyor. Keyif havuzları bilgi havuzlarına dönüşüyor. Oy AKP’ye verildiğinde bu mekânlar ne oldu, o İstanbul’un güzelim ormanları ne oldu? O kente kazandırılabilecek dünya kadar arazi nasıl gökdelenler oldu? Bu kenti AKP yönetmeye başladığında dört olan gökdelen sayısı nasıl 256 oldu? Hep birlikte hatırlayalım. Sosyal demokrat belediyecilik dayanışma demek.

Sosyal demokrat belediyecilik paylaşma demek. İsraf yerine hizmet demek. Varlıkları kendi lehlerine, yakınlarının lehine, yakın çevrelerinin lehine değil tüm vatandaşların lehine kullanmak, onların hizmetine sunmak demek. Böyle bir anlayışın hakim olduğu, böyle bir anlayışın temsilcisi bir partinin Genel Başkanı olmaktan, bu partide sizin gibi kıymetli yol arkadaşları ile birlikte Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında bir kez daha Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini birinci parti yapmanın görevini üstlenmiş olmakla ve bu heyecanı sizlerle paylaşıyor olmakla gurur duyuyorum. Hepinizle gurur duyuyorum.

Bu yapacağımız toplantının partimize, ülkemize önemli katkılar sağlamasını ümit ediyorum. Buradan çıkacak sonuçların yazılı belgenin hepimizin önümüzdeki beş yılda yol haritası olacağını görmenizi, süreci böyle analiz etmenizi, buna yönelik katkılar sağlamanızı bekliyoruz. Bu salonda ya da bu salonda olmayıp bulunduğumuz ülkelerde bu mücadele sırasında birbirini kırmış, incitmiş, üzmüş kim varsa, haklı olandan haksız olan adına Genel Başkanınız olarak ben özür diliyorum. Varsa kırgınlıklar, küskünlükler onu uçağa bindiniz, geldiniz. Burada bırakın ve geri götürmeyin. Bu salonda varsa kırgınlıklar, küskünlükler buraya benim hatırıma gelmediniz.

Ekrem Bey’in, Ayşegül Hanım’ın hatırına gelmediniz. Buraya o iki mavi gözlü Türkiye Cumhuriyeti’nin Selanik’te doğmuş kurucusunun hatırına geldiniz. Kim kavga ederse, tartışırsa, uzlaşıp da birlikte üretmenin önüne engel olursa bilsin ki hiçbirimize değil Atatürk’ün partisi ve onun kurduğu ülkenin geleceğine kötülük ediyor. Sizden bu özveriyi bekliyorum. Bu anlayışı bekliyorum. Hepinizi çok seviyoruz. Biz Türkiye’nin en büyük, en köklü, en güçlü ve birbirini en çok seven ailesiyiz. Birbirinizi sevmeye, partinizi sevmeye, ülkenizi sevmeye devam edin. Hepinize ihtiyacımız var.”

Paylaşın

Erdoğan’dan “Beşar Esad” Mesajı: Görüşebiliriz

Erdoğan, Türkiye ve Suriye arasında yeniden bir diplomatik ilişkiler kurulur mu sorusuna verdiği yanıtta, “Suriye ile ilişkileri geliştirmek için geçmişte nasıl birlikte hareket ettiysek aynı şekilde yine ederiz” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Suriye halkı bizim kardeş halk olarak yaşadığımız bir topluluktur. Suriye ile ilişkilerimizi nasıl canlı tuttuysak biliyorsunuz sayın Esed ile bu görüşmeleri yaptık yarın yine görüşebiliriz. Suriye’nin içişlerine karışmak gibi bir amacımız yok.”

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüşmesine ilişkin sorulan soruya da yanıt veren Erdoğan, “Devlet Bey ile ülkemizin siyasi gelişiminde neler oluyor, ne gibi tedbirler almamız gerekir, bunların görüşmesini yapıyoruz. Gerek MHP gerek AK Parti olarak adımlarımızı atıyoruz” ifadelerini kullandı.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cuma namazı sonrası açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle:

“İstanbul Bahçelievler’de meydana gelen yıkım: Kentsel dönüşümün temelinde bu tür birçok kaçak yapıların doğru dürüst yapılmadığı yerlerde dönüşüme gidelim ki işi sağlama bağlayalım. Yıkılan binalarda sıkıntı, bakıyorsunuz 3 kat kaçak yapılmış.

Bundan sonra ad yaşayacağımızı açık söyleyebilirim. Bundan sonraki süreçte kentsel dönüşümle zemin etütleri ile başlayıp TOKİ ile verilen imtihanı nasıl verdiysek ülke genelinde bu yapıları yaparak adımlarımızı atalım ve işi sağlama bağlayalım.

Devlet Bahçeli ile görüşme: Cumhur İttifakı’nın önemli temsilcisi olarak Devlet Bey’le uzun süredir çalışmalarımız var. Görüşmelerimizi ara vermeden devam ettirdik, ettiriyoruz, bundan sonra da devam ettireceğiz. Herhangi bir suiistimale de fırsat vermeyi asla düşünmüyoruz. Böyle bir şey de söz konusu değil.

Devlet Bey’le şu anda ülkemizin siyasi gelişiminde neler var, neler oluyor, ne gibi tedbirler almamız gerekir, bunların değerlendirmesini yaptık ve her görüşmemizde de nereden bakarsanız yani 1 saat civarında bu değerlendirmeleri yapıyoruz ve bununla birlikte gerek Milliyetçi Hareket Partisi gerekse Adalet ve Kalkınma Partisi olarak adımlarımızı atıyoruz.”

Suriye: Biz Suriye ile bu ilişkileri geliştirmekte, geçmişte nasıl birlikteysek yine aynı şekilde birlikte hareket ederiz. Suriye’nin içişlerin karışmak gibi bir derdimiz, hedefimiz asla olamaz.

Suriye halkı bizim kardeş halklar olarak beraber yaşadığımız bir topluluktur. Nasıl ki biz Suriye ile ilişkilerimizi çok çok canlı tuttuysak geçmişte, ailece görüşmelere varıncaya kadar… Biliyorsunuz sayın Eset ile biz görüşmeleri yaptık. Yarın olmaz diye bir şey kesinlikle mümkün değil, yine olur. Suriye’nin içişlerine karışmak gibi de bir derdimiz asla yok.”

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, son yaptığı açıklamada Suriye – Türkiye ilişkilerini iyileştirmeye yönelik her türlü çabanın temelinin ‘Suriye’nin egemenliğine saygı duyulması’ olduğunu dile getirmişti. Esad, ‘Türkiye’nin, Suriye devletinin kendi toprakları üzerindeki egemenliğini tanıdığı sürece Türkiye-Suriye ilişkilerinin geliştirilmesine yönelik görüşmelere açık olduğunu’ belirtmişti.

Ne olmuştu?

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad, Suriye’de savaşın başladığı 2011 yılından bu yana dışişleri bakanları düzeyinde ilk kez resmi görüşme için Moskova’da bir araya gelmişti.

Toplantıda ilişkilerin normalleştirilmesinin yanı sıra Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan 3,7 milyon Suriyeli mültecinin ülkelerine gönüllü geri dönmeleri konusunun da ele alınacağı kaydedilmişti.

Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde konuyla ilgili yer alan açıklamada “Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi hakkında görüş alışverişinde bulunulması, terörle mücadele, siyasi süreç, sığınmacıların gönüllü, güvenli ve onurlu dönüşleri de dahil olmak üzere insani konuların ele alınması planlanmaktadır” denilmişti.

Ankara ile Şam arasındaki normalleşme sürecinde Rusya’nın da girişimleriyle ilk somut adım bakanlar düzeyinde 28 Aralık’ta atılmıştı.

Moskova’da 28 Aralık 2022’de Türkiye, Rusya ve Suriye savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının katılımıyla yapılan üçlü toplantıda Suriye krizi, mülteci sorunu ve Suriye topraklarında bulunan tüm terör örgütleri ile ortak mücadele çabaları ele alınmıştı.

İlk görüşmede Şam yönetiminin, Türkiye’den, topraklarından çekilmesini ve Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) “terörist” olarak tanınmasını istediği ancak bu taleplerin Türkiye tarafından geri çevrildiği bildirilmişti.

Nisan başında dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılan toplantıya İran da katıldı. Türkiye, Suriye, Rusya ve İran savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının katıldığı 25 Nisan’da yapılan toplantı, Ankara ile Şam arasında başlatılan normalleşme sürecinde yeni bir adım olmuştu.

Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Türkiye “Suriye topraklarında her şekliyle terör örgütleri ve tüm aşırılıkçı gruplarla mücadele, Suriyeli mültecilerin topraklarına dönmelerine yönelik çabaların yoğunlaştırılması”na vurgu yaptı ve tarafların “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduklarını teyit” ettikleri belirtilmişti.

Suriye ise “Türk birliklerinin Suriye’den çekilmesi” talebini yinelemişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Aralık toplantısı öncesinde Suriye’nin kuzeyindeki YPG güçlerine yönelik olası kara operasyonuyla ilgili açıklamada bulunurken, “Biz şu an itibarıyla Suriye, Türkiye, Rusya üçlü olarak bir adım atalım istiyoruz.

Bunun için de önce istihbarat örgütlerimiz bir araya gelsin, ardından savunma bakanlarımız bir araya gelsin, daha sonra dışişleri bakanlarımız bir araya gelsin. Onların yaptığı görüşmelerden sonra da biz liderler olarak bir araya gelelim. Bunu da Sayın Putin’e teklif ettim. O da buna olumlu baktı. Böylece bir dizi görüşmeler zincirini başlatmış olacağız” şeklinde konuşmuştu.

Erdoğan’ın açıklamalarının ardından Rus medyasına yansıyan haberlerde, Moskova’nın Türkiye tarafından önerilen üçlü diplomasi mekanizması fikrine sıcak baktığı belirtilmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Kasım ayında Suriye Devlet Başkanı Esad ile görüşebileceğinin sinyalini vermiş ancak Esad, Türkiye Suriye’nin kuzeyindeki askerlerini çekmeyi kabul etmediği müddetçe Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeyeceğini söylemişti.

Paylaşın

Türkiye’nin Gri Listeden Çıkarılmasının Ekonomiye Olumlu Etkisi Olacak Mı?

İktisatçı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu “Çok yaygın kullanılan ‘Piyasalar beklentileri satın alır, gerçekleri satar’ diye bir ifade var. Bu çerçevede düşünürsek zaten Mehmet Şimşek’in göreve gelişinden beri önde gelen gündem maddelerinden biri Türkiye’nin gri listeden çıkartılmasıydı” dedi ve ekledi:

“Bu da bu beklentide satın alındı. Yani zaten böyle bekleniyor. Tersi olsa, Türkiye gri listeden çıkarılmazsa bir olumsuz hava eser. Gri listeden çıkarılınca ciddi bir olumlu havanın doğacağını zannetmiyorum.”

Gri liste kararının ekonomik etkilerinden çok, iç siyasi yansımalarının önemli olacağı görüşünü dile getiren Kozanoğlu, “Bunu daha çok iç piyasada ben iç kamuoyuna yönelik olarak ‘Bakın Mehmet Şimşek geldi, gri listeden de çıktık’ propagandası yapılacağını düşünüyorum. Ama yani gri listeye girildiği zaman da başkanlık sisteminin olduğunu, Cumhurbaşkanı’nın Recep Tayyip Erdoğan olduğunu, işte Cumhur İttifakı tarafından ülkenin yönetildiğini hatırlamak gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Türkiye, kara para ile mücadelede yetersiz kaldığı gerekçesiyle Ekim 2021’de eklendiği gri listeden çıktı. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) bünyesinde faaliyet yürüten Mali Eylem Görev Gücü (FATF) Singapur’da yaptığı değerlendirme toplantısında Türkiye ile beraber Jamaika’nın da adını listeden çıkarma kararı verdi. Örgüt, her iki ülkeyi de kaydettikleri “önemli ilerleme” nedeniyle tebrik ettiklerini açıkladı. Peki bu gelişme ne anlama geliyor?

Kara para aklama, terörizmin finansmanı ve diğer mali suçlarla mücadeleyi amaçlayan uluslararası bir örgüt olan “Financial Action Task Force” (Finansal Eylem Görev Gücü – FATF) yılda üç kez yaptığı değerlendirme toplantılarında suç gelirlerinin aklanması ve terörizmin finansmanıyla mücadelede yetersiz kalan ülkeleri açıklıyor.

FATF’nin kendi sitesindeki tanıma göre, gri liste kapsadığı ülkelerin artırılmış bir izlemeye tabi olmasını öngörüyor. Eksiklikleri olduğu tespit edilen ve bunları gidereceğini taahhüt eden ülkeler “gri liste” olarak adlandırılan “Yüksek Risk Altında Ülkeler” listesine alınıyor. Ülkeler, FATF taahhütleri kapsamında gerekli adımları atarak bu listeden çıkabiliyor.

Türkiye aslında ilk olarak 2011 yılında gri listeye girmişti. Yapılan düzenlemelerin ardından yine dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek zamanında 2014 yılında listeden çıkarılmıştı. Ekim 2021’de ise kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede eksikleri olduğu gerekçesiyle yeniden gri listeye alındı.

Türkiye’de kara para aklama ve terörizmin finansmanı konusunda gri alanların oluşmasında birbirini ardına yapılan varlık barışı düzenlemeleri ve emlak sektöründe yabancıya satışların etkili olduğu düşünülüyor.

Dönemin FATF Başkanı Marcus Pleyer, Türkiye’nin gri listeye alındığını duyururken; bankacılık, altın ve değerli taşlar ile emlak sektörü gibi yüksek riskli sektörlerde düzenlemeler yapılması gerektiğini bildirmişti. Pleyer, konuşmasında, “Türkiye; kara para aklama vakalarını, El Kaide ve IŞİD gibi BM tarafından terörist olarak tanınan gruplarla bağlantılı para transferlerini takibe almalı. Türkiye’nin; kara para aklamayı önlemede, terörün finansmanını engellemede, suç şebekeleri ve yolsuzluklarla mücadelede adımlar attığını göstermesi önemli” ifadelerini kullanmıştı.

Singapur’daki toplantılarda Türkiye ve Jamaika’nın çıkarıldığı listede hâlihazırda; Bulgaristan, Burkina Faso, Kamerun, Hırvatistan, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Haiti, Kenya, Mali, Mozambik, Namibya, Nijerya, Filipinler, Senegal, Güney Afrika ,Güney Sudan, Suriye, Tanzanya, Vietnam ve Yemen bulunuyor.

FATF tavsiyelerine uymayıp kara para aklama ve terör finansmanı konusunda iş birliği yapmayan İran, Kuzey Kore ve Myanmar ise örgütün ‘kara liste’sinde bulunuyor.

Gri listeden çıkmak neden önemli?

Gri listede olmak yabancı bankalar ve yatırımcılarla ilişkileri olumsuz etkiliyor. Gri listeye alınan ülkeler, dış yatırım çekme sürecinde uluslararası otoriteler, kredi kuruluşları ve yatırımcılar nezdinde itibar kaybına uğrarken bu durum bankacılık işlemlerini de olumsuz etkiliyor.

Yurt içinde ise dış ticaret ağı yüksek olan şirketlerin ekstra denetimler ve yükümlülüklerle karşılaşmasına neden oluyor. Bu bağlamda gri listede yer almak, yüksek dış finansman ihtiyacı olan Türkiye ekonomisine yabancı yatırım ilgisini azaltırken, dış ticareti ve pazar paylarını olumsuz etkiliyor.

“Gri liste demek, şaibeli ekonomi demektir. Kara paracı ekonomi demektir. Terörün finansmanı ve kara parayla mücadelede yetersiz ve etkisiz ülke demektir” diyen eski Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ufuk Söylemez, bunun büyük bir güvensizlik yarattığına dikkat çekti:

“Bizim bu listeye girme sebeplerimizin başlı başına en başlıca tabii Türkiye’nin bir kayıt dışı ekonomi cenneti olması… İkincisi Türkiye mali aflarla ve vergi barışlarıyla; kaynağı ve sahibi meçhul milyarlarca doların bir ay içinde girip çıkmasıyla, tam anlamıyla Avrupa standartlarına baktığımız zaman, demokrasilerine tam bir şaibeli ülke durumuna sokuldu, maalesef.”

Gri liste yabancı yatırımcıların Türkiye’ye bakışını olumsuz etkiliyor. Ancak iktisatçı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu’na göre bu listeden çıkmanın etkisi sınırlı olacak. Kozanoğlu şöyle açıklıyor:

“Çok yaygın kullanılan ‘Piyasalar beklentileri satın alır, gerçekleri satar’ diye bir ifade var. Bu çerçevede düşünürsek zaten Mehmet Şimşek’in göreve gelişinden beri önde gelen gündem maddelerinden biri Türkiye’nin gri listeden çıkartılmasıydı. Bu da bu beklentide satın alındı. Yani zaten böyle bekleniyor. Tersi olsa, Türkiye gri listeden çıkarılmazsa bir olumsuz hava eser. Gri listeden çıkarılınca ciddi bir olumlu havanın doğacağını zannetmiyorum.”

Gri liste kararının ekonomik etkilerinden çok, iç siyasi yansımalarının önemli olacağı görüşünü dile getiren Kozanoğlu, “Bunu daha çok iç piyasada ben iç kamuoyuna yönelik olarak ‘Bakın Mehmet Şimşek geldi, gri listeden de çıktık’ propagandası yapılacağını düşünüyorum. Ama yani gri listeye girildiği zaman da başkanlık sisteminin olduğunu, Cumhurbaşkanı’nın Recep Tayyip Erdoğan olduğunu, işte Cumhur İttifakı tarafından ülkenin yönetildiğini hatırlamak gerekiyor” dedi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

CHP Lideri Özel, “Erken Seçim” İçin Tarih Verdi

Katıldığı bir televizyon programında erken seçim tartışmalarına değinen CHP Lideri Özgür Özel, “Tarih olarak da şunu söylüyorum. 5 yıl var iki seçim arasında bunun ortası çok kritik bir yer 2.5 yıl” dedi ve ekledi:

“Sayın Erdoğan eğer Meclis seçimleri yenileme kararı almazsa bir daha aday olamıyor. 2.5. yılda şöyle bir noktaya geleceğiz. Biz gel seçimleri yenileyelim deriz gelip aday olursa 2.5 yıl o koyar, 2.5 yıl biz koyarız ortaya. Tam ortasının öyle bir manası var. Kazanırsa 5 yıl daha yapar. Kendine güveniyorsa bir kere daha gelir yarışırız. Yok güvenmiyorsa geriye giden her gün onun seçimden kaçtığı gündür.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV’de gazeteci İsmail Küçükkaya’nın sorularını yanıtladı. Özel’in konuşmasından öne çıkan başlıklar bu şekilde:

“Normalleşme tartışmaları: Normalleşme süreci bitmez. Normalleşme bizim birinci parti olma sorumluluğuyla ortaya koyduğumuz özgüvenli ve inandığımız bir süreç. Normalleşmenin özeti şudur: Normal demokrasilerde ne varsa onu talep etmek ve muhalefet olarak üstüne düşeni yapmaktır. Selamlaşmak, konuşmak, müzakere etmek.

Normal demokrasilerde olanı talep etmek. Anayasaya tam uyum, kanunlara tam uyum, AİHM kararlarına tam uyum. Bunları talep etmek benim görevim. Ha bunları yapmıyorsa kendileri normalleşmiyorsa bırakalım onlar anormal kalsın. Vatandaş da normalle anormal arasında günü gelince tercihini yapar.

Erdoğan’la ortak yayın çok iyi olur. Düşünsenize Türkiye bundan 40 yıl önce bunu başarıyordu. TRT’de bir saygın gazeteci moderasyonluk yapıyordu, bütün liderler sırasıyla söz alıyordular. Zaman zaman ortam geriliyordu tartışıyorlardı zaman zaman şakalaşıyorlardı. Çünkü normali oydu. Şimdi zaman ilerledikçe aslında bu tip demokratik kazanımların artması lazım.

40 yıl sonra geldiğimiz yere bak herkes gidiyor tek başına televizyon programlarına katılıyor, yani normalleşme dediğimiz şeyin bir boyutu da budur. Siyasiler kendi aralarında telefonla görüşebilirler, el sıkışmalıdırlar başbaşa görüşmeler heyetlerle görüşmeler yapabilirler ama günü geldiğinde de esas yetkiyi aldıkları vatandaşın karşısına çıkıp en somut şekilde anlatmalıdırlar.

Erken seçim: 31 Mart seçimlerinde seçmene bir şey söyledim dedim ki bu genel seçim değil, bu yerel seçim burada yerel yönetici seçeceksiniz. Bir de verdiğiniz oy iktidar açısından bir sarı kart olacak, bu bir kırmızı kart değil. O yüzden AK Partililer MHP’liler korkmadan çekinmeden bize oy verin iktidarı değiştirmek için değil iktidarı uyarmak için oy verin iktidarın değişeceği seçim bu seçim değil demiştim. Onlar da bize oy verdiler işte tablo böyle oldu.

Türkiye’de bu tablo olduğunun ertesi günü gördünüz mü bak ben birinci parti oldum hadi seçim desem şu çıkacak ortaya; sen hani söz vermiştin hani bu seçim o seçim değildi bizim oyumuzla bize kafa tutuyor diyecekti AK Partili seçmen. İkincisi bir fırsatçılık olur. Daha bu ülkenin ekonomik sorunları var, bu seçimde yorulduk daha dün seçimlerdeydik bugün yine seçim diyorsun. Üçüncüsü de ya neyinden istiyorsun erken seçim için 360 gerekiyor, bizde var 130. Bütün muhalefet 340.

Tarih olarak da şunu söylüyorum. 5 yıl var iki seçim arasında bunun ortası çok kritik bir yer 2.5 yıl. Sayın Erdoğan eğer Meclis seçimleri yenileme kararı almazsa bir daha aday olamıyor. 2.5. yılda şöyle bir noktaya geleceğiz. Biz gel seçimleri yenileyelim deriz gelip aday olursa 2.5 yıl o koyar, 2.5 yıl biz koyarız ortaya. Tam ortasının öyle bir manası var. Kazanırsa 5 yıl daha yapar. Kendine güveniyorsa bir kere daha gelir yarışırız. Yok güvenmiyorsa geriye giden her gün onun seçimden kaçtığı gündür.

Ekonomik kriz: Çok kazanandan çok alacağız, az kazanandan az alacağız, hiç kazanmayandan vergi almayacağız. Paranın büyük kısmı geniş yığınlarda, küçük kısmı azınlıklarda olmalı. En tepedekiler İtalya gibi en diptekiler Hindistan gibi yaşıyor.

Mehmet Şimşek’in bize dediği şeyin tercümesi şu, ‘şirketler az ödesin biz yine vatandaşın sırtından inmeyeceğiz’. Bir müzakerede ne talep ettiğinizi söyleyebilirsiniz, bu sizin kitlenize karşı sorumlusunuz. Öyle büyük firmalar var ki, o firmada çalışan eleman vergi ödüyor, firmanın patronu ödemiyor. İğneden ipliğe vergi yapılacak bir paket geliyor, bu paket yine yoksulun, işçinin, emeklinin, esnafın, çalışanın sırtına binecek.

Fahrettin Koca: Fahrettin Koca’nın istifa iddiasını duyuyoruz. Kampta, Antalya Milletvekili Tuğba’nın göz doktorudur kendisi de, aralarında sert bir polemik yaşandığını duyduk.

Sığınmacılar: 2 gün önce Avrupa Birliği’nin Türkiye’deki bir Büyükelçisiyle özel bir yemekte bir arya geldik orada da söyledim, Avrupa Birliği’nin bütün büyükelçilerine büyük toplantılarında da söyledim tek tek geldiklerinde de söylüyorum: ‘Sizin yanınızda, sizin açınızdan istikrarlı bir Türkiye’nin sığınmacı deposu olarak durması gerçek istikrar değildir.

Yanı başınızda hem demokratik hem de istikrarlı bir Türkiye’ye ihtiyaç var ve bunun olabilmesi için sığınmacı sorununun tamamen çözülmüş olması lazım. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olması lazım. Siz bizi sığınmacı kampı olarak görüyorsunuz sınır ötesinde. o yüzden elimizi hep birlikte taşın altında sokacağız. Önce Suriye’deki sorunu çözeceğiz.

Bizim yapacağımız iş şu: Ben burada inisiyatif almaya hazırım. Suriye ve Türkiye arasındaki diyalog kanallarının açılması için gerekirse ben Esad’la görüşmeye gideceğim. Bunun zeminin araştırıyoruz. Olumlu gelişmeler var günü geldiğinde açıklayacağız. Zemin arayışı içerisindeyiz; üzerinde çalışıyoruz. Gidip sayın Esad’la görüşüp, Türkiye’yle bir masaya oturmasıyla ilgili net talebimizi iletip ana muhalefet sorumluluğunu yapacağız.

Çünkü masaya oturmadan bu sorun çözülmeyecek. Türkiye’deki Suriye vatandaşlarının Suriye’ye dönmesi için şartlar neyse konuşulacak. elbette bunun bir siyasi tarafı var. Esad’ın belli güvenceler vermesi gerekiyor. Bir takım teşvikler ortaya koyabiliriz. Türkiye’de doğmuş 1 milyon çocuk var, bu çocuklar için vize kolaylığı, jestler yapılabilir. Türkiye’de doğdukları için diğer Suriye vatandaşlarından ayıracak bir takım jestler yapılabilir. Bunları çalışıyoruz.

Sinan Ateş Davası: Biz Ayşe Ateş’in yanındayız. Soruşturma kime kadar giderse gitsin sorumluların cezalandırılmasını istiyoruz. Ayşe Ateş adalet istiyor, kocasının kanı yerde kalmasın istiyor. Tetiği çeken zaten cezayı alacak ama asıl katiller kimse o ceza alsın istiyor.

Gri Liste: Yıllardır uğraşıyoruz gri listeden çıkılmasıyla ilgili. Bu son derece olumlu bir şey çünkü bu listede yer almak utanç vericiydi. Normali budur.”

Paylaşın