Merkez Bankası Duyurdu: Konut Fiyatları Yüzde 29,4 Arttı

Konut fiyatları kasım ayında bir önceki aya göre yüzde 2,8, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 29,4 oranında arttı. Üç büyük il incelendiğinde, konut fiyatları İstanbul, Ankara ve İzmir’de sırasıyla yüzde 26,2, 34,8 ve 26,7 oranlarında arttı.

Haber Merkezi / Konut fiyatlarının en çok arttığı iller ise Erzincan, Ardahan, Kars, Iğdır, Erzurum, Bayburt ve Ağrı oldu. Bu illerde konut fiyatları yıllık yüzde 40,7 artış gösterdi.

Konut fiyatları Bingöl, Elazığ, Malatya, Tunceli, Van, Bitlis, Muş ve Hakkari’de yüzde 40,1, Balıkesir Çanakkale’de yüzde 37,9, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ’da yüzde 26,0, Adana Mersin’de yüzde 24,5 ve Antalya, Burdur, Isparta’da yüzde 14,9 arttı.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) 2024 Kasım ayına ilişkin Konut Fiyat Endeksini (KFE) açıkladı.

Buna göre; Türkiye’deki konutların kalite etkisinden arındırılmış fiyat değişimlerini izlemek amacıyla hesaplanan Konut Fiyat Endeksi (KFE) kasım ayında bir önceki aya göre yüzde 2,8 oranında artarak 155,4 seviyesinde
gerçekleşti.

Bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 29,4 oranında artan KFE, aynı dönemde reel olarak yüzde 12,0 oranında azaldı.

İstanbul, Ankara ve İzmir’in konut fiyat endekslerindeki gelişmeler değerlendirildiğinde, 2024 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre, sırasıyla yüzde 2,9, 3,4 ve 1,9 oranlarında artış gözlendi. Endeks değerleri bir önceki yılın aynı ayına göre, İstanbul, Ankara ve İzmir’de sırasıyla yüzde 26,2, 34,8 ve 26,7 oranlarında artış gösterdi.

Konut fiyatlarının en çok arttığı iller ise Erzincan, Ardahan, Kars, Iğdır, Erzurum, Bayburt ve Ağrı oldu. Bu illerde konut fiyatları yıllık yüzde 40,7 artış gösterdi.

Konut fiyatları Bingöl, Elazığ, Malatya, Tunceli, Van, Bitlis, Muş ve Hakkari’de yüzde 40,1, Balıkesir Çanakkale’de yüzde 37,9, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ’da yüzde 26,0, Adana Mersin’de yüzde 24,5 ve Antalya, Burdur, Isparta’da yüzde 14,9 arttı.

Paylaşın

Özel Sektörün Yurt Dışı Kredi Borcu 177,7 Milyar Dolar

Ekim sonu itibarıyla, özel sektörün yurt dışından sağladığı kredi borcu, 177,7 milyar dolara yükseldi. Vadeye göre incelendiğinde, uzun vadeli kredi borcu 162,8 milyar dolar; kısa vadeli kredi borcu (ticari krediler hariç) ise 14,8 milyar dolar düzeyinde.

Haber Merkezi / Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB), Özel Sektörün Yurt Dışından Sağladığı Kredi Borcu Gelişmeleri Ekim 2024 Raporu’nu yayınladı.

Buna göre; Ekim sonu itibarıyla, özel sektörün yurt dışından sağladığı toplam kredi borcu, 2023 yıl sonuna göre 15,0 milyar dolar artarak 177,7 milyar dolar oldu. Vadeye göre incelendiğinde, 2023 yıl sonuna göre, uzun vadeli kredi borcunun 9,3 milyar dolar artarak 162,8 milyar dolar; kısa vadeli kredi borcunun (ticari krediler hariç) ise 5,7 milyar dolar artarak 14,8 milyar dolar düzeyinde gerçekleştiği gözlemlendi.

Borçluya göre dağılıma bakıldığında, uzun vadeli kredi borcuna ilişkin olarak, bir önceki yıl sonuna göre bankaların kredi biçimindeki borçlanmalarının 1,0 milyar dolar arttığı, tahvil ihracı biçimindeki borçlanmalarının ise 3,8 milyar dolar artışla 18,7 milyar dolar seviyesinde gerçekleştiği gözlemlendi. Aynı dönemde, bankacılık dışı finansal kuruluşların kredi biçimindeki borçlanmaları 318 milyon dolar azalmış, tahvil stoku ise 301 milyon dolar artarak 1,4 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti.

Söz konusu dönemde, finansal olmayan kuruluşların kredi biçimindeki borçlanmalarının 933 milyon ABD doları arttığı, tahvil stokunun ise 2,7 milyar dolar artarak 13,4 milyar dolar seviyesinde gerçekleştiği gözlemlendi. Kısa vadeli kredi borcuna ilişkin olarak ise, 2023 yıl sonuna göre bankaların kredi biçimindeki borçlanmaları 3,8 milyar dolar artışla 8,3 milyar dolar; finansal olmayan kuruluşların kredi biçimindeki borçlanmaları ise 365 milyon dolar azalışla 1,3 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti.

Alacaklıya göre dağılım incelendiğinde, uzun vadeli kredi borcuna ilişkin olarak, ekim sonu itibarıyla tahvil hariç özel alacaklılara olan borç, bir önceki yıl sonuna göre 3,7 milyar dolar artarak 108,9 milyar dolar olarak gerçekleşti. Kısa vadeli kredi borcuna ilişkin olarak ise, tahvil hariç özel alacaklılara olan borcun bir önceki yıl sonuna göre 4,7 milyar dolar artarak 12,5 milyar dolar seviyesinde gerçekleştiği gözlemlendi.

Döviz kompozisyonuna bakıldığında, 162,8 milyar dolar tutarındaki uzun vadeli kredi borcunun yüzde 58,6’sının Dolar, yüzde 33,9’unun Euro, yüzde 2,6’sının Türk lirası ve yüzde 4,9’unun ise diğer döviz cinslerinden oluştuğu ve 14,8 milyar dolar tutarındaki kısa vadeli kredi borcunun ise yüzde 41,1’inin Dolar, yüzde 15,7’sinin Euro, yüzde 38,8’inin Türk lirası ve yüzde 4,4’ünün diğer döviz cinslerinden oluştuğu görüldü.

Sektör dağılımı incelendiğinde, ekim sonu itibarıyla, 162,8 milyar dolar tutarındaki uzun vadeli toplam kredi borcunun yüzde 38,0’ını finansal kuruluşların, yüzde 62,0’ını ise finansal olmayan kuruluşların borcu oluşturdu. Aynı dönemde, 14,8 milyar dolar tutarındaki kısa vadeli toplam kredi borcunun yüzde 80,2’sini finansal kuruluşların, yüzde 19,8’ini ise finansal olmayan kuruluşların borcu oluşturdu.

Özel sektörün yurt dışından sağladığı toplam kredi borcu, ekim sonu itibarıyla kalan vadeye göre incelendiğinde, 1 yıl içinde gerçekleştirilecek olan anapara geri ödemelerinin toplam 55,5 milyar dolar tutarında olduğu gözlemlendi.

Paylaşın

Bireysel Kredi Kartı Borcu Olanların Sayısı 37 Milyonu Aştı

Bireysel kredi kartı borcu olanların sayısı 2.2 milyon kişi artarak 37.3 milyona ulaştı. Kişi başına düşen ortalama kredi kartı borcu ise 28 bin 289 liradan 44 bin 681 liraya çıktı.

Haber Merkezi / Kişi başına düşen ortalama bireysel kredi borcu ise bir yıl içinde 63 bin 675 liradan 88 bin 155 liraya yükseldi.

İstanbul Planlama Ajansı (İPA) Başkanı Dr. Buğra Gökce, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Türkiye’deki kredi borçlarının artışı ve bunun ekonomiye olan etkilerini değerlendirdi.

Buğra Gökce, paylaşımında şu bilgilere yer verdi: “Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi verilerine göre; Kredi borcu bulunan kişi sayısı son 1 yılda 2,1 milyon arttı. Kredi borcu bulunan kişi sayısı 41 milyon 376 bine ulaştı.

Kişi başına düşen ortalama bireysel kredi borcu ise bir yıl içinde 63 bin 675 liradan 88 bin 155 liraya yükseldi. Takipteki kredilerin oranı (batık krediler) yüzde 1.8’den yüzde 2.7’ye çıktı.

Bireysel kredi kartı borcu olanların sayısı 2.2 milyon kişi artarak 37.3 milyona ulaştı. Kişi başına düşen ortalama kredi kartı borcu ise bir yılda yüzde 58 artarak 28 bin 289 liradan 44 bin 681 liraya çıktı.

Kredili mevduat hesabı kullanan kişi sayısı bir yılda 1.6 milyon kişi artarak 29.7 milyona ulaştı. Toplam KMH borcu, son 12 ayda yüzde 151 artarak 154.7 milyar liradan 388.3 milyar liraya yükseldi.”

Paylaşın

Türkiye’de Her Saniye 270 Bin Lira Vergi Ödendi

Türkiye’de, 2024 yılının ilk 11 ayında vatandaşlar saniyede 270 bin lira vergi ödedi. Toplam ödenen vergi tutarı ise 7 trilyon 793 milyar 285 milyon 845 bin liraya ulaştı.

Vatandaşlar, günlük 23 milyar 333 milyon 191 bin 153, aylık ise 779 milyar 328 milyon 584 bin 500 lira vergi ödedi.

Türkiye’deki ekonomik krizle birlikte vergi yükü de giderek artıyor. 2024 yılı itibarıyla ödenen toplam vergi tutarı 7 trilyon 793 milyar 285 milyon 845 bin liraya ulaşırken bu rakam saniyede 270 bin 60 lira, dakikada 16 milyon 203 bin 605 lira ve saatte 972 milyon 216 bin 298 lira olarak hesaplanıyor.

Günlük vergi ödemesi ise 23 milyar 333 milyon 191 bin 153 liraya çıktı. Aylık bazda değerlendirildiğinde ise Türkiye’de 779 milyar 328 milyon 584 bin 500 lira vergi ödenmiş durumda.

Vergi Uzmanı Ozan Bingöl tarafından açıklanan verilere göre, vergi ödemeleri her geçen gün artış göstermeye devam ediyor.

Paylaşın

Tarımda Üretici Enflasyonu Yüzde 46,91

Tarımda üretici enflasyonu kasım ayında bir önceki aya göre yüzde 8,88, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 37,55, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 46,91 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 48,83 arttı.

Haber Merkezi / Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi (Tarım-ÜFE) Kasım 2024 verilerini açıkladı.

Buna göre; Tarımda üretici enflasyonu kasım ayında bir önceki aya göre yüzde 8,88, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 37,55, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 46,91 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 48,83 arttı.

Sektörlerde bir önceki aya göre, tarım ve avcılık ürünleri ve ilgili hizmetlerde yüzde 9,35, ormancılık ürünleri ve ilgili hizmetlerde yüzde 1,59 ve balık ve diğer balıkçılık ürünleri; su ürünleri; balıkçılık için destekleyici hizmetlerde yüzde 1,70 arttı.

Ana gruplarda bir önceki aya göre, tek yıllık (uzun ömürlü olmayan) bitkisel ürünlerde yüzde 19,49, çok yıllık (uzun ömürlü) bitkisel ürünlerde yüzde 4,91 ve canlı hayvanlar ve hayvansal ürünlerde yüzde 2,93 arttı.

Yıllık değişimin en yüksek olduğu alt grup yüzde 263,86 artış ile turunçgiller, aylık değişimin en yüksek olduğu alt grup yüzde 43,95 artış ile sebze ve kavun-karpuz, kök ve yumrular oldu.

Paylaşın

Bireysel Kredi Kartı Borçları 1,74 Trilyon Liraya Geriledi

Bankaların bireysel kredi kartı alacakları yüzde 0,3 azalışla 1 trilyon 739 milyar 36 milyon liraya indi. Bireysel kredi kartı alacaklarının 603 milyar 609 milyon lirasını taksitli, 1 trilyon 135 milyar 427 milyon lirasını taksitsiz borçlar oluşturdu.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) haftalık bankacılık sektörü verilerini açıkladı. BirGün’ün aktardığına göre; Tüketici kredilerindeki artış 6 Aralık haftasında da devam etti. Bireysel kredi kartlarında ise kısıtlı düşüş hesaplandı. Tüketici kredileri 1 trilyon 942,7 milyar TL’den 1 trilyon 950,9 milyar TL’ye çıkarken, bireysel kredi kartları 1 trilyon 744,6 milyar TL’den 1 trilyon 739 milyar TL’ye indi.

Kredi borçları artan yurttaşın, takipteki alacakları da yükselmeye devam ediyor. Bireysel kredi ve kredi kartlarında takipteki alacaklar 105,1 milyar TL seviyesinde gerçekleşirken takipteki toplam alacaklar ise 286,9 milyar TL’den 290,4 milyar TL’ye çıktı. Ticari kredilerde de takipteki alacaklar 185,3 milyar TL’ye yükseldi.

Toplam kredilerdeki artış da sürüyor. 6 Aralık haftasını kapsayan dönemde krediler 15 trilyon 417,6 milyar TL’den 15 trilyon 950,9 milyar TL’ye yükseldi. Mevduat ise 18 trilyon 167,4 milyar TL’den 17 trilyon 979,5 milyar TL’ye geriledi.

Tüketici kredilerinin tutarı, 6 Aralık itibarıyla 8 milyar 222 milyon lira artarak 1 trilyon 950 milyar 922 milyon liraya yükseldi. Kredilerin 499 milyar 913 milyon lirası konut, 74 milyar 891 milyon lirası taşıt ve 1 trilyon 376 milyar 118 milyon lirası ihtiyaç kredilerinden oluştu.

Bu dönemde taksitli ticari kredilerin tutarı, 28 milyar 325 milyon lira artarak 2 trilyon 81 milyar 412 milyon lira oldu. Bankaların bireysel kredi kartı alacakları ise yüzde 0,3 azalışla 1 trilyon 739 milyar 36 milyon liraya indi. Bireysel kredi kartı alacaklarının 603 milyar 609 milyon lirasını taksitli, 1 trilyon 135 milyar 427 milyon lirasını taksitsiz borçlar oluşturdu.

BDDK verilerine göre, 6 Aralık haftasında KKM hesapları 1 trilyon 198,2 milyar TL’den 1 trilyon 184 milyar 676 milyon TL’ye gerileyerek toplamda 13,5 milyar TL’lik bir azalma gösterdi. Bu düşüş, son üç aydaki en düşük KKM çıkışı olarak kayıtlara geçti. Üst üste dört haftadır hesaplardan çıkışların bir önceki haftaya göre daha düşük seviyede gerçekleşmesi dikkat çekti. Son olarak 29 Kasım haftasında 25,8 milyar TL’lik çıkış gerçekleşmişti.

Paylaşın

OECD’den Türkiye’ye Uyarı: Ekonomi Küçülüyor

OECD, Türkiye’nin G20 ülkeleri arasında üçüncü çeyrekte büyüme kaydedemeyen az sayıda ülke arasında olduğunu belirtti. OECD, Türkiye ekonomisinin daralma gösterdiği bu dönemde, G20 ülkelerinin toplam büyüme oranı yüzde 0.7 olarak kaydetti.

Türkiye’nin üçüncü çeyrekte daralmaya devam etmesinin arkasında; iç talepteki zayıflama, enflasyonist baskılar ve sanayi üretimindeki gerileme gibi faktörlerin olduğu değerlendiriliyor.

Türkiye’nin sanayi üretimindeki düşüşün büyüme üzerinde belirgin bir baskı yarattığını vurgulayan OECD, “Sağlıklı bir ekonominin temel şartı olan üretim artışı gerçekleşmedikçe, büyüme ve enflasyonla mücadelede sürdürülebilir bir başarı elde etmek zor” değerlendirmesinde bulundu.

OECD’nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) 2024 yılı üçüncü çeyrek büyüme verilerine ilişkin yayımladığı rapor, küresel ekonomideki istikrarlı büyümeye karşın Türkiye’nin ekonomisindeki daralmayı gözler önüne serdi.

Karar’dan Büşra Akdaş’ın aktardığına göre; G20 ülkeleri arasında yer alan Türkiye, üçüncü çeyrekte yüzde -0.2 oranında küçülme kaydederek, ekonomik büyüme performansı açısından en zayıf ülkeler arasında yer aldı.

Türkiye ekonomisi, ikinci çeyrekte de yüzde -0.2 oranında daralma kaydederek negatif büyüme eğilimini sürdürdü. OECD raporunda, Türkiye’nin G20 ülkeleri arasında üçüncü çeyrekte büyüme kaydedemeyen az sayıda ülke arasında olduğu belirtildi. Rapora göre, Türkiye ekonomisinin daralma gösterdiği bu dönemde, G20 ülkelerinin toplam büyüme oranı yüzde 0.7 olarak kaydedildi.

G20 ülkelerinde genel olarak büyüme oranlarının istikrarlı bir seyir izlediği üçüncü çeyrekte, bazı ülkeler büyüme hızlarını artırmayı başardı. Özellikle Hindistan ve Endonezya gibi gelişmekte olan ekonomiler sırasıyla yüzde 1.1 ve 1.2 büyüme ile dikkat çekti. Öte yandan, Çin’de büyüme yüzde 0.5’ten 0.9’a, Meksika’da ise yüzde 0.4’ten 1.1’e yükseldi.

Türkiye’nin aksine, daha önce daralma kaydeden Almanya ve Güney Kore ekonomilerinde toparlanma görüldü. Almanya üçüncü çeyrekte yüzde -0.3’lük küçülmeden yüzde 0.1’lik büyümeye geçerken, Güney Kore de yüzde -0.2’den yüzde 0.1’lik büyümeye geri döndü.

OECD raporunda, Türkiye’nin yıllık bazda büyüme performansında da G20 ortalamasının gerisinde kaldığı vurgulandı. G20 ülkelerinin yıllık büyüme oranı üçüncü çeyrek itibarıyla yüzde 2.8 olurken, Türkiye’nin ekonomisi bu dönemde daralmaya devam etti. Hindistan, yüzde 5.8’lik yıllık büyüme oranıyla G20’nin lideri olurken, Türkiye, ekonomideki daralma ile dikkat çekti.

Türkiye’nin üçüncü çeyrekte daralmaya devam etmesinin arkasında; iç talepteki zayıflama, enflasyonist baskılar ve sanayi üretimindeki gerileme gibi faktörlerin olduğu değerlendiriliyor.

OECD raporu ayrıca, Türkiye’nin sanayi üretimindeki düşüşün büyüme üzerinde belirgin bir baskı yarattığını ifade ediyor. Raporda, “Sağlıklı bir ekonominin temel şartı olan üretim artışı gerçekleşmedikçe, büyüme ve enflasyonla mücadelede sürdürülebilir bir başarı elde etmek zor” ifadelerine yer verildi.

Paylaşın

TÜSİAD’dan Yabancı Sermaye İçin “Güçlü Hukuk Devleti Şart” Çıkışı

TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Ömer Aras, konsey toplantısında yaptığı konuşmada, “Temmuz’dan bu yana ekonomik program olumlu sonuçlar veriyor. Uygulanmakta olan para politikası sayesinde enflasyon düşme eğilimine girdi. Daha önce de vurguladığımız gibi bu zaman alan bir süreç” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Sürecin başarılı olması için politikalarda kararlılık ve istikrar önemli. Sabırlı olmalıyız. Türkiye ekonomisinin sinyal niteliği en yüksek göstergelerinden olan cari açık hızla daralıyor. Eylül ayında yıllık cari açığın 10 milyar doların altına inmiş olması, önümüzdeki dönemin enflasyon ve kur gelişmeleri açısından memnuniyet verici. Cari açık daralırken döviz rezervleri de güçleniyor.”

Ömer Aras, “Ekonomideki düzelme uluslararası piyasalar tarafından da teyit edildi. Ülke risk primimizi gösteren CDS ve rating notlarımız iyileşti. Ama verimlilikle büyümeye en büyük katkıyı yapacak olan doğrudan sermaye yatırımları girişi çok sınırlı. Doğrudan sermaye yatırımları için makroekonomik istikrarla beraber güçlü bir hukuk devleti, adil, hızlı ve efektif işleyen bir adalet sisteminin de tesis edilmiş olması gerekiyor.” ifadelerini kullandı:

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi toplantısı 12 Aralık Perşembe günü Ankara’da gerçekleştirildi. Toplantının açılış konuşmaları TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan tarafından yapıldı.

Ömer Aras, konsey toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi: Temmuz ayındaki konuşmamın başlığı, ‘Ülke Olarak Değişimi Kaçırmayalım’ idi. Dünyadaki değişimi iklim, demografik, jeopolitik ve teknolojik değişim olarak dört başlık altında toplayabiliriz demiştim. Değişimi kaçırmamak ve güçlü ve dayanıklı bir ekonomi yaratmak için Hukukun üstünlüğü, Eğitim ve liyakat, Teknoloji – İnovasyon, Verimlilik ve ihracata dayalı ekonomik büyüme konularına öncelik vermemiz gerektiğini belirtmiştim.

O tarihten bugüne kadar geçen sürede temel eğilimler aynı kaldı. Dolayısıyla odaklanmamız gereken konular da aynı. Bugünkü konuşmamın başlığını ise Toplumsal Uyumla Orta Gelir Tuzağından çıkmak olarak belirledim. Geçen hafta açıklanmış olan GSYH rakamları Orta Gelir Tuzağının üst sınırına yakın olduğumuzu gösteriyor. Orta Gelir Tuzağından artık kalıcı olarak çıkmalıyız, yüksek gelirli bir ülke olmalıyız. Toplumun tüm fertleri de bunu hissetmeli.

Bunun için toplum olarak başarısı teori ve uygulama ile ispatlanmış akılcı politikalar etrafında uzlaşalım diyorum. Biraz sonra değerli hocalarımızla yapacağımız panelde bu tartışmayı derinleştirmeyi dört gözle bekliyorum. Daha fazla vakit kaybetmeyelim, “Aklın yolu bir” diyerek ortak akıl etrafında bir araya gelelim. Dünyaya baktığımızda jeopolitik ve ekonomik etkileşimlerin her geçen gün daha fazla iç içe geçtiğini görüyoruz. Jeopolitik riskler artıyor. Bu da belirsizliği artırıyor. Artan belirsizlik yatırımları ve ticareti zayıflatıyor. Çatışma ve savaşların toplumlar ve ekonomiler üzerinde yarattığı etkiler giderek güçleniyor.

Küresel jeopolitikteki değişmelerin son örneği olarak Suriye’deki iktidarın hızla çökmesini görüyoruz. Suriye’de geçiş sürecinin de sancısız olmasını ve hızla tamamlanmasını temenni ediyoruz. Askeri çatışmaların yanı sıra ticaret savaşları ve enerji dönüşümü ivmeleniyor. ABD Başkanı Trump’ın ikinci döneminde muhtemelen ticaret savaşları daha da sertleşecek, korumacılık daha da yaygınlaşacak. Bu durum iki önemli trendi ön plana çıkartıyor:

1. Tedarik zincirlerine yaklaşım değişiyor. Ekonomik güvenlik endişeleri yükseliyor. Daha düşük maliyet arayışı yerini güven arayışına bırakıyor. Tedarik zincirlerinde bu yaklaşım değişimi gelişmekte olan ülkelerin ihracat erformanslarını etkiliyor.

2. İkinci trend çok önemli. Enerji üretiminde yenilenebilir enerjinin payı artarken fosil yakıtların rolü azalıyor. Elektrik talebi hızla yükselirken bu talep giderek artan bir şekilde güneş ve rüzgar enerjisi ile karşılanıyor. Fosil yakıt döneminden elektrik dönemine geçiyoruz. Bu geçişin arka planında çevre konusundaki duyarlılıktan daha etkili olan güneş ve rüzgar enerjisi ile üretilen elektriğin giderek daha verimli hale gelmesi, yani ucuzlaması var. Bu değişime adapte olamayan ekonomiler zorlanıyor.

Tedarik zinciri ve enerji politikalarındaki değişim, verimliliği ve rekabet gücünü çok ciddi şekilde etkiliyor. Bu etki önümüzdeki yıllarda azalmayacak tam tersine güçlenecek. Önlemlerimizi buna göre almalıyız. Temmuz ayından bu yana geçen süre içinde üç önemli rapor yayınlandı:

1. Eylül ayında Draghi raporu olarak bilinen Avrupa’nın rekabet gücü raporu
2. IMF’nin Dünya Ekonomik Görünüm (World Economic Outlook) raporu
3. Dünya Bankası’nın Ufuk Akçiğit hocanın katkılarıyla hazırlanmış olan Orta Gelir Tuzağı alt başlıklı 2024 Küresel Kalkınma raporu.

Her üç raporda da ortak konu, uzun vadeli istikrarlı büyümenin motoru olan, ‘ekonomik verimlilik’. Verimliliğin arttırılması için her üç raporda da hızla harekete geçilmesi çağrısı yapılıyor. Aciliyeti vurgulanıyor. Avrupa Merkez Bankası eski Başkanı Mario Draghi’nin uzun zamandır beklenen raporu Türkiye’de de çok konuşuldu. Avrupa geriye düşüyor. Dünya GSYH’daki payı son 30 yılda sürekli küçülerek %26 dan %17’ye geriledi. Aynı dönemde Çin %2 den %17 ye çıkarak Avrupa’yı yakaladı.

Avrupalı işletmeler “orta teknoloji tuzağında”. Avrupa ileri teknolojilerde ABD ve Çin ile inovasyon farkını kapatmak için harekete geçmek zorunda. Bu nedenle verimlilik artışı AB için varoluşsal önemde. Çözümün yolu da sanayi politikasının etkin bir biçimde değiştirilmesinden geçiyor. Draghi’nin bu raporda Avrupa için dikkat çektiği verimlilik riski Türkiye için fazlasıyla mevcut.

IMF raporunda, dünyanın resesyona girmeden ve işsizliğe yol açmadan enflasyonu yavaşlatabildiği müjdesini veriyor. Öte yandan dünya ekonomisinde büyümenin zayıf seyredeceğini ve küresel ticaretin artış hızının da neredeyse yarıya ineceğini belirtiyor. Büyümenin hızlandırılması için verimlilik bazlı reformların bir an önce yapılması gerektiğine dikkat çekiyor.

Dünya Bankası son yayınladığı Dünya Kalkınma raporunu orta gelir tuzağı konusuna ayırmış. Dünyada tam 108 ülkede yaşayan 6 milyar insan orta gelir tuzağından çıkmaya çalışıyor. Bu ülkelerden birisi de biziz. Küresel jeopolitikteki gerilimler, artan korumacılık, yükselen popülizm ve düşük küresel büyüme ülkelerin ekonomik performansını aşağı çekiyor. Dış ticaret ve yabancı yatırımlar büyümeyi ve verimlilik artışını eskisi gibi desteklemiyor. Ülkeler arasında artık daha sert bir rekabet var.

Şimdi, Temmuz’dan bu yana Türkiye’de neler oldu? diye bakalım Arka arkaya gelen gelişmeler ve yaşadığımız sarsıcı olaylar gündemin çok hızla değişmesine, daha birini çözememişken üzerine yenilerinin eklenmesine neden oluyor. Kız çocuklarına ve kadınlara yönelik şiddet hepimizi derinden etkiliyor. Çeteleşmenin sağlık alanına kadar uzanmış olduğu bilgisiyle sarsılıyoruz.

Eğitimde kaliteyi ve çağı nasıl yakalayacağımızı tartışmayı umarken, kendimizi beslenme, hijyen ve okul servisi gibi temel hizmetleri tartışırken buluyoruz. Yerel yönetimlerin başına neden atanmış kamu görevlilerinin geldiğini sorguluyoruz. Hayat pahalılığı ve yoksulluk ile daha iyi mücadele edilmesi gerektiğini görüyoruz.

Beş çocuğun yanarak hayatını kaybetmesinin yoksullukla mücadele ve sosyal devlet ilkesinin uygulama başarısı ile ilişkisini düşünmeden edemiyoruz. Laiklik tartışmalarının tekrar tekrar gündeme getirilmesinin hangi ihtiyaca hizmet ettiğini kavrayamıyoruz. Kreşler konusundaki girişimleri her çocuğun sahip olması gereken eğitim hakkı ile bağdaştıramıyoruz. Fikir önderlerinin ve sıradan vatandaşların eleştirel ifadeleri ve gazetecilerin yaptıkları haberler nedeniyle tutuklanmalarını anayasadaki ifade özgürlüğü ile bağdaştıramıyoruz.

Yukarıda örneklerini verdiğim, kamu vicdanını derinden yaralayan gelişmelerin üst üste gelmesi çözmemiz gereken sorunlar olduğunu gösteriyor. Bu sorunları çözmeye mevcut anayasayı, Anayasa Mahkemesi karalarını ve yasaları tam olarak uygulayarak başlamak gerekiyor. Bu sorunları çözmek toplumda mevcut kutuplaşmaları azaltacak, güven duygusunu tesis edecek, toplumsal uyum ve uzlaşı zemini hazırlayacaktır.

“Ekonomik program olumlu sonuçlar veriyor”

Temmuz’dan bu yana ekonomik program olumlu sonuçlar veriyor. Uygulanmakta olan para politikası sayesinde enflasyon düşme eğilimine girdi. Daha önce de vurguladığımız gibi bu zaman alan bir süreç. Sürecin başarılı olması için politikalarda kararlılık ve istikrar önemli. Sabırlı olmalıyız. Türkiye ekonomisinin sinyal niteliği en yüksek göstergelerinden olan cari açık hızla daralıyor. Eylül ayında yıllık cari açığın 10 milyar doların altına inmiş olması, önümüzdeki dönemin enflasyon ve kur gelişmeleri açısından memnuniyet verici.

Cari açık daralırken döviz rezervleri de güçleniyor. Ekonomideki düzelme uluslararası piyasalar tarafından da teyit edildi. Ülke risk primimizi gösteren CDS ve rating notlarımız iyileşti. Ama verimlilikle büyümeye en büyük katkıyı yapacak olan doğrudan sermaye yatırımları girişi çok sınırlı. Doğrudan sermaye yatırımları için makroekonomik istikrarla beraber güçlü bir hukuk devleti, adil, hızlı ve efektif işleyen bir adalet sisteminin de tesis edilmiş olması gerekiyor.

Para politikasında doğru yönde atılmış olan adımlar yapısal reformlarla desteklenmezse eksik kalıyor. Toplumsal uyumu sağlamadan, hukuk devletini ve demokrasiyi güçlendirmeden, güven tesis etmeden, iyi eğitilmiş akıllı ve bilgili gençlerimizi liyakat esası ile göreve getirmeden ekonomide elde edeceğimiz mesafenin sınırlı olduğunu bilmeliyiz.

Biraz önce sizlere Dünya Bankasının yeni yayımlanan Orta Gelir Tuzağı raporundan söz etmiştim. Türkiye bundan 10-11 sene önce orta gelir tuzağından çıkmaya çok yaklaşmıştı. 2004 yılında kişi başı gayri safi milli gelirde 5000 doları aşarak üst orta gelir kategorisine ulaşmıştık. 2013 yılında da kişi başı gelirimiz 12570 dolara çıkmıştı. Yüksek gelirli ülke sınırını aşmamıza ramak kalmıştı. Fakat 2014 sonrasında Türkiye’nin performansı düştü. Yüksek gelirli ülkelerle olan kişi başı gelir farkımız açıldı.

Bir yılı aşkın süredir uygulanan enflasyonla mücadele programında atacağımız doğru adımlar orta gelir tuzağından çıkmak için önemli olsa da yeterli değil. Farklı şeyler yapmalıyız. Orta gelir tuzağından başarıyla çıkmış olan ülkelerin tecrübelerini iyi incelemeliyiz. Örneğin, 2004 yılında Avrupa Birliğine giren Polonya ile birlikte kişi başı gelirimiz 5000 dolar seviyesindeyken bugün 20 yıl sonra biz 13,000 dolardayız, Polonya 22,000 dolarda. Türkiye’nin Orta Gelir Tuzağında olmasının ana nedeni toplam faktör verimliliğini yükseltemiyor olması. Daha anlaşılır dille, aynı miktar sermaye ve çalışanla daha fazla ve daha değerli üretim yapamıyor olması.

Ekonomik gelişime baktığımızda, 2000’lerin başındaki hızlı büyüme sürecinde toplam faktör verimliliğinin de arttığını görüyoruz. Bu dönemde özellikle ekonomik ve siyasi öngörülebilirlik artıyor, hukuk devleti güçleniyor, yabancı sermaye girişleri rekor seviyelere ulaşıyor. 2006’dan sonra ise ekonomimizde toplam faktör verimliliği artışı duruyor. Verimlilik artmayınca kişi başı gelir de artmıyor. Verimlilik artışının olmaması, asgari ücret konusunda da tıkanmaya neden oluyor. Çalışanların hakkaniyetli bir gelir elde etmesinin önündeki en büyük engel şirketlerin verimliliği arttıramaması. Verimliliği yüksek şirketler asgari ücretin üzerinde ücret verebilirler.

Eğer bir ekonomide enflasyonla mücadele açısından uygun görülen asgari ücret artışı çalışanları tatmin etmiyorsa bu ülkede çözülmesi gereken ciddi bir verimlilik sorunu var demektir. Asıl sorun olan düşük verimlilikle baş edilemezse asgari ücret tartışması hiç bitmez. Asgari ücret tuzağından çıkamayız. Esas başarı, verimliliği yüksek şirketler yaratarak toplam işgücü içinde asgari ücretle çalışan kişi sayısını düşürmektir.

Ne enflasyonla mücadeleden vazgeçmek mümkün ne de enflasyonla mücadelenin yükünün vatandaşın üzerine yıkılmasına razı gelmek. Bu nedenle asgari ücret artışıyla beraber verimlilik artışı için de politikaları hiç vakit kaybetmeden gündeme almak gerekiyor.

Dünya bankası orta gelir tuzağından çıkışta 3 aşamalı bir sürece dikkat çekiyor:

1. Yatırım yapmak,
2. Teknolojiyi ülke içinde yaygınlaştırmak,
3. İnovasyonla yüksek teknoloji üretmek.

Üçüncü aşama en zor olanı. Türkiye bu aşamada. O zaman bu aşamayı nasıl geçebileceğimiz sorusuna odaklanmalıyız. Aslında bu sorunun cevabı çok da zor değil. TÜSİAD 50. yılı için yapmış olduğu Geleceği İnşa raporunda kalkınmanın üç unsurunu insan, teknoloji ve kurumlar olarak belirtmişti.

1. Unsur insan: İnsan derken en öncelikli alan eğitim. Unutmayalım ki demografik fırsat penceresi hızla kapanıyor. TUİK 2030 yılını işaret ediyor. Bu tarihten sonra çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfus içindeki oranı azalmaya başlayacak. Bu nedenle işgücünün niteliğini artırmak daha da önemli hale geliyor.

Enflasyonla mücadele politikaları çerçevesinde bütçe harcamalarında tasarrufa gitmek kaçınılmaz. Ancak, eğitim, tasarruf edilmesi gereken son alan olmalı. MEB bütçesinin merkezi bütçeden aldığı pay 2015’te %13 iken, 2024’te %9.8’e geriliyor. Bu oranı mutlaka artırmalıyız.

Öğretmenlere iyi ücret vermeliyiz. Unutmayalım ki eğitime ayrılan her kaynak, misliyle topluma geri döner. Okul öncesinden yükseköğretime kadar tüm kademelerde çocuklarımıza Cumhuriyet değerlerine, bilimsel düşünce ve akla dayalı, 21. yüzyıl becerilerini kazandıran bir eğitim sunmalıyız. Okul öncesi eğitimin zorunlu ve ücretsiz olmasını sağlamalıyız.

Verimliliği yüksek bir ekonomi için üniversitelerle teknoloji üreten sanayi iş birliğinde araştırma geliştirmeyi desteklemeliyiz. Eğitimde kaliteyi arttırsak da beyin göçünü önleyemezsek başarılı olamayız. Liyakatın önünü açmalıyız. Eğitim ve liyakatı daima birlikte düşünmeliyiz. İyi eğittiğimiz gençleri ülkemizde tutmak için başta ekonomik özgürlükler olmak üzere tüm özgürlük alanlarını genişletmeliyiz.

Eğitimde kapsayıcılığı önemsemeliyiz. Toplumsal uyumu güçlendirecek yetenek havuzumuzu büyütmeliyiz. Kadınların toplumsal konumunu aşağı çeken değer yargılarıyla mücadele edip kadınların potansiyelinin açığa çıkmasını teşvik etmeliyiz. Unutmayalım ki kadınların dışlanması toplumun yarısının potansiyelinin realize edilememesi demektir. Verimsizlik demektir.

Demografik yapımızı dolayısı ile ekonomimizdeki insan faktörünü etkileyen mülteci konusunu da hassasiyetle ve akılcı bir şekilde yönetmeliyiz. Avrupa’nın kaliteli göçmenleri alıp istemediklerini bize göndermesini, ülkemizin Avrupa için bir tampon bölge haline gelmesini kabul etmemeliyiz. Kendi vatandaşlarımızın aleyhine uygulamalardan
kaçınmalıyız.

İnsana daha fazla yatırım yaptıkça, kapsayıcılığı genişlettikçe yeni teknoloji üretme kapasitemiz artacak ve rekabet gücümüz yükselecektir. Büyüme verimlilik olmadan hızlanmaz. Verimlilik yüksek teknoloji kullanımı olmadan artmaz.

2 . Unsur Teknoloji: Verimliliğin önemli bir göstergesi olan yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ihracatımız içindeki payı son 10 yıldır %3 seviyelerinde. Buna karşılık üst orta gelirli ülkelerin ortalaması ise %23. Bu payı arttırmamız şart. Yüksek teknolojiye dayanan mal ve hizmet ihracatına odaklanmalıyız.

Şirketlerimizin inovasyon kapasitesini güçlendirmeli, özellikle KOBİ’leri teknoloji ile barıştırmalıyız. Rekabetçi teknoloji üretmek, verimli ve ihracat odaklı bir ekonomi yaratmak için önümüzde kaçırmamamız gereken önemli bir fırsat var.

Dünyada değişen jeopolitik, AB – Türkiye ekonomik ilişkilerinin güçlenmesinin her iki tarafın da yararına olacağı bir zemin yaratıyor. Yükselen ekonomik güvenlik endişeleri, korumacılıkta beklenen artış, yeni enerji denklemi gibi gelişmeler karşısında, AB ile gümrük birliğinin modernizasyonu, gerek Türkiye’nin gerek Avrupa’nın rekabet gücü ve ekonomik güvenlik arayışlarına katkı sağlayacaktır. Bu karşılıklı faydanın çok iyi anlaşılması için çaba harcamalıyız.

3. Başlık Kurumlar. Güçlü kurumlar inşa etmeliyiz. Güçlü kurumların verimlilikle ilişkisinden söz edince Nobel Ekonomi Ödülünü alarak hepimizi gururlandıran Sayın Daron Acemoğlu’nu anmamız ve bir kez daha tebrik etmemiz şart.

Ülkelerin nasıl kalkınacağı sorusuna ilişkin çalışmaları tüm ülkelere örnek olan Sayın Acemoğlu dışlayıcı kurumların küçük bir yönetici elite kısa vadeli çıkar sağlarken kapsayıcı kurumların uzun vadede tüm toplum için fayda sağladığını vurgular. Sağlıklı büyüme süreci için gerekli olan teknolojik ilerleme ve bu ilerlemenin meyvelerinin tüm toplum tarafından paylaşılması ancak kapsayıcı kurumlarla mümkündür.

Kapsayıcı kurumların başında hukuk sistemi gelir. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü özünde devletin hukukla bağlı olmasıdır. Hukukun üstünlüğü siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamın her alanında öngörülebilirlik sağlayarak büyüme için elverişli koşullar yaratır.

Bütün bu adımları atabilmek için toplumsal uzlaşıya ihtiyacımız var. Ortak değerlerimiz, ortak kültürümüz, ortak tarihimiz ihtiyaç duyduğumuz toplumsal uzlaşının temelini sağlıyor. Bu temel üzerine insan haklarını garanti altına alarak, kapsayıcılığı geliştirerek, çeşitliliği ve çok sesliliği baskılamayarak, siyasi katılımı güçlendirerek, gelir adaletsizliklerini önleyerek, fırsat eşitliği sağlayarak, demokratik denetim mekanizmalarını geliştirerek, sivil toplumu güçlendirerek, kapsayıcı kurumları inşa ederek toplumsal uzlaşıyı sağlayabiliriz.

Konuşmamı, başlangıçta yapmış olduğum çağrıyı tekrarlayarak bitirmek istiyorum. Aklın yolu bir! Daha fazla vakit kaybetmeyelim ve ortak akıl etrafında toplumsal uzlaşma sağlayalım. El birliğiyle ülkemizi orta gelir tuzağından kalıcı olarak çıkartalım. Verimlilik ve ihracat ile büyüyen, toplumsal uyumu sağlamış, refahı tabana yayan, demokratik standartları yüksek bir ülke yaratalım. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken dikkatiniz için hepinize teşekkür ediyorum.”

Paylaşın

TÜİK Duyurdu: İnşaat Maliyetleri Yüzde 37,94 Arttı

İnşaat maliyetleri, ekim ayında bir önceki aya göre yüzde 1,48, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 37,94 arttı. İnşaat malzeme maliyetleri ise ekim ayında bir önceki aya göre 1,73, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 30,67 arttı.

Haber Merkezi / İşçilik maliyetleri de ekim ayında bir önceki aya göre yüzde 0,98, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 55,62 arttı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), İnşaat Maliyet Endeksi Ekim 2024 verilerini açıkladı.

Buna göre; İnşaat maliyet endeksi, ekim ayında bir önceki aya göre yüzde 1,48 arttı, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 37,94 arttı. Bir önceki aya göre malzeme endeksi yüzde 1,73 arttı, işçilik endeksi yüzde 0,98 arttı. Ayrıca bir önceki yılın aynı ayına göre malzeme endeksi yüzde 30,67 arttı, işçilik endeksi yüzde 55,62 arttı.

Bina inşaatı maliyet endeksi, bir önceki aya göre yüzde 1,33 arttı, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 39,06 arttı. Bir önceki aya göre malzeme endeksi yüzde 1,52 arttı, işçilik endeksi yüzde 0,96 arttı. Ayrıca bir önceki yılın aynı ayına göre malzeme endeksi yüzde 32,29 arttı, işçilik endeksi yüzde 54,69 arttı.

Bina dışı yapılar için inşaat maliyet endeksi, bir önceki aya göre yüzde 1,96 arttı, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 34,43 arttı. Bir önceki aya göre malzeme endeksi yüzde 2,38 arttı, işçilik endeksi yüzde 1,04 arttı. Ayrıca bir önceki yılın aynı ayına göre malzeme endeksi yüzde 25,85 arttı, işçilik endeksi yüzde 59,04 arttı.

Paylaşın

Sanayi Üretimi Sert Düştü

Sanayi üretimi, ekim ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3,1 azaldı. Ekim ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 14,2 azaldı.

Haber Merkezi / İmalat sanayi sektörü endeksi yüzde 3,3, elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi ise bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 7,6 arttı.

Sanayi üretimi aylık yüzde 0,9 azaldı. Sanayinin alt sektörleri incelendiğinde, madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki aya göre yüzde 4,8, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 1,0 azaldı. Elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi yüzde 3,3 arttı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Sanayi Üretim Endeksi Ekim 2024 verilerini yayımladı. Buna göre, sanayi üretimi, ekim ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3,1 azaldı. Ekim ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 14,2 azaldı. İmalat sanayi sektörü endeksi yüzde 3,3, elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi ise bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 7,6 arttı.

Sanayi üretimi aylık yüzde 0,9 azaldı. Sanayinin alt sektörleri incelendiğinde, madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki aya göre yüzde 4,8, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 1,0 azaldı. Elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi yüzde 3,3 arttı.

Paylaşın