TÜSİAD’dan ‘Faiz Ve Enflasyon’ Çıkışı

”Yüksek enflasyonun yol açtığı zararları zaten ekonomik ve toplumsal hayatta bir süredir yaşıyoruz. Enerji, buğday ve gübre fiyatlarındaki artışlar enflasyonist gidişatın toparlanmasını da zorlaştıracak. İhracatta son dönemde sevindirici artışlar elde etmiştik” diyen TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, “Ama Avrupa’daki yavaşlama durumunda ihracat artışını devam ettirmemiz mümkün olmayacak. Rusya ve Ukrayna’dan gelecek turistlerdeki azalma, turizm gelirlerinde beklediğimiz rakamlara ulaşmamızı engelleyecek” ifadesini kullandı.

Haber Merkezi / ‘Artan petrol ve doğalgaz fiyatlarının ithalat faturasını kabartacağına işaret ede Özilhan, ”Bütün bu kanallar cari açık üzerinde ilave yük oluşturacak ve Türk lirasının değeri üzerinde baskı yaratacak. Türk lirasının değer kaybı da enflasyonist baskıyı güçlendirecek. Enflasyonist baskının ortadan kaldırılması, her şeyden önce para ve maliye politikasının fiyat istikrarı doğrultusunda uygulanması gerekiyor” dedi. Özilhan, ”Dışa bağımlı olduğumuz sürece dışarıdan enflasyon ithal ediyoruz. Enerji ve temel girdilerin fiyatları dünyada arttıkça, bu artış içeriye enflasyonda yükselme olarak başlıyor. İthalata bağımlılığı azaltmak için doğru bir sanayi stratejisi izlemeliyiz” ifadesini kullandı.

”Üretim için yatırım, yatırım için de düşük faiz oranları gerekiyor” diyen Özilhan, ”Ancak yatırımları canlandırmak amacıyla faiz oranlarının çok düşük tutulması, yüksek enflasyon ortamında tasarrufları cezalandırıyor. Negatif reel faizler çok yüksek olunca tasarrufları yatırıma dönüştürme mekanizması çalışmıyor. Para tasarrufa yönelmek yerine, dövize, altına, emlak yatırımına, ithal elektronik eşyaya ve ithal otomobile yöneliyor. Bu nedenle üretim yapısını değiştirmeden, ithal girdilere olan bağımlılığı ortadan kaldırmadan, yatırıma dönüşecek tasarrufları artırmadan, tarım ve sanayi üretimini hızlandırmadan fiyat istikrarını sağlamak mümkün değil. Bunun birinci koşulu da uzun vadeli politika geliştirmek” şeklinde konuştu.

TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, TÜSİAD Genel Kurul Toplantısı’nda konuştu. Özilhan toplantıda faiz oranları ve yüksek enflasyon tablosunu değerlendirdi. Özilhan’ın konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:

“Tam en kötüsünü geride bıraktık artık toparlanma dönemi dediğimizde yepyeni bir krizle karşı karşıya kalıyoruz. Adeta krizlerin sürekli hale gelmesi, belirsizlik ve öngörülemezlik yeni normalimiz oldu. Yakın geleceğe baktığımızda dünya ekonomisinin tam da pandeminin yol açtığı resesyondan çıkmaya hazırlandığı bir aşamada patlak veren Ukrayna krizinin etkisi ile sert bir darbe alması kaçınılmaz.

Bu kez karşı karşıya kaldığımız sorun stagflasyon. Çünkü hem üretimin yavaşlaması hem de fiyatların artması kaçınılmaz. Enerji, gıda ve başka temel mallarda fiyat artışı ve tedarik sorunları en çok Avrupa’yı ve bizi olumsuz etkileyecek. Rusya ve Ukrayna dünya buğday ihracatının üçte birini gerçekleştiriyor. Bu ülkeler aynı zamanda en önemli gübre üreticileri. Nikel, paladyum ve titanyum gibi bazı metal ve minerallerin arzı açısından da kritik önemdeler. Ukrayna krizinin yarattığı bu sorunlara Çin’de Covid-19 ölümlerinin yeniden başlaması ile tekrar gündeme gelen kısıtlamalar ekleniyor. Bu gelişmeler maalesef küresel üretim zincirlerinde yeniden aksamalara yol açacak.

Yüksek enflasyon yol açtığı zararları zaten ekonomik ve toplumsal hayatta bir süredir yaşıyoruz. Enerji, buğday ve gübre fiyatlarındaki artışlar enflasyonist gidişatın toparlanmasını da zorlaştıracak. İhracatta son dönemde sevindirici artışlar elde etmiştik. Ama Avrupa’daki yavaşlama durumunda ihracat artışını devam ettirmemiz mümkün olmayacak. Rusya ve Ukrayna’dan gelecek turistlerdeki azalma, turizm gelirlerinde beklediğimiz rakamlara ulaşmamızı engelleyecek.

Artan petrol ve doğalgaz fiyatları ithalat faturamızı kabartacak. Bütün bu kanallar cari açık üzerinde ilave yük oluşturacak ve Türk lirasının değeri üzerinde baskı yaratacak. Türk lirasının değer kaybı da enflasyonist baskıyı güçlendirecek. Enflasyonist baskının ortadan kaldırılması, her şeyden önce para ve maliye politikasının fiyat istikrarı doğrultusunda uygulanması gerekiyor. Ancak bu tek başına yeterli değil.

Enflasyonun temel sebeplerinden biri üretimin hammadde, ara malı, yatırım malına ithalat bağımlılığının yüksek olması. Bu nedenle TL değer kaybedince üretim maliyetleri hızla yükseliyor. Enerjide ve temel girdilerde ithalata bağımlılık yıllardan beri çözemediğimiz sorunlar. Dışa bağımlı olduğumuz sürece dışarıdan enflasyon ithal ediyoruz. Enerji ve temel girdilerin fiyatları dünyada arttıkça, bu artış içeriye enflasyonda yükselme olarak başlıyor. İthalata bağımlılığı azaltmak için doğru bir sanayi stratejisi izlemeliyiz.

Üretim için yatırım, yatırım için de düşük faiz oranları gerekiyor. Ancak yatırımları canlandırmak amacıyla faiz oranlarının çok düşük tutulması, yüksek enflasyon ortamında tasarrufları cezalandırıyor. Negatif reel faizler çok yüksek olunca tasarrufları yatırıma dönüştürme mekanizması çalışmıyor. Para tasarrufa yönelmek yerine, dövize, altına, emlak yatırımına, ithal elektronik eşyaya ve ithal otomobile yöneliyor. Bu nedenle üretim yapısını değiştirmeden, ithal girdilere olan bağımlılığı ortadan kaldırmadan, yatırıma dönüşecek tasarrufları artırmadan, tarım ve sanayi üretimini hızlandırmadan fiyat istikrarını sağlamak mümkün değil. Bunun birinci koşulu da uzun vadeli politika geliştirmek.

Batı, başta enerji olmak üzere Rusya’ya bağımlılığını azaltmaya çalışırken Rusya da başta yüksek teknolojili ürünler olmak üzere Batı’ya bağımlılığını azaltmaya ve kendi üretim kapasitesini geliştirmeye çalışacak. Bu durum, Türkiye’ye enerji koridorları ve arz zincirleri açılarından birçok yeni imkân yaratacak. Barış tesis edildiğinde belirginleşecek yeni küresel düzende Türkiye’nin elinin bugünkünden daha güçlü olması kuvvetle muhtemel. Türkiye Ukrayna krizinin başlangıcından beri denge politikası izliyor ve yumuşak gücünü kullanarak krizin sonlanması için ciddi bir çaba gösteriyor. Bu da Batı bloku içinde Türkiye’ye dönük olarak son yıllarda gözlemlediğimiz tutumda değişikliğe yol açıyor. Türkiye’nin oynadığı kilit rol Batı ile ilişkilerin daha yapıcı bir zeminde ilerlemesi için de bir fırsat yaratıyor. Bu da kriz geride kaldıktan sonra ortaya çıkacak küresel ekonomi politikte Türkiye’ye önemli fırsatlar açıyor.

“Geleceği İnşa” çalışmamızda da vurguladığımız gibi, Türkiye için batılılaşma, kalkınma ve demokratikleşme birlikte seyreden eğilimler. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin yapıcı bir zeminde ilerlemesi, demokratik hak ve özgürlükler alanının genişlemesi ve ekonomik istikrarın sağlanarak büyümenin hızlanması birbirini destekleyecek gelişmeler. Bu alanlardan birinde daha ileri gitmek istiyorsak diğer alanlarda da ileri gitmeyi hedeflememiz gerekiyor. Bu çerçevede, yönetim sistemimizde yapılacak iyileştirmelerin de önemli olduğunu düşünüyorum. Geçenlerde Cumhurbaşkanımızın da vurguladığı bu nokta küresel sistem içinde gözle görülür hale gelen ülkemizin yumuşak gücünün daha ileri taşınması açısından önem taşıyor. Bu doğrultuda atılması gereken en önemli adım temel hak ve özgürlüklerin, hukukun üstünlüğü ve adalet sisteminin ve kuvvetler ayrılığının güçlendirilmesi olacaktır.

Üç öneri

Geleceği inşa çalışmamızda kurumlar başlığı altında yapmış olduğumuz şu üç öneriyi tekrarlamak isterim:

1. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının sağlanması çerçevesinde devletin tüm işlemlerinde hukukla bağlı olması ve etkin hak arama özgürlüğünün güvence altında olması.

2. Çoğulcu ve katılımcı demokrasinin güçlendirilmesi; bütün vatandaşlar için tüm hak ve özgürlük alanlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartlarında geliştirilmesi, siyasette ötekileştirme, ayrımcılık ve nefret söylemleri ile mücadele edilmesi.

3. Kuvvetler ayrılığını güçlendirmek için denge ve denetleme mekanizmalarıyla yargısal denetimin güçlendirilmesi, şeffaf, hesap verebilir, daha az merkeziyetçi ve etkin bir kamu yönetimi anlayışının yerleşik hale getirilmesi.

Bu adımları atabilmek, yeni küresel mimaride önümüze açılan fırsatlardan yararlanma koşullarını sağlayacaktır. Çünkü biliyoruz ki büyük dönüşümleri gerçekleştirmek için gereken toplumsal seferberliği demokrasinin ve temel hak ve özgürlüklerin gelişkin olduğu toplumlar harekete geçirebilir.

Yapılan çalışmalara göre, GSYİH’nin üçte birini, ulusal sanayi üretiminin %40’ını, vergi gelirlerinin %46’sını, ihracatın yarısını ve nüfusun neredeyse beşte birini oluşturan İstanbul’da ticari alanların, sanayi ve üretim tesislerinin ve konaklama tesislerinin %60’ı ve eğitim ve kültür kurumlarının, sağlık ve spor tesislerinin %50’ye yakını, deprem riski yüksek alanlarda yer alıyor. Bu nedenle olası bir deprem karşısında insani, toplumsal ve ekonomik kayıpları azaltmak için hazırlık çalışmalarının tüm ilgili kurum ve kuruluşlar arasında etkin bir koordinasyon ile en kısa sürede tamamlanması en büyük dileğimiz.”

Paylaşın

‘Hizmet Üretici Enflasyonu’ Yüzde 78,09 Arttı

Hizmet Üretici Fiyat Endeksi (H-ÜFE), şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 3,78 arttı. Aylık bazda en yüksek artış posta ve kurye hizmetlerinde kaydedildi. H-ÜFE’deki yıllık artış ise yüzde 78,09 oldu.

Haber Merkezi / Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Hizmet Üretici Fiyat Endeksi (H-ÜFE) Şubat 2022 verilerini açıkladı. Açıklanan verilere göre H-ÜFE, bir önceki aya göre yüzde 3,78, bir önceki yılın aynı ayına göre ise yüzde 78,09 artış gösterdi. H-ÜFE on iki aylık ortalamalara göre de yüzde 41,85 arttı.

TÜİK verilerine göre; şubat ayında ulaştırma ve depolama hizmetlerinde yüzde 4,74, konaklama ve yiyecek hizmetlerinde yüzde 4,15, bilgi ve iletişim hizmetlerinde yüzde 4,11, mesleki, bilimsel ve teknik hizmetlerde yüzde 2,76, idari ve destek hizmetlerde ise yüzde 2,49 artış gerçekleşti. Söz konusu dönemde gayrimenkul hizmetlerinde yüzde 0,08 azalma oldu.

Post ve kurye hizmetleri yüzde 7,90 arttı

Aylık H-ÜFE’ye göre, 16 alt sektör daha düşük, 11 alt sektör daha yüksek değişim gösterdi. H-ÜFE’de hava yolu taşımacılığı hizmetleri yüzde 0,45, bilgi hizmetleri yüzde 0,23, gayrimenkul hizmetleri yüzde 0,08 ile aylık azalış gösteren alt sektörler oldu.

Buna karşılık posta ve kurye hizmetleri yüzde 7,90, programcılık ve yayıncılık hizmetleri yüzde 7,03, kara taşımacılığı ve boru hattı taşımacılığı hizmetleri yüzde 6,18 ile endekslerin en fazla arttığı alt sektörler oldu.

Gayrimenkul hizmetlerinde artış yıllık yüzde 190,51

Yıllık H-ÜFE’ye göre 21 alt sektör daha düşük, 6 alt sektör daha yüksek değişim gösterdi. H-ÜFE sektörlerinde yıllık en düşük artış, telekomünikasyon hizmetlerinde yüzde 15,79, hukuk ve muhasebe hizmetlerinde yüzde 22,79, büro yönetimi, büro destek ve diğer iş destek hizmetlerinde yüzde 26,47 olarak gerçekleşti.

Buna karşılık gayrimenkul hizmetleri yüzde 190,51, su yolu taşımacılığı hizmetleri yüzde 190,21, depolama ve destek hizmetleri (taşımacılık için) yüzde 132,03 ile endekslerin en fazla arttığı alt sektörler oldu.

Paylaşın

Kur Garantisi İki Köprü Yutacak!

Kur Korumalı Türk Lirası Mevduat (KKM) hesabına para yatıranlara ödenecek döviz garantisi Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeliyle pahalıya yaptırılan köprü ve tünellerin maliyetini katbekat aştı.

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in haberine göre; KKM sahiplerine önümüzdeki 4 ay içinde kur garantisi adı altında yaklaşık 74 milyar lira ödenecek. Tamamı zenginlere gidecek bu para 2 Çanakkale Köprüsü, 3 Osmangazi Köprüsü, 2 Yavuz Sultan Selim Köprüsü ya da 4 Avrasya Tüneli’nin yapım maliyetine eşit. İktidar, kendi yükselttiği kuru tutabilmek için halkın parasını bol keseden zenginlere aktarıyor.

Ziraat Bankası eski Genel Müdür Yardımcısı ve Başkent Üniversitesi Uluslararası Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof. Şenol Babuşçu, kur garantisi sistemi yüzünden Hazine’nin ödeyeceği tutarı hesapladı. Buna göre önümüzdeki haziran ayına kadar ortalama dolar kuru her ay birer lira yükselirse Hazine, hesap sahiplerine 4 ay içinde yaklaşık 74 milyar lira para ödemek zorunda kalacak. Kur bu süre içinde ellişer kuruş artarsa Hazine’nin ödeyeceği tutar 63,1 milyar lirayı bulacak.

Mayısta zirve yapacak

Prof. Babuşçu, hesapların açıldığı aralık ayından bu yana doların 11,67 TL’den 14,84 TL’ye çıkmasından dolayı bu ay KKM hesabı sahiplerine ödenecek paranın 17,1 milyar lirayı aşacağını hesapladı. Ortalama dolar kuru nisanda 15 lira olursa Hazine’nin kasasından 14,1 milyar lira daha çıkacak. Mayısta dolar kuru 15,5 lira olursa 25,5 milyar, 16 TL olursa 34,2 milyar lira; haziran ayında da kur 16 TL olursa 6,4 milyar TL, 17 TL olursa 8,3 milyar lira daha ödeme yapılacak. Böylece sadece 4 ayda, bankada parası olanlara ödenecek para 63 milyar ile 74 milyar lira düzeyine ulaşacak.

Osmangazi Köprüsü

Köprünün yapım maliyeti 1,7 milyar dolar. Bugünkü kurlarla yaklaşık 25,2 milyar TL’ye karşılık geliyor. Mevduat sahiplerine 4 ayda ödenecek kur garantisi tutarıyla yaklaşık 3 adet Osmangazi Köprüsü yapılabilirdi.

Çanakkale Köprüsü

Köprünün yapım maliyeti 2 milyar 545 milyon euro olarak açıklandı. Bugünkü kurlarla yaklaşık 41,5 milyar TL’ye karşılık geliyor. İktidarın, mevduat sahiplerine 4 ayda ödeyeceği kur garantisiyle yaklaşık 2 adet Çanakkale Köprüsü yapılabilirdi. Üstelik bu durumda şirkete 3 milyar 796 milyon euro (yaklaşık 61 milyar 874 milyon TL) ödeme garantisi verilmez, köprüden çok parası olanlar değil herkes geçerdi.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü

Köprünün yapım maliyeti 3,5 milyar dolar olarak açıklandı. TL karşılığı yaklaşık 52 milyar TL ediyor. Kur garantisine 4 ayda ödenecek parayla bu köprüden bir tane yapılabilirdi. Üstelik köprünün yarı parası kadar ek kaynak Hazine’ye kalırdı.

Avrasya Tüneli

Yapım maliyeti 1 milyar 245 milyon dolar olan tünelin TL maliyeti bugünkü kurlarla yaklaşık 18,5 milyar TL. Rantiyeye verilecek kur garantisiyle ister İstanbul ister Çanakkale boğazının altına 4 adet tünel yapılabilirdi.

Paylaşın

Türkiye’nin Faiz Giderleri Ne Kadar, Verginin Ne Kadarı Faize Gidiyor?

Son yıllarda faiz giderleri yükselmeye başlayan Türkiye 2022 yılının ilk iki ayında 57,9 milyar lira faiz ödedi. Bu miktar 2017 yılının tamamında ödenenden daha fazla. 2017 yılında faiz giderlerinin bütçedeki payı yüzde 8,4’e kadar düşmesine rağmen bu oran 2021 yılında yüzde 11,3’e çıktı.

2003-2021 yılları arasında Türkiye’nin faize ödediği toplam miktar ise 515,7 milyar dolar. Bu dönemde Türkiye’nin yıllık faiz harcaması ortalama 27,1 milyar dolar dolar oldu. Aynı dönemde vergi gelirlerinin yüzde 18’i faiz ödemelerine gitti.

Türkiye’nin faiz harcamaları ne kadar? Türkiye AK Parti döneminde ne kadar faiz ödedi? Faiz ödemelerinin bütçe giderlerindeki payı kaç? Türkiye’nin topladığı verginin ne kadarını faize gidiyor?

Türkiye’de resmi verilere göre yıllık enflasyon yüzde 54’ü aştı. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan “Faiz sebep, enflasyon sonuç” tezini savunuyor.

Merkez Bankası başkan ve yönetimleri de son dönemde sıkça değişti. Erdoğan’ın ısrarlı çıkışlarından sonra Merkez Bankası politika faizini yüzde 14’e kadar düşürdü. Bu karar sonrası Türk lirası başta Dolar ve Euro olmak üzere yabancı para birimleri karşısında değer kaybederken enflasyon da tırmanışa geçti. Türkiye’nin faiz yükü de artış eğiliminde.

2022’de ilk 2 aydaki faiz ödemesi 2017’nin tamamını geçti

Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre, bu yılın ilk iki ayında Türkiye’nin toplam faiz harcaması 57,9 milyar TL oldu.

Bu miktar 2017 yılının tamamında yapılan 56,7 milyar lira faiz ödemesinden daha fazla. 2017 sonrasında TL bazında faiz harcamalarının tırmanmaya başlaması dikkat çekiyor. 2018’de 74 milyar dolar lira olan faiz giderleri 2019’da 99,9 milyara, 2020’de 134 milyar ve 2021’de 180,9 milyar liraya kadar çıktı.

Buna göre 2021 yılı itibariyle son 1 yılda faiz giderleri yüzde 35, son 2 yılda ise yüzde 81 artış gösterdi.

2001 yılında Türkiye’nin faiz gideri 41,1 milyar TL idi. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında ise faiz harcamaları 51,9 milyar lira olmuştu. 2003’te 58,6 milyar lira olan faiz ödemesi 2018 yılına kadar hep bu seviyenin altında seyretti.

Türkiye’nin Dolar bazında faiz giderleri kadar?

Türkiye’nin faiz giderlerine Amerikan Doları bazında da bakmak mümkün. Faiz giderleri ay ay açıklanıyor. Dolayısıyla faiz harcamalarını dolara çevirirken aylık ortalama kur hesabı üzerinden hesaplama yapmak daha doğru sonuç veriyor.

Ancak Merkez Bankası Elektronik Veri Dağıtım Sistemi (EVDS) ve bakanlık verileri 2006’dan sonra aylık verileri yansıttığından 2006 öncesindeki hesaplamaları yıllık ortalama kur üzerinden yaptık. 2006 ve sonrasını ise her ay yapılan faiz harcamasını ve o ayki ortalama kur üzerinden hesapladık.

Buna göre Türkiye’nin 2021 yılında faiz gideri 21,3 milyar dolar oldu. 2000 yılından itibaren bakıldığında en az faiz harcaması 15,6 milyar dolar ile 2017’de gerçekleşmişti. 2017 sonrasında faiz giderleri dolar bazında da tırmanışa geçti. 2018’de 15,7 milyar dolar olan faiz giderleri 2019’da 17,8 milyar dolara, 2020’de 19,4 milyar dolara ve 2021’de 21,3 milyar dolara yükseldi. 2022’nin ilk iki ayındaki toplam faiz gideri ise 4,3 milyar dolar oldu.

2002 yılındaki faiz gideri ise 34,3 milyar dolar idi. 2003’te 39,1 milyar dolara çıkan faiz gideri 2008’de 39,96 milyar dolara yükselerek son 20 yılın en yüksek miktarı oldu. 2011’de 25,5 milyar dolar seviyesine gerileyen faiz gideri 2015’te ise 20 milyar seviyesinin altına inerek 19,8 milyar dolar oldu.

Bütçe giderlerinin ne kadarı faize gitti?

Faiz harcamalarının bütçede ne kadar yer tuttuğu da önemli bir konu. Merkezi bütçede faiz giderlerinin bütçe giderleri içindeki payı 2000’li yılların başında itibaren kademeli bir düşüşle yüzde 51’den yüzde 8’e kadar geriledi. 2017’de yüzde 8,4 ile en düşük seviyeye inen bu oran yavaş da olsa yükselmeye başladı ve 2021’de yüzde 11,3 oldu.

Faizin bütçe giderleri içindeki payı 2000 yılında yüzde 44 iken 2001 yılında yüzde 51 ile son 20 yılın en yüksek seviyesini gördü. AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra faizin bütçedeki payı ciddi düşüşe geçti. 2003’te yüzde 41,8 olan oran 2005’te yüzde 28,8’e; 2009’da ise yüzde 19,8’e kadar geriledi. Düşüş 2017’ye kadar devam etti.

Toplanan verginin ne kadarı faize gidiyor?

Peki toplanan verginin ne kadarı faize gidiyor? 2000 yılında yüzde 77,1 olan faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranı 2001’de yüzde 103,3’e kadar çıktı.

Bir başka ifadeyle faiz giderleri vergi gelirlerinden fazla oldu. 2002’de yüzde 87 olan bu oran 2003’te yüzde 69,5’e geriledi. Daha sonra ise belirgin bir düşüş dikkat çekiyor.

2004’te yüzde 55,9 olan oran 2005’te yüzde 38,1; 2010’da yüzde 22,9’a ve 2015’te yüzde 13’e geriledi. 2017’de yüzde 10,6 ile son 20 yıldaki en düşük seviyeye inen faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranı daha sonra yavaş şekilde artmaya başladı. 2020’de yüzde 16,1 olan oran 2021’de yüzde 15,5 oldu.

AK Parti’nin 19 yılında faize 516 milyar dolar gitti

Dolar bazında bakıldığında 2003-2021 yılları arasını kapsayan 19 yılda Türkiye’nin faiz gideri 515,7 milyar dolar oldu. Buna göre ortalama her sene 27,14 milyar doların faiz harcamasına gitti.

Toplanan verginin 5’te biri faize gitti

2003-2021 yılları arasında toplanan vergilerin yaklaşık 5’te biri faiz harcamasına gitti. Bu 19 yılda toplanan her 100 TL verginin 18 lirası faiz ödemesine gitti. Öte yandan Türkiye politika faizinde dünyada en yüksek 10. ülke; Avrupa’da ise ilk sırada bulunuyor.

Türkiye’nin Aralık 2021’de devreye soktuğu Kur Korumalı Mevduat (KKM) sisteminin faiz giderlerini nasıl etkileyeceği ise merakla bekleniyor. ‘Dövize Çevrilebilir TL Mevduat Hesapları’ (DÇM) ya da ‘Dövize Endeksli Mevduat’ (DEM) açıklamasından sonra dolar kuru düşüşe geçerken sonra haftalarda yeniden tırmanışta.

(Kaynak: Euronews)

Paylaşın

TÜRK-İŞ Açıkladı: Açlık Sınırı Asgari Ücretin 675 TL Üzerine Çıktı

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) ‘geçim şartlarını’ ortaya koymak için her ay düzenli olarak yaptığı ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Mart sonuçlarını yayımladı. 

Araştırmaya göre; Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 4 bin 928 TL’ye, Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı (yoksulluk sınırı) 16 bin 52 TL, Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 6 bin 473 TL’ye yükseldi.

Açlık sınırı, Ocak itibariyle 4252 lira olarak belirlenen asgari ücretin 750 lira üstüne çıktı, yoksulluk sınırı da asgari ücretin neredeyse 4 katına ulaştı. Dört kişilik bir ailenin “gıda için” yapması gereken asgari harcama tutarındaki artış bir önceki aya göre yüzde 8,24 oranında arttı. Asgari harcama tutarındaki artış son on iki ayda yüzde 76,39’u buldu.

Ocak’ta açlık sınırı 4 bin 249 TL, yoksulluk sınırı 13 bin 843 TL, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ 5 bin 587 TL’ydi. Şubat’ta ise açlık sınırı 4 bin 552 TL, yoksulluk sınırı 15 bin 139 TL, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de 5 bin 969 TL’ydi.

“Sosyal yardım alanların sayısı ikiye katlandı”

Türk-İş araştırmada şu yorumu yaptı:

“Bir yandan üst üste gelen mazot, benzin ve diğer enerji zamları bir yandan gıda maddelerindeki devam eden yüksek fiyat artışı, bir yandan da TL’nin değeri inmeye devam ederken her geçen gün zorlaşan geçim şartları yurttaşlar için can yakıcı olmakta. Akaryakıt tüm mal ve hizmetlerin fiyatında en temel girdiği olduğu için akaryakıta gelen zamlar herkesi etkiliyor.

Yurttaşın satın alma gücünün sınırı zorlanmaya devam ediyor. Merkez Bankası verilerine göre 18 Şubat itibariyle kredi kartıyla yapılan harcamalar 46,4 milyar TL’yle rekor kırdı. Yemek alışverişleri 2,5 milyar TL’ye yükselirken market alışverişleri de 8,9 milyar TL’yle en yüksek seviyesine yükseldi.

Eurostat’a göre 2020’de ‘iki günde bir etli yemek, tavuk veya balık yemeye gücü yetmeyenler’ sıralamasında Türkiye yüzde 37,3 ile Avrupa’da ilk sırada, Avrupa ortalama ise yüzde 8,6. Ayrıca Türkiye’de sosyal yardım alanların sayısı Cumhurbaşkanlığı 2022 Yıllık Programı’na göre bir yılda ikiye katlandı.

Bu ay asgari ücretle çalışan bir bekârın insana yakışır şekilde hayatını sürdürebilmesi için 2 bin 220 TL daha temin etmesi gerekiyor. Son resmi verilerde tarımsal girdi fiyatları endeksinde enerji ve yağlar alt grubu yüzde 101’i geçti. Ayrıca Ekim aylarında tarlasını eken çiftçinin büyük kısmının bu yıl tarlasına gübre atılamadığından üretimde yıllık ürün kaybıyla karşılaşılacağı öngörülmekte. Diğer yandan süt-yem değer eşitliği (paritesi) bozulduğundan üreticilerin hayvanlarını kesmeye başladıkları da ifade edilmekte.

Eğer önlemler alınmazsa önümüzdeki aylarda et, süt ve süt ürünleri fiyatlarının önünü almak ve üretimden bir kere uzaklaşan çiftçilerin tekrar üretime girmelerini sağlamak çok zorlaşabilir. Bunun yanında marketlerde sıvı yağ, şeker ve salça satışlarına konulan alım sınırları başka gıda ürünleri için de söz konusu olabilir.”

Paylaşın

Sebze Ve Meyveye Büyük Zam Kapıda!

Türkiye Halciler Federasyonu Başkanı Yüksel Tavşan, fiyatları olağanüstü zamlanan sebze meyvede havaların ısınmasıyla bir miktar fiyat düşüşleri olacağını, ancak şimdi de Ramazan zamlarının yaşanacağını söyledi.

Yüksel Tavşan, “Oruçlu ortamda birdenbire ürüne talep artınca fiyatlar yükselir. Talep artışı karşısında yapılacak bir şey yok. Ramazan Bayramı öncesinde tüketicileri dikkat etmeleri konusunda uyarıyoruz. Tüketicinin dikkatli davranarak fiyatı yükseltmemesi lazım” dedi.

Artık 3-4 liraya ürün yok

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in haberine göre, temel gıda ürünlerinde yaşanan aşırı pahalılığın nedenlerini anlatan Tavşan, girdi maliyetlerinin aşırı yükselmesi yüzünden halkın artık 3-4 liraya sebze-meyve yiyemeyeceğini, 6-7 liranın altında ürün satmanın neredeyse imkansız hale geldiğini söyledi.

Gübre, tohum, ilaç, mazot, doğalgaz, ambalajlama, nakliye ve kira gibi tüm giderlerde olağanüstü artışların yaşandığını belirten Tavşan, “Artık şu gerçeği kabul etmeliyiz ki, girdilerin böylesine yüksek olduğu bir ülkede fiyatların yüksek olması çok normal. Bol olduğu zaman bile 5-6 liradan aşağıya ürün satılırsa üretici de satıcı da zarar eder” dedi.

Patates ve soğana taban fiyat şart

Yüksel Tavşan, halkın mutfağının vazgeçilmezi olan patates, soğan, domates ve limon gibi ürünlerde fiyatların aşırı oynamaması için üretim planlaması ve taban fiyat uygulaması gerektiğini söyledi. Tavşan, “Temel ürünleri halkın rahatça almasını istiyorsak üreticinin desteklenmesi lazım. Aksi halde maliyetlerden ve fiyat değişkenliğinden zarar gören üretici üretmek istemiyor, tüketici zarar görüyor” dedi.

Paylaşın

Yıl Sonu İçin Dikkat Çeken ‘Dolar Kuru’ Tahmini

Dolar kuru için yıl sonu tahminini açıklayan ekonomist Atilla Yeşilada, dolar kuru için 18 ile 20 TL arası bir rakama dikkat çekti. Yeşilada, TCMB’nin dolar kuru tahminini aşırı iyimser bulduğunu söyledi.

Ekonomist Yeşilada, “Ukrayna savaşı olmasaydı onun cari açığımız da bize getirdiği yük olmasaydı ve psikolojik olarak insanlarda tedirginlik yaratması olmasaydı belki bu seneyi bu sistemle çıkartabilirdik ama ben artık böyle bir umut görmüyorum” dedi. Yeşilada, şöyle devam etti:

“Yani hani eğer mayıs haziran ayında patlamazsa yaz aylarında döviz kuru yeniden patlayacak. TCMB beklenti anketinde katılımcıların yıl sonu dolar kuru tahmini 16,5. Ben bunu biraz aşırı iyimser buluyorum. Benim kafamda daha çok 18 ile 20 arasında bir dolar kuru hedefi var. Ekim’den itibaren duracağı tepe seviyemi o noktadan sonra geçen sefer KKM’yi icat ettiler. Belki şapkada başka tavşan vardır. Şapkada başka tavşan yoksa o zaman döviz kontrolüne geçeceksiniz. Durmaz ki bir kere gittikten sonra.”

Atilla Yeşilada’nın KKM ve dolar kuru yorumunun tamamı şöyle:

“Şu anda programın hayatta kalan, bakın çalışan demiyorum. Hayatta kalan tek ayağı bu KKM ve hükümet o paralar yeniden dövize çevrilirse TCMB rezervlerinin burada oluşacak olan tsunamiyi engelleme yetmeyeceğini da çok iyi biliyor. Dolayısıyla bu bir anlamda bir kötü alışkanlık, uyuşturucu bağımlılığı gibi bir şeye geldi.

Maliyeti ne olursa olsun KKM devam ettirilecek ve oradan gelen dövizle de TCMB kaynaklarına giriyor, döviz kuru sürekli müdahale edilerek doların ve hatta euronun değer kazanması engellemeye çalışacak ki vatandaşın KKM’ye geçmesi için ikinci bir teşvik verilsin.

Bunlar günlük bağlamda ya da öngörülebilir vadede çalışabilecek programlar ama mesele şu Hastalığı değil ağrıyı tedavi ediyorsunuz. Yani vücutta kanser ya da ülser ya da migren ne varsa yayılıyor sonuçta siz enflasyonla başa çıkamadığımız sürece siz daha fazla bütçe açığı fazlası üretemediğiniz sürece siz Türkiye’nin üretimini artırmadığınız sürece bir yerde bu patlayacak.

’18 – 20 TL arası’

Ukrayna savaşı olmasaydı onun cari açığımız da bize getirdiği yük olmasaydı ve psikolojik olarak insanlarda tedirginlik yaratması olmasaydı belki bu seneyi bu sistemle çıkartabilirdik ama ben artık böyle bir umut görmüyorum.

Yani hani eğer mayıs haziran ayında patlamazsa yaz aylarında döviz kuru yeniden patlayacak. TCMB beklenti anketinde katılımcıların yıl sonu dolar kuru tahmini 16,5. Ben bunu biraz aşırı iyimser buluyorum. Benim kafamda daha çok 18 ile 20 arasında bir dolar kuru hedefi var.

Ekim’den itibaren duracağı tepe seviyemi o noktadan sonra geçen sefer KKM’yi icat ettiler. Belki şapkada başka tavşan vardır. Şapkada başka tavşan yoksa o zaman döviz kontrolüne geçeceksiniz. Durmaz ki bir kere gittikten sonra.

Yani bunu bir poker stratejisi olarak görmek lazım. Sizin önünüzde 500 bin liralık çip var. Karşınızdaki pokercini 10 bin liralık çipi kalmış size 50 kere rest çekersiniz adamı. Bir tanesini de kazansanız yeter zaten. Bu da öyle bir şey.

Merkezde harcanacak döviz kalmadığı anlaşıldığı anda ya da o noktaya yaklaşıldığı anlaşıldığı anda bireysel spekülatörler belki yurtdışında TL şort girecek olanlar ve yüksek birikim sahibi, tasarrufçular tabii ki dövize kaçacak. Dış borç vadesi gelen, dış borçlarını ödeyemeyeceği çekincesine kapılan kurumsallarda mecburen onlara katılacak.”

Paylaşın

Demir Çelik Fiyatları Tüm Sektörleri Zorluyor!

Son dönemde tüm dünyada yaşanan hammadde sıkıntısı Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Petrol ürünlerinden gıdaya, pamuktan demir çeliğe kadar çok sayıda ürün grubunda yaşanan yüksek fiyat artışları tüketicinin karşısına zam olarak çıkıyor.

Özellikle çelik ve demir gibi ürünlerde önemli tedarikçi ülkelerden olan Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş da büyük bir belirsizlik yarattı. Bu yüzden otomotiv, inşaat ve beyaz eşya gibi sektörlerin vazgeçilmezi olan demir-çelik ürünlerinde hem tedarik sorunu hem de fiyatlama problemi yaşanıyor.

DW Türkçe’den Emre Eser’e değerlendirmelerde bulunan Çelik İhracatçıları Birliği (ÇİB) Başkanı Adnan Aslan, uzun süredir çelik fiyatlarında artış yaşandığını ve savaşın başlaması ile beraber bu artışın hızlandığını, son günlerde yüzde 50’lik yükseliş gerçekleştiğini söyledi. Aslan, geçtiğimiz dönemde Rusya-Ukrayna tarafında 830 dolar, Uzakdoğu’da 750 dolar olan çeliğin ton fiyatının 1000 doları gördüğünü belirtiyor. Ancak fiyatlar savaşla beraber aniden 1500 dolar çıktı. Bu Avrupa’da 1500 Euro oldu. Savaş başlamadan önceki son 3-4 aylık dönemde fiyatlar yaklaşık yüzde 30 artış göstermişti.

Milyarlarca dolarlık ihracat kapasitesi

Dünyadaki önemli çelik üreticileri arasında yer alan Türkiye, ithal ettiği hurdayı çelik üretiminde kullanıyor. Çelik İhracatçıları Birliği verilerine göre 2021’de sektörün ihracatı 22,4 milyar dolar oldu. Bu büyüklük Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 9,9’una denk gelirken sektör, otomotiv ve kimyanın ardından üçüncü büyük ihracatçı konumunda. Ayrıca çelik sektörü 22,3 milyar dolarlık ihracatla bu alanda lider olan otomotiv sektörü için de oldukça stratejik bir öneme sahip.

Çelikle beraber demir ve alüminyum gibi metallerin ihracat büyüklüğü ise 8,6 milyar dolar. Yani sadece demir ve çelik gibi ürünlerin ihracatından 2021’de Türkiye’ye gelen para 30 milyar doları aşıyor. Ancak ihracatın yapılabilmesi için Türkiye, önemli oranda hurda ithal ediyor. Buradaki üretim için yapılan ithalat oranı yüzde 80’in üzerinde.

Fiyatlarda düşüş zor

Rusya ve Ukrayna pazarında yaşanan sıkıntıların uzun dönemde Türkiye’nin çelik sektörü için olumlu olacağını belirten Aslan, “Özellikle Avrupalı üreticiler bu savaştan çok etkilendi. Zira Rusya ve Ukrayna’dan ürün alamadılar. Bu açığı Türkiye, Hindistan ve Çin zamanla kapatacaktır. Ancak bu dönemde yaşanan tedarik sorunları iz bırakıyor. Savaş bitse bile fiyatlarda hissedilebilir bir düşüş beklemiyoruz. Çünkü çelik ve demir üretiminde en önemli maliyet kalemlerinden bir de enerji. Ve enerji fiyatlarında yaşanan yükselişin kısa sürede çözülmesi mümkün görünmüyor. ABD ve Avrupa bazı alternatif çözümler arıyor. Bunlar da zaman alacaktır. Ayrıca uzun dönemde hammaddede son üç aydaki gibi benzer bir fiyat artışı da öngörmüyoruz” diye konuştu.

Son tüketici hissedecek

Aslan’ın altını çizdiği önemli noktalardan biri ise son tüketiciye olan etkiler. Üretilen yassı çeliğin boru imalatında, beyaz eşya sektöründe ve makine üretiminde kullanıldığını belirten Aslan, “Diğer tarafta da yassı olmayan yani uzun mamuller var. Bunlar da inşaat gibi sektörlerde kullanılıyor. Ve burada da fiyatlar ton başına 750 dolardan 950 dolara geldi. Hatta Avrupa’da 1150 Euro’ya çıktı. Bunlar otomotiv, makine, altyapı, inşaat ve çok sayıda sektör için yeni zamlar demek” şeklinde konuştu.

Bir konutta yüzde 10

İnşaat Müteahhitleri Konfederasyonu (İMKON) Başkanı Tahir Tellioğlu da hammadde girdi fiyatlarında yaşanan artıştan şikayetçi. İnşaatta çimento ve demirin en önemli iki unsur olduğunu anlatan Tellioğlu, metrekare büyüklüğü ne olursa olsun bir inşaatta toplam maliyetin yüzde 10’unu çimento, yüzde 10’unu ise demirin oluşturduğunu söyledi.

Yaklaşık bir yıl önce demirin ton fiyatının 6 bin lira olduğunu ancak şu anda demirin ton fiyatının 16 bin liraya geldiğini ve bu maliyetlerle kimsenin başa çıkamadığını belirten Tellioğlu, “Bizim en büyük girdi maliyetimizi arsalar oluşturuyor. Demir ve çimento toplam maliyetin içerisinde küçük gibi görünse de aslında önemli bir yük. Ve fiyatlar sürekli artıyor. Bu konuda yapılması gereken en önemli düzenleme en azından demirdeki KDV oranının yüzde 18’den yüzde 8’e indirilmesi. Çünkü demirsiz inşaat olmaz” ifadelerini kullandı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan inşaat maliyeti endeksine göre bu yılın Ocak ayında maliyetler 2021 yılı ocak ayına göre yüzde 79,91 oranında artış göstermişti.

Konut fiyatları önlem alınmazsa artacak

Gerekli adımların atılmaması durumunda Haziran ayına kadar konut fiyatlarında yüzde 30’luk bir artışın daha yaşanacağını belirten Tellioğlu, “Evet burada küresel bir krizden bahsediyoruz. Enerji maliyetlerinin geldiği nokta belli. Ancak bunun yanında stokçuluk ve başka unsurlar da var. Küresel piyasalardaki fiyat artışı yüzde 50 ise maalesef Bunu bize yansıması 2-3 kat fazla oluyor. Yani fiyat artışı yolda artıyor. Burada bazı üreticilerin fiyatlara ‘köpük’ koyduğunu biliyoruz. Tüm ürünlerde bunun önüne geçilmesi lazım. Eğer gerekli düzenlemeler yapılırsa, vergi indirimleri uygulanırsa ve üretici sektörlerle görüşüp fiyat indirimleri sağlanırsa fiyatlarda artış olmayacağı gibi yüzde 20 düşüşte sağlanabilir. Ancak bunlar olmazsa yaz aylarında bu maliyet artışının etkisi konut sektörüne de yansıyacaktır” dedi.

Üretim hızla düşüyor

Tellioğlu’a göre bu konudaki diğer bir tehlikede 5 yılda 1,5 milyondan 600 bin seviyelerine gerileyen yıllık konut üretiminin artan maliyetlerle daha da aşağı inmesi. Bu durumda arz sıkıntısının daha da büyüyeceğini aktaran Tellioğlu, piyasada maliyetleri azaltacak ve üretimi arttıracak tedbirlerin acil olarak uygulanmasını talep ediyor.

Maliyet artışları büyük projeleri ve üreticileri daha çok etkiliyor. Çelik İhracatçıları Birliği (ÇİB) Başkanı Adnan Aslan, “Kimse ocak ayında yaptığı anlaşmaya uyamıyor. 2-3 aylık stoklarla iş yapılıyor. Siz bir yıllık tedarik anlaşması yaptıysanız 3 ayda değişen fiyatlarla baş edemezsiniz” şeklinde konuştu.

Enflasyona da yansıyacak

Son günlerde yaşanan fiyat artışlarının yaz sonunda enflasyona yansımaya devam edeceğini belirten ÇİB Başkanı Adnan Aslan, durumu şöyle anlatıyor: “Benim Ukrayna’dan 980 dolara daha önceden verdiğim sipariş iptal oldu. Ben de iç pazara yöneldim aynı ürünü 1530 dolara almak zorunda kaldım. Ancak ürünü bugün teslim alamıyorum. Yani parasını verseniz bile ürünü bulamıyorsunuz. Ürün için haziran ve temmuz ayına anlaşma yapabiliyorsunuz. Bu ne demek? Ben yüksek fiyattan bu ürünü aldım ancak bana üç ay sonra gelecek. Ve ben ona göre üretim yapacağım. Daha sonra o günün fiyatıyla bu ürün diğer sektörlere satılacak. Yani otomotiv de ya da beyaz eşya da ürünler yüksek maliyetle üretilecek. Beyaz eşya da kullanın daha az olabilir ama çelik kullanımı yüksek olan ürünlerde bu daha fazla görülebilir. Yani özellikle yaz sonunda enflasyonda bunun etkisini daha fazla hissedeceğiz.”

Ev ve Mutfak Eşyaları Sanayicileri ve İhracatçılar Derneği (EVSİD) Başkanı Talha Özger de, “Hammadde fiyatları sürekli artıyor. Ve bu artış durdurulamıyor. Tencere ve tava gibi ürünlerde de yaz aylarında yüzde 60’a yakın zamlar görebiliriz” değerlendirmesinde bulundu.

Paylaşın

Açlık Sınırı 5 Bin 738, Yoksulluk Sınırı 17 Bin 349 Liraya Yükseldi

Enflasyon, yoksulluk ve açlık sorunu büyütmeye devam ediyor. Temel gıda maddelerinin fiyatlarında yüzde 17’nin üzerinde artış yaşanan martta dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 5 bin 738 liraya kadar yükseldi. Yoksulluk sınırı da 17 bin liranın da üzerine çıktı.

Haber Merkezi / Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun Ar-Ge birimi KAMU-AR, dört kişilik bir ailenin, dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için tüketmesi gereken gıda miktarlarını esas alarak belirlediği açlık sınırı ile gıdanın yanı sıra diğer ihtiyaçlarını da yoksunluk hissine kapılmadan karşılayabilmesi için yapması gereken gıda dışındaki harcamaları dikkate alarak hesapladığı yoksulluk sınırı araştırmasının Mart 2022 sonuçlarını açıkladı.

Buna göre, açlık sınırı martta bir önceki aya göre 601 lira artarken, gıda dışındaki ihtiyaçlar için yapılması gereken harcama 428 lira artarak 11 bin 611 liraya yükselirken yoksulluk sınırı da toplam bin 29 lira yükseldi.

Geçen yıl mart ayına göre ise açlık sınırı 2 bin 342 lira, gıda dışındaki ihtiyaçlar için yapılması gereken harcama ise 3 bin 432 lira lira arttı. Ailelerin gıda ve gıda dışı ihtiyaçlarını insan onuruna yaraşır bir şekilde yoksunluk hissi çekmeden karşılayabilmesi için yapması gereken toplam harcama tutarını gösteren yoksulluk sınırı da son bir yılda toplam 5 bin 774 liralık artışla 17 bin 349 lira oldu.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun Ar-Ge birimi KAMU-AR, rapora ilişkin yaptığı değerlendirmede ise şu ifadelere yer verdi;

Açlık sınırı, yaşanan bu artışla birlikte 2022 yılı için belirlenen 4 bin 253 liralık asgari ücretin bin 485 lira üzerine çıkarken, emekli aylıklarına ve çalışanların ücretlerine yılbaşında yapılan zamları da anlamsız kıldı. Çalışanların yüksek enflasyon karşısında üç ayda eridiği için çalışanların yıl sonu beklenmeden yeniden belirlenmesini talep ettiği asgari ücret dört kişilik bir ailenin ancak 22 günlük dengeli beslenmesine yetebilecek bir noktaya düştü.

Paylaşın

Merkez Bankası’nın Net Rezervleri Geriledi

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Haftalık Para ve Banka İstatistikleri yayımlandı. Buna göre, 18 Mart itibarıyla Merkez Bankası brüt döviz rezervleri, 1 milyar 164 milyon dolar artışla 66 milyar 500 milyon dolara yükseldi. Brüt döviz rezervleri, 11 Mart’ta 65 milyar 336 milyon dolar seviyesindeydi.

Haber Merkezi / Söz konusu dönemde altın rezervleri, 1 milyar 320 milyon dolar azalarak 43 milyar 528 milyon dolardan 42 milyar 208 milyon dolara geriledi. Böylece Merkez Bankası’nın toplam rezervleri, 18 Mart haftasında bir önceki haftaya kıyasla 156 milyon dolar gerileyerek 108 milyar 864 milyon dolardan 108 milyar 708 milyon dolara indi.

Brüt ve net döviz rezervi nedir?

Ekonomist Mahfi Eğilmez, brüt ve net döviz rezervi arasındaki farkı şu şekilde açıklıyor: Merkez Bankası, döviz rezervlerinin tamamının sahibi değil.

TCMB’nin rezervlerinin bir bölümü bankaların Merkez Bankası’nda tutmak zorunda olduğu zorunlu karşılıklardan oluşuyor. Bunları bir çeşit emanet döviz olarak görmek mümkün.

TCMB’nin son yıllarda rezerv opsiyon mekanizması aracılığıyla, TL mevduatlar karşılığında alması gereken zorunlu karşılıkları dövizle yatırma esnekliği tanımasıyla bu döviz rezervlerindeki emanet tutarda artış oldu.

Döviz rezervlerinin bir bölümünün emanet olması nedeniyle Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin toplamı brüt döviz rezervlerini gösteriyor. Merkez Bankası’nda emanet olarak duran miktarlar düşüldüğünde net döviz rezervine ulaşılıyor.

Net döviz rezervi nasıl hesaplanıyor?

Net döviz rezervi, TCMB verilerinde aktif kısımda yer alan dış varlıklardan, pasif kısımda bulunan toplam döviz yükümlülüklerini çıkardıktan sonra elde edilen rakamın o günün kuruna bölünmesiyle hesaplanıyor.

Formül şu şekilde: Net Rezerv = (Dış Varlıklar – toplam döviz yükümlülükleri) / Dolar-TL kuru

Swap hariç net rezerv ne demek?

Ekonomist Eğilmez’e göre net rezerv miktarı, swap işlemleriyle elde edilmiş (emanet) dövizleri de kapsadığı için bu rakam tam olarak net rezervi ifade etmiyor.

Bu yüzden net döviz rezervini emanet dövizleri çıkararak görebilmek için bu miktardan swap karşılığı elde edilmiş döviz tutarını düşmek gerekiyor. Swap hariç net rezerv ise şu şekilde hesaplanabiliyor:

Swap hariç net rezerv = Net rezerv – Swap işlemleri toplamı

Uluslararası rezerv nedir?

TCMB’nin (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) tanımına göre uluslararası rezervler; ülkelerin para otoriteleri tarafından kontrol edilen, kullanıma hazır, birbirlerine çevrilebilme özelliği bulunan ve uluslararası ödeme aracı olarak kabul edilen varlıklar.

Uluslararası rezerv olarak sayılan varlıklar şunlar:

  • Konvertibl (birbirlerine dönüştürülebilir) döviz varlıkları (euro, ABD doları, İngiliz sterlini vb.)
  • Uluslararası standartta altın
  • Özel Çekme Hakları
  • Uluslararası Para Fonu (IMF) Rezerv Pozisyonu

TCMB, rezervleri nasıl saklıyor?

Merkez Bankası, rezervlerin yönetiminde ülke menfaatine öncelik verdiğini aktarıyor. Bu amaçla, uluslararası rezervleri, anaparanın korunması ve gerekli likiditenin sağlanması için düşük riske sahip yatırım araçlarında değerlendiriyor.

Merkez Bankası, rezerv yönetimi sırasında karşılaşılabilecek risklerin belirlenmesi, değerlendirilmesi ve kabul edilebilir sınırlar içinde tutulabilmesi için risk yönetim stratejisi uyguluyor. Ayrıca elindeki rezervlerin seviyesini, düzenli aralıklarla internet sitesinde yayımlıyor.

Paylaşın