Konut Fiyatları Uçuşa Geçti

Tüm Girişimci Emlak Müşavirleri Derneği (TÜGEM) ve Yeni Nesil Gayrimenkul Değerleme ve Lokasyon Analizi Platformu Endeksa.com iş birliği ile hazırlanan “İkinci El Konut Piyasası Raporu” verileri, 2022 yılı 1. çeyrek sonu itibarı ile Türkiye genelinde konut fiyatlarında yıllık  yüzde 127 artış yaşandığına işaret etti.

Foreks’te yer alan habere göre; ilk çeyrek itibarıyla Türkiye’de ortalama konut metrekare satış fiyatı 7.395 TL, ortalama amortisman süresi 19 yıl, ortalama pazarlama süresi 63 gün olurken, değer artışının en yüksek olan iller Mersin, Aydın ve Antalya oldu.

Konut satışında artış

Birinci çeyrekte, konut satış adedi geçen sene aynı döneme göre %22 arttı. 2022 yılının 1. çeyreğinde 320 bin 63 adet konut satışı gerçekleşti. Konut satışları 2021 yılının 4. çeyreğine göre %41 azalırken; geçen senenin aynı dönemine göre ise %22 artış göstermiş oldu.

İkinci el satış toplam satışın yüzde 70′

İkinci el konut satışı toplam satışların %70’ini, kredili konut satışları ise %21’ini oluşturdu. Birinci çeyrekte 225 bin 626 adet ikinci el konut satışı gerçekleşti. Bu rakam ile ikinci el konut satışları bir önceki çeyreğe göre %39 azalırken, geçen sene aynı döneme göre ise %24 artış göstermiş oldu. İkinci el konut satışı toplam konut satışlarının %70’ini oluşturdu.

Birinci çeyrekte kredili konut satışları ise toplam konut satışlarının %21’ini oluşturarak 68 bin 342 adet olarak gerçekleşti. Kredili konut satışları bir önceki çeyreğe göre %39 azalırken; geçen senenin aynı dönemine göre ise %45 artış göstermiş oldu.

Yabancıya konut satışında artış

Birinci çeyrekte yabancı uyruklu kişilere toplam 14 bin 344 adet konut satışı gerçekleşti. Bu adet ile yabancıya konut satışı bir önceki çeyreğe göre %32 azalırken; geçen senenin aynı dönemine göre %45 artış göstermiş oldu.

Birinci çeyrek konut satış adetleri karşılaştırma. İstanbul’da konut fiyatları yüzde 147, Ankara’da 116, İzmir’de yüzde 119 arttı.

57 bin 836 adet ile 1. çeyrekteki konut satışlarının %18‘inin gerçekleştiği İstanbul’da konut fiyatları 1 yılda %147 artış gösterdi ve ortalama metrekare satış fiyatı 12.102 TL oldu. Ankara’da 29 bin 328 adet ile 1. çeyrekteki konut satışlarının %9’unu gerçekleşti ve konut fiyatları son 1 yılda %116 oranında artış gösterdi, ortalama metrekare satış fiyatı 5.352 TL oldu. Konut satışlarının %6’sının gerçekleştiği İzmir’de 19 bin 112 adet satış oldu ve konut fiyatları son 1 yılda %119 artış gösterdi, ortalama metrekare satış fiyatı 9.448 TL oldu.

En fazla stok İstanbul’da

En fazla konut satışı olan 50 il içerisinde en fazla stok adedi İstanbul’da olurken, 1. çeyrek sonu itibarıyla İstanbul’da 308.402 adet konut stoku bulunuyor. Stok adedi, Ankara’da 156.927 adet, İzmir’de ise 91.127 adet.

En fazla değer artışı Mersin, Aydın ve Antalya’da. En fazla konut satışı olan 50 il içerisinde en fazla değer artışı olan illerin sırasıyla Mersin, Aydın ve Antalya olduğu görülüyor.

Mersin’de konut fiyatlarında yıllık değer atışı %158, ortalama metrekare satış fiyatı 6.172 TL. Aydın’da konut fiyatları son bir yılda %153 artış gösterdi, ortalama metrekare satış fiyatı 11.204 TL. Antalya’da ise konut fiyatlarında yıllık değer artışı %148 ve ortalama konut metrekare satış fiyatı 9.861 TL.

Paylaşın

Vatandaşın Borcu 1 Trilyon 154 Milyar Liraya Yükseldi

Ekonomik kriz her geçen gün daha da ağırlaşarak artıyor. Vatandaşın, bankalara, finansman ve varlık yönetim şirketlerine ve TOKİ’ye olan (tahsili gecikmiş borçlar da dahil) toplam borcunun 1 trilyon 154 milyar liraya ulaştığı belirtildi.

Geliri ve tasarrufları enflasyon karşısında eriyen vatandaş, geçinemediği için hızla borçlanıyor. CHP Meclis grubu ekonomi raporu hazırladı. Raporda, vatandaşların bu borcunun 854 milyar lirası bireysel (konut, otomobil, ihtiyaç) kredilerinden, 242 milyar lirası da kredi kartlarından kaynaklandığına dikkat çekildi. İcra dairelerinde derdest bulunan dosya sayısı son bir yılda 1 milyon 482 bin adet artarak 6 Mayıs itibarıyla 23 milyon 449 bine çıktı.

Raporda şu tespitlere yer verildi: “Son hafta tüketici kredilerinde 9.8 milyar liralık, kredi kartı borçlarında ise 3.3 milyon liralık artış yaşandı. Vatandaşların vadesinde ödeyemediği için bankalar tarafından icraya verilen takipteki borçları ise 28.3 milyar lira düzeyine çıktı. Bankaların takipteki bu borçlarını düşük bir bedel karşılığında varlık yönetim şirketlerine devrediyor olmaları bu rakamı olduğundan daha düşük gösteriyor.”

23.4 milyon dosya icrada bekliyor

Artı Gerçek’te yer alan habere göre, CHP’nin raporunda, vatandaşların varlık yönetim şirketlerine 30.7 milyar TL, TOKİ’ye ise 27 milyar lira borcu bulunduğu; bankalara, finansman şirketlerine, varlık yönetim şirketlerine ve TOKİ’ye olan (tahsili gecikmiş borçlar da dahil) toplam borcun ise 1 trilyon 154 milyar liraya ulaştığı belirtildi.

Ulusal Yargı Ağı (UYAP) verilerine göre bu yıl 1 Ocak–6 Mayıs günleri arasında icra ve iflas dairelerine toplam 3 milyon 400 bin yeni dosya geldi. 2 milyon 522 bin dosya ise sonuçlandırılırken yeni gelen dosya sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 25.6 oranında arttı. İcra dairelerinde derdest bulunan dosya sayısı son bir yılda 1 milyon 482 bin adet artarak 6 Mayıs itibarıyla 23 milyon 449 bine çıktı.

Paylaşın

Açlık Sınırı 5 Bin 323 TL’ye Yükseldi

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) Nisan ayı açlık-yoksulluk sınırı raporunu yayımladı. Buna göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 5 bin 323 TL olarak belirlendi. Bu sınır mart ayında 4 bin 928 TL idi.

Bekar bir çalışanın ise aylık yaşam maliyeti 6 bin 965 TL olarak öne çıkarken, yoksulluk sınırı ise 17 bin 340 TL oldu.

Söz konusu raporu her ay güncelleyen Türk-İş, Nisan ayı raporunda “Mutfak enflasyonundaki artış aylık yüzde 8,02, son 12 aylık enflasyon ise yüzde 85,02” ifadelerine yer verdi.

Raporda, market ve semt pazarlarında toplu alışverişin azaldığı, alışverişlerin de artık daha az ve sık bir biçimde yapıldığı belirtildi.

Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) martın son haftasında sanayicilere sattığı buğdayda yüzde 22 oranında zam yaptığı hatırlatılırken, bunun önümüzdeki günlerde tüketici fiyatlarına da yansıyabileceği uyarısında bulunuldu.

Dişi sığır sayısının azalması ve yüksek maliyetlerin üzerine bir de turizm sezonundaki talep artışı eklendiğinde, çözümleri bulunmazsa dana kuşbaşının yaz aylarında 175 TL’yi geçmesi öngörülüyor.

Maliyetler artacak

Elektrik fiyatlarına yapılan yüksek zamlardan dolayı daha az sulama yapılan yerlerde sınırlı gübre kullanımının da ilave olumsuz etkisiyle verim kaybı olacak.

Zamlar öncesindeki gibi gübreleme ve sulamaya devam edilen yerlerde ise maliyetler artacak. Bu çıkmazın doğal sonucu olarak, yaz aylarında gıda fiyatlarında eğer olursa önceki yıllara kıyasla çok sınırlı bir gerileme olacağı şimdiden öne sürülebilir.

Paylaşın

Dünya Ekonomisi Resesyona Mı Sürükleniyor?

Dünya ekonomisinde, 2021’in son aylarından bu yana özellikle, ABD ve euro bölgesinde, büyüme hız kesiyor, enflasyon (fiyat artışı) hızlanıyor, 1970’lerden bu yana ilk kez bir stagflasyon (enflasyon + durgunluk) gündeme geliyor. Ekonomide bir resesyon (daralma), mali piyasalarda kriz ve toplumda siyasi istikrarsızlık olasılıkları güçleniyor.

Stagflasyon kavramı, birbirine ters ekonomik önlemler gerektiren iki olgunun eş zamanlı olarak gelişmesini betimler.

Enflasyonu dizginlemek için faizleri arttırmak, para arzını, tüketici talebini daraltmak, ücret artışlarını baskılamak gerekiyor. Bu önlemler ekonomik durgunluğu hızla daralma (resesyona) içine itme riskini getiriyor. Bütün gözler, bu önlemleri gündeme getirecek olan Merkez Bankaları üzerine odaklanıyor. MB yöneticilerinin her açıklaması anında piyasa hareketlerine yansıyor, kısacası “volatilite” kaynağı oluyor.

Durgunluk eğilimine karşı ekonomik büyümeyi teşvik edici, düşük faiz, parasal genişleme, yüksek ücret politikaları, hükümetlerin sermaye üzerindeki vergileri azaltarak ekonomik faaliyeti canlandırma çabaları, bu kez enflasyonu dayanılmaz noktalara doğru itmeye başlıyor.

Birincisinde, ekonomi daralırken işsizlik, yoksulluk, piyasalarda volatilite (ve “kaza” çıkma olasılığı) artıyor. İkincisinde enflasyon ücretleri hızla aşındırıyor, geçim sıkıntısını arttırıyor. Her iki durumda da “toplumsal barış”, siyasi istikrar hızla bozulmaya başlıyor.

Resesyon riski artarken piyasalar sarsıldı

ABD ve Avrupa’da Merkez Bankaları enflasyonla mücadeleye öncelik vermeyi seçti. Geçen hafta faiz artışı ve para arzını daraltmaya yönelik uygulamalar hızlandı. ABD Merkez Bankası (FED) politika faizini yarım puan, İngiltere Merkez Bankası çeyrek puan arttırdı. İngiltere Merkez Bankası Başkanı bir sonraki aşamada, faizleri yarım puan arttırma eğiliminde olduğunu ima etti.

FED ve Avrupa Merkez bankası (AMB) bilançolarını (mali piyasaları destekleme harcamalarını) daraltmaya başladılar. AMB’nin haziran ayında faizleri artırma olasılığı iyice güçlendi.

Bu ortamda, yıl başından bu yana genel bir gerileme eğilimi sergileyen borsalardaki volatilite giderek sertleşmeye başladı.

ABD’de Standard & Poor, Dow Jones ve Nasdaq indeksleri yıl başından geçen hafta sonuna kadar sırasıyla yüzde olarak, 13, 10, 23 değer kaybettiler. FT 100, yıl başından Mart ortasına kadar % 9.4 geriledikten sonra toparlandı ve söz konusu dönemi toplam %2.5 gerileme ile kapadı. Aynı dönemde Eurofirst 300 indeksi %12, Şangay Bileşik indeksi %17, Tokyo Nikkei %8 geriledi.

Bu genel gerileme eğilimi içinde en sert dalgalanmaların Ukrayna savaşının başladığı Şubat ortası günlerinden sonra geçen hafta, salt ekonomik nedenlerden tekrarlandığı görülüyordu: Geçen hafta, FED faizleri arttırdıktan sonra Dow Jones ve S&P haftayı % 3 ve %3.6 kayıplarla kapattılar, Nasdaq %5 geriledi, FT 100 son 3 günde % 2 değer kaybetti. Gelişmiş ülkelerde en dinamik şirketleri izleyen MSCI indeksi, Kasım 2021’den bu yana %50’den fazla gerilemiş.

Faizlerin artamaya başlaması, borsalardaki dalgalanmalar, tahvil piyasalarını da etkisi altına alma ve sert yön değiştirme, bir krizi tetikleme riskini güçlendiriyor.

Çin’de olan Çin’de kalmıyor

Merkez banklarının enflasyonla mücadele pratikleri nadiren bir yumuşak inişle sonuçlanıyor. Buna karşılık merkez bankalarının, stagflasyon içinde enflasyonla mücadele ederken ekonomiyi resesyona (fiziki daralma) itme olasılığı çok yüksek. ABD ekonomisi bu yılın ilk dört aylık döneminde %1.4 gerilemiş görünüyor. Aynı dönemde sanayide prodüktivitenin yıllık bazda %7.5 (Bloomberg’e göre, 1947’den bu yana en hızlı düşüş) gerilemiş olması da resesyon riskine işaret ediyor.

Avrupa’ya gelince, euro bölgesinin en büyük ekonomisi Almanya’da büyüme hızının ilk dört aylık dönemde, Ukrayna savaşının, Haziranda başlayacak faiz artışlarının, Çin ekonomisindeki yavaşlamanın etkileri henüz tam olarak kendilerini göstermemiş olsa da, % 0,2 de kaldığı görülüyor. Alman hükümeti 2022 için büyüme hızı beklentisini % 3,6’dan % 2.2’ye çekti.

Euro bölgesi verileri, enflasyon hızlanırken, perakende piyasalarında satışların özellikle İspanya, Almanya ve Fransa ‘da hızla düşmekte olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki aylarda, gelmesi beklenen bir faiz artışının bu eğilimi ve genelde resesyon riskini güçlendirmesi beklenebilir.

Asya’da ekonomik manzara ağırlıklı olarak Çin’in performansına bağlı. Çin ekonomisinin büyüme hızının negatif alana geçme olasılığı şimdilik, en azından resmi verilere göre yok. Ancak “Sıfır Covid” politikası nedeniyle rejim, sık sık ülkenin ekonomik olarak kritik bölgelerini karantinaya alınca, hem üretim, hem de tedarik zincirleri aksıyor. Çin ekonomisi söz konusu olunca genelde iyimser olan ekonomist Stephen Roach (Yale Üniversitesi, Morgan Stanley eski Asya büro şefi) bu kez resmen açıklanan %5.5 büyüme hızının yakalanabileceğine inanmıyor.

Gerçekten de son veriler tüketici harcamalarının zayıflığını, ekonomik hasılanın %40’ını oluşturan servis sektöründe satın alma müdürleri indeksinin Mart ayında 42’den Nisan ayında 39 düzeyinde (50’nin altı daralma anlamına geliyor) gerilediğini gösteriyor. Örneğin, Cep telefonu ve taşıt araçlarında satışlar Nisan ayında yıllık bazda sırasıyla %14 ve %39 oranında gerilemiş.

Wall Street Journal’ın aktardığı gibi, “Çin’de olan Çin’de kalmıyor”. Dünyanın ikinci büyük ekonomisinde bir yavaşlama bölge ülkelerinden başlayarak, dünya ekonomisini etkilemeye başlıyor. Güney Kore, Tayvan ve Japonya’nın Çin’e ihracatlarında Nisan ayında belirgin düşüşler görülüyor.

Merkezde enflasyonla mücadele, çevrede borç krizi…

Geçen yüz yılda, gelişmekte olan ülkelerin en büyük borç krizi, ABD merkez Bankası 1970’lerin sonunda, stagflasyona karşı enflasyonla mücadeleye öncelik verdiğinde, patlamıştı.

Bugün de benzer bir tehlike var. Institute of International Finance (IFF) hesaplamalarına göre, gelişmekte olan ülkelerin bu yıl sonuna kadar ödemesi gereken borçların ABD faizlerinden doğrudan etkilenecek olan kısmı bir trilyon dolara ulaşıyor.

Finansal krizden bu yana adeta ikiye katlanan gelişmekte olan ülkelerin borçları, bugüne kadar neredeyse “sıfır faizden” borçlanılabildiği için kolaylıkla servis edilebiliyordu.

Şimdi, Merkez Bankaları, özellikle ABD’de FED, enflasyonla mücadele bağlamında faizleri arttırarak, parasal sıkılaştırma politikalarına geçmeye başlayınca, borçlanma maliyetleri artıyor, dolar değerlenmeye başlıyor. Bu durumda dolarla borçlanan ve finansal dengeleri kırılgan ülkelerin hem borçlanarak hem de ülke içindeki gelirlerine dayanarak borçlarını servis etmesi hızla zorlaşıyor. Dahası merkez ülkelerin piyasalarındaki daralmalar, çevre ülkelerin ihracat gelirlerini de olumsuz yönde etkilemeye, borç ödemek için gereken dövizi yaratma kapasitelerini düşürmeye başlıyor. Tüm bu dinamikler, uluslararası yatırımcının gelişmekte olan ülkelere olan güvenini daha da zayıflatıyor. Eliot Fon yönetimi şirketinden Jay Newman’ın deyimiyle bu ülkeler, bugün “hangi fiyattan olursa olsun güvenilemez” konumdalar.

Bir borç krizi tehlikesi yalnızca gelişmekte olan ülkeler için değil, Avrupa periferisindeki ülkeler için de geçerli. Euro bölgesi ekonomilerinin borç durumlarını, on yıl öncesiyle karşılaştıran Deutsche Bank stratejisti Maximilian Uleer’e göre faizler artmaya devam ederse (ki edecek) İspanya ve İtalya’nın faiz maliyetinin milli gelire oranı 2011 düzeyini yakalayabilir. Uleer’in karşılaştırması, Yunanistan ve Portekiz’in de kritik bir noktada oluğunu gösteriyor.

Borç krizi beraberinde hemen derin bir resesyon getirdiğinden, bu açıdan bakınca da genelleşmiş, küresel bir resesyon riskinden söz etmek olanaklı.

1970’lerdeki stagflasyona karşı gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, Başta FED olmak üzere faizleri hızla arttırarak mücadele ettiler. Ani faiz artışlarının resesyon yaratıcı etkileri, 1980’ler boyunca çevre ülkelerin ekonomileri açılarak, yeniden şekillendirilerek yaratılan yeni mal ve sermaye ihracatı olanaklarıyla, küreselleşmeyle, dengeleniyordu.

Bugün de benzer bir seçeneğin olabileceğini söylemek, küresel resesyonun ve yeni bir finansal kriz riskinin hangi karşıt eğilimlerle dengelenebileceğini bilmek hiç kolay değil.

(BBC Türkçe: Ergin Yıldızoğlu)

Paylaşın

Bankaların 3 Aylık Karı 63 Milyar TL’yi Aştı

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’ndan (TCMB) yüzde 14, halktan yüzde 17 faizle para toplayan bankalar, 2022 yılının ilk 3 ayında karlarını yüzde 285 artırdı ve 63,2 milyar TL elde etti.

Bankacılık sektörü 2022 yılının ilk 3 aylık sonuçlarına göre yüzde 285 artışla net kar rekoru kırdı. Bankaların rekor karı AK Parti’nin kurları sabit tutmak için başlattığı kur korumalı mevduat (KKM) modeli ile düşük faizle toplanan paraların yüzde 23’le Hazine’ye satılmasından kaynaklandı.

Toplam varlıklarını 9,2 trilyon TL’den 10,1 trilyon TL’ye çıkaran bankalar net karlılıkta ise patlama yaptı. 2021’in ilk çeyreğinde 16,4 milyar TL net kar açıklayan sektör, 2022’nin ilk çeyreğinde yüzde 285 büyüme ile 63,2 milyar TL kar elde etti. Bankaların 2021’de yıllık bazda 92,9 milyar TL kâr açıkladığı düşünüldüğünde bir yılda ettiği karın yüzde 68’ini 3 ayda yapması dikkat çekti.

Cumhuriyet’ten Şehriban Kıraç’ın haberine göre banka karlarının artmasında net faiz geliri etkili oldu. 2021’in ilk çeyreğinde 126,7 milyar TL toplam faiz geliri elde ederken bu yılın ilk çeyreğinde bunu yüzde 82,3 artışla 231 milyar TL’ye çıkardılar. Net faiz geliri ise 2021 ilk çeyreğinde 44,2 milyar TL iken 2022 ilk çeyreğinde yüzde 162,4 artışla 116 milyar TL oldu.

Hazineye satışlar etkili oldu

Ekonomist Erol Taşdelen’e göre bankalar ikinci gelir artışını menkul değerlerden elde etti. Bankaların yüzde 14 faizle Merkez Bankası’ndan para alıp yüzde 23 faizle Hazine’ye satması kar patlamasının önemli nedenleri arasında yer aldı.

KKM etkisi

Taşdelen, yükü yurttaşlara yüklenen kur korumalı mevduat için de konuşurken, “800 milyar TL seviyesine gelen kur korumalı hesaplar (KKH) toplam vadeli hesapların yüzde 20’sine ulaştı. Bu da bankaların faiz giderlerini iyice düşürdü. Bu mevduatlar yüzde 17’de sabitlenmemiş olsa bankalar en az yüzde 5 daha fazla faiz ödeyeceklerdi.

Bu durum aylık ortalama 2,5 milyar TL faiz gideri avantajı sağlıyor” dedi. Taşdelen, “Mevduat faiz maliyeti kur korumalı mevduat sayesinde düşürülürken kredi faiz oranları üzerinde bir yaptırım olmadığı için faiz makası açıldı ve bu durum da banka karlılıklarının artmasına önemli katkı sağladı” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

EPDK’ya Yapılan Zam Şikayetleri Yüzde 121 Arttı

EPDK verileri, yurttaşların zamlara yönelik tepkilerini de ortaya koydu. CHP’li Murat Emir’in paylaştığı verilere göre akaryakıt fiyatlarına ilişkin şikayetlerde geçen yıl yüzde 121 artış yaşandı.

Akaryakıt fiyatlarına art arda gelen zamlar diğer sektörlerde zammı tetiklerken, yurttaşların şikayetleri de arttı. CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, akaryakıt fiyatlarına yönelik Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na (EPDK) yapılan şikayet başvurularındaki astronomik artışı gündeme getirdi.

CHP’li Emir’in paylaştığı verilere göre, 2021 yılında EPDK’ye petrol sektörüne ait toplam 2 bin 767 şikayet bildirildi. Şikayetlerin bin 187’i, “Akaryakıt fiyatı ve fiyat artışları” başlığı altında sınıflandırıldı. Böylelikle, akaryakıt fiyatlarına yapılan şikayetlerin tüm şikayetler içindeki oranı yüzde 42,9 oldu.

BirGün’den Mustafa Bildircin’in haberine göre fiyat ve fiyat artışlarına yönelik şikayet başvurularından sonra en çok şikayet alınan konunun, “Teknik düzenlemelere aykırılık” konusu olduğu bildirildi. Bu konuda yapılan şikayetlerin tüm şikayetler içindeki oranı ise yüzde 11,3 ile ifade edildi.

‘2021 yılında şikayetler yüzde 121 arttı’

Emir, akaryakıt fiyatları ve fiyat artışlarına yönelik şikayetlerdeki artışa da dikkat çekti. 2020 yılında akaryakıt fiyatlarıyla ilgili yalnızca 537 şikayet bildirimi yapıldığının altını çizen Emir, “2021 yılında ise şikayetler yüzde 121 oranında arttı. Vatandaş artık canından bezdi” ifadelerini kullandı.

Akaryakıt fiyatlarındaki artışın her şeyi etkilediğini vurgulayan Emir, “İktidar, krizin faturasını doğrudan vatandaşa yansıtıyor. Kamyoncu esnafı kontak kapatma noktasına geldi. Pompaya yansıyan her zam, vatandaşımızın cebinden daha fazla para çıkmasına neden oluyor. Akaryakıt zamları ile birlikte iğneden ipliğe her şey de zamlanıyor. İktidar bu tabloya seyirci olmakla yetiniyor. İktidara çağrımız şudur, benzin ve motorindeki fiyat artışını yurttaşa yansıtmayın, ÖTV ve KDV’den karşılayın. Kıt kanaat geçinmek zorunda bıraktığınız insanların sırtına bir de akaryakıtı yüklemeyin” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Otobüs Bilet Fiyatları Yüzde 150 Arttı

Online otobüs, uçak ve feribot bileti platformu Obilet.com CEO’su Yiğit Gürocak, akaryakıt fiyatlarının artmasının otobüs ve uçak bileti fiyatlarına yansıdığını, otobüs fiyatlarında yüzde 150’ye varan artış olduğunu açıkladı.

Bloomberg HT’den Hande Berktan’ın haberine göre, Obilet CEO’su Yiğit Gürocak, bayram tatilinde tekrar gündeme gelen otobüs seyahatleri fiyatları ile ilgili açıklamalarda bulundu.

Gürocak “Geçen Ramazan Bayramı’nda şehirlerarası seyahat kısıtlamaları devam etmiş, satış miktarları düşük kalmıştı. Dolayısıyla bu ramazan dönemiyle bir önceki Kurban Bayramı’nı mukayese, çok daha gerçekçi olur. Bu yıl otobüste yüzde 105, uçakta ise yüzde 125 artış oldu. 2022 ilk çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre seyahat sektörü önemli toparlanma gösterdi. Otobüs sektörü ilk çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 50 civarında toparlanırken yurtiçi uçuşlarda yüzde 37 toparlanma oldu. DHMİ dış hatlarda seyahat kısıtlamasının kaldırılmış olmasıyla dış hat yolculuklarında yüzde 126 artış gözlemlendi” dedi.

Enflasyonda en yüksek artış ulaşım sektöründe

Gürocak’ın açıklamasına göre, akaryakıt fiyatlarının artması bir yandan otobüs ve uçak bileti fiyatlarına yansırken, bir yandan da özel araçla ve kiralık araçla yolculuğun maliyetini otobüs ve uçağa kıyasla daha çok artırıyor.

Enflasyonda en yüksek artış olan sektör ulaşım oldu. Ulaşım anlamında yüksek akaryakıt, otoyol geçiş maliyetleri, transfer ücretleri nedeniyle otobüs seyahatleri yeniden keşfedildi. Toplam bilet tarafının havayolu sektöründe yüzde 60’larda, diğer yanda otobüste ise bilet alım oranı yüzde 25’lerde. Otobüs fiyatlarında yıllık fiyat artışı yüzde 150 oldu.

Obilet.com’un verilerine göre, bu bayram döneminde bir önceki bayram dönemine göre, bilet satışları en çok artan şehirler otobüste Erzincan, Batman, Maraş, Diyarbakır ve Elazığ olurken, uçakta ise Kıbrıs (Lefkoşa), Hatay, Diyarbakır, Iğdır ve Mardin başı çekti.

Paylaşın

Türkiye’de Her 10 Kişiden 3’ü Maddi Yoksunluk İçinde

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), “Gelir ve Yaşam Koşulları 2021” araştırmasının sonuçları, Türkiye’de giderek derinleşen eşitsizliğin ulaştığı çarpıcı boyutu bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesimde bulunanların toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,7 olurken en yoksul yüzde 20’lik kesimde bulunanların aldığı pay yüzde 6,1’de kaldı.

Veriler, iktidarın ekonomi politikası nedeniyle giderek azalan alım gücünün kalabalık ailelere etkisini de gözler önüne serdi. Tek kişilik hanehalklarında yoksulluk oranı 2020 yılına göre 2021 yılında yüzde 4,4 puan azalarak yüzde 6,5 olarak gerçekleşirken en az bir çekirdek aile ve diğer kişilerden oluşan hanehalklarının yoksulluk oranı yüzde 18,5 olarak gerçekleşti. Tek kişilik hanehalklarının yoksulluk oranı ise yüzde 14,2 olarak kayıtlara geçti.

Yoksulluk oranı sürekli arttı

Sürekli yoksulluk oranı da yıllar itibarıyla dramatik bir artış kaydetti. Buna göre, 2018 yılında yüzde 12,7 olan sürekli yoksulluk oranı 2021 yılında yüzde 13,8’e yükseldi.

Oturulan konuta sahip olanların oranı 2020 yılına göre 2021 yılında 0,3 puan azalarak yüzde 57,5 olarak hesaplandı. Kirada oturanların oranı yüzde 26,8, lojmanda oturanların oranı yüzde 1,2, kendi konutunda oturmayıp kira ödemeyenlerin oranı ise yüzde 14,6 oldu.

Yurttaşların barınma problemi de TÜİK verileri ile ortaya konuldu. Kurumsal olmayan nüfusun yüzde 34,3’ü konutunda izolasyondan dolayı ısınma sorunu, yüzde 33,9’u sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçeveleri vb. problemleri yaşadı.

Konut alımı ve konut masrafları dışında borç veya taksit ödemesi olanların oranı 2020 yılına göre 2021 yılında 5,4 puan artarak yüzde 63,7 oldu. Nüfusun yalnızca yüzde 6,6’sı bu ödemeleri “yük” kabul etmezken yüzde 23’üne borçları “çok yük” getirdi. Hanelerin yüzde 61’i evden uzakta bir haftalık tatil masrafını karşılayamadığını beyan etti. Araştırmada öne çıkan en çarpıcı bulgular ise şöyle sıralandı:

  • Hanelerin yüzde 38’i, iki günde bir eti, tavuk ya da yemek masrafını,
  • Hanelerin yüzde 33’ü beklenmedik harcamaları,
  • Hanelerin yüzde 20’si evin ısınma ihtiyacını,
  • Hanelerin yüzde 63’ü eskimiş mobilyaların yenilenmesini ekonomik olarak karşılayamadığını beyan etti.

Yıllık ortalama esas iş gelirleri sırasıyla yükseköğretim mezunlarında 68 bin 229 TL, lise ve dengi okul mezunlarında 47 bin 326 TL, lise altı eğitimlilerde 35 bin 344 TL, bir okul bitirmeyenlerde 25 bin 911 TL ve okur-yazar olmayan fertlerde 19 bin 835 TL olarak hesaplandı.

Toplam gelir içerisinde en yüksek payı, yüzde 47,1 ile bir önceki yıla göre aynı kalan maaş ve ücret geliri aldı. İkinci sırayı yüzde 23,9 ile önceki yıla göre 2,1 puanlık artış gösteren sosyal transfer geliri alırken üçüncü sırayı yüzde 17,5 ile önceki yıla göre 0,2 puan azalan müteşebbis geliri oluşturdu. Tarım gelirinin müteşebbis geliri içindeki payı bir önceki yıla göre 2,5 puan artarak yüzde 23,4 olurken emekli ve dul-yetim aylıklarının sosyal transferler içindeki payı 1,7 puan azalarak yüzde 90,0 olarak gerçekleşti.

Gelir dağılımında büyük eşitsizlik

Gelir dağılımındaki eşitsizliği ortaya koyan bir diğer veri ise Gini katsayısı verisi oldu. Gelir dağılımı eşitsizliğinin en yaygın ölçütlerinden olan ve 1’e yaklaştıkça gelir dağılımındaki bozulmayı ifade eden Gini katsayısı Türkiye’de 0,401 olarak tahmin edildi. Gini katsayısında 2017 itibarıyla yıllara göre yaşanan değişim ise şöyle kaydedildi:

TÜİK’in verilerine göre, Türkiye’deki göreli yoksulluk oranı yüzde 14,4 ile ifade edildi. Ülkedeki toplam gelirin nüfusa bölünmesi yoluyla hesaplanan ve “Medyan Gelir” olarak ifade edilen gelir türü dikkate alındığında ortaya çıkan yoksulluk oranları şöyle paylaşıldı:

“Finansal sıkıntıda olma durumu”nu ifade eden maddi yoksunluk oranı da çarpıcı boyuta ulaştı. Kişilerin, çamaşır makinesi, telefon ve otomobil sahipliği ile “Beklenmedik harcamaları yapabilme” durumunu da yansıtan maddi yoksunluk oranı 2021 yılı itibarıyla yüzde 27,2 oldu. Maddi yoksunluk oranları yıllara göre şöyle gerçekleşti:

Paylaşın

Enflasyonla İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar!

Nisan sonu itibariyle enflasyon yüzde 70’e dayandı. Bu şekilde, enflasyonda en son 1999’da gördüğümüz seviyelere geri döndük. 2001 krizi sonrası Merkez Bankası bağımsızlığı ve kredibilitesi yolunda büyük bedel ödeyerek elde ettiğimiz kazanımları da maalesef geride bıraktık.

Fiyat istikrarının birincil sorumlusu Merkez Bankası’dır. O nedenle enflasyonun böylesine hızlı yükselmesinin sebeplerini de politika hatalarında aramak lazım. Peki nedir o hatalar?

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, enflasyonla ilgili doğru bilinen yanlışları BBC Türkçe için kaleme aldı.

1) Enflasyonun sebebi global arz şoklarından kaynaklanıyor

Önce pandemi, arkasından da Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle küresel çapta iki önemli arz şoku ile karşı karşıya kaldık. Arz şoku, talebin artmasından değil üretim maliyetlerinin artmasından kaynaklanan enflasyonist baskıya verilen teknik isimdir.

Doğal olarak bu problemler tüm dünyada enflasyonist baskıları artırdı. Ancak buradan yola çıkıp Türkiye’de yaşanan enflasyon, tamamen dünyada yaşanan küresel problemlerin bir yansımasıdır sonucu çıkarılamaz.

Şekilde Mart 2022 itibariyle gelişmiş ve gelişmekte olan bir grup ülke için yıllık enflasyon rakamlarını görüyoruz. Bize en yakın enflasyon, yüzde 16 ile savaşın bizzat yaşandığı ve yaptırımlara tabi olan Rusya’da görülüyor. Onlarla bile aramızda (Mart itibari ile) manşet rakamlar üzerinden 40 puan üzerinde bir fark var. Elbette küresel bir enflasyon var. Ancak salt küresel faktörlerden kaynaklanan etkiler, yaşadığımız enflasyonun oldukça sınırlı bir miktarına tekabül ediyor.

2) Arz enflasyonuna karşı Merkez Bankası bir şey yapamaz

Para politikası talebi yavaşlatmak sureti ile enflasyonu düşürür. Merkez Bankası faiz artırdığında borçlanma maliyeti arttığı için harcamalar yavaşlar. Zayıflayan talep fiyatlar üzerindeki baskıları da azaltır. Ancak faizi artırmak tedarik zinciri sorunlarını çözmez. Rusya savaşının daralttığı petrol arzına çare olmaz. Bu nedenle, eğer arz faktörlerinin geçici olduğuna inanılıyorsa Merkez Bankası’nın bunu piyasalara iyi anlatıp hiç müdahale etmemesi uygundur. TCMB de artan enflasyona karşı tepkisiz kalmasını büyük ölçüde bu mantıkla açıklamaya çalışıyor.

Ancak, arz kaynaklı enflasyonun uzaması halinde beklentiler bozulmaya başlar. İşte o noktada Merkez Bankası’nın müdahalesi arz enflasyonunu düzeltemese de bunun genele yayılmasını engeller. Batılı ülkelerin bir ağızdan faiz artışlarına geçmelerinin en önemli sebeplerinden biri bu.

İlave olarak, Türkiye’de yaşanan arz enflasyonun en önemli sebeplerinden bir tanesi TL’deki değer kaybının getirdiği geçişkenlik etkisi. Yani söz konusu olan arz şoku dışarıdan gelen ve para politikasının kontrolü dışında olan bir etmen değil. Bilakis, TCMB’nin faizleri enflasyonun altında seviyelere çekmesinden kaynaklanan bir politika hatasının sonucu. İşte bu sebeple söz konusu hatayı düzeltmek de bizzat Merkez Bankası’nın görev alanına giriyor.

3) Enflasyon kendi kendine düşer

Enflasyonun kendi kendine düşmesi ancak geçici ve istisnai arz şoku durumunda olur. Yarın Rusya savaşı son bulsa emtia fiyatlarında bir düşme görebiliriz. Benzer şekilde geçen sene son çeyrekte kurda yaşanan ani sıçramayı bu sene beklemediğimiz için bir önceki seneye göre “baz etkisi ile” bir düşüş bekleyebiliriz.

Ancak bu senaryolarda arz şokunun hiçbir yayılma etkisi yapmaması ve beklentileri bozmaması varsayımı var ki; bu varsayım Türkiye koşullarına hiç uymuyor. ABD Merkez Bankası Fed bile, pandemi öncesinde yaşadığı sorun “düşük enflasyon” sorunu olduğu halde, pandemi sırasında yaşanan arz baskısının enflasyon beklentilerini yukarı taşımasına engel olamadı. Aralık 2021 itibariyle de müdahale etmeye karar verdi. Buna rağmen geç kaldı ve geç kalmasının bedeli daha sıkı bir para politikası olacağı için eleştiriliyor.

Bizde ise zaten yüksek enflasyon ortamında iken bunun üzerine gelen global arz şoklarının beklentileri etkilemeyeceğini varsaymak başlı başına bir hata. Kaldı ki kendi kendine düşmesi beklenen seviye bile son enflasyon raporu tahminlerine göre yüzde 43. Peki Merkez Bankası kendi tahmini bile hedefin yaklaşık 9 katı üzerindeyken enflasyona müdahale etmeyi düşünmüyorsa ne zaman müdahale eder?

Yaşadığımız enflasyon bir yandan arz, bir yandan talep faktörleri ile besleniyor. Küresel arz enflasyonu, TL’deki değer kaybı ile daha da güçlü bir arz enflasyonuna dönüşüyor. Bunların üzerine bir de beklenti etkisi ekleniyor. Merkez Bankası’nın beklentileri çıpalayamadığı bir ortamda enflasyon beklentisi gerçekleşen enflasyonla şekilleniyor. Bu da kendi kendine düşmek şöyle dursun kendi kendini besleyen bir enflasyon yaratıyor.

Bu tartışmadan çıkan sonuç şu: Enflasyon kendi kendine düşmez. Kararlı, başarılı ve güven veren para politikası ile düşer.

4) Enflasyon faiz indirerek düşer

Bu konuda çok yazıp çizdik. Ancak listeyi tamamlamak adına bir kez daha hatırlatalım. Faiz indirimleri hem talebi artırarak hem de TL’yi zayıflatıp üretim maliyetlerini artırarak enflasyonu besliyor. İktisat bilimi için bunlar yeni değil. Ancak atılan hatalı adımlar o kadar keskin sonuçlar doğurdu ki bu bilimsel çıkarımı artık çıplak gözle de net bir şekilde görebiliyoruz. Eylül 2021 sonrası faizlerdeki 500 puan düşüşe karşılık enflasyonun 50 puan yükselmesi önemli bir bilimsel sonucu en çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor.

Paylaşın

Fed Ekonomistinden Türkiye İçin Kritik Uyarı

Ekonomist Levent Altınoğlu, “Enflasyonun yüksek seyirde olmasına rağmen Türkiye’de gevşek para politikasının sürdürülmesi Türkiye ekonomisi için önemli riskler doğuruyor” ifadelerini kullandı.

Fed Finansal İstikrar Bölümü Ekonomisti Levent Altınoğlu, Bloomberg HT yayınında Türkiye’nin para politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Stagflasyon ortamında merkez bankalarının atması gereken adımlara değinen Altınoğlu, şunları söyledi:

“Enflasyonun yüksek seyirde olmasına rağmen Türkiye’de gevşek para politikasının sürdürülmesi Türkiye ekonomisi için önemli riskler doğuruyor. Türkiye’de birçok firma Döviz cinsinden çok borçlanmış durumda ve borçların büyük kısmının kısa vadede ödenmesi gerekiyor. Dolayısıyla gevşek para politikası enflasyonu körüklüyor, enflasyon da kurun artmasına sebep oluyor.

Döviz artınca firmaların reel yükü artıyor. Buradaki risk bu firmaların borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmesi endişesiyle ani bir sermaye çıkışının yaşanmasıdır. Reel sektörde durgunluk olursa banka sektörüne de sirayet edebilir. Geçmişteki krizlerde olayların böyle geliştiğini gördük. İhtiyatlı para politikası riskler ortaya çıkmadan faiz artışını gerektirir.

‘MB döviz rezervlerini büyük ölçüde sattı’

Böyle bir ortamda enflasyonun azalmasını beklemek çok zor. Son zamanlarda TL büyük ölçüde değer kaybetti, bunun sebebi gevşek para politikası ve yüksek enflasyon ortamı. Yüksek enflasyon ortamında faiz artırımına gitmeden TL’yi desteklemek zorlaştı çünkü Merkez Bankası kura müdahale etmek için döviz rezervlerini büyük ölçüde sattı. Son yıllarda rezervleri artırmak için Merkez Bankası bankalardan döviz ödünç aldı. Dış yatırım ve ihracatla ülkeye giren döviz miktarı yetersiz kalırsa, Merkez Bankası o zaman ödünç alınan dövizleri ödemekte zorlanır.

O zaman iki seçenekle karşı karşıya kalınır. Birincisi ödünç alınan dövizleri TL cinsiden ödemeye gidebilir ki bu enflasyonu daha da körükler. İkinci seçenek ödünç alınan dövizleri kısmen ödemeyerek olur ki bu bankalara zarar verir ve banka kredisini olumsuz etkiler. Kur korumalı mevduat uygulaması kura geçici destek sağlayabilir. Orta vadede ise enflasyonist baskı oluşturarak kura ters etki yaptığını da görmemiz mümkün.”

Paylaşın