Beş Ayda 17 bin 716 Şirket Kapısına Kilit Vurdu

2024 yılının ilk 5 ayında, geçen yılın aynı dönemine göre kapanan şirket sayısı yüzde 30,1 arttı. 2024’ün ilk 5 ayında kurulan şirket sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre ise yüzde 15,1 azaldı.

Haber Merkezi / 2024 yılının ilk 5 ayında kapanan şirket sayısı 9 bin 917 olurken, geçen yılın aynı döneminde kapanan şirket sayısı 7 bin 625 idi.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB), kurulan ve kapanan işletme istatistiklerini yayınladı.

Buna göre; 2024’ün ilk 5 ayında, 2023’ün ilk 5 ayına göre kurulan şirket sayısı yüzde 15,1 kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 34,5 kurulan kooperatif sayısı yüzde 4,4 azaldı.

2024’ün ilk 5 ayında 46 bin 70 şirket kuruldu. Geçen yıl aynı dönemde 50 bin 246 şirket kurulmuştu. Bu yılın ilk beş ayında kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı 6 bin 150 olurken, geçen yıl aynı dönemde 9 bin 390 işletme kurulmuştu. 2024’ün ilk 5 ayında bin 163 kooperatif kurulurken, geçen yıl aynı dönemde bin 216 kooperatif kurulmuştu.

2024’ün ilk 5 ayında, 2023’ün ilk 5 ayına göre kapanan şirket sayısı yüzde 30,1 kapanan kooperatif sayısı yüzde 9,3 artmış olup, kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısında yüzde 30,2 azaldı. Kurulan şirket sayısında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 0,3 artış oldu.

2024 yılının ilk 5 ayında kapanan şirket sayısı 9 bin 917 olurken, geçen yılın aynı döneminde kapanan şirket sayısı 7 bin 625 idi. Bu yılın ilk beş ayında kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı 7 bin  483 olurken, geçen yıl aynı dönemde 10 bin 721 işletme kapanmıştı. 2024’ün ilk 5 ayında 316 kooperatif kapanırken, geçen yıl aynı dönemde bin 289 kooperatif kapanmıştı

Mayıs 2024’te, Mayıs 2023’e göre kurulan şirket sayısı yüzde 0,3 oranında artmış olup kurulan kooperatif sayısı yüzde 4,4 kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 9,9 azaldı.

Mayıs ayında 10 bin 72 şirket kuruldu. Geçen yıl mayıs ayında 10 bin 40 şirket kurulmuştu. Mayıs ayında kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı  bin 250 olurken, geçen yıl mayıs aynı da bin 387 işletme kurulmuştu. Mayıs ayında 283 kooperatif kurulurken, geçen yıl aynı dönemde 296 kooperatif kurulmuştu.

Mayıs 2024’te, kapanan şirket sayısı 2023 yılının aynı ayına göre yüzde 37,5 oranında artmış olup kapanan kooperatif sayısı yüzde 16,7 kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısında yüzde 60 azalış olmuştur. Mayıs 2024’te kurulan kooperatiflerin sayısında bir önceki aya göre yüzde 56,4 arttı.

Mayısayında kapanan şirket sayısı 2 bin 759 olurken, geçen yılın aynı döneminde kapanan şirket sayısı 2 bin 7 idi. Mayıs ayında kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı bin 114 olurken, geçen yıl mayıs aynıda 2 bin 7 işletme kapanmıştı. 2024’ünmayıs ayında 60 kooperatif kapanırken, geçen yıl mayıs ayında 72 kooperatif kapanmıştı

Mayıs 2024’te kurulan toplam 10.355 şirket ve kooperatifin yüzde 86,8’i limited şirket, yüzde 10,4’ü anonim şirket, yüzde 2,7’si ise kooperatiftir. Şirket ve kooperatiflerin yüzde 36,8’i İstanbul, yüzde 11,2’si Ankara, yüzde 6,1’i İzmir’de kurulmuştur. Bu ay tüm illerde şirket kuruluşu gerçekleşmiştir.

Mayıs 2024’te kurulan şirketlerin sermayelerinin toplamı, bir önceki aya göre yüzde 63,3 oranında arttı.

2024 yılında toplam 47.233 şirket ve kooperatif kurulmuştur. Bu dönemde kurulan toplam 40.888 limited şirket, toplam sermayenin yüzde 77,5’ini, 5.178 anonim şirket ise yüzde 22,5’ini oluşturdu. Mayıs ayında kurulan şirketlerin sermayelerinin toplamı, Nisan ayına göre yüzde 63,3 oranında arttı.

Mayıs 2024’te şirket ve kooperatiflerin 3.374’ü ticaret, 1.479’u inşaat ve 1.410’u imalat sektöründe kurulmuştur. 506 gerçek kişi ticari işletmesi ise inşaat sektöründe kuruldu.

Mayıs 2024’te şirket ve kooperatiflerin 3.374’ü ticaret, 1.479’u inşaat ve 1.410’u imalat sektöründe kuruldu. Mayıs 2024’te kurulan gerçek kişi ticari işletmelerinin; 506’sı inşaat, 353’ü toptan ve perakende ticaret motorlu taşıtların ve motosikletlerin onarımı, 119’u imalat sektöründedir.

Bu ay kapanan şirket ve kooperatiflerin; 1.075’i toptan ve perakende ticaret, motorlu taşıtların ve motosikletlerin onarımı, 391’i imalat, 282’si inşaat sektöründedir. Bu ay kapanan gerçek kişi ticari işletmelerinin 444’ü toptan ve perakende ticaret, motorlu taşıtların ve motosikletlerin onarımı, 188’i inşaat, 119’u imalat sektöründedir.

Mayıs 2024’te kurulan 283 Kooperatifin 201’i Konut Yapı Kooperatifi 49’u İşletme Kooperatifi, 8’i Motorlu Taşıyıcılar Kooperatifi olarak kuruldu. Mayıs 2024’te kurulan 748 yabancı ortak sermayeli şirketin 456’sı Türkiye, 36’sı İran, 26’sı Azerbaycan ortaklı olarak kuruldu.

Kurulan 748 yabancı ortak sermayeli şirketin 69’u anonim, 679’u limited şirkettir. 2024 yılında kurulan şirketlerin 428’i Belirli bir mala tahsis edilmemiş mağazalardaki toptan ticaret, 162’si İşletme ve diğer idari danışmanlık faaliyetleri ve 152’si İkamet amaçlı olan veya ikamet amaçlı olmayan binaların inşaatı sektöründe kuruldu.

Kurulan yabancı ortak sermayeli şirketlerin toplam sermayelerinin yüzde 67’si yabancı sermayeli ortak payını oluşturdu.

Paylaşın

TCDD’nin Hazine Borcu 8,5 milyar Liraya Yükseldi

Geçtiğimiz cuma günü Yüksek Hızlı Tren (YHT) bilet fiyatlarına yüzde 25 zam yapan TCDD’nin, Ocak 2023 yılında 5 milyar 841 milyon 766 bin lira olan Hazine borcu, Haziran 2024 itibarıyla 8 milyar 537 milyon 969 bin liraya yükseldi.

8 milyar 537 milyon 969 bin liralık borcun 4 milyar 675 milyon lirasının vadesi geçmiş borçlardan oluştuğu bildirildi. Borcun 4 milyar 675 milyon lirasının ise henüz ödeme gününün gelmediği öğrenildi.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD), yüksek hızlı tren bilet ücretlerine Ocak 2022 – Haziran 2024 döneminde dokuz kere zam yaptı. Yüksek hızlı tren bilet fiyatlarına birbiri ardına yapılan zamların ardından gözler, TCDD’nin içinde bulunduğu mali batağa çevrildi. Kurumun Ocak 2023’te 5 milyar 841 milyon 766 bin TL olan Hazine borcu, Haziran 2024 itibarıyla 8 milyar 537 milyon 969 bin TL’ye çevrildi.

Yüksek hızlı tren bilet fiyatları, TCDD tarafından 13 Temmuz’da alınan karar ile yüzde 25,6 zamlandı. Zammın ardından Ankara – İstanbul bilet fiyatı 430 TL’den 540 TL’ye, Ankara – Konya bilet fiyatı 200 TL’den 250 TL’ye, Ankara – Eskişehir hattındaki bilet fiyatı ise 225 TL’den 280 TL’ye çıkarıldı. Kamuoyunda tepki çeken zammın ardından Konya-İstanbul bilet fiyatı 630 TL’den 790 TL’ye, Konya-Sivas bilet fiyatı da 675 TL’den 800 TL’ye yükseldi.

Yüksek hızlı tren fiyatlarına 2022 yılında beş, 2023 yılında ise üç kez zam yapan, önceki gün ise bir kez daha zam kararı alan TCDD’nin mali tabloları, “Borç yurttaşa yükleniyor” yorumlarına yol açtı.

TCDD, 2022 yılını 5 milyar 728 milyon 424 bin TL’lik Hazine borcu ile tamamladı. Kurumun 2023 yılının Ocak ayı sonu itibarıyla Hazine’ye olan borçları toplamı ise 5 milyar 841 milyon 766 bin TL ile ifade edildi. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre, TCDD’nin Hazine borcu her geçen ay daha da arttı. 2023’ün ocak ayını 5,8 milyar TL’lik Hazine borcu ile tamamlayan TCDD’nin Hazine borçları, 2024’ün ocak ayında 8 milyar TL’yi geçti.

TCDD’nin, bilet fiyatlarına birbiri ardına yapılan zamlara ayna tutan borç verileri, 2024’ün ilk beş ayında aylara göre şöyle sıralandı: Ocak, 8 milyar 190 milyon TL; Şubat, 8 milyar 359 milyon TL; Mart, 8 milyar 538 milyon TL; Nisan, 8 milyar 579 milyon TL; Mayıs, 8 milyar 537 milyon TL

Ödenemeyen borçlar

Mayıs 2024 sonunda 8,5 milyar TL’ye ulaşan TCDD’nin Hazine’ye olan borçlarının 4 milyar 675 milyon TL’sinin vadesi geçmiş borçlardan oluştuğu bildirildi. Borcun 4 milyar 675 milyon TL’sinin ise henüz ödeme gününün gelmediği belirtildi.

(Kaynak: Gazete Pencere)

Paylaşın

Financial Times’dan Dikkat Çeken “Türkiye Ekonomisi” Analizi

Mehmet Şimşek’in ekonomi politikalarını değerlendiren Financial Times yazarı Gustavo Medeiros, “Şu anda, reformların uzun vadeli yapısal büyümeye yol açıp açmayacağını söylemek için henüz çok erken. Ancak işaretler olumlu ve Ashmore gibi yükselen piyasa yatırımcıları için geri dönmek güzel” dedi ve ekledi:

“Erdoğan’ın yabancı yatırımcıları Türkiye’nin yeniden çekici bir yatırım fırsatı olduğuna ikna etmesi, iyi bir yol olacaktır. AB ile ilişkileri normalleştirmek için adımlar atmak, hukukun üstünlüğünü uygulamak ve kurumları güçlendirmek bu konuda yardımcı olacaktır. Son zamanlarda, Türkiye, Merkez Bankası’na mevduatlarını artıran ve diğer destek kaynaklarını sağlayan Körfez yatırımcıları ile bağlantısını güçlendirdi.”

Birleşik Krallık merkezli uluslararası ekonomi gazetesi Financial Times’da, varlık yönetim şirketi Ashmore Group’un küresel araştırma başkanı Gustavo Medeiros tarafından kaleme alınan Türkiye ekonomisine ilişkin yeni bir analiz yayımlandı.

“Türkiye, yükselen piyasa yatırımcıları için geri döndü. Ankara’dan ekonomik yönetim konusunda belirgin bir sinyal değişimi oldu” denilen analizde, son yıllarda yüksek enflasyon ve kırılgan liraya yol açan düşük faiz ve devlet destekli kredi genişlemesini merkeze alan heterodoks politikalardan geri dönüldüğü ifade edildi. Bu politikalar nedeniyle Türk yerel varlıklarının, yükselen piyasa yatırımcıları için yapısal olarak düşük ağırlıklı bir pozisyon haline geldiği belirtildi.

CNBC-E’nin aktardığı habere göre, yeni politika anlayışı ve reformların “Türkiye’yi yeniden yerel para birimi varlıklarıyla yatırım yapılabilir ülkeler arasına yerleştirdi” yorumu yapıldı.

Bunu sağlayan şartların 2023 seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın radikal politika duruşunun değişmesinin yanısıra Merkez bankasını yönetmek için teknokratların ve Mehmet Şimşek’in maliye bakanı olarak getirilmesi, para ve maliye politikasında ihtiyaç duyulan ortodoksluğa dönüşle oluştuğu ifade edildi.

‘Ekonomi politikasında atılan adımların arasında TL’nin Mart – Temmuz 2023 arasında yüzde 38 değer kaybetmesi, Merkez Bankası’nın politika faizini kademeli olarak yüzde 8,5’dan yüzde 50’ye yükseltmesi ve kredi sıkılaşması için uygulanan makro ihtiyati politikalar gösterildi.

Bu politikaların sonucunda enflasyonda gerilemenin görülmeye başlandığına değinildi ve haziran 2024 enflasyonunun aylık bazda yüzde 1,6 olarak açıklandığı ifade edildi. Bunun yıllıklandırıldığı zaman yüzde 21,6’ya eşdeğer olduğu vurgulandı. Medeiros, “Bu da bizim görüşümüze göre yeni normal haline gelebilir. Enflasyonun bu seviyelerde istikrarlı hale gelmesi, Türk reel faiz oranını yüzde 20 civarına getirecektir. Daha istikrarlı fiyatlar, lirayı istikrara kavuşturmak, yerel halkın dolarizasyonunu azaltmak ve yabancı yatırımcılardan gelen girişleri teşvik etmek için önemlidir” yorumunu yaptı.

TL’deki değer kaybının ve yüksek faiz oranlarının, 2023’ün ilk çeyreğinde GSYİH’nin yüzde 5,5’inden bu yıl aynı dönemde yüzde 2,8’e düşen cari açığı şimdiden azalttığı ifade edilirken turizm gelirlerinin de yaz boyunca ek bir destek sağlayacağı vurgulandı.

Getirilen ek kamu vergilerinin geçen yıl enflasyonu yükselttiği ve yeni önlemlerin doğrudan vergilere odaklandığı aktarıldı. Bu vergilerin genellikle dezenflasyonist olduğunu ifade eden Medeiros, “Açığın azaltılması, önümüzdeki yıllarda kamu görevlisi maaşlarının dondurulması gibi bazı zorlu önlemleri de içerecektir” dedi.

“Ortodoks politikalardan geri adım atılacak mı?”

Gustavo Medeiros yeni politika yönetiminin halen bir güven sorunu yaşadığını vurgulayarak, “Geçmişteki birçok başarısız başlangıçtan sonra, Erdoğan’ın bu ortodoks politikalardan geri adım atıp atmayacağı sorusu devam ediyor. Ancak bu sefer, reformlar sağlam temellere dayanıyor gibi görünüyor. Bizim görüşümüze göre, Erdoğan, lira istikrarının artık popülaritesi ile bağlantılı olduğunu anlamış durumda. Önceki heterodoks duruşuna rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan ortodoksluğun GSYİH üzerindeki olumlu etkisine yabancı değil” ifadelerini kullandı.

AK Parti’nin ilk dönemlerine atıfta bulunularak “Erdoğan’ın iktidardaki ilk on yılı, akılcı para ve maliye politikası, yabancı yatırımlarda büyük bir artışı destekledi. Bu dönemde, ekonomi reel olarak yüzde 64 oranında büyüdü ve kişi başına düşen GSYİH yüzde 43 arttı. Bu tarih, ileriye dönük yol hakkında ipuçları sunabilir. 2002-12 büyüme patlaması, 1999 IMF liderliğindeki reformların ardından Türk ekonomisinde yapılan yapısal değişikliklerden sonra gerçekleşti. Reformlar başlangıçta başarılı oldu ve iyi bir ticaret fırsatı sundu.

Ancak dotcom balonu sırasında yükselen piyasalardan sermaye çıkışları, yerel siyasi istikrarsızlık ile birleşince, reformların tam olarak uygulanacağına olan güveni azalttı. Gerçek dönüm noktası, Türkiye’nin IMF programının genişlemesi yatırımcı güvenini artırdıktan sonra, 2001 sonunda gerçekleşti. Bu, dotcom balonunun söndüğü döneme denk geldi ve sermayeyi ABD’den uzaklaştırarak Türkiye de dahil olmak üzere yükselen piyasalara yönlendirdi.” yorumu yapıldı.

Yazar Türkiye’nin makroekonomik sorunlarının 1999 dönemine göre daha az şok yarattığını ifade etti. Bütçe açığının o dönem bütçe açığının GSYİH’nın yüzde 12’sine ulaştığı ve para birimi değer kaybının, büyük miktarda kısa vadeli dolar borcuyla birlikte ilerlediği vurgulandı. Bugün ise bütçe açığının daha yönetilebilir olduğu ve kamu borcunun çoğunun da lira cinsinden olduğu vurgulandı.

Yazar, “Şu anda, reformların uzun vadeli yapısal büyümeye yol açıp açmayacağını söylemek için henüz çok erken. Ancak işaretler olumlu ve Ashmore gibi yükselen piyasa yatırımcıları için geri dönmek güzel” yorumunu yaparken “Erdoğan’ın yabancı yatırımcıları Türkiye’nin yeniden çekici bir yatırım fırsatı olduğuna ikna etmesi, iyi bir yol olacaktır. AB ile ilişkileri normalleştirmek için adımlar atmak, hukukun üstünlüğünü uygulamak ve kurumları güçlendirmek bu konuda yardımcı olacaktır. Son zamanlarda, Türkiye, Merkez Bankası’na mevduatlarını artıran ve diğer destek kaynaklarını sağlayan Körfez yatırımcıları ile bağlantısını güçlendirdi” tespitlerinde bulundu.

Paylaşın

Zam Furyası Sürüyor: YHT Bilet Fiyatlarına Yüzde 25 Zam

31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerin ardından başlayan zam furyası hız kesmeden devam ediyor. Son olarak Yüksek Hızlı Tren (YHT) bilet fiyatlarına yüzde 25 zam yapıldı.

Zamla birlikte Ankara – İstanbul bilet fiyatı 430 liradan 540 liraya, Ankara – Konya bilet fiyatı 200 liradan 250 liraya, Ankara – Eskişehir hattındaki bilet fiyatı 225 liradan 280 liraya yükseldi.

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD), Yüksek Hızlı Tren (YHT) bilet fiyatlarına yüzde 25 zam yaptı.

Zamla birlikte Ankara – İstanbul bilet fiyatı 430 liradan 540 liraya çıkarıldı. Ankara – Konya bilet fiyatı 200 liradan 250 liraya, Ankara – Eskişehir hattındaki bilet fiyatı 225 liradan 280 liraya yükseltildi.

Öte yandan, Konya – İstanbul bilet fiyatı 630 liradan 790 liraya, Konya – Eskişehir bilet fiyatı 290 liradan 390 liraya, Konya – Sivas bilet fiyatı 675 liradan 800 liraya, Konya – Karaman bilet fiyatı 110 liradan 175 liraya, Konya-İzmit hızlı tren bileti de 600 liradan 750 liraya çıkarıldı.

TCDD Taşımacılık hızlı tren fiyatlarına 2022 yılında 5 kez, 2023 yılında ise 3 kez zam yapmıştı. YHT bilet fiyatları son olarak geçtiğimiz yılın eylül ayında artış göstermişti.

Paylaşın

TESK Başkanı Palandöken’den “Yeni Yapılandırma” Çağrısı

TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, yüksek enflasyon nedeniyle esnaf ve sanatkârların zor günler geçirdiğini ve yeni bir yapılandırmaya ihtiyaç olduğunu söyledi. Palandöken, esnaf ve sanatkarın düzlüğe çıkabilmesi için uzun vadeli bir yapılandırmanın şart olduğunu dile getirdi.

Haber Merkezi / Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken, esnafın içinde bulunduğu ekonomik zorluklara ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Palandöken, açıklamasında, yüksek enflasyon nedeniyle esnaf ve sanatkârların zor günler geçirdiğini ve yeni bir yapılandırmaya ihtiyaç olduğunu hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:

“Bilindiği üzere yüksek enflasyon gerçekten piyasaların dengesini bozdu. Bir taraftan girdi maliyetleri, iş yeri kiraları ve artan fiyatlar karşısında azalan müşteri sayısı ve bununla birlikte de tabi ki insanların ihtiyaçlarının giderilmesi, ekonominin canlanması hem de devletin gelirini artırması için geçtiğimiz dönemlerdeki gibi biraz daha uzun vadeli, insanların ödeyebileceği şekilde yeni bir yapılandırma gerekli.”

Esnaf ve sanatkarın düzlüğe çıkabilmesi için uzun vadeli bir yapılandırmanın şart olduğunu dile getiren Bendevi Palandöken, “Esnafımızın düzlüğe çıkması için daha önce olduğu gibi vergi, trafik, SGK prim borçları gibi devlete olan borçlarda kapsamlı ve uzun vadeli bir yapılandırma şart. Ama tam tersine insanların hesaplarına bloke koyuluyor. Zaten borçlarını ödemek için paraya gittikleri zaman mutlak ve mutlak üzerlerindeki bu blokenin kaldırılması için tamamen borçlarının ödenmesi lazım diyor.

Halbuki tamamen bir taksitlendirme vs. olsa insanlar rahat edecek, adlıkları parayla borçlarını ödeyecekler ancak bloke olunca hiç hareketsiz kalıyor ve ekonomide de bir tıkanma oluyor. Rekabet edemiyor, girdi maliyetlerinden kiradan vs. esnaf iş yapamaz hale geliyor. Esnafın ayakta kalabilmesi için, hem istihdam açısından hem devlete vergi geliri açısından bu çok önemli. Blokeler zaman kaybedilmeden kaldırılmalı” dedi.

“Finansmana ulaşmak daha da zorlaştı”

Ülke ekonomisine büyük katkı sağlayan esnafın borcunu ödeyemediğinde sağlık hizmetlerinden faydalanamadığını hatırlatan Palandöken, açıklamasının devamında şu ifadelere yer verdi:

“Prim borcunuzu ödeyemediğiniz takdirde gidip muayene oluyorsunuz ama ilaç alamıyorsunuz. Esnafın bunun gibi mağduriyetlerinin giderilmesi kredilerle süspanse ediliyordu. Devlet gerçekten de maliyetinin altında kredi veriyordu. Tabi bu kredi imkanları da esnafa can suyu oluyordu. Onu alıyordu diğer borçlarını yatırmaya destek oluyordu, devlete olan borçlarını yatırabiliyordu.

Ancak finansmana ulaşmak daha da zorlaştı. Gelirin ve yeniden yapılandırmanın devlete de önemli katkısı olacak. Mutlak ve mutlak mali açıdan tekrar gündeme getirilip hem insanların borçtan kurtulması hem istihdamın hareketlenmesini sağlayacak önemli bir şey. Bir yapılandırma ile ve bunun ödenebilir miktarlarda olmasının sağlanması suretiyle geçtiğimiz 2023 yılındaki 156 milyarın çok daha üstünde bir gelir sağlanmış olacak. Esnafın da mağduriyeti önlenecek.”

Paylaşın

Şimşek’ten “Cari Açık” Açıklaması: Sorun Olmaktan Çıkıyor

Cari açık verilerine ilişkin değerlendirmede bulunan Mehmet Şimşek, “İstikrar, güven ve dayanıklılık artıyor, cari açık önemli bir sorun olmaktan çıkıyor. Dış borcun milli gelire oranı düşüyor ve rezerv birikimi hızlanıyor” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Cari açığın milli gelire oranının ikinci çeyrekte yüzde 2,5’in altına gerilemesini bekliyoruz. Yapısal reformlarla ekonomik dönüşümü gerçekleştirerek sürdürülebilir cari açığa ulaşacağız. Böylece ülkemizin dış finansman ihtiyacını kalıcı olarak düşüreceğiz.”

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, sosyal medya hesabından cari açık verilerine ilişkin değerlendirmede bulundu. Şimşek, paylaşımında şu ifadelere yer verdi:

“İstikrar, güven ve dayanıklılık artıyor, cari açık önemli bir sorun olmaktan çıkıyor. Dış borcun milli gelire oranı düşüyor ve rezerv birikimi hızlanıyor. Yıllık cari açık mayısta 25,2 milyar dolarla 2022 yılı Haziran ayından sonraki en düşük seviyesine geriledi.

Cari açıktaki düşüşün yanı sıra olumlu dış finansman görünümü devam ediyor. Yılın ilk beş ayında portföy girişi 19,1 milyar dolara ulaştı. Bankacılık ve reel sektörün uzun dönem dış borç çevirme oranları geçen sene ocak-mayıs dönemindeki yüzde 97 ve yüzde 73 seviyesinden bu yılın aynı döneminde sırasıyla yüzde 160 ve yüzde 123’e yükseldi.

Cari açığın milli gelire oranının ikinci çeyrekte yüzde 2,5’in altına gerilemesini bekliyoruz. Yapısal reformlarla ekonomik dönüşümü gerçekleştirerek sürdürülebilir cari açığa ulaşacağız. Böylece ülkemizin dış finansman ihtiyacını kalıcı olarak düşüreceğiz.”

Cari açık, 25,2 milyar dolara geriledi

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) verilerine göre, Mayıs ayında cari denge 1,24 milyar dolar açık verdi. Geçen ay cari açık 5,29 milyar dolar olarak kaydedilmişti. Geçen yılın Mayıs ayında ise cari açık 7,8 milyar dolar olmuştu.

Mayıs ayı itibariyle 12 aylık cari açık 25,2 milyar dolar düzeyine geriledi. Bir önceki ay 12 aylık cari açık 31,7 milyar dolar olarak kaydedilmişti. Çekirdek denge olarak bilinen altın ve enerji hariç cari işlemler hesabı ise Mayıs ayında 3,3 milyar dolar fazla verdi.

TCMB verilerine göre, ödemeler dengesi tanımlı dış ticaret açığı Mayıs’ta 4,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Hizmetler dengesi kaynaklı net girişler 4,7 milyar dolar olurken bu kalem altında seyahat kaleminden kaynaklanan net gelirler 3,9 milyar dolar olarak kaydedildi.

TCMB verilerine göre Mayıs ayında doğrudan yatırımlardan kaynaklanan net girişler 361 milyon dolar olarak kaydedildi.

Aynı dönemde portföy yatırımları 5,6 milyar doları tutarında net giriş gösterdi. Alt kalemler itibarıyla incelendiğinde, yurt dışı yerleşiklerin hisse senedi piyasasında 529 milyon ABD doları net satış ve devlet iç borçlanma senetleri piyasasında 6,1 milyar dolar net alış yaptığı görüldü.

Mayıs ayında resmi rezervlerde bu ay 17,6 milyar dolar net artış oldu. Net hata noksan tarafında ise Mayıs ayında beş aydır görülen çıkış ivmesi güçlü bir şekilde tersine döndü. Mayıs ayında net hata noksan fazlası 4,5 milyar dolar oldu. Net hata noksanda Mayıs ayından önceki beş ayda 18,9 milyar dolarlık çıkış görülmüştü.

Paylaşın

Cari Açık, Mayıs Ayında 25,2 Milyar Dolara Geriledi

2023 yılı mayıs ayında 7,8 milyar dolar açık veren cari denge, bu yılın mayıs ayında 1,24 milyar dolar açık verdi. Mayıs ayı itibariyle 12 aylık cari açık ise 25,2 milyar dolar düzeyine geriledi.

Haber Merkezi / Bir önceki ay 12 aylık cari açık 31,7 milyar dolar olarak kayıtlara geçmişti. Öte yandan resmi rezervlerde bu ay 17 milyar 593 milyon dolar net artış kaydedildi.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) Ödemeler Dengesi Gelişmeleri Mayıs 2024 verilerini açıkladı.

Buna göre; Mayıs ayında cari işlemler hesabı 1 milyar 235 milyon dolar açık kaydetti. Altın ve enerji hariç cari işlemler hesabı ise 3 milyar 263 milyon doları fazla verdi. Ödemeler dengesi tanımlı dış ticaret açığı 4 milyar 199 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Hizmetler dengesi kaynaklı net girişler 4 milyar 724 milyon dolar seviyesinde gerçekleşti. Bu kalem altında seyahat kaleminden kaynaklanan net gelirler 3 milyar 915 milyon dolar oldu. Birincil gelir dengesi ve ikincil gelir dengesi kalemleri sırasıyla 1 milyar 607 milyon dolar net çıkış ve 153 milyon dolar net çıkış kaydetti.

Doğrudan yatırımlardan kaynaklanan net girişler 361 milyon dolar olarak kaydedildi. Portföy yatırımları 5 milyar 637 milyon dolar tutarında net giriş kaydetti. Alt kalemler itibarıyla incelendiğinde, yurt dışı yerleşiklerin hisse senedi piyasasında 529 milyon dolar net satış ve devlet iç borçlanma senetleri piyasasında 6 milyar 051 milyon dolar net alış yaptığı görüldü.

Yurt dışındaki tahvil ihraçlarıyla ilgili olarak; bankalar ve diğer sektörler sırasıyla 452 milyon dolar ve 270 milyon doları net borçlanma gerçekleşti. Diğer yatırımlar altında, yurt içi bankaların yurt dışı muhabirlerindeki efektif ve mevduat varlıkları 4 milyar 254 milyon dolar net azalış kaydetti.

Yurt dışı bankaların yurt içindeki mevduatları, yabancı para cinsinden 368 milyon dolar net azalış ve Türk lirası cinsinden 1.107 milyon dolar net artış olmak üzere toplam 739 milyon dolar net artış kaydetti.

Yurt dışından sağlanan kredilerle ilgili olarak, bankalar ve diğer sektörler sırasıyla 3 milyar 420 milyon dolar ve 356 milyon dolar net kullanım, genel hükümet 26 milyon dolar net geri ödeme gerçekleştirdi. Resmi rezervlerde bu ay 17 milyar 593 milyon dolar net artış oldu.

Paylaşın

Patronlardan İktidara Tam Destek!

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “Ülkemizin yeniden şekillenmekte olan küresel değer zincirlerindeki konumunun güçlenmesi mümkün. Fakat bunun bazı koşulları olacak. Bu koşulların en başında ekonomik istikrar geliyor. Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz. Bu konudaki çalışmaların, doğru yönde atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyoruz” dedi ve ekledi:

“Para politikasının mali disiplin ile de desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde açıklanan kamuda tasarruf ve verimlilik paketini kamu harcamalarının denetlenmesi ve kısıtlanması doğrultusunda atılmış bir adım olarak görüyoruz. Bu adımın önümüzdeki dönemde kamu ihale reformu, vergide adalet ve etkinlik, kayıt dışılıkla mücadele gibi alanlardaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz.”

Orhan Turan, “Enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinde bu konuda bir mutabakat olması gerekiyor. Bu süreç reel kesim üzerinde de maliyetler oluşturacaktır. İş dünyası da Türkiye ekonomisinin bir süredir devam eden sorunlarını çözmesi ve daha dengeli, sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmesi için, oluşacak maliyetin kendi üzerine düşen kısmını üstlenmelidir. Bu noktada kuruluşundan bu yana TÜSİAD’ın ülke çıkarlarını, hep en öne koymuş olduğunu hatırlatmak isterim. Biz, enflasyonla mücadelenin yükünü üstlenmeyelim; başkaları üstlensin demeyiz” ifadelerini kullandı.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi toplantısı, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de katılımıyla gerçekleşti. Açılış konuşması yapan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, “Yerel bilgi ve tecrübeyi harekete geçirmek Türkiye’yi bölmez. Aşırı merkezi ve hiyerarşik bir yönetim anlayışı, iyi ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkışını zorlaştırır. Milletin oyuyla seçilmesi gereken pozisyonlara atama yoluyla görevlendirme yapılması, ya da seçilmiş vekillerin Meclis’te yer almaması ile milli irade korunmaz” dedi.

Orhan Turan’ın açıklamalarından bazı başlıklar şöyle: “Son yılların arka arkaya gelen zor gündemi, hepimizi yormuş, moralimizi bozmuştu. Pandemi, savaşlar, depremler, gibi felaketler arka arkaya gelmişti. Ekonomide de, çok zor bir dönem geçirmiştik. Siyasi kamplaşma ve gerilimler geçirmiş olduğumuz seçimlere damgasını vurmuştu. Yeni normallerimiz bunlar olmuştu. Oysa, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken bu durum bize hiç yakışmazdı.

Nihayet bu günleri geride bırakma ihtimali belirdi. Tabi ki temkinliyiz, tabi ki adımlarımızı atarken kılı kırk yarıyoruz, her ihtimali ölçüp biçiyoruz.

Hepimiz iş dünyasının içindeyiz. TÜSİAD üyelerinin temsil ettiği şirketlerin, ekonomik, finansal ve ticari alanlarda dünya ile yakın işbirlikleri mevcut. Bu şirketler, yaptıkları ihracat, yarattıkları katma değer, istihdam ettikleri insan kaynakları, ödedikleri vergi itibariyle, Türkiye ekonomisinde önemli bir ağırlığa sahip. Ekonomiyi doğrudan, ya da dolaylı olarak etkileyen her konu bu nedenle TÜSİAD’ın ilgi alanına giriyor.

Türkiye enflasyonla mücadele konusunda, çok tecrübeli bir ülke. Çünkü çok uzun bir enflasyonist geçmişi var. Yıllık enflasyon 1990’lar boyunca yüzde 60’ın altında inmemişti. Ama 2002 yılının başında yüzde 70’lerde olan enflasyonu yıl sonunda yüzde 30’un altına geriletebildik. Enflasyon bir yıl sonra yüzde 20’nin, bir sonraki yıl ise, yüzde 10’un altına indi. 2011 yılında yüzde 4’ün bile altına indiğini görmüştük. Fakat 2016 sonrası dönemde uyguladığımız hatalı politikalar sonucunda, enflasyon performansı kötüleşti. Bu olumsuz süreç, 2021 sonrası dönemde daha da hız kazandı. Son bir yıldır yeniden doğru para politikasına dönmüş olmamızı çok önemsiyoruz. Enflasyonu yıl sonunda yüzde 40’ın altına çekebilmeyi umuyoruz. Enflasyonu, arzu ettiğimiz noktalara düşürene kadar, kararlılıkla bu sürece devam etmeliyiz.

Dış kırılganlıklarımız ise, takip ettiğimiz bir diğer önemli konu. Cari açık yıllardır mücadele ettiğimiz bir süreç. Bu sene bu oranın yüzde 2.5’lara kadar gerileme ihtimali umut veriyor. Yine de düşük cari açık rakamlarını sürdürebilmemiz için, yapısal değişimlere ihtiyacımız var. Fakat bunun ötesinde en önemli dış kırılganlıklarımızdan biri haline gelen ve TÜSİAD olarak son yıllarda özellikle altını çizdiğimiz, zayıf Merkez Bankası döviz rezervlerinin, son dönemde yeniden güçlü seviyelere geliyor olması, çok memnuniyet verici. En önemli dış kırılganlıklarımızdan birini geride bırakıyoruz. Yılın geri kalanında da rezervlerdeki bu olumlu performansın devam edeceği inancındayız.

Son 10 yılda fakirleştik: 2001 yılında merkezi bütçe açığının GSYH’ya oranı yüzde 11.9 idi. 2005’te bu oranı yüzde 1’e indirdik. Bu, 2000’li yıllardaki ekonomik istikrar hikayemizin müthiş bir ayağını oluşturur. İzleyen yıllarda da olağanüstü koşullar haricinde yüzde 1’ler seviyesinde tutabildik. Bu sene OVP’ye göre yüzde 6.4 tahmin ediliyor. Maliye politikasında son dönemde attığımız ve atmayı planladığımız adımlarla, gerçekleşmenin, bunun çok daha altında olma ihtimali var. 2025 yılı hedefi ise yüzde 3.4. Ve tabii kişi başı milli gelir rakamları. 2013’te kişi başı milli gelir 12,582 dolardı. Sonra geriledi. Son 10 yılda fakirleştik. 2023 sonunda yeniden 13,000 dolar seviyesine geldik.

Biliyoruz ki geride bıraktığımız 10 yılı kaybetmemiş olsaydık, bugün çok farklı bir tabloyu konuşabilirdik. Düşük enflasyon, bütçe disiplini, hiç sorunsuz finanse edilebilen bir cari açık ve stabil TL, çok daha yüksek kişi başı gelir anlamına gelecekti. Ne gelir dağılımı böylesine bozulmuş olacaktı, ne emeklinin satın alma gücü bu kadar düşmüş, ne de gençler geleceklerini yurtdışında arar hale gelmiş olacaktı. Vakit kaybettik. Vakit kaybetmenin bedeli ağır oldu. Şimdi ise yeniden doğru adımlar atmaya başladık. Öte yandan, vakit kaybettiğimiz bu süreç, bize, sıkı sıkıya sarılmamız gerekenleri de tekrar hatırlattı:

Kurumlarımızın bağımsızlığını korumanın, hukukun üstünlüğüne gölge düşürmemenin, yönetişim kalitemizin gerilemesine rıza göstermemenin, özgürlüklerden, çoğulculuktan ödün vermemenin ve genel kabul görmüş, veriyle doğrulanmış politikalardan uzaklaşmamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Bütün bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak bugün çok daha iyi bir yerde olmamız mümkündü.

Normalleşme: Kaybettiğimiz vakti geri kazanabilmemiz mümkün. Bunun için öncelikle enerjimizi tüketen kısır çekişmeleri bir kenara bırakmak gerekiyor. Kamplaşmanın, kutuplaşmanın kimseye faydası olmuyor. Siyasette normalleşme adımları hepimizi umutlandırıyor. Zamanımızı ve enerjimizi neyi, hangi önceliklendirme ile nasıl yapmalıyız sorularına ayıralım. Ülkemizi ileri götürmek için tüm fikirlere açık olalım, özgürce tartışalım. Ama siyasette de, ekonomide olduğu gibi bir zamanlar sahip olduğumuz ve sonradan yitirdiğimiz standartları geri kazanmaya çalıştığımızı da unutmayalım. Bunun için, siyasetçiler arasında, toplumda, hatta iş dünyasında bile yaygın olan bazı temelsiz kabulleri artık geride bırakıp, yerine veriye ve bilime dayalı politikaları uygulayalım.

İzninizle birkaç örnek vereyim: Enflasyonla mücadele uzun vadede işsizliğe yol açmaz; büyümeyi düşürmez. Türkiye örneği yeterlidir. Yüksek enflasyondan hiçbir ülke yarar görmedi. Yüksek enflasyon ekonomiyi de siyaseti de, toplumu da yorar, bozar; yozlaştırır. İhracat artışı için TL’nin değer kaybetmesi gerekmez. Düşük verimlilikle, yüksek maliyetle yapılan üretimle rekabet gücü kazanılmaz. Dünya pazarlarında rağbet görmeyen ürünlerle ihracat artırılmaz.

Kayıt dışı ile mücadele etmek KOBİ’lerimizi zora sokmaz. Kayıt dışılık, finansmanı pahalı ve erişilemez hale getirir. Kayıt dışı çalışan bir firmanın modern teknolojilerden yararlanması, yetkin çalışanlar istihdam etmesi zordur. Kayıt dışı haksız rekabet yaratır, vergi tabanını daraltır, kayıtlı işletmeler üzerindeki vergi yükünü artırır.

Yerel bilgi ve tecrübeyi harekete geçirmek Türkiye’yi bölmez. Aşırı merkezi ve hiyerarşik bir yönetim anlayışı, iyi ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkışını zorlaştırır. Milletin oyuyla seçilmesi gereken pozisyonlara atama yoluyla görevlendirme yapılması, ya da seçilmiş vekillerin Meclis’te yer almaması ile milli irade korunmaz.

İfade özgürlüğü siyaseti kaosa sürüklemez. Farklı fikirler ayrılık değil, zenginlik getirir. Türkiye demokratik rüştünü ispat etmiş bir ülkedir. Özellikle son iki seçimin sonuçlarını düşündüğümüzde, halkın siyasi ferasetinden şüphe etmek yersizdir. Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi ‘Demokrasi asla ve asla sıfır toplamlı bir oyun değildir. Demokrasinin kazandığı yerde kaybeden olmaz. Sivil siyaseti güçlendiren her sonuç Türk siyaseti açısından eşsiz bir başarıdır.’

Bilimsel bilgi ile ahlak ve değerler arasında bir karşıtlık yoktur. Bilimsel ve teknolojik ilerleme bilginin üzerine kuruludur. Bilginin öğrenilmesi değerleri zedelemez. Bilginin öğretilememesi çağın gerisine düşürür. Listeyi daha da uzatmak mümkün. Ama önümüzdeki yılları esas belirleyecek olan yeşil ve dijital dönüşüm konusunda da doğru adım atılmasını zorlaştıran tereddütler var.

İklim değişikliği ile mücadele ve çevreye duyarlı bir ekonomik büyüme modeli Türkiye’nin rekabet gücünü azaltmaz. TÜSİAD olarak biz yeşil ve dijital dönüşümü iş dünyamız için bir risk ve maliyet kalemi olarak görmüyoruz. Tam tersine, Türkiye’nin rekabet gücünü koruyabilmesi için, bu politikaları benimsemesi gerekiyor. Çünkü birçok ülke kendi ekonomisini bu doğrultuda dönüştürüyor. Dijital dönüşüm Türkiye için bir lüks, uyulması neredeyse imkânsız bir fantezi değildir. Her teknoloji devriminde olduğu gibi, teknolojiye ayak uyduramayanlar silinir gider. Bu bireyler için de, firmalar için de, ülkeler için de geçerlidir. Türkiye’nin dijital dönüşümü kaçırma lüksü yoktur.

Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz: Geçtiğimiz aylarda yurtiçinde ve yurt dışında bir dizi temaslarımız oldu. Bu temaslarda ülkemizin ne kadar zengin bir potansiyele sahip olduğunu, bir kez daha görme fırsatı buldum. Ülkemizin yeniden şekillenmekte olan küresel değer zincirlerindeki konumunun güçlenmesi mümkün. Fakat bunun bazı koşulları olacak. Bu koşulların en başında ekonomik istikrar geliyor. Enflasyonla mücadele sürecini destekliyoruz.

Bu konudaki çalışmaların, doğru yönde atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyoruz. Para politikasının mali disiplin ile de desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde açıklanan kamuda tasarruf ve verimlilik paketini kamu harcamalarının denetlenmesi ve kısıtlanması doğrultusunda atılmış bir adım olarak görüyoruz. Bu adımın önümüzdeki dönemde kamu ihale reformu, vergide adalet ve etkinlik, kayıt dışılıkla mücadele gibi alanlardaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz.

Enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinde bu konuda bir mutabakat olması gerekiyor. Bu süreç reel kesim üzerinde de maliyetler oluşturacaktır. İş dünyası da Türkiye ekonomisinin bir süredir devam eden sorunlarını çözmesi ve daha dengeli, sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmesi için, oluşacak maliyetin kendi üzerine düşen kısmını üstlenmelidir. Bu noktada kuruluşundan bu yana TÜSİAD’ın ülke çıkarlarını, hep en öne koymuş olduğunu hatırlatmak isterim. Biz, enflasyonla mücadelenin yükünü üstlenmeyelim; başkaları üstlensin demeyiz.

Bu çerçevede, gündemdeki vergi düzenlemeleri vergi yükünün mali güce göre adil şekilde dağıtıldığı ve hukuka güvenin korunduğu etkin bir vergi sistemine ulaşma amacına hizmet etmelidir. Bunun için düzenlemelerin vergi tabanını genişletmeyi hedeflemesini, adil, öngörülebilir ve uluslararası standartlara uygun olmasını gerekli görüyoruz.

Ayrıca düzenlemelerin istişare ile, ilgili sivil toplum kuruluşlarının görüş ve değerlendirilmeleri alınarak hazırlanmasının, son derece önemli olduğuna inanıyoruz. Bu alanlarda kapsamlı adımlar atılmaksızın, sadece vergi yükünün önemli bir kısmını yüklenen ‘kayıtlı mükellef grubu’ üzerindeki vergi yükünü daha da arttıracak düzenlemelerle yetinilmesinin, bu sürecin başarısını gölgeleyeceğini düşünüyoruz. Vergi düzenlemelerinin amaçlarına ulaşması için kayıt dışı ile mücadelenin sıkılaştırılması gerektiğine inanıyoruz.

Makroekonomik istikrarın ve öngörülebilirliğin sağlanması ve enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için, diğer reform alanlarında da, adım atılması gerekiyor. Bu çerçevede; hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemesinin sağlanması, düzenleyici kurumların özerkliği, çoğulcu demokrasi, ifade özgürlüğü, eğitim reformu, toplumsal cinsiyet eşitliği, teknoloji ve yenilikçilik gibi başlıklarla güçlendirilmesini önemsiyoruz. Çünkü, kalkınma, ekonomik yapıdaki dönüşüm, bireysel ve bölgesel gelir adaletinin iyileştirilmesi, salt ekonomi politikalarının dışına taşan bir çerçeve gerektiriyor.

Eğitim, TÜSİAD’ın kuruluşundan bu yana en çok üzerinde durduğu alanlardan birisidir. Bu konu derneğimizin kuruluş tüzüğünde de yer bulmuştur. Eğitimin önemini 50 yıldan beri vurgulayan bir kuruluş olarak, müfredatta yakın zamanında yapılmış olan değişiklik hepimizin dikkatini çekti. Bu değişiklik toplumda da önemli tepkilere yol açtı. Daha önce de dile getirmiş olduğumuz gibi, Cumhuriyet değerlerine, bilimselliğe ve çağdaş eğitim normlarına uygunluk konusundaki eleştiriler giderilmeden uygulamaya alınacak bir müfredatın, çocuklarımızın geleceğine ve kalkınma hedeflerimize katkı sağlamayacağına inanıyoruz.

Toplumun tümünü ilgilendiren eğitim konusunda, müfredattan öğretmene kadar her alanda düzenlemeler yapılırken, tarafların desteğini alarak, katılımcı şekilde planlama yapılmalı. Unutmayalım ki ülkemizin rekabet gücü ve refah düzeyinin artmasının arkasında şüphesiz insan kaynaklarınızın sanayileşmeye, sürdürülebilir kalkınmaya ve büyümeye elverişli olarak yetişmeleri zorunluluğu var.

Ürün ve pazar rekabeti dediğimiz zaman özünde ülkeler arası bir eğitim rekabeti, insan kaynakları için rekabet var. İnsanınızı rakip ülkelerden daha iyi eğitmez iseniz, gençlerinize ve ailelerine umutlu bir gelecek sağlayamazsınız, dışa açık piyasa ekonomisinin nimetlerinden de faydalanamazsınız. Dünyanın ilk 10 ekonomisinden birisi olacaksak, eğitim sistemimizin kalitesi de dünyada ilk 10’a girmeli. Oysa PISA sonuçlarına göre, Türkiye’nin okuma, matematik ve fen bilimlerindeki sıralaması 36, 39 ve 34. sıralarda.

TÜSİAD Yönetim Kurulu olarak, bu dönem yoğunlaştığımız başlıklardan birisi de, kadınların yönetimdeki rolünün güçlendirilmesi. TÜSİAD olarak yönetimde kadın oranının artırılmasını ivmelendirmek amacıyla, kendi üyelerimizden başlayarak iş dünyasını harekete geçirmek üzere bir çağrıda bulunduk. Bu çağrımıza çok olumlu bir cevap aldık. Üyelerimizin artan şekilde bu çağrımıza destek olmasını ve daha fazla kadını şirketlerimizin yönetim kademelerinde görmeyi bekliyoruz. Kadının rolünü sadece aile içinde tanımlamıyoruz. Kadınlar ve erkekler hayatın her alanında eşit haklara, fırsatlara ve sorumluluklara sahip olmalı. Bunu hayata geçirebilmek için kadın haklarını her boyutu ile gündemimizde bulunduruyoruz.

Toplumsal gelişmenin düz bir çizgide hareket etmediğini, zikzaklarla ilerlediğini biliyoruz. Bir yandan son yerel seçimlerde, kadın belediye başkanları sayısında dikkati çekecek bir artış oldu. Bunu memnuniyetle karşıladık. Diğer yandan, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kadına yönelik şiddetin önlenmesine hizmet etmedi. Ayrıca 9. Yargı Paketi taslağında “Kadının soyadı” düzenlemesinin, kadınların toplumsal konumunun güçlendirilmesi hedefi ile uyumlu olmadığını düşünüyoruz.

Türk Ceza Kanunu’na eklenmesi önerilen, etki casusluğu gibi muğlak ve güveni azaltıcı özellikler taşıyan düzenlemelerin paketten çıkartılması olumlu olsa da, gündeme gelen her bir mevzuat değişikliğinin algı ve beklentiler üzerinde önemli bir etki yarattığını gözlemliyoruz. Sonradan değiştirilse ve yasalaşmasa bile, bu tür düzenlemelerin gündeme getirilmesinin güven ortamının iyileştirilmesi ve normalleşme beklentilerine hizmet etmediğini düşünüyoruz.

Konuşmamım başında da söylediğim gibi, zor bir dönemden çıktık. Konjonktürün geçmişe oranla daha elverişli olacağı bir döneme giriyoruz. Her ne kadar kapsamı, derinliği, hızı itibariyle tartışmaya açık olsa da, geçmişe oranla daha umutlu bir yerdeyiz. Türkiye’de demokratikleşme ve kalkınma mücadelesini çok uzun bir koşu olarak görüyoruz. Ama bizler bu koşunun 100 metresi için burada değiliz. Bunun bir maraton olduğunu biliyoruz. Hızımızı bazen düşüreceğiz; bazen artıracağız. Ama sonunda hedefimize varacağız.”

Paylaşın

“Kur Korumalı Mevduat” 2 Trilyon Liranın Altına Geriledi

5 temmuz ile biten haftada Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesapları 23 milyar lira düştü. Böylelikle kur korumalı mevduatlar zirveyi gördükten sonra ilk kez 2 trilyon liranın altına geriledi.

Haber Merkezi / Aynı hafta Merkez Bankası’nın (TCMB) brüt rezervleri 148,4 milyar dolar seviyesine yükseldi. Bankanın bir önceki hafta brüt rezervleri 142,9 milyar dolar düzeyindeydi.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre 5 Temmuz haftası itibariyle kur korumalı mevduatlar 23 milyar TL düştü. Böylelikle kur korumalı mevduatlar zirveyi gördükten sonra ilk kez 2 trilyon TL’nin altına geriledi.

Kur korumalı mevduatlardaki düşüş Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de gündemindeydi. Şimşek, kur korumalı mevduatlardaki düşüşün Temmuz ayında hızlanarak devam edeceğini söyledi.

Geçen yıl 143 milyar dolarla zirveyi gören Kur Korumalı Mevduat’ın bugün 60 milyar doların altına indiğini belirten Şimşek, “Vergi teşviklerini kaldırdığımız için KKM’den çıkış çok daha hızlancak ve Türkiye bu faslı da kapatmış olacaktır” dedi.

BDDK verilerine göre, söz konusu haftada tüketici kredilerinin tutarı, 1 milyar 189 milyon lira yükselişle 1 trilyon 727 milyar 574 milyon liraya yükseldi. Söz konusu tutarın 447 milyar 409 milyon lirası konut, 89 milyar 948 milyon lirası taşıt ve 1 trilyon 190 milyar 218 milyon lirası ihtiyaç kredilerinden oluştu.

Bu dönemde taksitli ticari kredilerin tutarı 3 milyar lira artarak 1 trilyon 713 milyar 2 milyon liraya çıktı.

Bankaların bireysel kredi kartı alacakları da yüzde 0,1 azalışla 1 trilyon 466 milyar 931 milyon liraya geriledi. Bireysel kredi kartı alacaklarının 513 milyar 437 milyon lirasını taksitli, 953 milyar 494 milyon lirasını taksitsiz borçlar oluşturdu.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 5 temmuz ile biten haftaya ilişkin para ve banka istatistiklerini yayınladı. Açıklanan verilere göre, toplam rezervler 5 milyar 538 milyon dolar artarak 142 milyar 910 milyon dolardan, 148 milyar 448 milyon dolara çıktı.

Brüt rezervler 84 milyar 833 milyon dolardan 89 milyar 731 milyon dolara yükselirken, net uluslararası rezervler de 4 milyar 160 milyon dolar artarak 43 milyar 557 milyon dolara çıktı.

Paylaşın

İstanbul’da “Orta Direk” Kalmadı

İPA Genel Sekreteri Oktay Kargül, İstanbul’un altı aylık periyoduna ekonomik verilerle baktıkları henüz yayınlanmayan çalışmaya dayanarak, “İstanbul’da artık ‘orta direk’ diye tanımlanan gelir grubu kalmadı. Kentte sadece alt gelir, üst ve çok üst gelir grubunun kaldığını görüyoruz. Bu makas açılarak devam edecek” dedi.

İPA araştırmaları İstanbul’da yoksulluğun özellikle 2017’den bu yana arttığını gösterirken, 2021-2023 yılları baz alınarak gerçekleştirilen “duygu durum” araştırması, İstanbullular’ın kaygı, stres ve üzüntü seviyelerinin yüksek olduğunu; mutluluk yaşam memnuniyeti ve huzur seviyelerinin ise düşük olduğunu ortaya koyuyor.

Buna göre 2023’te kentte kaygı seviyesi 7,1, stres seviyesi 7,3 ve üzüntü seviyesi 6,3 olarak ölçülürken mutluluk seviyesi 5,1, huzur seviyesi 5 ve yaşam memnuniyeti seviyesi ise 4,5 olarak saptandı. Nüfus büyüklüğüne göre dünya sıralamasında 194 ülke arasında 18’inci sırada yer alan Türkiye’de, 15 milyonu aşan nüfusuyla İstanbul ülkenin sosyoekonomisi üzerindeki baskın konumunu koruyor.

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’nun (UNFPA) verilerine göre, 131 ülkeyi nüfus olarak geride bırakan İstanbul’a dair, son yıllarda yapılan araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlar ilgi çekici.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı 2020 yılında kurulan İstanbul Planlama Ajansı (İPA) bu araştırmaları yapan kurumlardan biri. İPA Genel Sekreteri Oktay Kargül İstanbul nüfus verileri ışığında nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu VOA Türkçe’den Fatma Yörür‘e anlattı.

Her zaman yoğun iç ve dış göç alan İstanbul, 2023’te bir önceki yıla göre 252 bin kişi azalarak 15 milyon 655 bin 924 kişiye geriledi. Bu sayı, 2020’deki pandemi nedeniyle yaşanan 57 binlik düşüşün ardından Cumhuriyet tarihindeki ikinci nüfus azalışı oldu. Düşüş aynı zamanda İstanbul’da yaşam maliyetinin 2024’te, 2023’e göre yüzde 81 arttığı döneme de denk geldi.

Kargül’e göre, 2050 İstanbul vizyonunda “tavan” 20 milyon. Bu sayı kentin maksimum kapasitesi anlamına da geliyor. İş hayatı ve sosyal hayat düşünüldüğünde kısa vadeli düşüşlere sahne olsa da tersine göçün kalıcı olamayacağını ve kentin insanları çekmeye devam edeceğini belirten Kargül, “İstanbul’un bu cazibesi devam edecek” derken, doğru planlamalarla bu artışı önden tasarlamanın önemli olduğunu dile getiriyor.

15 yılda İstanbul’da 12 milyon kişinin yer değiştirdiğini söyleyen Kargül, özellikle son yıllarda bu hareketin İstanbul’dan, İstanbul’a yakın kentlere olduğunu ve bunun da bir “merkezden çepere kayma” olarak okunması gerektiğini belirtiyor.

İstanbul içinde de benzer bir tabloya dikkat çeken Kargül, merkez ilçelerden çeperdeki ilçelere bir göç olduğunu ve bu hareketi oluşturanların da eğitim seviyesi yüksek kesimler olduğunu belirtiyor ve artık eğitimli kesimin, kentin merkezinde barınamadığını vurguluyor. “Kentin merkezini kimler dolduruyor” sorusuna Kargül, yatırımcıların ve kısa süreli kiralama uygulamalarının merkezde alan tuttuğunu söyleyerek yanıt veriyor.

İPA Genel Sekreteri, İstanbul’un altı aylık periyoduna ekonomik verilerle baktıkları henüz yayınlanmayan çalışmaya dayanarak, “İstanbul’da artık ‘orta direk’ diye tanımlanan gelir grubu kalmadı. Kentte sadece alt gelir, üst ve çok üst gelir grubunun kaldığını görüyoruz. Bu makas açılarak devam edecek” dedi.

Bu koşullarda kentte büyük bir çoğunluğun nitelikli eğitim, sağlık ve spora erişemediğini belirten Kargül, İBB’nin özellikle spor alanında kent nüfusunun spora erişimini sağlayan tesis kapasitesini yüzde 30 arttırdığını ve 8,1 milyon kişiye ulaştığını kaydetti. “İstanbul’da spor tesisi olmayan semt kalmadı” diyen Kargül, bu konuda çalışmaların sürdüğünü söyledi.

“193 mahallede ilkokul ve ortaokul yok”

İPA verileri İstanbul’a dair çarpıcı bir noktayı daha ortaya koydu. “193 mahallede ilkokul yok” diyen Kargül, “İlkokul ve ortaokul olmayan mahalle oranı yüzde 20,04 ve bu mahallelerin toplam nüfusu 705 bin 241” olduğunu paylaştı. Nitelikli eğitime ulaşmanın, gelir dağılımı adaletsizliğinde ve bu koşullarda, herkes için mümkün olmadığını söyledi.

TÜİK verilerine göre, 2023’te çocuk nüfus oranı dünya ortalaması, 2023’te yüzde 29,8 iken Türkiye’deki çocuk nüfusu oranı yüzde 26,0. Gelişmiş ülkelerin çoğunda bu oran Türkiye’den de düşük.

“İstanbul’un oranı yüzde 24” diyen İPA Genel Sekreteri, bu nüfusun niteliğinin de önemli olduğunu ve o niteliği arttırmanın yolunun da, dengeli bir ekonomi ve sağlıklı ve uzun vadeli kent planları olduğunu belirtti. 2050 vizyon planına vurgu yaptı.

2023’te en yüksek çocuk nüfus oranına sahip olan ülkeler, yüzde 55,5 ile Nijer ve Orta Afrika Cumhuriyeti oldu. Türkiye’nin çocuk nüfus oranı, AB ülkelerinden daha yüksek. Türkiye’nin genç nüfus oranının da, yüzde 15,1 ile AB üyesi 27 ülkenin genç nüfus oranlarından daha yüksek olduğu görüldü.

Bu gençlerin İstanbul’a erişim olanağına da bakan İPA Gençlik Araştırması’na vurgu yapan Oktay Kargül, “İstanbul’a gelen öğrenci sayısında düşüş var. İstanbul’daki üniversitelere yerleşme oranı yüzde 92,50’e düştü” dedi. Kargül, aradaki kaybı nitelikli öğrencilerin oluşturduğuna dikkat çekti.

“Bu durum zincirleme bir sonucu sebep oluyor” diyen Kargül, “Anadolu’daki nitelikli ve iyi sıralamayla liseden üniversiteye geçmiş öğrenciler artık İstanbul’u tercih etmemeye başladı. Çünkü ilk soru ‘ben nerede kalacağım’ ve ‘ben nasıl geçineceğim’ oluyor. Doğal olarak da Anadolu’daki üniversitelerde kalmaya başladılar” ifadelerini kullandı.

Konut kiralarının son bir yılda yüzde 301 arttığı İstanbul’da öğrenciler için öncelikli sorunun barınma olduğunu belirten Kargül, “Örneğin İstanbul Üniversitesi’ne gelen, sıralamada ilk20 bin, 30 bin içindeki öğrenciler artık yaşam pahalılığından dolayı gelemiyor. O bölümlere ilk 50 bin, 60 bin arasına giren öğrenciler kaydoluyor. Sonraki yıl aynı bölümler, Türkiye sıralamasında ilk 70-80 bine giren öğrencileri alıyor ve ardından üniversitelerdeki bölümlerin niteliğini gösteren sıralamada ciddi bir kayıp yaşanıyor” dedi.

En iyi ilk 10 üniversitenin birçoğunun İstanbul’da olduğunu hatırlatan Kargül, “Bu, uzun vadede eğitimin ve beraberinde profesyonel hayattaki kaliteyi de düşürüyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 10 profesörle okuyabilecek, ilk 20 bin içindeki öğrenciler, şu an bir profesörü bile bulunmayan Anadolu’daki üniversitede öğrenimini tamamlamak durumunda kalıyor. Bu da uzun vadede profesyonel hayatta daha az nitelikte meslek insanlarının sisteme dahil olmasına neden olacak” diye konuştu.

Çeperlere doğru kayan kentte yaşamın her geçen gün zorlaştığı yapılan yan araştırmalara da yansıyor. İPA araştırmaları İstanbul’da yoksulluğun özellikle 2017’den bu yana arttığını gösterirken, 2021-2023 yılları baz alınarak gerçekleştirilen “duygu durum” araştırması, İstanbullular’ın kaygı, stres ve üzüntü seviyelerinin yüksek olduğunu; mutluluk yaşam memnuniyeti ve huzur seviyelerinin ise düşük olduğunu ortaya koyuyor.

Buna göre 2023’te kentte kaygı seviyesi 7,1, stres seviyesi 7,3 ve üzüntü seviyesi 6,3 olarak ölçülürken mutluluk seviyesi 5,1, huzur seviyesi 5 ve yaşam memnuniyeti seviyesi ise 4,5 olarak saptandı. Katılımcıların sosyoekonomik seviyelerini duygu durum ifadeleri üzerinden de inceleyen araştırma, alt sosyoekonomik seviyedeki katılımcıların stres ve üzüntü durumlarının, üst ve orta sosyoekonomik seviyeye sahip olan katılımcılara göre daha yüksek olduğunu gösteriyor.

Bu sorunlara karşı, kent nüfusunun psikolojik desteğe erişimine bakan araştırmada İPA nüfusun yüzde 7,2’sinin profesyonel bir uzmandan destek alabildiğini, yüzde 92,8’ininse destek almadığını gösterdi. “Psikolojik desteğe ihtiyacım var” diyenlerse yüzde 26,5 oldu. İPA araştırması kapsamında katılımcıların yüzde 48,9’u gelecek kaygısı, yüzde 45,5’i geçim sıkıntısı sebebiyle psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu belirtti.

Psikolojik desteğe erişebilen yüzde 7,2’lik kesimin destek alma sebepleri arasında yüzde 29,2 ile aile, eş sorunları ve ikinci sırada aynı oranda gelecek kaygısı gelirken, üçüncü̈ sırada yüzde 21,5 ile geçim sıkıntısı/ekonomik kaygılar yer aldı. Aynı araştırma İstanbul nüfusunun geleceğe dair umutsuzluk sergilediğini de aktarıyor. Ve intihar oranlarında son yıllarda artışa dikkat çekiyor.

Türkiye’de insanların yüzde 78’i günlük hayatlarına etki eden seviyede stresle mücadele ediyor, yüzde 64 ise uzun süreli mutsuzluk ve buna bağlı depresif bir ruh halinde olduğunu söylüyor.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), dünya nüfusunun 5 milyar insana ulaştığı 11 Temmuz 1987’yi, 1989 yılında Dünya Nüfus Günü olarak kabul etti. Bu günde Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA), nüfus ve kalkınma konularında farklılık ve farkındalık oluşturmaya yönelik çalışmalar yapılıyor.

Paylaşın