BDDK’dan Kredi Kartları Ve Tüketici Kredilerine Yeni Düzenleme

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) dün geçe açıkladığı yeni bir karar ile limiti 25 bin TL üzeri olan kredi kartlarının asgari ödeme tutarını değiştirdi. Tutar dönem borcunun yüzde 20’sinden 40’ına çıkarıldı. 

Eskiden dönem borcu 10 bin olan bir kişinin asgari ödeme tutarı 2 bin iken bu kararla birlikte 4 bine çıkmış oldu. Limiti 25 bin TL’nin altında olan kredi kartları ise bu kararın dışında bırakıldı.

Söz konusu kart sahipleri asgari ödeme tutarı olarak dönem borçlarının yüzde 20’sini ödemeye devam edebilecek.

BDDK’nin bir diğer düzenlemesi ise tüketici kredilerine ilişkindi.

Bugünden itibaren alınacak tüketici kredilerinde vade sınırı 50 bin TL üzerindeki krediler için 24 ay, 100 bin TL’nin üzerindeki krediler için ise 12 ay olarak belirlendi.

BDDK konut kredilerinde kredi değer oranının tutara göre farklılaştırılması, kredilerin yatırım ve ihracat gibi üretken alanlara yönlendirilmesi gibi konularda çalışmaların sürdüğünü açıkladı.

Dün akşam BDDK’nın yanı sıra Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) da birer açıklama yaptı.

Bakanlık gelire endeksli bir devlet iç borçlanma senedi ihraç edeceğini ve talep toplama işleminin 15 Haziran’da başlatılacağını duyurdu.

Senede dair ayrıntılar ise henüz belli değil.

Kararın ardından kısa bir süre 17’nin altına gerileyen dolar/TL kuru ilerleyen saatlerde tekrar 17,30 civarına yükseldi.

SPK’nın açıklamasında ise “Hazine ve Maliye Bakanlığı resmi hesabından yayınlanan basın açıklamasında yer alan adımlar kapsamında; Borsa İstanbul nezdinde ‘Emtia Pazarı’ kurulmuş olup, altın sertifikası ihracına ilişkin çalışmalara başlanmıştır” ifadeleri yer aldı.

Paylaşın

Reuters: Ek Bütçe İçin Çalışma Yapılıyor

Ekonomi yönetimi, artan maliyetler ve TBMM’nin ay sonu öngörülen tatilinden önce yazın da ihtiyaç duyulabilecek ödemeleri garanti altına almak adına TBMM’ye ek bütçe yasa tasarısı sunmayı değerlendiriyor.

Reuters’a bilgi veren iki kaynak iktidar kanadında ek bütçeye ilişkin çalışma yapıldığını, ihtiyaç duyulup duyulmayacağına dair nihai kararın ise henüz verilmediğini belirtti.

Son dönemde artan küresel enerji fiyatları, KKM’nin dönüş maliyetleri, TL’deki değer kaybı, kamu çalışan ve emeklilerine yapılacak düzenlemeler bütçe açısından artan maliyet anlamına geliyor. Burada akaryakıt, elektrik, doğalgaz başta olmak üzere sübvansiyonların bütçe maliyeti 2021’de 200 milyar TL’ye ulaştırırken bu yıl 300 milyar TL bekleniyordu.

Ancak enerji maliyetleri de enflasyon yılbaşında hedeflenen seviyelerin kat ve kat üzerinde arttı. En geç Haziran 2023’te yapılması planlanan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi bu gidişat iktidara olan desteği azaltır boyuta da ulaştı.

Üst düzey bir yetkili, “Özellikle elektrik ve doğalgaz maliyetlerinin etkisi oldu. Ardından enflasyon, devam eden enerji maliyet artışları, KKM’nin etkisiyle bu yıl bütçenin içinde kalınması mümkün gözükmüyor. Ek bütçe yapılması kaçınılmaz gözüküyor” dedi ve ekledi:

“Bu konuda birkaç toplantı yapıldı ama ek bütçenin ne kadar olacağı konusunda bir belirgin durum yok. Bunda enflasyona bağlı olarak kamu çalışanları ve emeklilere yönelik maaş artışlarının da etkisi olacak. Yatırım maliyetleri de öngörülenin çok üstüne çıkmış durumda. Şimdi kurumların ne kadar ek bütçeye ihtiyacı olduğunun tespiti için yapılan çalışmalar birleştirilecek. Bir miktarı şu anda telaffuz etmek mümkün değil. Ancak mümkün olursa bu yasama döneminde tatil öncesi çıkması en doğru seçenek.”

TBMM genel olarak Temmuz ayının ilk günlerinden Ekim ayının başına kadar tatile giriyor. Dolayısıyla ilgili çalışmanın TBMM kapanmadan hayata geçmesi gerekiyor. Aksi takdirde düzenleme ileri bir tarihe kalacak.

Konu hakkında bilgi sahibi bir diğer kaynak ise, “Bu yasama döneminde öncesinde ek bütçenin çıkarılması için bir çalışma başladı. İhtiyaçlara bakılıyor nihai karar verilmedi” dedi.

Artan enflasyon beklenen enerji yükleri KKM kamu çalışan ve emekli ek göstergesi ve artışları vb maliyetler bütçe açığının yıl sonuna doğru %5’e doğru genişleyeceğini açıkça gösteriyor.

Bir diğer taraftan ise geçen yıl sonunda da ek bütçe gündeme gelmiş ancak tercih edilmemişti. Geçen yıl ek bütçeye çalışılmış ancak yerine Cumhurbaşkanına 2021’de bütçe tahmininin üzerinde elde edilen gelir kadar tutarı ödenek olarak kullanma imkanı tercih edilmişti.

Bütçe açığı yüzde 5’e doğru gidiyor

Ayrıca enflasyondaki yükselişler için benzer ülkelerden daha iyi durumda olan bütçesine başvurma kararını Türkiye ilk olarak 2021 Ekim ayında almıştı.

Reuters’ta Kasım ayında yayımlanan bir haberde hükümetin bütçeden genişlemeci adımlara hazırlandığı bunların 2022’de de belirginleşerek devam edeceği belirtilmişti. Haberde Türkiye’nin bütçesinin de gelişmekte olan ülkelere paralel seviyelere doğru evrileceği enflasyonun halka etkisinin bu şekilde azaltılacağı belirtilmişti.

Türkiye gelişmekte olan ülkeler arasında 2016’a ya kadar en düşük bütçe açığı veren ülke idi. Türkiye hala benzer ülkelerden düşük açık verse beklentiler kalıcı %5 civarı açığa doğru gidildiğini gösteriyor.

İstanbul Analiytics’ten Güldem Atabay’ın yayınladığı bir raporda, artmaya devam eden enflasyon nedeniyle tasarruf yerine tüketim eğiliminin devam ettiği, bunun da vergi gelirlerini yukarı ittiğini belirtilerek, “Yılın ikinci yarıda harcamaların ivmeleneceği beklentisi şimdiden ek bütçe çalışmalarını tetiklemiş durumda” denildi. Raporda harcama artışlarının 2022’de bütçe açığının “%5’in üzerine taşıyacak güçte” olduğuna dikkat çekildi.

Bütçe açığının GSYH’ya oranı 2013’ten 2016 yılına kadar yaklaşık %1 seviyesinde kalmıştı. Düşük kamu borcu bu dönemde Türkiye piyasalarını destekleyen önemli bir unsur oldu. Bütçe 2020’de %3.5’e gelecek şekilde her yıl genişledi.

Bütçe açığının GSYH’ya oranı OVP’de 2022’de %3.5, 2023’te %3.2’ye, 2024’ye %2.9 öngörülüyor.

Hükümetin 2022 bütçesi 1.75 trilyon TL gider 1.47 trilyon TL gelir 278.37 milyar TL bütçe açığı öngörüyor. İlk 4 ay gerçekleşmesine göre bütçe kabul edildiğinde öngörülen giderlerin %45’i kullanıldı. Bütçede yılın son ayında neredeyse ilk 11 ay kadar gider kullanımı yapılabiliyor.

KKM dönüşleri

Hükümet geçen yıl yaşanan kur krizinin etkilerini azaltmak maliyetini Hazine ve TCMB’nin üstlendiği kur korumalı mevduat (KKM) sistemi geliştirmişti. KKM geçen hafta itibarıyla 904 milyar TL tutara ulaştı ve bankacılık sektörünün 6.6 trilyon TL’lik mevduatında önemli bir yer edindi.

Hazine ve Maliye Bakanı KKM’nin bütçeye maliyetinin 3 Haziran itibaryla 21.1 milyar TL olduğunu söyledi. Bankacıların hesaplamalarına göre 17 civarında kur ile bütçeye KKM’dewn önümüzdeki iki ayda 13-15 milyar TL civarı yük daha gelecek.

KKM’nin Hazine haricinde TCMB’ye de maliyeti ve piyasa maliyetinden çok vade sonlarının döviz talebi yaratıp yaratmayacağını izliyor.

Cumhurbaşkanlığı ve Hazine haberin yazıldığı sırada konuya ilişkin Reuters’ın sorusuna henüz yanıt vermedi.

(Kaynak: Sözcü)

Paylaşın

Merkez Bankası Rezervleri Swap Hariç Eksi 52,8 Milyar Dolar

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervleri geçen hafta gerileme kaydetti. Merkez Bankası verilerine göre, 3 Haziran haftasında brüt rezerv 102,7 milyar dolar oldu. Bir önceki hafta brüt rezervler 102,9 milyar dolar olarak kaydedilmişti.

Haber Merkezi / Net rezervlerde ise daha yüksek bir gerileme kaydedildi. Buna göre TCMB’nin net rezervleri geçen hafta 12,2 milyar dolardan 10,5 milyar dolara geriledi.

Swap hariç net rezervler ise 3 Haziran haftasında eksi 52,8 milyar dolar oldu. Bir önceki hafta swap hariç net rezervler eksi 52,4 milyar dolar olarak gerçekleşmişti.

Rezervlere etkisi açısından da dikkate alınan kur korumalı mevduatların toplam büyüklüğü 3 Haziran haftasında 931 milyar TL oldu. Bir önceki hafta bu hesaplarda 904,1 milyar TL birikmişti.

Brüt ve net döviz rezervi nedir?

Ekonomist Mahfi Eğilmez, brüt ve net döviz rezervi arasındaki farkı şu şekilde açıklıyor: Merkez Bankası, döviz rezervlerinin tamamının sahibi değil.

TCMB’nin rezervlerinin bir bölümü bankaların Merkez Bankası’nda tutmak zorunda olduğu zorunlu karşılıklardan oluşuyor. Bunları bir çeşit emanet döviz olarak görmek mümkün.

TCMB’nin son yıllarda rezerv opsiyon mekanizması aracılığıyla, TL mevduatlar karşılığında alması gereken zorunlu karşılıkları dövizle yatırma esnekliği tanımasıyla bu döviz rezervlerindeki emanet tutarda artış oldu.

Döviz rezervlerinin bir bölümünün emanet olması nedeniyle Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin toplamı brüt döviz rezervlerini gösteriyor. Merkez Bankası’nda emanet olarak duran miktarlar düşüldüğünde net döviz rezervine ulaşılıyor.

Net döviz rezervi nasıl hesaplanıyor?

Net döviz rezervi, TCMB verilerinde aktif kısımda yer alan dış varlıklardan, pasif kısımda bulunan toplam döviz yükümlülüklerini çıkardıktan sonra elde edilen rakamın o günün kuruna bölünmesiyle hesaplanıyor.

Formül şu şekilde: Net Rezerv = (Dış Varlıklar – toplam döviz yükümlülükleri) / Dolar-TL kuru

Swap hariç net rezerv ne demek?

Ekonomist Eğilmez’e göre net rezerv miktarı, swap işlemleriyle elde edilmiş (emanet) dövizleri de kapsadığı için bu rakam tam olarak net rezervi ifade etmiyor.

Bu yüzden net döviz rezervini emanet dövizleri çıkararak görebilmek için bu miktardan swap karşılığı elde edilmiş döviz tutarını düşmek gerekiyor. Swap hariç net rezerv ise şu şekilde hesaplanabiliyor:

Swap hariç net rezerv = Net rezerv – Swap işlemleri toplamı

Uluslararası rezerv nedir?

TCMB’nin (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) tanımına göre uluslararası rezervler; ülkelerin para otoriteleri tarafından kontrol edilen, kullanıma hazır, birbirlerine çevrilebilme özelliği bulunan ve uluslararası ödeme aracı olarak kabul edilen varlıklar.

Uluslararası rezerv olarak sayılan varlıklar şunlar:

  • Konvertibl (birbirlerine dönüştürülebilir) döviz varlıkları (euro, ABD doları, İngiliz sterlini vb.)
  • Uluslararası standartta altın
  • Özel Çekme Hakları
  • Uluslararası Para Fonu (IMF) Rezerv Pozisyonu

TCMB, rezervleri nasıl saklıyor?

Merkez Bankası, rezervlerin yönetiminde ülke menfaatine öncelik verdiğini aktarıyor. Bu amaçla, uluslararası rezervleri, anaparanın korunması ve gerekli likiditenin sağlanması için düşük riske sahip yatırım araçlarında değerlendiriyor.

Merkez Bankası, rezerv yönetimi sırasında karşılaşılabilecek risklerin belirlenmesi, değerlendirilmesi ve kabul edilebilir sınırlar içinde tutulabilmesi için risk yönetim stratejisi uyguluyor. Ayrıca elindeki rezervlerin seviyesini, düzenli aralıklarla internet sitesinde yayımlıyor.

Paylaşın

Avrupa Merkez Bankası’ndan Faiz Artışı Kararı

Avrupa Merkez Bankası (AMB), Euro bölgesinde faiz oranını Temmuz ayından itibaren 25 baz puan yükseltme kararı aldı. Banka, varlık alım programını 1 Temmuz’da sona erdireceğini açıkladı. Rekor düzeyde seyreden ve yükselmeye devam eden enflasyon, bankanın bu kararı almasına neden oldu.

Avrupa Merkez Bankası (AMB) enflasyon tahminlerini de güncelledi. Euro bölgesinde enflasyonun 2022 yılında yüzde 6,8, 2023’te yüzde 3,5 ve 2024 yılında yüzde 2,1 olmasının beklendiği açıklandı. AMB açıklamasında “Bu tahminler enflasyonun istenmese de bir süreliğine yüksek olmayı sürdüreceğine işaret ediyor” ifadelerini kullandı.

Kuruluş Mart ayında, tüketici fiyatlarındaki artışı 2022 yılı için yüzde 5,1, 2023 için yüzde 2,1 ve 2024 için yüzde 1,9 olarak tahmin etmişti.

Ekonomik büyüme tahminini düşürdü

Avrupa Merkez Bankası Euro bölgesinde ekonomik büyümeye dair öngörülerini de paylaştı. AMB Euro bölgesinde ekonomik büyümenin 2022 yılında yüzde 2,8 oranında bir yıl sonra ise yüzde 2,1 oranında olacağını tahmin etti.

Açıklamada Rusya’nın Ukrayna savaşının “ticareti aksattığı, materyal eksikliğine yol açtığı, enerji ve emtia fiyatlarının yükselmesine sebep olduğu” belirtildi. Bu etkenlerin “özellikle yakın vadede güven üzerinde baskı yaratmaya devam edeceği ve büyümeyi azaltmayı sürdüreceği” ifade edildi.

AMB Mart ayında yaptığı açıklamada bu yıl ekonomik büyümeyi yüzde 3,7, gelecek yıl için yüzde 2,8 ve 2024 için de yüzde 1,6 olarak tahmin etmişti.

Paylaşın

Vergilere ‘Rekor Zam’ Ufukta

Dünya gazetesi yazarı Alaattin Aktaş, mayıs ayında açıklanan yurtiçi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) sonrası ekim ayında oluşacak yeniden değerleme oranının (YDO) netleşmeye başladığını belirterek, vergi zammı ‘tsunamisi’ uyarısı yaptı.

Trafik cezası, emlak vergisi, harç gibi ödeneklere getirilen zam oranı olan ‘yeniden değerleme oranı’nın yüzde 120-125 dolayında geleceği hesaplamasını yapan Aktaş, ortada iki seçenek olduğunu belirtti.

Temmuz 2023’e kadar kira artışına getirilen yüzde 25 sınırlamasını hatırlatan Aktaş “Öyle görünüyor ki şimdi sırada yeniden değerleme oranı var. Yüzde 120 ile yüzde 125 arasında oluşacak bir yeniden değerleme oranı, 2023’te dengelerin inanılmaz şekilde bozulması sonucunu doğuracak. Bunun kabullenilmesi, ‘Ne yapalım mevzuat böyle” denilerek uygulanması pek mümkün görünmüyor” diyerek, şöyle devam etti:

“Mevcut mevzuat bu konuda Cumhurbaşkanı’na belli kalemler için sınırlı bir yetki veriyor. Cumhurbaşkanı’nın yetkisini temelde ikiye ayırmak gerek. Bir kere Cumhurbaşkanı’nın cezalar konusunda yeniden değerleme oranının farklı uygulanmasına karar verme yetkisi yok. YDO ne çıkarsa cezalar aynı oranda artacak. Vergilerde ise durum farklı. YDO’ya bağlı olarak değişen ve vatandaşı en çok ilgilendiren iki vergi var; motorlu taşıtlar vergisi ve emlak vergisi.

Cumhurbaşkanı motorlu taşıtlar vergisini YDO’nun yüzde 20’sinden az, yüzde 50’sinden fazla olmayacak şekilde belirleyebiliyor. Örneğin YDO yüzde 120 olursa bu oran yüzde 80 aşağı çekilerek yüzde 24’e kadar indirilebiliyor ya da yüzde 50 artırılarak yüzde 180’e kadar çıkarılabiliyor.

Araç sahipleri yandı ki ne yandı

Şimdi öyle bir gidişat var ki, YDO eğer yüzde 120 olursa Cumhurbaşkanı yetkisini tümüyle kullansa bile MTV artışı yüzde 24’e ancak inecek. Enflasyon bu düzeylerdeyken, MTV artışının böylesine düşük oranda uygulanması da beklenmez.

Eğer bu yılın yüzde 36.2’lik YDO’su ile yüzde 25’lik MTV artışı arasındaki dengenin gözetileceği varsayılırsa MTV’deki 2023 artışı yüzde 80 dolayında olacak demektir. Araç sahipleri yandı ki ne yandı!”

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Türkiye’de Kriz Büyürken 89 Bin Kişi Milyoner Oldu

Türkiye’de geçen Aralık ayı itibariyle kurlardaki ve enflasyondaki hızlı yükseliş orta ve alt gelir grubundaki vatandaşların gelirlerinin erimesine yol açarken, bu dönemin kazananı milyonerler oldu. Ekonomik sorunların arttığı son beş ayda Türkiye 89 bine yakın yeni milyoner kazanırken, milyonerlerin toplam serveti 3,9 trilyon liraya ulaştı.

Türkiye’de resmi verilere göre Kasım 2021’de yüzde 21,3 olan yıllık enflasyon, Aralık’ta yüzde 36, Mart’ta yüzde 61 ve son olarak Mayıs ayında yüzde 73,5 ile geride kalan 24 yılın zirvesine tırmandı. Dolar kuru ise Aralık ayında gördüğü 17,82’lik rekor seviyesine yakın seyrediyor.

Kur artışları son dönemde gıda, elektrik, doğal gaz ve akaryakıt başta olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinde zam yağmuruna neden olurken, bütçedeki sıkıntı da ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) artışlarıyla giderilmeye çalışıldı. Enflasyondaki tırmanış karşısında gelirleri azalan vatandaşa bir yük de vergi artışlarından geldi.

Kurlardaki ve enflasyondaki yükselişi durdurmak için para politikasının etkin araçlarından biri olan faiz artırımından ise kaçınıldı. Geçen yılın son dört ayında toplam 500 baz puanlık faiz indirimi yapılırken, bu yılın ilk beş ayında politika faizi yüzde 14’te sabit tutuldu.

Veriler Bakan Nebati’yi teyit ediyor

AK Parti’nin hafta sonu gerçekleşen kampında konuşan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, kurlardaki ve enflasyondaki artışa rağmen neden faiz artırımına gitmediklerine ilişkin, “Bu sistemde dar gelirliler hariç firmalar, ihracatçılar kâr ediyor” demişti.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verileri, bu sistemden dar gelirliler hariç kazananlar olduğuna işaret ederek Nebati’nin sözlerini teyit ediyor. Veriler, düşük faiz yüksek kur politikasına dayanan ve “Yeni Ekonomi Modeli” olarak adlandırılan sistemde banka hesaplarında 1 milyon lira ve üzerinde mevduatı olan kişi sayısının ve bu kişilerin toplam mevduatının arttığını gösteriyor.

Milyoner sayısı 600 bini geçti

BDDK’ye göre hesabında 1 milyon TL ve üzeri mevduat olan mudi sayısı Kasım 2021’den Nisan ayına dek geçen beş aylık süreçte 511 bin 405 kişiden 600 bin 118’e çıktı. Buna göre yüksek enflasyon döneminde 88 bin 713 kişi daha milyoner oldu. Milyoner sayısı beş ayda yüzde 17 arttı.

Hesabında 1 milyon TL ve üzeri mevduat olanların serveti ise Kasım 2021’deki 3 trilyon 246 milyar 796 milyon TL’den 3 trilyon 896 milyar 209 milyon TL’ye çıktı. Buna göre beş ayda milyonerlerin serveti 649 milyar 413 milyon TL arttı. Öyle ki servet artışı yüzde 20 oldu.

Milyonerlerin ortalama mevduatı ise aynı dönemde 6 milyon 349 bin liradan 6 milyon 492 bin liraya çıktı. Milyonerlerin 545 bin 477’sini yurt içi yerleşikler, 54 bin 641 bini yurt dışı yerleşikler oluşturdu. Yurt içinde yerleşik milyonerlerin mevduatlarının 1 trilyon 533 milyar lirası yerel para cinsi, 1 trilyon 993 milyar lirası döviz tevdiat hesabı, 125 milyar 781 milyon lirası da kıymetli maden depo hesaplarından oluştu.

Kasım ayına göre, hesabında 1 milyon liranın üzerinde mevduat olan yurt içi yerleşiklerin TL cinsinden hesapları 572 milyar 426 milyon lira, döviz hesapları 28 milyar 572 milyon lira, kıymetli maden depo hesapları 18 milyar 171 milyon lira arttı.

Milli gelirdeki payları arttı

DW Türkçe’den Pelin Ünker’e konuşan ekonomist Doç. Dr. Evren Bolgün, Kasım 2021 ile Nisan ayı arasındaki birikimli enflasyonun yüzde 45 olduğunu belirterek milyoner mevduatlarındaki yüzde 20’lik artışın enflasyon artışının gerisinde kaldığını söylüyor. Burada önemli olan hususun ise milli gelirden alınan payda göründüğüne işaret eden Bolgün, “Gayri safi yurt içi hasıla içerisinde emek ve ücret kesiminin aldığı pay 2016 yılından itibaren yaklaşık yüzde 5 kadar düştü. Buna mukabil sermaye ve brüt işletme gelirlerinin payı yüzde 7 kadar arttı” diyor.

Yabancı para mevduat ve kur korumalı mevduat toplamının toplam mevduat içerisindeki payının yüzde 72’lere ulaştığını belirten Bolgün, “Dolarizasyon tüm hızıyla devam ediyor. Gayri safi yurt içi hasılanın da yaklaşık 9 yılda, 900 milyar doların üzerinden 800 milyar doların altına doğru geldiğini görmekteyiz. Yani aslında paylaşılan pasta ciddi anlamda küçülmüş durumda. Paylaşım kavgası da seçime kadar olağan hızıyla devam edecek gibi gözüküyor” ifadelerini kullanıyor.

Milyonerlerin sayısının arttığı dönemde asgari ücretli başta olmak üzere alt gelir grupları aylık kazançlarının önemli bir kısmını enflasyon karşısında kaybetti.

Asgari ücretlinin kaybı bir maaştan fazla

Bu yıl için net asgari ücret yüzde 50’ye yakın zamla 4 bin 253 lira 40 kuruş olarak belirlenmişti. Ancak yapılan zam aylar içerisinde eridi.

Asgari ücretlinin enflasyondan zarar görmemesi için maaşların Ocak ayında 4 bin 725 lira 50 kuruş, Şubat’ta 4 bin 952 lira 80 kuruş, Mart’ta 5 bin 223 lira 20 kuruş, Nisan’da 5 bin 601 lira 90 kuruş ve Mayıs ayında 5 bin 768 lira 80 kuruş olması gerekiyordu. Buna göre asgari ücretlinin beş aylık toplam enflasyon kaybı 5 bin 5 lira 20 kuruş ediyor. Bu da bir asgari ücretten daha fazlasına denk geliyor.

Çalışma ekonomisi uzmanı Prof. Dr. Aziz Çelik, “Sayın Nureddin Nebati aslında bir gerçeği itiraf etti. Bu gerçek, uygulanan ekonomik politikaların dar gelirlileri, emeklileri, işçileri, memurları ezdiği gerçeğidir” diyor.

Ocak ayından bu yana asgari ücretliler ve emeklilerin enflasyonun altında ciddi bir biçimde ezildiğini söyleyen Çelik, asgari ücretin alım gücünün sadece Mayıs ayında 1500 lira civarında gerilediğine işaret ediyor.

Ocak ayında emekli ve memura yapılan zammın, yılın ilk beş ayındaki yüzde 35 civarındaki enflasyon nedeniyle ciddi biçimde eridiğini vurgulayan Çelik, resmi enflasyonun gerçek enflasyonu yansıtmadığının da altını çiziyor.

“Yüzde 99 dışarıda tutuldu”

İşçi, memur ve emeklilerin en çok gıda enflasyonundan etkilendiğini ifade eden Çelik, bu enflasyonunun resmi verilere göre yüzde 90, DİSK Araştırma Merkezi’ne göre ise yüzde 118-135 arasında olduğuna dikkat çekiyor.

Ekonomik politikalardan hariç tutulan dar gelir grubunun Türkiye’nin yüzde 99’unu oluşturduğunu dile getiren Çelik, “Bu ülkede 21 milyon ücretli ve maaşlı çalışan var. 14 milyon emekli var, 2,5 milyondan fazla tarım çalışanı var, 5 milyondan fazla küçük esnaf var ve bunların aileleri var. Bunları topladığınız zaman bunlar ülkenin yüzde 99’unu oluşturuyor. Maliye Bakanı Sayın Nebati de izledikleri ekonomik politikaların bu yüzde 99’u dışarıda tuttuğunu açıklamış oldu” ifadelerini kullanıyor.

Paylaşın

“Öğün Atlamak Zorunda Kalanların Oranı Yüzde 13’e Ulaştı”

Ekonomideki kötü gidişat bir rapora daha yansıdı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), İstanbul Planlama Ajansı’nın (İPA) hazırladığı, “Gıda fiyatları krizi” raporu Türkiye’de yaşanan krizinin bir kez daha ortaya çıkardı.

Rapora göre, ürünlerin kalitesinden ziyade fiyatı öncelik haline geldi. Ev emekçisi kadınların tane ve gramla alışveriş yaptığı ve çürük ürünlere yöneldiği kaydedilen raporda, “Öğün atlamak zorunda kalanların oranı yüzde 13’e ulaştı” verisi de yer aldı.

Cumhuriyet’ten Göhan Kam’ın haberine göre İPA’nın raporunda dikkat çeken başlıklar şöyle:

“Türkiye’de yaşanan gıda krizi son 30 yılın tarihi zirvesine ulaştı. İstanbul’da derin yoksulluk her geçen gün arttı. Katılımcıların yüzde 65,9’u değişen ekonomik koşullar nedeniyle gıda alışverişlerinde miktarı azalttı. Yüzde 56,8’i alışveriş yaparken ürünlerin fiyatına dikkat ederken, İstanbullu yurttaşların sadece yüzde 14,8’i gıda alışverişinde ilk olarak ürünün kalitesine bakıyor.

‘Ev emekçisi kadınlar çürük ürünlere yöneldi’

Ev emekçisi kadınların yüzde 62’si temel gıda ürünleri dışında gıda alışverişi yapmayı kesti. Ayrıca, kadınların yüzde 42’si taneyle ve gramla alışveriş yapmaya başladı. Özellikle son 6 ayda her iki ev emekçisi kadından biri akşam pazarında “çıkma” diye nitelenen ve çürümeye yüz tutmuş ürünlere yöneldi.

Temel gıdaya erişim krizinin en görünür olduğu alan kahvaltılık ürünler. Son bir yılda ekonomik nedenlerle yeterli gıdaya erişemeyeceğine dair kaygı taşıyanların oranı yüzde 23, öğün atlamak zorunda kalanların oranı yüzde 13’e ulaştı.”

Paylaşın

2021’de Bir Milyon 197 Bin Abonenin Doğal Gazı Kesildi

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) resmi verileri de Türkiye’deki ekonomik krizi ortaya koydu. EPDK verilerine göre 2020 yılında bir milyon 279 bin 990 aboneye doğal gaz kesintisi yapıldı.

Kesintilerin yaklaşık yüzde 65,7’si fatura bedeli zamanında ödenmemesinden kaynaklanırken, faturasını ödeyemediği için doğal gazı kesilen abone sayısı 840 bin 954 oldu.

EPDK verilerine göre 2020 yılındaki kriz geçen yıl da devam etti. 2021 bir milyon 620 bin 64 aboneye doğal gaz kesintisi yapıldı. Bu kesintilerin de yaklaşık yüzde 73,9’u fatura bedelinin zamanında ödenmemesinden kaynaklanırken, söz konusu yılda doğal gazı kesilen abone sayısı ise bir milyon 197 bin 228 oldu.

Her 15 aboneden birinin faturası kesildi

Sözcü’den Başak Kaya’nın haberine göre 2021’de faturasını ödeyemediği için doğal gazı kesilen abone sayısı 2020’e göre 356 bin 274 abone arttı. Toplam abone sayısının 17 milyon 885 bin 750 olduğu dikkate alındığında faturasını ödeyemediği için her 15 aboneden birinin doğal gazı kesildi. 2021 yılında faturasını ödeyemediği için doğal gazı kesilen abone sayısı yüzde 43,2 oranında arttı.

‘Isınma gibi temel bir ihtiyaç artık lükse döndü’

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın, söz konusu rakamlara ilişkin şu değerlendirmede bulundu;

“Bu durum, gizlenmek istense de Türkiye’deki enerji yoksulluğunu gözler önüne seriyor. İktidar 2020 yılında Karadeniz doğal gazı ile ilgili müjde vererek faturaların düşeceği vaadinde bulundu. Bu müjdeden bir yıl sonra 2021 yılında ise faturasını ödeyemediği için doğal gaz kesintisi yapılan abone sayısı rekor oranda arttı. İktidar gizlemek istese de her apartmanda, her sokakta bir komşumuzun doğal gazı kesildi. Isınma gibi temel bir ihtiyaç artık lükse döndü.”

Paylaşın

S&P: Türkiye’nin İlave Sermaye Kontrolü Getirme Riski Artıyor

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s (S&P), Türkiye’nin ilave sermaye kontrolleri getirme riskinin arttığını açıkladı. Kuruluş, Türk Lirası ve piyasalar üzerindeki baskının yoğunlaşmasının bu riski artırdığını kaydetti.

S&P, Türk Lirası ve finansal piyasalar üzerindeki baskının artmaya devam etmesi halinde Türkiye’nin ek sermaye kontrolleri getirme riskinin artacağı uyarısında bulundu.

Türk lirasının bu yıl ortalama yüzde 22 değer kaybetmesi, ülkenin geçen yılın sonunda yaşanan döviz krizinin tekrarlanabileceği endişelerine yol açıyor.

S&P’nin önde gelen analistlerinden Maxim Rybnikov, çevrimiçi bir sunumda yaptığı konuşmada, S&P’nin nisan ayında Türkiye’nin yerel para cinsinden notunu düşürme kararının, ek sermaye kontrolleri endişelerinin bir göstergesi olduğunu söyledi.

Rybnikov, “Bu hala temel bir durum değil ancak riskin (sermaye kontrolü) arttığını düşünüyorum” dedi.

Reuters’ın aktardığına göre S&P’nin bir başka analisti de liranın değer kaybının sürmesinin, Türkiye’nin bankacılık sektöründe varlık kalitesi sorunlarının eninde sonunda “ortaya çıkacağı” anlamına geldiğini, turizmdeki toparlanma hızının ise birkaç olumlu sürprizden biri olduğunu belirtti.

Sermaye kontrolleri, belirli bir bölgeden, örneğin bir ülkeden sermaye girişini ve çıkışını kontrol etmeye yönelik yasal veya düzenleyici önlemler olarak biliniyor. Böylelikle yurtiçi ekonomiye giren ve çıkan yabancı sermaye akışını sınırlamış oluyor.

Bu önlemler genellikle, bir para biriminin döviz kurunu kontrol etmek adına veya sermaye kaçışını önlemek için alınıyor.

Paylaşın

‘Türk Lirası’nın Değer Kaybı Neden Hızlandı?

Aralık ayında dolar/TL kurunun 18’e ulaşması sonrasında devreye sokulan Kur Korumalı Mevduat sistemi ile kısmen sakinleşen ve 12 TL seviyelerine kadar düşen kur, tekrar 17’yi aştı. Peki kur neden şimdi yükseliyor? TL’nin değer kaybını hızlandıran şey ne oldu?

Prof. Selva Demiralp BBC Türkçe için yorumladı. Demiralp’in yazısı şu şekilde;

KKM’ye dair endişelerimi daha ilk yürürlüğe girdiği sırada da paylaşmıştım. O yazıda kötü senaryoyu şu şekilde tanımlamıştım:

“Kötü senaryoda KKM döviz talebindeki artışı durduramaz. Bu durumda kur artışı Hazineyi ve TCMB’yi ciddi bir genişleme zorunda bırakır. Şayet vergilerde bir artış olmazsa (ki seçim öncesi bu olasılık yok denecek kadar az) bütçe açığı artar. Bu durum, sonu hiperenflasyona kadar giden bir süreçle sonuçlanabilir.”

Bugün geldiğimiz nokta kötü senaryoyla oldukça uyumlu.

KKM’nin Hazine’ye yüklediği ek yük 157 milyar TL olarak hesaplanıyor.

Enflasyon resmi rakamlarla yüzde 74 seviyesine ulaştı, ileriye yönelik beklentiler daha da artacağını gösteriyor.

KKM’nin kuru tutmakta giderek zorlandığını görüyoruz.

Peki kurdaki değer kaybı hafta başından beri neden ivmelendi?

Bu soruya cevap ararken, KKM’nin sürdürülebilirliğine dair endişeler, artan cari açık, giderek sıkışan global piyasalar gibi hep konuştuğumuz kırılganlıklara ek olarak hafta başında gelen iki önemli siyasi demecin altını çizmek isterim.

Zira her iki demeç de politika duruşunda geri adım atılmayacağına, mevcut enflasyonist baskıların artarak devam edeceğine, bu durumun da kuru zorlayacağına işaret ediyor.

1: Faiz indirimlerinin devamı geleceği sinyali

Cem Çakmaklı ve Gökhan Şahin Güneş’le beraber yaptığımız araştırma sadece faiz indirimi değil, faiz indiriminin geleceğine dair sinyallerin bile kurda bir zayıflama yarattığını, tahvil faizlerini yükselttiğini gösteriyor.

Çünkü piyasalar faiz indirimi sonrası enflasyonun ve genel risk priminin artmasını bekledikleri için bu olumsuz tablonun TL’yi zayıflatmasını bekliyorlar.

Bu yüzden hükümet kanadından gelen “faizler düşmeli” demeçlerini takiben dolar/TL kuru yükseliyor.

2017 öncesinde faizlerin inmesi gerektiğine dair siyasi demeçleri takiben TL ortalama yüzde 20 değer kaybederken bu rakam ilerleyen yıllarda yüzde 30’a çıkıyor.

Yani siyasi baskıların birikimli etkisi Merkez Bankası kredibilitesinde daha ağır bir erozyon yaratarak olumsuz fiyatlamayı da artırıyor.

6 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Faizi düşürmeye devam edeceğiz” demecini bu açıdan değerlendirdiğimizde piyasaların geçmişte verdiği tepki ile tutarlı hareket ettiğini gözlemliyoruz.

2: ‘Enflasyonla beraber büyüme’ tercihi

Geçen günlerde Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, “enflasyonla birlikte büyümenin” siyasi bir tercih olduğunu söylerken “Yoksa enflasyonu düşürmek için çok sert tedbirler alabilirdik. Yüksek faiz artışı yapardık” ifadesini kullandı.

Nebati’nin bu sözlerinin olumlu ve olumsuz iki boyutu var.

Olumlu tarafından bakacak olursak bakanın sözleri hükümetin duruşunda oldukça “ortodoks” bir dönüşe işaret ediyor.

Enflasyonu düşürmek için yapılması gerekenin faizleri yükseltmek olduğunu, ancak faiz artışı ekonomiyi yavaşlatacağı için hükümetin bunu tercih etmediğini söylüyor.

2021’in son çeyreğinden itibaren 5 puanlık faiz indirimine gidilirken hükümet kanadı ve Merkez Bankası bu şekilde enflasyonun da düşeceğini iddia eden “heteredoks” bir anlayışı savunmuştu.

Dünya genelinde uygulaması olmayan ve iktisat disiplinine ters düşen bu görüş maalesef enflasyonu düşürmedi.

Ortodoks politikaların öngördüğü şekilde enflasyonda çok ciddi bir artış ile sonuçlandı.

Kısa vadeli ‘kılıf’ geri tepebilir

Geçen günlerde Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu olarak düzenlediğimiz etkinlikte politika faizi ve enflasyon arasında pozitif bir ilişki olduğunu iddia eden Neo Fisher yaklaşımının fikir önderlerinden Profesör John Cochrane’i ağırladık.

Prof. Cochrane de söz konusu yaklaşımın orijinal Fisher eşitliğinde olduğu gibi uzun vadeli bir ilişkiye işaret ettiğini ve kısa vadeli politika hamlelerini motive etmek için bir “kılıf” olarak kullanılmasının geri tepebileceğini, teori ile uyuşmadığını not etti.

Bakan Nebati’nin sözlerini bu açıdan değerlendirdiğimde, hükümetin Türkiye’de zaten yanlış yorumlanmakta olan Neo Fisher yaklaşımından vaz geçtiği sinyalini verdiği için olumlu bir gelişme olarak görüyorum.

Ortodoks politika anlayışında buluşmak şüphesiz ki bir ilerleme.

Ancak yine ortodoks iktisat politikası “enflasyon ile beraber” büyümenin son derece riskli olduğuna işaret ediyor.

Türkiye’deki enflasyonun iki nedeni

Ülkemizde tecrübe ettiğimiz enflasyon iki temel sebepten kaynaklanıyor:

Arz yönlü baskılar esasen faizin düşük kalması sonucu TL’nin zayıflaması ile ithal ettiğimiz ara malı fiyatlarındaki artışı yansıtıyor.

Talep yönlü baskılar ise düşük faizin borçlanma ve harcamaları teşvik etmesinin bir sonucu.

Yani her iki sebebin kökünde de düşük faiz tercihi yatıyor.

Enflasyon bir ekonominin “yavaşla” sinyalidir, kendi kendini soğutma çabasıdır.

Ortodoks anlayışta merkez bankaları enflasyonist baskılar arttığında faizleri yukarı çekerek ekonominin bu çabasına destek verirler.

Çünkü ancak o zaman enflasyonu kalıcı hale getirmesi engellenir.

Aksi takdirde talep yavaşlasa da enflasyon kendi kendine düşmeyecektir.

Yangına körükle gitmek

Eğer “enflasyonla beraber büyüme” tercihi yapılırsa bu durum kısa vadede ekonominin kendi kendini soğutma çabalarını baskılamaya çalışır.

Yükselen enflasyon talebi geri çekerken düşük faiz ortamı talebi tekrar canlandırmayı dener.

Yani ortodoks anlayış enflasyon yaşanan ülkeyi soğutmak gerektiğini söylerken “enflasyonla beraber büyüme” çabası yangına körükle gitmek anlamına gelir.

Toparlayacak olursak, yüksek enflasyon ortamında hükümet kanadının faiz indirimleri ile büyümeyi desteklemeye devam edeceği sinyalleri hiperenflasyon endişelerini artırarak piyasalardaki tedirginliği artırıyor.

Sürdürülemez ve sonu belirsiz bir yolda devam edildiği inancının altını çiziyor.

Yoksullaşan halk tüketemez

Son söz olarak bir noktanın tekrar altını çizelim:

Şüphesiz hiçbir ülke ekonomisini gereksiz yere daraltmak, istihdamı azaltmak istemez.

Ancak enflasyon nüfusun yüzde 100’üne yoksullaşma olarak yansırken “enflasyona rağmen büyüme” çabası işsizlik oranında birkaç puanlık bir azalışın ötesinde fayda sağlamaz.

O fayda da giderek azalır, çünkü enflasyonla büyüme sürdürülemez.

Yoksullaşan halk tüketemez, enflasyon ortamı yatırımcıyı ürkütür.

İşte bu nedenlerle ortodoks iktisadi görüş “enflasyonla büyüme” kavramının üzerini çizer.

Önceliği enflasyonu düşürmeye verir.

Çünkü enflasyon düştükten sonra gelecek büyüme sağlıklı ve sürdürülebilir olur.

Kısa vadede bir bedeli olsa da bu tercih sonucunda uzun vadede herkes kazançlı çıkar.

Paylaşın