Hazine’den BOTAŞ’a Aktarılan Para 147 Milyar TL’yi Aştı

BOTAŞ’a (Boru Hatları İle Petrol Taşıma Anonim Şirketi), Hazine’ye son 2 yılda 147 milyar 120 milyon TL borçlandı. Ayrıca, BOTAŞ’a “görevlendirme gideri” adı altında da 24 milyar TL aktarıldı.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, hanelerde her bir doğal gaz faturasının 80 TL’sini hükümetin ödediğini iddia etti. Bu açıklamaya çok sayıda tepki gelirken; uzmanlar yalnızca halkın faturasının 80 TL’lik kısmını değil, patronların yüklü miktarlı faturalarının da ödendiğini bildirdi. Üstelik doğal gazdan sorumlu kuruluşlardan Boru Hatları İle Petrol Taşıma A.Ş.’de (BOTAŞ) de ekonomik durum her ay kötüye gidiyor.

BOTAŞ, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 20 Ağustos 2020’de duyurduğu “Karadeniz’de doğal gaz” haberinden sonra Hazine’ye on milyarlarca TL borçlandı.

2021’i 50 milyar TL borçla kapattı

BirGün’den Hüseyin Şimşek’in haberine göre; BOTAŞ’a Hazine’den ilk borç Erdoğan’ın, “Karadeniz’de doğal gaz müjdesi”nden 10 ay sonra 2021 yılının Haziran ayında verildi. Bu tarihte bir milyar 60 milyon TL borç verilen BOTAŞ’a ağustos ayında da aynı miktar aktarıldı. BOTAŞ’ın kasasına eylülde 2 milyar 60 milyon TL, ekimde 3 milyar TL, kasımda 3 milyar 80 milyon TL ve aralık ayında 40 milyar TL daha girdi. Yıla borçsuz başlayan BOTAŞ, 2021’i 50 milyar 260 milyon TL borçla kapattı.

Borç, 147 milyar TL’yi aştı

Hazine’nin verilerine göre bu yılın 8 ayı da BOTAŞ için borçla geçti. Sene boyunca 10 KİT, kamuya borçlandı. En çok borçlanan kamu kuruluşu BOTAŞ oldu. KİT’lere bu yıl boyunca verilen 137 milyar 867 milyon 549 bin TL borcun 96 milyar 860 milyon TL’si BOTAŞ’a aktarıldı.

Kendisinden sonraki en borçlu kamu kuruluşundan 7 kat daha fazla borçlanan BOTAŞ’a şubatta 14 milyar 660 milyon TL, martta 37 milyar 800 milyon TL, nisanda 5 milyar 700 milyon TL, mayısta 8 milyar 200 milyon TL, temmuzda 4 milyar 500 bin TL ve ağustosta 26 milyar TL borç verildi.

BOTAŞ’ın son 2 yılda Hazine’den aldığı toplam borç, 147 milyar 120 milyon TL olarak kayıtlara geçti.

‘Görevlendirme gideri’ ile de 24 milyar TL aktarıldı

BOTAŞ’a Hazine kaynakları yalnızca borç adı altında aktarılmadı. Kuruluş, ayrıca “görevlendirme gideri” adı altında da Hazine’den çeşitli ödemeler aldı. BOTAŞ’a, 2021 yılının Aralık ayında 19 milyar TL kaynak aktarıldı. Bu yıl ise “görevlendirme gideri” adı altında şubatta 3,3 milyar TL ve martta 1,7 milyar TL olmak üzere toplam 5 milyar TL aktarıldı. Böylece BOTAŞ, görevlendirme gideri adı altında Hazine’den 2 yılda 24 milyar TL daha aldı.

Paylaşın

‘Nas’ Gitti, ‘Kur korumalı Mevduat Farkı’ Geldi

Dünya genelinde Merkez Bankaları yaşanan ekonomik krizi hafifletmek için faiz yükseltirken, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) politika faizini yüzde 13’ten yüzde 12’ye çekmesinin tartışmaları devam ediyor. 

Çok değil bir yıl öncesine kadar birçok Batı ülkesinde faizler – 0,25 ile – 0,75 arasında seyrediyordu.

Pandemi ve 24 Şubat’ta başlayan Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle enerji ve gıda fiyatlarındaki artışla beraber enflasyon oranlarının artması üzerine birçok ülkenin merkez bankası arka arkaya faiz artırmaya başladı.

Bunların başında ise Amerika Birleşik Devletleri geldi. FED 5 defa faiz artırdı. Artık ABD’de politika faizinin oranı 3,25.

Benzer faiz artışları sürerken Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ise ısrarlı bir şekilde faiz indirimi yapıyor.

“Nas ortada olduğuna göre, sana bana ne oluyor” demişti

İlk başlarda faizi düşürmenin nedeni Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ortaya koyduğu tavırdı.

Erdoğan 19 Aralık 2021’de Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen “İlim Yayma Akademi Ödülleri Töreni”nde yaptığı açıklamada, “Neymiş efendim, faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu” dedi.

İki gün sonra bu sefer de partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda, faiz oranlarına dair tartışmalara yorum yapan Erdoğan, “Faizle mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim ve enflasyonla mücadelemi de sürdüreceğim. Şunu bir defa bilmemiz lâzım: Bu konuda nas ortada. Nas ortada olduğuna göre, sana bana ne oluyor?” ifadelerini kullandı.

Önce “nas” talimatı şimdi de KKM farkı

Erdoğan’ın açıklamaları “talimat” olarak algılandı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da politika faizini düşürmeye başladı.

Faiz düşürüldükçe döviz yükseldi. “Düşecek” denilen enflasyon ise artış trendine girdi.

Ağustos 2021’de yüzde 19 olan politika faizi önce 18’e ardından da Aralık 2021’de 14’e düşürüldü.

Ocak 2022’ye gelindiğinde faiz oranı 14’e çekilirken enflasyon oranı ise yüzde 48,69’a çıktı.

Ocak ile temmuza kadar 14’te tutulan politika faizi ağustosta 13, eylülde ise 12’ye çekildi.

Daha önce faiz indirilirken “nas”ı dikkate alanların artık yeni bir gerekçesi var gibi.

Zira 21 Aralık 2021’de dövize yapılan müdahaleden sonra bilindiği gibi vatandaş “kur korumalı TL vadeli mevduat” hesaplarına yönlendirilmişti.

Vatandaşı dövizdeki artış karşısında zarara uğramaması için ise aradaki farkın hazine tarafından karşılanacağı belirtilmişti.

Bunun üzerine birçok mevduat sahibi, birikimlerini açılan KKM hesaplarına yatırmaya başladılar.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin verdiği bilgiye göre ise bugüne kadar KKM hesaplarında biriken para miktarı 1 trilyon 307 milyar 6 milyon lirayı buldu.

Aralıktan bu yana ise faiz + kur farkı nedeniyle hazineden milyarlar ödendiği ifade ediliyor.

Tüm müdahalelere rağmen dövizdeki yükseliş durmayınca hazineden daha fazla para çıkmaması için artık faiz indirimine gidilerek ödenecek farkın düşürülmesi amaçlandığı ifade ediliyor.

Ekonomistler bu konuda Independent Türkçe’den Adem Demir’e değerlendirmelerde bulundu.

“Kurdaki artış nedeniyle kayıpları olmuyor” 

Ekonomist Doç. Dr. Oğuz Demir’e göre faiz indiriminin rasyonel bir açıklaması yok artık. Ayrıca bunun nedenini de ekonomistler de artık bilmiyor olabilir.

Faiz düştükçe KKM hesaplarında birikimi olanların hak kaybına uğramadıklarını hatırlatan Demir, “Çünkü, eğer kurda bir değişiklik olmazsa politika faizinin 3 puan üstün kadar faiz ödeniyor” dedi.

“Diyelim faiz yüzde 15. Yüzde 15 + kur farkı. Kur artarsa hesap sahipleri fark alır” diyen Demir, “Kur hiç değişmezse elde ettikleri faiz düşmüş olur. Ancak şu ana kadar hep kur artışı kadar aldıkları için gelir elde etmiş oldular” ifadelerini kullandı.

Doç. Dr. Oğuz Demir, şunları kaydetti: “Örneğin bir vatandaş parasını 3 aylık mevduata koyuyor. Normalde kur değişmezse 3 ayda alacağı faiz yüzde 4,5’tu. Şimdi ise yüzde 3,5’a indi. Ama kur yükseldiği için değişim kadar, fark almış oluyor. Bu yüzden kur korumalı mevduat faizinin bir önemi kalmamış oluyor. Kur sabit kalırsa kayıp olabilir ancak kur şu an istikrarlı bir yere oturmuş gibi gözükmüyor.”

“KKM öyle bir tezgah ki zenginler, servetlerine servet katıyor” 

İktisatçı Serkan Özcan ise “kur korumalı TL vadeli mevduat hesabı tam bir tezgah.

Özcan, bu konudaki savını şöyle açıkladı: “Bu hesaba para yatıranların kayıpları olmuyor. Sürekli kazanıyorlar. KKM öyle bir tezgah ki kur düşerse kaybetmiyor, yükselirse ki yükseliyor daha fazla kazanıyorlar.”

“Ülke hazinesi yanlış uygulanan para politikaları sonuçlarını hafifletebilmek için öyle bir şey oluşturdu ki parası olanlar hiçbir şekilde kaybetmiyor” diyen Özcan “Kur düştüğü zaman faizlerini alıyorlar, yükseldiğinde de döviz farklarını alıyorlar. Öyle bir sistem oluşturmuşlar ki zenginin hiç kaybetmiyor. Bu sistemde ülkenin bir avuç zengini, servetine servet katıyor” değerlendirmesinde bulundu.

“Hayallerin çok olumsuz sonuçlarıyla karşı karıyayız” 

Serkan Özcan, mevcut iktidarın enflasyonla mücadele etmediği görüşünde. Özcan’a göre bütün dünyanın enflasyonu; üretim, yatırım ve istihdamın önündeki en büyük engel görüp olana göre mücadele ediyor.

Özcan, şunları kaydetti: Bizde ise maalesef bir inat ve ısrar uğruna sonuçları anlaşılamayacak bir biçimde bir cari ekonomik politikası takip ediliyor. Faizlerin indirilmesine devam edilmesi konusunda hükümetin son günlerde kaynağı açıklanamayan yurtdışından para girişlerine umut bağladığını düşünüyorum. Ama bu umut ve hayallerin çok olumsuz sonuçlarını yaşama riskiyle karşı karşıyayız.

“MB faizi alet çantasından çıkarıp attı”

Ekonomist Mustafa Sönmez, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın faizi ekonomik bir araç olmaktan çıkardığını söyledi.

Diğer ülkelerde merkez bankalarının faizleri ekonomik dengeler aracı olarak kullandığını vurgulayan Sönmez, “Öncelikle de enflasyonu önlemede bir araçtır” dedi.

Türkiye’de enflasyon yükselirken faizin düşürüldüğünü dünyadaki diğer ülkelerin ise bunun tersini yaptığını anımsatan Sönmez, “Türkiye’de enflasyonu önlemek gibi bit kaygı yok. Daha çok seçimlere doğru ekonomiyi canlı götürme kaygısı ön planda. Bunun için faizleri, düşürdüler” diye konuştu.

Enflasyonla faiz arasında şu anda 68 puanlık bir fark olduğuna dikkati çeken Mustafa Sönmez, şunları ifade etti: MB faizi alet çantasından çıkarıp attı. Artık işe yaramıyor. Enflasyon yüksekken faizi indirmek birazda siyasi bir mesaj. KKM hesaplarında birikimleri olan vatandaşların kayıplarına gelinde, çok zarar etmiş olmuyorlar. Hatta birikimler artıyor.  Çünkü KKM’de taban MB faizi + 3 puandır. KKM başladığında faiz 14 idi. + 3 daha toplamda 17 yapıyordu. Bu 12’ye indirildiği için 12 + 3 olunca 15’e düşmüş oldu. Yani bir azalma oldu denilebilir ama dövizdeki artış sürdüğü için zarar etmiyorlar.

Paylaşın

İhtiyaç Kredilerinde Faizler Yüzde 60’ı Buldu

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB), faiz indirimine devam ederken, krediye ulaşım sorunları devam ediyor. Vatandaşların kullandığı ihtiyaç kredilerinde faizler yüzde 60’ı buluyor.

Merkez Bankası (TCMB) politika faizini yüzde 12’ye çekti ancak kredi faizleri ile arasında açılan makas yine kapanmadı. Merkez Bankası’nın geçen ay zorunlu karşılıklar ile yaptığı düzenleme ticari kredi faizlerinin düşmesine yol açtı fakat aynı durum tüketici kredilerine yansımadı.

Yüzde 60 faiz

Kârlarını katlayarak artıran bankalarda tüketici kredi faizleri yüzde 60 bandına kadar çıkmış durumda. Yurttaşlar, ihtiyaç kredilerinde yıllık yüzde 27 ile yüzde 60’a varan oranlarda maliyetle karşı karşıya kalırken, bu oran konut kredilerinde yüzde 15’den başlayıp yüzde 49’lara kadar çıkmış durumda.

Sözcü’den Mehtap Özcan Ertürk’ün haberine göre; kamu bankalarında sıfır konuta yüzde 1,20, ikinci el konutta yüzde 1,29 olan krediler “zor” onaylanırken, bazı kamu bankaları da 200 bin TL üzeri konut kredisi vermiyor. Bu durumda kamu bankalarında uygulanan düşük faiz, kredi kullandırım hacmine aynı ölçüde yansımıyor. KOBİ’ler ise yüzde 50’leri bulan yıllık maliyetlerle kredi bulabiliyor. Üstelik bankalar kredi verme konusunda da oldukça isteksiz davranıyor.

Bileşik referans oranı

20 Ağustos itibarıyla bankalar kredi faizinde, TCMB tarafından belirlenen ve son olarak yüzde 16,32 olan yıllık bileşik referans oranının 1,4 katı olarak uyguladıkları krediler için yüzde 20 menkul kıymet tesisi yapmak zorundalar.

TCMB’nin bu kararı ticari kredi faizlerinin yüzde 30’u aşmasını neredeyse imkansız hale getirince bankalar bu kez kredi tahsis ücreti ve yüksek komisyonlar uygulamaya başladı. Bu uygulama ile rotatif krediler kamuda 18,50-19 seviyelerine, özel bankalarda ise yüzde 20-21 seviyelerine geriledi. Son olarak bankaların ticari krediler için müşterilerinden bloke mevduat teminatı da talep ettikleri belirtiliyor.

Paylaşın

Gıda Fiyatları Bir Yılda Yüzde 197 Arttı

Ücretlilerin, dar ve sabit gelirlilerin harcamalarının en büyük kısmını oluşturan gıda fiyatlarındaki yükseliş eylül ayında devam etti. Eylülde bir önceki aya göre yüzde 3,4 oranında artış yaşanan gıda fiyatları yılın ilk dokuz aylık döneminde yüzde 98,2 oranında arttı. Son bir yıllık dönemde de gıda fiyatlarındaki artış ise bunun bir kat fazlasıyla yüzde 179,3 oldu.

Haber Merkezi / Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, Ar-Ge birimi KAMUAR, Halkın Enflasyonu Araştırması Eylül 2022 verilerini bugün yayınladı.

Buna göre, ücretlilerin, dar ve sabit gelirlilerin harcamalarının en büyük kısmını oluşturan gıda fiyatlarındaki yükseliş eylül ayında devam etti. Eylülde bir önceki aya göre yüzde 3,4 oranında artış yaşanan gıda fiyatları yılın ilk dokuz aylık döneminde yüzde 98,2 oranında arttı.

Kamuda çalışanların ve kamu emeklilerinin ücret ve aylıklarının enflasyon farkları da dahil yüzde 85,6 oranında arttığı son bir yıllık dönemde de gıda fiyatlarındaki artış ise bunun bir kat fazlasıyla yüzde 179,3 oldu.

Ekmek, pirinç, un, bulgur fiyatları, eylülde bir önceki aya göre yüzde 2 oranında artış kaydetti. Et ve balık grubu fiyatlarında, beyaz etteki yükselişe rağmen kırmızı et fiyatlarındaki düşüş yüzünden önceki aya göre değişim yaşanmadı. Eylülde süt ve süt ürünleri ile yumurta grubu fiyatları ise yüzde 2,9 oranında yükseldi. Yağ fiyatlarında ise yüzde 2,6 oranında artış oldu.

Meyve fiyatlarının yüzde 1,6 oranında arttığı eylül ayında sebze fiyatlarında, bir önceki aya göre ortalama yüzde 10,7 oranında artış yaşandı.

Bakliyat fiyatlarının değişmediği eylülde, salça, zeytin, bal, çay, tuz ve benzeri gıda maddelerinden oluşan diğer işlenmiş gıda fiyatlarında ise yüzde 9,2 oranında artış kaydedildi.

Böylece, vatandaşlar mevcut gıda tüketim alışkanlıklarına göre seçilen 64 gıda maddesinden oluşturulan gıda sepetini satın alabilmek için eylülde, bir önceki aya göre yüzde 3,4 oranında daha fazla para ödedi.

Türkiye’nin üç haneli enflasyonlara doğru hızla gittiği bu yılın ilk dokuz aylık döneminde gıda fiyatlarında yüzde 98,2 oranında artış yaşandı.

Ocak-eylül döneminde ekmek, pirinç, un, bulgur, makarna fiyatları yüzde 97,9 oranında arttı, et ve balık fiyatları yüzde 56,7, süt, süt ürünleri ve yumurta fiyatları yüzde 64,8, yağ fiyatları yüzde 34,6 oranında, meyve fiyatları yüzde 200,2, sebze fiyatları yüzde 197, bakliyat fiyatları yüzde 57,4, diğer gıda maddelerinin fiyatları da yüzde 99,1 oranında arttı.

Gıda fiyatlarında yıllık olarak ise (Eylül 2021’e göre) yüzde 179,3 oranında artış gözlendi. Diğer bir ifadeyle vatandaşlar Eylül 2021’de 100 liraya dolan bir sepet için bu yıl aynı ay 279,3 lira ödemek zorunda kaldılar.

Bu yıl eylülde geçen yılın aynı ayına göre ekmek, un, bulgur, makarna fiyatlarında yüzde 173,5, et-balık fiyatlarında 103,6, süt ve süt ürünleri ile yumurta fiyatlarında yüzde 146,9 oranında artış oldu. Bir yıl öncesine göre yağ fiyatları yüzde 96 oranında arttı. Meyve fiyatları yüzde 215,5, sebze fiyatları ise yüzde 447,1 oranında artış gösterdi. Bakliyat fiyatları son bir yılda yüzde 130,5, diğer gıda fiyatları ise yüzde 157,8 oranında zamlandı.

Tarımsal girdi maliyetleri ve tarım ürünü üretici fiyatlarındaki artışlar gıda fiyatlarındaki yıllık artışın önümüzdeki aylarda da üç haneli oranlarda kalmaya devam edeceğine işaret ediyor.

Verilerle birlikte yayınlanan nota ise şu değerlendirmelerde bulunuldu;

“Yanlış ekonomik ve tarımsal politikaların gıda fiyatlarında yol açtığı artış, gelirindeki artışı bırakın gıda fiyatlarını genel enflasyon oranının da oldukça altında kalan vatandaşların açlık riskini giderek büyütüyor. Gıdaya erişimi zorlaştıran fiyat artışları vatandaşları yetersiz ve sağlıksız beslenmeye zorluyor.

Uzmanlar bu durumu, özellikle genç nesil açısından gelecekte önemli sağlık sorunlarına yol açma riski taşıdığını belirtiyor. Son bir yılda kamu çalışanları ve kamu emeklilerinin ücret ve aylıkları enflasyon farkları da dahil yüzde 85,6 oranında arttı. Asgari ücretteki artış yüzde 94,6 oldu, işçi ve bağımsız çalışanların emekli aylıkları ise yüzde 78,61 oranında artırıldı.

Buna göre geçen yıl eylül ayında 100 liraya satın alınan bir gıda sepeti için bu yıl eylül ayında 279 lira ödemek gerekirken, kamu çalışanı ve emeklisinin 100 liralık geliri ise 185,6 lira, asgari ücretlininki 194,6 lira, işçi ve Bağ-Kur emeklisininki ise 178,6 lira oldu. Dolayısıyla halkın yaşadığı enflasyon çalışan ve emekli bütün kesimlerin gelirindeki artışı bir kattan fazla aştı.”

Paylaşın

Türkiye, ‘Küresel Refah Endeksi’nde 167 Ülke İçinde 93. Sırada

Türkiye, Legatum Enstitüsü tarafından hazırlanan Küresel Refah Endeksi 2021 sonuçlarına göre, 167 ülke içinde 93. sırada yer alıyor. Endeks 12 temel alanda 300 gösterge incelenerek hazırlanıyor.

Euronews Türkçe’nin aktardığına göre, dünyada refahın en yüksek olduğu ülkeler ise İskandinav ülkeleri. Batılı ülkeler de endekste iyi konumda bulunuyor. Refah endeksinde Türkiye’yi geride bırakan birçok ülkenin dünya ekonomisindeki payı ve kişi başına milli gelirinin Türkiye’den daha düşük olması dikkat çekiyor.

Londra merkezli düşünce kuruluşu Legatum Enstitüsü her yıl Küresel Refah Endeksi yayımlıyor. Endeks 167 ülkenin global refah düzeyini şu 12 temel gösterge üzerinden analiz ediyor:

Emniyet ve güvenlik, kişisel özgürlük, yönetim, sosyal sermaye, yatırım ortamı, girişimcilik şartları, pazara erişim ve altyapı, ekonomik kalite, yaşam koşulları, sağlık, eğitim ve doğal çevre. Endeks bu temel alanlarda 300 göstergeyi inceleyerek ülkelerin refah seviyesini ölçmeyi amaçlıyor. Peki, dünyada refah seviyesinin en yüksek olduğu ülkeler hangisi?

Legatum Global Refah Endeksi 2021 yılı verilerine göre zirvede 84 puanla Danimarka ve Norveç bulunuyor. İsveç, Finlandiya ve İsviçre 83 puanla bu ülkeleri takip ediyor. Türkiye ise 167 ülke içinde 56 puan ile 93. sırada.

Kürese Refah Endeksi’nde diğer bazı ülkelerin sıralamadaki yeri ise şöyle: Hollanda 6, Almanya 9, İngiltere 13, ABD 20, Fransa 22, Malezya 42, Yunanistan 43, Bulgaristan 48, Gürcistan 53, Çin 54, Ermenistan 55, Kuzey Makedonya 60, Arnavutluk 69, Bosna-Hersek 76, Azerbaycan 86.

Türkiye komşularından sadece İran (123), Irak (141) ve Suriye’den (158) daha iyi konumda. Ayrıca Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerinin Türkiye’den çok daha yüksek refah seviyesine sahip durumda. Listenin sonunda ise 29 puanla Güney Sudan var.

Paylaşın

8 Ayda Kapanan Şirket Sayısı 13 Bin 798’e Yükseldi

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), ağustos ayına ilişkin kurulan ve kapanan şirket istatistiklerini açıkladı. Buna göre, geçen ay bin 784 şirket kapandı ve yılın ilk 8 ayında kapanan toplam şirket sayısı 13 bin 798’e yükseldi.

Bir önceki aya göre kapanan şirket sayısı yüzde 8, kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 9,7 artarken, kapanan kooperatif sayısı yüzde 6,6 azaldı.

Yıllık artış yüzde 29 

Yıllık bazda ise Ağustos 2022’de kapanan şirket sayısı 2021’in aynı ayına göre yüzde 29, kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 11,6 oranında artarken; kapanan kooperatif sayısı ise yüzde 37,7 azaldı.

Sözcü’de yer alan habere göre; 2022’nin ilk 8 ayında ise 2021’in ilk 8 ayına göre kapanan şirket sayısında yüzde 70,2, kapanan kooperatif sayısı yüzde 39 ve kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısında yüzde 6,1 yükseldi.

Kurulan şirket sayısı arttı

TOBB verilerine göre, bir önceki aya göre kurulan şirket sayısı yüzde 46,1, kurulan kooperatif sayısı yüzde 56,2 ve kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 38 oranında arttı.

Ağustos 2022’de Ağustos 2021’e göre kurulan şirket sayısı ise yüzde 38,5 kurulan kooperatif sayısı yüzde 96,9 ve kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 13,9 oranında arttı.

Yılın ilk 8 ayında, 2021’in ilk 8 ayına göre kurulan şirket sayısı yüzde 23,3 ve kurulan kooperatif sayısı yüzde 28,4 artarken, kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı  ise yüzde 7,5 azaldı.

Buna göre, ağustosta 12 bin 382 şirket kuruldu ve yılın ilk 8 ayında toplam 87 bin 755 şirket kurulmuş oldu.

Toptan ve perakende işletmeleri çoğunlukta

Öte yandan, Ağustos 2022’de şirket ve kooperatiflerin 4 bin 257’si ticaret, bin 824’ü imalat ve bin 436’sı inşaat sektöründe kuruldu. Kurulan gerçek kişi ticari işletmelerinin; 881’i toptan ve perakende ticaret motorlu taşıtların ve motosikletlerin onarımı, 540’ı inşaat, 215’i imalat sektöründe yer aldı.

Ağustos’ta kapanan şirket ve kooperatiflerin; 579’u toptan ve perakende ticaret, motorlu taşıtların ve motosikletlerin onarımı, 244’ü imalat, 234’ü inşaat sektöründe yer aldı.

Paylaşın

Merkez Bankası Neden Faiz İndiriyor?

Sene başından beri yaklaşık 90 ülkenin merkez bankası faiz artışına gitti. Dünyanın geri kalanı “büyüme pahasına enflasyonla mücadele” tercihi yaparken, Türkiye “enflasyon pahasına büyüme” ile tercihini bunun tam tersi yönde kullanıyor. Böyle bir alternatif var mı? Dünyanın geri kalanı büyümeyi bizim kadar istemiyor olabilir mi? 

Koç Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selva Demiralp, BBC Türkçe için değerlendirdi.

Sene başından beri yaklaşık 90 ülkenin merkez bankası faiz artışına gitti. Bu ülkelerin de yaklaşık yarısı tek seferde en az 75 baz puan, yani tecrübe ettikleri enflasyonun yaklaşık onda biri kadar faiz artışına gittiler.

Hafta içinde ABD Merkez Bankası FED’in 75 baz puanlık son faiz artışından bir gün sonra ise TCMB 100 puanlık bir faiz indirimine gitti.

Dünyanın geri kalanı “büyüme pahasına enflasyonla mücadele” tercihi yaparken, Türkiye “enflasyon pahasına büyüme” ile tercihini bunun tam tersi yönde kullanıyor. Böyle bir alternatif var mı? Dünyanın geri kalanı büyümeyi bizim kadar istemiyor olabilir mi?

Enflasyonla mücadele için bunca ülke faiz artırırken biz ısrarla faiz indirimlerine devam ediyorsak ve bunun sonucunda enflasyonumuz onlardan kat kat yukarıdaysa ‘Nerede hata yaptık? Onlar bizim bilmediğimiz neyi görüyor da faiz artırıyor?’ diye sormakta fayda var.

Bu sorulara en net cevabı Çarşamba günkü basın toplantısı sonrasında faiz artışının gerekçelerini anlatan FED Başkanı Jerome Powell veriyor. Şöyle diyor Powell:

“Yüksek faiz sonucu yavaşlayan büyüme ve zayıflayan istihdam piyasası, hizmet ettiğimiz halk için sıkıntılıdır. Ancak bu sıkıntı, fiyat istikrarı sağlamayı beceremeyip sonrasında tekrar çaba vermenin yaratacağı sıkıntı kadar büyük değildir.“

FED, sene başından beri yaptığı faiz artışlarının ekonomiyi yavaşlatma riskine karşı daha fazla faiz artışına gitmemek ve hatta bir an önce faiz indirimlerine başlamak konusunda piyasaların yoğun baskısı altında.

Powell’ın cevabı bu baskılara bir cevap niteliğinde. Bugün başladığımızı işi yarım bırakır fiyat istikrarını sağlayamazsak ileride daha büyük bir bedel öderiz diyor ve geri adım atmıyor.

Enflasyonu düşürme adına önce faiz artırımlarına gitmek, sonrasında gelen baskılar sonucu yeterli sabrı gösteremeyip yarı yolda faiz indirimlerine başlamak ve nihayetinde daha yüksek bir enflasyonla yüzleşmek bu topraklarda oldukça aşina olduğumuz bir kavram. Bugün geldiğimiz noktada ise artık usulen de olsa faiz artışı bile söz konusu değil.

Bizimle aynı gruba girebilecek ülkelerde ve hatta savaşın ortasındaki Rusya’da bile enflasyonun bizden 65-70 puan daha düşük olması da tesadüf değil.

İşin acı tarafı, 2021 son çeyreğinden bu yana ekonomiyi desteklemek için faizler düşürülüp enflasyon 60 puan üzerinde artarken mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış işsizlik sadece 1 puan azalmış.

Çünkü bir taraftan verilen tüm destekler ve kaynak aktarımları ile ekonomi canlı tutulmaya çalışılırken diğer yandan enflasyon büyüme üzerinde daraltıcı etki yapıyor ve istihdamı aşağı çekiyor.

Herkes ister ki büyüme olsun, pasta büyüsün, herkesin pastadan aldığı dilim artsın.

Ancak enflasyonu göz ardı edip enflasyonu dizginleyici politikalar uygulamazsanız bu dönüp dolaşıp ekonomik büyümeyi vuruyor. Enflasyonist ortamda büyüme olsa bile gelir dağılımı bozulduğu için dar gelirli kesimler bunu hissedemiyorlar. Pastadan aldıkları dilim büyümek şöyle dursun küçülüyor.

Powell ve gıyabında enflasyonist baskıları bertaraf edebilmek için faiz artışına giden merkez bankalarının temel gerekçesi bu.

Enflasyonun maliyeti ve faiz artışının maliyeti

Merkez bankaları karar alırken iki maliyeti karşılaştırıyorlar. Bunlardan birincisi faiz artışının getirdiği maliyet. Faiz artışı borçlanma maliyetini artırmak suretiyle talebi yavaşlatır. Talepteki yavaşlama enflasyonist baskıları aşağı çeker.

Öte yandan üretimdeki yavaşlama istihdam kaybına sebep olur ki Powell’ın bahsettiği sıkıntı da bu.  Ancak yine Powell’ın basın toplantısında bahsettiği gibi: Keşke enflasyonu düşürmenin acısız bir yolu olsaydı, ancak maalesef yok.

Sıkı para politikasının maliyetini terazinin bir kefesine koyan merkez bankaları diğer kefeye ise sıkı para politikası uygulamayıp enflasyonun kontrolden çıkmasının yarattığı maliyeti koyuyorlar.  Çünkü nasıl ki faiz artırımı ekonomiyi yavaşlatıyorsa enflasyon da ekonomiyi yavaşlatıyor ve istihdam kaybı yaratıyor. Daha da önemlisi enflasyon sebebi ile gelen istihdam kaybı kalıcı oluyor.

Enflasyon, ekonomiyi boğarak ve kontrolsüz bir şekilde yavaşlatır. Alım gücünü eritir, halkı yoksullaştırarak talebi zayıflatır. Yavaşlayan üretim istihdam kaybını beraberinde getirir.

Enflasyon sebebiyle  gelen zoraki yavaşlamanın,  faiz artırımı yolu ile gelen kontrollü yavaşlamadan önemli bir farkı vardır. Faiz artırmak sureti ile soğuyan ekonomi nihai olarak enflasyonu aşağı çeker.  Enflasyon sebebiyle yavaşlayan bir ekonomide ise enflasyon asılı kalır, kendi kendine düşmez.

Yani her iki senaryoda da ekonomide bir yavaşlama kaçınılmaz iken aradaki temel fark “fiyat istikrarı” dır. Fiyat istikrarı getiren “kontrollü yavaşlama” merkez bankasının sürdürülebilir büyümeye vereceği en önemli katkıdır.

Çünkü fiyat istikrarı düşük faiz ve makroekonomik istikrar getirir.  Kalıcı düşük faiz ve istikrar yatırım iştahındaki artışı, bu da potansiyel büyüme oranında ve istihdamda artışı destekler.

Oysa enflasyon sebebiyle yavaşlamak zorunda bırakılan bir ekonomi üretim kapasitesinde benzer bir artış yaşayamaz. Bir başka deyişle, enflasyon sadece bugünkü büyümeyi vurmakla kalmaz, ülkenin ileriye yönelik olarak üretim ve istihdam artışı yaratacak imkanlarını da baltalar.

İşte bu sebeple sıkı para politikası ile enflasyonun önüne geçmek ve sıkı para politikasının maliyetine katlanmak 90 ülke tarafından “daha az maliyetli” bir çözüm olarak görüldüğü için tercih edilmektedir.

Enflasyonu düşürmek merkez bankasının işidir. Merkez bankası en az maliyetli çözümü sunduktan sonra bu maliyeti kimin omuzlanacağı ise siyasi otoritenin kararıdır.

İçinde yaşadığımız yüksek enflasyonla er ya da geç yüzleşeceğimiz gerçeğinden yola çıkarak ekonomik programlarını açıklayan muhalefet partilerinin transfer ödemelerine, işsizlik sigortasına, dolaylı vergilerin azaltılmasına dair planları sıkı para politikasının maliyetini düşürmesi açıdan özellikle kıymetli.

Paylaşın

Konut Ve Tüketici Kredilerine Sigorta Düzenlemesi

Tüketici kredisi sözleşmeleri ile konut finansmanı sözleşmeleri yönetmeliklerine hizmet ile kredi bağlantılı sigorta hariç olmak üzere sigortayı tanımlayan maddeler eklendi. 1 Ocak 20223 tarihinde başlayacak düzenlemeye ilişkin karar Resmi Gazete’de yayınlandı.

Tüketici kredisi sözleşmeleri ile konut finansmanı sözleşmeleri, sigortalı ve sigortasız olarak hazırlanacak karşılaştırmalı ödeme planıyla teklif edilebilecek. Uygulama 1 Ocak 20223 tarihinde başlayacak.

Tüketici kredisi sözleşmeleri ile konut finansmanı sözleşmeleri yönetmeliklerine “yan finansal ürün” başlığıyla tüketiciye sunulan her türlü ürün veya hizmet ile kredi bağlantılı sigorta hariç olmak üzere sigortayı tanımlayan maddeler eklendi.

Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlanan ve her iki yönetmelikte de bu yönde düzenlemeler içeren yönetmeliklere göre, kredi verenler; tüketicinin talep ettiği kredi tutarı ve süresi esas alınarak hazırlanacak örnek ödeme planı ile sigortalı ve sigortasız kredi teklifleri sunulması halinde, her iki teklife ilişkin örnek ödeme planları, kredi taksit tutarlarının eşit olması halinde örnek ödeme planı yerine taksit tutarı ve toplam geri ödeme tutarına ilişkin karşılaştırmalı bilgiyi sunmak zorunda olacaklar.

Tüketicinin yazılı olarak veya kalıcı veri saklayıcısı ile açık talebi olmaksızın kredi bağlantılı sigorta yaptırılamayacak. Kredi veren, kredi bağlantılı sigorta içermeyen bir sözleşmeyi de tüketiciye teklif etmek koşuluyla kredi bağlantılı sigorta yaptırılmasını içeren bir kredi sözleşmesini tüketiciye sunabilecek.

Tüketicinin istediği sigorta şirketinden sağladığı, kredi tutarı ve süresi ile uyumlu, dain-i mürtehini kredi veren olan sigorta poliçesi, tüketiciye önerilen kredinin koşullarında değişikliğe sebep olmaksızın kredi veren tarafından kabul edilmek zorunda olacak.

Tüketici kredisi sözleşmesi, kredi ile ilgili olanlar hariç yan finansal ürün ve hizmetlerin satın alınması şartına bağlanamayacak.

Kredi bağlantılı sigortanın kredi konusu ile uyumlu olması zorunlu tutuldu. Krediye ilişkin aynı teminatı içeren birden fazla sigorta ve kredi tutarını aşan sigorta yapılamayacak.

Yapılan düzenlemeye göre, belirsiz süreli tüketici kredilerinde akdi faiz oranının düşürülmesi durumunda bu değişiklik, bildirimin yapıldığı döneme ilişkin son ödeme tarihinden itibaren hüküm ifade edecek.

Tüketici kredisi sözleşmeleri yönetmeliğinin; 14 gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin tüketici kredisi sözleşmesinden cayma hakkına ilişkin maddesinde yapılan düzenlemeye göre, cayma hakkı süresi içinde kredi borcunun tamamının erken ödenmesi halinde bildirim aranmaksızın bu madde hükümleri uygulanacak.

(Kaynak: Reuters)

Paylaşın

8 Ayda İşsizlik Ödeneğine Başvuran Sayısı 1.1 Milyonu Aştı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Utanmadan sıkılmadan işsizlik var diyorlar” dese de yılın ilk 8 ayına ilişkin veriler Erdoğan’ı yalanladı. Öyle ki bu yılın ilk 8 ayında çalışırken işten atılan ve işsizlik ödeneğine başvuran kişi sayısı 1 milyon 105 bin 947 oldu. Böylece 8 aylık dönemde her ay 138 bin 243 kişi, her gün ise 4 bin 608 kişi işten atılmış oldu.

Konu hakkında açıklamalarda bulunan CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, “Bakan Nebati her ne kadar Türkiye’nin büyüdüğünü, istihdamın arttığını söylese de resmi veriler bunun tam tersini iddia etmeye devam ediyor. Sadece temmuz ve ağustos ayında yani bir aylık dönemde işten çıkartılanların sayısı ise 140 bin 889 kişi oldu” dedi.

Bu yıl şu ana kadar en çok işten atılmaların olduğu şehrin 236 bin 400 kişi ile İstanbul olduğunu anlatan Ağbaba, “İstanbul’u 73 bin 440 kişi ile Ankara ve 58 bin 121 işten atılmayla İzmir izledi. Sanayinin yoğun olduğu Bursa ‘da 47 bin 84 kişi işten atılırken, Kocaeli’de bu yıl içerisinde işten atılanların sayısı ise 30 bin 718 olarak kayıtlara geçti” diye konuştu.

İşsiler kaderlerine terk ediliyor

Ocak-ağustos ayları arasında 1 milyon 105 bin 947 kişi işten atıldığı için işsizlik ödeneğine başvuru yaparken, başvuru yapanların sadece 538 bin 798’i ödenek almaya hak kazandı. Bu durumda işten atılanların neredeyse yarısı ödenek almaya hak kazanamadı. Türkiye’de işsizlik sigorta fonu işsizlerden çok işverenlere ve yandaş sermayeye kaynak olarak aktarılırken, işsizler ve işten atılanlarda bizzat iktidar tarafından kendi kaderlerine terk ediliyor.

Paylaşın

Küresel Gıda Zinciri, Çok Az Sayıda Şirketin Tekelinde

ETC Group’un raporuna göre küresel gıda zinciri, çok az sayıda şirketin tekelinde. ETC Group’tan Jim Thomas, özellikle Rusya – Ukrayna savaşı nedeniyle gıda fiyatlarının fırladığı bir dönemde tarım sektöründeki tekelleşmenin artmasının kaygılandırıcı olduğunu belirtti.

Independent Türkçe’nin aktardığına göre, Thomas, “Küresel gıda sistemi üzerindeki güç çok az sayıda kişinin elinde yoğunlaşmış durumda. Bundan endişelenmeliyiz” dedi.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) merkezli iklim adaleti grubu ETC Group’un raporuna göre küresel gıda zinciri, çok az sayıda şirketin tekelinde.

Perşembe günü yayımlanan raporda, ticari tohum piyasasının yüzde 40’ını iki şirketin kontrol ettiği belirtildi. Öte yandan 25 yıl önce aynı dilim, 10 şirket tarafından paylaşılıyordu.

Tarım ürünü ticaretinde de 2020’de 10 firmanın yaklaşık yarım trilyonluk piyasayı kontrol ettiğine dikkat çekildi.

Kâr amacı gütmeyen kuruluşun raporunda, Çin devletine ait Cofco şirketinin, dünyanın en büyük ikinci tarım ürünü şirketi konumunda olduğu ifade edildi.

Pekin merkezli firmanın 2020’de en az 100 milyar dolarlık kâr elde ettiği belirtildi.

Bu alanda en büyük firmaysa, 2020’de 134 milyar dolar kazanç elde eden ABD merkezli gıda devi Cargill.

Yine Çin devletine ait tohum, böcek ilacı ve biyoteknoloji firması Syngenta’nın, 2020’de tarımsal kimya piyasasının yaklaşık çeyreğini tek başına kontrol ettiği belirtildi.

15 milyar dolarlık satış yapan şirket, Almanya’daki rakipleri Bayer ve BASF’ı da geride bıraktı.

Raporda ayrıca tarım ve gıda işleme alanındaki dev firmalardan Hollanda merkezli Louis Dreyfus’un hisselerinin yüzde 45’inin geçen yıl Birleşik Arap Emirlikleri yönetimine ait ADQ holding şirketine satıldığı da hatırlatıldı.

ETC Group’tan Jim Thomas, özellikle Rusya – Ukrayna savaşı nedeniyle gıda fiyatlarının fırladığı bir dönemde tarım sektöründeki tekelleşmenin artmasının kaygılandırıcı olduğunu belirtti.

Thomas, “Küresel gıda sistemi üzerindeki güç çok az sayıda kişinin elinde yoğunlaşmış durumda. Bundan endişelenmeliyiz” dedi.

Paylaşın