İsrail Saldırıları Gazze’yi 70 Yıl Geriye Götürdü

UNDP Filistin Özel Temsilci Yardımcısı Chitose Noguchi, “Filistin devleti görülmemiş seviyede geriye gitti. Gazze gelişmişlik bakımından 70 yıl önceye, 1955’ler seviyesine geri döndü” dedi.

Gazze Şeridi’nde İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı 117 artarak 42 bin 718’e yükseldi. Gazze’de İsrail saldırılarında yaralananların sayısı ise 478 artarak 100 bin 282’ye çıktı.

Gazze’de İsrail saldırılarında ölenlerin yüzde 70’ini çocuklar ve kadınların oluşturduğu aktarılırken, saldırılar sonucu oluşan yıkımdan dolayı çok sayıda kişinin hala enkaz altında olduğu vurgulandı. Sivil savunma ve acil sağlık ekiplerinin bu kişilere ulaşmakta zorluk yaşadığı kaydedildi.

Filistin ekonomisi savaşla geçen bir yılda yüzde 35 küçüldü. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) verilerine göre Gazze İsrail saldırıları sonucu 70 yıllık birikimini kaybetti.

Savaşın etkilerine dair UNDP çalışmasının sonuçlarını paylaşan Filistin Özel Temsilci Yardımcısı Chitose Noguchi, “Filistin devleti görülmemiş seviyede geriye gitti. Gazze gelişmişlik bakımından 70 yıl önceye, 1955’ler seviyesine geri döndü” dedi.

UNDP Başkanı Achim Steiner, “Savaş sadece fiziksel yıkım getirmedi, ayrıca yoksulluk artışı ve geçim kaynaklarının kaybı çok büyük oldu” dedi. Steiner dış yardımlara rağmen Filistin ekonomisinin onlarca yıl savaş öncesine dönemeyeceğini söyledi.

Çalışma kapsamında ayrıca İsrail bombardımanı sonucu Gazze’de 42 milyon ton enkaz yığını oluştuğu da hesapladı. Açığa çıkan ağır metaller ve diğer kimyasalların yıllar sürecek kirliliğe yol açabileceği belirtiliyor.

BM’den dikkat çeken Gazze raporu

Ayrıca, Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Bağımsız Soruşturma Komisyonu, İsrail’in Gazze’deki sağlık tesislerine yönelik saldırılarıyla ilgili rapor yayınladı. Komisyon, İsrail’in bu saldırılar ile ‘savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar’ işlediğini kaydetti.

Raporda Filistinli silahlı gruplar da Gazze’deki rehinelere kötü muameleyle suçlanıyor. 10 Ekim’de kamuoyu ile paylaşılan raporda, İsrail’in “Gazze’ye yönelik geniş çaplı saldırısının parçası olarak Gazze’deki sağlık sistemini yok etmek için planlı bir politika uyguladığı” savunuldu.

Rapora dair yapılan yazılı basın açıklamasında, hem İsrail hem de Hamas işkence ve şiddetten sorumlu tutuldu. Hamas, rehinelere, İsrail ise Filistinli mahkumlara “işkence, cinsel ve cinsiyet temelli şiddet” ile suçlandı.

BM’nin işgal altındaki Filistin toprakları, Doğu Kudüs ve İsrail’deki hak ihlallerini araştırmakla görevlendirdiği komisyonun Başkanı Navi Pillay, “İsrail derhal Gazze’deki sağlık sistemlerine yönelik benzeri görülmemiş kontrolsüz tahribatı durdurmalı” dedi.

Pillay ayrıca, “İsrail sağlık tesislerini hedef alarak direkt olarak sağlığa erişim hakkını hedef alıyor, sivil nüfus üzerinde ciddi uzun vadeli olumsuz etkilere yol açıyor. Özellikle sağlık sisteminin çöküşü dolayısıyla direkt ya da dolaylı yoldan ıstırap çeken çocuklar bu saldırıların yükünü çekiyor” diye konuştu.

BM raporuna göre İsrail güvenlik güçleri “Sağlık personelini bilerek öldürdü, tutukladı ve işkence etti. Gazze’ye yönelik ablukayı artırırken ve bölgeden tıbbi tedavi için çıkılmasını sağlayan izinleri kısıtlarken, sağlık araçlarını hedef aldı”.

Raporda bu gibi eylemlerin “koruma altındaki sivil mülke zarar verme, yok etme ve sivilleri bilerek öldürme” gibi savaş suçlarına karşılık geldiği savunuluyor. BM raporunda, Gazze’de özellikle çocuk ve yeni doğan hastaneleri olmak üzere sağlık tesislerine yönelik saldırıların yeni doğan ünitelerinde ve çocuk yaştaki hastalarda büyük eziyete yol açtığı ifade edildi.

İsrail’in bu saldırılarla çocukların yaşama ve temel sağlık bakımına erişim haklarını ihlal ettiği ve “Bilerek nesillerce Filistinli çocuğun ve potansiyel olarak Filistin halkının yok oluşuna yol açacak yaşam şartları yarattığı” vurgulandı.

BM Uluslararası Bağımsız Soruşturma Komisyonu’nun raporunda İsrail güçlerinin 29 Ocak’ta çatışmadan kaçmaya çalışan Filistinli sivillerin olduğu bir araç ve araca yardıma gelen bir ambulansa yönelik saldırısı da yer aldı. Rapora göre iki yetişkin ve aralarında 15 ve 5 yaşlarındaki Leyan Hamada ve Hind Rajab olmak üzere beş çocuktan oluşan aile, aracıyla bölgeden kaçarken saldırıya uğradı.

Saldırının ardından iki sağlıkçının yer aldığı Filistin Kızılayına ait bir ambulans bölgeye gönderildi. Ambulansın izleyeceği rota, önden İsrail güvenlik güçleri ile koordineli olarak belirlendi.

BM raporuna göre ambulans buna rağmen ailenin vurulan aracına ulaşmasına 50 metre kala bir tank tarafından vuruldu. İsrail güvenlik güçleri daha sonra bölgeye erişimi engelledi. Saldırıda yedi kişilik ailenin tamamı ve iki sağlık çalışanı öldürüldü. BM, bunun savaş suçu teşkil ettiğini söyledi.

Raporda cinsel sağlık ve üreme alanlarında hizmet veren sağlık altyapısının bilerek hedef alınması ve sağlık hizmetine erişimin kısıtlanmasının Gazze’deki kadın ve çocukların “üreme, yaşama, sağlık, insan haysiyeti ve ayrımcılığa uğramama haklarını” ihlal ettiği ve insanlığa karşı suç ve insanlık dışı muameleye girdiği ifade edildi.

BM raporuna göre 15 Temmuz itibarıyla Gazze’deki 36 hastaneden 20’si tamamen devre dışı kalmışken, 16’sı kısmen çalışır durumdaydı. Bunlardan 11’inin aşırı yoğunluk yaşadığı ve toplam yatak kapasitesinin yalnızca 1490 olduğu tespit edildi.

BM raporuna göre İsrail’e ait askeri kamp ve hapishanelerde tutulan binlerce çocuk ve yetişkin Filistinli mahkûm, “yaygın ve sistematik istismar, fiziksel ve psikolojik şiddet, cinsel ve cinsiyet temelli şiddete” maruz bırakıldı.

Raporda bu muamelenin işkence, tecavüz ve diğer cinsel şiddet türlerini kapsayan savaş suçları ve insanlığa karşı suçlara girdiği belirtildi. İsrail makamları tarafından serbest bırakılan çocukların Gazze’ye ağır tramvatize şekilde, refakatçi olmadan geri gönderildiği ve bu kişilerin ailelerini bulup iletişime geçmekte zorlandığı kaydedildi.

BM raporunda, Filistinli tutsaklara yönelik “kurumsallaşmış kötü muamelenin” İsrail’in Filistin Topraklarını işgalinin uzun süredir bilinen bir özelliği olduğu vurgulandı ve bunun İsrail hapishane sisteminden sorumlu Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in direkt emri ile yapıldığı öne sürüldü.

Komisyon başkanı Pillay, “Filistinli tutsaklara yönelik korkunç istismar eylemleri için hesap sorulmalı ve kurbanlar tazmin edilmeli” dedi.

Raporda Hamas ve diğer Filistinli silahlı gruplar tarafından 7 Ekim 2023’te kaçırılan ve Gazze’de tutulan İsrailli ve yabancı esirlere yönelik muameleye dair bulgular da yer aldı. BM, Filistinli silahlı grupların esirlere karşı “fiziksel şiddet, taciz, cinsel şiddet, zorunlu tecrit, hijyen tesisleri, su ve gıdaya erişimi kısıtlama, tehdit ve küçük düşürme” gibi suçlar işlediğini duyurdu.

Hamas ve diğer silahlı grupların esir ailelerine psikolojik işkence etmek ve siyasi amaçlarına ulaşmak için esirleri video çekmeye zorladığı belirtildi. Hamas ve diğer Filistinli silahlı grupların Gazze’de tutulan bazı esirleri infaz ettiği ve “işkence, insanlık dışı muamele ve zorla kaçırma” gibi insanlığa karşı suçlar işlediği vurgulandı.

BM komisyonu, raporunda Filistinli gruplara Gazze’deki tüm esirlerin derhal salınması, salınana kadar da uluslararası insan hakları hukukuna uygun biçimde tutulmaları için çağrı da yaptı.

İsrail’e ise sağlık tesisi ve çalışanlarını hedef almayı derhal bırakması, Uluslararası Adalet Divanı’nın işgal altındaki Filistin Topraklarından çekilmesi yönündeki danışma görüşü ve soykırımı önlenmeye yönelik alınmasını hükmettiği ihtiyati tedbirleri uygulaması için çağrıda bulunuldu.

Paylaşın

Putin’den “BRICS” Açıklaması: Yeni Üyelere Kapımız Açık

Moskova’da düzenlenen BRICS Ekonomi Forumu’nda konuşan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, BRICS’e üye olmak isteyen devletlere kapılarının açık olduğunu söyledi.

Vladimir Putin’in Cuma günü sarf ettiği sözler, BRICS üyeliği gündemde olan Türkiye açısından önem arz ediyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 22-24 tarihleri arasında Rusya’nın Kazan kentinde düzenlenecek olan 16’ncı BRICS Zirvesi’ne katılacak.

Türkiye’nin BRICS’e katılımı, Putin’in dış politika danışmanı Yuri Uşakov’un Eylül ayında Türkiye’nin BRICS’e tam üyelik başvurusunda bulunduğunu açıklamasıyla gündeme gelmişti. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise Eylül ayında yaptığı açıklamada, BRICS üyesi ülkelerin “şu aşamada” genişlemeye sıcak bakmadığını söylemişti.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 17 Ekim Perşembe günü katıldığı Haber Global yayınında Türkiye’nin olası BRICS üyeliği ile ilgili açıklamalarda bulundu. Fidan, ilgili soruya cevaben, “Cumhurbaşkanımız da ifade etti: Biz BRICS ile ilgilendiğimizi onlara söyledik. Dedik ki, biz bu platformla ilgileniyoruz” diye konuştu.

Türkiye’nin resmi başvuru yapıp yapmadığına ilişkinse, Fidan, açık bir yanıt vermekten kaçındı. Üyelikle ilgili “belirlenmiş kurallar olmadığını” ifade eden Fidan, “Bu platformun bundan sonraki büyüme stratejisi nasıl olacak, ona bakıyoruz. Bizim için daha da önemlisi: Ne türden bir katma değer üretecek, ne türden bir kurumsallaşmayı beraberinde getiriyor, ne türden bir ekonomik planı var, onu göreceğiz” diye konuştu.

Putin ayrıca, Kazan’daki zirveye, Filistin lideri Mahmud Abbas’ın da katılacağını söyledi. Rusya lideri, Ortadoğu’da sürmekte olan İsrail-Hamas savaşı bağlamında Filistin’de iki devletli çözümü desteklediklerini yineledi.

“Ekonomik gücümüz artıyor ve artacak”

Rusya Devlet Başkanı, BRICS’in küresel ölçekte giderek artan ekonomik rolüne de değindi. BRICS’in küresel GSYİH içerisindeki payının G7 ülkelerinin payını aştığını ve büyümeyi sürdürdüğünü kaydeden Putin, “Örneğin 1992’yi alalım. G7’nin payı yüzde 45,5 iken aynı yıl BRICS’in payı küresel GSYİH’nın yüzde 16,7’si idi. 2023’te bizim payımız yüzde 37,4’e yükselirken G7’ninki ise yüzde 29,3 oldu. Bu fark açılıyor ve açılmaya da devam edecek. Bu kaçınılmaz” diye konuştu. Putin, BRICS’in küresel ekonomide oynadığı rolün gelecekte artacağını ifade etti.

Putin, Avrupa Birliği’ne (AB) benzer biçimde, BRICS genelinde geçerli olacak ortak bir para birimini yürürlüğe koymak içinse henüz erken olduğunu söyledi. Bu tür bir uygulamanın üye ülkeler arasında daha yüksek seviyede bir entegrasyonu gerektireceğini kaydeden Rusya lideri, BRICS ülkelerinin bu konuda kademeli adımlar atması gerektiğini ifade etti. Putin ayrıca, BRICS ülkeleri tarafından 2014 yılında kurulan ve merkezi Çin’in Şanghay kentinde bulunan Yeni Kalkınma Bankası’nı da güçlendirmeyi hedeflediklerini kaydetti.

BRICS’in hâlihazırda 9 üyesi bulunuyor. Bunlar, kurucu üyeler Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’ya ek olarak 2024 yılı Ocak ayında üye olan İran, Mısır, Etiyopya ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE). Küresel petrol üretiminin yaklaşık yüzde 40’ını elinde bulunduran BRICS üyeleri, aynı zamanda dünya yüzölçümünün yüzde 30’unu ve küresel nüfusun yüzde 45’ini temsil ediyor.

Genişlemeye sıcak bakan BRICS’e katılımı gündemde olan ülkelerden biri de, Suudi Arabistan. Putin’in danışmanı Uşakov, geçen hafta Suudi Arabistan’dan “BRICS üyesi” olarak bahsetmiş, daha sonra ise Kremlin söz konusu ifadeden geri adım atmıştı.

Putin ayrıca Ukrayna ve G20’ye ilişkin de açıklamalarda bulundu. NATO’nun Ukrayna askerlerini kullanarak kendileriyle savaştığını savunan Putin, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin Perşembe günü nükleer silahlanma ile ilgili sarf ettiği sözleri “tehlikeli bir provokasyon” olarak nitelendirdi. Putin, Ukrayna’nın nükleer silah edinmesine izin vermeyeceklerini kaydetti.

Zelenskiy, Perşembe günü katıldığı AB Konseyi zirvesi kapsamında düzenlenen basın toplantısında, “Ya Ukrayna bizi koruyacak nükleer silahlara sahip olacak ya da bir çeşit ittifakın parçası olacağız. NATO dışında böylesine etkili bir ittifak bizce yok” diye konuşmuştu. Konuya ilişkin Cuma günü bir açıklama yapan Ukrayna Cumhurbaşkanlığı İdaresi Başkanı Andriy Yermak, Zelenskiy’nin sözlerinin yanlış anlaşıldığını savunarak “Nükleerle ilgili böyle düşüncelerimiz yok, biz bunu reddediyoruz” dedi.

G20’ye ilişkinse Putin, G20’nin “siyasileştirilmediği sürece faydalı bir forum” olduğunu belirtti. Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde Kasım ayında düzenlenecek G20 zirvesinde Rusya’yı temsil edecek uygun birini bulacaklarını söyleyen Putin, G20’nin çalışmalarını baltalayacağı için kendisinin katılmayacağını beyan etti. Putin hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından 17 Mart 2023 tarihinde verilen bir yakalama emri bulunuyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

İsrail, Hamas Lideri Yahya Sinwar’ın Öldüğünü Açıkladı

İsrail, Dışişleri Bakanlığı, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği saldırının arkasındaki isim olan Hamas Lideri Yahya Sinwar’ın Gazze’de öldüğünü açıkladı.

Haber Merkezi / Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin İran’ın başkenti Tahran’da Temmuz ayında öldürülmesinin ardından örgütün lideri olan Yahya Sinvar’ın Gazze’nin altında Hamas’ın inşa ettiği tünellerde saklandığı üzerinde duruluyordu.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ulusa sesleniş konuşmasında, “Holokost’tan bu yana halkımızın tarihindeki en büyük katliamı gerçekleştiren, binlerce İsrailliyi öldüren ve yüzlerce vatandaşımızı kaçıran baş terörist, kahraman askerlerimiz tarafından öldürüldü” dedi.

Netanyahu, Hamas militanlarına da seslendi ve “Kim silah bırakır ve rehinelerimizi serbest bırakılırsa, gitmesine ve yaşamasına izin verilecek” ifadelerini kullandı. İsrail Başbakanı, Yahya Sinvar’ın Refah’ta öldürülmesinin, buraya girme kararlarının meşruluğunu da kanıtladığını savundu.

Binyamin Netanyahu açıklamalarında, sürekli savaşın devam ettiği anlamına gelen cümleler kullandı. Hamas, İsrail’in Yahya Sinvar’ın öldürüldüğünü doğrulamasıyla ilgili bir açıklama yapmadı.

Şarku’l Avsat’a konuşan Hamas hareketinden iki kaynak, hareketin çeşitli kademelerinden lideri Yahya Sinvar’ın öldürüldüğüne dair teyitler geldiğini söyledi.

Gazze dışında ikamet eden bir kaynak Hamas güvenlik yetkililerinin hareketin liderinin öldürüldüğüne dair işaretler aktardığını doğrularken, Gazze Şeridi’nden bir başka kaynak ise “haberin Gazze Şeridi’ndeki liderlere olağan güvenlik yöntemleriyle iletmeye başlandığını” belirtti.

Gazze’deki Hamas kaynakları, İsrail’in açıklamasından hemen ardından Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “Günlerdir Sinvar Güvenlik Departmanı ike iletişimin kesildiğini ve bu nedenle geçtiğimiz dönemde hiçbir iletişimin saplanamadığını” dedi.

Kaynaklar, “Çevresindeki dar güvenlik çemberi ve bunun sadece 2-3 kişiyle sınırlı olması acil bilgi alınmasına engel teşkil ediyor. Sadece Sinvar’ı çevreleyen kapalı çevre onun hakkında her şeyi biliyordu ve onun başkalarıyla olan iletişiminden sorumluydu” diye konuştu.

Yahya Sinvar kimdir?

Hamas lideri Yahya Sinvar, on binlerce Filistinli’nin öldürüldüğü, Gazze’yi yerle bir eden ve Lübnan’daki müttefiki Hizbullah’a büyük kayıplar verdiren İsrail misillemesini başlatan 7 Ekim saldırılarından pişmanlık duymadığını söylemişti.

İslami gruplar üzerine araştırmalar yapan yazar Hassan Hassan’a göre Sinvar İran’ı ve Hizbullah, Yemen’deki Husiler ve Iraklı milislerden oluşan “Direniş Ekseni”nin tamamını İsrail ile çatışmaya sürükledi.

“Şimdi 7 Ekim’in etkilerini görüyoruz. Sinvar’ın giriştiği kumar işe yaramadı” diyen Hassan, Direniş Ekseni’nin asla toparlanamayabileceği görüşünde.

Hassan, “İsrail’in iki hafta içinde Hizbullah’a yaptıkları neredeyse bir yıl boyunca Gazze’de Hamas’ı geriletmeye eşdeğer. Hizbullah’ta üç liderlik kademesi ortadan kaldırıldı, askeri komuta kademesi yok edildi ve önemli lideri Hasan Nasrallah suikasta kurban gitti” dedi.

Ancak Sinvar’ın Hamas üzerindeki hakimiyeti, Gazzeliler arasındaki bazı muhalefet işaretlerine rağmen sarsılmaz bir şekilde devam etti.

Yahya Sinvar, Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin Temmuz ayında Tahran ziyareti sırasında öldürülmesinin ardından İslamcı hareketin genel lideri olarak seçilmişti. İsrail, Haniye’nin öldüğü saldırıyla ilgisi olduğunu doğrulamadı.

İsrail tarafından “Kötülüğün Yüzü” olarak adlandırılan ve Gazze’nin altındaki tünellerde faaliyetlerini sürdüren Sinvar, üç Hamas yetkilisi ve bir bölge yetkilisine göre gizlilik içinde hareket ediyor, sürekli yer değiştiriyor ve dijital olmayan iletişim için güvenilir haberciler kullanıyordu. Sinvar, 7 Ekim 2023’ten beri halk arasında görülmüyordu.

Üç Hamas kaynağı, Katar ve Mısır’ın öncülüğünde aylarca süren ve rehinelerle tutukluların takas edilmesine odaklanan başarısız ateşkes görüşmelerinde Sinvar’ın tek karar verici olduğunu söylüyordu.

Sinvar’ın bir dava uğruna hem kendisinin hem de Filistin halkının çektiği acılara tahammül eşiğinin ne kadar yüksek olduğu, 2011 yılında Gazze’de kaçırılan bir İsrail askerine karşılık kendisi dahil 1027 mahkumun takas edilmesine yardımcı olduğunda ortaya çıkmıştı. Hamas’ın İsrail askerini kaçırma eylemi, İsrail’in Gazze’ye saldırmasına ve binlerce Filistinli’nin ölümüne yol açmıştı.

Sinvar’ı tanıyan bazıları Reuters’a yaptıkları açıklamalarda, Sinvar’ın kararlılığını, Gazze’deki mülteci kamplarında geçen yoksul bir çocukluk ile İsrail tarafından hapiste tutulduğu, zor şartlar altında geçen 22 yılın şekillendirdiğini söyledi.

İsimlerinin açıklanmaması kaydıyla konuşan tüm kaynaklar, rehineler ve esir takası konusunun Sinvar için son derece kişisel olduğunu söyledi. Sinvar, İsrail’de tutulan tüm Filistinli mahkumları serbest bırakma sözü vermişti.

Sinvar 1980’lerde kuruluşundaki kısa bir süre sonra Hamas’a üye oldu ve grubun tarihi Filistin topraklarında bir İslam devleti kurmayı amaçlayan ve İsrail’in varlığına karşı çıkan radikal İslamcı ideolojisini benimsedi.

Bu ideoloji İsrail’i sadece siyasi bir rakip olarak değil, Müslüman topraklarında işgalci bir güç olarak görüyor. İslami hareketler üzerine çalışan uzmanlar, bu açıdan bakıldığında, zorlukların ve acıların Sinvar ve destekçileri tarafından genellikle daha geniş bir İslami fedakarlık inancının parçası olarak yorumlandığını söylüyor.

Adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir Hamas yetkilisi, Sinvar için, “Onun kararlılığının ardında yatan ideoloji azmi, hedef azmi yatıyor. Çilekeş ve azla yetinen biri” tanımlaması yapıyor.

Gazzeli Wissam İbrahim, Sinvar’ın savaştan önce İsrail’in onlarca yıllık işgali sırasında Gazze’de geçirdiği çocukluğundan bahsettiğini ve bir keresinde annesinin boş Birleşmiş Milletler gıda yardımı çuvallarından giysiler yaptığını söylediğini aktardı.

Hapishanede yazdığı yarı otobiyografik romanında Sinvar, İsrail 2005 yılında Gazze’den çekilmeden önce askerlerin Filistinliler’in evlerini “avının kemiklerini kıran bir canavar gibi” buldozerlerle yıkmasını anlatmıştı.

İsrail için casusluk yaptığından şüphelenilen Filistinliler’i cezalandırmakla görevli olan Sinvar, daha sonra adını bir hapishane lideri olarak duyurmuştu.

İki İsrail askeri ile dört Filistinli’nin kaçırılıp öldürülmesini planlamaktan aldığı 22 yıllık hapis cezasından kahraman olarak çıkan Sinvar, daha sonra hızla Hamas’ın üst kademelerine yükseldi.

Dört gazeteci ve üç Hamas yetkilisi, Sinvar’ın Gazze’deki günlük zorlukları ve acımasız gerçekleri anlamasının Gazzeliler tarafından olumlu karşılandığını, korkutucu şöhretine ve öfke patlamalarına rağmen insanlara kendilerini rahat hissettirdiğini söyledi.

Arap ve Filistinli yetkililer tarafından Hamas’ın stratejisinin ve 2012’de ziyaret ettiği İran’la kurduğu güçlü bağlarla desteklenen askeri kabiliyetlerinin mimarı olarak görülen Sinvar, 7 Ekim baskınını düzenlemeden önce de İsrail’e saldırma arzusunu gizlememişti.

Sinvar, bir yıl önce yaptığı bir konuşmada İsrail’e savaş uçakları ve roketlerle saldırma sözü vermiş, ya İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklarda bir Filistin devleti kurmak için dünyayı birleştirecek ya da Yahudi ulusunu küresel sahnede yalnız bırakacak bir savaşın işaretini vermişti.

Bu konuşmayı yaptığı dönemde Sinvar ve Hamas’ın askeri komutanı Muhammed Deif, saldırı için çoktan gizli planlar yapmışlar, hatta kamuoyu önünde böyle bir saldırıyı simüle eden eğitim tatbikatları bile uygulamışlardı.

1988 yılında tutuklanan Sinvar, iki İsrail askeri ile dört şüpheli Filistinli muhbirin kaçırılıp öldürülmesini organize etmekle suçlanarak, dört kez müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.

Sinvar’la birlikte 1991 ile 1995 yılları arasında Aşkelon’da hapis yatan eski Lübnanlı komünist militan Nabih Awadah, Hamas liderinin İsrail ile Filistin Yönetimi arasında 1993 yılında imzalanan Oslo Barış Anlaşmaları’nı “felaket” olarak gördüğünü ve İsrail’in Filistin topraklarından “müzakerelerle değil, ancak güç kullanarak” çıkarılabileceğini söylediğini anlattı.

Awadah, “inatçı ve dogmatik” olarak nitelendirdiği Sinwar’ın Hamas ya da Lübnan Hizbullahı’nın İsrailliler’e saldırılarını duyduğunda sevinçten havalara uçtuğunu söyledi. Sinvar’a göre askeri çatışma “Filistin’i İsrail işgalinden kurtarmanın” tek yoluydu.

Awadah, Sinvar’ın “İslamcı ya da dindar olmayanlar dahil tüm mahkumlar için etkili bir model” olduğunu söyledi.

Hamas liderini hapishanede 180 saat boyunca sorgulayan İsrail’in Şin Bet güvenlik teşkilatının eski yetkilisi Michael Koubi, Sinvar’ın gözdağı verme ve komuta etme yeteneğiyle öne çıktığını söyledi.

Koubi, o zamanlar 28 ya da 29 yaşında olan Sinvar’a neden evlenmediğini sorduğunda, “Hamas benim eşim, benim çocuğum. Hamas benim her şeyim” yanıtını aldığını aktardı. 2011’de hapisten çıktıktan sonra evlenen Sinvar’ın üç çocuğu oldu.

Awadah, keskin içgüdüleri ve dikkatinin Sinvar’ın hapishaneye sızmış Şin Bet muhbirlerini tespit edip ifşa etmesini sağladığını da söyledi.

Awadah, Sinvar’ın liderliğinin 1992 yılında binden fazla mahkumun sadece su ve tuzla hayatta kalmasına öncülük ettiği açlık grevi sırasında çok önemli olduğuna dikkat çekti. Sinvar cezaevi yetkilileriyle müzakere etmiş ve kısmi tavizlerle yetinmeyi reddetmişti. Sinvar ayrıca hapishanede geçirdiği zamanı akıcı İbranice öğrenmek için kullanmıştı.

Birlikte hapisteyken Sinvar’ın sık sık Aşkelon’un ailesinin atalarının memleketi olduğunu hatırlattığını söyleyen Awadah, bugün İsrail’de bulunan Aşkelon hapishanesinin avlusunda çıplak ayakla masa tenisi oynarken Sinvar’ın ayaklarının Filistin topraklarına değmesini istediğini söylediğini aktardı ve “Sinvar bize sık sık ‘Ben hapishanede değilim; toprağımdayım. Burada, ülkemde özgürüm’ derdi” şeklinde konuştu.

Hamas’ın öldürülen liderleri

İsrail, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin işgaline karşı ilk Filistin ayaklanmasının yaşandığı 1987’den bu yana Hamas’ın liderlerine ve kilit isimlerine suikastlar ile öldürmeye çalışıyor.

Örgütün siyasi kanadının lideri İsmail Haniye 31 Temmuz 2024’te Tahran’da kaldığı konut güdümlü füzeyle vurulmasıyla öldürüldü. Haniye, İran’ın yeni cumhurbaşkanının yemin törenine katılmak için Tahran’da bulunuyordu.

İsrail, Haniye’nin öldürülmesiyle ilgili resmi bir üstlenme açıklaması yapmadı. Ancak ülkenin bu konularda genellikle açıklama yapmadığı da biliniyor.

İsmail Haniye: Örgütün siyasi kanadının lideri İsmail Haniye 31 Temmuz 2024’te Tahran’da kaldığı konut güdümlü füzeyle vurulmasıyla öldürüldü. Haniye, İran’ın yeni cumhurbaşkanının yemin törenine katılmak için Tahran’da bulunuyordu.

İsrail, Haniye’nin öldürülmesiyle ilgili resmi bir üstlenme açıklaması yapmadı. Ancak ülkenin bu konularda genellikle açıklama yapmadığı da biliniyor.

Yahya Ayyaş: Filistinli intihar eylemcilerinin arkasındaki “Mühendis” lakaplı Yahya Ayyaş, 5 Ocak 1996’da, o zamanlar Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) yönetimindeki Gazze’de öldürüldü.

Ayaş’ın cep telefonu elinde patlamış, Filistinliler sorumluluğu üstlenmeyi reddeden İsrail’i suçladı. Hamas, Şubat ve Mart aylarında dokuz gün boyunca üç İsrail kentinde 59 kişinin ölümüne yol açan dört intihar saldırısıyla misilleme yaptı.

Halid Meşal: Hamas’ın kurucularından ve eski siyasi lideri olan Halid Meşal, 1997’de Ürdün’ün başkenti Amman’daki ofisine yakın bir sokakta İsrail ajanlarının başarısız bir suikast girişimine uğradı.

Meşal’e yolda yürüdüğü sırada şırınga ile zehir enjekte edildi. Ürdün yetkilileri suikast girişimini ortaya çıkardı ve iki Mossad ajanını tutukladı.

Dönemin Ürdün Kralı Hüseyin, o dönem de İsrail Başbakanı olan Binyamin Netanyahu’dan, Meşal’e enjekte edilen maddenin panzehrini istedi. Aksi halde zanlıları asma ve Ürdün’ün İsrail’le olan barış anlaşmasını feshetme tehdidinde bulundu.

Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın baskısı sonrası, Netanyahu ilk etapta reddettiği bu isteği yerine getirdi. Ayrıca Hamas lideri Şeyh Ahmed Yasin’i serbest bırakmayı kabul etti. Ancak yedi yıl sonra Yasin Gazze’de öldürüldü.

Şeyh Ahmed Yasin: İsrail, Hamas’ın kurucuları arasında yer alan ve dini lideri olan Şeyh Ahmed Yasin’i 22 Mart 2004 tarihinde Gazze’de bir camiden çıkarken helikopterden atılan bir füzeyle öldürdü.

Binlerce Filistinli Gazze’de intikam sloganları atarak yürüdü. Hamas yetkilileriyse, İsrail’in bu suikastle, ‘cehennemin kapılarını açtığını’ söyledi.

Filistin’de ve diğer Müslüman ülkelerde geniş çaplı protestolara ve kınamalara yol açtı, İsrail-Filistin çatışmasında önemli bir tırmanışa işaret etti.

Abdülaziz El Rantisi: İsrail helikopterinin 17 Nisan 2004 tarihinde Gazze’de bir araca düzenlediği füze saldırısında Hamas lideri Abdülaziz El Rantisi ve iki koruması öldürüldü.

Hamas liderliği saklanmaya başladı ve Rantisi’nin halefinin kimliği gizli tutuldu. Suikast, Şeyh Ahmed Yasin’in öldürülmesinin ardından Gazze’de Hamas liderliğini devralmasından kısa bir süre sonra gerçekleşti.

Adnan El Gul: Hamas’ın bombalama uzmanı olarak görülen Adnan El Gul 21 Ekim 2004’te Gazze’de bir İsrail hava saldırısında öldürüldü.

Gul, Hamas’ın askeri kanadında iki numaraydı ve sık sık İsrail kasabalarına atılan “Kassam” roketinin babası olarak biliniyordu. Adnan El Gul, Hamas’ın İzzeddin el-Kassam Tugayları olarak bilinen askeri kanadının lideri Muhammed Deyif’in yardımcısıydı.

Nizar Rayan: Hamas’ın en sert siyasi liderlerinden biri olarak kabul edilen din adamı, İsrail içinde yeni intihar saldırıları düzenlenmesi çağrısında bulunmuştu. Dört eşinden ikisi ve yedi çocuğuyla 1 Ocak 2009’da Cebaliye mülteci kampındaki bombalamada öldürüldü.

15 Ocak 2009’da da Gazze Şeridi’nde Hamas’ın İçişleri Bakanı Said Seyyam bir İsrail hava saldırısında öldürüldü. eyyam 13.000 Hamas polisinden ve güvenlik görevlilerinden sorumluydu.

Salih Aruri: Beyrut’un güney banliyölerinden Dahiye’de 2 Ocak 2024’te İsrail’e ait bir insansız hava aracıyla düzenlenen saldırıda Hamas’ın siyasi kanadının üst yönetimindeki Salih el Aruri öldürüldü. Aruri aynı zamanda Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugayları’nın da kurucusuydu.

Paylaşın

İran, Onlarca Afgan Göçmeni Öldürdü

İran merkezli insan hakları grubu Haalvsh, İran sınır muhafızlarının Pakistan sınırı yakınlarında ülkeye geçmeye çalışan en az 260 Afgan göçmeni vurarak öldürdüğünü bildirdi.

Haber Merkezi / Haalvsh, öldürülenlerin cesetlerini gösterdiği iddia edilen videoları yayınlayarak, göçmenlerin sadece silahlı saldırıya değil RPG saldırılarına da maruz kaldığını iddia etti.

Olay hem İran’da hem de uluslararası alanda yaygın tepkiye neden oldu. Ancak ne İranlı yetkililer ne de Afganistan olay hakkında resmi bir açıklama yapmadı.

Afganistan eski Başsavcısı Muhammed Farid Hamidi, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Göçmenlerin, savunmasız ve korumasız olduklarını bilerek kasıtlı olarak öldürülmesi, insanlığa karşı bir suç teşkil ediyor; korkunç ve insanlık dışı bir eylemdir” dedi.

İran, Mart 2025’in sonuna kadar yaklaşık iki milyon Afgan sığınmacıyı sınır dışı etmeyi planlıyor. Mesud Pezeshkian liderliğindeki yeni hükümet Afgan sığınmacılara yönelik baskıyı yoğunlaştırmış durumda.

İran, onlarca yıldır ülkelerindeki çatışmalardan, zulümden ve işsizlikten kaçan milyonlarca Afgan sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. BM’ye göre İran’da 4,5 milyon Afgan sığınmacı var. Ancak İranlı yetkililer bu sayının 5 milyonu aştığını iddia ediyor.

Taliban’ın Ağustos 2021’de Afganistan’ı ele geçirmesi, ülkenin zaten kötü olan insani durumunu daha da kötüleştirdi ve her gün binlerce kişi, komşu ülkeler İran ve Pakistan’a kaçıyor.

Son yıllarda hem İran hem de Pakistan, Afgan sığınmacılara yönelik baskılarını yoğunlaştırarak on binlerce kişiyi Afganistan’a geri gönderdi.

Paylaşın

UNICEF’den Lübnan İçin “Kayıp Nesil” Uyarısı

Lübnan’da İsrail saldırılarında 2 bin 300’den fazla kişi hayatını kaybederken, UNICEF’den 400 binden fazla çocuğun yerinden edildiği Lübnan için “kayıp nesil” uyarısında bulundu.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Acil Yardım Fonu (UNICEF), İsrail’in saldırıları dolayısıyla Lübnan’da son üç haftada 400 binden fazla çocuğun yerinden edildiğini belirterek, “kayıp nesil” uyarısında bulundu.

UNICEF’in insani yardım faaliyetlerinden sorumlu genel müdür yardımcısı Ted Chaiban, yerinden edilmiş aileleri barındırmak üzere barınaklara dönüştürülen okulları ziyaret etti.

Chaiban Beyrut’ta Associated Press haber ajansına verdiği demeçte, “Beni etkileyen şey, üç haftadır süren bu savaşta bu kadar çok çocuğun etkilenmiş olması” dedi.

UNICEF yetkilisi, yerlerinden edilmiş çocukların eğitimden mahrum kaldığını ve ortada kayıp bir nesil riski olduğunu belirtti.

Lübnan’daki bazı özel okullar hala faaliyette olsa da, Filistinli ve Suriyeli mülteci çocukların da gittiği okullar da dahil, devlet okulları savaştan olumsuz etkilendi. Chaiban, “Endişelendiğim şey, yüz binlerce Lübnanlı, Suriyeli ve Filistinli çocuğun eğitimden mahrum kalma riski altında olması” dedi.

Lübnan Sağlık Bakanlığı’na göre ülkede 2 bin 300’den fazla kişi İsrail saldırılarında hayatını kaybetti ve bunların yaklaşık yüzde 75’i geçtiğimiz ay içinde gerçekleşti. Chaiban, son üç haftada 100’den fazla çocuğun öldüğünü ve 800’den fazlasının da yaralandığını söyledi.

Chaiban yerlerinden edilenlerin üç ya da dört aile birlikte plastik bir örtü ile ayrılmış bir sınıfta yaşayabildiği ve bin kişinin 12 tuvaleti paylaşabildiği aşırı kalabalık barınaklarda kaldığını kaydetti.

Yerlerinden edilmiş pek çok aile yol kenarlarına ya da halk plajlarına çadır kuruyor.

Chaiban, yerinden edilen çocukların çoğunun, bombardımana veya silah seslerine maruz kaldığını ve herhangi bir yüksek sesten korktuklarını söyledi. UNICEF yetkilisi, “Bir de tahliye emirleri üzerine tahliye emirleri var. Daha işin başındayız ve şimdiden derin bir etki yaratmış durumdayız” dedi.

Lübnan’daki çatışmalar nedeniyle 100’den fazla sağlık tesisi hizmet dışı kalırken, 12 hastane de ya hiç çalışmıyor ya da kısmen çalışıyor.

Su altyapısı da saldırılardan olumsuz etkilendi. Chaiban, son üç hafta içinde yaklaşık 350 bin kişiye su sağlayan 26 su istasyonunun hasar gördüğünü söyledi. UNICEF bu istasyonların onarımı için yerel yetkililerle birlikte çalışıyor.

Chaiban sivil altyapının korunması çağrısında bulunarak, çatışmanın askeri yollarla çözülemeyeceğinin farkına varılması gerektiğini söyledi.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Afganistan’da Çocukların Yarısı Yetersiz Beslenmeden Dolayı “Bodur”

Afganistan’da beş yaş altı çocukların neredeyse yarısı (yüzde 44,6) kronik yetersiz beslenmeden dolayı bodur kalırken, yüzde 3,6’sı akut yetersiz beslenmeden dolayı düşük kilolu.

Haber Merkezi / Birleşmiş Milletler’e göre, Afganistan’da 24 milyondan fazla insan şu anda acil insani yardıma ihtiyaç duyuyor.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), bu yıl içerisinde, akut yetersiz beslenme sorunu yaşayan 343 binden fazla Afgan çocuğun tedavi edildiğini bildirdi. UNICEF, Afganistan’da ciddi yetersiz beslenmeyle mücadele için gerekli olan terapötik gıdanın tek tedarikçisi.

Sağlık kaynaklarına göre, ülkenin Nangarhar eyaletinde son altı ayda en az 700 çocuk yetersiz beslenme ve mevsimsel hastalıklardan kaynaklı hayatını kaybetti. Ölü sayısının çok daha yüksek olması muhtemel zira birçok vaka, medya erişiminin sınırlı olması ve Taliban’ın bilgi akışına uyguladığı sıkı kısıtlamalar nedeniyle bildirilmiyor.

Save the Children, mayıs ayında 6 milyondan fazla Afgan çocuğun acil durum seviyesinde açlıkla karşı karşıya olduğunu, beş yaş altındaki yaklaşık 3 milyon çocuğun ise akut yetersiz beslenme sorunuyla karşı karşıya olduğunu bildirdi.

Afganistan, bu yılki Küresel Açlık Endeksi’nde 127 ülke arasında 116. sıraya geriledi. Bu, insani krizin kötüleştiğinin bir göstergesi.

Taliban ve Afganistan

Taliban Afganistan’da yönetimi elinde bulunduran Diyubendi İslamcı hareket ve askeri organizasyondur. Kendilerine Afganistan İslam Emirliği demekte olup ülke içinde bir savaş (veya cihat) sürdürmüştür.

İslam şeriatını yayma amacıyla Molla Muhammed Ömer tarafından 1994 yılında kurulan Taliban’ın 2016’dan beri lideri Mevlevi Hibetullah Ahundzade’dir.

Taliban, 1996’dan 2001’e kadar, Afganistan’ın kabaca dörtte üçüne hükmetmiş ve kendilerine göre yorumladıkları şeriatı uygulamıştır. 1994 yılında Afgan İç Savaşı’nın önde gelen gruplarından biri olarak ortaya çıkmıştı ve büyük ölçüde Afganistan’ın doğu ve güneyindeki Peştun bölgelerindeki geleneksel İslami okullarda (medreselerde) eğitim görmüş ve Sovyet-Afgan Savaşı’nda savaşmış öğrencilerden (talebe) oluşmaktaydı.

Muhammed Ömer’in önderliğindeki hareket, Mücahid liderlerinden aldığı güçle Afganistan’ın çoğu bölgesine yayıldı. 1996’da totaliter Afganistan İslam Emirliği kuruldu ve Afganistan’ın başkenti Kandahar’a transfer edildi. 11 Eylül saldırılarının ardından Aralık 2001’de Amerikan liderliğindeki Afganistan işgaliyle devrilene kadar ülkenin çoğunu kontrol etti.

En etkin dönemlerinde, Taliban hükûmeti diplomatik olarak yalnızca Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından tanındı. Grup daha sonra Afganistan Savaşı’nda Amerikan destekli Hamid Karzai yönetimine ve NATO liderliğindeki Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’ne karşı bir direniş hareketi olarak yeniden bir araya geldi.

Taliban, birçok Afgan’a uygulanan sert muameleyle sonuçlanan şeriat yorumu nedeniyle uluslararası alanda kınandı. 1996’dan 2001’e kadar olan iktidarları sırasında, Taliban ve müttefikleri Afgan sivillere karşı katliamlar gerçekleştirdi, açlıktan ölmek üzere olan 160.000 sivile Birleşmiş Milletler’in gıda tedarikini engelledi ve yakıp yıkma taktiği uyarınca geniş ve verimli toprakları yakarak on binlerce evi yok etti.

Taliban, Afganistan’ı kontrol ederken, insanları veya diğer canlıları tasvir eden resimler ve filmler ile def haricinde bir enstrümanın kullanıldığı müziği yasakladı, kadınların okula gitmesini engelledi, kadınların sağlık hizmetleri dışındaki işlerde çalışmasını yasakladı (erkek doktorların kadınları görmesi de yasaklandığı için) ve kadınların dışarıda bir erkek akraba ile dolaşmalarını ve burka giymelerini zorunlu kıldı.

Belirli kuralları çiğneyen kadınlar alenen kırbaçlandı veya idam edildi. Dini ve etnik azınlıklar, Taliban yönetimi altında ağır bir şekilde ayrımcılığa uğradı. Birleşmiş Milletler’e göre, 2010’da Afgan sivil ölümlerinin %76’sından, 2011 ve 2012’de ise %80’inden Taliban ve müttefikleri sorumluydu. Kültürel soykırıma da girişen Taliban, Bamyan’ın 1500 yıllık Buda heykelleri de dahil olmak üzere çok sayıda anıtı yok etmiştir.

Taliban’ın ideolojisi; Diyubendi köktendinciliği ve militan İslamcılığın, Peştunvali olarak bilinen Peştun sosyal ve kültürel normlarıyla birleştirilmesine dayanan “yeni” bir şeriat hukuku biçimi olarak tanımlanmıştır.

Uluslararası topluluklar ve Afgan hükûmeti; sıklıkla Pakistan’ın Servislerarası İstihbarat’ını ve ordusunu; kuruluşunda, iktidarda oldukları süre boyunca ve direniş süreci boyunca Taliban’a destek sağlamakla suçlamıştır. Pakistan ise 11 Eylül saldırılarından sonra gruba yönelik tüm desteğini kestiğini belirtmiştir. 2001 yılında, El Kaide lideri Usame bin Ladin komutasındaki 2.500 Arap’ın Taliban için savaştığı bildirilmiştir.

2020’nin Şubat ayında Trump yönetimi, 1 Mayıs 2021 itibarıyla tüm Amerikan güçlerinin Afganistan’dan çekileceğine dair Taliban ile anlaşma imzaladı. Karşılığında Taliban, El Kaide gibi terörist gruplarıyla bağlantısını kesecek, şiddeti azaltacak ve Amerika destekli Afgan hükûmetiyle müzakere edecekti. Her iki taraf da bu anlaşmanın şartlarını tam olarak yerine getirmese de, çekilme başladı.

15 Ağustos 2021’de Kabil’in düşmesiyle Taliban, Afganistan yönetimine tekrar sahip oldu.

Paylaşın

Uluslararası Af Örgütü: 18 Ülkede “İnsanlığa Karşı Suç” İşlendi

Uluslararası Af Örgütü, sadece son 10 yılda en az 18 ülkede “insanlığa karşı suç” işlendiğini açıkladı. Açıklamada, Etiyopya, İran, İsrail ve işgal altındaki Filistin, Suriye, Ukrayna gibi ülkelerdeki durumun, uluslararası adalet sistemini güçlendirmek konusundaki acil ihtiyacı hatırlattığı vurgulandı.

Uluslararası Af Örgütü açıklamada, BM Üye Devletlerinin, uluslararası adalet çerçevesini güçlendirmek ve faillerin soruşturma ve yargılamadan kaçınmalarına yönelik güvenli alanları büyük oranda azaltmak amacıyla İnsanlığa Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme’nin resmi müzakerelerini hızla başlatacak bir kararı desteklemeleri gerektiğini belirtti.

Uluslararası Af Örgütü, 22 Kasım’a kadar sürecek BM Genel Kurulu’nun toplantıları başlarken, kurula “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme”nin resmi müzakerelerini hızla başlatacak bir kararı desteklemeleri çağrısında bulundu.

Bu suçlara özgü bağımsız bir sözleşme bulunmadığı vurgulanan açıklamada, Uluslararası Af Örgütü’nün, sadece son 10 yılda en az 18 ülkede bu suçlara ilişkin kanıtları tespit ettiği belirtildi.

Açıklamada, Etiyopya, İran, İsrail ve işgal altındaki Filistin, Suriye, Ukrayna gibi ülkelerdeki durumun, uluslararası adalet sistemini güçlendirmek konusundaki acil ihtiyacı hatırlattığı vurgulandı. Ayrıca sözleşmenin, toplumsal cinsiyet adaletine ilişkin uluslararası standartlarda da son derece ihtiyaç duyulan gelişmeleri sağlayabileceğine dikkat çekildi.

Uluslararası Af Örgütü bugün yaptığı yazılı açıklamada, BM Üye Devletlerinin, uluslararası adalet çerçevesini güçlendirmek ve faillerin soruşturma ve yargılamadan kaçınmalarına yönelik güvenli alanları büyük oranda azaltmak amacıyla İnsanlığa Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme’nin resmi müzakerelerini hızla başlatacak bir kararı desteklemeleri gerektiğini belirtti.

Uluslararası Af Örgütü’nün çağrısı, BM Genel Kurulu 6. Komitesi’nin, gündemindeki “insanlığa karşı işlenen suçlar” başlığını tartışmak üzere toplandığı gün yapıldı. 6. Komite toplantısının 22 Kasım’a kadar sürmesi bekleniyor.

Bianet’in aktardığına göre; Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard konu hakkındaki açıklamasında, şunları söyledi: “Gelecek altı hafta, uluslararası toplumun insanlığa karşı işlenen suçlara ilişkin bir sözleşmeyi müzakere etmek ve çıkarmak konusunda nihayet ilerleme kaydetmesi için benzersiz bir fırsattır. Böyle bir sözleşme, en korkunç suçların bazılarının mağdurları ve bu suçlardan hayatta kalanlar için adaletin, hakikatin ve onarımın sağlanması adına günümüz dünyasında son derece ihtiyaç duyulan yeni yollar açacaktır.

Yeni sözleşme, toplumsal cinsiyet adaletine ilişkin uluslararası standartlarda da son derece ihtiyaç duyulan gelişmeleri sağlayabilir. Toplumsal cinsiyete dayalı apartheid, zorla evlendirme ve kürtaja zorlama gibi, uluslararası toplumun şimdiye kadar çok sınırlı ölçüde ilgilendiği toplumsal cinsiyete dayalı suçların tanınması da buna dahildir. Dünyamızın birçok bölgesinde kadınlara, kız çocuklara ve LGBTİ+’lara karşı yürütülen asırlık savaşa son vermeye uygun bir uluslararası yasanın zamanı çoktan geldi.”

Soykırım ve savaş suçları gibi, uluslararası hukuk kapsamındaki diğer suçların aksine, insanlığa karşı işlenen suçlar için halihazırda bu suçlara özgü, bağımsız bir sözleşme bulunmuyor. Af Örgütü, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Roma Statüsü uluslararası hukuk uyarınca insanlığa karşı işlenen suçları yasaklasa da devletler tarafından uygulanacak bir İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlara İlişkin Sözleşme, UCM çerçevesi de dahil genel uluslararası adalet çerçevesini tahkim edecek ve güçlendirecektir” dedi.

Paylaşın

Birleşmiş Milletler: Lübnan İnsani Krizle Karşı Karşıya

Lübnan’ın tarihindeki en ölümcül dönemlerin birinden geçtiğinin altını çizen BM’nin Lübnan’daki İnsani Yardım Koordinatörü  İmran Rıza, ihtilafın çok acı hatıraları da geri getirdiğini belirterek, yarısı çocuk ve kadın olmak üzere 600 binden fazla insanın ülke içinde yerinden edildiğini söyledi.

Okulların 4 Kasım’da açılmasının planlandığını dile getiren Rıza, halihazırda okulların yüzde 75’inin sığınaklara dönüştürüldüğünü ifade etti. Rıza, son anda gece yarısında İsrail ordusunun “boşalt emri”ni alan kişilerin ise sokaklarda kaldığını, yaklaşık 300 bin kişinin komşu ülkelere kaçtığını belirtti.

Sağlık çalışanları, su sistemleri gibi temel hizmetlerin de saldırıya uğradığını kaydeden Rıza, “Bu acilen durdurulmalı. Savaşların bile kuralları vardır. dedi.

Birleşmiş Milletler Lübnan Özel Koordinatörü (UNSCOL) Jeanine Hennis – Plasschaert ve BM’nin Lübnan’daki İnsani Yardım Koordinatörü İmran Rıza, Beyrut’tan video konferans yöntemiyle gazetecilere açıklama yaptı. Hennis – Plasschaert, Lübnan’ın korkunç boyutlarda bir ihtilaf ve insani krizle karşı karşıya olduğuna dikkati çekti.

Acımasız bombardımanın Lübnan’da günlük hayatın parçası haline geldiğine işaret eden Hennis – Plasschaert, 2 binden fazla kişinin öldürüldüğünü ve binlerce kişinin yerinden edildiğini söyledi. Hennis – Plasschaert, 7 Ekim’in İsrail’in “tehdit algısını tamamen değiştirdiğini” açıkça gösterdiğini belirterek, “Ancak şu da açık ki ölüm ve yıkımın sürmesi güvenliği beraberinde getirmez” değerlendirmesinde bulundu.

Bu yolla kısa vadeli taktiksel kazanımlar ele etmenin mümkün olabileceğini söyleyen Hennis – Plasschaert, uzun vadeli stratejik hedeflerin ise zarar göreceğine işaret etti. Netanyahu’nun “Lübnan halkına çektiği videodaki” ifadelerinin nasıl karşılandığına ilişkin ise Hennis – Plasschaert, “Tahmin edersiniz ki memnuniyetle karşılanmadı. Birçok insan tehdit olarak algıdı, endişe ve kaygıya neden oldu” dedi.

Hennis – Plasschaert, İsrail’in BM’nin ateşkes çağrısına uyup uymayacağına ilişkin ise bunun gerekli ancak kolay olmadığını dile getirdi. Gazze’den edinilen dersler konusunda bir soruya Hennis – Plasschaert, “BM Sekretaryasının günün sonunda yapabilecekleri kısıtlı. Tüm sistemin çalışır olması gerekiyor. Gazze’de çok fazla fırsat kaçırıldığını görmek zor değil” yanıtını verdi.

“Savaşların bile kuralları vardır”

BM’nin Lübnan’daki İnsani Yardım Koordinatörü Rıza da Lübnan’ın tarihindeki en ölümcül dönemlerin birinden geçtiğinin altını çizdi. Rıza, ihtilafın çok acı hatıraları da geri getirdiğini belirterek, yarısı çocuk ve kadın olmak üzere 600 binden fazla insanın ülke içinde yerinden edildiğini söyledi.

Okulların 4 Kasım’da açılmasının planlandığını dile getiren Rıza, halihazırda okulların yüzde 75’inin sığınaklara dönüştürüldüğünü ifade etti. Rıza, son anda gece yarısında İsrail ordusunun “boşalt emri”ni alan kişilerin ise sokaklarda kaldığını, yaklaşık 300 bin kişinin komşu ülkelere kaçtığını belirtti.

Sağlık çalışanları, su sistemleri gibi temel hizmetlerin de saldırıya uğradığını kaydeden Rıza, “Bu acilen durdurulmalı. Savaşların bile kuralları vardır. dedi. Rıza, daha fazla insani yardımla durumun düzelmeyeceğine, temelde uluslararası insancıl hukuka uyulmasının kilit öneme sahip olduğuna dikkati çekti.

Diplomatik bir sürecin ateşkese gitmesi gerektiğini belirten Rıza, “Aksi halde, acı sadece derinleşir ve yayılır. Uluslararası toplum daha fazla acıyı engellemek için acilen harekete geçmeli” uyarısında bulundu. Rıza, Lübnan halkının Gazze’deki duruma bakarak korku ve travma yaşadığını dile getirerek, bunun engellenmesi için ülkelerin tüm gücüyle mücadele etmesi gerektiğini vurguladı.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

İsrail’den İran’a Tehdit: Ne Olup Bittiğini Anlamayacak

İran’ın 1 Ekim’deki saldırısını “başarısızlık” olarak tanımlayan İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, “Bize saldıranın canı yanar ve bedel öder. Saldırımız öldürücü, isabetli ve her şeyin ötesinde şaşırtıcı olacak. Neyin nasıl olduğunu anlamayacaklar. Sonuçlarını görecekler” dedi.

İsrail Başbakanı  Benyamin Netanyahu, İran’ın füze saldırısının ardından bedel ödeyeceğini söylerken, Tahran İsrail’in vereceği bir karşılığın büyük bir yıkım getireceğini belirtmişti.

İran geçen hafta Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin öldürülmesine cevaben İsrail’e füze saldırısında bulunmuştu. İsrail’e fırlatılan yaklaşık 200 füzenin çoğu havada imha edilmişti.

İsrail, İran’ın söz konusu füze saldırısının bedelini ağır ödeyeceğini belirtmişti. Tahran’ın olası bir misilleme durumunda İsrail’in büyük bir yıkımla karşılaşacağı tehdidinde bulunması ise dünya petrolünün önemli bir bölümünün üretildiği bölgede daha büyük çapta bir çatışma yaşanabileceğine dair endişeleri artırmıştı.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, İran’ın geçen hafta topraklarına düzenlediği füze saldırısına İsrail’in vereceği cevabın “ölümcül” olacağı uyarısında bulundu.

Savunma Bakanı Gallant, İsrail askerlerine yaptığı bir konuşmada, saldırının İran’ı hazırlıksız yakalayacağını söyledi, ancak planlandığı iddia edilen saldırının boyutu hakkında daha fazla ayrıntı vermedi. Gallant, “Ne olduğunu ve nasıl olduğunu anlayamayacaklar” dedi.

İsrail’in İran’a yönelik saldırı hazırlığı, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Joe Biden arasında dün gerçekleşen telefon görüşmesinde de ele alındı. Her iki taraf da yaklaşık 30 dakikalık bu görüşmenin olumlu geçtiğini belirtmekle yetindi.

Daha önce İsrail’i İran’ın nükleer tesislerini hedef almaması konusunda uyaran ABD Başkanı Joe Biden, bu ülkedeki petrol sahalarına saldırılmasına da karşı çıkıyor.

Biden – Netanyahu görüşmesinde, İsrail’in Lübnan’daki Hizbullah hedeflerine yönelik saldırıları da konuşuldu. Beyaz Saray, Biden’ın Lübnan’daki, özellikle de Beyrut’un kalabalık bölgelerindeki sivillerin zarar görmemesi için azami özen gösterilmesi yönünde çağrıda bulunduğunu belirtti.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller da “Lübnan’da hiçbir şekilde Gazze’dekine benzer ve Gazze’deki gibi bir sonuca yol açacak bir askeri eylem olmamalı” açıklamasında bulundu.

Netanyahu önceki gün yaptığı açıklamada, Lübnan’ın da “Gazze’ye dönebileceği” tehdidinde bulunmuştu. Lübnanlılara seslendiği video mesajda “Gazze’de gördüğümüze benzer yıkım ve acılara yol açacak uzun bir savaşın pençesine düşmeden önce Lübnan’ı kurtarma fırsatınız var” diyen Netanyahu, “Ülkenizi Hizbullah’tan kurtarın ki bu savaş sona ersin” çağrısında bulunmuştu.

İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi ise dün yaptığı açıklamada Hizbullah’ı “soluk almasına ve toparlanmasına izin vermeksizin” vurmaya devam edeceklerini söyledi.

İsrail’in Lübnan’daki Hizbullah hedeflerine yönelik saldırılarında şu ana dek 2 binden fazla kişi öldü. Can kayıplarının büyük bölümü son birkaç hafta içinde gerçekleşti. Lübnan hükümeti, bombardımanlar nedeniyle 1,2 milyon kişinin de evinden edildiğini duyurdu.

İsrail, İran’ın söz konusu füze saldırısının bedelini ağır ödeyeceğini belirtmişti. Tahran’ın olası bir misilleme durumunda İsrail’in büyük bir yıkımla karşılaşacağı tehdidinde bulunması ise dünya petrolünün önemli bir bölümünün üretildiği bölgede daha büyük çapta bir çatışma yaşanabileceğine dair endişeleri artırmıştı.

İran geçen hafta Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin öldürülmesine cevaben İsrail’e füze saldırısında bulunmuştu. İsrail’e fırlatılan yaklaşık 200 füzenin çoğu havada imha edilmişti.

Paylaşın

Avrupa Birliği’ne İltica Başvuruları Yüzde 17 Azaldı

Haziran ayında Avrupa Birliği (AB) ülkelerine iltica başvuruları yüzde 17 azaldı. Almanya, İspanya, İtalya ve Fransa hala en fazla sığınma başvuruları yapılan ülkeler arasında.

İltica başvurularındaki yüzde 17’lik düşüş, bazı ülkelerin yeni ve daha sıkı sınır kontrollerine başvurmasıyla yaşandı.

Eurostat’a göre Avrupa Birliği’ne (AB) sığınma talebinde bulunanların sayılarında ilk kez bu yaz yüzde 17 oranında düşüş yaşandı.

10.000’den fazla başvuru ile Suriyeliler hala en büyük grup. Suriyelileri 6.340 başvuru ile Venezuelalılar ve 5.930 kişi ile Afganlar takip ediyor.

Almanya, İspanya, İtalya ve Fransa hala en fazla sığınma başvuruları yapılan ülkeler arasında. Bu dört ülke AB’de yapılan tüm başvuruların yüzde 76’sını işleme koyuyor.

Rapora göre, haziran ayında AB genelinde 100.000 kişi başına düşen ilk kez iltica başvurusunda bulunanların sayısı 15,7’ydi.

AB’de sığınma talebinde bulunan 70.375 kişinin 2.000’den biraz fazlası refakatsiz çocuklardan oluşmakta.

Reşit olmayan sığınmacıların çoğunluğu Suriye (675), Afganistan (405) ve Mısır’dan (255) geliyor.

Bu çocukların çoğu Almanya, Bulgaristan, Yunanistan, Hollanda ve İspanya’ya sığınma başvurusunda bulunuyor.

Oranlardaki düşüşe rağmen göç, AB üye ülkelerinin gündemlerinin üst sıralarında yer almaya devam ediyor.

İltica başvurularındaki yüzde 17’lik düşüş, bazı ülkelerin yeni ve daha sıkı sınır kontrollerine başvurmasıyla yaşandı.

Almanya, Eylül ayında kara sınırlarını altı ay süreyle sıkılaştırma kararı aldı ve kolluk kuvvetlerine göçmenlerin kapıdan geri çevrilmesi gibi bir dizi yetki tanındı.

Ülkenin Fransa, Lüksemburg, Hollanda, Belçika ve Danimarka ile olan sınırlarında geçici kontrol noktaları oluşturuldu.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, “Yeni Ortak Avrupa İltica Sistemi ile AB’nin sınırlarının korunmasını sağlayana kadar, ulusal sınırlarımızdaki kontrolleri güçlendirmemiz gerekiyor,” dedi.

Hollanda hükümeti de AB’nin göç ve iltica kurallarından “mümkün olan en kısa sürede” çıkma talebinde bulunma niyetini açıklamıştı.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın