Mülteci Teknesi Battı: 44 Kişi Hayatını Kaybetti

İspanya’nın Kanarya Adaları’na gelmeye çalışan mültecileri taşıyan teknenin batması sonucu 44 kişi hayatını kaybetti. Öte yandan, aynı bölgede 11 Mart’ta da benzer bir olay meydana gelmiş ve teknenin batması sonucu 40’tan fazla mülteci yaşamını yitirmişti.

İspanya merkezli sivil toplum örgütü Caminando Fronteras (Yürüyen Sınırlar), Kuzey Afrika’nın batı kıyılarından İspanya’nın Kanarya Adaları’na gelmeye çalışan mültecileri taşıyan teknenin batması sonucu 44 kişinin yaşamını yitirdiğini, teknedeki 12 kişinin kurtarıldığını açıkladı.

Açıklamaya göre, Atlas okyanusuna kıyısı olan Bojador’dan yola çıkan ve mültecileri taşıyan tekne İspanya’ya ulaşmaya çalışıyordu.

Dün (8 Mayıs) yaşanan olayla ilgili açıklama yapan Caminando Fronteras’ın sözcüsü Helena Maleno, hayatını kaybeden mültecilerden yedisinin cesedinin denizden çıkarıldığını, geri kalanının ise halen denizde olduğunu aktardı. France24’ün haberine göre, Maleno Twitter’dan yaptığı açıklamada olaydan sağ kurtulan kurtulan 12 kişi gözaltına alındığını duyurdu.

Öte yandan, aynı bölgede 11 Mart’ta da benzer bir olay meydana gelmiş ve teknenin batması sonucu 40’tan fazla mülteci yaşamını yitirmişti.

Kuzey Afrika kıyılarından Kanarya Adaları’na doğru göç son yıllarda büyük artış gösterirken, yılbaşından bu yana 7 binden fazla mülteci İspanya tarafına gelmiş ve bu dönemde bir yıl öncesine oranla yüzde 60’a yakın artış görüldüğü bildirilmişti.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Vladimir Putin’den ‘Küresel Savaş’ Uyarısı

Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanya’sına karşı 2. Dünya Savaşı’ndaki zaferinin kutlandığı “9 Mayıs Zafer Günü” dolayısıyla Moskova’daki Kızıl Meydan’da her yıl olduğu gibi bu yıl da askeri geçit töreni düzenlendi.

Devlet Başkanı Putin, tören alanında gazilerle tek tek tokalaştı. Konuşması sırasında hayatını kaybedenler anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.

Törende konuşan Putin, “Rusya Ukrayna’da ‘kabul edilemez bir tehdit’ ile karşı karşıyaydı. Orada ana vatanımızın güvenliğini savunuyoruz.” dedi.

NATO’nun Rusya’ya komşu topraklarda konuşlanmaya başladığını belirten Putin, uzlaşma arayışlarına rağmen NATO ülkelerinin Moskova’nın çağrılarına kulak asmadığını söyledi.

Putin, “Kırım’a bir saldırı için hazırlıklar yapıldı, her şey neo-Nazilerle bir çatışmanın olacağını gösteriyordu. Bu kaçınılmazdı.” diye konuştu. Putin ayrıca, “küresel bir savaşın önüne geçilmesi için her şey yapılmalı” dedi.

Bu arada hava koşulları nedeniyle savaş uçaklarının yapacağı bazı gösterilerin iptal edildiği belirtildi.

Zelenskiy: Tek bir toprak parçasından dahi vazgeçmeyeceğiz

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy de İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sının yenildiği 9 Mayıs’ın yıl dönümüne bir mesaj yayımladı ve Rusya’ya karşı verdikleri savaşı kazanacaklarını söyledi.

Yazılı açıklamada Zelenskiy, “Nazizme Karşı Zafer Günü’nde yeni bir zafer için savaşıyoruz. Yol çok zorlu ama ama kazanacağımızdan şüphemiz yok” dedi.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, halkının tarihte birçok kez kendi topraklarını savunmak için savaştığını ve kendi yollarını çizen ‘özgür insanlar’ olduğunu vurguladı.

Stoltenberg: Avrupa’daki barış paramparça oldu

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise sosyal medya hesabından Zafer Günü dolayısıyla yayınladığı mesajda, “Rusya’nın Ukrayna’daki yasadışı savaşı Avrupa’daki barışı paramparça ederken, NATO’daki transatlantik bağımızı, değerlerimizi korumak ve insanlarımızı güvende tutmak her zamankinden daha önemli” diye yazdı.

Paylaşın

G7’den Rusya’ya Yönelik Yeni Yaptırımlar

Aralarında ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin bulunduğu G7 ülkeleri, Rusya’ya yönelik yeni yaptırım paketi kapsamında Rusya’dan petrol ithalatını kademeli olarak bitireceklerini ya da tamamen keseceklerini duyurdu.

Sanayileşmiş 7 ülkenin lideri video konferans aracılığıyla yaptıkları zirveye Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski de katıldı. Liderlerin zirvesi yaklaşık bir saat sürdü. Zirvede Rusya’dan ithal edilen petrole ambargo uygulanması konusunda bağlılık dile getirilirken, Amerika’dan Moskova’ya yönelik yeni yaptırım kararları geldi.

Zirve sonunda yapılan açıklamada, “Rus enerjisine bağımlılığı aşamalı olarak sonlandırmaya bağlılığımızı taahhüt ederiz. Buna Rus petrolünün ithalatı da dahil. Bunu zamanında ve düzenli bir şekilde yerine getireceğiz. Tüketiciler için karşılanabilir fiyatlar sağlanmasıyla düzenli, sürdürülebilir küresel enerji tedariki için birlikte ve ortaklarımızla çalışacağız” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada, Rus petrolünün kesilmesinin Putin’in ekonomisini sert vuracağı ve Ukrayna savaşına kaynak sağlamak için ihtiyaç duyduğu gelirden alıkoyacağı belirtildi. Açıklamada ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nda özgürlük için savaşanların hatıralarına bugün için, Ukrayna halkı için, Avrupa ve küresel toplum için savaşmaya devam etmenin borç olduğu kaydedildi.

ABD’den Rusya’ya yönelik yeni yaptırımlar da geldi. Buna göre Batı dünyasından Rusya’nın en büyük üç televizyon kanalına reklamlar kesiliyor. ABD danışma ve muhasebe şirketlerinin herhangi bir Rus vatandaşına hizmet vermesi yasaklanıyor.

Rus sanayi sektörüne ek kısıtlamalar geliyor ki buna Moskova’yı odun üretimi, sanayi motorları üretimi, buldozer, kazan üretiminden çıkarmak da dahil. ABD Dışişleri Bakanlığı da Rus askeri yetkilileriyle Rus destekli güçlere yönelik yeni vize kısıtlamaları açıkladı.

Bu arada G-7 toplantısı öncesinde İngiltere Ukrayna’ya ek 1,6 milyar dolar değerinde ek askeri yardım sağlayacağını açıkladı. Bu malzemeler arasında radarların ve geri görüş aygıtlarının da olduğu belirtiliyor.

Suudi Arabistan Asya ve Avrupalı müşterileri için petrol satışında indirime gitti

Bu arada Suudi Arabistan’ın, Asya’da müşterileri için petrol satışında indirime gideceği açıklandı. Suudi Arabistan’ın milli petrol şirketi Saudi Aramco’nun yayınladığı bir belgeye göre, Asya ve Avrupa’da hafif ham petrol satışı haziran ayında varil başına 5 dolar indirimli olacak.

Petrol piyasalarında Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı belirsizlik sürerken ve dünyanın en büyük petrol ithalatçısı Çin’de salgın önlemlerinin etkisi hissedilmeye devam ederken, Suudi Arabistan şirketi şirketi son dört ayda ilk kez fiyatlarda indirim kararı aldı.

Suudi Arabistan, Ukrayna’nını işgalinin ardından petrol fiyatların varil başına 100 doların üzerine çıkmasından sonra geçen iki ayda ham petrol fiyatlarını rekor seviyelere çıkarmıştı.

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ve OPEC dışı bazı üretici ülkelerden oluşan OPEC+ grubu, geçen hafta haziranda günlük yaklaşık 432 bin varil üretim artışına gitme kararı almıştı.

Kovid 19 salgınına paralel talep düşüşü nedeniyle Nisan 2020’de günlük ham petrol üretiminde yaklaşık 10 milyon varillik kesintiye giden Grup, talebin toparlanma sürecine girmesiyle üretim kesintilerini Nisan 2021’den bu yana belirli aralıklarla hafifletmeye başladı.

OPEC+ grubu, 19. Bakanlar Toplantısı’nda aldığı karar doğrultusunda ağustostan bu yana günlük ham petrol üretimini kademeli olarak her ay yaklaşık 400 bin varil artırıyor.

Paylaşın

12,3 Milyon Suriyeli Çocuk İnsani Yardıma Muhtaç

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Suriyeli 12,3 milyondan fazla çocuğun insani yardıma muhtaç olduğu uyarısında bulundu. 2011 yılından bu yana devam eden iç savaş, bu ülkede 500 binden fazla kişinin ölümüne yol açtı.

UNICEF Ortadoğu ve Kuzey Afrika Direktörü Adele Khodr yaptığı yazılı açıklamada, “milyonlarca Suriyeli çocuk Suriye’de ve komşu ülkelerde hala korku, belirsizlik ve ihtiyaç içinde yaşıyor.” dedi.

Ülke içinde 6,5 milyon, komşu ülkelerde ise 5,8 milyon çocuğun insani yardıma ihtiyaca olduğu vurgulanan açıklamada Ukrayna savaşı yüzünden gıda da dahil olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının hızla yükseldiği kaydedildi.

Açıklamada 11 yıldır iç savaşın devam ettiği Suriye’de 13 bin çocuğun öldürüldüğü belirtilirken, sadece bu yılın ilk üç ayında 213 çocuk öldürüldüğü bildirildi. UNICEF, Suriye’nin kuzeybatısında isyancıların kontrol ettiği bölgede yaklaşık bir milyon çocuğa acil olarak insani yardım ulaştırabilmek için 20 milyon dolara ihtiyacı olduğunu vurguladı.

Suriye iç savaşına dair kısa notlar

Suriye İç Savaşı, Suriye ordusu, Suriye hükûmeti ve Suriye’deki iç isyancılar arasında başlayan, sonrasında Irak ve Şam İslam Devleti, El Nusra ve bazı Kürt, Türkmen, Dürzi ve Süryani grupların da katıldığı, son dönemde ise Rusya, İran, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye ve İsrail gibi dış güçlerin de sınırlı ve düzenli olarak dâhil olduğu çatışmalardır. Gösteriler 15 Mart 2011’de başlamış ve Nisan 2011 tarihinde ülke çapında yayılmıştır.

Nisan 2011 tarihinde Suriye Ordusu eylem ve ayaklanmaları bastırmak için görevlendirilmiş ve askerler ülke genelinde göstericiler üzerine ateş açmıştır. Aylarca süren askerî kuşatmaların ardından[34] gösteriler silahlı isyanlara dönüşmüştür. Çoğunlukla firari askerler ve sivil gönüllülerden oluşan muhalif güçler, merkezi bir liderlik olmaksızın isyana başlamışlardır.

Ülke genelindeki hemen hemen her kasaba ve şehirde yaşanan çatışmalar asimetrik savaş niteliğindedir. 2013 yılında Hizbullah, Beşar Esad’a sadık Suriye ordusunun yanında savaşa dahil olmuştur. Beşar Esad yönetimi Rusya ve İran’dan askeriye ve para desteği alırken, muhalifler Katar ve Suudi Arabistan’dan silah ve mühimmat desteği almaktadır.

Haziran 2013 tarihi itibarıyla Beşar Esad yönetimi ülke genelinin yüzde 30-40’ını ve ülkedeki nüfusun yüzde 60’ını kontrol etmektedir. 2012 sonlarındaki bir BM raporu, iç savaşın Nusayri Şebbiha milisleri ve Sünni muhalifler arasında süregelen “bariz derecede mezhepsel” bir çatışma olduğunu bildirmiş, fakat hem muhalefet, hem de hükûmet bunu reddetmiştir.

Birleşmiş Milletler’e göre ölen nüfus Ocak 2015 tarihi itibarıyla 220.000’i aşmıştır. SCPR (Suriye Politik Araştırmalar Merkezi), Suriye İç Savaşı sebebiyle dolaylı ya da dolaysız olarak hayatını kaybeden toplam insan nüfusunu Şubat 2016 itibarıyla 470.000 olarak açıklamıştır. 2020 yılına gelindiğinde bu sayının 500 bini aştığı ifade ediliyor.

Raporlara göre on binlerce gösterici devlet hapishanelerinde hapsedilmiş, bu göstericiler sistematik işkenceye ve teröre maruz bırakılmıştır. Uluslararası organizasyonlar hem Baas Partisi hükûmetini, hem de muhalefeti insan hakları ihlalleriyle suçlamışlardır.

Birleşmiş Milletler ‘in ve Uluslararası Af Örgütü ‘nün hem 2012 yılında, hem de 2013 yılında Suriye’deki soruşturmaları ve saha araştırmaları sonucunda, insan hakları ihlallerinin, işkencelerin ve savaş suçlarının büyük kısmının Baas Partisi hükûmeti tarafından yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Savaşta kimyasal silahlar birkaç kez kullanılmış ve bu, uluslararası alanda tepki çekmiştir.

Paylaşın

Sinn Fein’den Tarihi Zafer; Birleşik İrlanda Çağrısı

Birleşik Krallık’ın İngiltere, Galler ve İskoçya parçalarında yerel seçimler ve Kuzey İrlanda’da ise parlamento seçimleri yapıldı. Yerel seçimlerde hemen hemen hiç sürpriz olmazken, Kuzey İrlanda’da ise ülke tarihinde ilk kez “birleşik İrlanda”yı savunan Sinn Fein birinci parti oldu.

90 sandalyeli Kuzey İrlanda parlamentosu için yapılan seçimlerde oyların yüzde 29’unu alan Sinn Fein 27 milletvekili çıkardı. İngiltere yanlısı Demokratik Birlik Partinin (DUP) oyu ise 21’de kaldı ve 24 milletvekili kazanabildi. Sinn Fein, Kuzey İrlanda Parlamentosu’nda ilk kez bir başbakana sahip olmuş olacak. Yüzde 13,5 alan İttifak Partisi 17, yüzde 9,1 oy alan Sosyal Demokrat İşçi Partisi 8 milletvekili kazandı.

Sinn Fein’in zafer kazanması, birleşik İrlanda için referanduma gidilmesi çağrısılarını tetikleyince siyasi kriz yarattı. Birleşik Krallık’a bağlı kalınmasını savunan Demokratik Birlik Partisi de, seçimlerin ardından iktidar paylaşımına dayalı bir hükümet kurulması girişimlerini engelleyeceğini duyurdu.

Sinn Fein oyların % 29’unu alırken, Stormont Meclisi’nde en büyük parti olacak ve bu, yüz yıl önce birlikçilerin daima çoğunluk olması üzerine kurulan sistemde çok büyük bir değişiklik demek.

Bir dönem Gerry Adams’ın liderliğini yaptığı parti, gayrımeşru bir varlık olarak gördüğü yapıyı reddediyor ve “Kuzey İrlanda” tanımını kullanmıyor, bunun yerine bölgeye “Kuzey” diyorlar. Sinn Fein Londra’daki Birleşik Krallık Parlamentosuna milletvekili göndermeyi de boykot ediyor.

Sinn Fein Genel Başkan Yardımcısı ve Başbakan adayı Michelle O’Neill, “Bugün, dini ve sosyal durumumuzdan bağımsız olarak, bu toplumdaki ilişkilerimizi hakkaniyet, eşitlik, sosyal adalet temelinde yeniden düşünmek adına bir fırsat sunan bir dönemin habercisi” dedi.

İrlanda’nın kuzeyi ve güneyinin yeni, paylaşılan bir adayı tartışmasının zamanının geldiğin söyleyen O’Neill, “Geleceğimizin neye benzeyeceğine dair sağlıklı bir tartışma yapalım” diye konuştu. Sinn Fein Lieri Mary Lou McDonald da birlik yanlılarına “Korkmayın, gelecek hepimiz için parlak” mesajını verdi.

Sinn Féin 15 yıldır diğer partilerle koalisyon hükümetlerinde yer aldı ve yönetimin bu haliyle devam etmesi için çalışacağını vaat etti.

Kuzey İrlanda’ya barış getiren Hayırlı Cuma Anlaşması’na göre, çoğunluk birleşik bir İrlanda istiyor gibi görünüyorsa, Kuzey İrlanda’dan sorumlu devlet bakanının referanduma gitmesi gerekiyor. Anketler, çoğu kişinin Birleşik Krallık’a bağlı kalmaktan yana oluğunu gösterirken, Sinn Fein bu eğilimin beş ila 10 yıl içinde değiştirilebileceğini umuyor.

Sinn Fein’in Kuzey İrlanda’daki lideri Michelle O’Neill (solda) ve Mary Lou McDonald (sağda)

Hükümet kurulması zor

Ancak Sinn Fein’in zaferine karşın, hükümet kurabilmesi zor. Çünkü yine Hayırlı Cuma Anlaşması’na göre, iktidarın en büyük birlik yanlısı partiyle paylaşılması gerekiyor ve Demokratik Birlik Partisi (DUP) sınır protokolünde anlamlı bir düzeltme olmadan hükümete girmeyeceğini ilan etti.

Bu arada İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss da, Brüksel’e Kuzey İrlanda sınır protokülünü düzeltme uyarısı yaptı ve aksi takdirde barış sürecinin tehlikeye atılacağını belirti. Truss, AB’nin pozisyonunu değiştirmemekteki ısrarının Kuzey İrlanda’daki siyasi istikrarsızlığı uzatabileceğinden “derinden kaygılı” olduğunu vurguladı.

DUP, protokolün Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık içindeki yerine bir tehdit oluşturduğunu savunuyor. Protokol uyarınca, Birleşik Krallık’ın geri kalanından gelen ürünlerin gümrük kontrolünden geçirilmesi gerekiyor. 2021 başında yürürlüğe giren protokol AB ve İngiltere arasında bir gerilim kaynağı.

Protokol, Kuzey İrlanda’dan İrlanda Cumhuriyetine geçen kamyonların, gümrükten geçirilmeden gidebilmesini sağlıyor. Brexit’ten önce, Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasında bir açık sınır işletmek kolaydı. Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti AB’nin bir parçasıyken, aynı AB ticaret kurallarını uyguluyordu ve bu da gümrük gerekmemesi anlamına geliyordu.

Ancak, Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’ın geri kalanıyla birlikte AB’en çıkmasıyla yeni bir düzenleme gerekti. AB’nın sıkı gıda kuralları var ve AB dışı ülkelerden gelen süt ve yumurta gibi belli yiyecekler sınırlarda kontrol ediliyor. İlaç lisansı vermek gibi alanlarda da benzer kurallar var.

Bu sorunun üstesinden gelebilmek için AB ve İngiltere Kuzey İrlanda Protokolünü müzakere etti ve bu şimdi Brexit Anlaşması’nın bir parçası.

Kuzey İrlanda nasıl kuruldu?

Yüzyıllar boyunca İngiltere’nin işgali ve kontrolü altında olan İrlanda adası, defalarca isyan ederek, savaşarak bağımsızlığını kazanmaya çalıştı. Her seferinde İngiliz orduları ayaklanmaları kanla bastırdı ve çeşitli yöntemlerle adayı kontrol altında tutmayı başardı.

Baskı yöntemlerinden biri de Britanya (İngiltere, İskoçya, Galler) ve İrlanda adalarına verilen isimler ve ona uygun olarak hazırlanan anayasalardı. 1801 yılına kadar bu isim “Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı” idi. Anayasa ve yapılan anlaşmalarla İrlanda Krallığı, Büyük Britanya Krallığı’na göbekten bağlıydı. Büyük Britanya Krallığı’nın orduları İrlanda Krallığı’nda konuşlandırılmıştı.

1916 yılına gelindiğinde 6 siyasi parti güçlerini birleştirerek Britanya’ya karşı savaşa girdi. Öncülüğünü İrlanda İşçi Partisi Lideri James Connolly’nin yaptığı ayaklanma, 24 Nisan 1916 tarihinde başlatıldı. Büyük Britanya Krallığı’nın orduları İrlanda’nın bir bölümünden çıkartıldı. Ancak başta Connolly olmak üzere öncü isimler teker teker tutsak düştü. Connolly de 15 Mayıs’ta 1916 tarihinde idam edildi.

Tarih 6 Aralık 1922’yi gösterdiğinde artık İrlanda Krallığı ortadan kalmış ve İrlanda Cumhuriyeti ilan edilmişti. Ancak ülkenin bir bölümünü İngiliz kontrolünde kaldı. Kuzeydeki bu bölüme Kuzey İrlanda denildi. İki bölünen İrlanda’nın Kuzey İrlanda bölümünün bağlanmasıyla Büyük Britanya Krallığı sona erdirildi. İngiltere, Galler ve İskoçya’ya Kuzey İrlanda da eklenerek Birleşik Krallık ilan edildi.

Sinn Fein bugüne nasıl geldi?

1922 yılından bu yana İrlanda adası, İrlanda Cumhuriyeti ve Kuzey İrlanda olarak iki ülkeye bölünmüş durumda. Ama Kuzey İrlanda halkı, İrlanda ile birleşme mücadelesini hiç terk etmedi. İrlanda Kurtuluş Ordusu (IRA), bağımsız İrlanda için silahlı mücadele başlattı.

1919’da faaliyetine başlayan IRA, 1970’lere geldiğinde kuzeydeki halkın önemli bölümünün desteğini almaya başlamıştı. Her ne kadar İngiliz politikacılar ve medya, çatışmanın “Protestanlar ve Katolikler” arasında dini bir çatışma olduğu propagandasını öne çıkarsa da gerçek çatışma bağımsızlık isteyenlerle İngiltere’ye bağlı kalma yanlıları arasında sürdü. Bu arada İngiltere yanlılarının önemli bir bölümü adaya yerleştirilen İngilizlerden oluştuğunu belirtmek gerekiyor. İngiltere’nin burada oluşturduğu paramiliter gruplar, bu süreçte defalarca katliamlar yaptı.

1905 yılında kurulan Sinn Fein, birkaç bölünmeden sonra 1970’te tekrar faaliyetini yükseltti ve IRA ile yakın durmaya başladı. Bu tarihten sonra IRA’nın siyasi kanadı olarak siyaset sahnesinde rol aldı.

Yine bir Paskalya dönemine denk getirilen “Kutsal Cuma Anlaşması” ise 10 Nisan 1998 yılında imzalandı ve bu tarihten itibaren Sinn Fein’in parlamento seçimlerine katılmasının önü açıldı. Son 24 yıldır yapılan seçimlerde her zaman ikinci parti oldu. Bugüne kadar birlik yanlısı DUP hep birinci partiydi.

Paylaşın

Rusya’nın Bombaladığı Okulda 60 Kişi Hayatını Kaybetti

Ukrayna’nın doğusunda yetkililer Rusya’nın bombaladığı okulda 60 kişinin hayatını kaybettiğini belirtti. Saldırı anında 90 kişinin okulu barınak olarak kullandığı kaydediliyor. Olay, Donbas bölgesinde Bilohorivka kasabasında gerçekleşti.

Bölgenin bağlı olduğu Luhansk valisi bombalamanın ardından okulda yangın çıktığını ve ekiplerin 30 kişiyi kurtardığını kaydetti.

Vali Serhiv Haidai enkaz altında olduğu tahmin edilen 60 kişinin büyük ihtimalle hayatını kaybettiğini belirtti. Vali ayrıca Rus bombalaması sonucu Pryvillia kasabasında yaşları 11 ile 14 olan iki çocuğunu yaşamını yitirdiğini söyledi.

Ukrayna’nın başkenti Kiev’i ele geçiremeyen Rusya ülkenin doğusunda Donbas’ta saldırılarını arttırmış durumda. Donbas’ın bir bölümü 2014 yılından bu yana Rusya yanlısı ayrılıkçıların kontrolünde.

Bu arada Azovstal çelik fabrikasındaki yaralı askerlerin tahliyesi için diplomatik çabalar devam ediyor. Ukrayna, fabrikadan bütün kadın, çocuk ve yaşlıların Cumartesi günü tahliye edildiğini açıklamıştı. Rusya askerlerin teslim olmasını istiyor.

Ukrayna’nın Harkiv kenti yakınlarında karşı saldırılarına devam ettiği ve 5 kasabayı Rusya’dan geri aldığı yönünde bölgeden haberler geliyor. Rusya, Cumartesi günü Ukrayna’nın kıyı kenti Odesa’ya füze saldırılarında bulunmuştu.

24 Şubat’ta başlayan Rus işgali, BM’nin verilerine göre en az 2345 sivilin ölümüne ve 2919 sivilin yaralanmasına yol açtı. Her iki tarafın güçlerinden de binlerce kişinin öldüğüne ve yaralandığına inanılıyor.

Çatışmanın başlamasından bu yana 12 milyondan fazla kişi evlerinden olurken, 5,7 milyon kişi ülke dışına kaçtı. Donetsk ile birlikte Donbas bölgesinin bir kısmını oluşturan Luhansk’ın büyük kızmı son sekiz yıldır ayrılıkçı güçlerin elinde.

Paylaşın

Dünya Sağlık Örgütü, Ukrayna’da Savaş Suçu Kanıtı Arıyor

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Rusya’nın Ukrayna’daki sağlık tesislerine saldırılarını belgelediğini ve olası bir savaş suçları soruşturması için kanıt topladığını açıkladı. Rusya, savaş suçlarıyla ilgili suçlamaları bugüne kadar reddetti. 

WHO Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus ve Acil Durum Programı Direktörü Mike Ryan, Kiev’e önceden duyurulmayan bir ziyaret gerçekleştirdi.

Mike Ryan Kiev’de düzenlenen basın toplantısında, sağlık tesislerine saldırmaktan kaçınmanın savaşan tarafların açık sorumluluğu olduğunu, ancak WHO’nun ülkedeki hastanelere ve kliniklere yapılan 200 saldırıyı belgelediğini söyledi.

Mike Ryan, “Sağlık tesislerine kasıtlı saldırılar, uluslararası insancıl hukukun ihlalidir ve bu nedenle, her durumda savaş suçlarını temsil eder” dedi.

Ryan, “Bu saldırılara tanık olmayı ve onları belgelemeyi sürdürüyoruz. Birlemiş Milletler sisteminin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ve diğer kurumların bu saldırıların ardındaki suç niyetini değerlendirmek için gerekli soruşturmaları yapacağına güveniyoruz” diye konuştu.

Ryan, 200 vakanın Ukrayna sağlık tesislerine yönelik saldırıların tamamı olmadığını, yalnızca WHO’nun doğrulayabildiği saldırılar olduğuna dikkat çekti. Kiev, Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgale başlamasından bu yana bu tür yaklaşık 400 saldırı olduğunu savunuyor.

Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski, 5 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, Rus birliklerinin Ukrayna’da yaklaşık 400 sağlık kurumunu yıkıma uğrattığını veya zarar verdiğini söyledi.

Rusya, Ukrayna ve Batılı ulusların olası savaş suçlarıyla ilgili suçlamalarını bugüne kadar reddetti ve savaşta sivilleri hedef almadığını savundu.

WHO Başkanı Tedros da Kiev’deki basın toplantısında, “Tüm Ukrayna halkına mesajım şudur; DSÖ yanınızda. Rusya Federasyonu’na bu savaşı durdurması için çağrıda bulunmayı sürdürüyoruz” ifadelerini kullandı.

Reuters haber ajansının 5 Mayıs’ta ele geçirdiği bir belgeye göre, WHO üye ülkeleri, 10 Mayıs’ta Moskova’daki büyük bir bölge ofisinin olası kapatılmasını içeren Rusya karşıtı bir kararı değerlendirecek.

Üç diplomatik ve siyasi kaynak, karar taslağının Rusya’nın Birleşmiş Milletler’e bağlı WHO’nun yönetim kurulu üyeliğini askıya alma ve oy haklarının geçici olarak dondurulması gibi daha sert yaptırımları ise içermediğini söyledi.

Büyük ölçüde AB diplomatlarınca hazırlanan ve bu hafta WHO’nun Avrupa bölge ofisine sunulan taslak, Ukrayna’nın Türkiye, Fransa ve Almanya dahil en az 38 üye tarafından imzalanan talebinin peşinden geldi.

Paylaşın

Kuzey Kore’den Yeni Balistik Füze Denemesi

Güney Kore ve Japonya, Kuzey Kore’nin, denizaltından fırlatılan bir balistik füzeyi Kore Yarımadası’nın doğu kıyısı açıklarında test ettiğini açıkladı. Bu, Kuzey Kore tarafından son dönemde yapılan füze denemelerinin sonuncusu olacak.

Haber Merkezi / Güney Kore Genelkurmay Başkanlığı gazetecilere yaptığı açıklamada, kısa menzilli füzenin bugün öğleden sonra Kuzey Kore’nin doğu kıyısındaki Sinpo bölgesinden denize fırlatıldığını söyledi.

Japonya sahil güvenliği de fırlatılan füzenin, yaklaşık 15 dakikalık bir uçuştan sonra denize düşen bir balistik füze gibi göründüğünü kaydetti. Japonya’nın Kyodo haber ajansı, füzenin yaklaşık 600 kilometre uçtuğunu ve Japonya’nın münhasır ekonomik bölgesinin dışına düştüğünü bildirdi.

Güney Kore’de yeni devlet başkanı Yoon Suk-yeol’ün göreve gelmesinden günler önce, Kuzey Kore’nin denizaltından füze fırlatması, bir mesaj olarak değerlendiriliyor. Çünkü Yoon Suk-yeol, göreve geldikten sonra Kuzey Kore’ye karşı çok daha sert bir tutum takınacağının sözünü vermişti.

Japonya Savunma Bakanı da denemeyi “uluslararası güvenliğe kabul edilemez bir tehdit” olarak değerlendirdi. Bakan Nobuo Kishi, JAponya’nın bu tehditler karşısında “savunma kapasitesini ciddi şekilde güçlendirmeye devam edeceğini” de açıkladı.

Füze denemesi ile ilgili daha fazla ayrıntı mevcut değil. Kuzey Kore daha önce de Sinpo Güney Tersanesi’nden SLBM fırlatmıştı. Pyongyang, bu yıl füze denemelerini arttırdı ve Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’un 2021’de ortaya koyduğu silah geliştirme hedefi listesinde önemli ilerleme kaydetti.

ABD Dışişleri Bakanlığı da dün Kuzey Kore’nin kuzeydoğusundaki ana nükleer test sahasındaki son hazırlıklara dikkat çekerek, Pyongyang’ın bu ay başka bir nükleer deneme yapabileceği konusunda uyardı. Kuzey Kore neredeyse beş yıldır nükleer deneme yapmadı.

Nükleer bir patlama, sınırı Kuzey Kore’nin Punggye-ri nükleer test sahasından sadece 160 kilometre uzakta olan, ana ekonomik destekçisi Çin dahil, Kuzey Kore’nin komşularıyla gerilimi daha da artırma riski taşıyor.

Ancak Pyongyang’ın füze denemelerini arttırmasını, Çin ve Rusya büyük ölçüde görmezden geliyor. Pekin ve Moskova bunun yerine, 2019’dan beri yapılmayan nükleer müzakereleri yeniden başlatmak için ABD’ye daha fazla çaba göstermesi için baskı yapıyor.

Paylaşın

Afganistan’da Kadınlara Burka Giyme Zorunluluğu Getirildi

Afganistan’da 15 Ağustos 2021’de yönetimi ele geçiren Taliban, kadınlara burka giyme zorunluluğu getirdi.  Yasaya göre burka giyerek yüzünü tamamen kapatmayı reddeden ve “ailesinin erkek üyelerinin uyarılarını dinlemeyen” kadınların “erkek gardiyanları” üç gün hapis cezası alabilecek.

BBC Türkçe’nin haberine göre; Taliban, 1990’larda ülkenin büyük kesiminde kontrolü ele geçirdiğinde de burka zorunluluğunu getirmişti.

Ancak ABD’nin müdahalesi ve ardından kurulan hükümetin etkili olabildiği yerlerde bu zorunluluk kalkmıştı.

Dünyanın geri kalanıyla ticari ve diplomatik ilişkiler geliştirmek istediğini savunan Taliban, yeni dönemde kadınlara daha fazla hak verileceğini iddia ediyordu. Geçen yıldan bu yana burka zorunluluğunu geri getirmemişti.

Afganistan’ın özellikle kırsal bölgelerinde birçok kadın, ya aile baskısı ya da sosyo-kültürel sebeplerle halihazırda burka giyiyor. Ancak özellikle şehirlerde yaşayan kadınlar büyük oranda sadece saçlarını bir başörtüsüyle kapatmayı tercih ediyor.

Kararname, Taliban’ın Ahlaksızlığı Önleme ve Fazileti Teşvik Bakanlığı tarafından duyuruldu.

Taliban yetkilileri kararı “öneri” olarak duyursa da, öneriyi yerine getirmeyi reddedenler için bir dizi kural da açıkladı:

  • İlk aşamada bu kadınların evleri ziyaret edilecek, eşleri, erkek kardeşleri veya babalarıyla konuşma yapılacak
  • İkinci aşamada kadınların “kendisinden sorumlu erkek gardiyanları” bakanlığa çağrılacak
  • Üçüncü aşamada ise bu erkek gardiyan mahkemeye çıkarılacak ve üç güne kadar hapis cezası alabilecek

Kararnamede kadınların yüzlerinin de kapatılmasının “iyi olacağı” ve bunun “burkayla yapılabileceği” belirtiliyor.

Burka, kadınların yüzünü ve vücudunu tamamen kapatan, göz kısmında ağ olan bir kadın kıyafeti.

Taliban’ın bugüne kadar günlük hayata sert kısıtlamalar getiren kurallarının ve yasaklarının çoğu kadınlarla ilgiliydi.

Afganistan, bugüne kadar cinsiyete dayalı eğitim yasağını açıkça duyuran ilk ülke oldu. Bu da, uluslararası meşruiyet kazanma çabalarına ciddi bir darbe vurmuştu.

Buna rağmen arkasından burka zorunluluğu geldi.

Kız çocuklarının ilkokuldan sonra eğitim almasının yasaklandığı ülkede, kadınlardan sorumlu bakanlık kapatıldı ve birçok farklı alanda çalışan kadınların işine son verildi.

Paylaşın

21 Yıl Boyunca Eşinin Cesediyle Yaşayan Adam Sonunda Vazgeçti

Tayland’da “sonsuz sevgi” timsali olarak görülen ve pek çok kişiyi şaşkına çeviren bir olayda yaşlı bir yurttaş, 20 yıldan uzun süre ölü eşinin kalıntılarıyla yaşadıktan sonra eşini yaktırdı.

72 yaşındaki Charn Janwatchakal, onu yakmak için Phet Kasem Bangkok Vakfı’ndan yardım alarak 21 yıl önce hayatını kaybeden eşine 30 Nisan’da veda etti.

Facebook’ta paylaşılan yakma görüntülerinde yas tutan adamın başkent Bangkok’un Bang Khen mahallesindeki evinden eşinin tabutunu çıkaran vakıf personeline yardım ettiği görülüyor.

Görüntülerde acılı adamın eşine “Anne kısa bir iş için gidiyorsun ve eve geri döneceksin. Uzun sürmeyecek, söz veriyorum” dediği duyuluyor.

The Straits Times’da yer alan bir habere göre Janwatchakal eşinin cesedini uyuduğu küçük bir odada yanında tutuyor ve hala hayattaymış gibi davranarak onunla konuşuyordu.

Gündüz saatlerini evcil kedileri ve köpekleriyle birlikte evinin yanındaki küçük bir alanda dinlenerek geçiriyordu.

Eşinin ölümünü yetkililere bildirmiş olduğu için adam hakkında hiçbir yasal işlem yapılmadı.

Son iki ayda adama yiyecek ve içecek götürmek ve bir motosiklet kazasını atlatmasında yardımcı olmak için ziyaret eden bir vakıf yöneticisi, evdeki tabutu fark etmediği için gelişmelerden haberdar değildi.

Janwatchakal, kendisi hayatını kaybettiğinde ölü eşi için uygun bir merasim düzenlenmemesinden korktuğundan, yakma töreninde yardım etmeleri için vakıfla iletişim kurdu.

Pazartesi günü yaşlı adamı ziyaret edip onunla görüşen avukat Nitithorn Kaewto, onun iyi eğitimli ve birden fazla diplomaya sahip olduğunu öğrendi.

Haberde elektriklerin kesik olduğu evin kötü durumda olduğu söyleniyor.

Janwatchakal, avukata eşi ve iki oğluyla birlikte yaşadığını fakat eşinin vefatının ardından cesedi saklaması üzerine oğullarının bu kararı onaylamayıp taşınmaya karar verdiğini söyledi.

Yaşlı adam, Tayland Kraliyet Ordusu’nda sıhhiyeci olmadan önce Chulalongkorn Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun olduğunu ve eşinin de halk sağlığı bakanlığında çalıştığını söyledi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın