Samanyolu’nda Ne Kadar Soğuk Gezegen Var?

Samanyolu Galaksisi’nde çoğu Dünya’dan birkaç bin ışık yılından daha az uzaklıkta, binlerce gezegen keşfedilmiş durumda. Yine de Samanyolu Galaksisi’nin 100.000 ışık yılı genişliğinde olması, gezegenlerin galaksi içerisindeki dağılımını araştırmayı zorlaştırıyor.

Haber Merkezi / Ancak bir araştırma ekibi bu engeli aşmanın bir yolunu buldu. Yeni yayınlanan bir araştırmada, galaksi merkezinden, çevresine doğru gezegen bulunma olasılığının nasıl değiştiğini belirlemek için yeni bir gözlem ve modelleme kombinasyonu geliştirildi.

Yeni yöntem, gezegenler gibi nesnelerin uzak yıldızlardan gelen ışığı bükerek ve büyüterek mercek görevi gördüğü yerçekimi mikro mercekleme adı verilen bir olguya dayanıyordu. Bu yöntem, Samanyolu Galaksisi boyunca Jüpiter ve Neptün benzeri soğuk gezegenleri tespit etmek için kullanılabilir.

Araştırmada yer alan bilim insanlarından Daisuke Suzuki, yerçekimi mikro merceklemenin şu anda Samanyolu’ndaki gezegenlerin dağılımını araştırmak için tek yol olduğunu belirterek, esas olarak Güneş’ten 10.000 ışık yılı uzaklıkta olan gezegenlere olan mesafeyi ölçmenin zorluğu nedeniyle çok az şey bilindiğini söyledi.

Bu sorunu çözmek için bilim insanları, gezegensel mikro merceklemede merceğin ve uzak ışık kaynağının göreli hareketini tanımlayan bir miktarın dağılımını düşündüler. Araştırmada yer alan ilim insanları, mikro mercekleme yöntemi ile gezegenlerin galaksi dağılımını çıkarabilirler.

Araştırma sonucuna göre, gezegen dağılımı galaksi merkezinden çevreye bağlı olmadığını gösteriyor. Bunun yerine, yıldızlarından uzakta dönen soğuk gezegenler, Samanyolu’nda evrensel olarak var gibi görünüyor. Buna güneşe göre çok farklı bir çevreye sahip olan ve gezegenlerin varlığının uzun süredir belirsiz olduğu galaksi çıkıntısı da dahildir.

Araştırmada yer alan bir başka bilim insanı Naoki Koshimoto, galaksi çıkıntısındaki yıldızların daha yaşlı ve birbirlerine güneşin yer aldığı bölgedeki yıldızlardan çok daha yakın olduklarını belirterek, “Gezegenlerin bu yıldız ortamlarının her ikisinde de bulunduğunu bulmamız, gezegenlerin nasıl oluştuğunu ve Samanyolu’ndaki gezegen oluşumunun tarihini daha iyi anlamamızı sağlayabilir” dedi.

Paylaşın

2021 Nobel Kimya Ödülü, List ve MacMillan’a Verildi

Almanya doğumlu Benjamin List ve İskoçya doğumlu David MacMillan, moleküler (küçük parçacık) yapı oluşturmak için geliştirdikleri ‘asimetrik organokataliz’ aracı ile 2021 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldüler.

Haber Merkezi / İki bilim insanının geliştirdiği bu aracın, farmasötik araştırmalarında büyük etki yarattığına ve kimyayı daha ‘çevre dostu’ hale getirdiğine işaret edildi. List ve MacMillan, ödülle birlikte verilen 10 milyon İsveç Kronu (yaklaşık 10 milyon TL) parayı paylaşacaklar.

53 yaşındaki David MacMillan, Bellshill, North Lanarkshire’da doğdu ve New Jersey’deki Princeton Üniversitesi’nde ve James S. McDonnell Seçkin Üniversitesi’nde Kimya Profesörü, 53 yaşındaki Benjamin List ise, Frankfurt / Almanya’da dünyaya geldi ve Köln Üniversitesi ve Max Planck Kömür Araştırma Enstitüsü’nde Profesördür.

Nobel Kimya Ödülü, 1901 ile 2020 yılları 112 adet ödül 185 ayrı bilim insanına verildi. Curie’ler, en başarılı “Nobel Ödülü ailesi” oldu. Marie Curie ve Pierre Curie’nin karı-koca ortaklığı 1903 Nobel Fizik Ödülü’nü çifte getirdi.

Marie Curie, 1911 Nobel Kimya Ödülü’nü alarak ikinci kez Nobel Ödülü’ne layık görüldü. Marie ve Pierre Curie’nin en büyük kızı Irène Joliot-Curie, kocası Frédéric Joliot ile birlikte 1935 Nobel Kimya Ödülü’nü aldı.

Paylaşın

2021 Nobel Fizik Ödülü Sahiplerini Buldu

İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından 1901’den bu yana her yıl fizik alanında insanlığa önemli katkı sunan kişilere verilen 2021 Nobel Fizik Ödülü’ne, bu yıl Syukuro Manabe, Klaus Hasselmann ve Giorgio Parisi layık görüldü.

Haber Merkezi / 10 milyon İsveç Kronu (yaklaşık 10 milyon TL) para ödülünün yarısının 1931’de dünyaya gelen Japon Manabe ve aynı yıl Almanya’da doğan Hasselmann’a verileceği belirtildi. Ödülün diğer yarısının ise 1948 yılında Roma’da doğan Profesör Parisi’ye verileceği kaydedildi.

Syukuro Manabe kimdir?

Syukuro “Suki” Manabe 21 Eylül 1931’de Ehime’de doğdu. Syukuro Manabe küresel iklim değişikliğini ve doğal iklim değişikliklerini simüle etmek için bilgisayar kullanımına öncülük eden bir meteorolog ve klimatologdur.

Klaus Hasselmann kimdir?

1939 yılında Almanya’nın Hamburg kentinde dünyaya gelen Klaus Hasselmann, önde gelen bir Alman oşinograf ve iklim modelleyicisidir.

Giorgio Parisi kimdir?

73 yaşında olan ve İtalya’nın başkenti Roma’da dünyaya gelen Giorgio Parisi, araştırmaları kuantum alan teorisi, istatistiksel mekanik ve karmaşık sistemlere odaklanan bir İtalyan teorik fizikçidir.

Nobel Fizik Ödülü, 2020’de kara deliklerin keşfine katkı sağlayan çalışmalarından ötürü İngiliz matematiksel fizikçi Roger Penrose, Alman astrofizikçi Reinhard Genzel ve Amerikalı gök bilimci Andrea Ghez arasında paylaştırılmıştı.

 

Paylaşın

2021 Nobel Tıp Ödülü, David Julius Ve Ardem Patapoutian’a Verildi

Sıcaklık ve dokunma reseptörlerini keşfeden David Julius ve Ardem Patapoutian 2021 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’ne layık görüldüler. Fizik, kimya, edebiyat, barış ve ekonomi alanlarındaki ödüller ise önümüzdeki günlerde açıklanacak.

Haber Merkezi / Karar, Stockholm’deki Karolinska Enstitüsü’nde düzenlenen bir panelde duyuruldu. Duyuruda, Julius ve Patapoutian’ın keşiflerinin, ‘ısıyı, soğuğu ve mekanik gücü duyumsamada moleküler temeli açıklayarak doğanın gizemlerinden birinin sırrının çözülmesini sağladığı, bunun, “insanoğlunun hissetme, mana verme ve iç ile dış çevresiyle etkileşim kabiliyeti için hayati öneme sahip olduğu’ belirtildi.

California Üniversitesi’nden David Julius, cildin sinir uçlarında ısıya tepki veren bir sensörü tanımlamak için, yanma hissine neden olan keskin bir bileşik olan kapsaisin kullandı. Scripps Research’teki Howard Hughes Tıp Enstitüsü’nden Ardem Patapoutian ise, deride ve iç organlarda mekanik uyaranlara yanıt veren yeni bir sensör sınıfını keşfetmek için basınca duyarlı hücreler kullandı.

Yüzyılı aşkın süredir İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından verilen ödül, 10 milyon İsveç kronu (1,15 milyon $) değerinde. Ödül parası, ödülün yaratıcısı olan ve 1895’te ölen İsveçli mucit Alfred Nobel tarafından bırakılan bir vasiyetten karşılanıyor.

Geçen yılki ödülü, siroz ve karaciğer kanserine neden olan Hepatit C virüsünü belirleme çalışmaları nedeniyle Amerikalı Harvey Alter ve Charles Rice ve Briton Michael Houghton’a verilmişti.

1901’den bu yana 111 Nobel Tıp Ödülü verildi. Ödülü kazananlardan 12’si kadındı. Nobel Tıp Ödülü’nün en genç kazananı, 1923 yılında insülinin keşfinden ötürü 32 yaşındaki Frederick G. Banting oldu. 1966 yılında ‘tümöre neden olan virüsleri’ bularak Nobel Tıp Ödülü’nü alan 87 yaşındaki Peyton Rous ise ödülü alan en yaşlı bilim insanı olarak tarihe geçti.

Paylaşın

Tekno-Milliyetçiliğin Ehlileştirilmesi

Son dönemde ABD ve Çin’in hassas teknolojilerin transferini engelleme girişimlerini sıklaştırdı. Teknolojinin jeopolitikleşmesi, aynı zamanda küresel düzeyde endişe verici bir eğilimin simgesidir.

Haber Merkezi / Bütün dünyada modern teknolojilerin askeri ve stratejik önemine ilişkin farkındalık artarken, bir ulusun teknolojik yetenekleri, ulusal güvenlik, ekonomik refah ve sosyal istikrar ile doğrudan bağlantılı olduğunun kabul edilmesiyle, yeni bir ‘tekno-milliyetçilik’ veya ‘yenilikçi merkantilizm’ dalgasına dönüşmektedir.

Her devlet, hassas teknolojilere erişimi sıfır toplamlı bir oyun olarak ele alır ve hassas teknolojiler aracılığıyla ulusal kontrolü, uluslararası etkiyi genişletmek için politikalar izler. Bu teknolojilerin geliştirilmesi ekonomik olarak son derece maliyetlidir; teknolojik bilgi birikiminin geliştirilmesi yıllar alır.

Devletler, hassas teknolojilere erişimlerini ve kontrollerini genişletmek ve hem müttefiklerinin hem de düşmanlarının rekabet gücünü baltalamak için çeşitli araçlardan yararlanır; politik araçları, ithalat ve ihracat kontrolleri, casusluk, yabancı şirketleri çekirdek teknolojileri transfer etmeye zorlamak için tasarlanmış yasalar, uluslararası teknik standartları gözden geçirme girişimleri ve hatta küresel altyapı gibi geleneksel merkantilist uygulamalar.

Bu uygulama, Avrupa’da stratejik özerkliğe yönelik tartışmaların yoğunlaşmasına katkıda bulunmuştur. Avrupa stratejik özerkliği, yalnızca askeri operasyonlarda Avrupa özerkliğine duyulan ihtiyacı değil, daha genel olarak, AB ve AB’ye üye devletlerin dış aktörler tarafından kısıtlanmadan kararlar alabilmesi gerektiği fikrini de kapsayacak şekilde büyümüştür.

Avrupa Birliği (AB) yetkilileri, bloğun ‘dijital’ ve ‘teknolojik’ egemenliğini korumanın önemine tekrar ve tekrar atıfta bulunarak, bilim, teknoloji, ticaret ve veri yatırımlarını, uluslararası siyasette yükselen etki kaynakları olarak kabul ettiklerini vurguladılar. Bu anlayış çerçevesinde, Dijital Hizmetler Yasası (DSA) ile bir dizi yeni mevzuat uygulamaya konuldu.

Avrupa devletleri, bir taraftan tekno-milliyetçilikle uğraşırken, diğer taraftan güvenliği korumak ve refahı teşvik etmek için yeni politikalar uygulaması gerekecek. Bir yandan güvenlik önlemleri alarak, diğer yandan yenilikçi ekosistemlerinin rekabet gücünü artırmaya çalışarak tekno-milliyetçi politikaların olumsuz etkisini azaltmaları gerekecek. Bu makale ilk olarak Lahey Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından yayınlanmıştır .

Paylaşın

Hayvanlar Aleminin Profesyonel Dövüşçüleri: Zürafalar

Dünyanın en uzun memelileri olan zürafaların, nadiren kendi aralarında kavga ettiğini görürsünüz, ancak kavga ettiklerinde işler gerçekten çirkinleşebilir. Erkekler, ister çiftleşme ister bölge sorununu çözmek için bir kavgaya karıştığında, kafalarını örten boynuz benzeri yapılarla güçlü bir şekilde itmek için kullanırlar. Hedef vurulursa, rakip ciddi şekilde yaralanabilir ve hatta ölebilir.

Haber Merkezi / Zürafalar bu dövüşleri ciddiye alırlar ve profesyonel dövüşçüler gibi aynı sürüden hevesli rakiplerle dövüşerek antrenman yaparlar. Yeni bir çalışma, zürafaların, insanların onurlu olarak değerlendirebileceği ‘kurallara’ sahip olduğunu buldu. Güçlü ve iri erkekler, daha genç ve daha küçük birini seçerek statülerinden yararlanmazlar. Zürafalar, yalnızca kendi statüsündeki rakiplerle dövüşürler.

Hayvanlar aleminde sportmenlik

İngiltere’deki Manchester Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencisi olan Jessica Granweiler ve meslektaşları, 2016 ile 2017 yılları arasında Güney Afrika’daki Mogalakwena Nehri Rezervi’nde zürafaların sosyal davranışlarını yakından takip ettiler. Ardından kimin kiminle ve nasıl dövüştüğünü analiz ettiler.

Profesyonel boksörler gibi, bazı erkekler sağ patilidir ve diğerleri sol patilidir. Hangi taraftan savaşılacağı tercihi, rakipler tarafından her zaman saygı gördü. Eğer iki rakibin ikisi de haklıysa, kafa kafaya dövüşürler. Araştırmada, tespit edilen en önemli noktalardan biride hiçbir hile örneğinin olmaması.

Müsabaka maçları en çok gelecek vadeden genç erkekler arasında yapılır. Profesyonel dövüşler yapan insanlar gibi, ağırlık sınıfına göre ve neredeyse her zaman kendi boyutlarında rakipler seçerler. Daha yaşlı erkek zürafalar, gençler dövüştüğünde, işlerin kontrolden çıkabileceğini hissettiklerinde kavgaları ayırırlar, genellikle hakemlik yaparlar.

Rekabet yeteneklerini test etmektedirler

Sonuçlar birlikte ele alındığında, olgunlaşan erkek zürafalar, tam bir kavgaya girmeden önce rekabet yeteneklerini test etmektedir. Zürafaların sosyal davranışları ve hiyerarşileri üzerinde daha iyi bir idareye sahip olmak, koruma çabalarında önemli olabilir.

Ayrıca bu bulgular, Afrika’daki bazı zürafa popülasyonlarının belirli bölgelerde neden daha büyük veya daha küçük olduğunu da açıklayabilir: baskın bir erkek bir sürüdeki tüm kavgaları kontrol ediyorsa, tek çiftleşen o olabilir. Daha az erkek çiftleştiğinde, popülasyon küçülme eğilimindedir.

Paylaşın

Biyolojiye Meydan Okuyan Yaratıklar: Çıplak Köstebek Fareleri

Dünyanın en güzel memelileri olmasalar da, çıplak köstebek fareleri (Heterocephalus Galbe) kesinlikle en şaşırtıcıları arasındadır. Bu kemirgen, olması gerekenden 10 kat daha uzun yaşıyor, acıya karşı dayanıklı ve kansere karşı büyük ölçüde bağışık kazanmış. Çıplak köstebek fareleri, kırışık pembe derilerinin altında yaşam iksirinin sırrını saklıyor olabilirler.

Haber Merkezi / Adından da anlaşılacağı gibi, çıplak köstebek farelerinin vücutlarında kıl veya tüy yoktur. Bu bir memeli için neredeyse duyulmamış bir şey. Bu sürpriz olmamalı, böyle özel bir yaratık benzersiz bir görünümü hak ediyor.

Çıplak köstebek fareleri, Doğu Afrika’ya özgü bir türdür. Çıplak köstebek fareleri, yüzeyin birkaç metre altında, çok karmaşık tünel ağları içinde yaşarlar. Yüzeyin birkaç metre altında sıcaklık asla yükselmez veya düşmez, bu yüzden koruyucu tüye veya kıla ihtiyaç yoktur. Çıplak köstebek farelerinin sahip oldukları bir kaç tüyden oluşan bıyık ve gezinmelerine yardımcı olan birkaç özel vücut kıllıdır.

Vücut sıcaklıklarını düzenlemek için herhangi bir çevresel baskının olmaması, çıplak köstebek farelerinin soğukkanlı olarak evrimleşmesini sağlamıştır; gezegendeki bu tür tek memelidir.

Çıplak köstebek fare kolonileri, arı kolonilerine benzer. Çıplak köstebek fareleri, tek üreyen dişi olan bir kraliçe tarafından yönetilen 300 bireyden oluşan kolonilerde yaşar; evet, tıpkı arılar gibi. Köstebek farelerin çiftleşme ve sosyal olarak etkileşim kurma şekli, memelilerden çok belirli böcek türlerine benzer. Bu davranış, eusosyallik olarak bilinir. Diğer köstebekler gibi, çıplak köstebek faresinin en büyük varlığı dişleridir.

Kanser direnci

Çıplak köstebek fareleri ile ilgili en şaşırtıcı şey çıplak gözle görülemez; kansere karşı olağanüstü direnç. Çıplak köstebek farelerinde çok az belgelenmiş kanser vakası vardır ve bilim insanları bir gün onları neyin koruduğunu belirleyip insanlara aktarmayı umuyorlar.

Bazı araştırmalar, çıplak köstebek farelerinin hücrelerinin, kanser hücrelerinin kontrolsüz bir şekilde çoğalmasına izin vermeyen, yapısal ve besinsel destek sağlayan farklı bir madde ağına sahip olduğunu göstermektedir.

Bazı insanlar kapsaisin (acı biberleri acı yapan madde) aldıklarında şoka girebilirler, ancak çıplak köstebek fareleri maddeyle temas ettiklerinde herhangi bir acı hissetmezler. Çıplak köstebek fareleri, güçlü bir asitle karşılaştıklarında, ağrıya duyarlı sinirlerindeki moleküller, asidi bir anestetik haline getirir. Bu nedenle, zarar vermek yerine, güçlü bir asit aslında çıplak köstebek farelerini uyuşturur.

Çıplak köstebek fareleri, tıpkı bizim gibi, yoğun ısıya veya basınca maruz kaldıklarında acı hissederler, ancak normalde ağrıya neden olması gereken belirli kimyasalları etkisiz hale getirme yetenekleri bilim insanlarının büyük ilgisini çekmektedir. Örneğin, çeşitli hastalıklar nedeniyle dokularında asit birikmesine bağlı kronik ağrı çeken birçok insan var. Köstebek farelerinin biyolojisine dayalı bir ilaç harikalar yaratabilir.

Birbirleriyle yakın ve yeraltında yaşamaya alışkın olan çıplak köstebek fareleri, düşük oksijen koşullarına oldukça dayanıklı olacak şekilde evrimleşmiştir. Oksijen kullanımları o kadar verimlidir ki, oksijen olmadan beş saate kadar yaşayabilirler.

Oksijenin düşük veya hiç olmadığında, memeliler hücrelerinde enerji üretimine güç sağlamak için fruktoz kullanırlar. Bu metabolik yol bu güne kadar sadece bitkilerde belgelenmiştir. Bu durum, bir gün, kalp krizi ve felç gibi oksijen yoksunluğu krizlerinden mustarip hastalar için yeni bir tedaviye dönüştürülebilir.

30 yıla kadar yaşayabilirler

Çoğu durumda, vücut büyüklüğü ile yaşam süresi arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Genel olarak konuşursak, vücut ne kadar büyükse, yaşam süresi de o kadar uzundur ve bu özellikle memeliler için de geçerlidir. Çıplak köstebek farelerinin vücut büyüklükleri göz önüne alındığında 4-6 yıl yaşamaları beklenebilir. Ancak 30 yıla kadar yaşayabilirler.

Bunlar çıplak köstebek fareleri hakkında en şaşırtıcı gerçeklerden bazıları. Birçok kişi komik görünümlerine yüksek sesle gülebilir, ancak bugün öğrendiğimiz bir şey varsa, bu kemirgenlerin bir gün birçok insanın hayatını kurtarabilecek inanılmaz güçlere sahip olduğudur.

Paylaşın

İnsanlar Kıyafet Giymeye İlk Ne Zaman Başladı?

İnsanlar moda trendleriyle oldukça tuhaflaşabilirler, öyle ki kıyafetlerin her şeyden önce pratik ve işlevsel olması gerektiğini unutacak kadar. Elbiseler olmadan, insanlar sıcak Afrika savanlarından göç edemez ve buzul çağları gibi uzun soğuk dönemlerde asla hayatta kalamazdı.

Haber Merkezi / İnsanların giydiği ilk kıyafetler, hayvan kürkü ve postu, çimen, yaprak gibi doğal olarak bulunan malzemelerden yapılmıştır. Kıyafetlerle ne zaman süslenmeye başladığımız ise belli değil, ancak Fas’ın Atlantik Kıyısındaki Contrebandiers Mağarası’nda 120.000 yıl önceye ait giyim imalat aletleri bulundu.

Almanya’daki Max Planck İnsan Tarihi Bilimi Enstitüsü’nden Emily Hallett liderliğindeki araştırma ekibi, Pleistosen insanlarının ne yediğini belirlemek için gittikleri mağarada daha ilginç bir şey buldular.

Kıyafetler, sadece birkaç yüz yıl içinde ayrışıp yok oldukları için fosilleşmezler. Ama onları şekillendirmek için kullanılan araçlar çok daha sağlam oldukları için uzun süre kalabilirler. Hallett liderliğindeki araştırma ekibi, Fas’taki mağaralarda, deri ve kürk yapmak için postları kazımakta kullanılan düzinelerce alet keşfettiler.

Aletlerden bazıları, derilerden ve postlardan dokuları kazımak için ideal olan geniş, yuvarlak uçlu bir şekilde oyulmuş sığır kaburgalarıydı. Bu aletler, günümüzde aynı işi yapan zanaatkarların postları işlemek için kullandıkları aletlere oldukça benziyor.

Araştırma ekibi, toplamda 90.000 ila 120.000 yıl öncesine tarihlenen 62 farklı kemik aleti tespit ettiler. Bu keşif çok önemli, ancak ilk insanlar kıyafet yapmaya başladıklarında daha kaba aletler kullanmış olmalılar, bu nedenle ilk kıyafetler, bundan çok daha eski tarihleri işaret ediyor.

Bu kemik aletlerin zaman çizelgesi, insanların Afrika’dan yaptıkları büyük göçün hemen öncesine gelir. Bu çok mantıklı, çünkü ilk insanlar, soğuk Avrasya’ya yürüyüşte hayatta kalabilmeleri için kıyafetlere ihtiyaçları vardı.

Bu kıyafetlerin nasıl göründüğüne gelince, işte bu büyük bir muamma. Öncelikle pratik olup olmadıklarını veya sembolik süslemeler içerip içermediklerini ancak tahmin edebiliriz. Hallett ve meslektaşları bu aletleri kopyalayarak, Pleistosen avcı-toplayıcılarının kullanabileceği doğal malzemelerden deneysel olarak giysiler üretmek istiyorlar. Kuşkusuz eğlenceli olacak; amaç, bu eski süreçte gerekli olan zaman ve emeğin türünü daha iyi anlamak.

Paylaşın

İklim Değişikliği: Balıklar Yavaş Yavaş Boğuluyor

İklim değişikliğini düzeltmek için hemen çalışmaya başlasak bile, anlamlı bir ilerleme oldukça uzun zaman alacaktır. Santa Barbara ve Güney Carolina Üniversitesi’nden yapılan yeni araştırma, balıkların yavaş yavaş boğulduğu konusunda bizi uyarıyor.

Haber Merkezi /  Ekolojideki değişikliklerin yanı sıra iklim değişikliği, su sıcaklığı ve okyanusun daha derin katmanlarının çözünmüş oksijen içeriğini kaybetmesine neden oluyor. Bu da balıkları ya yüzeye yaklaşmaya ya da boğulmaya zorluyor.

Önemsiz bir konu gibi görünebilir, ancak bu değişim deniz ekosistemlerinde geniş çaplı değişikliklere neden oluyor. Bulgular, 15 yıllık kayıtlara, anketlere ve ölçümlere dayanmaktadır.

Bu bulgular, değişen derinliklerde alınan su numunelerindeki çözünmüş oksijen, sıcaklık, tuzluluk ölçümlerini ve belirli balık türlerinin toplanma eğiliminde olduğu ortalama derinlik araştırmalarını içeriyor.

Veriler, 1995’ten 2009’a kadar her sonbaharda toplanırken araştırma ekibi, Güney Kaliforniya’daki Anacapa ve Santa Cruz adaları arasındaki üç resife odaklandılar.

Bu süre zarfında 23 balık türünde derinlik değişiklikleri gözlemlediler. Bu balık türlerinden dördü daha derin sulara doğru kayarken, diğer 19 balık türü düşük oksijen koşullarına tepki olarak yüzeye doğru hareket ettiler.

Araştırmada yer alan bilim insanları, çalışmalarının nispeten küçük bir alanı kapsadığını, ancak araştırmanın nihai amacı olan çok çeşitli derinlikleri içerdiğini kabul ediyor.

Bu daha dar alan aslında kafa karıştırıcı faktörlerin azaltılmasına yardımcı oluyor, çünkü çoğu koşulun (derinlik dışında) tüm araştırma alanlarında sabit olmasına izin veriyor.

Bilim insanları, balıkların düşük oksijenli suyu sevmediğini göstermek için laboratuar deneyleride gerçekleştirdiler.

Araştırma ekibi, iklim değişikliğinin deniz ekosistemleri üzerinde ve dolaylı olarak Dünyadaki tüm yaşam üzerinde oldukça ciddi olumsuz etkileri olabileceğini açıklıyor.

UC Santa Barbara Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden araştırmacı Milton Love, “türlerin hayatta kalamayacakları derinlik aralıklarına zorlandıkları bir nokta bile görebiliyorduk.” dedi.

Ayrıca, birçok balık türünün de yüksek su sıcaklıklarına tahammül edemediğini ve daha düşük derinliklere doğru göç ettiğini gösteren önceki araştırmalara da atıfta bulunan araştırma ekibi, “bu faktörler birçok türü imkansız bir durumda bırakabilir; çok derinlerde nefes alamazlar, yüzeye çok yakın olurlarsa ısıya dayanamazlar” ifadelerini kullanıyorlar.

İklim değişikliğini düzeltmek için hemen çalışmaya başlasak bile, anlamlı bir ilerleme oldukça uzun zaman alacaktır.

O zamana kadar, politika yapıcıların balık türlerinin karşılaştığı baskıları tanıması ve bunlara tepki vermesi ve onları mümkün olan en iyi şekilde koruyan düzenlemeler yapması ya da dünya okyanuslarında geniş çaplı ekolojik çöküşü riske atması gerekiyor.

Paylaşın

Dünyanın Yörüngesinde Kaç Uydu Var?

Sovyetler Birliği 1957’de Sputnik’i fırlattığından beri, insanlık her yıl sürekli olarak daha fazla nesneyi yörüngeye yerleştiriyor. 20. yüzyılın ikinci yarısından 2010’ların başına kadar yılda yaklaşık 60 ila 100 uydu fırlatıldı.

Haber Merkezi / Az ama istikrarlı bir artış oranıyla. Ancak son zamanlarda bu hız çarpıcı bir şekilde artıyor. 2020 yılında 114 fırlatmayla yaklaşık 1.300 uydu uzaya taşındı ve ilk kez 1.000 yeni uydunun bir yıl içerisinde yörüngeye yerleştirildiği anlamına geliyor.

Ancak hiçbir yıl 2021 ile kıyaslanamaz. 16 Eylül itibariyle, yaklaşık 1.400 yeni uydu Dünya’nın çevresini dolaşmaya başladı ve bu yıl içerisinde daha da artacak.

Küçük uydular, yörüngeye kolay erişim

Bu artışın iki ana nedeni var. Birincisi, uzaya bir uydu göndermek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Örneğin, 29 Ağustos 2021’de, bir SpaceX roketi, biri öğrencilerim tarafından yapılanlar da dahil olmak üzere, birkaç uyduyu Uluslararası Uzay İstasyonuna taşıdı. Bu uydular 11 Ekim 2021’de yörüngeye yerleşecek ve uydu sayısı tekrar artacak.

İkinci neden ise, roketlerin daha fazla uyduyu her zamankinden daha kolay ve ucuza taşıyabilmesidir. Bu artış, roketlerin güçlenmesinden kaynaklanmıyor. Aksine, elektronik devrimi sayesinde uydular küçüldü. 2020’de fırlatılan tüm uzay araçlarının büyük çoğunluğu küçük uydulardı.

Bu uyduların çoğu, Dünya’yı gözlemlemek, iletişim veya internet için tasarlanmıştır. İnterneti dünyanın yetersiz bölgelerine ulaştırmayı hedefleyen iki özel şirket, SpaceX’ten Starlink ve OneWeb 2020’de yaklaşık 1.000 küçük uydu yörüngeye yerleştirmişlerdir.

Uydular yıldızları engellemeye başladı

Uydu sayılarındaki devasa artışla birlikte, kalabalık bir gökyüzü korkusu gerçek olmaya başlıyor. Gökbilimciler yörüngeye yerleştirilen uyduların yıldızları engellediğini gözlemlemeye başladı.

Her yıkıcı teknolojik gelişme, kuralların güncellenmesini veya yenilerinin oluşturulmasını gerektirir. SpaceX, Starlink uyduların etkisini azaltmanın yollarını test ederken, Amazon, görev tamamlandıktan sonra 355 gün içinde uydularını yörüngeden çıkarma planlarını açıkladı. Farklı paydaşların bu ve diğer eylemleri, ticaretin, bilimin ve insan çabalarının bu potansiyel krize sürdürülebilir çözümler bulacağı konusu umutlandırıyor.

Paylaşın