Dünyanın En Eski Soy Ağacı Ortaya Çıkarıldı

İngiltere’de bilim insanları 5 bin 700 yıllık bir anıt mezardaki insan kemiklerini inceleyerek dünyanın en eski soy ağacını keşfetti. Cotswolds şehrindeki anıt mezarda bulunan kalıntıların DNA analizi, gömülen insanların aynı aileden beş farklı kuşağa ait olduğunu ortaya koydu.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre; Cilalı Taş Devri’ne ait anıt mezardaki insanların çoğu, aynı adamdan çocukları olan dört farklı kadının soyundan geliyor. Bu insanlar, bağlı oldukları anaerkil birinci kuşağa göre, mezarın farklı kısımlarına gömülmüş.

Araştırmacılara göre bu buluş, birinci kuşak kadınların bu topluluğun gözünde önemli bir sosyal konuma sahip olduğunu ortaya koydu.

Gloucestershire’da tarihi Hazleton North bölgesinde yer alan anıt mezar, bir ucu kuzeye bir ucu da güneye bakan L şeklinde iki kısımdan oluşuyor. İki kadın ve çocuklarının yanı sıra, o çocukların beşinci kuşağa kadar uzanan kendi çocukları da, mezarın güney kısmına gömülmüş.

ABD’deki Harvard Tıp Okulu’ndan Prof. David Reich, “Diğer iki kadın ve onların çocukları kuzeye bakan kısıma gömülmüş ancak bazılarının kalıntıları daha sonraki zamanlarda güney kısma alınmış gibi görünüyor. Bunun nedeni, kuzeydeki kısmın bir süre sonra çökmesi ve başka bir aile bireyini gömmenin artık imkansız hâle gelmiş olması olabilir” şeklinde açıklıyor.

DNA araştırmasına liderlik eden ekipteki Newcastle Üniversitesi’nden Dr. Chris Fowler’a göre, bu buluşun önemi büyük. Fowler, Cilalı Taş Devri’nden kalan diğer mezarlardaki mimari yapıyı da inceleyerek aile bireylerinin bu mezarlara ne şekillerde gömüldüğü ile ilgili daha fazla bilgi sahibi olabileceklerini söylüyor.

Anıt mezarın ait olduğu tarihsel dönem de önemli. Mezarın yapıldığı çağda İngilizler, binlerce yıl önce ataları Anadolu ve Ege’den Avrupa’ya göç etmiş olan topluluklar sayesinde çiftçilikle tanışmıştı.

Araştırmacılar, anıt mezarlardaki kalıntıları inceleyerek, Taş Devri’nde yaşamış olan bu insanların aile dinamiklerini ve kültürlerini daha yakından tanımayı da başarabilir.

Aile mezarını inceleyen araştırmacılar, “üvey oğul” kavramının da bu aile yapılarına girdiğine dair işaretler olduğunu söylüyor. Bazı erkeklerin anneleri mezarda olsa da, biyolojik babalarının mezarda olmadığı dikkat çekti.

Kayıp kadınlar

Kazılar sırasında araştırmacılar erken yaşta ölmüş iki kız çocuğun kalıntılarını buldular ancak bazı kadınların aynı mezara gömülmediğini fark ettiler.

“Bazı kadınların kayıp olduğuna” dikkat çeken Prof. Reich, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Erkekler ve kadınların doğum oranları aynıydı, dolayısıyla bu kadınların nerede olduğu bir sır. Bir sonraki anıt mezarda da değiller ve bütün bu insan topluluğu arasında da kayıplar. Yoksa ölen insanlar yakılıyor muydu? Ölülerin bazı topluluklarda yakıldığını biliyoruz. Yoksa sadece belli bir sosyal statüsü olan insanları mı bulabildik?”

Anıt mezarlar, çokeşliliğin erkeklerle sınırlı olmadığı bir aile düzenine işaret ediyor. Erkeklerin birden fazla kadından çocuk sahibi olduğu gibi, kadınların da birden fazla erkekten çocuk sahibi olduğu anlaşılıyor.

Aynı erkekten çocuk sahibi olan farklı kadınların genel olarak birbiri ile akraba olmadığı görülüyor. Ancak kadınların, birbiri ile yakın akraba olan birden fazla erkekten çocuk sahibi olduğu örnekler de var.

Araştırma raporunun yazarları arasındaki , İspanya’daki Bask Bölgesi Üniversitesi’nden genetik uzmanı Iñigo Olalde, son teknolojilerin ve anıt mezardaki DNA’nın iyi korunmuş olmasının da yardımıyla, hem dünyanın en eski soy ağacını keşfedebildiklerini, hem de eski toplulukların sosyal yapıları hakkında daha fazla bilgi sahibi olma şansı yakaladıklarını ifade etti.

Paylaşın

Akıl Sağlığı, Sağlık Sorunları Arasında İlk 3’te

Merkezi Fransa’da bulunan çok uluslu pazar araştırma ve danışmanlık şirketi olan Ipsos’un yaptığı araştırmaya göre; dünyanın en çok endişelendiği sağlık sorunu Kovid 19, akıl sağlığı ise endişe duyulan sağlık sorunları arasında ilk 3’de yer alıyor.

bianet’te yer alan habere göre; Ipsos Araştırma Şirketi’nin en çok endişelenilen sağlık sorunları ve sağlık hizmetlerine yönelik tutumları analiz ettiği  “Sağlık Monitörü” araştırmasının sonucu paylaştı.

Araştırma , 20 Agustos – 3 Eylül 2021 tarihleri arasında ABD, Kanada, İsrail, Malezya, Güney Afrika, Singapur, Avustralya, Belçika, Brezilya, Çin, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, Japonya, İspanya, Arjantin, Kolombiya, Macaristan, Hindistan, Meksika, Hollanda, Peru, Polonya, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Kore, İsveç, İsviçre ve Türkiye’de 21 bin 353 kişiyle online olarak yapıldı.

Kovid 19 en önemli sağlık sorunu

Araştırmaya göre; Kovid 19 dünyanın karşı karşya olduğu en önemli sağlık problem olarak görülüyor. 2020’ye kıyasla 2 puanlık düşüş olsa da katılımcıların 70’i Covid-19’u “en önemli” sağlık sorunu olarak görüyor.

30 ülkenin 25’inde koronavirüs en büyük sağlık sorunu olarak belirtiliyor. Endişe en çok Malezya (yüzde 93) ve Peru (yüzde 90)’da görülüyor.

Araştırmaya Türkiye’den katılanların yüzde 78’i de koronavirüsü “en önemli sağlık sorunu” olduğunu söylüyor. En büyük artış ise; Güney Afrika (+19), Japonya (+11) ve Avustralya (+10)’da görüldü, en büyük düşüşler de Şili (-18), Polonya (-16) ve Macaristan(-14)’da yaşandı.

Akıl sağlığından endişe duyanlar artıyor

Sağlık problemleri içerisinde en büyük değişim 5 puanlık artışla “Akıl Sağlığı” konusunda yaşandı. Geçtiğimiz yıla göre;  dünya halkları en çok “akıl sağlığından” endişe ediyor.

Araştırmaya katılan  her 10 kişiden 3’ü (yüzde 31), ülkelerindeki insanların karşı karşıya olduğu en önemli sağlık sorunları arasında akıl sağlığını gösteriyor.

Araştırmaya Türkiye’den katılan bireylerin yüzde 19’u da akıl sağlığının en önemli sağlık sorunlarından biri olduğunu belirtiyor.

Akıl sağlığı, Şili ve İsveç’te de en önemli sağlık sorunu olarak dile getiriliyor.  Bu konudaki endişede 2020’ye kıyasla en çok artış gösteren ülkeler ise İspanya (+19), Belçika (+13) ve Brezilya (+13) akıl sağlığı konusunda kadınlar erkeklere göre daha çok endişeliler. (+36 vs %26)

Kanser ikinci sırada

Araştırmaya katılanların üçte biri kanserin en önemli sağlık sorunlarından biri olduğunu söylüyor.  Bu oran 2021’de yüzde 34 iken 2020’de yüzde 37 idi. Pandemi öncesinde ise yüzde 52’lik kesim kanseri en önemli sağlık sorunlarından biri olarak gösteriyordu. Pandemiyle birlikte bu algıda 18 puanlık düşüş görüldü.

Daha yaşlı kesimin kanserin neden olacağı sağlık risklerinden daha ensişeli olduğu görüldü.. 50-74 yaş aralığının bu konudaki endişesi yüzde 39 iken 35 yaş altında bu oran yüzde 28’e geriliyor.  Araştırmaya Türkiye’den katılan bireylerin de yüzde 37’si kanseri endişe verici sağlık sorunları arasında gösteriyor.

Paylaşın

‘Mükemmel Şekilde Korunmuş’ Dinozor Embriyosu Bulundu

Bilim insanları tıpkı tavuk gibi yumurtasından çıkmaya hazırlanan bir dinozorun mükemmel bir şekilde korunmuş embriyosunu bulduklarını duyurdu. Çin’in güneyindeki Ganzhou bölgesinde keşfedilen embriyonun 66 milyon yaşında olduğu tahmin ediliyor.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre; Baby Yingliang adı verilen dinozorun dişsiz bir Teropod dinozoru veya Oviraptorosaur olduğu düşünülüyor. İki ayağı üzerinde yürüyen Teropodlar kısa ön bacaklı ve uzun arka bacaklı dinozorlar olarak tasvir ediliyor.

Yumurta hırsızı kertenkeleler anlamına gelen Oviraptorosaurs, günümüzden 66 ila 100 milyon yıl öncesinde Kretase döneminin sonlarında, bugün Asya ve Kuzey Amerika kıtaları olarak bilinen bölgelerde yaşayan tüylü dinozorlardı.

Araştırmacı Dr. Fion Waisum Ma, bunun bugüne kadar bulunmuş “en iyi dinozor embriyosu” olduğunu söyledi.

Keşif, dinozorlar ve modern kuşlar arasındaki bağlantının daha iyi anlaşılmasını da sağlıyor. Fosilde embriyonun kıvrılmış bir pozisyonda olduğu görünüyor. Bu pozisyon, kuşların yumurtasından çıkmadan hemen önceki duruşuyla aynı.

AFP haber ajansına konuşan Dr. Ma, ”Modern kuşlardaki bu davranış ilk olarak dinozor atalarından kaynaklanıyor ve kuşların onlardan evrildiğine işaret ediyor.” dedi.

Araştırma ekibinden Paleontolojist Prof. Dr. Steve Brusatte, Twitter’da, “bunun hayatı boyunca gördüğü en etkileyici dinozor fosili olduğunu ve embriyonun, yumurtasından çıkmak üzere olan bir dinozora ait olduğunu” belirten bir paylaşım yaptı.

Baby Yingliang, başından kuyruğuna 27 cm uzunluğunda ve 17 cm uzunluğundaki bir yumurtanın içinde kıvrılmış pozisyonda yatıyor. Yumurta Çin’deki Yingliang Stone Doğal Tarih Müzesi’ne getirildi.

İlk olarak 2000 yılında keşfedilen yumurta on yıl boyunca saklandı.

Müzede inşa çalışmalarının başlamasıyla eski fosillerin yeniden sınıflandırılması gerekti. Araştırmacılar ancak o zaman yumurtayı tekrar ele alıp, içinde bir embriyo olabileceğinden şüphelendiler.

Dinozorun vücudunun bir bölümü hâlâ kaya ile kaplı ve araştırmacılar ileri tarama teknikleriyle iskeletinin tam görüntüsünü elde etmeye çalışıyor.

Paylaşın

Mars’ta İşlenebilir ‘Su Rezervi’ Bulundu

Avrupa Uzay Ajansı (ESA).ve Rusya Uzay Ajansı’nın (Roscosmos) ortaklaşa yürüttükleri ExoMars projesi kapsamında yapılan araştırmalarda Mars yüzeyinin hemen altında ‘önemli miktarda’ su varlığı keşfedildi. Bilim insanları, bu rezervin gelecekte Mars’taki keşif etkinliklerini yürütenlerce kolaylıkla kullanılabileceğini açıkladı.

Su varlığı, Mars yüzeyindeki Valles Marineris kanyonunda bulundu. Valles Marineris ABD’deki Büyük Kanyon’dan yaklaşık 10 kat daha uzun ve beş kat daha derin. Haber, 15 Aralık’ta Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) yaptığı açıklamayla duyuruldu.

Suyu keşfeden Trace Gas Orbiter uydusu kanyon yüzeyinden bir metreden daha az derinlikte büyük miktarda hidrojen varlığı saptadı Rusya Bilimler Akademisi Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nden Alexey Malakhov, “Bu su buz ya da topraktaki diğer minerallerle kimyasal olarak bağlanmış su halinde olabilir. Ancak başka gözlemler bize, Mars’ın bu kesiminde bulunan minerallerin tipik olarak çok küçük yüzdelerde, bu yeni gözlemlerde anıtlandığından çok daha küçük miktarda su içerdiğini anlatıyor. Genel olarak bu suyun daha çok buz halinde olduğunu düşünüyoruz,” diyor.

Malakhov gözlemlerini özetlerken, “Valles Marineris’in merkezi bir bölümünün suyla dolu olduğunu gördük. Bu beklediğimizden çok daha fazla su, “diyor. ” Bu, sabit düşük sıcaklıklar nedeniyle su buzunun kalıcı olarak kuru toprağın altında bulunduğu, Dünya’nın permafrost bölgelerine çok benziyor.”

Keşif, Mars’taki ilk su belirtisi değil. Mars kutup bölgeleri buzullarla kaplı ve önceki ESA misyonları, gezegen yüzeyinin birkaç kilometre altında potansiyel su vahaları bulmuştu.

Bununla birlikte, en son bulgular, ESA’nın varlığından söz ettiği suyun çok daha ‘işlenebilir’ olduğunu gösteriyor ve ‘Valles Marineris’i, gelecekteki gezegene yapılacak insanlı keşif misyonları için daha da umut verici bir hedef haline getiriyor. Yeni bulunan sudan zengin alanın yüzölçümü Hollanda kadar ve derin Mars’ta su bulma umudu sunan kanyon sistemi Candor Chaos vadileriyle örtüşüyor.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

WhatsApp’ta Kripto Para Transferi Dönemi Başlıyor

Meta Platforms Inc’in sahibi olduğu mesajlaşma sistemi WhatsApp üzerinden kullanıcıların kripto para transferi yapmaya başlayacakları açıklandı. Eski adı Facebook olan şirkete ait kripto para cüzdanı Novi’nin WhatsApp’a entegre edilmesi sayesinde kullanıcılar mesaj yazar gibi para gönderip alabilecek.

Dijital cüzdan Novi ABD Doları’na sabitlenmiş bir kripto para olan Pax Dollars (USDP) kullanılarak para transferi yapılmasına olanak tanıyor. Novi Başkanı Stephane Kasriel paylaştığı iletide, altı hafta önce başlatılan pilot programın ilk aşamada ABD ile sınırlı olacağını ve belirli sayıda kişiye açık şekilde yürütüleceğini söyledi.

Novi’nin WhatsApp’ta mesaj atar gibi basitlikte kullanılacağının altını çizen Kasriel, uygulamanın WhatsApp’ın kişisel mesajlar ve aramalar konusundaki gizlilik protokolünü değiştirmeyeceğini söyledi. İşlemlerin güvenli, anlık ve komisyon alınmadan gerçekleşeceğini de belirten Kasriel, Amerika’nın ardından hizmetin diğer ülkelerdeki kullanıcılara da sunulacağını söyledi.

Eski adı Facebook olan Meta Platforms’un birkaç aydır cüzdan uygulaması üzerinde çalıştığı biliniyordu. Mevzuat konusundaki endişeler nedeniyle Meta, Diem adlı bir dijital para birimini piyasaya sürmeye yönelik küresel planlarını küçültme yoluna gitmişti.

Para nasıl gönderilecek?

Para gönderme seçeneğine Android işletim sistemi kullanılan telefonlarda WhatsApp’ta ataç simgesine, iOS’ta ise “+” simgesi aracılığıyla erişilebilecek. Ardından açılacak menüden “Ödeme” seçeneğine tıklanacak.

Paylaşın

NASA, ‘Kara Deliklerin Sırrını Çözmek’ İçin Yeni Görev Başlattı

ABD Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) Görüntüleme X-ışını Polarimetri Gezgini (IXPE), SpaceX Falcon 9 roketiyle uzaya gönderildi. Florida’daki Kennedy Uzay Merkezi’nden başlatılan misyon kapsamında kara deliklerle ilgili araştırma yapılacak.

Aynalar ve detektörlerden oluşan üç özdeş teleskop içeren IXPE, galakside görülemeyen gaz ve tozun içine nüfuz ederek görüntü aktarabiliyor.

Misyonun baş araştırmacısı Martin Weisskopf, “IXPE, evrenin nasıl çalıştığına dair mevcut teorilerimizi test etmemize ve iyileştirmemize yardımcı olacak. Bu egzotik nesneler hakkında, varsaydığımızdan daha heyecan verici teoriler keşfedebiliriz.” dedi.

NASA Genel Merkezi’ndeki Bilim Misyonu Direktörü yardımcısı Thomas Zurbuchen, “Her NASA uzay aracı, yeni bilimi mümkün kılan yepyeni gözlemleri hedeflemek için özenle seçildi. IXPE, bize etrafımızdaki evreni daha önce hiç görmediğimiz şekillerde gösterecek” diye konuştu.

X-ışınlarını toplayan ve odaklayan 24 iç içe ayna içeren teleskoplar, İtalyan bilim adamları tarafından geliştirilen hassas detektörlere sahip.

Samanyolu galaksisinin kalbindeki kara deliğin yanı sıra süpernova kalıntısı Yengeç Bulutsusu’nu gözlemleyen IXPE, iki yıllık görevi kapsamında uzayda 50’den fazla parlak nesneyle ilgili araştırmalar yapıyor. IXPE’nin uzaydaki incelemeleri SpaceX’in şimdiye kadarki 28. Falcon 9 görevi olacak.

Kara deliklerin sırrı

Astronomlar, geçtiğimiz ay ilk kez Samanyolu Galaksisi dışında yeni bir teknik kullanarak bir kara delik keşfetti. Keşfedilen kara delik, Samanyolu’na komşu olan Büyük Mecellan Bulutu’ndaki yıldızlar topluluğunun olduğu NGC 1850 içinde bulundu.

Kara deliklerin, Samanyolu Galaksisi gibi büyük galaksilerin çoğunda yer aldığına inanılıyor. Kütlesel çekimin hareket halindeki ışık üzerinde etkileri Albert Einstein’dan bu yana bilim dünyasının en çok merak ettiği konuların başında geliyor. (Kaynak: euronews)

Paylaşın

Kalın Sakal Ve Erkeklik Hormonu!

Yeni yapılan bir araştırma, erkeklerde sakal yoğunluğu ile testosteron seviyesi veya erkek egemen anlayış arasında bir ilişkinin olmadığını ortaya koyarak bu inancı yerle bir etti.

Haber Merkezi / Archives of Sexual Behavior dergisinde yayınlanan araştırmada, araştırmayı yapan ekip, fiziksel olarak aktif 97 genç erkekten veri topladılar. Erkeklerin testosteron seviyeleri gün boyunca doğal olarak düşme eğiliminde olduğu için, katılımcıların testosteron düzeylerini sabah 7 ile 11 arasında ölçmek de dahil olmak üzere, çalışmada birkaç kontrol kullandılar.

Araştırma ekibi, ayrıca katılımcılardan çalışmadan 24 saat önce sigara, alkol ve egzersiz yapmamalarını, testten iki saat önce yemek yememelerini ve diş fırçalamamalarını istedi. Ardından, katılımcıların tükürük örnekleri ile testosteron seviyeleri ölçüldü.

İlginç bir şekilde, araştırmada, sakal yoğunluğunun erkek egemen anlayış veya testosteron düzeyinin kanıtı olduğuna dair bir ilişki bulunamadı. Araştırmada, sakal yoğunluğunun erkek egemen anlayış veya testosteron düzeyi arasında olumsuz bir ilişki de gözlemlenmediği belirtildi. Araştırma ekibi, sakalın tamamen kültürel normlarımıza dayanan estetik bir durum olduğunu söylüyor.

Paylaşın

Marie Antoinette Sendromu: Neden Bazı İnsanların Saçları Bir Gecede Beyazlar?

Efsaneye göre, Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’nın saçları idam edilmeden önceki gecede aniden beyazladı. Aynı şekilde, 16. yüzyılda, İngiltere’nin Katolik kilisesinden ayrılmasına şiddetli bir şekilde karşı çıkan Thomas More’da idam edilmeden önce aynı şeyi yaşadı. Peki, saçlardaki bu ani değişikliği tetikleyen şey neydi?

Haber Merkezi / Canities subita olarak da adlandırılan Marie Antoinette Sendromu, bilim camiasında yerleşik bir tartışma konusu değil. Bununla ilgili hikayeler çok yaygın, ancak çok az bilimsel vaka çalışması var. Ancak bu çalışmalar bile tartışmalı.

Sendrom (eğer varsa), aşırı yüksek düzeyde duygusal stres tarafından tetikleniyor gibi görünüyor, bu da saçta pigment kaybına yol açabiliyor. Bu çıkarım, araştırmacıların stres tarafından tetiklendiğini keşfettiği doğal saç grileşmesi üzerine mevcut araştırmalara uyuyor. Ancak hala çok az sayıda iyi belgelenmiş Marie Antoinette Sendromu vakası var ve çalışmalar çok yetersiz.

Bilimi efsaneden ayırmak

Şu ana kadar net olan bir şey var: Marie Antoinette Sendromu, hikayelerde ve mitlerde gerçek hayatta olduğundan çok daha yaygın. Çarpıcı bir hikaye anlatımı öğesidir, ancak gerçekleri kurgudan ayırt etmek zordur.

Marie Antoinette Sendromu, stresle ilişkili gibi görünüyor; bu da otoimmün bir duruma işaret ediyor. Ancak fareler üzerinde yapılan bir araştırma bu hipotezi çürütmüş durumda. Araştırma, stresin, bağışıklık sistemi baskılandığında bile farelerde beyaz saça neden olduğunu ortaya koydu. Bu sonuç, otoimmün yanıtı dışladı.

Araştırma, sempatik sinir sisteminin (savaş ya da kaç tepkisini tetikleyen) aşırı aktivasyonunun, kök hücrelerin saç köklerinde pigment hücrelerinin üretimini durdurmasına neden olarak sorumlu olduğu sonucuna varmıştır. Ancak, bu çok büyük bir çalışma olmadığı ve hayvanlar üzerinde yapıldığı için, insanlar için daha güçlü sonuçlar çıkarmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç bulunmaktadır.

Marie Antoinette Sendromu’nun saç boyasının yıkanmasıyla bağlantılı olduğu öne sürülüyor. Ancak bu iddia, bildirilen vakaların en azından bazıları için geçerli görünmüyor. Marie Antoinette Sendromu tarihsel olarak aşırı stresle ilişkilendirilmiştir.

Ancak stres, erken yaşlarda gri saçlara neden olabilirken, bu etkiyi bir gecede (veya birkaç hafta içinde) gösterip gösteremeyeceği açık değildir. Saçların beyazlaması, hormonal bozulmalar veya bazı otoimmün durumlarla da bağlantılı olabilir, ancak şu anda net sonuçlar çıkarmak için yeterli bilgi yok. Kuşkusuz, araştırmacılar bu sendrom üzerine araştırma yapmaya devam edecekler, umarım yakında bu gizemin sırrı çözülür.

Paylaşın

Filler, Avlanma Nedeniyle Dişsizliğe Doğru Evrimleşiyor!

Filler için uzun keskin ve büyük dişler kesinlikle büyük bir avantajdır, ancak bu büyük kesici dişler, fildişi avcılığının yoğun olduğu bir yerde büyük bir sorun olabilir. Bilim insanları, Mozambik’teki fillerin kaçak avcılar yüzünden dişsizliğe doğru evrimleştiğini ortaya koydular.

Haber Merkezi / 1970’lerin sonundan 1990’ların başına kadar iç savaş yaşadığı Mozambik’te çatışmanın her iki tarafı da savaşı finanse etmek için fillerin dişlerini hedef aldı. Ülkenin Gorongosa Ulusal Parkı’nda bulunan fillerin nüfusu 2.000’den 250’ye kadar düştü.

Hayatta kalan fillerin yüzde 30 dişsizdi, yani dişleri gelişmiyordu, iç savaştan önce fillerin sadece  yüzde 18’inin dişi yoktu. Fillerin dişlerinin olup olmaması ebeveynlerine bağlıdır.

Filin evrimi;

Fildişi ticaretinin doğal seçilim ölçeğini nasıl değiştirdiğini daha iyi anlama isteyen Princeton Üniversitesi’nden bilim insanları, Gorongosa Milli Parkı’nda 800’den fazla fil gözlemlediler; anne ve yavru kataloğu oluşturdular.

Bilim insanları, dişsiz filler dişi olduğu için X kromozomuna odaklanmaya karar verdiler. Erkeklerde bir X ve Y kromozomu bulunurken, dişilerde iki X kromozomu bulunmaktadır. Bilim insanları, genomları sıraladıktan sonra, dişsizliği açıklayabilecek, AMELX adı verilen baskın bir gen belirlediler.

Gen, X kromozomu üzerinde anneden yavruya aktarılır. Aynı gen, insanlarda da vardır. İnsanlarda, gen bozulması dişilerde dişlerin gevrekleşmesine neden olur. Ancak erkeklerde, bozulmuş bir gen genellikle ölüm anlamına gelir.

Fillerin tüm ekosistemini etkileyebilir

Bilim insanları, bunun filler için de geçerli olduğun ve erkek filin, bozulmuş bir AMELX geni alırsa, muhtemelen öleceğini, ancak mutasyona uğramış genin, dişi filde dişsizliğe yol açacağını ortaya koydu. Dişlere sahip olmamak bir sorun gibi görünmeyebilir, ancak bu durum fillerin tüm ekosistemi üzerinde kartopu etkisi yaratabilir.

Paylaşın

440 Milyon Yıl Önce Denizlerin Kötü Çocukları: Deniz Akrepleri

Deniz akrepleri, dinozorların ortaya çıkmasından iki yüz milyon yıl önce denizin kötü çocuklarıydı. Bilim insanları, 443 milyon ila 419 milyon yıl öncesine ait, sularda karşılaştığı her canlıyı alt edebilecek mükemmel bir donanıma sahip bir fosil tanımladılar.

Haber Merkezi / Deniz akrepleri olarak adlandırılan Eurypteridler’in boyutları sadece birkaç santimetreden bir insan boyutuna kadar değişiyordu. Bu canlılar, muhtemelen denizdeki tüm canlıların kalplerine korku saldılar (o zamanlar pek çok yaratık uygun kalpler geliştirmemiş olsa da).

Çin Bilimler Akademisi’ne (NIGPAS) bağlı Nanjing Jeoloji ve Paleontoloji Enstitüsü’nden doktoralı araştırmacı Wang Han ve Profesör Wang Bo, bir zamanlar Gondwana kıtasının parçası olan güney Çin’de bir bölgede, bir eurypterid fosili keşfetiler.

Yüz milyonlarca yıl önce, şu andaki tüm kara kütleleri Pangea adı verilen bir kıtayı meydana getiriyordu. Pangea, zamanla, Laurasia ve Gondwana adlı iki kıtaya ayrıldı. Bu türe ait daha önce keşfedilen tüm fosiller Laurasia’dan geldi, bu ise Gondwana’dan gelen ilk fosil.

Fosil, kara florası ve faunasının yeni çeşitlenmeye başladığı çok sıcak bir dönem olan Silüriyen adı verilen Kambriyen’de bir döneme aittir. Keşfedilen fosil, ‘Mixopteridae’ adı verilen bir deniz akrep grubuna aittir. Bu grup hakkında fazla bir şey bilmiyor ve bilinenler ise, neredeyse bir asır önce tanımlanan fosillerden geliyor.

Prof. Wang, Mixopteridler hakkındaki bildiklerimiz, 80 yıl önce Silurian Laurasia’dan birkaç fosil örneğine dayanan iki cinste yalnızca dört türle sınırlı olduğunu söylüyor.

Terropterus xiushanensis adlı yeni keşfedilen yaratık, bugün kırbaç örümcekleri tarafından da kullanılan bir teknik olan, avı yakalamak için bir ‘yakalama sepeti’ gibi kullanılan dikenli uzuvlara sahipti. Diğer modern örümcek türleri, spermi aktarmak için aynı uzantıları kullanır.

Bilim insanları, T. xiushanensis ile ilgili bulunmayı bekleyen daha fazla fosil olduğuna inanıyor ve bunları bulmak, gezegenimizin jeolojik geçmişinde yaşamın nasıl evrimleştiğini daha iyi anlamamıza yardımcı olabileceğini belirtiyorlar.

Paylaşın